4. Bölüm

4. Bölüm

MURAT AYMAN
ayman01

Tek tük insanlar geçiyor, kimi düşünceli kimi dalgın. Bu cadde, üzerinde yürüyen insanların, kendileriyle baş başa kalmalarını sağlayan bir güce sahip sanki. İleriye bakarak yürüyen de var, etrafına bakarak yürüyende ama ortak özellikleri, kendileriyle olmak gibi. Dikkat dağıtacak başka unsurların olmamasının etkisi de var tabi.

Aşağılara doğru bakmaya devam ediyorum. Tarlaların bereketi, gözle görülür kadar net. İnsanın verdiği emeğe karşılık, toprağın hediyesi oldukça kıymetli. Nankörlüğü bilmeyen toprak, her haliyle kabullenmiş gibi insanoğlunu. Ekilen tohumların ne olduğuna bakmadan, gördüğü ilgi ve alakanın bir ödülü gibi veriyor hediyesini. Ne ilginç değil mi toprakla olan münasebetimiz. Elde avuçta tutulan, asırlardır uğruna kan dökülen, dünyaların sahibi olsak ta , hikayenin sonunda yine toprağa gömülen bizlere, sonsuzluk armağan ediyor gibi. Ne bir eksik ne bir fazla, hepimizin üzerini örtecek kadar çok var doğada. Ağaca yuva, insana hem yiyecek hem de mezar olan toprak, çeşitliliği ile hepimize ders veriyor aslında. Toprak için kan döken o eski hükümdarlar bile toprak oldu, ancak halen kavgaları bitmedi. Kan dökmekten vazgeçmediler ve toprak olacaklarını bile bile de vazgeçmeye niyetli değiller. Bir an, zalim olanların belki de toprakta huzur bulamayacaklarını düşündüm. Kendisi bahane edilerek yapılan zalimliklere kayıtsız kalmıyordur belki.

Toprağın ifade ettiği bu kadar çok olgu var işte. Çok değerli, çok kıymetli. Yaradılışımızda bile mayamızda bulunan toprak dünya üzerindeki en değerli varlıklarımızdan. Herkes için farklı anlamlar taşıması da muhtemeldir. Mesela benim için, toprak, önce annemi sonra dedemi ifade ediyor. İkisi de toprağın himayesinde. Ne zaman görsem aklıma gelir. Yağmur ve toprak kokusu annemim kokusudur ve doğa sayesinde hep yanımdaymış gibi hissederim.

Hava, garip bir şekilde renk değiştiriyor gibi. Güneş ışınları, bulutlarla, yer yüzüne ulaşma savaşına başlamış ve bulutlara da kendi renginden bir tutam bulaştırarak, onların görsel olarak , boyaya düşmüş pamuk gibi görünmesini sağlıyor. Bembeyaz bulutlar, turuncu renge bürünüp, bayramlık kıyafetlerini giyen neşeli çocuklar gibi duruyor gökyüzünde. Bizlere, böyle güzellikler yaşatan gökyüzünün altında umutsuz olmak, mutsuz olmak, sevgisiz olmak hem ruhumuza hem de bedenimize ihanet etmektir. Ne yana kafamızı çevirsek umudu görebiliriz, ne yana baksak, mutlu olmak için bir sürü sebep bulabiliyoruz. Fakat, ya kafamızı çevirmiyoruz, ya da görmek için bakmıyoruz. Yaşamak için geldiğimiz Dünya’ya bazen varlığımızla bile ihanet ediyoruz, neyse ki karşılığını vermiyor ihanetimizin bu sebepten hep tek taraflı savaşlarla devam ettiriyoruz yaşamımızı. Yere düşen bitki tohumu da, hayvanların yeni doğan yavruları da hatta uçsuz bucaksız denizlerde yaşayan türlü türlü canlılar da bizim yerimize özür diliyor dünyadan. Bir biz kalıyoruz geride, ve tüm alem sanki biz iyi olalım diye durmaksızın çalışıyor, hissediyoruz, biliyoruz ancak umursamak içimizden gelmiyor sanki. Her günün aynı olduğunu sanıyoruz, her saniye bile farklılaşırken. Her günümüzü dünyadan ve diğer canlılardan özür dileyerek geçirsek biliyorum ki buna ömrümüz yetmez. Sınırsız olmadığını bile bile , bu kadar hoyratça yaşamak bize yakışmıyor.

Ladin Ağacım, insanların ömrüyle, ağaçların ömrünün bir olmadığını söylerdi. Ağaçlar çok daha uzun yıllar yaşıyormuş. Mesela benim dedemin arkadaşıyken, şimdi benim arkadaşım oldu, ve daha çok uzun zaman bahçemizde, yani bizlerden sonra da orda durmaya devam edecekmiş. Bir hatıra defteri tutmaya kalksa sayfalar dolusu anı biriktirebilirmiş. Ancak yaşamın, doğal koşullarda uzun olabileceğini de belirtirdi. Dışardan herhangi bir olumsuz müdahale olmaması ve havanın doğal mevsiminde olması gibi. Özellikle de eklerdi, önemli olan uzun yaşamak mı, dolu dolu yaşamak mı diye. Hayallerinin peşinden giden insanın, hayallerine ,ulaştığında ölümsüz olması da mümkünmüş. Bugün hayatta olmayıp, adını andığımız, bıraktığı eserleri her gün yeniymiş gibi inceleyip, hayretler içinde gözlemlediğimiz o kadar çok şey var ki, bedenen ölmek, onlar için hiç zor olmamıştır. Hatta belki de . sıkıştıkları bedenden çıkan özgür ruhlarıyla, daha da geniş bakıyorlardır artık her bir nesneye.

Kimsenin kimseden daha üstün şekilde yaratılmadığına inanırım. Kimimiz yeteneklerinin farkına varıp ilerliyor, kimimiz kendi için önemli olduğunu düşündüğü bir yola girip en iyisi olmak için çabalıyor ve çoğumuz da durup kendimize kulak vermeden, ruhumuzun bizlere neyden bahsettiğini bile önemsemeden bom boş yaşıyoruz. Hani demiştim ya dünyaya gelme amacımızı bulmamız lazım diye. İşte önce ruhumuzu dinlememiz gerekiyor, vicdanımız bizi bu konuda defalarca uyarmış olmalı, huzursuzluğun bünyemizde yer etmiş olması bundandır belki. Bazı olaylara gerektiği zaman, gerektiği tepkiyi vermemiş olmamızdandır umutsuzluğumuz, var oluşumuzda bizimle birlikte olan bir sürü duygudan, yaş aldıkça yoksun kalmış olmamız, bundandır belki. Başlayıp ta devam etmediğimiz ne çok iş vardır, başlarken, içimizi kaplayan heyecanın bir süre sonra yok olduğunu sandığımız. Oysa, heyecan bitmemiştir aslında, devam etmememizin sebebi çok fazladır, örneğin ‘ ya bana gülerlerse’, ‘o bile yapamamış, ben nasıl yapayım’ , ‘ ya kimse beğenmezse’ bir sürü sebep sıralanır bunlar gibi. Bu aslında korkunun değil, utanmanın sebebidir. İnsanlar utanmaktan korkar, bu korku onları durdurur işte bu korkudan korkmayan da, korkanların alkışlarıyla ilerler hayatında. İnsan kendisi için bir şeyler yapmalı, ilk önce kendisi beğenmeli, sahiplenmeli ve devam etmeli. Dünya üzerinde varlık olarak bulunmamız için ruhumuz bir bedende bulunuyor. Beden eskiyor, yıpranıyor ve yaşlanıyor hem de o kadar özen göstermemize rağmen. Ayna karşısında bazen dakikalar bazen de saatlerce süslenmez miyiz? Bu süre aslında, ayna da kendimize bakıp, kendimizi beğendiğimiz zaman son bulur. İşte o zaman, diğer insanların arasına karışabileceğimizden emin olur ve o öz güvenle çıkarız dışarıya. Özgüvenimizin temeli aynada da kendimizi görüp beğenmiş olmamızdır. İşte, istediğimiz kadar bakım yapsak ta bedenimizin eskimesini engelleyemiyoruz. Ancak hiç eskimeyen ruhumuza ise özen göstermiyoruz ve varlığını bile unutuyoruz. İlk önce ,ruhumuza bakım yaparak yaşamayı öğrensek, aynalarda geçici özgüven aramayacağız belki. Bunun içinde, beden için harcandığı kadar emek ve zamana da ihtiyaç yok üstelik. Karar almak, hedef belirlemek ve şu ‘ elalem ne der’ kalıbından kurtulmak lazım. Rumuz için bile doktor var düşünsenize ne kadar önemli bir şeye sahibiz. Sadece ruhumuzu dinleyecek, sadece ruhumuzla ilgilenecek bir bilim var ve biz bu bilimi Volkan gibilerin hayatları için var zannediyoruz. Hepimizin içinde bir Volkan var ve biz yokmuş gibi davranıyoruz tıpkı dünyadaki bizden başka diğer her şeye davrandığımız gibi. Çoğunluğumuz, iyileşmek zorunda olan ve bunun ya farkında olmayan ya da olmadığını düşünen hastalarız. İyileşmemiz için bir bilim dalı var ancak kabul ettiğimiz taktirde yardım edebilirler. Hepimizin iyileşmek için bir sebebi olmalı.

Bankta ve bulutları izlemeye devam ediyorum. Güneş, yavaş yavaş veda etmeye hazırlanıyor bu beyaz bulutlar güneşten sonra gökyüzünde görünemeyecek olmanın hüznüyle sarılmış güneşin renklerine ve akşamın yaklaştığını haber veriyor. Kuşlar, yavaş yavaş yerlerini alıyorlar geceye varmadan, yuvalarında olacaklar ve ağaçlar her durumda olduğu gibi gökyüzüne uzanarak bekleyecekler sabahı ve belki de güneş ilk onları selamlayacak. Bizim evde akşamlar ve geceler çok sakin geçer. Genelde odamda olurum çok seyrek çıkarım oturma odasına. Kendimi en çok odamda mutlu hissederim, çünkü hem penceremden Ladin ağacımı görebilirim, hem de annemi en son gördüğüm yerde olmaktan mutluluk duyarım. Annemim evin her yerinde anısı vardır elbette ancak kokusunu alabildiğim tek yer odamdır. Çünkü en çok odamda sarılırdı bana. Penceremi bile açmak istemem bazen , kokusu gider diye sonra da hayallerimde bile kokusunu diri tutarak açarım penceremi içerisi neyle dolarsa dolsun, pencere kapandıktan sonra annem kokmaya devam eder. Size yol gösterecek kadar bilge değilim ancak şunu söyleyebilirim, sevdiklerinize sımsıkı sarılın ve kokusunu hafızanıza yer edin, günün birinde yoksun kaldığınızda, başka teselli kaynağınız olmuyor.

 

Bölüm : 03.12.2024 12:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...