
"Uyan hadi, güvendesin."
Duyduğum sesle birlikte sıçrayarak uyandım. Küçük bir inleme duyduğumda gözlerim hızla etrafı aradı.
Darian. Buraya ondan başka kimse girmezdi zaten. "Ne oldu öyle?" Kolunu tutarak benden uzaklaşmıştı, ne oluyordu burada? Az önce acı dolu ses ondan mı gelmişti yani?
"Sanırım senden korkmam gerekecek, cadı kız..."
Avucundaki yanık yarasının sebebi ben miydim şimdi? Bu mümkün değildi... Sadece kabus görmüştüm, ona zarar vermek istememiştim ki! Sanırım artık işler çığırından iyice çıkmıştı.
Cehennem Lorduna zarar vermenin karşılığı ne olabilirdi ki en fazla?
⚖️
"Umut, her zaman yıkımı getirir. Birini öldürmenin en acı yolu, onun umutlarını öldürmektir...

En büyük korkum ne diye sorsalar, yalnız kalmak derdim eskiden. Hoş, çok fazla bir şey değişmemişti. Yalnız kalmak beni hala korkutuyordu. Ama şu an korktuğum çok daha farklı şeyler vardı; ölüm. Abarttığımı düşünenler olabilirdi fakat şaka yapmıyordum. Benim tarafımda olduğunu düşündüğüm bir tek Darian vardı. Eğer o da bana karşı olursa, sonum felaketti. Ondan korkuyordum ama yine de ona bunu belli etmemiştim. Korktuğumda daha fazla damarına basardım, onu çileden çıkarmanın başka yollarını bulurdum. Ondan korkuyordum ama inadımdan vazgeçemiyordum.
Benim lanet huyum da buydu işte. Her şeye hakim olabilirdim ama dilime asla. Cehennem kralına kafa tutacak kadar cesur, öfkeli bakışlarından gerilecek kadar da korkaktım.
"Ben... Efendim... Nasıl olduğunu anla-"
"Bir şey söyleme Evanora. Bu anı yaşanmamış sayacağım."
Başka bir şey söylemeden odadan ayrıldı. Yorganı kafama kadar çekip utançtan ağlamak istiyordum! Nasıl böyle rezil bir duruma düşmüştüm ben? Hiçbir şey hatırlamıyordum, en son ne yaşanmıştı ki? Kabus görüyordum ve tek hissettiğim birinin beni uyandırması olmuştu. Enerjimi yine kontrol edememiştim! Bu halimle nasıl okula dönerdim ki? Nasıl orada yaşamaya devam ederdim?
"Bir gün kesinlikle beni öldürecek! Yüce Menes, ne yapacağım?"
Son günlerde öyle saçma olayların içinde buluyordum ki kendimi... Lanetlenmiş olmalıydım. Bunun başka bir açıklaması olamazdı zaten. Hızlıca duşa girerek uzunca düşüncelere daldım. Ve kendime gelmem ancak suyun bir anda soğumasıyla son buldu. Duşta bile özgür irademle acı çekemiyordum. Lanet olasıca yer, bana öfkeden başka bir şey getirmiyordu!
Üzerimi değiştirdiğimde ellerimin titremesini görmezden gelmeye çalışarak onun odasına doğru adımladım. Bunu yaşanmamış sayacağını söylemişti ama onun sözüne güvenebilir miydim sahiden?
İyilikten anlamıyorum, bugüne kadar ne yalanı oldu ki?
Belki de daha çözememiştim. Ona körü körüne güvenmek aptallık olacaktı. Ama yine de şu an yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Ondan ne kadar haz etmesem de başka gideceğim kimse yoktu. Ona mecburdum ve o da bunun gayet farkındaydı.
Korkuyordum. Eli nasıldı acaba? Bunun için bana kin tutar mıydı? Yarası çoktan geçmiş olmalıydı ama bu acı çekmediği anlamına mı gelirdi? Onun gibi birisi de acı çeker miydi sahiden? İlk defa kendimi mahçup hissetmiştim onun karşısında. Benim yüzümden kim bilir ne kadar sorun yaşamıştı. Bunlar için onu ben zorlamamıştım ama yine de bir şekilde bana yardım etmeyi seçmişti. Bunu neden yaptığını hala anlamamıştım ve bana göre altında kesinlikle bir şey vardı. Nefret edeceğim bir şey. Ya da beni mahvedecek bir şey.
İki olasılık de beni korkutuyordu.
"Daha ne kadar burada dikileceksin acaba?"
Bir anda arkamdan duyduğum sesle yerimde sıçradım. Gelen kişinin Darian olduğunu düşünmüştüm ama onun yerine tanımadığım ama daha önce gördüğüm iki yüz vardı. Buraya ilk geldiğimde beni zindana götüren ikili. Ram ve adını hala öğrenemediğim diğer adam.
"Hadi ama Robert, kralın dediklerini unutma."
Robert. Nihayet adını öğrenmiştim, artık rahat ölebilirdim.
"Nasılsın kaçık kız? Bu sefer gökten düşmedin ya?"
Gülüşümü bastırdım ama ne kadar başarılı oldum tartışılırdı. Robert'in aksine, Ram komik biriydi. Onun yanında herkesin üzerindeki gerginlik yok olurdu bence. Öyle bir aurası vardı. Robert ise aynı Darian gibi beni geriyordu.
"Sanırım... Hayır diyebilirim buna."
Küçük bir kahkaha attığında istemsizce bende güldüm. Robert ona ters ters baktığında hızlıca ciddileşti. Garip bir ikiliydiler, arkadaş gibiydiler ama asla samimi görünmüyorlardı. Bunu da çözerdim herhalde. Olmaz dediğim her şey oluyordu sonuçta son günlerde.
"Krala bakmaya mı geldin sen?"
"Evet. Göklere dönmemiz gerektiğini söylemişti."
"Hm," dedi Ram kendi kendine düşünür gibi. "Odasında değil ki. Az önce bahçeye indi."
Şaşkınlıkla, "Burada bahçe mi var?" dedim. Bu nasıl mümkün olurdu ki?
"Tabii ki var! Senin hayalinin ötesinde bir yer burası kaçık, zamanla alışırsın."
"Adım Eva bu arada, kaçık değil." Sonuçta ben onların adını biliyordum, onların bilmesinde sakınca yoktu. "Da-" Öksürerek hemen cümlemi düzelttim. "Lord Darian'ı nasıl bulabilirim acaba?"
Az daha adını ağzımdan kaçıracaktım. Onlar bile ona kral diyorken benim adını söylemem ne kadar da yanlış anlaşılırdı!
"Gel, ben sana göstereyim. Bu sefer kaybolma diye." Hafif bir sırıtış kapladı yüzünü, yakışıklı birisiydi bunu inkar edemezdim. İblis cazibesi hepsinde vardı sanırım...
Alt kata indiğimizde yine o ihtişamlı avize karşıladı bizi merdivenlerde. Mumlarını değiştirmişlerdi sanırım bu sefer. Etraf aydınlık ve ihtişamlıydı tekrar. Her köşede koyu kadife perdeler vardı neredeyse. Tam göremediğim tablolar asılmıştı duvarda, bunu daha önce fark etmemiştim. Etraf şamdanlıklar sayesinde aydınlıktı, onlar sönse nasıl olurdu diye merak etmiştim. Ram'ı takip ederek beni şatonun arka girişine götürmesine müsaade ettim. Daha önce buraya gelmemiştim, ön girişten direkt olarak zindana götürülmüştüm.
Yine o günü hatırladığımda yüzüm düştü. Buraya hiç gelmeseydim başıma bunlar gelmezdi belki de. Darian o gün oradaydı. Enerjisini hissetmiştim. Onu ilk gördüğümde de aynı enerjiyi yayıyordu etrafa. Diz çöktürecek kadar güçlü, tapacak kadar değerli.
Bahçeye gideceğimizi söylediğinde ona inanmamıştım açıkçası. Etrafı yeşillik ve doğayla iç içe görmeyi hayal etmiştim. Şatodan uzak bir mesafede sayılmazdı ama birisi arkasına bakmaya karar vermezse görebileceğini de pek düşünmüyordum. Etraf kırmızı ağaçlarla doluydu. Öyle ki yere düşen yapraklar etrafı kan gölüne döndürmüştü sanki. Ağzım açık kalıyordu her defasında. Nasıl böyle güzel ve korkunç olmayı başarmıştı burası?
"Büyülendin mi?"
Etrafıma baktığımda Ram derince eğilerek gitmeye başladı. Darian ise kendini beğenmiş bir edayla yüzümü inceliyordu. Başta ona laf atmak istesem de gözüm ilk olarak avucuna kaydı. Yanık izi geçmiş miydi acaba? Bunu merak etmem hatta düşünmem bile bana göre yanlıştı. Kendi ağzıyla sorun olmadığını söylemişti. Ama yine de kendime engel olamıyordun. Bile isteye yapmamıştım elbet ama yine de vicdanım susmuyordu.
"Burası gerçekten güzel. Hatta... Serin?"
Normalde etraf her zaman sıcak olurdu. Artık alışmıştım sanırım bu hava durumuna.
"Cehennem zannettiğin kadar sıcak değil Evanora."
İlk geldiğim günlerde söyleseydi onunla dalga geçerdim muhtemelen ama şu an bu dediğine gerçekten ikna olmuştum. Bünyem alışmış olmalıydı ya da bir ihtimal hava durumu değişmişti. İkinci ihtimal biraz imkansıza yakındı ama yine de daha fazla düşünmedim.
"Sanırım haklısın. Ne zaman döneceğiz peki? Hemen halledelim artık."
"Hazırsan hemen gidebiliriz."
Başımı sallayarak onu onayladım. Bir adım atıp arkamı döndüğümde başıma keskin bir ağrı saplandı.
"Hatırlaman gerek, bizi nasıl unutursun?"
Etrafımda yine tanımadığım kişiler vardı. Çoğunun yüzünü bile hayal edemiyordum. Eski bir tapınağı andırıyordu ortam. Yarısı sönmüş mumlar aydınlatıyordu etrafı. Ama yine de karanlıktı, yüzlerini ayırt edemiyordum. Duyduğum tek şey fısıltılarıydı. Bana bir şeyler anlatıyorlardı ama ben sanki yeni doğmuş bebek gibi asla algılayamıyordum.
"Adını hatırla kızım, bizi hatırla..."
Gerçekten annem miydi bu kadın? Yoksa onun için de bir araçtan farksız mıydım?
"Unutma, bazen hatırlamak daha kolaydır. Doğru yolu takip etmen gerek sadece..."
"Duyuyor musun beni? Evanora aç gözlerini!"
Nefes nefese gözlerim aralandığında nasıl kapandığını bile anlamamıştım. Bir anda ne olmuştu böyle bana? O gördüklerim ne anlama geliyordu asla bir fikrim yoktu. Hala bahçedeydim. Tek fark bu sefer ayakta durmuyordum; Darian'ın kolları arasındaydım. Yere yığılmaktan beni son anda kurtarmış olmalıydı.
"İyi misin? Beni duyuyor musun?"
Başımı salladım. Rahat bir nefes aldığında benden uzaklaşmasını beklesem de belimden bana destek olmaya devam ediyordu. Buna ihtiyacım yoktu ama geri çekilmek için hiçbir hamlede bulunmadım. Nefret duygusunu en net hissettiren kişi o olması kaderin cilvesi olmalıydı bana karşı. Onun iyi biri olmasını hayal etmem benim deliliğimden başka bir şey değildi. Kuruntu yapıyordum sadece. Kafamda hayal ettiğim her şey gerçek olacak değildi.
"Karşımda başka birisi olsa hiç düşünmeden zihnini okurdum, zayıf kız. Sana niye aynısını yapmak istemiyorum biliyor musun?"
Başımı hayır dercesine salladım. Cevap verecek halim yoktu sanki. Ya da boğazım fazla kurumuştu.
"Çünkü seni merak etmek hoşuma gidiyor."
Şaşkınlıkla yüzüne bakakaldım. Bu ne anlama geliyordu? Buna nasıl bir cevap vermem gerekiyordu? Dilimin ucuna tek normal kelime gelmiyordu sanki. Konuşmayı unutmuş gibi bir halim vardı. Bir kral sizinle böyle konuşsa ne yapardınız? Benim yaptığım gibi aptal aptal yüzünü mü izlerdiniz, yoksa ağzınızı açıp cevap verir miydiniz?
"Bazen senin Cehennem lordu olduğunu unutuyorum... Hatta bir iblis olduğunu."
"Belki de ben böyle hissetmeni istiyorumdur?"
Belki de diye geçirdim içimden. Garip bir kişiliği vardı ama ona alışmaya başlamam daha garipti. Etrafımda dolanması bunun için yeterliydi aslında ama yine de yerine oturmayan kısımlar vardı. Neden bana böyle ilgili davranıyordu? Bende ne görmüştü de böyle etrafımda pervane olmayı göze almıştı? Şimdilik buna verecek bir cevabım yoktu ama elbet bir gün niyetini anlayacaktım. Kendimi hiçbir zaman aptal olarak görmedim. Ama onun yanında böyle davranmaya karar vermiştim.
Beni aptal biri olarak görmesi de onun aptallığı olacaktı. Ben kolay lokma değildim, o tam aksine inansa da.
"Gidelim mi?" dedim ondan kendimi uzaklaştırarak. O da bunu bekliyormuş gibi benden uzaklaştı. Başını salladığında nasıl gideceğimizi düşündüm. Geçen sefer ışınladığımıza resmen şahit olmuştum. Acaba uçacak mıydık yoksa o yine bizi ışınlayacak mıydı? Kanatlarımı kullanmayalı uzun zaman olmuştu sanki. Bu aralar hep onun sayesinde gelir olmuştum buraya. Ben düşüncelere dalmışken bir anda gözlerim anlık ışıkla kısıldı. Nasıl ya? Hemen göklere mi gelmiştik?
En azından haber verebilirdi!
Tam bunu söylemek üzereydim ki lord Aaron güler bir yüzle karşımıza çıktı. Saygıyla başımı eğdiğimde nazikçe bunu kabul etti.
"Tam vaktinde geldiniz Lord Darian. Eva," gülümseyerek başını bana çevirdi. "Sende hoş geldin." Aynı gülümsemeyle karşılık verdim. Darian ise bu durumdan pek memnun değildi. Böyle samimi konuşmalar onu bıktırıyordu anlaşılan. Daha geniş güldüm, bu benim sorunum değildi.
"Hadi, konsey bizi bekliyor."
Başımı salladığımda Darian'ın bir adım gerisinde onları takip ettim. Acaba Elliot ve Luther olanları hatırlıyor muydu? Darian unutturabileceğini söylemişti ama halletmiş miydi acaba? Gözlerim etrafta sabırsızca Luther'in çehresini aradı. Sanki onu aradığımı hissetmiş gibi enerjisini aldım. Başımı hızla soluma doğru çevirdiğimde beni izleyen yüzüyle karşılaştım. Hemen bir öfke emaresi aradım ama yüzünde samimi gülüşten başka hiçbir şey yoktu. Sol kolunu duvara yaslamış ve ellerini göğsünün üstünde birleştirmişti. Göz kırptığında rahat bir nefes alarak gülümsedim. Hatırlamıyordu. Darian, en azından sözünü tutmuştu.
Aaron'un odasına geldiğimizde içerde Seth ve Elliot bizi bekliyordu. Baş meleğin yüzünü incelediğimde bana bakmadığını fark ettim. Demek ki o da unutmuştu. Rahat bir nefes aldığımda şeytan alaycı suratla başını iki yana salladı. Onu dikkate almadım zira beni büyük bir dertten kurtarmıştı. Lordlar baş köşeye oturduğunda burasının ana salondan daha gösterişli olduğunu anladım. Hem şık hem de aşırı düzenliydi. İkisinin de zevkleri çok güzeldi, yalan söyleyemezdim.
"Taraf değiştirme konusunda kurallarımız var sanıyordum?" İlk giriş yapan kişi Seth oldu. Ukala tavrı benim bile sinirimi bozuyordu. Bazen kendini çok önemli biri olarak görüyordu, bunu onun elinden almak istiyordum. Bazen.
"Son sözü biz söylüyoruz sanıyordum, Koruyucu."
Darian hemen yanıt verdiğinde Seth sarı saçlarını kulağının arkasına götürdü. Kızmış mıydı? Cehennem lorduna? Böyle bir hakkı var mıydı gerçekten? Darian'ın herkese lakap takması da ayrı ironikti. Ben bir tek bana yapıyor sanıyordum oysa ki. En azından yalnız değildim.
"Elbette lordum. Ben kuralları hatırlatıyorum sadece."
"Seth haklı Darian. Eva, neden taraf değiştirme kararı aldın?"
Aaron bana baktığında bir anda bütün bakışları üzerimde hissettim. Ne demem gerektiğini hiç düşünmemiştim. İçimde garip enerji seli hissediyorum, sanırım benim için tehlikeli. Zihnim üzerinde kontrol sağlayamıyorum, melek olamam. Bunları söylesem kesinlikle lanetli ilan edilip güçlerim elimden alınırdı. Dünyaya bile sürgün edilebilirdim. Aslında bu benim için belki de ceza değil bir nevi ödül olurdu, kim bilir?
"Efendim, Işığın tarafında duracak kadar aydınlık bir ruhum olmadığını fark ettim. Affınıza sığınıyorum..."
Aaron anlayışla başını salladığında şeytanın yüzüne bakmamaya özen gösterdim. Ayak üstü kırk yalan söylediğime şahit olup yeterince gururlanmıştır zaten. Umarım bu onlar için yeterli bir sebep olurdu çünkü başka herhangi bir bahanem yoktu.
"Eva'yı ben eğiteceğim. Diğerlerinden farklı, içindeki şeytani içgüdüleri daha güçlü."
"Lordum, neden bir koruyucu için zahmet edesiniz ki? Eminim bunu sizin yerinize yapabilecek bir sürü iblisiniz vardır."
Elliot cevap beklercesine Darian'a döndü. O ise tam tersi umursamaz bir tavırla Aaron'u izliyordu.
"Sizi ilgilendirmeyen konulara karışmamanızı tavsiye ederim Baş Melek."
Yutkunarak başını eğdiğinde içindeki öfkeyi benimmiş gibi hissettim. Ağır bir kin taşıyordu içinde sanki. Bunu nasıl anladığımı bilmiyordum ama tek bildiğim bunun benim kontrolüm altında olmadığıydı.
"Biliyorsunuz ki değişme hakkınız yok, o yüzden iyi düşünün demiştik." Bana bakarak konuştuğunda mahçup edayla bakışlarımı kaçırdım. "Lakin Lord Darian rica ettiği için bu seferlik kuralları esneteceğiz. Diğerlerine haksızlık olmasın diye onlara da bir şans sunulacak elbet bu sayede."
Minnettarlıkla başımı eğerek teşekkür ettim. Kibarca gülümsediğinde toplantının bittiğine karar veren Darian odadan çıkmak için ayağa kalktı. Hiç kimse bunu garip karşılamadığı için sakin yüz ifadeleri değişmedi. Müsaade isteyerek bende onun peşinden gittim.
"Eşyalarını topla, on dakika sonra Cehenneme döneceğiz."
Cevap vermeme fırsat vermeden arkasına bakmadan gitti. Topuğumu yere vurarak ofladım. En azından fikrimi sorabilirdi!
"Seni delirtiyor mu?"
Aniden ağzımdan küçük bir çığlık kaçtı. Enerjisini neden almamıştım ki? Oysa Luther gelmeden hemen önce enerjisini alırdım. Az önce aldığım gibi. Belki de hala üzerimde yorgunluk vardı.
"Luther!" Sevinçle güldüğümde o da aynı şekilde karşılık verdi.
"Vaktin var mı biraz?"
Onaylarcasına başımı salladığımda onu takip etmem için başıyla kısa işaret verdi. Merdivenlerden kalktığımızda çatıya gideceğimizi tahmin ettim. Tam düşündüğüm gibi boş çatıya geldiğimizde etrafta kimsenin olmadığına emin olduk.
"Neler oluyor Eva? Taraf değiştirdiğini duydum, doğru mu bu? Neden o herifle cehenneme ineceksin?"
Ne söylemem gerektiğini bilmiyordum açıkçası. Ona karşı dürüst olabilir miydim sahiden? İçimdeki karmaşayı ona anlatsam belki de beni lanetli bir ucube olarak görürdü. Ona güvenmek istiyordum ama aptalca davranamazdım. Ondan hoşlanıyorum diye böyle büyük bir soruna onu da ortak edemezdim. Ve hala ona güveneceğimden emin değildim.
"Evet, doğru. Lord Darian'la cehenneme ineceğim. Melek olabilecek kadar iyi birisi değilim ben Luther. Biraz geç fark ettim bunu sadece..."
"Bu mu sadece?" Başımı salladım. "Eva, buna inanmamı beklemiyorsun herhalde? Ondan nefret ettiğin halde yanında mı duracaksın gerçekten?"
Şaşkınlıkla dudaklarımı araladım. Nefret ettiğim bu kadar bariz miydi ki? Bunu ona hiç söylemiş miydim acaba?
"Neden ondan nefret edeyim ki? Bence söylendiği kadar korkunç değil."
"Dalga mı geçiyorsun? En son seni zindana atmamış mıydı bu adam?"
"Bir krala karşı gelmemi mi istiyorsun sen?"
"Kabul ediyorsun o zaman tehdit ettiğini yani!"
Bıkkınlıkla ofladım. Neden her şeyi bu kadar zorlaştırması gerekiyordu?
"Tehdit etse bile ona karşı gelemeyeceğimi biliyorsun. Hem ne yapsın benim gibi melez bir koruyucuyu?"
Sinirle elini saçlarının arasından geçirdi. Neye bu kadar kızdığını anlamıyordum açıkçası. Bana karşı bir şeyler mi hissetmeye başlamıştı? Hoşlanmadığı birini neden öperdi ki o zaman? Kötü biri değildi belki ama kafamda onu net bir yere koyamıyordum. Bazen bana bakışları özeldi, kendimi gerçekten onun için özel hissediyordum. Ama bazen de bana karşı kayıtsızdı. Sanki ölsem bile umurunda olmayacakmış gibi davranıyordu.
"Belki de kendine yeni bir eğlence bulmuştur?"
Kafamdan aşağı kaynar sular döküldü sanki o an. Benimle böyle konuşmaya nasıl cesaret edebilirdi!
"Sen beni ne sanıyorsun? Oradan bakınca eğlence malzemesine mi benziyorum!"
Bir hışımla arkamı döndüğümde sinirli adımlarla aşağı inecektim ki koşarak kolumdan tuttu.
"Dur, ben o anlamda demek ist-"
Kendime engel olamadığım bazı anlar yaşamıştım, bu da o anlardan birisi olmuştu. Öyle bir kuvvetle ittim ki onu benden metrelerce uzağa uçacağını tahmin edemezdim.
"Bir daha sakın bana dokunma!
Gözlerimin önünü bulanık görüyordum. Etraf kan kızılına dönmüştü bir anlık. Böyle anlarda kontrol bende olmuyordu sanki. İçimde biri daha yaşıyor ve bedenimin sahibiymiş gibi bir hava veriyordu. Ama bunun benim uydurmam olduğunu biliyordum.
Kabul edemiyordum.
Böyle güçlü olmak bana yasaktı.
Ben köleden farksız olmalıydım. İçimdeki enerjiyi birisi hissetse onu benden alırdı. Onu kabul etmediğim sürece asla benim olamazdı. Kabul etmediğim sürece ben, ben olamazdım.
"Eva!"
Luther'in endişe dolu sesi beni düşüncelerimden çekip çıkardı. Ne ara bunları düşünmeye başlamıştım ki?
"Uzak dur benden..."
Güçsüz çıkan sesim bana bile yabancı geldi. Benden uzak durması gerekiyordu. Ben kendime bile hakim olamıyorken onu nasıl korurdum!
"Hadi odana götüreyim seni, iyi değilsin."
"Ben kendim hallederim."
"Daha ayakta duramıyorsun! Tutun bana inat etme."
İtiraz etmeme fırsat vermeden kolumdan tutarak çıkışa doğru götürdü beni. İki kat aşağı indikten sonra kimseye görünmemeye çalışarak benim odama girdik. Başım çatlayacaktı neredeyse. Hemen yatağa oturarak elimle alnıma baskı yaptım.
"Al, iç şunu."
Suyu uzattığında birkaç yudum alarak geri verdim. Ellerim titriyordu. Bedenim yüz tur uçmuşçasına bitkindi. Luther'in beni izlediğini biliyordum lakin ona ne diyeceğimi bilmiyordum.
"Bu yüzden mi o herifin yanındasın sen?"
Ona söylemek istemediğim her şey neden gün yüzüne çıkmak zorundaydı! Sır saklamakta gerçekten üstüme yoktu.
"Babana söyleyecek misin bunu?"
Yutkunarak karşımda dizlerinin üzerine çöktü. Şimdi boylarımız eşit olmuştu.
"Kuralları biliyorsun Eva. Yabancı enerji tehlikeli ve üstlerin bunu bilmesi gerek." Tam ağzımı açacaktım ki beni susturdu. "Söylemeyeceğim. Sana ne yapacakları belli değil, seni böyle tehlikeli bir duruma atamam. Benim için bu kadar değersiz biri değilsin Eva, hala anlamadın mı bunu?"
İç çektiğimde başımdaki ağrı daha da şiddetlenmişti. Bunu fark etmiş gibi şakaklarımda olan elimi çekerek kendi elini koydu. Ben tam ne yaptığını sormak üzereydim ki küçük bir ışık çıktı ellerinden. Fazla değildi belki ama gözlerimi kapatmam için yeterliydi. Başımdaki ağrı dindiğinde hayretle gözlerim açıldı.
"Sen... Nasıl oldu bu?"
Yüzünde bununla gurur duyan bir ifade belirdi.
"Küçük becerilerimden birisi sadece. Bu da benim sana sırrım olsun."
Kendimi tutamayarak güldüm. Gözleri gülüşüme kaydığında onun da yüzünde küçük bir sırıtış belirdi. Az önce onu yere seren ben değilmişim gibi davranıyordu. Ona uyum sağlamaya çalışıyordum ama yine de içimdeki suçluluk duygusuna engel olamıyordum.
Aniden kapı açıldığında uzaklaşamaya fırsat bulamayarak giren kişiye bakakaldık. Darian bir bana bir de karşımda diz çökmüş Luther'a bakıyordu. Bakışları ne kızgın ne de üzgündü. Olması gerektiği gibi nötr ve kibirliydi.
"Sana on dakika verdiğimi hatırlıyorum Eva." Adımı bastırarak söylediğinde Luther'in gitmesi gerektiğini anladım.
"Neden iblislerin olduğu katta kalmıyorsun ki sen?"
Tam ona cevap verecektim ki kibirler kralı yine beni önledi.
"Neden haddin olmayan konulara karışıyorsun?"
Ona cevap vereceğini anladığımda hızlıca ayağa kalkarak araya girdim. En son isteyeceğim şey bu ikisinin birbirine girmesi olurdu.
"Daha sonra anlatırım sana. Zaten derslere geleceğim, şimdi gitmem gerekiyor."
Luther ona gitmesini söylediğimi anlayacak kadar zekiydi. Üstelemeyerek benimle vedalaşarak aynı küstah bakışlarla Darian'a bakarak yanından ayrıldı. Ona kafa tutması hayra alamet değildi. Her ne kadar ondan hoşlanmasak da bizden üstün birisiydi. Kızdığında bize neler yapabileceğini tahmin bile edemiyordum.
"Ne oldu sana?"
"Nasıl yani? İyiyim."
İki adımda yanıma vararak gözlerini devirdi.
"Beni kandıramayacağını hala öğrenemedin mi yalancı kız?"
Bunu unutmuştum, yalanlar kralına nasıl yalan söyleyebilirdim ki? Yalanı bile icat eden oydu, bense aptalca ona kafa tutmaya çalışan melezdim.
"Luther enerjimi biliyor. Daha çok, buna şahit oldu."
"O gittikten sonra mı söylemek aklına geldi? Kendini ne kadar riske attığının farkında mısın sen?"
Tam kapıya doğru adımlamaya başlayacaktı ki kolundan tutarak gitmesini engelledim. Buna şaşırmış olsa gerek ki adımları duraksadı.
"Kimseye söylemeyecek. Ona güveniyorum, hafızasını silmene gerek yok."
Söylediklerim ona saçma gelmiş olacak ki yüzünü buruşturdu.
"Bu aptallıkla nasıl bugüne kadar yaşamayı başardın sen? O pilav kafaya mı güveniyorsun gerçekten?"
"Kes şunu! Bir kere de beni ciddiye al!"
Küçük bir kahkaha attı. Gerçekten sinir bozucu herifin tekiydi. Ona güvenmemi bekleyemezdi benden! Güveneceğim bir kişi varsa o Luther olurdu. Benden faydalanmak isteyen Darian'ın ta kendisiyken nasıl ona güvenirdim ki!
"Bakıyorum da sana bir cesaret gelmiş. Karşında kimin durduğunu unuttun mu Evanora?"
Haklıydı. O kadar unutmuştum ki karşımdaki kişinin cehennem lordu olduğunu. Nasıl böyle küstahça konuşabilirdim ki onunla? O da karşısında kimin olduğunu bilmiyordu ama. Belki de biliyordu.
"Hakkımda her şeyi biliyorsun değil mi?"
"Bu kadar konuşma yeter. Hazırlan, bir dakikan var!"
"Bana emir verme."
Ne dediğimi duymadı ya da dalga geçtiğimi düşündü. Oysa ben ilk defa bu kadar ciddiydim. İlk defa bu kadar bıkmıştım.
Ben emir almaktan nefret ederdim.
"Ne dedin sen?"
Az önce yaşananlar gözümün önünden geçti. Luther'a olan öfkem, gözlerimin kararması ve bum! Yere kapaklanması bir saniye sürdü.
"Sağır mısın? Sana dedim ki... BANA EMİR VERME!"
Sonda attığım çığlıkla birlikte içimden güçlü bir enerjinin aktığını hissettim. Parmak uçlarımdan çıkarak zebani herifi yere sermesi kaçınılmaz olmuştu. Neşeyle gülümsedim.
Cehennem Lordu olsa bile, kimse beni hafife alamazdı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |