Gözlerim gözlerine değmeden sabah olsada doğmuyor güneşim.
Toprağıma cemre düştü çoktan neden gelmiyor baharım?
🥀
Bugün adada ikinci günümüzdü. Bir günlük istirahatten sonra çanlar çalmaya başlamıştı. Pencereden dışarıya baktım. Alacakaranlık çöküyordu Karabağır'a.
Gökyüzündeki kızıllık yavaş yavaş kaybolurken askerlerin eğitimlerde söylediği marşların gürültüsü çekilmiş kuş sesleri almıştı yerini. Aklıma ansızın düşen yüzbaşı yüzümü gülümsetti bir kez daha. Hoş bir adam olduğu su götürmez bir gerçekti.
Ada düşündüğümden çok daha güzeldi. Neden bu kadar iyi hissediyordum? Böyle olmaması gerekiyordu oysaki. Bir başkası baksaydı gözümden ürkütücü gelirdi. Korkutucu derdi. Büyük bir hapishanenin ve askeri üssün kıyısında kalmış bu yer insanı korkutmaktan başka bir işe yaramazdı. Olması gereken buydu. Bana bu hisleri yaşatan o bülbül sesli adam mıydı?
Kızlar yarın erken kalkacakları için uyumuştu. Ben de çatı katına çıkıp ilk nöbetim için hazırlanmaya başladım. Yatağım pencerenin hemen önündeydi. Uzandığım yerden yıldızlarla süslenmiş gökyüzünü görebiliyordum. Hazırlanırken bir yandan da pencereyi açıp temiz ve ılık havanın içeriye girmesine izin verdim.
Başımı gökyüzüne çevirip gözlerimi kapattım. Her daim çatık duran kaşları ve gökten bile mavi olan o gözleri zihnimin peşini bir türlü bırakmıyordu. Hakkında hiçbir şey bilmediğim adamın kafamın içinde böylesine avare dolaşmasını durduramıyordum.
Buraya gelirken hesap etmediğim tek şey başıma mı geliyordu? Düşüncelerimin beni boğmasına daha fazla dayanamadım. Üzerime ince bir hırka alıp odadan ayrıldım. Sessiz adımlarla merdivenlerden indikten sonra kapıyı açıp bahçeye çıktım.
Beş dakikalık bir yürüyüşün adından üsse ulaştım. Karşıdan görünen devasa iki binayı seyrettim birkaç saniye. Işıkları kapalıydı. Issızlığın ve karanlığın kara bağrında sessizce uyuyor gibiydi.
Nöbeti teslim almak için yolun karşısına geçecekken hemen önümde duran askeri aracın penceresi yavaşça açıldı. Yüzbaşıyı görmeyi beklemediğimden şaşırdım. Aracın kapısını hızla açıp indi. "Boncuk?" Gözlerinde merak ve tebessüm vardı.
Başımla selam verdim. "Yüzbaşı!"
Beni burada bu saatte görmeyi beklemediğinin şaşkınlığı mıydı bilmiyordum. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Başını araca çevirip yeniden bana döndü. "Bir problem yok değil mi? Yani bu saatte bir başına görünce seni..."
"Bugün nöbetçiyim," dedim. "Sizin haberiniz yok muydu?"
Yüzbaşı mahcup bir ifadeyle bana bakarken elini ensesine sürttü. "Haberim yoktu," dedi. "Keşke olsaydı ilk nöbetinde nöbet yazdırırdım kendime. Dün kaçan mahkum yakalandı ama yine de bugün devriye gezeceğim."
"Buna mecbur değilsiniz," dedim gözlerimi kaçırarak. Üzerinde hala kamuflajları vardı. Daha fazla vakit kaybetmemem gerektiğini düşündüm. "İzninizle yüzbaşı."
"Buralardayım yine de dikkatli ol," dedi ve girişte bekleyen askerlerden birine işaret verdi.
Asker yanımızda durdu ve komutanına selam verdi. "Emredin komutanım!"
"Düldül hemşire hanımı görev yerine teslim et!"
"Emredersiniz komutanım." Asker bana beklentiyle bakarken başımı yavaşça salladım.
Onu arkamda bırakıp adının Çavuş olduğunu öğrendiğim askerle karşıya geçtim. Bir süre araca binmeden bizi izlediğini hissedebiliyordum. Tuhaf olan bu hisler ve kontrolsüz duygularımdı.
Asker bana hapishaneye kadar eşlik etti ve hemşire dinlenme odasıyla reviri gösterdi. Revirde çıkmak için hazırlanan genç adamı görünce başımla selam verdim. "Merhaba ben Güliz Ada."
"Merhaba Güliz Ada," dedi. Esmer orta boylu bir adamdı. "Hoş geldin diyeceğim ama buraya nasıl hoş gelinsin." Gülüşüne tebessümle karşılık verdim. "Her neyse ihtiyacın olan tüm malzemeler şu dolapta." Eliyle tezgahın yanındaki büyük metal dolabı işaret etti. "Askerlerden yardım isteyebilirsin. Beni de arayabilirsin." Bir kağıda numarasını yazıp bana uzattı. "Ben Rüzgar bu arada."
"Teşekkür ederim," dedim. "Memnun oldum."
"Evrak işlerini sabaha bırak sen alışana kadar ben hallederim."
Rüzgar hemşire çıkınca reviri incelemeye başladım. İlaçların ve malzemelerin yerlerini ezberlemeye çalışırken telefonumdan kısık sesle müzik açtım. Fazla gergindim. İçeride bir sürü asker vardı ama bir mahkumun daha dün dışarıda serbest olduğunu düşünmek dehşet vericiydi.
Eksik olan malzemelerin listesini yaptım depodan getirmek için revirden çıktım. Rüzgar hemşire alt katta olduğunu söylemişti. Asansöre binip -1. Kata indim. Sağ taraftaki koridorda ilerledim. Koridoru sonuna kadar yürüdüm ama depoyu göremedim. Koridor biraz karanlık olduğu için bir alt kata daha inmeye cesaretim yoktu.
Yukarı çıkıp askerlerden yardım isteyecektim. Arkamı döndüğümde koridorun diğer ucunda başını önüne eğmiş bir askerin yavaş yavaş benim olduğum tarafa doğru yürüdüğünü gördüm.
Kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu ve hareketleri sanki sarhoş bir adamın hareketleri gibi sarsaktı. Elimde olmadan ürktüm. Başını yerden ağır ağır kaldırdı ve ona baktığımı gördü. Önüme dönüp adımlarımı hızlandırdım. Onun da hızlandırdığını görmek kalp atışlarımı harekete geçirmişti. Kahretsin bir bu eksikti!
🥀
Yüzbaşı Alpay çıkmadan önce Cafer'i kontrol etmek için hücrelerin olduğu kata indi. Zor bir gün geçiriyordu. Elleri yumruk atmaktan sızlıyordu. Betona vursa yıkılırdı. "Hayvan herif taştan beter!"
Cafer'in hücresinin önünde durdu ve ellerini yumruk yaptı. Yerde cenin pozisyonunda uyuyordu. Bir süre orada durdu ve gardiyanları sıkı sıkı tembihleyip dışarı çıktı. Güvenliği iki katına çıkarmış ve kadroyu tamamen değiştirmişti. İçi rahat üsse dönerken elini çalan telefonuna götürdü. Sıkkın bir nefes koyverdi çünkü arayan annesiydi.
"Oğlum," dedi Sultan Hanım. "Yemek yiyeceksin değil mi Hülya'yla?"
Sultan Hanım, oğlunu evlendirmek için her anne gibi harekete geçmişti. Herkes gibi oğlunun mürüvvetini görmeyi o da istiyordu. Vaktiydi. Yüzbaşı nişanlısını kaybettikten sonra evliliği rafa kaldırmıştı. Ta ki o boncuk gözleri görene kadar. Aklının her köşesi o gözlerle dolmuşken başka bir kadına ümit vermek istemiyordu.
Hem annesini hem Hülya'yı kırmadan bu işten sıyrılmanın yolu yemeğe çıkmaktı. "Çıkacağım Sultanım." Yanaklarını şişirdi. "Belki o istemeyecek beni. Askerim ben kim ister bir başına yaşamak?"
"İster ister," dedi annesi. "Manken gibisin aslan parçam. Bir gören bir kere daha bakıyor."
İstemsiz güldü Yüzbaşı. O yalnızca bir çift gözün dönüp dönüp bakmasını arzu ediyordu oysaki. "Tamam anacığım kapatıyorum ben şimdi."
"Bana bak kibar ol! Kızla maç muhabbeti yapma terlikle döverim bunu da kaçırırsan? Kıza milli takım kadrosunu sorma sakın!" Kadın derin bir iç geçirdi. "Görevde başına gelenleri de anlatma Alpay. Biraz dedenden örnek al ve bir kerede olsa asil tarafın tutsun oğlum."
Güldü. "Tamam bu kez Beşiktaş kadrosunu sorarım."
"Edepsiz," dedi Sultan Hanım. "Bülbül gibi şakıyacağın günlerde gelir elbet. O zaman da ben vermeyeceğim seni."
"Eee bu kadar naz ettiğine göre..."
Kocaman bir kahkaha attı genç adam. "Öptüm ellerinden hatun." Telefonu kapatırken hızla hapishaneden çıktı.
🥀
"Sen," dedi kalın ve ürkütücü sesi. "Benden mi kaçıyorsun?" Sesindeki o tını bütün tüylerimin diken diken olmasına yetti. Yere bakıp kendi kendine konuşuyordu.
Panik olduğumu belli etmemeye çalışarak yürümeye başladım. Sakince yanından geçip asansöre binecektim. Yavaş yavaş yürüdüm. Aramızda az bir mesafe vardı. Yanından geçecekken önüme geçti. "Acelen mi var?"
Bir süre konuşmadan baktı. Karanlıkta bile yüzündeki derin kesikleri seçebiliyordum. Elini cebine attı ve bir kağıt çıkardı. Kağıdı bana çevirince onun bir kağıt değil benim fotoğrafım olduğunu gördüm. "Sen onu nereden..."
"Yakışıklı yüzbaşı tırnaklarımı sökerken cebinden düşürdü." Elimi dudaklarıma bastırırken başımdan aşağıya kaynar sular aktı. Parmaklarından kanlar akıyordu. Benim resmimin onda ne işi vardı? "Yıllarca bana çektirdiklerinin acısını seninle oynayarak çıkartacağım."
Gördüğüm ve duyduğum sözlerle boğazım kupkuru oldu. Yutkunamadım. Bağırırsam bana saldırırdı. Kaçarsam da yakalaması yüksel ihtimaldi.
Korkunç görünüyordu. İnsandan çok vahşi bir hayvana benziyordu. "Ben seni tanımıyorum," diye mırıldandım. "Pa-parmaklarına pansuman yapmamı ister misin!"
Başını iki yana sallayarak parmaklarına dolundu. "Sen..." diye mırıldandı korkunç bir sesle. Elindeki kanları yaladı. "Beni kandırıp onlara teslim edeceksin?"
Birden üzerime atılınca arkamı dönüp koşmaya başladım. Lakin saçımdan yakaladığı için yüz üstü yere düştüm. Yeniden üzerime atlayacakken sert bir şekilde duvara çarptı. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken yüzbaşının sesi kendime getirmeye yetti.
Adamın yüzüne ardı ardına indirdiği yumruklarının yüzünde çıkardığı kırılma sesleri ellerimi kulaklarıma bastırmama sebep oldu. Donup kaldım. Oturduğum yerden kalkamıyordum. Dizlerimi karnıma çekip ağlamaya başladım. Bedenim ayazda kalmış yavru bir kedi gibi titriyordu.
Yüzbaşı öfkeden kendinden geçmişti. "Cafer," diye bağırdı. "Sana bunu yapmak istemiyorum neden rahat durmuyorsun lan neden?" Cebinden çıkardığı şırıngayı mahkumun boynuna sapladı.
"Yüzbaşı..." Sesim kısık çıkmıştı. Yüzbaşı cebinden telsizini çıkartacağı sırada mahkum üzerine pençelerini çıkararak atladı.
Yüzbaşı kurtuldu ve hamle yaparak adamın çenesinin altından güçlü bir yumruk attı. "Askerler!" diye bağırdı. "Eksi bire hemen!" Ağzından taşan kanlar yüzbaşının yüzüne sıçradı.
Merdivenlere doğru koştum. "Yardım edin!" Elleri boğazını kavrarken canavar, neresinden çıkardığını görmediğim bıçağı yüzbaşının sol kasığının üzerine sapladı. Acıyla bir nida yükseldi dudaklarından. Onun sesine benim çığlığım karıştı.
Mahkum kendinden geçerken duvarın dibine yığıldı. Şoka girdiğimi görünce bana doğru geldi. "Şşştt," dedi kısık bir sesle. Yüzü göz hizamdaydı. "Sakinleş boncuk. Geçti! Ben buradayım."
Yarasına bakınca dişlerimi sıktım. Canı çok yanıyor olmalıydı. "Hemen revire gidelim," dedim. "Fazla kanıyor."
"Normal karşılaşmalıyız boncuk." Yarası yüzünden kaşları çatıktı. "Korkma," dedi. "Canım yanmıyor."
"Yanıyor," dedim. "Benim yüzümden..." Burnumu çektim. "Özür dilerim."
"Ben halimden," dedi sözü bir ahla bölünürken. Canı yanıyordu. Gözlerini açtı. "Gayet memnunum. Ödeşmiş olduk. Sen de benim yüzümden denize düşmüştün. Birazdan burada olurlar merak etme." Dişlerini sertçe sıktı. "Bordo bereli olmak için aldığım eğitimler bunun yanında devede kulak kalıyor güzel gözlü kız."
Askerler koşarak merdivenlerden indiler ve mahkumu yerden kaldırdılar. Elini duvara yaslarken gözleri kaydı. "Bu," dedi kesik kesik. "Bu rüya mı boncuk?" Güldü güçlükle. "Yoksa kaderin acı cilvesi mi?"
Dudaklarına bakıp gözlerimi gözlerine çevirdim. Allah'ın cezası herif ne için gülüyordu? Bu sözleri şimdi söylemenin sırası mıydı? Koluna dokundum yavaşça. "Sanırım bayılacaksınız." Biz birbirimize bakmaya devam ederken yanı başımdan gelen sesle irkildim.
"Kenan tut lan beni!" Gözleri kapanmadan önceki son sözüyse, "Boncuk!" Oldu. Bana herkes boncuk derdi lakin hiçbiri bu kadar iz bırakıcı olmamıştı. Hiçbiri böyle yaralayıcı olmamıştı. Hiçbir bakış böyle sarsmamıştı yüreğimi.
Teğmen öksürünce elimi kolundan hızla çektim. Yanındaki askerlere döndü. "Çelebi! Düldül! Fırat el atın oğlum ne bakıyorsunuz öyle?"
"Çok kan kaybetti." Bakışları beni buldu. Aynı kızgın ifadeden onun da yüzünde vardı. "Hemen dikiş atılması ve kan takviyesi yapılması gerek."
Çelebi sıktığı dişlerinin arasından küfür ederken teğmen yanında duran Çelebi'ye bakıp küfür ettiği için kaşlarını çattı.
"Çelebi," dedi dişlerinin arasından. "Koğuşta değiliz! Düzgün konuş." Çenesiyle beni işaret etti.
Çelebi ve Fırat yüzbaşıyı sırtlarına alırken Teğmen kolumdan tutup yürümem için yardım etti. "Onun tedavilerine on kişi giriyorlar. İlaçlarını almamış olmalı. On beygir gücündedir şerefsiz! Kendine geldiğinde kaçtığına pişman olacaktır..." Dişlerini sıktı. "Bu saatte üstelik bir başınıza burada dolaşmanız gerçekten cesaret gerektirir."
"Her zaman yanımda bir askerle dolaşamam," dedim öfkeyle "Yakalandığını söylemiştiniz üstelik. Nasıl yeniden kaçabilir ki? Önce bir bunu sorgulayın teğmen."
Teğmen tek kaşı havada bana baktı. "Bilmiyorum," dedi ellerini saçlarından geçirirken. "Şerefsiz herifi hücresine tıkalı iki saat olmadı. Nasıl kaçırdılar ellerinden anlamıyorum. Gidince bütün görevlilerin geçmişine hatim indireceğim kesin!"
İki askerin kollarında üsse giren yüzbaşının peşinden içeri girdim bende. Teğmen Kenan lojmana bırakmayı teklif etti lakin kabul etmedim. Yüzbaşının kendine geldiğini görmeden gözüme uyku girmezdi. Hele ki benim yüzümden bu haldeyken.
Ona minnet duyuyordum. Ona olan borcumu onunla ilgilenerek ödemek istiyordum. Bu benim insani görevimdi. Güzel gözlerinin de hatırı vardı tabii...
🥀
Evet nasıl gidiyor bölüm nasıldı?
Kitapta aksiyonlu bölümler dışında böyle tatlış bölümler de olacak💕🙈
Giderek ısınmaya başlıyoruz! Kitapta yetişkin içerikli sahneler olacaktır.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere aysegulcee 🙈 beni takip et a canım🫠
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
52.89k Okunma |
4.33k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |