Bülbül sesli bir komutanla gül kokulu kızın aşkına ağladı bu topraklar...
***
"Uyuyun," dedi adam sessizce. Yüzünü burnuna kadar kapatan bir maske takıyordu. Karanlık onun ruhuydu. Gündüzler kabusu geceler kurtuluşuydu. "Karanlık bir sis gibi çöküyorum üzerinize ve ruhunuz bile duymuyor gafiller!"
Bedeni yoksunluk krizine girmiş kuru bir yaprak gibi titriyordu. Radarındaki binayı birkaç dakika izledi. Öfke ve kin doluydu. Kalbi intikamla atıyordu yalnızca.
"İyi uykular güzel kız," dedi dişlerini sıkarak. "Tadını çıkar huzurlu uykularının." Arkasını dönüp geceye bir sis gibi karıştı. Ağaçların arasından çıktı ve büyük bir çeşmenin önünde durdu. "Siz uyuyun çünkü ben uyumayacağım."
Yıllar önce ailesini kaybedince ayrılmıştı evinden. Baba bildiği adamın kardeş bildiği kadının intikamını almaya yemin etmişti. İçeride olduğunu düşünüyorlardı. Unuttukları bir şey vardı düşman uyumazdı. "Bekleyin bakalım," dedi kendi kendine. "Karanlığınız giderek büyüyor."
🥀
Eve gelir gelmez kendimi yatağa bıraktım. Neredeyse bir saattir uyumuş olduğumu görünce saçlarımı kaşıyarak doğruldum. Gecenin bir körü uykumun kaçacağı muhtemeldi.
Açlıktan midemde davul zurna çalıyordu. Uyandığımdan beri Söylediklerini, bana bakışını, benim için yaptıklarını düşünüyordum. Gördüğüm rüya ise can sıkıntımın üstüne tuz biber olmuştu. Hatırlamak bile istemiyordum.
Yüzbaşının asıl bana ne yaptığından haberi yoktu. 'Gözlerini her kapattığında gözlerim gelsin gözlerinin önüne.' Hataydı. O da öyle düşünüyordu ki en son gözlerime buz gibi baktı.
Yutkundum. O farkına varıp kendini çekmişti. Peki ben ne için ona çekiliyordum? Oflayarak odadan çıktım ve aşağıya indim. Salonda Yüzbaşıyı ve timini bulmayı beklemiyordum. Ne işi vardı ki bunların burada? Hem de bu saatte. Aklımı böylesine karıştırmasına dayanamıyordum. Neydi bu şimdi?
Teğmen Kenan oturduğu yerden kalktı ve baş selamı ile "Merhaba Güliz Ada," dedi. "Habersiz geldik kusurumuza bakmayın."
Zor da olsa gülümsedim. "Merhaba. Hoş geldiniz." Bu ziyaretinizi neye borçluyuz acaba? Tabii bunu sormadım. Armağan'ın işi olmalıydı. Teğmen'e şaşırmıyordum zira onu buralarda sık sık göreceğimiz aşikardı da yüzbaşıya ne demeliydi?
Çelebi ve Fırat'ı elinde tabaklarla mutfaktan çıkarken görünce güldüm. Ayla koskoca adamlara sofra kurduruyordu. "Siz de hoş geldiniz çocuklar." Yüzbaşıya bakmadan masaya doğru ilerledim. "Oturun siz ben kurarım." Çelebi'nin kız kardeşi elinde ekmeklerle yanımıza geldi. En azından bekar üç kadının yaşadığı eve gelirken bunu unutmamışlardı.
Çelebi salata tabağını masaya bıraktı ve hazır ola geçti. "Alışkınız biz boncuk hemşire, yani şey Güliz Ada Hanım." Ayla'ya baktı. "Ayla hanım tek başına uğraşıyordu biz de yardım edelim dedik."
Armağan'a bakıp kaşlarımı kaldırdım. "Öyle mi? Sağolun çocuklar eksik olmayın. Siz de oturun artık gerisini ben hallederim."
Fırat ve Çelebi'nin çekinerek baktıklarını görünce arkamı döndüm ve yüzbaşının çocuklara tehditle baktığını gördüm. Onlara döndüm ve "Oturun lütfen," dedim. "Yorgunsunuzdur siz." Yüzbaşının çılgın eğitimlerinin olduğunu biliyordum. "Armağan gelir misin canım?"
Çelebi ve Fırat oturmaya hazırlanırken yüzbaşının öfkeli sesi onları durdurdu. "Bulaşıkları yıkamak istemiyorsanız doğru mutfağa!"
Mutfağa doğru gideceklerken durdurdum. "Oturun lütfen!"
"Oturan bir daha oturmak için bir mabat bulamaz!" Gözlerimi kısarak ona doğru döndüm. Burayı birliği mi sanıyordu acaba?
"Burası bizim evimiz koğuşunuz değil!" Ellerim belimdeydi.
"Olabilir onlar benim askerlerim!"
Bakışlar benimle yüzbaşı arasında gidip gelirken Fırat'ın Çelebiye, "Sizce kim kazanacak?" dediğini işittim.
"Bilmiyorum," dedi Çelebi. "Ama boncuk hanım kazanır gibi." Kız kardeşi abisine bakıp gülerken öksürdüm.
"Doğru!" Fırat'a sinirli bakınca ikisi de bakışlarını farklı yönlere kaçırdı.
Boğazımı temizleyip, "Olabilir şu an siviller ve bizim misafirlerimiz," dedim. "Lütfen uzatmayınız."
Fırat ve Çelebi kaçarak mutfağa girerken Ayla elinde ekmeklerle mutfaktan çıktı. Gülerek içeriye kaçan askerlere bakıyordu. Kınayan bakışlarımı ona çevirdim bu kez. Pes doğrusu. Bu kızın yaptıramayacağı bir şey yoktu. Masanın üzerindeki balıklara bakarken midem guruldamaya başladı. Balıkları onlar getirmiş olmalıydı.
"Hadi buyurun," dedi Ayla. Peçeteleri servis edip Teğmen'le Yüzbaşıya baktı. "Sofra hazır."
Herkes masaya yerleşirken mutfağa girdim ve bir bardak su içtim. Uzak durmaya karar vermişken bir anda sürpriz! Onu evimde buldum. Bardağı tezgaha koydum ve içeri geçtim. Yüzbaşının yanındaki sandalyeye otururken ona bakmamaya çalışıyordum. Mahsus mu yapmışlardı bunu? Şüpheyle Armağan'la Ayla'ya bakarken ikisi de gözlerini kaçırdı.
Öyle açtım ki önümdeki balığa elimle girişmek istiyordum. Ne var ki dibimde oturan adam yüzünden balığıma nazik davranacaktım. Bunu niye yapıyorsam? Herkes sessizce yemeğini yerken Ayla Yüzbaşıya bakıp, "Yaralarınız nasıl oldu Yüzbaşım?" diye sordu.
Onlara bakmadan tabağımdaki balığı karıştırdım. Bunun kılçıkları çatalla da çıkmıyor ki ama... "İyiyim Ayla Hanım," dedi. "Sihirli dokunuşları olan bir hemşirenin eli değdi. Çabuk iyileşecek gibi."
Öksürdüm. Kısa bir an herkes bana bakarken ben bakışlarımı hemen kaçırdım. O hemşire kadar başına taş düşsün inşallah. "Sevindim," dedi Ayla. "Tekrar geçmiş olsun."
"Balıklar kız gibi iki gözümün çiçeği," dedi Çelebi. Ayla öksürük krizine girerken Teğmen'in homurdandığını işittim. "Vallahi siz biliyorsunuz bu işi."
Fırat Çelebi'nin ensesine vurdu. "Alpay Bülbülüm seçti lan! Kenan komutanım değil."
Güldüm. "Kız gibi ne lan?" diye çıkıştı Teğmen. Yüzbaşı sessizdi. Bu keyifsizliğini neye borçluydu acaba?
Başını sağa sola oynattı ve sessizliğini bozdu. "Yemeğini ye Çelebi yemeğini. Tugaya gidince gösteririm ben sana bülbülü şahini."
"Emredersiniz komutanım." Çelebi ve Fırat çok tatlı çocuklardı. Çelebi bana bakıp göz kırpınca genişçe gülümsedim. Eğildi ve elini dudaklarına kapadı. O sırada bardağımdaki şalgamdan bir yudum almaya hazırlanıyordum. "Boncuk hanım benden duymayın ama Alpay Yüzbaşım size fena yanık bence!"
İçtiğim şalgam boğazımı mideme kadar yakarken ufak bir çığlık kaçtı dudaklarımdan. "Yandım!" Acı su genzime kaçınca beynime kadar uzadı yangın.
Çelebi göz kırptı. "Belli oluyor boncuk hanım."
Elimi ağzıma doğru hızla sallarken Ayla su dolu bardağı önüme doğru ittirdi. "Şalgam," dedim Çelebi'nin bacağına masanın altından vururken. "Çok acıymış!"
"Acısız almasını söylemiştim," dedi yüzbaşı Çelebi'ye öldürecek gibi bakarken. "Bir işi de düzgün yap Çelebi."
Suyu içerken gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum. Bardağı bırakırken göz göze geldik. "İyi misin?"
Başımı yavaşça sallayıp Çelebi'ye doğru eğildim. "Böyle şeyler öyle dan diye söylenmez Çelebi."
Peçeteyle dudaklarını sildi. "Ben çenemi tutamam ki."
Şaşkınlıkla tabağıma dönerken acının mideme indiğini hissediyordum. "Keşke Düldülüm de burada olsaydı," dedi Fırat. "Balığı çok sever karadeniz uşağım."
Düldül dedikleri Çavuştu. Uzun ve ince olduğu için bu ismi vermiş olmalılardı. Kendi kendime güldüm. "Başka bir sefere o da gelsin," dedim. Peçeteyi dudaklarıma bastırıp ayağa kalktım. "Sevdim sizi."
Tam güleceklerken öksürerek başlarını önlerine eğdiler. Yüzbaşı arkasına yaslanmış elindeki çatalı döndürerek sertçe masaya vuruyordu. Huysuz herif! Sandalyeyi sertçe ittim ve ellerimi yıkamak için banyoya girdim.
Ellerimi yıkayıp kurularken çıkmak için arkamı döndüğümde göğsüne çarptım. Parfümünün kokusundan onun olduğunu anlamıştım zira yaşadığımız aksiyon dolu yakınlaşmalar kokusunu hafızama kazımama sebep olmuştu. Başımı kaldırdım ve kaşlarımı çattım. "Banyoya böyle girilmez yüzbaşı," dedim. "Önce kapı vurulur."
Kaşlarını öyle mi der gibi kaldırırken bana doğru yürümeye başladı. Geri kaçarken o bir adım daha attı. "Kapıyı kapatmadıysan uygunsuz bir halde değilsin demektir boncuk," dedi. Sesi yine eskisi gibi milkshake kıvamında çıkıyordu. Kavunlu olanından ve en sevdiğimden... "Neden kaçıyorsun?"1
"Kaçmıyorum," dedim ters ters. "Siz üstüme geliyorsunuz!"
Kaçacak bir yerim kalmayınca popom lavaboya çarptı. "Kızgınsın," dedi kollarını göğsünde bağlarken. "Neden?"
Neden kızgındım? Tuttuğum nefesimi bıraktım. Cidden neden kızgındım? Sanırım ben ona değil kendime kızgındım. "Değilim." Gözlerimi kaçırdım. Biraz daha gözlerine bakarsam kızaracaktım. Bakmadan duramıyordum bu bir ihtiyaçtı. Ne zaman bakışlarımı kaçırsam saniyesinde yüzünü talan ederken buluyordum. "Neden kızgın olayım ki?"
"Bilmem," dedi gözlerini gözlerimden çekmeden. "Bence kızgınsın."
"Saçma bir mekanda saçma bir sohbet içerisindeyiz farkında mısınız?"
Başını usulca salladı. "Kavga edecek gibiyiz sanki." Şaşkınlıkla baktım yüzüne. Ne kadar açık sözlüydü.
"Bence basılacak gibiyiz," dedim. "Evdeki tek lavabodayız."
Muzipçe güldü. "Yani adın adımla anılacak!" Gözlerimi devirdim. Kendine olan özgüveni elbette rüya gibi olan yakışıklılığındandı. Baş parmağını çenesinde dolaştırdı. "Gelmeleri için ecellerine susamış olmaları gerek."
"Acımasızsın," dedim doğrudan. "Onlara karşı katısın."
Dudağını büküp başını salladı. "Ana kucağı değil burası boncuk. Asker ocağı."
Aramızdaki sessiz bakışma uzayıp gidecekken beklemediği anda kaçtım. "Kaç bakalım," dedi ardımdan. "Gül bülbüle ait nasıl olsa boncuk."
Aşağıya indiğimde diğerlerinin ayaklandıklarını gördüm. Montları ellerinde kapının önündeydiler. Hepsinin bana tuhaf bakışının sebebi kıpkırmızı bir yüzle inmiş olmamdı. "Gidiyor musunuz?"
"Geç oldu," dedi Kenan. "Yarın nöbetçiyiz. Siz de öyleymişsiniz. Dinlenin. Her şey için teşekkür ederiz."
"Balıklar için asıl biz teşekkür ederiz," dedi Armağan. "Kesenize bereket."
"Lafı bile olmaz," dedi Teğmen. O sırada yüzbaşı aşağıya indi ve askıdan montunu aldı. Bakamıyordum. Bakarsam yeniden kıpkırmızı olmam kaçınılmazdı.
Kapıya doğru yaklaştı ve bize dönüp selam verdi. "İyi akşamlar hanımlar." Bana bakıp göz kırpınca dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.
Çelebi ve Fırat birbirlerine bakıp kıkırdıyorlardı. Bu akşam en çok eğlenen şüphesiz onlardı. "Size de," dedim sessizce.
"İyi akşamlar Ayla Hanım," dedi Çelebi. "Uzun zaman sonra aile yemeği gibi oldu." Ailesi uzakta olmalıydı. "Teşekkür ederiz."1
"Bir gün dördümüz şehirde bir şeyler yapalım," dedi Çelebi'nin kız kardeşi. "Her şey için teşekkür ederim."
Ayla baş selamı verip hafifçe gülümsedi. Kapıyı ilk açıp çıkan Teğmen oldu. Kapının üzerinde siyah bir zarf durduğu için hepimizin dikkati aynı noktada toplandı. Teğmen zarfı aldı ve bana doğru uzattı. "Sana gelmiş Güliz Ada."
Merakla elindeki zarfa bakarken yüzbaşının gözlerinin üzerimde olduğunu görebiliyordum. "Üzerinde ne bir adres ne de pul var." Herkes elimdeki zarfa bakarken zarfı açtım ve içindeki beyaz kağıdı çıkardım.
Beni özledin mi? Ben çok özledim.
Birkaç saniye zarfa bakarken yüzbaşının da elimdeki kağıda baktığını fark ettim. Kaşları çatılmış yüzü bembeyaz olmuştu. Bu da neydi şimdi? Onları tedirgin etmemek için kağıdı aldım ve cebime koydum.
"Sorun yok değil mi?" Başımı kaldırıp teğmen'e baktım. "Yüzün bembeyaz oldu."
"Özlemiş," dedi yüzbaşı dışarı çıkarken. Tam bir şey söyleyecekken hızla uzaklaştı. "Kenan hadi!"4
Diğerleri de gözden kaybolunca kapıyı kapattık. Kızlar merakla bana bakıyordu. "Biri mi var?" diye sordu Ayla.
"O ne demek?" Armağan dikkatle bana bakıyordu.
"Olsa bilirsiniz," dedim sessizce. Keyfim kaçmış bütün kanım çekilmişti. "Kimin gönderdiğine dair en ufak bir fikrim yok." Yüzbaşı ne düşünmüştü bilmiyorum lakin pek iyi şeyler düşünmediği aşikar.
"Necip olabilir," dedi Ayla. Masaya doğru ilerleyince peşinden gittik. "Aptal herif!" Necip üniversiteden beri beni seven genç bir çocuktu. Arsızdı ama böyle şeylere kafası çalışmazdı. Yine de bu ihtimal içimi rahatlatmaya yetti zira ondan zarar gelmezdi.
"Belki de," dedim. "Buraya geldiğimizi bir şekilde öğrenmiş olmalı."
***
Saat sekizde Tufan Albay'dan nöbet listelerimizi teslim aldık. Nöbetler bir hemşire ve bir doktor şeklinde oluyordu. Gündüzleri iki hemşire olurken saat beşten sonra teke düşüyordu. Nöbetler yoğun değildi. Hapishane ve askeriye olarak ayrı ayrı yapılmıştı liste. Toplam sekiz nöbetim vardı ve dördü hapishanedeydi.
İkinci nöbetim de hapishanedeydi. Evet o şanslı bendim. Ayla askeriyede Armağan ise benimle beraber hapishanede gündüz mesaisindeydi. "Kazamız mübarek olsun boncuk," dedi Armağan. Bahçeye çıktık. Ayla'ya bakıp gülümsedi. "Günün şanslısı sarışınım."
Ayla üsse doğru yürürken el salladı. "Kolay gelsin kurbanlık koyunlar."1
Armağan'a bakıp gülümsedim. "Hepsi hücrelerinde," dedim. "Ne kadar zor olabilir ki?"
Armağan omzunu oynattı. "Hiç!" dedi. "Sanki savaşa gidiyoruz."
Hapishanenin çalışan kapısından girerken yüzbaşıyla karşılaştık. Elinde kahvesi ile ağır adımlarla bize doğru geliyordu. O da burada nöbetçiydi. İçimden bir ses tesadüf değil dese de benim için nöbet listesini değiştirecek hali yok diye düşündüm.
"Günaydın hanımlar," dedi kartını girişe okuturken. "Günün şanslıları siz misiniz?"
Sessiz kalırken Armağan, "Yazık Ayla'ya," dedi. "Revirde canı çıkacak sabaha kadar."
Yüzbaşı yürürken kaşlarını kaldırdı. "Göreceğiz," dedi muzipçe. "Kime yazık olacak."
Koridor ayrımına gelince farklı yönlere doğru döndük. Yürürken omuzlarımın üzerinden ona baktım. Durdu ve endişeyle bana baktı. İlk günün berbat anısı hala aklımızdaydı. Yavaşça önüme dönünce hemşire dinlenme odasının önünde durduk.
Kapıyı açıp girecekken yan odadan müthiş bir çığlık sesi yükseldi. Armağan'la aynı anda kulaklarımıza ellerimizi bastırdık. Kapısı açıldı ve üzeri kan olmuş genç bir adam dışarı çıktı. Bakışları bizi buldu ve "Üzerinizi değiştirin," diye yükseldi. "Ne bakıyorsunuz öyle?"
Bu adam şu meşhur hekim olmalıydı. Nam-ı diğer, "Şimşek Hayri!" Albay sabah özellikle ondan bahsetmişti. Sabah sabah fena çarpmıştı vesselam.
"Ta-Tamam!" Başımızı hızla sallayıp içeri girdik.
Armağan'a ters ters bakıp üniformamı giymeye başladım. "Ayla'ya yazık değil mi Armağan?"
"Hay dilimi eşşek arısı soksun."
Hızla dışarı çıkarken, "Amin," dedim. "Çabuk ol!"
**
Yıldıza basmayan bizden değil. Yahu bir saniye sürmüyor gözünüzü seveyim❤️😘
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
52.68k Okunma |
4.32k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |