
"Çok erken daha Evanora, şimdi olmaz. Zamanla ne demek istediğimi anlayacaksın." Ardından kaşlarını çatarak ciddi ifadeyle baktı yüzüme. "Yanlış karar verdin, seni uyarmıştım diye hatırlıyorum. İşleri çok karmaşık hale getiriyorsun Eva, önce bunu aklında tut, ben düşmanın değilim. En azından sen bir hata yapmazsan."
"Neden hata yapabilecek taraf ben oluyorum? Esas benim senden şüphe etmem gerek."
Yüzünde yine samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme peydahlandı. Gülümsediğinde ondan daha az korkuyordum. Tabii bunu onun bilmesine gerek yoktu.
"Şu dilin yok mu senin..." Aramızdaki mesafeyi kısaltarak bana doğru eğildi. Ellerini iki yanıma koyduğunda bir anlık nefes almayı durdurdum. "Bir gün ya başına bela alacak, ya da onu susturmam gerekecek."
Cevap vermediğimi görünce sırıbtarak birkaç saniye daha gözlerimin içine baktı. Put gibi durduğumu fark etmiş olacak ki nefes almam için geri çekildi. İşte tam o anda oksijen ciğerlerime doldu. Sahi, kaç saniye tutmuştum nefesimi?
"Bu burada bitmedi Melez, daha başlamadık bile. Gece uzun olacak anlaşılan."
⚖️
"En büyük kaybedişler, en büyük hazinelerin sırrını açardı belki de. Sabır ise tüm sırların anahtarıydı..."
Hayatım boyunca kimseye muhtaç olmadım. Ya da ben öyle zannettim. Dünyaya geldiğimde hep yalnız kalabileceğim anları kovaladım. İnsanların dünyası bana ne kadar uzak olsa da huzurlu geliyordu. Bazen geceleri sadece bunun hayalini kurardım. Ya insan olarak doğmuş olsaydım? O zaman ne olurdu?
Asla zayıf olduğumu söylemezdim, kimsenin karşısında da bunu belli etmezdim. Ama şimdi kendimi ilk kez çaresiz hissediyordum. Denizin dalgalarını kıyıya vurduğu gibi savrulmuştum sanki ben de. Ne olacaktı şimdi? Belki de bir daha Cennete dönemeyecektim. Luther'ı asla göremeyecektim. Kaç saat geçmişti acaba Şeytan herifin odasında uyuyalı?
Belki de ona haksızlık yapıyordum. Beni öyle büyük bir karmaşanın içinden çekip çıkarmıştı ki ona teşekkür edecek fırsatım bile olmamıştı. Ama o küstah suratını hatırladığımda sinirlerim bozuluyordu. Ondan ölesiye nefret ediyordum, keşke kanatlarını yolma şansım olsaydı! Başımı iki yana salladım. Bunları düşündüğümü öğrenirse beni doğrayıp köpeklerine akşam yemeği olarak ikram ederdi.
Bana yabancı olan güç vardı içimde. Asıl sorun buydu. O odada ne yapmıştım ben öyle? Ya da nasıl yapmıştım? Sadece düşünerek mi? Mümkün değildi. Düşündüğüm her şey gerçek olsaydı Darian çoktan kurbağaya dönüşürdü. Ya da Luther'la birlikte olabilirdik. Bu yüzden bu ihtimal sıfıra yakındı. Sorularıma cevap verecek tek kişi Şeytan herifti. Ortalıklarda görünmüyordu, beni buraya bırakıp kendisi nereye gitmişti? Gece uzun olacak demişti ama sanırım bu sadece benim için geçerliydi. Ne yapacaktım şimdi ben? Tüm bu karmaşayı nasıl açıklayacaktım?
Ayağa kalktığımda başım döndü, yatağın ucuna tutunarak kapıya doğru yürümeye başladım. Sapık herif, bir de beni kendi odasına bırakmıştı! Ama itiraf etmem gerekiyordu ki odası çok güzeldi. Baktıkça bakası gelirdi mesela birinin. Onu tanımasam ve bu odayı görmemiş olsam bile yaşadığı yeri tam olarak böyle hayal ederdim. Kadife koyu yatağı ve başlığındaki kanat detayları tam onluktu mesela. Büyük bir balkonu vardı ve Cehennemin görkemli manzarası gözler önündeydi. Tavanın tam ortasında salonda gördüğüm tarzda bir avize vardı. Etrafını yine mumlar aydınlatıyor, odaya gotik bir hava katıyordu. Balkonun tam karşısında tahtı andıracak büyük bir koltuk vardı. Burada oturup akan lavı mı izliyordu acaba? Hiç mi sıcaklamıyordu bu adam? Buradan gördüğüm tek güzel manzara kırmızı dolunaydı. Öyle güzel görünüyordu ki hayranlıktan ağzım açık kalmıştı. Buraya birkaç kez gelmiştim ben, nasıl fark etmemiştim bu manzarayı? Gerçekten tam krallara layıktı burası.
Odası tam onun gibi karanlık ve şıktı. Beklentilerimi karşılamıştı en azından. Devasa kapıyı açarak kapanan gözlerime aldırış etmeden dışarı çıktım. Etrafta sadece iki tane daha oda vardı. Diğer katlarda daha fazla oda görmüştüm, burası neden boştu ki? Büyük ihtimalle etrafında birilerinin olmasını istemiyordu. Kibirli pislik. Etrafta kimseyi göremeyince o iki odaya bakmaya karar verdim. Sonuçta bana bakmamam gerektiğini söylememişti. Kafam dağılırdı en azından o gelene kadar, geri dönemezdim zaten.
Arada en fazla beş metre mesafe vardı. İlk odaya girdiğimde fazla büyük gelmedi burası bana. Daha çok bir çalışma odasına benziyordu. Ve beni asıl şaşırtan detay sol tarafta büyük bir kitaplık olmasıydı. Ağzım açık ilerledim kitaplığa doğru. Birinin beni durdurması mümkün değildi şu anda. İblisler Kralı kitap mı okuyordu? Kime söylesem beni deli zannederdi! Kitap okuduğum için benimle bile dalga geçerlerdi, Darian'ı düşünemiyordum.
"Resmen burada bir hazine biriktirmiş!"
Hayranlıkla kurduğum cümleden sonra elimi ilk kitapa götürerek sarıldım. Okuduğum kitabımı özlemiştim, onu bile alamamıştım. Acaba bunu çalsam haberi olur muydu? Kesinlikle, adam da zaten salaklar kralı! Oflayarak kitabı göğsümden ayırdım.
"Senin için geri geleceğim.." Dramatik halime gülmek istesem de içimden gelmedi. Kitap hırsızı olamazdım zaten. Böyle kutsal bir şeyi çalmak günah olmalıydı, kitaplar nefes almakla eşdeğerdi benim için. Kendine sakla. Kitabın adı da buydu. Acaba konusu neydi? Bunu merak ederek arkasını döndürdüm.
"Kaçık olman yetmedi, şimdi de casusluğa mı başladın?"
Aniden Darian'ın sesini duymamla elimdeki kitabın dengesini kaybettim. Yerle buluşan kitap ayağıma düştüğünde şaşkınlıkla küçük bir 'Ah' nidası kaçtı ağzımdan. Kitap fazla ağır değildi neyse ki. Yoksa çok fena acıttığını biliyordum. Hızlıca yerden alarak eski yerine koymaya çalıştım. Normal durumlarda asla sakar biri değilimdir. Hiçbir zaman elim ayağıma dolaşmamıştı ya da bir şeyleri kırmamıştım. Bugün tüm terslikler üst üste gelmeye yemin etmiş olmalıydı, bunun başka açıklaması olamazdı. Elim çarptığında iki kitabı daha düşürdüm.
"Kahretsin!" Yere düşen iki kitabı hızlıca almak için eğildim. "Özür dilerim, hemen hallediyorum!" Ayak sesini duyunca buraya geldiğini anlayarak hemen ayaklandım. Arkamı döndüğüm an dibimde durduğunu görünce yutkundum. Sanırım o da bıkmıştı artık benden, tepki vermiyordu. "Kusura bakmayın, ben biraz sıkıldım da ondan geldim. Casusluk yapmak için değildi, kitapları görünce de merakıma yenik düştüm. Düzeltirim ben ş-"
"Hep böyle çok mu konuşurdun sen? Oysa ilk günler ağzından laf alamıyordum."
Cümlemi yarıda keserek saygısızca araya girmesine göz yumdum. Bir gün tüm kinimi çıkaracaktım elbet ondan. Bunu da not almıştım. Şaka tabii. Büyük ihtimal o benim kellemi alırdı. Ayrıca başta da fazla konuşuyordum ben, o az konuştuğumu mu düşünüyordu? Oysa ben dilimi keseceğine inanmıştım. Demek ki şanslıydım.
"Yine sustun. Neler geçiyor o zehir aklından?"
"Hiçbir şey efendim. Ne düşünebilirim ki hem? Siz onu da bilirsiniz..."
Dilim bir gün başıma bela olacaktı. Asla uslanmuyordu. Bir kralla nasıl konuşacağını öğretememiştim bir türlü...
"Sen var ya..." Bir adım daha yaklaştığında sırtım rafa çarptı. Sağ elini rafa koyarak boylarımızı eşitlemek için eğildi. Diğer elini de cebine koydu. "Zehir gibisin. Birinin kanına kolayca karışarak onu etkin altına alabilecek kadar tehlikelisin." Düşünürmüş gibi ses çıkardı. "Ve bunun farkında bile değilsin, meraklı kız."
Anlık gelen bu yakınlaşma sınırlarımı zorluyordu. Ben ondan uzak durmaya çalıştıkça inatla bana yapışıyordu sanki. Benim göremeyip, onun gördüğü ne vardı ki bende? Basit bir melezi neden kendi safına çekmek için bu kadar uğraşıyordu? Bunun altında kesinlikle çok daha büyük bir şey vardı. Ona asla güvenemezdim. Beni sırtımdan ilk bıçaklayan kişi o olurdu. Bir Cehennem Kralına güvenmek, susuz topraklarda deniz aramaya benzerdi. Ne kadar inanırsam inanayım hiçbir gerçek, yolun sonunda deniz olmadığı gerçeğini değiştiremezdi.
"Bana ne olacak şimdi?"
Ansızın sorduğum soru kaşlarını çatmasına neden oldu. En son olanlar yüzünden ağır bir ceza almam gerekecekti. Belki de sürgün bile edilebilirdim. Zaten hiçbiri benden hoşlanmıyordu, ne halde olduğum zerre umurlarında olmazdı. Ve sanki bunlar benim düşüncelerim değil gibiydi. Darian. Aklıma sızıp dengemi bozmaya çalışıyordu, işe yaramadığını da söyleyemezdim maalesef. Basit biri değildi ve bende karşılık verecek biri değildim. Onunla ne kadar inatlaşsam da kim olduğunu unutamazdım. Ben onun için bir piyondan farksızdım.
"Bu bir nevi sana bağlı."
"Nasıl yani? Bu ne demek oluyor?"
Nihayet uzaklaşmak aklına gelmiş olacak ki geri çekildi. Bunun üzerime rahat bir nefes çektim içime. Bu oda bile dar gelmeye başlamıştı artık. Bilmece gibi konuşması da tekrar öfkelenmeme sebep olmuştu.
"İstersen onlara her şeyi unutturabilirim. Hiçbir şey yaşanmamış olur."
"Devamında bir ama var gibi hissediyorum..."
Yüzünde kurnaz bir sırıtış peydahlandı. Karşılıksız iyilik yapmayacağını biliyordum.
"Karşılıksız hiçbir şey yapmazsın, söylesene benden ne istiyorsun? Neden bana iyilik yapmaya çalışıyorsun?"
Öyle bir gülümsedi ki bunu sorduğum pişman oldum. Gülüşü kışkırtıcı ve tehlike doluydu. Hem baştan çıkarıyor hem de ölesiye korkutuyordu. Ölümün ve yaşamın birleşimiydi sanki.
"Hem doğru hem yanlış... Karşılıksız hiçbir şey yapmam, bu doğru. Fakat bilmediğin ufacık bir şey var; ben asla iyilik yapmam."
Bunu belirtmesine gerek yoktu zaten, herkes onun iyilik meleği olmadığını iyi bilirdi.
"Karşılığında ne istiyorsun peki?"
Birkaç saniye duraksayarak düşündü, neden numara yapıyordu ki? Daha önce düşünmüş olmalıydı bunu, utanmadan dalga geçiyordu!
"Seni zeki sanıyordum." Yüzünde her zamanki tepeden bakan ifade belirdi. Bana böyle baktığında ondan daha fazla tiksiniyordum. Beni kendiden aşağı göremezdi. Ateşin lordu olsa bile. "Sana dediğimi yapacaksın. Benim tarafımda durmak istediğini söyleyeceksin."
"Bir kere seçtikten sonra değiştirilemezdi hani? Hiç dürüst olduğunuz konular yok mu ya sizin?"
Bana öfkeyle baktığında korksam da bunu belli etmedim. Hayatım boyunca herkesten çekinmiş ve sessiz kalmıştım. Artık bu durum canımı sıkıyordu, bir anda beni değiştiren ne olmuştu? İçimde hissettiğim yabancı güç mü yoksa her şeyden bıkmışlığım mı? Artık bilmiyordum, kafam öyle karışıktı ki ne düşünmem gerektiğine karar veremiyordum. Baş melek Elliot benden nefret ediyor olmalıydı. Benden çok daha güçlüydü ama ben nasıl olduğunu bilmeden onu yere sermiştim. Kim bilir hakkımda neler düşünüyorlardı. Belki de lanetli olduğumu düşünüp idamıma karar vermişlerdi. Artık hiçbirine güvenemezdim. Luther bile kinlenmiş olabilirdi bana. Babasını yanlışlıkla havaya uçurmuştum, bilakis kendisini de. Kim bilir nasıl öfkelilerdi!
"Ne kadar az bilsen o kadar güvende olursun Evanora. Fazla bilmek seni az yaşatır."
"Her şeyi nasıl unutturacaksın? Hafızalarını silebiliyor musun sen?"
Yüzünde yine kendini beğenmiş bir ifade belirdi. Daha bilmediğim neleri vardı bu adamın? Işınlanıyor, gözlerinin rengini değişiyor ve hafıza silebiliyordu. Krallar bu kadar yetenekli olmasaydı nasıl tahta otururdu ki zaten? Benimki de saçma düşüncelerdi işte.
"Biraz daha dinlen, yarın konseyi toplayacağım." Yüzlerimizi eşitlemek adına eğildi. "Bir kere daha hata yaparsan telafisi olmaz, belalı kız. Bu sana verdiğim son şansın, iyi değerlendir." Cümlesi bittiği anda benden uzaklaşarak odadan çıktı. Bir anda kendimle baş başa kalınca garipsedim, oysa bu alıştığım bir durum olmalıydı. O herife alışmış mıydım şimdi ben? Ne saçmalık ama! Varlığı bile beni rahatsız ediyorken ona alışmam zor olacaktı. Bu sefer ne yazık ki haklıydı, meleklerin yanında kalamazdım. İstemediğimden değildi elbette, bana eskisi gibi davranmayacaklardı. Artık beni görmezden gelmeyeceklerdi. Bir kere ilgi odağı olmuştum, kaçamazdım.
Oflayarak küçük hazinem haline gelen odadan ayrıldım. Umarım oraya tekrar girme şansım olurdu. Darian olmadan. Mümkünse.
Onun odasına gelince ne yapacağımı pek bildiğimi söyleyemezdim. Bana nerede kalmam gerektiğini söylememişti, bu önemli bir detaydı. Su sesi aldığımda duşa girdiğini anladım. Onu burada beklesem yanlış anlaşılır mıydı? Sonuçta bir tek bu odada uyumuştum, çalışma odasında uyutmazdı beni herhalde? Yatağın her iki yanında komodin vardı, acaba karıştırsam duyar mıydı? Başımı iki yana salladım. "Ölmek için daha basit yöntemler var Eva." Kendi kendime söylenerek yatağın sol tarafında duran büyük dolabın önünde durdum. Kapısı açtığımda ağzım açık kaldı, ne çok giysi vardı burada! Benim dolabım böyle tıka basa dolu değilken onun dolabında neredeyse yer kalmamıştı. Giyinmeyi biliyordu en azından, tek artı yanı buydu. Ve çoğu koyu tonlara sahipti, açık renk diyeceğim hiçbir şey yoktu. Siyahların da efendisi olmalıydı.
Daha fazla oyalanmadan balkona çıktım. Sıcak hava yüzüme çarptığında buna alıştığımı hissettim. İlk geldiğim günkü gibi tenimi yakmıyordu en azından. Etrafta olan ağaçlar nasıl hayatta kalıyordu anlamıyordum. Üstündeki yapraklar bile kırmızıydı, tıpkı benden metrelerce uzakta şelaleye benzer akan akan lav gibi. Büyüleyici bir manzaraydı gerçekten. Buraya ne kadar alışmak istemesem de içten içe sevmeye başlamıştım. İnsani kendine çeken bir cazibesi vardı. Ve buna kapılmaktan korkuyordum.
"Evanora?"
Arkamda duyduğum ses beni düşüncelerimden bir çırpıda kopardı. Onun odasında olduğumu bile unutmuştum. Islak saçlarını elindeki havluyla kurulamaya çalışıyordu. Ve asıl şok olduğum görüntü vücuduydu. Üstü çıplaktı! Duştan çıkmış olabilirdi ama en azından bir tişört giyebilirdi, değil mi? Gözlerimi yüzüne çıkararak aşağı bakmamaya çalıştım, utanmam gereken bir şey yoktu sonuçta. Göğüs kaslarını görmemiş gibi davranabilirdim. En fazla ne kadar zor olabilirdi ki?
"Şey... Ben nerede kalacağım? Diğer odalara pek bakamadım da. Bir tek burayı biliyorum."
Havluyu omuzunun üstüne koyarak tek kaşını kaldırdı. Yutkunarak boğazımı temizledim. Bakmam gereken tek yer gözleriydi, zor bir şey olmamalıydı. Ondan etkilendiğim falan da yoktu ki. Neydi içimdeki bu merak duygusu?
"Bilmem." Dudaklarını büzdü. "Nerede kalsan ki şimdi Evanora..." Adımı her defasında böyle baskılı söylenmesi tenimi ürpertiyordu. Kimse bana tam adımı söylemiyordu. Bilakis bilen de yoktu zaten. Belki de bir tek ondan duyduğum için böyle garip geliyordu, alışabilirdim.
"Bir tek de burayı biliyormuşsun, tüh. Ne yapsan ki şimdi? Burada mı kalsan?"
Yine bana yaklaştığında aldığım şampuan kokusu ciğerlerime doldu. Ferah bir kokusu vardı, cehennem sıcağına tezat olarak. Deniz kıyısında yürüyormuşum gibi hissettim bir anlık. Uzun sürmedi belki ama küçük bir huzur hissi sardı bedenimi. Sanki evimdeymişim gibi. Ama burası benim evim değildi. Ve asıl acı olansa, benim bir evim de yoktu. Ben hiçbir yere ait değildim.
"Ne söyledim de böyle yüzün düştü senin? Benimle kalmak bu kadar üzücü mü?" Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. Ona neden üzüldüğümü söyleyecek kadar samimi değildik, olmamalıydık da.
"Bir sürü oda vardır aşağıda, gideyim ben."
"Yine kaçıyorsun korkak kız." Bir adım atarak balkona yaslanmama neden oldu. "Benden kaçamayacağını hala anlamadın mı sen?"
"Bana lakap takıp durmasana! Ayrıca buna kaçmak denmez, mahremiyet denir efendim..."
Küçük bir kahkaha attı, komik olan neydi? Onun bu hallerine anlam vermem mümkün değildi.
"Mahremiyet anlayışın gözlerimi yaşarttı... Ne kadar da düşünceli biriymişsin öyle!" Gözlerimi devirdim, saygıdan anladığı yoktu işte! Şaşırmamıştım zaten. Tam onluk bir hareketti.
"Dalga geçin tabii... Ben saygımı koruyarak geri çekiliyorum."
Sağdan geçmek için hareket edecektim ki elini tam yanıma koyarak geçmeme engel oldu. Yine başlıyorduk işte. Asla normal ikili gibi ayrılamıyorduk. Bedeni bana fazlaca yaklaşmış olacak ki kokusu burnuma doldu tekrar. Gözlerimi kapatma isteğimi bastırdım, ona yenilemezdim. Güzel kokması ya da üstsüz olması bir bahane değildi. Düşmemeliydim. Benim kalbim başka birine aitti, her ne kadar onun olmasa da. Düşünerek bile ona ihanet etmiş gibi hissediyordum. Luther'la çift değildik ama birbirimizden hoşlandığımızı biliyorduk. Öpüşmüştük hem! Bu çift olmak için yeterli değil miydi?
"Gitmen gerektiğini sana düşündüren ne tam olarak? Git dediğimi hatırlamıyorum."
Böyle kibirli davrandığında onu öldürmek istiyordum. Belki de Elliot'a yaptığım gibi onu da uzağa fırlatabilirdim. Neden olmasın ki? Sonuçta o da benden güçlüydü ama bir şekilde hasar almıştı. Acaba denersem bir şey olur muydu? Durduk yere başımı derde sokmak istemiyordum zira yeterince vardı.
"Ailemi gerçekten tanıyor musun?" Bir anda sorduğum soruyla gülüşü soldu. Daha önce sorma şansım ve aklım olmamıştı. Blöf yaptığını düşünmüştüm çünkü benim gözümde o dürüst biri değildi.
"Ben sana asla yalan söylemedim Evanora. Bana inanmamayi seçen kişi sensin." Ağzımı açıp birkaç soru daha soracaktım ki bunu anlayıp beni susturdu. "Daha fazla bir şey anlatamam. Şimdi değil, zamanı geldiğinde anlayacaksın. Daha önemli konumuz var şu an. İçindeki enerjiyi keşf etmen gerekiyor, ne kadar güçlü olduğunu öğrenmemiz gerek."
"Bu güç ailemden geçti değil mi? Başka nasıl olabilir ki zaten? Bugüne kadar içimde böyle bir enerji hissettmedim, neden bir anda ortaya çıktı? Bir şey onu tetiklemiş olmalı belki de? Ya da-"
"Evanora. Önce nefes al." Cümlemi tamamlayamadan yine araya girdi. Bu kaba bölüşleri sinirlerimi bozuyordu her defasında. Keşke o dilini koparabilseydim. Darian'la takılarak iyice ona benzemeye başlamıştım! "Sırayla dedim. Fazla soru soruyorsun, sabırlı olman gerekecek."
Benden uzaklaşarak dolabının önünde durdu. Bende onu takip ederek arkasında durdum. Sırtı genişti ama fazla yara izi vardı. Nasıl olmuştu acaba? Çok canı yanmış olmalıydı, hepsinin farklı hikayesi vardı belki de. Gözlerimi almakta zorlansam da kendimi frenlemeye çalıştım, bu doğru değildi. İlgi çekici biriydi ama benim ilgi odağım olması yanlıştı. O yan yana duracağım son kişi bile değildi. Şartlar beni zorlamıştı, fazlası yoktu.
"Az önce gördüğün odanın yanında bir oda daha var. Orada kalabilirsin şimdilik."
"Ya ondan sonra ne olacak?"
Üstüne siyah tişört geçirerek yüzünü bana döndü tekrar. Siyah gerçekten yakışıyordu ona, inakar edemezdim. Ama elbette şu an konumuz bu değildi.
"Nasıl yani?"
"Diyelim ki yarın taraf değiştirdim, bana ne olacak? Okulda kalabilecek miyim eskisi gibi? Her şeyi unutsalar bile tekrar kontrolden çıkarsam ne yapacağım?"
"Benimle mi kalmak istiyorsun küçük kız?" İmalı bakışlarına göz devirdim. Ciddi bir şey söylüyordum ama onun tek yaptığı dalga geçmekti. Bir anda kendimi kaybersem ne yapardım? Her defasında birilerinin zihnini silemezdi. Fark edilirse onun için ne olurdu kim bilir. Bu yasak olmalıydı aksi takdirde herkes bilirdi.
"Senin olmadığın bir yeri tercih ederim efendim," dedim onunla alay ederek. Dilin bir gün başına bela olacak. Kesinlikle olacaktı...
"Hem küstah, hem cesur. Senin silahın bunlar, unutma."
Benden uzaklaşarak yatağına doğru adımladı. Koca cüssesini yatağa uzatarak elini yastığın altına soktu. Onu dikkatle izlediğimi fark ettiğinde yüzünde oluşan arsız gülümsemeyi izledim.
"Davet mi bekliyorsun yoksa?" Hm diyerek bedenimi süzdü utanmadan. "Oysa benim niyetim o değildi."
Yanaklarım ısınmaya başladığında gözlerimi yüzünden kaçırdım. Küstah herif!
"Edepsiz..."
Cıklayarak göz kırptı. "Bu en edepli halim utangaç kız. Daha edepsizleşmedim."
Daha fazla onu dinlemek istemediğimi belirtmek istercesine hızlıca odasından çıktım. Hiç utanması yoktu! Az önce girdiğim çalışma odasının yanındaki odaya girdim bu sefer de. İçeri girdiğim an küçük bir şaşkınlık yaşadım. Oda zannettiğimden daha düzenli ve güzeldi. Tam ortada çift kişilik bir yatak vardı, komodinlerin üstündeyse şamdanlı mumlar vardı. Etraf fazla aydınlık değildi ve buna gerek de yoktu. Tıpkı onun odasında olduğu gibi büyük bir balkonu vardı. Yatağın tam yanında da küçük bir koltuk vardı.Cehennemin sıcağı etrafı aydınlatmaya yetiyordu. Sağda küçük bir dolap görünce merakıma yenik düşerek kapısını açtım. Boş olmasını beklediğim dolabın içi elbiselerle dolu olunca bir anlık şaşırdım. Acaba benim için mi koymuştu bunları? Ya da sevgilisinin falan mıydı? Sevgilisinin odasını bana niye versin ki hem? Belki de hiç yoktu. Arkadaşı olduğundan bile şüpheliydim ben açıkçası.
Dolaptan birkaç adım mesafede bir kapı daha gördüm, büyük ihtimalle banyo olmalıydı. Temizlenmem gerekiyordu ve mükemmel bir fırsat geçmişti elime. Dolaptan bol bir tişört ve kısa bir şort alarak kendimi duşa attım. Mermer zemin bedenimi soğuttuğunda nihayet huzurla gülümsedim, sıcak da bir yere kadar güzeldi. Ben soğuk havaları daha çok severdim, ama üşümeyi sevmezdim. Garip huylarım vardı ne yazık ki. Bir şeyi tam sevemiyordum, illaki sevmediğim başka özellikler de vardı her şeyde. Saçlarımı güzelce kuruttuğumda burnuma gelen tatlı koku çok hoşuma gitmişti. Vanilya gibi kokuyordu şampuan.
Saçlarımı kuruttuktan sonra ensemden aşağı dağılmasına izin verdim. Onun da biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı benim gibi. Her şey bir anda öyle karmaşık hale gelmişti ki anlam veremiyordum. Oysa ne sakin bir hayatım vardı benim. İçimdeki enerjiyi kontrol ediyor, derslere katılıyor ve Luther'la kendi çapımızda eğleniyorduk. Ama şimdi hepsi uzak bir rüya gibi geliyordu gözüme. Ne ara bu kadar değişmiştim ki ben? Kendimi tanıyamaz olmuştum son birkaç haftada.
Değişen bir şey yoktu aslında. Değişen kişi bendim, hayat kendi akarında devam ediyordu. İç çekerek banyodan çıktım ve yatağa uzandım. Saçlarımın ıslak olması umrumda değildi. Bu sıcakta fazla ıslak kalmazdı herhalde. Gözlerim kapanmaya başladığında yarın neler olabileceğini düşündüm. Gerçekten Darian akıllarına sızabilir miydi? Baş Meleğin zihnini nasıl silecekti? Luther'la karşı karşıya mı gelecekti? Bilmiyordum. Pislik herif bana asla detay vermemişti, meraktan delirmem hoşuna gidiyordu herhalde. Ama yine de benim için yaptıklarını göz ardı edemezdim. Bir şekilde hayatımı kurtarmıştı, bilerek yapmamış olsa da. Uzaktan onu tanıyan biri bir kahraman olduğunu bile düşünebilirdi. İşin aslının ne olduğunu bilen tek kişi ise bendim. O asla iyilik yapmazdı. Kendi ağzıyla söylemişti. Hoş, söylemese bile bunu anlamak zor olmazdı. Kötü olarak bilinen birinden nasıl iyilik beklenirdi ki hem?
Düşünceler beynimde birer birer dönmeye devam ediyordu ama onları takip edecek enerjim kalmamıştı artık. Gözlerim kapanmaya başladığında kendimi uykunun tatlı kollarına teslim etmeye hazırdım. Beni karşılayan ise uyku değil, kabustu.
Etarfta gördüğüm şey kanatlar mıydı? Sanki tüyleri yolunmuş ve etrafa saçılmıştı. Neredeydim peki?
Bilmiyordum. Manzara bana asla tanıdık gelmiyordu. Ama içimden bir ses daha önce burada bulunduğumu bağırıyordu. "Beni unutamazsın..."
Kimdi bu melodik sesin sahibi? Bir kadın mıydı yoksa erkek mi? Bunu anlamak zor olmamalıydı. Şu an ise bu imkansızdı. Beynim anlam veremiyordu sanki sesin cinsiyetine. O kadar uykulu muydum yoksa bunu anlamam için de mi erkendi?
"Beni hatırla, adını hatrıla..."
Kim olduğunu sormak istedim. Nerede olduğumu, kanatların sahibinin kim olduğunu... Ama aldığım tek cevap koca bir boşluktu. Okulun bahçesi olmalıydı burası, belki de değildi. Zihnim beni yanıltıyor olabilir miydi? Son duyduğum ses büyük bir çığlıktı.
Gerisi koca bir boşluk...
"Uyan hadi, güvendesin."
Duyduğum sesle birlikte sıçrayarak uyandım. Küçük bir inleme duyduğumda gözlerim hızla etrafı aradı.
Darian. Buraya ondan başka kimse girmezdi zaten. "Ne oldu öyle?" Kolunu tutarak benden uzaklaşmıştı, ne oluyordu burada? Az önce acı dolu ses ondan mı gelmişti yani?
"Sanırım senden korkmam gerekecek, cadı kız..."
Avucundaki yanık yarasının sebebi ben miydim şimdi? Bu mümkün değildi... Sadece kabus görmüştüm, ona zarar vermek istememiştim ki! Sanırım artık işler çığrından iyice çıkmıştı.
Cehennem Lorduna zarar vermenin karşılığı ne olabilirdi ki en fazla?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |