
Ortağımın evine gitmeden önce mesaj atmış ve evinin adresini istemiştim. Çok acıktığımı ve ona göre bir şeyler hazırlamasını rica etmiştim. Sabahın erken saatleri olduğu için kargalar bile uyanmamıştı. Sanırım uyanık tek karga bendim. Radyoda çalan kısık ve nameli cümleli şarkılar gözlerimi kapatmaya itmişti. Aklım öyle şeylerle doluydu ki başımı ağrıtıyordu. Cebimde olan telefon titrediğinde, cebinden çıkartıp ekrana baktım. Çınar mesaj atmıştı ve bir arama vardı. Geç bile kalmıştı. Onu cevapsız bırakarak yolumu seyretmeye devam ettim. Villaların olduğu ve belli uzaklıkla dizilen evleri inceledim. Diğer evlere uzakta olan ve çatısı görünen eve doğru ilerliyorduk.
Yaklaştıkça görünen evin ne kadar büyük olduğunu gördüm. Çevresi o kadar büyüktü ki kocaman bir alışveriş merkezi dikilirdi. Taksici arabayı anında durdurduğunda ona döndüm.
''Geldik yenge.'' Diyen adama baygınca baktım. Pantolonumun arka cebine sıkıştırdığım kredi kartını ona uzattım ve okuttum. Buraya gelmem tam bir saatimi almıştı. Çınar'ın evinden bile uzaktı. İnmeden önce yoldan geçerken aldığım küçük lavanta çiçeğini saksısıyla birlikte kucağıma aldım. Etrafımda bu çiçeği görmezsem her an fenalık geçirebilirdim. Gözüm alışmış bir kere onu görmeye. Etrafı adamlarla çevirili olan eve bir bakış attım. Çok güzel üç katlı bir villaydı. Kesinlikle Çınar'ın evinden daha renkli ve canlıydı. Düzenli olduğu evinden belliydi ortağımın. Dışar da güvenlik kulübesine doğru yürüdüm. Demir kapının önünde duran adamlar beni gördüğünde hortlak görmüş gibi bakakaldılar. Tepkileri tuhafıma giderken güvenliğin camına tıkladım. Telefondan başını kaldıran adam büyüttüğü gözleriyle bakmış ve camı aralamıştı şaşkın bakışlarla. Kaşlarımı çattım.
''Hortlak görmüş gibi ne bakıyorsun? Metin'e haber ver geleceğimi biliyor.''
''Ta-tabii Alev Hanım siz geçin ben haber ederim.''
Başıyla kapı önünde ki adamlara işaret verdi ve kapıyı açtılar. Önlerinden geçerken bir yandan etrafı inceliyordum. Yerler çimlerle kaplanmıştı ve üzeri ıslaktı. Yürüdüğüm yol çakıl taşlarıyla kaplanmış ve etrafı çiçeklerle süslenmişti. Bahçesi geniş ve ferahtı. Bahçede de çok koruma vardı. Aralarında sadece bir tanesini tanıyordum. O da Cengiz' di. Karşımda ki merdivenlere yaslanmış şekilde sigara içerken göz göze geldik. Beni burada beklemediğini yüz ifadesi belli etmişti. Merdivenleri çıkıp önünde durdum ve gülümsedim.
'Hayırlı sabahlar! Nasılsın Cengiz?'' Dedim neşeyle şakıyarak. Başını sallamış ve sigarasını içmeye devam etmişti. Bu haraketini yadırgamadım ve elimi omuzuna koyup dostça sıktım. Şaşkınlıkla yüzüme bakarken yanından geçip gittim. Zile basıp beklemeye başladım.
Açılan kapının ardında orta yaşlarda bir kadın vardı. Beni görünce hafif tebessüm etmiş ve içeriye davet etmişti. Cengiz de arkamdan eve girdiğinde önüme geçmişti. Onu takip ederek seslerin geldiği yöne doğru ilerledik. Geniş ve mis gibi kokan bir salona girmiştik çay kokusu ve sıcak simitlerin kokusu her bir yanı sarmıştı. Yemek masasında üç kişi oturuyordu. Biri Metin efendi diğeri ise kız kardeşi Pelin'di. Pelin'in yanında oturan yirmili yaşlarında genç bir adam oturuyordu.
''Ortak çok ayıp ettin ama dışarda beni elinde pasta ve konfetilerle bekliyordum seni. Belki bir kaç tane yoluma gül atabilirdin. Gelişimi kutlamadın üzüldüm bak şimdi.''
Ben konuşana kadar kimse beni fark etmemişti. Hadi ama zilide mi duymamışlardı? Masadakiler kafalarını bana çevirdiklerinde ben sırıtıyordum. Metin arsızca gülerken beni beklemeyen kız kardeşi çatalını tabağına gürültüyle düşürdü. Eminim ki en çok o beni gördüğüne sevinmişti. Mutluluk yüzünden akıyordu. Metin ayağa kalkıp bana sarıldığında kaldım önce bir. Böyle atak beklemiyordum. Sarılışına karşılık vermedim ve hemen geri çekildim.
''Hoş geldin. Böyle karşılık beklediğini bilseydim inan ki yapardım.'' Deyip güldü. Masaya geçmem için sandalyemi çektiğinde oturdum hanımefendi ağırlığıyla. Genç adamın ve ablasının tam karşına oturmuştum. İkisine başımla selam verdim. Pelin üzerinde ki şaşkınlığı atamazken genç adam bana tebessüm etmişti. Gözlerinde gördüğüm parıltı mıydı?
''Tekrardan hoş geldin Alev. Bu davetini neye borçluyuz?''
''Ev de canım sıkıldı. Değişiklik olsun dedim.'' Omzumu silkelerken saksıda ki çiçeğimi masaya bıraktım. Güldü.
''İyi yapmışsın.'' Dedi çayını içerken.
''Ağabey bu hanımefendi de kim?'' Metin'e abi demesi şaşırmama neden olmuştu. Çünkü Çınar'ın dediğine göre sadece bir kız kardeşi vardı.
''Alev bizim eski bir dostumuz Fuat.'' Dedi Metin. Fuat bana gözlerini dikip beni inceledi. Bakışları yüzümün her bir detayını inceliyor ve kaşlarını çatıyordu.
''Alev, Pelin'i tanıyorsun zaten. Fuat'la hiç tanışmadın çünkü buralarda değildi kendisi. Yurt dışında okuyor.''
Başımı salladım ortağıma ve ayağa kalkarak izin istedim elimi yıkamak için. Cengiz aynı şekilde peşimden gelirken her şeyiyle sessizdi. Sadece beni takip ediyor ve her adımımı ezberlemek ister gibi hafızasına kayıt ediyordu. Yine önüme geçerken merdivenleri çıktık beraber. Bana lavaboyu gösterirken içeri girip etrafı incelemeden elimi yüzümü yıkadım. Dün gece uyumadığım için gözlerimin kızardığına emindim. Uykum vardı ama baş ağrısı yüzünden uyumayacağım kesinleşmişti. Ellerimi kurutup aynı sessizlikle yanımda ki adamla indim.
''Abi onun burada ne işi var! Alev'den hazzetmiyorum. Nasıl ortaya çıktı bu kadın, hayret ediyorum.'' Pelin memnuniyetsiz şekilde konuşması beni eğlendiriyordu. Demek benden hoşlanmıyordu. Bakalım başına bela olduğumda da böyle açık açık konuşabilecek mi?
''Kes kesini Pelin! Onu daha yeni buldum bırakır mıyım oyuncağımı?''
Ah Metin ah! Başına nasıl bir bela aldığını bilmiyorsun.
''Beni bu kadar özlediğini bilmiyordum Pelin.'' Dedim yerime otururken. Yüzümde bir gülümseme mevcuttu. Tabağıma aldığım yiyecekleri yerken çayımdan höpürdeterek içtim. Pelin'in yüzü kasılıp buruşurken sırıttım. Bayılıyordum insanların nefret ettiği şeyleri yapmaya. Masa da bir sohbet başlattığımda Pelin hariç hepimiz konuşuyorduk hem karnım doymuş hem de ısınmıştım. Vücut ısım normale döndüğünde üzerimde ki montu çırkartıp kucağıma koydum. Fuat arada yaptığı espirilerle bizi güldürüyordu. Farklı ortamlarda olmak bana iyi geliyordu. Onları tam anlamıyla tanımıyor olabilirdim ama bu bile beni germiyordu. Sanki bütün hayatımı onlarla geçirmiş gibiydim.
''Alev kendin gibi güzel olan bu çiçeği bizim için mi getirdin?'' Fuat haylazca söylediği cümlelerle beni güldürmüştü. Bu adam çok fena ve dikkatliydi. Geldiğimden beri öyle bir inceliyordu ki beni görmemezlikten gelmek çok zordu. Gözlerinde ki bakış hayranlık mıydı? Abisi gibi mavi gözleri ve sert olabilecek kadar bir yüz ifadesi vardı. Ancak konuştukça o sertlik kaybolmuş yerini samimi ve sempatik bir yüze bırakmıştı.
''Hayır onları kendim için getirdim, olur da buraya gelirsem onları görebilmek için.''
''Nasıl yani?'' Diyen Metin'e döndüm. Şaşkınlıkla yüzüme bakması ilk defa beni germişti işte. Kardeşim bu çiçeklerden nefret ederdi ama onun tersine ben ilgiliydim bu çiçeğe.
''Hiç bir çiçeği sevmediğini biliyorum. Hatta sen bitki bile sevmezsin Alev. Nereden çıktı bu?''
Pelin de sohbete dahil olduğunda arkama yaslandım. ''Demek ki hepsinden nefret etmiyorum.''
Metin gözlerini kısarak beni süzdü. İstediği gibi benden şühpelenebilir. Ben bile kız kardeşimi onca araştırmadan sonra ortaya çıkarmadığıma göre bunu ne Çınar ne de Metin çıkartabilirdi. Rahattım. ''Ne bakıyorsun Metin. Düşüncelerim değişmiş olamaz mı? Hem o kadar da nefret ettiğim kadar yokmuş bu bitkiler.'' Saksı da olan lavantalara aşkla baktım. Annemin hatırası vardı bu bitkiler de.
''Seviyorsun lavantaları.'' Dedi Fuat gülümseyerek. Başımı salladım.
''Rica etsem bunları görebileceğim bir yere koyabilir misin Metin?'' Başını sallayan adamla Cengiz hareketlenip yanıma geldi. Saksıma dokunduğunda elini tuttum. Genişleyen göz bebekleriyle bana baktı. ''Ya da ben kendim koyayım göreceğim bir yere.'' Cengiz boğazını temizleyip geriye çekildi. Elini geçmem için uzattığında ayağa kalktım ve onu takip ettim. Mutfağa gidene kadar arkasına dönüp benim, ben olduğumdan emin olmak ister gibi bakıp durdu.
''Peşindeyim Cengiz.'' Dedim gülerek. Kocaman evin içinden kaçacak değildim ya. Büyük bir mutfağa girdiğimde içerde iki çalışan vardı ve beni gördüklerinde yüz ifadeleri çok komikti.
''Alev Hanım için saksısına yer açın. Evin içinde neresi dikkat çekiyorsa oraya koyun, göz önünde olsun.''
'Tabii Cengiz Bey.'' Dedi genç yaşta olan kadın. Elim de ki saksıyı alıp yanımızdan ayrıldı. Cengiz mutfak kapısını açıp dışarı çıktığında ben de onu takip ettim hep yaptığım gibi. Cebinden çıkardığı sigarasının ucunu tutuştururken bana da uzatmıştı. Aldım ve ucunu yakmasına izin verdim.
''Ne zamandır burada çalışıyorsun Cengiz?'' Dedim etrafımı süzerken. Arka bahçe yakından daha büyüktü. Sıra sıra dizilen arabalar sanki garajdaymışım gibi hissettiriyordu. Bu alanda ne güzel seralar yetişirdi. O denli büyüktü. Çok uzak olmayacak şekilde sol köşe de bir çardak vardı ve üstü yapay yapraklarla çevrilmişti belliydi. Bu soğukta yeşil yaprak mı dayanırdı. Sigaramdan derin nefes aldığımda, Cengiz alttan bakışlarını bana çevirdi. Soğuktan burnunun ucu kızarmıştı. Nedense ismiyle hitap etmemi kurcalamamıştı.
''İki sene oluyor.'' Dedi içine çektiği duman yanaklarını çukurlaştırmıştı. ''Kardeşim de iki senedir kayıp.'' Kendi kendime mırıldandığımda korumanın bakışları hala yüzümde dolaşıyordu. Rüzgar esip de uzun saçlarımı geriye doğru savurduğunda gözlerimi karşımda ki adama diktim. Beynimde durmadan çalışan çarklar beni aynı sonuca götürüyordu. Dün aldığım telefonla içimi şüphe sarmıştı. Bu olabilir miydi?
''Sana güvenebilir miyim Cengiz?'' Cevabını olumlu duymak için gözlerine baktım. Cengiz'in burda ki adamlardan farklı bir havası vardı. Caner'in gösterdikleri ve Çınar'ın anlattığı şeyler ona bu kılıfı giydirmişti. Gözleri kısılırken, ''Neden?'' Diye sordu. ''Bana neden güvenmek istiyorsun?''
'
Ben adamı gözünden tanırım Cengiz. Oradaki adamlardan farklısın sen de bir şeyler var Cengiz.'' Kafamla bahçede dolanan adamları gösterdiğimde yutkundu. Dün ki kuşlar kulağıma fısıldadığı şeyler yüzünden kesin konuşuyordum ve kuşlarım hiç yanılmazdı.
''Sende de bir şeyler var gibi. Yanılıyor muyum Alev Hanım?'' Güldüm ve sigaramdan son nefesi içime çekerken bakışlarımızı birbirimizden ayırmamıştık. İzmariti yere atıp ayak ucumla ezerken başımı salladım.
''Doğru var bende de bir şeyler. Ben de var olan şeyleri bilseydin...'' Cümlemin devamını getirmedim ve ona arkamı döndüm. Bende var olan şeyleri bilseydi bana hak verirdi.
Gitmeden önce omzumun üstünden ona baktım ve, ''Senle iyi anlaşacağız Cengiz hissediyorum.'' Kaşları çatık şekilde arkamdan bakarken keyifle mutfaktan çıktım ve koridorda orta masa da yer alan lavanta çiçeklerimi gördüm. Demek yol geçen hanına koymuşlardı çiçeklerimi, güzel. Ben gibi herkes görecekti.
''Bakıyorum keyfin yerinde.'' Fuat yukarıdan bana seslendiğinde kafamı yukarı doğru kaldırdım. Tırabzanlara yaslı şekilde durmuş ve gülüyordu. Merdivenleri ağır ağır çıkarken hala gülümsüyordum. Yanına vardığımda hayranlık dolan mavileri saçlarımda dolanıyordu,
'Saçların çok uzun. Neredeyse boyunu geçecek. Rapunzel mi kesileceksin başımıza?'' Kahkaha attığımda, güldü. Eğlenceli çocuktu.
'Fuat çok tatlısın.'' Dedim ona yaklaşırken. Gerçekten tatlı bir çocuktu.
''Öyle derler.'' Dedi ve arka cebinden çıkardığı kırmızı tarağı saçlarında gezdirdi. Şaşkınlıkla ona baktım. Saçlarını güzelce tarayıp geriye yatırdı. Bu çocuk tarak taşıyordu cebinde hem de kırmızı renk. ''Biraz saçlarıma takıntılıyım da.'' Tarağını aynı yere koyarken, kollarımı göğüsümde bağladım. Değişik bir çocuktu. ''Abim seni salonda bekliyor, gidelim mi?'' Başımı salladım.
''Bayanlar önden.'' Centilmence elini uzattı geçmem için. Sevdim Fuat'ı. Abisi gibi o benim bu benim demiyordu.
Salona giriş yaptığımız da orta masaya bırakılan kahveleri gördüm. Üstünde sıcak dumanlar yükseliyordu. Metin'in yanında ki boşluğa oturduğumda biraz bana yaklaştı. Yandan bir bakış attığımda sırıttı.
''Alev bunca zaman neredeydin? Neden önce değil de şimdi çıkıyorsun karşımıza?'' Pelin kahvesini yudumlarken bir yandan gözlerini üzerime dikmiş şüpheli bakışlarını kısmıştı. Şüphelensin bakalım, bana dair bir şey bulabilecek mi?
''Kendimi toparlıyordum. Kendime gelmem bayağı zaman aldı. Abine de söylediğim gibi bir kaza geçirmişim kazadan bir gün öncesine dair ki bu da kaza gününü de kapsıyor, hiç bir şey hatırlamıyorum.''
Pelin şaşkınlıkla gözlerini iri iri açıp kahve fincanını orta sehpaya bıraktı. ''Hatırlamıyor musun yani.''
Kahvemi de höpürdeterek içtim ve ona baktım. Yüzünü buruşturdu. ''Sizi hatırlıyorum ve unuttuklarım olabilir. Hepsi bu.'' Omuzlarımı silktim. Kaza olayı benim için bulunmaz bir servetti. Böyle bir şeye denk gelmem şanstı. En azından bir şey söylediklerinde hatırlamıyorum der kenara çekilirdim.
''Belli oluyor, duruşun, bakışın, görünüşün ve konuşma tarzın bile mutasyona uğramış. Renkli saçların ve renkli gözlerin yok. Saçların çok uzamış.'' Ela gözlerini dikkatle öyle bir inceliyordu ki beni. Onu tanımasam bana hayran olabileceğini düşünürdüm. Ki bence öyle, onların için mutasyona uğramıştım. Gözlerimi devirdim. Benden bir virüs gibi bahsediyorlardı.
'Pelin fazla üzerine gitme Alev'in geldi işte ve konuyu fazla uzatma.'' Metin uzun süre sonra sessizliğini bozup bizlere baktı. Fuat elinde telefonla oyun oynuyordu. Oyunun sesi öyle yüksekti ki dıkşın dıkşın sesleri geliyordu. Çocuk işte. Pelin bana tahammülü yokmuş gibi ayağa kalkıp salonu terk etti.
''Alev seninle konuşalım biraz bahçeye çıkalım mı?'' Fincanımı masaya bırakıp ayağa kalktım. Mutfak kapısından dışarı çıkıp çardağa doğru yürüdük. Cebimden çıkardığım paket sigaramı dudaklarımın arasına yerleşitirdim. Metin'e de uzattığımda kabul etmedi. Parıltılı gözleri hareketlerimi izliyordu.
''Seni bulduğuma o kadar çok sevindim ki, sana anlatamam.'' Yüzümü buruşturdum onun hareketleri fazla yalakaydı. Kedi gibi sırnaşması beni delirtecek gibiydi. Kardeşimle aralarında ne gibi bir husumet vardı bilmiyordum ama canımı sıktığını öngöremezdim. Büyük ihtimal bu adam onu sıkıştırıp onunla oyun oynuyordu. Onu sevmediğine emindim, Metin'in tek derdi eğlenmekti bunu anlayabilecek kadar hareketlerini izliyordum.
''Sadede gel Metin.'' Dedim sigaramdan bir nefes içime çektim. Gri duman havaya süzülüp yok olduğunda gözlerim gri dumanı takip ediyordu. Metin oturtuğu yerden uzanıp saçımın bir tutamını kulağımın arkasına aldı. İrkildim. Eline vurdum.
''Eline koluna sahip çık dediğimi hatırlıyorum Metin.'' Kızgınlıkla söylediğim şeylere sadece alayla güldü.
''Yapma Alev. Takılıyorum sana.'' Kaşlarımı çattım. İçimde filizlenen tiksinti tohumlarının temelini atan mavi gözlü adama memnunsuzca baktım. Biten sigaramı tekrar yenilemiş ve sıkıldığıma dair oflayıp puflamıştım. Metin de sanki beni delirtmek için ağırdan alıyordu. Alaylı gözleri beni izliyor sırıtıyordu. Ağaya kalktığımda dayanacak gibi değildim.
''Tamam, tamam otur şuraya.'' Panikle o da ayağa kalktığında elini uzatmıştı. Kalktığım yere oturup sigaramı tahta masada söndürdüm ve kollarımı bağladım. Metin ciddileşerek derin bir nefes aldı.
''Uzun süre ağır bir vurgun yapmak için hazırlanıyoruz. Çok eksiğimiz var ve onları kapatmak için hala çalışmaya devam ediyoruz. Eskisi gibi sende bize katıl.''
Demek yine milyonlarca bir vurgun daha yapacaklardı. Bunlar benim ilgi alanım değildi. İstediği kadar dil döksündü yapmazdım, yapamazdım.
''Ben yokum Metin.'' Dedim ve ayağa kalktım. Arkamı dönerken bileğimi tuttu. Yüzüne yerleştirdiği öfkeli ifadesini bir süre izledim. Bileğimi sertçe elinden çektim.
''Ne demek yokum! Olacaksın Alev!'' Alayla gülen ben oldum bu defa. Adımlarım geri geri giderken gülmeye devam ediyordum.
''Hadi ya buna sen mi karar veriyorsun?'' Dişlerini sıktığı her halinden belli olan adama uzun uzun baktım.
''Sen benim ortağımsın ben ne dersem onu yapmak zorundasın!''
''Ben bir zorunluluk görmüyorum Metin.'' Sakince sarf ettiğim sözlere daha da çok sinirlenip üzerime yürüdü. Bana yaklaşmasını sessizlikle izlemiş ne kadar ileri gidebileceğini hesaplamaya çalışıyordum.
''Anlaşılan sen bazı şeyleri unutmuşsun. Sana zevkle hatırlatırım ama.'' Ellerini saçlarıma doladığında canımı acıtacak şekilde aşağı çekti. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Canımı öyle bir yakıyordu ki elimi, elinin üzerine koyup hışımla çektim. Canım yanmıştı ama buna değerdi. Metin şaşkınlıkla bana bakakaldı. Alaycı adam gitmiş onun yerine canavar Metin gelmişti. Onun gibi bende sinirlenmiştim. Metin fenaysa ben ondan daha da beterdim.
''Seni öldürürüm Alev duydun mu beni? Mahvederim kızım seni kimsenin ruhu duymaz. Eskiden olduğu gibi bana itaat et!'' Öfke yüzünü öyle bir bürünmüştü ki onun gerçek yüzüyle ilk defa karşılaşmıştım. Bilmiyordu ki beni canımdan başka şeyle tehdit edemezdi. Bilmiyordu ki canımdan başka alacabileceği bir şey yoktu ve bilmiyordu ki ben bu uğurda canımı da ortaya koyduğumu. Kahkahalarla güldüm. Sesli gülüşlerim bahçe de yankılandığında Metin yerinde öylece kalmıştı. ''Çok komiksin.'' derken gülmeye devam ediyor ve gözümden gelen yaşları siliyordum. Bir müddet sonra gülüşlerim solmuş ve dudaklarımda tehlikeli bir gülüş belirlenmişti.
''Sen beni canımla tehdit edebilecek son insan bile değilsin. Beni tehdit etmek neymiş göreceksin Metin. Daha yeni Alev'i tanımıyorsun bile. İzle ve gör hepinizi nasıl habeş maymununa çeviriyorum.'' Laflarım sadece ona değil beni dinleyenlereydi. Kulaklarını açıp beni iyi dinlesinlerdi. Eski Alev yoktu yeni Alev'in dönemi başlıyordu. Prenses tahtan inmiş onun yerine kraliçe oturmuştu. Kralı da gelse kimse bana zelzele yaşatamazdı. Metin'in omuzuna çarparak ordan uzaklaştım.
''Sen benim oyuncağımsın! İstesen de istemesen de seni eski korkak kadına çevireceğim ve bana mahkum olacaksın Alev! Bu burada bitmedi benden korkana kadar durmayacağım. Benimle ortak olacaksın, olmazsan canınla bunu ödeceyeksin!''
Metin hala kuyruğu kopmuş tilki gibi ciyaklayarak konuştuğunda durdum. Beni ikinici kere canımla tehdit ediyordu. Öfke sarmaşık gibi tenimi alevlendirdiğinde bahçede şöyle bir göz gezdirdim. Adamların bir kısmı durmuş bana bakıyordu. Cengiz de onların içindeydi. Onları es geçip park halinde olan arabalara baktım. Aklıma gelen hinlikle adımlarım arabalara yöneldi. Umarım üzerinde anahtarları vardı.
Aceleci adımlarım herhangi bir arabanın önünde durduğunda camı açık olan aracın içine baktım. Kesinlikle şans benden yanaydı bugün. Diğerleri ne yapacağımı kestiremedikleri için yerlerinde kalırken, şoför koltuğuna oturup arabayı çalıştırdım. Sinirlerim bütün vücudumu kapladığında neredeyse dışarı fışkıracaktı. Cengiz ne yapacağımı anlamış gibi arabanın önüne atladı ve diğer adamlarla ona katıldı. Zeki adamdı Cengiz. Sıra sıra dizilen adamların üzerine arabayı sürdüm. Hepsinin yüzünde tedirginlik vardı. Onlara yaklaşana kadar kimse kıpırdamadı bile.
Arabayı biraz daha hızlandırdığımda milimler kala hepsi kenara çekildi. Cengiz'in yüzünde gördüğüm şaşırma ve onaylanmayan bakışlar kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Arka cama değen kurşun, camı parçalarken korkmadım bile. Dikiz aynasından arkaya baktığımda ateş eden tanımadığım bir adamdı. Cengiz önüne geçip silahını alırken yüzüne yumruk atması şaşırmama neden olmuştu.
Metin büyüttüğü gözleriyle arabaya bakarken o da son anda kenara çekildi. Arabayı ani bir manevrayla drift attırıp yönünü tekrar beni tehdit eden adama çevirmiştim. Hızla üstüne sürerken benden kaçıyordu. Korumalar buna seyirci kalıken kalp atışlarım hızlanarak, dışarı fırlayacak gibiydi. Damarıma basıldığında içimden çıkan canavara ben bile hayret ediyordum. Bahçede turlayan adam komiğime gitmiş gibi beni güldürdü. Beni şaşırtarak kurtulmaya çalışıyordu ama izin vermiyordum. Camı indirdim.
''Eğer bir daha beni tehdit edersen aklına gelmeyecek şeyler yaparım. Bu sana son uyarımdı. Duydun mu beni?'' Metin bir yandan kaçarken diğer yandan arkasına dönüp kızgınlıkla bana bakıyordu.
''Bunu sana ödeteceğim! Beni küçük düşürmek neymiş sana göstereceğim!'' Güldüm.
''Bekliyor olacağım!'' Yeterince yorulduğunu anladığımda daha hızlandım. Metin nefes nefese kendini çardağa atmaya çalıştı ama takılan ayağı onu yere düşürdü. Arabam tam önünde durdu. Kimseden çıt çıkmıyor herkesin yüzünde şaşkınlık vardı. Patronları öyle bir tangoya düşmüştü ki, donakalmaktan başka bir şey yapamamışlardı. Arabanın kapısını açıp dışarı bir adım attım. Yere nefes nefese oturan adamın öfkeli gözlerine sakince baktım. Çok sıkıyordu kendisini. Sıkılan yumruklarını bıraksa beni dövecek gibiydi. Yanına, bir dizimi yere koyacak kadar eğildim.
'' Sana bir sır vereyim mi Metin? Belki neden böyle davrandığımı anlarsın. Bundan aylar önce bir tımarhaneden çıktım ve doktor ne dedi biliyor musun? Delileri kendi haline bırakın. Evet ben bir deliyim, neler yapabileceğimi görmek istiyorsan durma. Devam et canımı sıkmaya. İstemediğim hiç bir şeyi bana yaptıramazsın. Bunu da o aklına sok. Sen deliysen, ben zır deliyim. Sen tehlikeysen, ben belayım Metin. Bilgin ve haberin olsun.'' Dedim fısıltıyla. Şaşkın gözleri ne kadar şaşıracağım der gibi bakıyordu. İçim yanıyordu ama belli etmedim. Ben deli değildim sadece iftiraydı bu giysi.
Beni bir kalıba sokup sen bu'sun dediler. Başta kabul etmedim ama inkar ettikçe canımı daha da acıttılar ve sen yine bu'sun dediler. Kafama vura vura bana bu gerçeği kabul ettirdiler, bende girdiğim her kalıbın şeklini almaya başladım. İfadesizlik gözlerime oturduğunda eğildiğim yerden kalktım. Omuzlarımı dikleştirdim ve yoluma baktım. Rüzgar saçlarımı geriye doğru itiyor, soğuk hücrelerimi uyandırıyordu. Önüme çıkan adamlar kenara çekilerek bana yol veriyorlardı. Akılları varsa bana bulaşmazlardı.
Ne zaman gediğini bilmediğim taksinin kapısını açtım ve binmeden önce etrafımı süzdüm. Cengiz'in gözlerinde ilk defa bir şey gördüm ve onu kendime sakladım. Pelin dış kapının orada donmuş, Fuat hemen onun arkasında yüzünde belli olmayan bir ifadeyle bana bakıyordu.
Metin ise oturduğu yerden kalkmış üstünü temizliyordu. Gözleri bende değildi. Taksiye bindim. Eşyalarım taksiye yerleştirilmişti. Montumu elime alarak giydim. Kafamı düşüncelerle cama yasladığım gibi gözlerimi kapattım. Hareket eden taksi uzaklaştığında uykum gelmişti.
*******
Hiç kimse kaderinden kaçamıyordu. Ne yazıldıysa o yaşanıyordu ne eksik ne fazla. Herkesin imtihanı farklı olurken, taşıdığı yüklerde ağırlığına göre bizi ayakta tutuyordu. Fazlası intihardı.
Hava kararana kadar caddelerde dolaşmış yağan yağmurun altında sakin adımlar atmıştım. İnsanlar yağmurdan kaçarken ben üzerine doğru ilerlemiştim. Geldiğim takisiyi evin biraz gerisinde bırakmış ve yürümeyi tercih etmiştim. Üzgündüm. Hakkım var mıydı bilmiyorum. Bahçe kapısında olan korumalar beni görünce araladıkları kapıdan içeriye girdim. Bakışlarım yerde öylece ilerlemiştim dalgın ve yorgundum.
Ezbere bildiğim yolda ilerlerken ayağımın bastığı tümsekle sendelendim. Son anda kendimi düşmekten kurtulmuştum. Bileğimi tutan adamla şaşırmış ve yutkunmuştum. O kadar dalgındım ki Çınar'ı fark etmemiştim. Açık kahve gözleri yüzümü tarıyordu. Bahçede olan aydınlatmalar yüzümüze yansıyor, ifadesizlik gözlerimize çarpıyordu. Bileğimi yavaşça ondan kurtarıp geriye adımladım. Ayakkabısının ucu bastığımdan dolayı toz olmuştu. Dert ettiği de söylenemezdi. Kafamı eğdim ve eve yürüdüm.
Konuşacak mecalim kalmamıştı.
Beni takip eden adımları arkamda durdu. Montumun cebinden çıkardığım anahtarımla kapıyı aralayıp içeri girdim. Peşimden gelip yavaşça kapıyı kapattı. Tekli koltuklardan birine oturdum. Başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım. Yere sürtünen bir şeylerin sesi gelince gözlerimi aralayıp ona baktım. Orta masayı tam karşıma çekip oturdu. Alttan ona bakıyordum. Çınar dirseklerini bacaklarının üzerine yaslayıp üzerime eğildi. Mentol kokusu tıkalı burnumu açacak kadar ağırdı.
''Alev?'' Dedi sakin sesiyle. Açık kahve gözleri, siyah gözlerime tutunduğunda öylesine bakıyordu. ''Hım?'' Dedim aynı sakinlikle. Gözleri yüzümde dolandı.
''Canımı sıkıyorsun.'' Ağzına gelecek her şeyi bu gece sarf edecek gibi bakması kendimi toparlamamı sağladı. Güldüm. Ben herkesin canını sıkıyordum. Kimse benim hakkımda iyi şeyler konuşmuyordu. Bana öyle bir bakşı vardı ki, canımdan can gidiyormuş gibi. Şimdi fark ettim de ışığı yakmamıştık ve ortamın kısmı loş ve karanlıktı. Bahçede ki aydınlatmalar evin içini yeterince aydınlatıyordu.
''Ben herkesin canını sıkıyorum Çınar.''
Başını sallaması ve bunu onaylaması bakışlarımı ondan koparmama neden olmuştu. ''Çınar?'' Dedim ona bakmazken. Salonun herhangi bir köşesine bakıyordum. Bakmaya cesaretim yoktu. Soğuk parmakları çenemi kavradığında, ona baktım. ''Konuşurken gözlerime bak Alev.'' Başımı bir kere eğdim tamam der gibi. Parmakları çenemden yanaklarıma kayıp, işaret parmağıyla yanağımı daireler çizerek oynamaya başladı. Bunu garipsemedim. Cebimden sigaramı çıkartırken, o hala yanağımdan parmağını çekmemişti. Dudaklarımın arasına yerleştirdiğim sigaramın ucunu tutuşturup bir nefes almıştım ki parmaklarım arasından kayan sigaraya öylece bakmıştım. Çınar yanakları içe çökecek kadar derin bir nefes aldı. Yeni bir sigara yakmak için pakete elimi uzattığımda, aldığı tütünü aralanmış dudaklarımın arasına bıraktı.
''Birbirimizi kandırmayalım tamam mı?'' Sesimi bulduğumda dudaklarımdan dökülen ilk cümle bu olmuştu. ''Sen de farkındasın ben de.'' Cümleme devam ettiğimde başını salladı. Alnına düşen saç tutamlarına baktım. Nemliydi. Acaba ne zamandan beri burada beni bekliyordu. Islanmış mıydı? Ellerim otomatikmen havaya kalktı ve düşen saç tutamlarını kenera ittim. ''Serseri.'' Derken tebessüm ediyordum. Çınar'ın görüntüsü aklıma tek bir kelimeyi getirmişti. Parmaklarım dizlerimin üstünde yerini alırken öne eğildim. ''Bana inanmadığını biliyorum. Çok belli ediyorsun.'' Sır verir gibi fısıldadığımda tek kaşı havalandı. ''Öyle mi?'' Alayla dudakları kıvrıldığında çocuk gibi başımı salladım. Konuşmaya kaldığım yerden devam edecektim ama bana engel oldu.
''Her yerde lavanta var?'' Dedi sorar gibi. Konuyu dağıtması canımı sıkmıştı ama mutlu da etmişti. İlk fark eden kişi oydu. Gözleri etrafı taradı. ''Fark etmişsin.'' Heyacanla konuşmam bana dönemsine neden olmuştu. Kahveleri kıvrılan dudaklarıma kaydığında bir süre oraya bakakaldı. Ağırdan aldığı bakışları yüzümün her noktasını irdeleyerek inceledi. ''Fark etmemek mümkün değil. Kokusu bile tüm odayı sarmış vaziyette.''
''Caner fark etmemişti.'' Dudak büktüm.
''Halt etmiş!'' Dedi homurdanarak, güldüm. ''Neyse konuyu dağıtma.'' Tam yine konuşmaya devam edecektim ki lafımı kesti. ''Saçların da çok uzun.'' bu defa fısıldayan oydu, İyi ki konuyu dağıtma dedik. Ellerim istemzice saçlarıma gitti. Ellerimi takip eden gözleri saçlarımda durdu. Bakışlarını kaçırınca elimi çektim.
''Beni nasıl buldun bilmiyorum, neden yanına aldığını da merak ediyorum. Ne için bu işe girdiğimi bilmek istiyorum.'' Çınar derin bir nefes alıp verdi. Canını sıkan bir şeyler vardı. Görebiliyordum.
''Birini bulmak için, bir adamı.'' Ayağa kalkıp camın önüne gittiğinde cama yansıyan yüz ifadesini izledim. Kabanının cebinden çıkardığı sigarasını yaktı. Yüz hatları gerilmişti. Lavantaların kokusunun etrafını saran sigara kokusu odayı esir almıştı. Bir eli cebinde diğer elinde sigara düşüncelere dalmıştı.
''Bu işin arkasında Metin'in olduğunu biliyorum. Bizler de tam bir şey bilmediğimiz için seni getirdik. Evet sana inanmıyoruz ve güvenmiyoruz Alev.'' Yutkundum. Nasıl bir adam olduğunu ve kim olduğunu bilmiyordum. Üstelik Metin'in olayda ki bağlantısı neydi bilmiyordum. ''Kimi arayacağımı nereden bileceğim?Var mı ismi,cismi?''
Omzumun üstünden göz göze geldik.
''Eğer aradığımız adamı bulursan, bizim söylememize gerek kalmadan onu tanıyacaksın.'' Kaşlarımı çattım. Ben hayatımda bir adam tanıdım o da babamdı. Hiç erkek arkadaşım olmamıştı. Yıllar sonra hayatıma giren bir diğer adamlar da onlardı. Bilmece gibi konuşması bana ipucu vermiyordu. Oturduğum yerden kalktım ve yanına ilerledim. O bahçeyi izlerken ben de onu izledim. Yorgunluk bedeninde olmasa da yansıyan göz bebeklerin de kendini belli ediyordu. Dışarıdan bakıldığında bir kale ama kalenin içinde bir iç savaş vardı. Bedeni dik ama ruhu kamburdu. Ona bakınca görebiliyordum.
''Anlaşma yapalım mı?'' Dedim en sonunda pes ederek. Madem ki söyleyeceklerime inanmayacaklardı, güvenmeyeceklerdi istedikleri gibi olsundu. İşimiz bittikten sonra herkes kendi yoluna bakacaktı. Kalıcı olmayan insanlara da kendimi kanıtlamak zorunda değildim. Bu saatten sonra beni istedikleri gibi görebilirlerdi. ''Ne anlaşması?'' Yüzünde olan belirsizliğe arkamı döndüm ve kalktığım yere yeniden oturdum.
''Ben kabul ediyorum bütün suçlamaları. Her şeyi ben yaptım. Kardeşim değildi. Her şeyin başı bendim.''
Dilimi ısırarak söylediğim şeylere burukça gülümsedim. Onların da duyması gereken cümlelerdi. Kabul ettim ben bir deliydim. Ben bir suçluydum. Saatlerdir bunları düşünmüş ve kabul etmiştim. Etmemem için bir nedenim yoktu. Çınar elinde bitmiş sigarasıyla tam karşıma oturup izmariti oturduğu masa da söndürdü. ''Kabul etmiyordun?'' Derken bakışları yüzümde dolanıyordu. Başımı salladım. Şaşırmadı hiç. Sadece ben biliyordum bakışları atıyordu ama yanlış bakışı atıyordu. Hiç bir şey bildiği yoktu. ''Siz kabul ediyordunuz ama ben etmiyordum. Şimdi de ben gerçeği kabul ediyorum. Ama şöyle bir gerçekte var ki, ben hiç bir şey hatırlamıyorum Çınar. Hatırlamadıklarımdan beni sorumlu tutma olur mu?''
Yapmadığım bir suçu kabul ettiğim için pişman değildim. Kardeşimi bulamamak beni çıkmaza sokuyordu. O olmadan da suç bana kalıyordu. Oklar şimdilik benim üzerimdeydi. Çınar öylece baktı. Bomboş. Aklından ne geçirdiği belli değildi. ''Şimdi anlaşma şöyle beni olduğu gibi kabul edin. Her şey ortaya çıkana kadar sanki bunları yapan ben değilim de varlığı sahte olan kardeşime yükleyelim. Anlaşmanın belli bir süresi yok. Çünkü o gün geldiğinde anlayacaksın ki anlaşma buraya kadarmış. Her şey bitecek sen kaldığın yerden devam edeceksin ben de olmak istediğim yerde olacağım tamam mı? Bunları söylüyorum, Çünkü yorulduk Çınar. Altı aydır Sergen olsun diğerleri olsun suçlamalarından bıktım usandım. Kısacası akışına bırakalım. Sana sözüm olsun ki sana ihanet etmeyeceğim. Olur ki edersem hakkımda ölüm çıkarma emrine karşı çıkmayacağım. Canımı ortaya koyuyorum.''
Sakinlikle beni dinlemiş ve gözlerini kısmıştı.
''Kaçmaya kalkarsan?'' Güldüm.
''Beni buldun yine bulursun.''
''Anlaşma bu mu? Hiç bir çıkar ve orta da kazanılacak bir şey yok mu?Yani diyorsun ki beni aranıza kabul edin. Öyle mi?'' Başımı salladım.
''Benim açımdan ben zarardayım. Bedel ödeyecek olan benim. İstediğimizi yapalım belli bir süreye kadar. Sınırlar bana göre değil.''
''Çok saçma bir anlaşma. Biz zaten o klinikten seni kurtarmak için çıkarmıştık. Aradığımız adama karşı senin özgürlüğün ve sen şimdi yaptığın saçma anlaşmayla yine kendini bize hapis ediyorsun.'' Şüpheyle konuşması içimi ezse de başımı salladım. Dışlanmak istemiyordum ve onlar altı aydır bana bunu yapıyorlardı. Sadece eskiden olduğu gibi yalnız kalmak istemiyordum. Arkadaşlara ihityacım vardı.
''Bunu kabul etmem için bana bir delil sun. Sana güvenmiyoruz ve yarın çekip gidersen sana karşı bu delili kullanabileyim değil mi?''
Yutkundum. Benim için önemli olan biri vardı. ''Peki ben sana nasıl güveneceğim?''
Çınar seslice burnundan bir nefes verip kendi kendine homurdandı. ''Sen bana güvenmiyorsun ben de sana sence de ortak bir ikilem değil mi?''
Ellerimi birbirine sürttüm. Zor bir karardı benim için. Çınar'a bende güvenmiyordum ama günü gelince bu kozu bana karşı kullanamayacaktı. Buna izin vermeden o kozu alacaktım. Parmaklarım boynuma giderken gözleri her hareketimi takip etti. Kazağımın altından çıkardığım kolye mi ona gösterdim. Bir lotus çiçeğiydi. Kolyeyi boynumdan çıkarıp ona uzattım. Bir bana bir de onun için hiç bir şey ifade etmeyen kolyeye baktı. Tek kaşı yukarı kalkarken, ofladım. ''Basit bir kolye mi delil?'' Dedi alayla. Gözlerimi devirdim.
'
'Basit bir kolye olamayacak kadar değerli benim için.'' Kolyanin arkasını çevirdim ve ona gösterdim. Boş bakışlarını yüzüme çıkardı. Gözlerimle ufacık olan siyah nokta gibi görünen kısmı gösterdim. ''Orda bir düğme var Çınar. Özel tasarım bir kolye. Dışardan bakıldığında basit gibi ama değil. O düğmeye bastığında her şey aktif olacak ve sen benim hayatıma merkez olmuş birini bulacaksın. Sadece biri değil onun olduğu yerde hakkımda her şey var. Aktif olduğunda en yakın ağa bağlanacak Çınar.''
Böyle bir şey beklemediğinden göz bebekleri büyümüştü. Elini tutup avucuna bıraktım. ''Söz ver bana Çınar zamanı gelmeden önce gitmeyeceksin. Eğer ki doğrular gün yüzüne çıkarsa kolyeyi tekrar alacağım senden.'' Kulağına yaklaşarak fısıltıyla söylediğim cümlelerle bedeni kasıldı. İşaret parmağımı kaldırıp şakaklarından başlayarak çenesine doğru bir yol çizdim. Geriye çekildim ve ona gülümsedim. Havaya kaldırdığı kolyenin arkasından bana baktı. Avucuna hapsettiği kolyeyi kabanının cebine koyup ayağa kalktı.
''Eğer bana bir oyun oynuyorsan.... sevdiklerime en ufak bir zararın dokunursa....'' Panikle ayağa kalktım.
''Yemin ederim Çınar oyun falan yok!'' Ellerim de oynaylanmazca havada salladım. Korkuyorum. Hayatımın en zayıf noktası güvensizlikti. Korkuyordum, çünkü bana güvenmedikleri her dakika umutlarım da tükeniyordu. ''Kabul ediyor musun?'' Başını salladı. Saçlarımı kulağımın arkasına aldım. Başarmıştım. Arkasını dönen adamın önüne geçtim. ''Gidiyor musun? Bekle, acıktım ben yemek yiyecektim. Sen de bana katılır mısın?''
Nefes almadan konuşuyor diğer yandan heyecandan yerimde duramadan kıpırdanıyordum. Çınar kafasını yukarı kaldırıp, ağzından derin bir nefes verdi. Kafasını aşağı eğerken, ellerimi arka da bağladım. ''Ne hazırlayacaksın?'' Kabanını çıkartıp koltuğun üstüne bıraktı. Salonda ki ışığı kapatıp montu mu çıkardım. Tekrar karşısında yerimi aldığımda, ''arkadaş mıyız?'' gözlerim parıldarken onaylamasını bekliyordum. ''Evet Alev, Evet.'' Bıkkınlıkla söylediği şeyler güldürdü beni. Yanına indirdiği elini tutup peşimden sürükledim. Onu mutfağa götürürken sessizdi. Çocuk gibi sandalye de oturttuğumda da sessizdi. Ağzı tıka basa dolu olan buzdolabını açıp yapacağım yemeğin malzemelerini çıkardım.
Aklıma gelen kolay ve pratik yemeği yapmaya başladım. Tabii bunu yapmadan önce ellerimi de yıkamıştım. Bir sağa bir sola koşturuyordum. Yüzümde güzel bir gülümseme vardı. Çınar arkasına yaslandığı sandalyede kollarını göğüsünde bağlamış kahve gözlerini üzerime dikmişti. Her hareketimi izlerken, ben onu görmezden geliyordum. Çünkü evime aylardan sonra ilk misafirim gelmişti. Ona hoş bir sofra hazırlamam gerekiyordu. Her ne kadar yaptığım yemek basit olsa da mutluydum. Saatler süren yemeğimi sonunda servis yapmak için masayı kurdum.
Tabaklara koyduğum yemekler önümüzde yer almış ve sonunda yorgunlukla yerime oturmuştum.
Tebessüm ederek yemeğimi yemeye başladım. Neredeyse yarısına gelen yemeğimden su içmek için kafamı kaldırdığımda Çınar'ın sigara içtiğini gördüm. Tabağına dokunmamıştı. Beğenmemiş miydi? Telefonuna gömülen adamı izledim bir süre.
''Neden yemek yemiyorsun?'' Başını telefonundan kaldırmadan cevaplamıştı beni.
'Bizimkilerle yedim ben. Aç değilim.'' Bizimkilerle... burukça gülümsediğimde boğazıma bir yumru oturmuştu. Ben sokakta saatlerce soğukta gezerken o arkadaşlarıyla sıcak bir ortma da yemek yemişti. Çınar sanki ne dediğinin farkına varmış gibi alttan bakışlarını bana yöneltti. Göz göze gelince sessiz kaldım. Yavaşça ayağa kalkarken sandalyenin ayağı yere sürtünerek ortama ses bırakmıştı. Ocağın başına geçerken,
''Sana kahve yapayım.'' Dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.
''Gerek yok, otur yemeğini ye.''
''Hayır sana kahve yapacağım.'' İnadım tutunca yapmak zorundaymışım gibime geliyordu. Ocağın üstüne aldığım kahveyi kısık ateşte karıştırdım ağır ağır.
''Sena nasıl?''
''İyi olmaya çalışıyor.''
''Haddim değil ama onlar neden evlendi?''
Dolaptan çıkardığım fincana pişen kahveyi boşalttım. Üst raftan aldığım çikolata paketini açıp parçalara böldüm. Kahvenin yanına bıraktığım çikolatanın bir kısmını kendim için masaya bıraktım. Kahveyi önüne bırakıp yerime oturduğum. Geriye kalan çikolatayı ısırıp yerken ondan cevap bekledim. Ağzına attığı çikolatanın üstüne kahvesini içti.
''Bizim aile de dışardan evlenmek yoktur. Cemiyette herkes birbirini tanıyor ve anlaşıyor. Gençlerin evlilik yapması bizim aile içinde ki
bağı güçlendiriyor. Hem onları korumak daha iyi oluyor.'' Duyduklarımla gözlerimi büyüttüm. Nasıl yani?
''Nasıl yani? İstemediğiniz bir evlileğe mi sürükleniyorsunuz? Bu çok saçma Çınar. Siz işinizin başında olacaksınız diye hayatlarını mı mahvediyorsunuz? Bu çok canice.'' Kızgınlıkla sarf ettiklerimle kaşlarını çattı.
''Alev kimse bu evliliğe zorlanmıyor. İsterlerse evleniyorlar bu kadar. İstemeyen köşede duruyor. Cemiyet bekarlarla dolu.'' Rahatlıkla söylediği cümleye hormurdana homurdana çikolatamı ısırdım. Canice katlettiğim çikolata ağzımda erirken altan ona onaylanmaz bakışlar atıyordum.
''Ama Sergen ve Sena bu evliliği istememiştir. Gözlerinden belli her ikisininde.''
''Onların durumu farklı Alev.''
Kafam karışık halde yüzüne anlamsızca baktım. Fincanı kafasına dikti ve ayağa kalktı. Gidiyordu. Kapıya kadar eşlik ettim. Çıkmadan önce onu durdurmak için koluna dokundum. Omuzunun üstünden bana baktı. ''Sana mesaj atabilirim artık değil mi? Ne bilim canım sıkılırsa falan ya da evine gelebilir miyim?'' Konuşmadı ama beden dili bunu onaylayarak kabul etmişti. Önüne dönerek basamaklardan indi. Karanlık onu yutana kadar gidişini izledim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |