40. Bölüm

FİNAL “PART 1”

Ayşegülcee
aysegulcee1

"Gidiyor musun sevdiğim?"

 

"Kalbin, aklın, ruhun burada kalıyorsa gitmiş sayılmazsın boncuk. Giden etten kemikten bir yığıntı."

 

 

 

Kime gideyim, kim anlar senden başka gönül dilimden?

 

🥀

 

Ağlıyordum.

Hem de gözlerimi açtığımdan bu yana. Bu elimde değildi kendime engel olamıyordum. Burnumdaki sızı yüreğimdeki ateş izin vermiyordu ki sükut bulabileyim.

 

Vedalar acıdır hep. Bunu hafifletmeye ne bir söz bir bakış yeterdi. Vedalar acıtıyordu işte. Acıyordum. Kalbim, sabaha gözlerimi açtığımdan beri acıyordu.

 

Kızıyordu. Üzüntüden bebeğimize bir şey olur diye ödü kopuyordu. Şu iki gün göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti, ben hiçbir şey anlamamıştım. Doyamamıştım ki daha sevdiğime.

 

"Alpay," dedim bana kızarak bakan gözlerini umursamadan. Ellerime uzandı hemen. "Ben yapamıyorum. Alışamıyorum bu vedalara."

 

Başını omzuna eğip kırgın baktı gözlerimin içine. Onu üzmek istemiyordum ama elimde değildi işte. Şimdiden ayrılığın ağırlığı altında eziliyordum. Elimin üzerini öpüp yanağıma dokundu. "Gidişlere zulmediyorsun boncuk," deyince ağlamam daha da arttı. Hiç unutmayacaktı değil mi bu sözümü? Parmağını gözlerimin altına dokundurunca usulca kapadım. "Aklımda kalan son görüntü ıslak gözlerin mi olsun sultanım?"

 

"Alpay," dedim hıçkırıklarımın arasından. "Çok özür dilerim aşkım ama elimde değil." Derin bir nefes aldım. Ona da bebeğimize de zarar veriyordum böyle yaparak. "Ta-tamam ağlamıyorum." Gözlerimi hızlıca sildim ve başımı göğsüne yasladım. Kokusunu ezberlemem gerekiyordu.

 

Bir saate evden çıkıp limana gitmemiz gerekiyordu. Libya'ya gitmek için bir gemiye binecekti. "Boncuk," dedi içli içli. "Ah boncuk..."

 

"Özür dilerim."

 

"Bizim pencereler yele karşıdır muhabbet dediğin karşı karşıdır. Girebilsen bu sinemde neler var..."

 

Dudaklarından dökülen türküyü dinlerken gözlerimden akan yaşlar üzerindeki beyaz tişörtünün üzerine dalmadı. "Olsun," dedi parmağıyla gözümün altındaki ıslaklığa dokunurken. "Senden bir parça kalmış olacak üzerimde."

 

Alpay gittikten sonra akşam üzeri İngiltere'ye gitmek için uçağa binecektik. O Libya'ya biz İngiltere'ye. Aramıza girecek mesafeleri düşündükçe midemdeki bulantı da artıyordu.

 

"İyi misin güzelim?"

 

Başımı göğsünden kaldırıp saçlarımı düzelttim. Ağlamak aslında iyi gelmişti, kendimi daha iyi hissediyordum. "Daha iyiyim," dedim. "Söz veriyorum elimden geldiğince ağlamamaya çalışacağım."

 

"Boncuk," dedi sımsıkı sarılırken. "Çok özleyeceğim yavrum seni." Saçımı uzunca kokladı. "Bir tutam versen ya bana kokundan."

 

Gülerek burnumu çektim ve çekmeceye uzanıp makası aldım. Elimdeki makası uzanıp hemen aldı ve kaşlarını çattı. "Kesecek misin ciddi ciddi boncuk?" Güldü hemen ardından. "Kıyabilir miyim ben senin tek bir teline kadınım?"

 

"Kökü bende değil mi sevgilim? Yine uzar." Makası aldım ve uzunca bir tutam kestim. Çok uzamıştı zaten omuzlarıma kadar kestirmeyi düşünüyordum. "Gitmeden önce kuaföre uğrayacaktım zaten."

 

Elimdeki saçı aldı ve cebinden, üzerine aylar önce dua işlettiğim mendili çıkardı. Arasına saçlarımı bıraktı ve cebine koydu. "En azından kokun artık benimle." Elini karnıma bastırdı ve açıp birkaç kez öptü. "Anneyi üzmek yok tamam mı ufaklık?" Gözlerimin içine hüzünle bakan bu kez oydu. "Ben dönene kadar cinsiyeti belli olur. Öğrenir öğrenmez bana haber et olur mu boncuk?"

 

"Etmez miyim," dedim boynuna sarılırken. "Çabucak geçsin şu eğitim."

 

"İnşallah güzelim," dedi. "Şimdi gitme vakti."

 

"Geleyim bende."

 

Yeniden kollarının arasına alıp sarılırken, "Gelme," dedi. "Dönene kadar sanki o limanda beni öylece bekliyormuş gibi geliyor sultanım. Gözlerimi her kapadığımda o iskeleden bana mahsun bakışların düşüyor hayalime."

 

Bu sözlerinden sonra itiraz etmek istemediğimden başımı olumlu anlamda salladım ve ondan ayrıldım. Masanın üzerindeki mendili aldım ve göğsünün üzerindeki cebine koydum. Dua işletmiştim yine. "Korusun seni," dedim. "Allah'a emanet ol sevgilim."

 

Eğildi ve alnımdan uzunca öptü. "Siz de güzelim. Siz de Allah'a emanetsiniz."

 

Beraber odadan çıkıp alt kata inince annesi ve babasının da gelmiş olduğunu gördüm. Herkes bizi görünce ayağa kalktı. Tüm ekip burada sayılırdı. "Yolcu yolunda gerek ailem," dedi Alpay. İlk önce babasına sarıldı. "Vedaları sevmiyorum bu yüzden herkes burada kalıyor." Parmağıyla Kenan'ı işaret etti. "Sen sevinme kardeşim. Beni limana sen bırakıyorsun."

 

"Ne sevineceğim ya," dedi Kenan ensesini kaşırken. "Bırakırım tabii."

 

"Bırakmakla kalmıyor sen de benimle Libya'ya geliyorsun."

 

"Ne?" Armağan şaşkınlıkla Kenan'a bakarken Kenan ve ben de aynı şaşkınlıkla Alpay'a bakıyorduk.

 

"Şaka mı yapıyorsun bülbülüm ya?"

 

"Hayır," dedi. Oldukça ciddiydi. "Albay aradı bir saat önce. İstersem yanımda birini götürebilirmişim. Seni seçtim devrem."

 

"İyi bok yedin..."

 

"Anlamadım? Bir şey mi dedin Kenan?"

 

"Ne iyi ettin devrem ne iyi ettin," derken Alpay'ın omzuna parmaklarını bastırdı ve kulağına bir şeyler söyledi. Ne söylediğini biz duymadık. Tek gitmediği için mutlu olmuştum lakin Armağan'ın dolu gözlerini görünce dudağımı büktüm.

 

"Kenan ya," dedi ağlamaklı. "Şaka mı yapıyorsunuz bana? Lütfen şaka olduğunu söyleyin. Alpay lütfen..."

 

"Üzgünüm yenge," dedi Alpay. "Yanımda isteyeceğim tek adam bu herif!"

 

Armağan bir şey söylemeden öylece Kenan'a bakarken Kenan başını yere eğdi. Onun bu haline bende çok üzülmüştüm ama elimden bir şey gelmiyordu.

 

Alpay herkesle tek tek vedalaşıp kapıdan çıkarken Kenan Armağan'ın kulağına eğildi ve alnından öpüp kapıya gitti. Armağan'la kafa kafaya verip sevdiğimiz adamları yolcu ederken Sultan anne peşlerinden su döktü.

 

Alpay arabaya binmeden önce dönüp son kez baktı ve elini kalbinin üzerine koydu. Buradasın demek istiyordu. Benimle berabersin. Ben de onun yaptığı gibi kalbime dokundum. 'Buradasın sevdiğim. Kalbimde olduğun sürece uzağa gidemezsin.'

 

Araba bahçe kapısından çıkarken midemde hissettiğim hareketlilikle içeri girdim. Öyle bulanmıştı ki lavaboya bile zor yetiştim. Yüzümü yıkarken morluğu giderek artan göz altlarıma dokundum. Parmaklarım titriyordu. Parmaklarıma bacaklarım eşlik edince düşmemek için lavabodan tutundum.

 

Gözlerimin önünde siyah noktalar uçuşmaya başlayınca kapının yanındaki pufa oturdum. İşte yine başlıyoruz...

 

🥀

 

Gözlerimi odamızda, yatağımızda açınca şaşkınlıkla kolumda takılı seruma ve karnıma yapıştırılmış ufak bantlara baktım. Odada bir ultrason cihazı duruyordu.

 

Pek bir şey hatırlamıyordum. Odaya ne zaman geldim, neden kendimde değildim. Panikle doğrulurken içeri Olivia hala girdi. "Bebeğim..."

 

"O iyi," dedi yanıma oturup karnıma dokunurken. "Banyoda baygın bulduk seni boncuğum. Çok korkuttun bizi. Hemen jinekolog çağırdım merak etme. Tansiyonun çok düşüktü, bayılmanın sebebi bu."

 

"Alpay'ı yolcu ettikten sonra kusmak için banyoya girmiştim. Sonra orada atak geçiricek gibi olduğumu hatırlıyorum."

 

"İyisin," dedi yanağımı okşarken. Odanın kapısı açıldı ve içeri elinde bir tepsi ile Armağan girdi. Hemen ardından Sultan anne.

 

"Boncuğum," dedi Armağan elindeki tepsiyi yanımdaki komodinin üzerine bırakırken. "Çok şükür iyisiniz."

 

"İyiyiz," dedim. Sultan anne diğer tarafıma geçip alnıma dokundu. "İyiyim anneciğim merak etme."

 

"Şükürler olsun güzel kızım benim. Seni öyle görünce yüreğime bir ateş düştü ki sorma. Alpay'ımı düşündüm. Seni bize emanet edip gitti yavrum benim. İyisin değil mi annem?"

 

"İyiyim. Gerçekten."

 

Sultan anne ayağa kalkıp çorbayı işaret etti. "Kemik suyuna yaptım yavrum. Midenin bulantısı geçtiyse iç olur mu?"

 

Armağan çorba kasesini eline alıp Sultan anneye baktı. "O iş bende Sultan teyzem hiç merak etme."

 

Olivia hala ve Sultan anne bizi odada yalnız bırakıp dışarı çıkarken Armağan sebze çorbasını içirmeye başladı. "Armağan ben içerim. Zahmet etme lütfen."

 

"Sus bakayım," dedi azarlayarak. "Kocana olan öfkemi senden çıkarmak istemiyorum. Kocaman aç ağzını."

 

"Armağan Kenan olmasa Çelebi'yi götürecekti. Fark eder mi? Bu kez Ayla üzülecekti. Hem de bu akşam ailesiyle tanışacak Çelebi."

 

Armağan hafif bir tebessümle bir kaşık çorba daha uzattı. "Biliyorum boncuk. Elimde değil işte. Sağ gelsinler de başka bir şey istemiyorum." Bir kaşık daha uzatırken, "Sahi," dedi. "Ayla ne yaptı acaba? Yanında da olamıyoruz."

 

"Ara Armağan. Bir sesini duyalım en azından."

 

Boş kaseyi tepsinin üzerine bırakırken cebinden telefonunu çıkardı. "Açabilirse tabii..."

 

***

 

İnsanın yaşadığını hissetmesi her şeye rağmen güzeldi. Ne yaşanılırsa yaşanılsın yüzünü yeniden güneşe döneceğini bildiğinden katlanıyordu. Derdi çekmekte güzeldi varsa dermanı sonunda.

 

Bilmesende umut edersin. Dua edip Allah'a güvenirsin. Hayat böyleydi. Öleceğini bilse de insan yine de yaşamayı severdi.

 

Yaşadığım onca felaket vedalar kadar acıtmamıştı canımı. Başımı arkaya yaslayıp derin bir nefes çektim içime. Neyse dedim kavuşmak varsa sonunda sana da katlanabilirim. Bir saat oluyordu uçağa bineli. Armağan ağlayarak benden ayrılmazken kendimi ondan nasıl uzaklaştırdığımı bilmiyordum.

 

Diyarbakır'a gidecekti. Yeni görev yerimiz orası olabilirdi. Bu yüksek bir ihtimaldi. En azından aynı şehirde olacağımızı bilmek her şeye rağmen iyi hissettiriyordu. Hemen yanımda Olivia Hala oturuyordu. Uyuyamadığımı görünce koluma dokundu. "Sorun mu var kuzum?"

 

Aslında bir saattir midem bulanmıyordu. "İyiyim," dedim. "Aklım Alpay'da. Uyuyamamamın sebebi bu." Gittiğinden beri saat başı arıyordu ama yine de onu merak etmekten kendimi alamıyordum. "Yolu uzun. Endişeleniyorum Olivia hala."

 

Başımı omzuna yaslayıp saçlarımı okşadı usul usul. "Ona hiçbir şey olmayacak kuzum," dedi. "Biz de sabırla onu bekleyeceğiz."

 

Yalnızca bu da değildi. İngiltere'ye vardığımızda beni nasıl bir süreç beklediğini bilmiyordum. Nasıl bir tedavi alacaktım, bu tedavi bebeğime zarar verir miydi? Tüm bunları düşündükçe gözüme uyku girmiyordu. "Bedenimdeki bu zehirden kurtulurken bebeğime bir zarar gelirse diye çok korkuyorum."

 

"Ben yanında olacağım," dedi. "Krizleri daha kontrollü atlatman için gözetim altında olacaksınız."

 

Elini tuttum. O iyi ki yanımdaydı. "Teşekkür ederim," dedim. "İyi ki varsın."

 

İç çekerek yanağımı okşamaya devam etti. "Sen de tatlım. Sen de..."

 

🥀

 

Özel bir hastanenin 10. Katındaki süit bir oda kalıyordum on gündür. Yanımda Olivia hala kalıyor, Sultan anne ise sık sık ziyarete geliyordu.

 

Hamile olduğum için yoğun bir tedavi alamıyordum. Baş dönmelerim, gece sanrılarım ve unutkanlığım sanki giderek azalıyor gibiydi.

 

Alpay vakit buldukça arıyor onun sesini duydukça daha iyi oluyordum. Bebeğimiz bugün 12 haftalık olmuştu. Doktor öğleden sonra cinsiyetini öğrenmemiz için geleceğini söylemişti. Heyecanla gelmesini bekliyorduk.

 

Ayla ve Çelebi sözlenmişti. En mutlu günlerinde yanlarında olamadığım için üzgündüm. Neyseki düğün tarihi sonbahara alınmıştı. Düğünlerine katılmayı umuyordum. Elimi belirginleşen karnımın üzerine koydum. Eylül gibi doğmasını bekliyorduk. Düğünse bir aksilik olmazsa ekim sonuydu.

 

Olivia hala pencerenin önündeki tekli koltukta kitap okuyordu. Onu izlediğimi fark edince elindeki kitabı bırakıp yanıma geldi. Yatağın üzerinde oturmuş Alpay'la olan resimlerimize bakıyordum. Hava soğuk olduğundan günlerimin çoğunu odada geçiriyordum.

 

"Sıkıldın mı?" diye sordu. "Kafeteryaya inelim mi?"

 

Aslında bir şeyler içmek iyi gelebilirdi. "Olabilir aslında. Sıcak bir çaya hayır diyemem."

 

"Baş dönmen yok değil mi?"

 

Ayaklarımı yataktan yavaşça sarkıtıp terliklerimi giydim. Ani hareketten kaçınmam gerektiğini üzerine basa basa söylemişti doktorum. "İki gündür olmuyor."

 

Ayağa kalkınca koluma girdi. "Bu harika bir haber."

 

Doktorum, yabancı değil bir Türk'tü. Dalında oldukça başarılı bir kariyeri vardı. Uzun yıllar bu hastanede görev yapmış. Alpay ve ailesiyle tanışıklığı oldukça eskiye dayanıyormuş. Detaylarını sormamıştım. Benim için bebeğime zarar vermeden beni bu bağımlılıktan kurtarmasıydı. "Julia Hanım bir saate geleceğini yazmış," dedi Olivia hala. Kol kola asansöre doğru yürüdük. Julia Hanım, bir zamanlar Olivia hala ile çalışmış. Araları oldukça iyiydi.

 

"Umarım gösterir," dedi karnıma dokunup. "Tatlı bir şeyler mi yesem?"

 

Gülüşerek asansörün önünde durduğumuzda asansörün kapıları açıldı. Asansörden çıkan kişiyi görünce oldukça şaşırdım çünkü onu burada görmeyi beklemiyordum. Onun burada ne işi vardı ki?

 

"Yüzbaşı?"

 

"Güliz Ada..."

 

"Kusuruma bakmayın fakat sizi burada görmek yani ben..."

 

"Alpay'ın istediği üzerine buradayım yenge hanım."

 

"Öyle mi?" En son konuştuğumuzda birkaç gün yoğun olacağını söylemişti. Telefonun çekmediği bir yere gideceklerdi. "Eksik olmayın. Hoş geldiniz."

 

Olivia hala bana merakla bakarken, "Yüzbaşı Mücahit," dedim. "Alpay'la aynı adadaydı."

 

"Merhaba," dedi Yüzbaşı elini Olivia halaya uzatırken. "Memnun oldum. Siz Alpay'ın halası olmalısınız."

 

"Ben de," dedi tebessümle. "Tekrardan hoş geldiniz ama zahmet etmişsiniz. Biz buradayız. Boncuğumuzu yalnız bırakmıyoruz. Güvenlik ekibimizde burada. Sizi buraya kadar neden yordu acaba?"

 

"Muhakkak," dedi. "Başınızda bir erkek olmadığından sanırım gelip görmemi istedi."

 

Olivia hala yüzbaşının sözlerine karşın gözlerini devirirken ben araya girdim. "Biz de tam kafeteryaya iniyorduk. Siz de bize eşlik edin lütfen."

 

Yüzbaşı başını hafifçe sallayınca birlikte asansöre bindik ve beşinci katta indik. Alpay neden böyle bir istekte bulunmuştu bilmiyordum. Hastane oldukça korunaklıydı. Hem de Yüzbaşı Mücahit'ten istemiş olması tuhaftı. Telefonu alıp mesaj attım ama ona iletilmedi.

 

İçimi saran kasvetle masalardan birine otururken yüzbaşı tam karşıma oturdu. Olivia hala içeçek bir şeyler almak için yanımızdan ayrılınca başımı pencereye çevirdim. Yağan yağmur damlalarının cama vurdukça çıkardığı pıt pıt sesine odaklanmaya çalıştım. Bakışlarının üzerimde olduğunu hissedince ona döndüm. "Her şey yolunda mı?" diye sordum.

 

Başını beni onaylayarak salladı. "Herkes yerine yerleşti," dedi. "Yeni görev arkadaşlarına alışmaya çalışıyorlar."

 

Armağan'dan haberleri alıyordum zaten. Aramızdaki sessizlik rahatsız edince sormuştum. Olivia hala elindeki çaylarla yanımıza gelince rahat bir nefes aldım. Nedensiz ellerim terlemeye başlamıştı.

 

İkişer bardak çay içtikten sonra ayaklanan ilk yüzbaşı oldu. "Çay için teşekkür ederim hanımlar. Ben birkaç gün daha buralardayım. Bir ihtiyacınız olursa..."

 

Bana doğru uzattığı kağıdı alınca üzerinde telefon numarası olduğunu gördüm. Arayacağımızı düşünmüyordum fakat nezaketen almak durumunda kaldım. "Teşekkür ederiz ama zahmet vermeyelim size," dedi Olivia hala. "Bizim için kalmanıza gerek yok."

 

"Sizin için kalmıyorum," dedi. "Zaten işlerim var." Bana çevirdi sonra bakışlarını. "Görüşürüz Güliz Ada."

 

Yanımızdan uzaklaşan adamın ardından bakarken derin düşüncelere dalmıştım. Aklımsa Alpay'daydı. Bir an önce sesini duymak istiyordum.

 

Odaya çıkıp kısa bir duş aldıktan sonra yatağa uzandım. Olivia hala balkonda telefonla konuşuyordu. Bebeğimizin cinsiyetini öğrenmiştik ama şimdilik yalnızca ikimiz biliyorduk. Alpay öğrenmeden kimseye haber vermemiştim. Bir kızımız olacaktı. Öğrendiğimden beri içime sığamıyordum.

 

Yüreğim pır pırdı. Heyecandan yerimde duramayınca banyoya atmıştım kendimi. Komodinin üzerindeki telefonuma uzandım. Hala kapalıydı çünkü mesajım iletilmemiş görünüyordu.

 

Başımı yastığa bıraktım. Aldığım ilacın ve duşun etkisiyle mayışmaya başlamıştım. Uyumak istiyordum. Uyanıkken aklım devamlı Alpay'da olduğu için vakitte geçmek bilmiyordu. Gözlerimi kapatınca Olivia hala odanın ışığını kapatıp loşlaştırdı.

 

Bugün İngiltere'ye gelişimin on dördüncü günüydü. Sevdiğim adamdansa dört gündür haber alamıyorduk.

 

Amcamı ve Tufan Albay'ı aramıştık. Oldukları bölgeyle iletişime geçemediklerini ama birkaç gün sonra yerlerine döneceklerini, merak edilecek bir şey olmadığını söylemişlerdi. Yine de içimde bir huzursuzluk vardı. Sanki benden bir şeyler gizlediklerini hissediyordum.

 

🥀

 

Dört gün önce

 

Libya'da bugün on dördüncü günümüzdü. Eğitimlere katılıyor ve bolca konferans veriyordum.

 

Libya'nın Kuzeybatısında bulunan hava üssünde kalıyorduk. Burada kaldığımız süre içinde bir oda vermişlerdi. Sorun şu ki burada şebeke oldukça sorunluydu. Aklım karımdaydı. Doğru düzgün sesini bile duyamıyordum günlerdir.

 

Üç gün sonra acemilerden oluşan bir timle arazi eğitimine çıkacaktım. Saatlerdir odada plan yapıyor, yarın ki konferansın dosyasını okuyordum.

 

Kapı açılınca başımı kağıtlardan kaldırdım. Kenan sıcaktan bezmiş bir halde odaya girince keyifle arkama yaslandım. Başına bir mendil bağlamıştı. "Hangi inşaattan böyle devrem?"

 

Masanın önündeki koltuğa otururken kendi kendine bir şeyler söyledi. Hayır dua etmediği aşikardı. "Geç dalganı sen. Oğlum burası ne böyle? Kurban olurum cennet vatanımın bir karış toprağına."

 

Güldüm ve elimdeki kalemin kapağını kafasına fırlattım. "Sanki ilk kez geliyorsun Kenan!"

 

"İlk kez gelmiyorum da epeydir bu tarafa yolumuz düşmüyordu. Unutmuşum nasıl bir cehennem olduğunu."

 

Tam anlamıyla öyleydi. Burada yaşamak bir savaşta mücadele etmek gibiydi. Böyle yerleri gördükçe şükrediyorduk. "Daha bir ay sürer gibi."

 

"Üç ayı gözden çıkarmıştım," dedi. "Bir aya şükür bülbülüm. Telefon da çekmiyor anasını satayım. Özledim yarimi." Gözlerini kapatıp ellerini başının üzerinde birleştirdi ve arkasına yaslandı. "Hele bir türkü patlat kardeşim."

 

Hasretten patlamaya hazır bir bombaydım. Kenan'ın isteği gayriihtiyari döküldü dudaklarımdan. "Ben özledim yarimi söylesem ayıp mıdır?"

 

"Şu ses bende olsa asker mi olurdum yahu?"

 

"Kenan ayarlarımla oynama benim kardeşim. Birazdan eğitime alacağım yeni gelenleri. Sen de gel. Dünkü gibi kaytarma."

 

"Ulan geldiğimizden beri kaç kere dinlendirdim seni. Bir gün kaytardım alt tarafı onu da çok gördün. Gözüne dizine dursun."

 

"Beddua etme lan!" Ona fırlattığım kalem kapağını kafama attı. "Şu şebeke sorunu beni çok zorluyor zaten. Eğitimler olmasa burada nasıl zaman geçer? Düşünmekten kafayı yemem muhtemel."

 

"Benim de," dedi. Elindeki zarı avucunda çevirip duruyordu. "Bu mesleğin en zor yani ne açlık ne uykusuzluk ne de yorgunluk. Hasret yükü çok ağır be Alpay."

 

"Öyle." Dosyaları düzenleyip ayağa kalktım. Boş duranı Allah sevmezdi. "Hadi kalk Kenan'ım. Oturmaya mı geldik buraya?"

 

***

 

Boncuğumun sesini duymadan uyandığım dördüncü günün erken saatlerinde arazi eğitimine çıkılacağının haberi gelince sabah namazından sonra uyuyamadım.

 

Geceden beri dört dönmüştüm yatağımda. İçim sıkılıyordu. Sesini duymaya ihtiyacım vardı. Göğsümün üzerindeki fotoğrafı bakmaktan eskitmiştim.

 

Kenan lavaboda abdest alırken ben üzerimi değiştirip bahçeye çıktım. Ekip tek sıra halinde bahçedeydi. Beni görünce hazır ola geçtiler. Komutanları gelince selamladı ve askerlerine işaret verdi. Askerler sırtlarındaki çantalarla çıkışa doğru yürümeye başlarken Kenan da bize doğru koştu.

 

Bulunduğumuz bölge Libya'nın en dağlık bölgesiydi. Kaç gün süreceğini bilmediğimiz bir yürüyüşe başlarken Kenan'ın yüzünde güller açıyordu. Omzuna vurup göz kırptım. "Bu ne neşe kardeşim?"

 

"Nasıl neşeli olmam bülbül. Dağları özlemişim." Bunu söylerken suratını ekşitince güldüm. Komutan arkasını dönüp bize bakınca ciddi bir ifade takınıp çantamı düzelttim.

 

Uzun bir yolumuz ve kısıtlı erzağımız vardı. Daha zorlu eğitimlere, görevlere katılmıştım. Bu dağlar korkutmuyordu.

 

Tam üç saat dinlenmeden yürüdüğümüz dağın başında bekleyen helikoptere doğru yaklaşırken yanımızdaki rehber komutanın söylediklerini bana tercüme ediyordu.

 

"Alpay," dedi Kenan. "Bunlar hep çocuk oğlum. Helikopterden atlarken ölmesinler."

 

Askerlerin çoğu henüz on sekizini yeni doldurmuş gibiydi. Hepsi çelimsiz ve oldukça acemiydi. "Ben ne askerler gördüm Kenan," dedim. "Kedi gibi gelip aslan gibi döndüler."

 

"Baksana nasıl kurbanlık koyun gibi bakıyorlar."

 

Yürüdüğümüz yokuş düzlüğe ulaşınca durup alnımdaki teri cebimdeki mendille sildim. Boncuğumun elinin kokusu sinmişti üzerine. İşlediklerinin üzerine dokunup tekrar burnuma bastırdım. "Çok güzelsin boncuk. Çok güzel..."

 

Timle beraber helikoptere binince yavaş yavaş havalandı. Atlayacakları ve yarışacakları parkurun olduğu bölgeye doğru yola çıktık. Cebimdeki tuşlu telefonu çıkarıp baktım. Şebeke az da olsa çekmeye başlamıştı. Helikopter gideceğimiz alana doğru yaklaştıkça sinyal daha da artıyordu.

 

Mail kutusuna düşen bildirime baktım önce. Gelen mail dehlizde bulduğumuz cesedin otopsi sonucuydu. Raporu okurken kanım dondu. "Kenan," dedim omzuna dokunurken. "Ceset Sevgi'ye ait."

 

"Hangi Sevgi?" diye sordu. "Bir dakika Sinan'ın Sevgi mi? Hass..."

 

"Sinan'ın Sevgi," dedim. Şimdi daha iyi anlıyordum. "Sevgi Hayri'nin kızı."

 

"Ulan bu nasıl senaryo?"

 

"Dahası var," dedim elemanın raporun altına düştüğü notları okurken. "Hayri'nin bir üvey iki öz yani toplamda üç çocuğu varmış."

 

"İkisi öldü." Elini alnına sürtüp dehşetle gözlerime baktı. "Bu üçüncü veletin de bu işlerle bir alakası olabilir mi?"

 

"Bilmiyorum Kenan." Aklım durmuştu. Düşünemiyordum. Güliz Ada'yı ve bebeğimizi düşündükçe içime bir kor düşüyordu. "Sence olmaması mümkün mü?" Dedemi aramaya çalıştım ama sinyal devamlı zayıfladığı için bir türlü arama yapılmıyordu. "Bitmiyor," dedim öfkeyle. "Bir bitmiyor..."

 

Bir mesaj bildirimi düşünce ekrana baktım. Mesaj Güliz Ada'dandı. Mesajıyla bile yüreğime su serpmişti boncuk gözlüm.

 

Mesajı açacakken helikopter bir anda büyük bir gürültü ile sarsıldı. "Saldırı," diye bağırdı komutanları. Keskin nişancı etrafı kolaçan ederken, "Bir tane daha," diye bağırdı. Helikopter ikinci saldırı ile hızla sürüklenmeye başlarken Kenan kolumdan yakalayıp beni yere çekti.

 

"Alpay," dedi korku dolu gözlerini gözlerime dikerken. "Hakkını helal et kardeşim."

 

"Hayır," dedim elimdeki mesajı okumaya çalışırken. "Hayır kardeşim şimdi değil. Kı-kızım," dedim. "Kızımı görmeden olmaz Kenan..."

 

"Ne?" diye bağırdı. Helikopterin çarpmasıyla herkes bir yere fırlarken sürüklenmemin ardından karın boşluğumda müthiş bir yanma hissettim. Elime kan bulaşmıştı.

 

"Kızım," dedim güçlükle. "Kızım olacakmış Kenan."

 

Kenan'ın yerde kan içinde kalmış yüzüyle yatışına bakarken avazım çıktığı kadar bağırdım. "Şimdi değil Kenan!" Midem bulanıyor gözlerim puslanıyordu. "Şimdi değil kardeşim..."

 

🥀

 

Korkuyla gözlerimi açıp hızlıca doğruldum. Kalbim delirmiş gibiydi. Oldukça da terlemiştim. Hemen yanımdaki telefona baktım.

 

İki gün daha geçmişti ama Alpay'dan bir haber yoktu. Ona attığım mesaj iletilmiş hatta görülmüştü. Buna rağmen ona hala ulaşamıyordum. Çok mu yoğundu? Bir şey mi olmuştu? Kızımızın olacağını öğrenmişti. Buna bir tepki vermemesi için iki elinin kanda olması gerekiyordu. Gördüğüm kabus yüzünden dilim damağım kupkuru olmuştu.

 

Saat sabahın üçüydü. Olivia Hala içeride uyuyordu. Onu uyandırmak için seslendim ama uyanmayınca su almak için yataktan kalktım. Hiç su kalmamıştı. Odadan yavaşça çıktım. Loş koridorda ilerlerken hemşire bankosunun önünde durdum. Dinlenme odasında olmalılardı.

 

Omuzlarıma aldığım şala sarılıp asansöre doğru yürüdüm. Kapıdaki güvenliklerde görünmüyordu. Yüreğim hala pır pırdı. Alpay'ı gördüm. Simsiyah dumanların içinden bana elini uzatıyordu. "Allah'ım sen onu koru."

 

Asansörün düğmesine basmadan çalışınca beklemeye başladım. Asansör kafeteryanın olduğu katta inmedi ve yukarı çıkmaya başladı. Panikle düğmelere bastım ama durmadı ve çıkmaya devam etti. Yirminci katta durdu ve ben hiç ışık olmayan bir koridorla karşılaştım.

 

Elimdeki telefonun flaşını açtığımda karşımda yüzünde maske başında şapka olan biriyle burun buruna geldim. Çığlık atamadan koluma saplanan iğnenin acısıyla geriye attım kendimi.

 

Bana enjekte ettiği her neyse saniyeler içinde vücudumu taş kesti. Konuşamıyordum. İlaç bana felç geçirtiyordu sanki. "Sürpriz," dedi tanıdık sesi. Kalbim yavaşlıyor nefesim daralıyordu. Elimi yüzüne doğru kaldırdım ama konuşamadım. "Yorma kendini güzel gözlü hemşire."

 

Beni kucağına alırken gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Ona tepki verememek şu an hissettiğim en büyük acı oldu. "Kocanın helikopterinden daha sağlam benimki," dedi. "Yazık bülbülü havada avladılar. Kim bilir nereye kondu?"

 

Gözlerimdeki yaşlar daha da artarken içimde bir ateş yandı. İçim cayır cayır yanıyordu. "Ağlama," dedi gözlerimi silerken. "Bebeğe zarar boncuk."2

 

🥀

 

Devamı gelecek...2

Bölüm : 08.02.2025 21:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...