40. Bölüm

FİNAL “PART 1”

Ayşegülcee
aysegulcee1

Ayn'ür rıza ile bakmak nedir bilir misin?

Kusur görmeden, muhabbet ile bak sevdiğine.

Sen bu kirli dünyanın içindeki pencere önü çiçeğisin Menekşe'm

Sen bu kirli dünyanın içindeki pencere önü çiçeğisin Menekşe'm...

🌺

Kulaklarım uğuldarken kalbim acıyla çarpıyor göğsümdeki nefes bir iğne gibi batıyordu ciğerlerime. "Oğlum!"

Nuh donup kaldığımı görünce yüzümü tutup hafifçe sarstı. "Menekşe'm!"

Gözlerimdeki yaşlardan bardaktan boşalırcasına yağan yağmurdan hiçbir şey göremiyordum. Yanıbaşımıza kurşunlar düşmeye başlayınca beni kollarının arasından çıkarmadan uzaklaştırmaya çalıştı ama ona direndim.

"Oğlum!" Can havliyle kollarından kurtulmayı başardığımda yüreğim alev alevdi. Oğlumdan başka bir şey düşünemiyordum şu anda. "Nuh bırak beni!"

"Menekşe!" Yüzüme öyle baktı ki gözlerindeki o sersemlemiş ifadeye yüreğim sızladı. "Sen ne dedin?"

"Nuh..." O hiçbir şey bilmiyordu. Canımın içi baba olacağını hiç öğrenmemişti demek. Bunu ona neden söylemediklerini anlıyordum. Kızsam da kırılsam da hak veriyordum. Karnımda bebeğimizle nerede olduğumu bilmemek onu daha da perişan ederdi.

Aramızdaki sessiz bakışma sürüp giderken oğlumun, "Anne!" diye bağırdığını işittim. Ömer'in ağlamaklı sesi hızla arkamı dönmeme yetti. Asiye kucağında Ömer'le yolun diğer tarafından bize doğru koşuyordu. Dünyalar benim oldu o an. Asiye bana dünyaları getiriyordu. Oğlumu ağlarken görünce benim de dudaklarımdan gayriihtiyari hıçkırıklar koptu.

"Annem..."

Yanlarında bir adam daha vardı. Kendimi can havliyle Nuh'un kollarından kurtarıp onlara doğru koştum. Yüreğim ağzımda atıyordu. Ortada öylece duruyorlardı ve kurşunlardan biri onlara gelebilirdi. Bütün duyguları aynı anda yaşamanın adıydı içinde bulunduğum şu durum.

"Menekşe!" Nuh'un gür sesi silah seslerinin arasında yankılandı.

Asiye'ye doğru koşup oğlumu kucağıma aldığımda boynuma sarılışına içim titredi. "Annem!"

Nuh olduğu yerde donmuş kalmıştı. Benimse yağmurla ıslanmış ayakkabılarım çamurun üzerinde kayıp durdu oğluma ulaşana kadar. "Ömer'im." Ömer'i kucağımdan indirip ona doğru döndüğümde göz yaşlarımı sildim. "Nuh."

Kıpırdamıyordu. Gözleri ıslaktı. Bir bana bir oğlumuza bakıyordu ama tepkisizdi. Korkmadan edemedim bu haline. Ona doğru ağır ağır yürüdüm. Şaşkınlıkla bir bana bir Ömer'e bakmaya devam etti. Saçlarında ve yüzünde çamurlar vardı. Önünde durdum ve ellerinden tuttum. Taş kesilmişti. Buz gibiydi. İçim gidiyordu bu haline. Öperek ısıtmak istedim.

"Canımın içi," dedim. Silah sesleri giderek bizden uzaklaşıyordu. "Tanışman gereken biri var."

Asiye'nin yanındaki adam Ömer'in başına şemsiye tutunca minnetle baktım. Oğlumu bana getirmişlerdi. Haklarını ne yapsam ödeyemezdim.

Sevdiğim adama döndüm yeniden. Nefes almıyor gibiydi. Korktum. Koluna dokundum yavaşça. Diğer elimi kalbine yasladım. Çok hızlı atıyordu. Gözlerini Ömer'in üzerinden çekti ve gözlerime sabitledi. "Sevgilim..."

"Menekşe..." Sesini en son Çiçek yengemin mezarındayken böyle ağlamaklı duymuştum. Karşımda bambaşka bir adam vardı. Ben bu Nuh'u tanımıyordum. Yaşadığımız acılar ikimizi de olgunlaştırmış ve değiştirmişti. "Se-sen hamile..." Elini saçlarının arasına daldırıp gözlerini sıktı. "Bu bizim..."

"Oğlumuz," dedim. "Ömer Ali." Onu Nuh'umla hiçbir zaman tanıştıramayacakmışım gibi hissediyordum. Şükürler olsun ki Rabbime hiç ummadığım yerden açmıştı cennetin kapısını bir kez daha.1

Dudakları beş karış açık dizlerinin üzerine düşünce yeniden ağlamaya başladım. Onu sevmeme sebep olan o koca heybetiydi en çokta. Hangi yaşta olursak olalım arkamızdaki kocaman duruşuyla gönlümü fethetmişti koca oğlan.

Şimdi ise çaresizce önümüzde diz çöküyordu. "Menekşe..." Elini yavaşça Ömer'e uzattı. Oğlum bana bakınca başımı salladım. Kendisine dokunmasına izin verip vermeyeceğini bana soruyordu. "Ömer..."

Elini önce saçlarına sonra yüzüne yavaşça dokundurdu. Ömer sakince nefes alıp verirken Nuh'un ağladığını gördü ve o da minik elini babasının yüzüne, gözlerinin altındaki yaşlara dokundurdu. "Niden ağliyoşun baba?"

Ömer'in Nuh'a baba deyişi ikimizi de kalbimizden vurdu. Ağlayarak Nuh'un önüne dizlerimin üzerine düştüm. Konuşmalarımızı anlamaz sandığım oğlum babasını hissetmiş ve onu tanımıştı. "Annem," dedim oğlumun saçlarından öperken. "Tanıdın mı babanı?"

İki eliyle babasının yüzüne dokundu, sevdi. Nuh elini öptükçe o babasına daha çok yaklaştı. "Oğlum..."

"Bıcı bıcı yaptıysın annem," dedi Ömer bana dönüp. "Ek omuş babam."

"Babam..." Nuh bir anda oğlumuzu göğsüne çekip sımsıkı sarılırken Asiye ağlayarak yanıma diz çöktü. Sarıldım ona. Karşımda duran manzara için günlerce ağlayabilirdim. "Oğlum," dedi Nuh. Bir kelime bu kadar içten söylenemezdi. Öyle yakışmıştı ki dudaklarına. "Menekşe'm." Bir eli yanağıma uzandı. "Sizi bana verene kurban olurum ben."

Ömer'i kucağına aldı, beni kolunun altına çekti hemen. "Karakola geçelim," dedi. "Çok ıslandınız." Telsizini çıkarıp timiyle irtibata geçti karakola doğru yürürken.

Karakola girer girmez Ömer'le beni sobanın önüne oturttu ve önümüzde diz çöktü. "Menekşe'm gitmem gerek," deyince başımı hızla salladım. "Geleceğim. O şerefsiz herifi sağ ele geçirmiş bizimkiler."

"Nuh," dedim yüzüne dokunurken. "Çabuk dön."

Yarım yamalakta olsa güldü ve elimin içini öptü uzunca. "Aksi mümkün mü dağ çiçeğim? Bir dakika ayrı kalmaya tahammülüm var gibi mi?" Dudağını ısırdı sinirle. "Ulan ben sana dağ çiçeği derken bunu kastetmiyordum ki." Sinir bozukluğu ile güldü. "Aklımı oynatmamam için bir şeyler yap Menekşe'm. Bu sevinç beni öldürecek gibi."

Elimi dudaklarına vurdum hafifçe. "Ne biçim sözler bunlar?" dedim sitemle. "Oğlumuzun yanında hem de."

Ömer'e bakıp küçük çocuklar gibi güldü. "Oğlumuz." İçi titriyordu ona dokunurken. "Bu rüyaysa kafama sıkarım Menekşe'm."

"Nuh!"

"Affedersin güzelim," dedi. "Gideyim. Kaldıkça size baktıkça saçmalıyorum." Önce benim sonra Ömer'in alnından öptü. "Kuru kıyafetler getireceğim size. Yiyecek falan. Sabaha karşı evimize gideceğiz ömrüm."

Evimiz. Her köşesi burnumda tüten gariban evimiz. Her zerresi saraylardan kıymetliydi şimdi benim için. Asiye ve Ömer sobanın önünde otururken ben Nuh'u yolcu etmek için peşinden çıktım.

"Nuh."

Yürürken sesimi işitince hızlıca arkasını döndü ve karşısında beni görünce kaşlarını çattı. "Gir içeri Menekşe." Köye sis çökmeye başlamıştı. Etrafına bakındı endişeli bakışlarıyla. "Hasta olacaksın kurban olduğum."

"Tamam gireceğim. Biraz daha görmek istedim seni." Bir saniyenin altın kıymeti vardı bizim için. "Çok özledim..."

Böyle söyleyince koşarak yanıma geldi ve ben daha bir şey söyleyemeden belime dolanan kollarıyla beni göğsüne çekti. Dudakları nefesimi kesti konuşamadım. Ellerim ensesine dolanıp saçlarına çıkınca parmaklarımın üzerinde yükseldim. Dağ başında, sis çökmüş bir köy karakolunun bahçesinde deliler gibi öpüşürken Ömer'in sesi aramıza bir yıldırım gibi düştü.

Ben onu o beni nasıl ittik bilmiyorum. Yüzüme bir ateş düştü oğlumun sesiyle. Ömer ikimize şaşkınlıkla bakarken ben hemen onu kucağıma alıp Nuh'a son kez baktım. Sanki bu beni ilk öpüşüydü. Çok utanıyordum. "Dikkat et."

Biz içeri girerken o da tepeyi aşıp gözden kayboldu. Ömer kucağımda yüzümle oynarken ben hala şokun etkisindeydim. Ne söyleyeceğimi de bilmiyordum. "Çok özlemiş," dedim. "Baba anneyi özlemiş."

Asiye şaşkınlıkla ikimize bakarken onun da pencereden bizi gördüğünü anladım. "Asiye fena yakalandık."

Ellerini iki yana açıp güldü. Sanırım olur öyle şeyler demek istiyordu. Ömer ilgimi çekmek için yüzüme ve saçlarıma dokunmaya devam ederken bize getirdikleri battaniyeyi sobada ısıtıp ona sardım. "Baba öslemiş..."

"Evet anneciğim." Bebek kokulu saçlarını öptüm. Sobanın etkisiyle gözleri kapanıyordu. "Biraz uyuyalım olur mu?"

"Baba ditti," dedi küçük ellerini göstererek. Başını göğsüme bastırdım. "Gelşin ösledim anne."

"Baba artık gitmez anneciğim," dedim. "Sen uyandığında burada olacak tamam mı?"

Uykunun etkisiyle kısılan gözlerini kapatıp açtı. Daha rahat uyuması için bende uzandım onunla. Aklım hep onda olmasına rağmen ayların hatta yılların yorgunluğuyla gözlerim ağırlaşıyordu. Direnmek imkansızdı. Pes edip gözlerimi kapadım. Uyursam vakit daha çabuk geçerdi hem.

🌺

Agah'ın telsizden o soysuz köpeğin etkisiz hale getirildiğini bildirdiğinden beri kanım damarlarımda deli akıyordu.

Sığamıyordum ne yere ne göğe. Sevdiğimle arama yıllar sokan beni evladımdan ayrı koyan o adamın elimizde hem de nefes aldığını düşündükçe ciğerini ellerimle canlı canlı sökesim geliyordu. Bunu yapmama kim engel olabilirdi? Kim durdurabilirdi beni?

Canlı yakalanan teröristlerin bizimkilerin ellerinde olduğunu görünce adımlarımı hızlandırdım. Evin önünde diz çöktürmüşlerdi. Aralarından hangisinin o olabileceğini anlamaya çalışırken en arkada Agah ve Ali Rıza'nın elinde olan kır saçlı adamı gördüm.

Komutan beni görünce arkadaşlarıma emir verdi. "Yusuf! Fahri! Tutun şu deliyi."

İkisini de kenara savurup duvarın üzerinden atladım ve ellerinden çektiğim adamı yere serdim. Hiç düşünmeden üzerine çıktım ve yumruğumu çenesine indirdim. Hiç biri beni üzerinden almaya çalışmadı. "Nuh," dedi Komutan saniyeler sonra. "Derhal o soysuzu bırak."

Saniyeler içinde kana bulanan yüzüne tükürüp istemeden de olsa ayağa kalktım. Benim içimdeki yangın hala çok tazeydi. "Sakin ol koçum," dedi komutan. İki eliyle omzumu sıkınca acıyla kapadım gözlerimi. "Sorgudan önce ölsün mü istiyorsun?"

"Ne sorgusu komutanım?"

"Söylemesi gereken şeyler var oğlum! Ne yap ne et konuştur." Omzumu bırakırken göz kırptı. Sorgu bahaneydi. Onu benim elime teslim ediyordu. Minnetle baktım gözlerine.

"Emredersin komutanım!"

Agah ve Ali Rıza o soysuzu çamurların içinden kaldırırken kendimi teskin etmekte zorlandım. Sakinleşemiyordum. Oğlumla Menekşe'min neler yaşadığını düşündükçe öfkeyle dolup taşıyordum. Aileme, bana yaşattıklarını düşündükçe deliriyordum.

Canlı yakalanan teröristleri ayağa kaldırıp evin bahçesinden çıkarırlarken Ahmet girdi koluma. "Nefes al gardaşım," dedi. "Sabret birkaç saat daha."

Timin diğerleri de benim kadar şaşkındı. Buraya gelirken içimde bir his vardı lakin ihtimal dahi vermedim. Menekşe'mi burada bulacağıma dünyada inanmazdım.

"Ne yapsam sönmeyecek bu içimdeki ateş. Mevlam bana sükunet versin." Arkamdaki tek katlı eve baktım. "Sen git Ahmet. Ben birazdan geliyorum." Ahmet omzuma vurup "Dikkat et," dedikten sonra diğerlerinin peşinden gitti. Kapısı, penceresi kurşunlarla parçalanmış eve doğru yürürken bütün kemiklerim sızlıyordu. Burada mı doğmuştu benim oğlum?

Menekşe'min yaşadığı acıları düşününce bütün kemiklerim aynı anda kırıl sanki. Dayanamıyordum. Düşündükçe avazım çıktığı kadar bağırmak geliyordu içimden. Evin içine girince eski bir çekyatla üzerinde meyve olan ahşap bir sehpa ile karşılaştım. Odada bunlardan başka hiçbir şey yoktu.

Çekyatın üzerindeki örgüye ve oyuncak ayıya bakınca gözlerim puslandı. Örgüyü ve oyuncağı elime alıp burnuma götürdüm. Üzerlerinde hala kokuları vardı. "Affet beni dağ çiçeğim." İçim içime sığmıyordu. "Daha evvel gelemediğim için beni affet."

Doktor gelmiş miydi? İlaç alabilmiş miydi? Oğlumu bir başına mı doğurmuştu? Canı çok yanmış mıydı? Tüm bunlara bir cevap ararken aslında hiç duymak istemediğimi biliyordum. Oyuncağı göğsüme bastırıp avazım çıktığı kadar bağırdım. Yaktım yıktım önüme ne gelirse dağıttım.

Ne kadar zaman geçirdiğimi bilmediğim bu evin tam ortasına dizlerimin üzerine düştüm. Kırık pencelerindeki tüller içeriye doğru süzülüyordu. Kapı rüzgardan çarpıyor mutfaktaki musluktan su damlıyordu. Oğlumla Menekşe'mi düşününce güçlükle ayağa kalktım. İçimdeki ateş bir nebzede olsa sönmüştü.

Evden çıkmadan önce eşikte durdum ve son kez içeriye baktım. Bir torbaya koyduğum eşyalarla evden çıkarken adımlarım hızlıydı. Oğlum şimdiden burnumda tütüyordu. Evlat böyle bir şeydi demek. Her an her saniye özlemekmiş baba olmak.

Yol boyu kokladığım oyuncak ve örgü patikler bana güç kuvvet oldu. Şu kısacık mesafeyi bile aşamıyordum bir türlü. Meğer ne zormuş sana çıkan yollar dağ çiçeğim. Ne meşakkatliymiş böyle sana sevdalanmak.

🌺

Hissettiğim aşırı sıcaklık yüzünden gözlerimi aralarken çok susadığımı fark ettim.

Ömer hala koynumda uyurken onun yanına kıvrılmış uyuyan Nuh'u gördüğümde pencereden dışarı baktım. Hava epey kararmıştı. Soba sönmüştü ve Asiye burada değildi. Önce onu merak ettim sonra Nuh'un neden beni uyandırmadığını. Ne zaman gelmişti acaba?

Elimi yanağına doğru uzattım. Sakalları çok uzamıştı. Kim bilir kaç gündür dağdalardı? Bir eli oğlunun elini tutmuştu. Çok güzellerdi. Bu benim hayallerimin çok ötesindeydi. Bakmaya kıyamıyor doyamıyordum.

Uzunca seyrettim güzel yüzünü. Üç yıl. Üç koskoca yıl girmişti aramıza. Dile kolaydı. Nasıl geçmişti günler ben bilmiyordum. Şüphesiz hasretine dayanmamın tek sebebi dualarımdı. Kavuşacak olmanın verdiği o umut. Oğlumun saçından öptüm. Tabii birde minik mucizem. Biraz terlemişti. İkimizin ortasında olduğu için fazla sıcak olmuştu.

Ne kadar uyandırmak istemesemde uyansın ve hasret gidereyim istiyordum. Ömrüm boyunca bencil bir insan olmamıştım şimdi ilk kez kendim için bir şey istiyordum. Onu. Sevdiğim adamı istiyordum. Ben bugün bencil olmak istiyordum.

Eğildim ve burnunun ucundan sertçe öptüm. Bir anda gözlerini açınca gülümsedim. "Neden uyandırmadın beni?"

Yavaşça kalktı ve ömer'in üzerini örtüp alnından usulca öptü. "Oh! Mis gibi kokuyor Menekşe'm bu. Tıpkı senin gibi." Yanağımı okşadı. "Kıyamadım güzelim. Çok huzurlu uyuyordun. Nasıl bölebilirdim?"

"Ben böldüm ama."

"İyi yaptın," dedi. Doğruldu ve ayağa kalktı. "Yoksa sabaha kadar uyurdum ben."

"Kim bilir kaç aydır düzgün uyumuyorsun Nuh."

"On aydır," deyince yüreğim sızladı. "Daha doğrusu üç yıldır ömrüm."

Bileğimden tutup beni kendine çekince kokusunu içime çektim uzunca. Bir daha bu kokuyu alamayacağım diye çok korkuyordum. Şükürler olsun ki yine sevdiğim adamın sinesine sığınmıştım. "Çok özledim," dedim. Ömer uyanmasın diye fısıldayarak konuşuyordum. "Özlemekten delirdim canımın içi."

Burnunu kulağıma sürterken güldü. "Bunlar benim laflarım," dedi. "Senden duyunca içim bir hoş oluyor kız."

Dudağını yanağıma sürtünce aynı hoşluk benim de içimdeydi artık ama şimdi sırası mıydı?

Ne yeri ne zamanıydı. Kazağımın yakasını çekiştirip dudaklarını bu kez boynuma sürttü. "Peki benim ne kadar özlediğimi biliyor musun?" Nefesi çok sıcaktı. "Biraz şurayı." Dudağını sürterek çenemden öptü. "Biraz burayı." Dudaklarımın üzerinde beklerken elimin altındaki kalbi yolundan şaşmış gibiydi. Eli göğsümün üzerinde durup aşağıya doğru inince omuzlarından tutundum. "Biraz o..."

Elimi dudaklarına bastırdım. Yüreğim ağzımda atıyordu. "Lütfen sus," dedim. "Nuh lütfen..."

"Lütfen ne?" diye fısıldadı. "Ne lütfen ne?"

"Ö-Ömer..." Sayesinde dilim dönmüyor kekeliyordum. "Arkadaşların içeride..."

"Asiye Ömer'e birkaç saat bakamaz mı?"

"Ne-ne için soruyorsun? Yani bakar ona alışkın ama..."

"Güzel," dedi çapkın gülüşüyle. "Çağır gelsin Menekşe'm."

"Nuh," dedim yalvarır gibi. "Evimize gidelim önce."

"Söz koklaşacağız biraz," dedi. "Vallahi öpüşeceğiz sadece."

"Nuh!"

"Nuh sözü ya!"

Başımı iki yana sallayıp dışarı çıkınca Asiye'nin nerede olduğunu sormadığımı fark ettim ve geri döndüm. Şaşkın ve heyecanlı halimi görünce keyifle sırıttı. "Girişteki odada."

"Sağol!"

Asiye uyanıp Ömer'in yanına gelince Nuh kapının arkasına astığı montunu alıp omuzlarıma örttü ve bizi karakolun dışına çıkardı. Serin hava yüzüme bir tokat gibi çarpınca koluna sarıldım. Nereye gittiğimize dair en ufak bir fikrim yoktu. Hayretle onu takip ediyordum. "Nuh!"

"Söyle gülüm."

"Nereye gidiyoruz? Bak tehlikeli değil mi? Daha kaç saat oldu pusuya düşeli?"

"Ben yanındayım korkma. Oğlumuz da orada güvende. İki keskin nişancı izliyor karakolu. Amcaları kuş uçurtmaz."

Elimi bırakmadan bizi eski bir evin arka tarafına dolaştırırken çamurlara bata çıka peşinden sürükleniyordum. Ben söylendikçe o daha da keyif alıyordu. Büyük ahşap bir kapıyı açınca peşinden içeri girdim. Kenardaki düğmeyle ışığı açınca şaşkınlıkla ona doğru döndüm. Göz kırpıyordu birde. "Samanlık?"

"Hı," dedi kendini saman yığınının üzerine atarken. "Hep samanlık seyranlık olsun istemişimdir ömrüm."

"Nuh sana inanmıyorum," dedim. Gülmek ve ağlamak arasında gidip geliyordum. "Bir
İnsan hiç mi değişmez ya?"

Doğruldu ve bileğimden yakalayıp beni de yanına çekince elimde olmadan kahkaha attım. "Ne var dağ çiçeğim? Samanlık seyran olmasın mı bu gece?"

Arsızlık deyince de Nuh bir numaraydı. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Saçındaki samanı alırken hala gülüyordum. "Hani sadece öpüp koklaşacaktık?"

"Hı," dedi üzerime eğilirken. Bütün ağırlığını bana verince savunmasız kaldım. "Öyle yapacağız zaten ama olurda kendime hakim olamayıp Ömer'e bir kardeş yapma aşamasına gelirsem oğluma mı basılsaydım odada Menekşe'm?"

Yok benim bir değil iki çocuğum vardı hem de en munzurundan. "Sana inanamıyorum," dedim. "Şu an beni samanlığa attığına inanamıyorum."

"Çok özledim," dedi. Sesinin tonu da bakışlarının rengi de değişti. "Şu kokunda boğulmak için kaç gece dua edip hayal kurduğumu bir bilsen."

Biliyordum çünkü bunları düşleyerek uyuduğum gecelerin haddi hesabı yoktu. "Bitti artık canımın içi. Bunları konuşmanın bize hiçbir faydası yok. Unutup hayatımıza en güzel yerden devam edeceğiz. Hem de artık üç kişi olarak."

Elini kazağımın altına soktu. İrkildim önce çünkü çok soğuktu. "Belki dört," dedi. Dudakları yeniden keşfe çıkmıştı. "Belki beş..."

"İnşallah," deyince gözleri büyüdü. Ne? Benden böyle bir şey beklemiyor muydu? Benim bundan sonra Allah'tan tek istediğim sağlıkla sevdiğim adamla çoğalarak mutlu bir hayat sürdürmekti. "Ömer üç yaşına girince bir kardeş istiyorum."

"Sen böyle konuşurken ben sözümü tutamam ki," dedi. Dudakları boynumda olduğu için sesi boğuk çıkıyordu. "Bal mı yedin vicdansızın kızı?"

Bir anda doğruldu ve bileğimden tutup beni de kaldırdı. Üzerimizdeki samanları temizleyip saman yığının arkasına dolaştık. Orada bir kapı daha vardı. Kapıyı açınca evin içi göründü. "Nuh kimin evindeyiz bilmiyoruz."

"Muhtarın," dedi. "Kimse yok merak etme."

Peşinden giderken omzuna vurdum. "Sen her şeyi planlamışsın ama!"

Omuzunun üzerinden bakarken muzipçe sırıtıyordu. "Beni iyi tanıyorsun Menekşe'm."

Ön kapıyı kilitleyince elimi alnıma vurdum. Ben neden şaşırıyordum ki? Söz konusu Nuh ve yalnız kalmak olunca şeytana bile pabucunu ters giydirirdi. "Şu an resmen beni oyuna getirdin asker bey farkındasın değil mi?"

"Eee işimiz bu güzelim. Mesleki deformasyon."

Üzerindeki kamuflajı çıkarırken bana doğru yürümeye başladı. Şu an köşe bucak kaçmak istiyordum fakat fena sıkıştım. "Soba!" diye bağırınca kahkaha attı. "Üşüdüm Nuh! Ev çok soğuk."

"Ben ısıtırım seni Menekşe'm. Boş ver şimdi sobayı." Altındaki fanilayı da çıkarınca üzerinde sadece pantolon ve künyesi kaldo. Vücudundaki izlere bakarken donup kaldım. "Menekşe..."

"Nuh bunlar..." Ona doğru yaklaşıp elimi yaralara dokundurdum. "Neler oldu canımın içi? Anlat bana."

"Hani bunları şimdi konuşmayacaktık?" Göğsünün üzerindeki ellerimi tuttu ve parmaklarımın uçlarını tek tek öptü. "Hiçbiri sensizlik kadar yakmadı canımı."

Kollarını belime dolayıp hafifçe kendine doğru çekti ve dudaklarımızı birleştirdi. Şefkatle öptü beni. Ağır ağır hasretle öptü dakikalarca. Birbirimizi ne kadar özlediğimizin kelimelerle tanımı mümkün değildi. Öperek gösterdik birbirimize nasıl özlediğimizi.

Üzerimdeki hırkayı omuzlarımdan sıyırıp yere düşürünce belimden kavrayıp kucağına aldı ve sobanın önündeki minderlerin üzerine bıraktı. Dudaklarımdan güçlükle ayrıldı ve kovanın içindeki odunlardan birkaç tane alıp sobanın içine attı. Cebinden çıkardığı çakmakla çırayı tutuştururken aklım Ömer'deydi.

"Nuh Ömer uyanmamıştır değil mi?"

"Yok güzelim. Uyanırsa çocuklar bana haber edecekler. Sık uyanır mı?"

Başımı salladım. "Hala arada da olsa emiyor. Aslında vakti ama ben biraz daha erteledim memeden kesmeyi."

Yüzü düşmüş ve gözleri hüzünlenmişti. Şahit olamadığı anlar boynunu büküyordu sevdiğimin biliyordum. "Emerken görmek istiyorum Menekşe'," dedi. "Hemen kesmesen olmaz mı?"

Ona doğru yaklaştım ve başımı omzuna yasladım. "Olur tabii ki sevgilim. Biraz daha bekleyebilir."

Soba tutuşmuş içindeki odunlar huzur verici bir sesle yanmaya başlamıştı. Sobanın kapağını kapatıp parmağının ucundaki is lekesini burnuma sürünce güldüm. Hiç büyümeyecekti. Büyüsün istiyor muydum bundan emin değildim. Dizlerinin üzerinde sürünüp biraz daha bana doğru yaklaştı ve üzerimdeki kazağın eteklerinden tuttu.

"Hayaller şömine hayatlar kuzine soba Menekşe."

Kahkahalarla gülerken keyifle beni seyretti. Gülüşüm dünyanın yedi harikasından biriydi sanki onun için. "Benim en büyük hayalim sana kavuşmaktı koca oğlan. Şükürler olsun ki bir kez daha kavuştum sana. Benim en büyük zenginliğim senin sevdana sahip olmaktı. Bu hep böyleydi bundan sonrada değişmeyecek. Dünyalara değişmem bu öksüz sevdamı."

Üzerimdeki kazağı çıkarıp üzerime eğilince sırtım sobadan ısınan minderin üzerine yaslandı. Dudaklarını boynumdan başlayıp göbeğime kadar dokundurduktan sonra ayağa kalktı ve ışığı söndürdü. Odayı şimdi sadece sobanın gözünden dışarı taşan alevin ışığı aydınlatıyordu.

Kemerinin sesini işitince kalbim yine çarpmaya başla. Dudağımı ısırıp gözlerimi kapadım. Ona karşı utanmam hiç bitmeyecekti biliyordum. Onunla her yakınlaştığımda kalbim böyle çırpınacaktı bir serçe gibi.

İkimiz de üzerimizdekilerden tamamen kurtulduk. Tenindeki sıcaklığını tenimde hissetmeyi çok özlemiştim. Hasretle kavuştuk birbirimize. Ağır ve nahifti her hareketi. Parmaklarımızı birbirine kenetleyip başımın üzerine doğru kaldırdı. "Menekşe," dedi göğsümün üzerine bir öpücük bırakırken. Gözlerimi kapadım. "Bu kirli dünyanın içindeki pencere önü çiçeğisin." Diğer göğsüme geçti. "Öyle zarif öyle hassas öyle güzel."

"Nuh..."

Bacağımdan tutup beline götürdü ve nefeslerimizi sobadan gelen çıtırtı seslerine karıştırdı. Göğsümü, kalçamı her hareketinde sıktı, bıraktı ve başını nefes nefese göğsüme düşürdü. Sabaha karşı evden koşarak çıkarken geçirdiğimiz o saatleri düşlüyordum. Sabaha kadar beni kendinden bir milim bile uzalaştırma. Defalarca bir olduktan sonra uyuyakalmıştık.

Telsizden Ömer'in ağladığının haberi gelince hızlıca duş alıp apar topar çıktık evden. Karakola benden önce girip Ömer'i kucağına alırken Asiye'nin imalı bakışlarıyla mücadele etmekse bana kalmıştı. Yanaklarım kendini zaten ele veriyordu. Saklamak yersizdi.

Ömer babasının kucağındayken kollarını bana doğru uzatıp "Anne meme," deyince Nuh'la göz göze geldik. Gözleri göğüslerime inince utançla gözlerimi kaçırdım.

"Gel anneciğim." Oğlumu kucağıma aldım ve çekyatın üzerine oturdum. "Buradayım bebeğim ağlama."

Ömer iç çekerken Nuh üzüntüyle yüzünü ekşitti. Onu ağlarken gördükçe içinin eridiğini biliyordum. "Menekşe bir şey yapta sussun. Ağlamasın böyle dayanamıyorum."

Asiye'ye bakınca ne demek istediğimi hemen anla ve odadan çıkıp bizi yalnız bırak. Kazağımı kaldırınca Ömer hemen kucağıma uzanıp göğsümü emmeye başladı. Nuh'a baktım. Ömer'i izlerken göz bebekleri büyümüştü.

Önümüzde diz çöktü ve hayretle oğlunu izlemeye devam etti. "Menekşe'm bu..." Konuşamayınca yutkundu. Oğlunun saçlarına uzanan elleri titriyordu. Kocaman silahlara hükmeden parmakları oğluna dokunurken titriyordu. "Bu ne güzel bir şey böyle?"

"Ne güzel bir mucize değil mi Nuh?"

"Öyle," dedi Ömer'in başını okşamaya devam ederken. "Çok büyük bir mucize. Bazen hala rüyadayım sanıyorum. Uyanırım diye aklım çıkıyor."

"Ömrümüz yettikçe seninleyiz canımın içi." Ömer'in saçlarındaki elini öptüm. "Allah bizi birbirimizden bir daha ayrı düşürmesin."

"Amin güzelim. Birazdan gelirim. Türkiye'ye döneceğiz bugün." Ayağa kalkıp ikimizi de öptükten sonra bizi ne kadar sevdiğini söyleyip odadan çıktı. Nuh çıkar çıkmaz Asiye içeri girdi. Hala imalı imalı gülüp duruyordu. Eline aldığı kağıt ve kalemle bir şeyler yazdı ve bana doğru kaldırdı. "Ömer Ali'ye kardeş mi geliyor?"

İhtimalini düşününce kalbim yine hızlandı. Böyle bir şey olabilirdi. "Belki," dedim utanarak. "Yani kazayla..."

Domates gibi kızardığımı görünce başını sallayarak elindeki kağıdı cebine koydu. Göğsümde uyuyakalan oğlumu fark edince kalbimde kelebekler uçmaya başladı. Ömer büyüdükçe Nuh'a daha çok benziyordu.

Bugün döneceğimizi söylemişti. Aileme kavuşacağımı düşündükçe kalbim heyecanla dolup taşıyordu. Onlarla ilk karşılaşacağımız anı düşündüm. Annem kim bilir ne haldeydi? Nuh Nahçıvan'a döndüğünü söyleyince çok ağladım.

Süheyla annemse kendini eve kapatmış. Ah benim kıymetlim. Hepsini nasıl üzmüştüm. Nasıl çıkacaktım karşılarına bilmiyorum. Öyle pat diye ben geldim yaşıyorum diyemezdim. Kalplerine inerdi. Hele ki annemin hasta yüreği hiç kaldıramazdı.

Ömer'i yatırıp sobanın başına geçtim. Sönmek üzereydi, bir iki odun attım. Pencereden, karakoldan çıkan askerlere kaydı bakışlarım. Aralarında Nuh'da vardı. Nereye gittiklerini bilmiyordum lakin uzağa gitmediklerine emindim. Nuh bizi burada bırakıp gitmezdi.
Oğlumun yanına dönüp usulca yanına kıvrıldım. Soba yanmaya başlayınca uykumun gelmesi kaçınılmaz oluyordu.

🌺

Ömer'in yanına uzandıktan sonra tam iki saat uyumuştum. Nuh gelip uyandırmasa akşama kadar uyuyabilirdim.

Üç beş eşyamızı yanımıza alıp bizi bekleyen helikoptere doğru yürümeye başladık. Ömer babasının üzerine giydiği kamuflaj montunun içindeydi. Babasının sıcaklığı sayesinde üşümediğine emindim. "Üşüyor musun Menekşe'm?" Üzerimdeki kocaman bir mont ve başımda onun beresi vardı.

"Mümkün mü?" diye sordum gülerek. Çünkü sadece gözlerim görünüyordu. "Uyuyor mu hala babası?"

Eğildi ve başından öptü. "Gidene kadar uyanmaz gibi. Minik kangurum benim."

Nuh'un nasıl bir baba olacağını hiç düşünmemiştim çünkü biliyordum. O dünyanın en merhametli babası olacaktı her şeyden önce. Ne kadar kanı deli akan bir adam da olsa yetişme tarzını ben biliyordum. Gerek Cihat abim gerek Murat amcam değerlerine ve inançlarına düşkün insanlardı. Kalplerinde kötülük yoktu. Yanlarında büyümüş kimsesiz bir kız çocuğu olarak beni rahatsız edecek en ufak bir bakışları bile olmamıştı.

Ben şanslı bir kadındım her şeye rağmen. Keşke kimsesiz bütün kız çocukları benim kadar şanslı olabilselerdi. Çok acı çekmiştim, çok canım yanmıştı ama sonunda mükafatını dolu dolu almıştım. Bu yüzden isyan etmek nedir bilmezdim ben. Çünkü yağmurdan sonra bilirdim ki gökkuşağı her zaman çıkardı.

On beş yirmi dakika kadar yürüdükten sonra bizi götürecek helikopter nihayet göründü. Yaklaştıkça sesten dolayı Ömer kıpırdanıp uyanmaya başladı. Nuh elimden tuttu ve kolunu oğlumuza sarıp helikoptere doğru koşmaya başladık. Asiye'de diğer tarafımda peşimizden geliyordu.

Helikoptere yerleştikten sonra oğlumu kucağıma aldım ve sakinleştirmeye çalıştım. İlk kez gördüğü kalabalık ve bu seslerden çok korkmuştu. O ağladıkça Nuh'ta panik oluyordu ve onun bu panik hali elimde olmadan gülmeme sebep oluyordu.

"Oğlum." Eli ayağına dolaşıyordu. "Ağlama kurban olurum."

"Nuh sakin olur musun biraz." Ekibindeki askerler Nuh'a bakıp kendi aralarında gülüşüyorlardı. "Senin stresinden daha çok huzursuzlanıyor."

Endişeyle bakarken yutkundu ve elini hemen çekti. "Korktu Menekşe'm. Çok korktu ne yapacağız?"

"Annem," dedim saçlarını okşarken. "Ben yanındayım. Baba yanında. Hani gökyüzünde gördüğümüz uçaklar vardı ya. Baba içinde diyordum."

Biraz sakinleşip uzun kirpiklerini kırpıştırarak boncuk boncuk bakmaya başladı. "Uçak," dedi babasına bakıp. "Baba uçcas."

"Evet aslanım," dedi sevinçle. "Babanın kucağına geliyor musun?"

Ömer kollarını babasına uzatınca onu Nuh'un kucağına verdim. Adının Agah olduğunu öğrendiğim genç adam elinde oyuncak uçakla yanımıza geldi. "Amca ne getirdi sana."

"Uçakk!" Ellerini birbirine çarpışını izlerken ağlama hissiyle doldum. Isparta'ya vardığımızda bol bol ağlayacağımı bildiğimden kendimi tuttum. "Anne bak."

"Çok güzel bebeğim."

Dikkatini oyuncak uçağa verince yolculuğumuzun geri kalan kısmı başlangıcına göre daha sakin geçti. Saatler sonra Isparta'ya ulaşmış ve bir arabayla evimize doğru gidiyorduk. Arabada dördümüz vardık yalnızca. Yaklaştıkça içimdeki heyecan ve stres giderek artıyordu. "Nuh."

"Söyle ömrüm."

"Nasıl yapacağız, yani nasıl olacak? Korkuyorum ben." Pat diye karşılarına çıkamazdım.

"Ömer'le önden gideceğiz Menekşe'm. Pat diye çıkamayız. Ben alıştıra alıştıra söyleyeceğim."

İçim bir nebze de olsa rahatla. "Peki."

Arabayı evin biraz ilerisinde durdurunca Asiye'ye döndüm. Etrafına merakla bakıyordu. Bizim buralar ona farklı gelmiş olmalıydı. Gül bahçelerinin önünden geçerken gözleri ışıl ışıldı. "Asiye ben çok stres yaptım." Elimi sıktı. Bu onun yanındayım deme şekliydi. "Hepsini o kadar özledim ki."

Nuh aşağıya inip kapımı açtı ve kucağımdan Ömer'i aldı. "Nuh Buket geldi değil mi?"

"Gelmiş olması gerek."

Arabadan inip aramıza mesafe bırakarak peşlerinden gittim. Bahçe kapısından içeri giriyorlardı. Bahçede cihat abimi odun kırarken görünce tuttuğum hıçkırıklar boşalmaya başla. Durduramıyordum. Ellerim titriyor midem bulanıyordu.

***

Diğer bölüme💋❤️

 

Bölüm : 28.12.2024 09:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...