Çaresizlik nedir bilir misin? Çaresizlik kalbin kanatlanıp gittiği yere bedenin gidememesidir.
Adanın ayazı mıydı yoksa dalgaların kıyıya vuruşuyla yüzüme çarpan rüzgarın şiddet miydi içimi böylesine titreten?
Nilay'ın kulağıma fısıldadığı iki kelime bütün bedenimi öfkeyle sarsmıştı. Kendime gelip Nilay'ın peşinden koştum. "Nilay!"
Tekneye bindi ve bana doğru döndü. "Alpay lütfen git! Yapamam lütfen zorlaştırma."
"Kimse sana zarar vermez! Lütfen ne biliyorsan söyle bana."
Başını iki yana sallayıp, "Üzgünüm affet beni. Oğlumu tehlikeye atamam," dedi ve arkasını dönüp içeri girdi.
Ufkun karanlığında kaybolan tekneye bakakalmıştım. Kaç dakikadır olduğum yerde bekliyordum bilmiyorum. Beni merakla bekleyen karım vardı ve ben ona gidemiyordum. Gözlerindeki endişeyi silmedikçe gözlerine bakmak haram gibi geliyordu.
Ne demek istemişti Nilay? Benimle oyun mu oynuyordu? Çenemi sıkmaktan dişlerimden bir tanesinin sızladığını hissettim. Karanlığa baktıkça o karanlığın içinde ben de kayboluyordum. "Çeşme." Düşündüm. Çeşme bana hiçbir şey çağrıştırmıyordu. "Çok tatlı..."
Nasıl bir ipucu verdiğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Nilay'ın bana yardım etmeyeceği aşikardı. Belki de hiçbir manası olmayan sözlerle kafamı karıştırmak istemişti. Ayağımı yere vurup iskeleye doğru hızlı hızlı yürümeye başladım. Bolca sabıra ve sükunete ihtiyacım vardı. Birkaç damla düşmüştü anlıma. Yağmur başlıyordu ama umursamadım.
Bu halde eve gidemezdim. Bu gerginliğimi boncuğuma hissettirmek istemiyordum. Rahatlamam gerekiyordu. İskeleye çıkıp ucuna doğru ağır ağır yürüdüm. Kendi bedenime sığamıyordum. Ruhum sıkışıyordu. Kalbimse alev alev. Onu alıp gidemiyordum çünkü ben bir askerdim. Kendi hayatımdan önce vatan geliyordu. Kaçamıyordum. Kaçmak bana göre değildi.
Öte yanda boncuk. Dünyalar güzeli karım ruhum bile duymadan zehirlendiyse?
İskelenin ucuna oturdum canımın acısıyla. Çaresizlik nedir bilir misiniz? Çaresizlik kalbinin kanatlanıp gittiği yere bedeninin gidememesidir. Gidemiyordum. Sevdiğim kadına gidemiyordum. Oysa sarılsa ve başımı göğsüne yaslasam içimdeki kasvet dağılacaktı.
🥀
Ne hissedeceğimi ne düşüneceğimi bilmiyordum ben artık. Kalbim ağrıyor canım fazlasıyla yanıyordu.
Giden teknenin ardından perişan bakan kocama baktıkça karşısına hiç çıkmamış olmayı diliyordum. Nilay'ın Alpay'a sarılışı ve Alpay'ın onun ardından dağılışı dayanmakta güçlük çektiğim bir manzaraydı. Nilay'ın hayatımızdan tamamen çıkmış olduğunu umut ediyordum.
Bir süre durduğu yerden teknenin ardından baktı. İskeleye doğru yürümeye başlayınca gizlendiğim yerden çıktım ve peşinden yürümeye başladım. Yürüyen sanki benim Alpay'ım değil bir başkasıydı. Onu böyle güçsüz görmeye dayanamıyordum. Bana gelsin istedim. Her ne yaşarsak yaşayalım benim göğsümde dinlensin istedim ama o yalnız kalmayı seçmişti.
Bir yanım onu anlıyorken diğer yanım kırılıp paramparça oluyordu. İnsan kalbine söz geçiremiyordu nitekim. Onu çok seviyordum ve kaybetmekten deli gibi korkuyordum. İskelenin en ucuna gidip oturdu. Dümdüz ileriye bakıyordu. Bir süre izledim. Gidip boynuna sarılmamak için kendimi tutuyordum.
Oldukça dalgın görünüyordu. Sonra telefonu çaldı. Arayan kimdi bilmiyordum ama Alpay'ın sesi oldukça telaşlıydı. Özel alanını işgal etmek istemesemde merakıma yenik düştüm. Şu sıralar benimle her şeyi paylaşmıyordu. Birkaç adım atıp iskeleye çıktım.
"Emin misin Caner?" diyordu. Başını gökyüzüne doğru kaldırdı. "Allah'ım sana şükürler olsun. Caner bana dünyaları verdim abiciğim. Dile benden ne dilersen."
Güzel bir haber almıştı. En azından güzel giden şeyler de oluyordu hayatımızda. Zaten her şey dört dörtlük olamazdı. Dünyaya gelişimizin bir anlamı kalmazdı değil mi? Hayatımız kocaman bir sınavdı. Kah gülecek kah ağlayacak ve zorluklarla sınanıp yaradana sığınacaktık.
Alpay telefonu kapatıp kendini sırt üstü iskeleye bırakınca aldığı haberi daha çok merak ettim. Yavaş yavaş ona doğru yaklaştım. Hala varlığımı fark etmemişti. Yanına ulaştım ve dizlerimin üzerine çöktüm. Gözleri kapalı halde gülümsüyordu.
"Sultanım," dedi. Dudakları kıvrılınca eğildim ve alnından öptüm. "Gerçek misin hayal mi?"
Güldüm. Eğildim ve dudaklarına dudaklarımı bastırdım. Derin bir iç çekti öpüşümle. "Sen söyle," dedim elimi kalbinin üzerine bastırırken. "Gerçek miyim hayal mi?"
Bıyıklarını kesmişti ve gülüşü daha güzelleşmişti. Daha netti. Dişlerini gördüm bu kez. Kalbim onu gördüğüm ilk günkü gibi çarpıyordu ve onun kalbinin benim kalbimden hiçbir farkı yoktu. Elini yanağıma doğru uzatınca gözlerimi kapadım. "Gerçeksin bebeğim," dedi. "Kalbimin dayanamayacağı kadar güzel ve gerçeksin."
Dudaklarımız özlemle bir kez daha buluşunca beni üzerine çekti ve ellerini belime bastırdı. "Alpay," dedim sessizce. Gecenin sessizliği nefeslerimizin bile gürültülü çıkmasına yetiyordu. "Güzel bir haber aldın."
"Aldım," dedi ellerini kalçalarıma doğru kaydırırken. Saçlarım yüzüne kapanmıştı. "Çok güzel bir haber aldım boncuk."
Eğildim ve bir kez daha öptüm. "Benimle paylaşacak mısın?"
Gözlerini açıp belimden sıkıca tuttu ve bir anda doğrulup ayağa kalktı. Düşeceğim korkusuyla boynuna sarılmıştım çünkü iskelenin en ucundaydık. "Paylaşacağım ama önce arabaya gitmemiz gerek."
Kucağından indirmeden hızlı adımlarla iskeleden inerken omzunu sıktım. "Bir gören olacak Alpay. Bırakta yürüyeyim. Ne derler sonra?"
Çenesini alnıma sürtüp burnunu boynuma bastırdı. Kimseyi umursamadığı aşikardı. "Dünyayı yüklenmiş gidiyor derler hatun. Dünyamı kollarıma sığdırmışım ben. Kime ne?"
Sözlerine erimekten başka bir tepki veremiyordum. "Ah Alpay..."
Arabaya ulaştığımızda kapıyı açtı ve sırt üstü koltuğa bıraktı. Kapıyı kapatıp kilitleyince başımı kaldırıp hayretle baktım. Kazağını çıkarıp ön koltuğa atınca midemde bir kıpırtı olmuştu. "Bakma öyle," dedi üzerime eğilirken. "Karımı özledim."
Alnını alnıma yaslayınca burnundan öptüm. "Bende çok özledim sevgilim. Ne tenin tenimden ne de nefesin nefesimden ayrı düşmesin."
"Amin," dedi dudaklarını boynuma hırsla bastırırken. Nefesimi kesmişti öpüşü. "Amin sultanım amin."
🥀
Uyandığımda bedenimin yarısı Alpay'ın üzerindeydi ve kaskatı kesilmişti.
"Alpay." Arabanın arka koltuğunda uyuduğumuza inanamıyorum. Günlerdir ilk kez bu kadar huzurlu uyuyorduk ikimiz de. Ne zaman sızıp kaldığımızı hatırlamıyordum. "Sevgilim uyan."
Gözlerini açmadan homurtular çıkarıp tamamen bana dönünce koltukla onun arasında sıkışıp kalmıştım. "Alpay!"
"Yavrum komutan mısın sen ya? Niye bağırıyorsun sabahın köründe?"
"Saat sabahın altısı olmuş ve biz hala arabadayız. Merak etmişlerdir bizi."
Elini susmam için dudaklarıma bastırınca elini ısırdım. Çocuk muyum canım ben? "Etmezler efendim," dedi. "Karımı benim yanımdayken kimse merak edemez. Edenin de..."
Elimi bu kez ben dudaklarına kapadım. "Alpay!"
"Saatlerce adımı şakıyabilirsin sultanım zerre şikayet etmem ama biraz daha mı uyusak?"
Gülerek elimi başıma yasladım. Nihayet gözlerini açmıştı. Mavilerinin etrafındaki kırmızılıklara içim gidiyordu ama göreve gitmesi gerektiğine emindim. "İşin yok mu sevgilim?"
"Cık," dedi. "Kenan idare eder birkaç saat daha."
Omzuna vurdum. "Yüzbaşısın diye insanları kullanamazsın beyefendi."
Kahkaha atınca yüzüne hayretle baktım. Akşam ne haber aldıysa keyfini epey yerine getirmişti. Tabii benim de. O mutluysa mutluydum ben ancak. "Onlar insan değil yavrum," deyince elimi dudaklarıma kapadım. "Benim timim."
Yüzüme dikkatle baktı ve kaşlarını derince çattı. "Seni buraya kim getirdi? Gecenin bir yarısı bana yalnız geldiğini söyleme boncuk. Gerçi hem kim getirdiyse de benden çekeceği var da."
"Çelebi getirdi," dedim alnındaki saçları geriye yatırırken. Tüm dikkati elimdeydi. "Ve sen ona dokunmuyorsun Alpay."
"Söz veremem," dedi parmak uçlarımı tek tek öperken. "Belki biraz okşarım."1
"Sizi gördüm," dedim. Aslında amacım tavır yapmak değildi ama elimde olmadan çıkmıştı ağzımdan. "Sana sarıldı ve sen..."
"Kulağıma bir şeyler fısıldadı," dedi. "Sarılmadı yani. Manasız sözler belki de bir ipucu bilmiyorum. Çok korkutulmuş ve kesinlikle bize bundan başka bir şey söylemeyecek."
Gözlerini kapatıp sesli bir nefes verdi. "Çeşme dedi. Sonra çok tatlı falan..."
"Çeşme mi?" Bunların nasıl bir manası olabilir ki? "Alpay Nilay'a evet çok üzüldüm. Her şeyden önce o bir anne fakat bu söyledikleri..." Öfkeden yanaklarım sıcacık olmuştu. "Dalga mı geçiyor bu kadın bizimle?"
"Bilmiyorum. Ya konuşmaktan korkuyor ya da benden nefret ettiği için yardım etmek istemiyor." Boynunu büküp yüzüme bakınca daha sakin kalmaya çalıştım. "Çekti gitti artık yaşadıkları kendi sorunu güzelim. Ben elimden geleni yaptım. Ona ve oğluna yardım elini uzattım ama o geri çevirdi. Benim tek düşündüğüm sensin."
"Hala seni dün gece kimin aradığını söylemedin."
"Tahlil sonuçların temiz çıkmış sultanım. Şükürler olsun ki sana gelen çikolatalar da temiz."
"Ohh," dedim elimi kalbime bastırırken. Omzumdan büyük bir yük kalkmıştı. "Şükürler olsun sevgilim."
"Öyle güzelim. Çok şükür. Sen adada kalmakta ısrarcı mısın?"
"Sen göreve gidene kadar tutayım nöbetlerimi. Az kaldı zaten. Belli ki yaşadıklarım ruhsal. Psikolojik sorunlar yaşıyorum. Bence ilaçlar da iyi geliyor daha iyiyim." Yanağını okşadım. "İyiyim ben gerçekten. Senin yanında olmak istiyorum."
Ofladı pofladı ama sonra rahatladı. "Her an haber gelebilir ve biz yola çıkabiliriz. Benimle birlikte bu adadan çıkacaksın tamam mı?"
"Biz bu cezayı beraber aldık Alpay. Ben istesem bile amcam bana ayrıcalık yapmayacaktır."
"Beraber almadınız. Sen Ayla'nın suçuna ortak oldun."
"Fark etmez sevgilim. Neticede ben bir karar verdim ve şu an buradayım. İyi ki buradayım çünkü seni buldum."
Yüzümü ellerinin arasına alıp burnuma dişlerini bastırdı. "Güzelim. Dediğin gibi olsun. Tamam mı?"
Israr etmeyişine şaşırmıyordum çünkü Alpay'ın işimle ilgili planları vardı. Bunu yeniden hatırlamak canımı epey sıkıyordu. "Benim mesleğimle ilgili bana sormadan bir şey yapma olur mu?"
Gözlerini kaçırarak hafifçe doğruldu. Utanmıştı. "Duydun mu bizi?"
"Üzgünüm. Yani istemeden kulak misafiri oldum. Kızmadım dersem yalan söylemiş olurum."
"Biliyorum Alpay. Belki de ben de aynı şeyi yapardım ama sen yine de yapma olur mu?"
Birkaç saniye hiçbir şey söylemeden gözlerime baktı ve yanımdan kalkıp şoför koltuğuna oturdu. Kızıyordu, korkuyordu, benim için endişeleniyordu ama arkadaşlarımı ne olursa olsun yarı yolda bırakamazdım. "Daha dikkatli olacağım," dedim. "Sevgilim lütfen yapma böyle. Hayri Bey var Mücahit Yüzbaşı var gerekirse amcamdan rica ederim adaya gelir. Dört bir yanım asker."
Elini direksiyona vurunca oturduğum yerden sıçradım. "O canavar sana saldırırken de dört bir yanın asker doluydu boncuk. Bıçaklanıp bir tekneye tıkıldığında da dört bir yanın asker doluydu."1
Ne diyeceğimi bilemediğim için sustum. Sakinleşmesi için alana ihtiyacı vardı. Sakinleşmesini bekledim. O ateşken ben su olmak istiyordum bu hiçbir zaman değişmeyecekti. Arabayı çalıştırıp gaza yüklenince lojmanlara gelene kadar sessizce bekledim. O da bir daha benimle konuşmadı.
🥀
Haftalar sonra buraya dönmek itiraf etmek gerekirse pekte iyi hissettirmemişti. Yine de görev görevdir diyerek üniformamı giyip dinlenme odasından çıktım.
Saat 08.05'i gösteriyordu ben bahçeye çıkarken. Armağan ve Ayla revirde nöbetçiydi ve mesaiye başlamadan kahvaltı için yanlarına gidiyordum. Dün sabah Alpay beni eve bıraktıktan sonra ne aramış ne de yanıma uğramıştı. Önemli değildi. Elbet kızgınlığı geçecek ve beni görmek için yanıma gelecekti bu yüzden onu yalnız bırakmıştım.
Kapıdan çıkarken Hayri Bey'i elinde çantasıyla arabasından inerken gördüm. Beni görünce önce şaşırdı ve sonra kaşlarını çatarak bana doğru yaklaştı. "Güliz Ada!"
Gülümsemeye çalıştım. Önümde durdu ve üzerindeki siyah kaşe kabanının yakasını düzeltti. "Hayri Bey."
"Kızım senin ne işin var burada? Onca şey yaşadın ve hala buraya geliyorsun."
Anlaması güç değildi neden anlamamakta ısrar ediyorlardı. "İnsanlar görev yerleri zorlu, başına bir şeyler geliyor diye işini bırakmıyor Hayri Bey. Daha zorlu şartlarda çalışan insanlar var."
Başını iki yana salladı. "Kusura bakma Güliz. Bir baba olarak senin düşündüğün gibi düşünemiyorum."
Ailesinden hiç bahsetmemişti. Burada yalnızdı. Bir ailesi var mıydı? "Alpay da tepkili. Ben sizi anlıyorum. Anlaşılmakta istiyorum aynı zamanda."
Elimi omzuma vurdu birkaç kez. Az ileride duran Alpay'a kaydı gözlerim. Telefonda konuşuyordu ve epey sinirliydi. Bizi gördü ve durdu. "Haklısın," dedi. "Her ne yaşarsak yaşayalım hayat devam ediyor."
Başımı sallayarak Alpay'a baktım bir kez daha. Telefonu kapatmış yanına gelmem için bekliyor gibiydi. "İzninizle."
Hayri Bey'in yanından ayrılıp kocama doğru yürürken yer sanki ayaklarımın altında titriyordu. Bir an için deprem olduğunu düşündüm. Alpay'ın yanına vardığımda bacaklarımın titrediğini fark ettim. Ona bir şey belli etmeden, "Günaydın," dedim. "Tüm gün neredeydin?" Bu kadarına hakkım var diye düşünüyordum.
"İşlerim vardı," dedi ellerimi belime doğru uzatırken. Dudaklarını boynuma bastırınca hafifçe ittirdim. "Ama özledim."
"İçeri geçelim," dedim gülerek. "Kızlar kahvaltıya bekliyor. İşin yoksa sen de gelsene."
"Görevle ilgili plan yapıyorum ama bir yarım saat ayırabilirim sultanım."
Beline sarılıp başımı göğsüne yaslarken birlikte içeri girdik. Mücahit Yüzbaşı bahçede beş altı askerle konuşuyordu. Bizi görünce birkaç saniye baktı ve baş selamı verdikten sonra tekrar askerlerine döndü.
"Yüzbaşı ile eskisi kadar kötü değil gibisiniz."
Gözlerine devirerek bana doğru döndü. "Daha az nefret ediyorum diyelim."
Güldüm. Ayla elinde ilaçlarla revirden çıkıyordu, bizi görünce duraksadı. "Günaydın kaçaklar. Hoş geldiniz. Şunları bırakıp hemen geliyorum. Armağan içeride."
"Günaydın," dedim. "Tamam biz içerideyiz."
Alpay'la beraber içeri girdiğimizde Kenan'ın da burada olduğunu gördük. Alpay arkadaşını görünce gözlerini devirdi. "On dakika çay içeceğim sen timi topla demedim mi ben sana? Lan ne fırsatçı herifsin sen!"
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Teğmen Alpay'a bakıp dişlerini gösterdi ve elindeki çayı höpürdeterek içerken bacak bacak üstüne atmayı ihmal etmedi. "Armim cevizli kek yapmış. Hepsini sana mı kaptıracaktım?"
Alpay başını iki yana salladı ve hemen teğmenin yanına otururken, "Sen adam olmazsın," dedi. "Güven sıfır! İş birliği sıfır! Fırsatçılık yüzde yüz!"
Teğmen elindeki keki tek seferde ağzına atarken Armağan'la birbirimize bakakaldık. Ağzı tamamen dolu olduğu için kelimeler boğuk çıkmıştı ve Alpay hala ters bakıyordu. "İltifat ediyorsun şekerim."
"Boğazı uğruna boğulacak herif!"
Onlar birbirleri ile didişmeye devam ederken içeri Yüzbaşı Mücahit girdi. Oldukça gergin görünüyordu. "Alpay," dedi. "On mahkumun ve sekiz erin Türkiye'ye sevki gerekiyor."
Alpay ve Kenan aynı anda ayağa kalkarken Armağan'la birbirimize baktık. Neler olduğunu anlamaya çalışıyorduk. "Hayırdır?"
"Bilmiyorum henüz. Mahkumlardan ikisi epey ağır. Şiddetli kusma ve ishal şikayeti var hepsinde. İkisi nöbet geçirmiş." Alpay öfkeyle yüzbaşıya bakarken yüzbaşı bana döndü. "Hayri Bey hemen gelsin dedi Güliz Hemşire. Rüzgar'ı da desteğe çağırsan iyi olur."
Başımı sallayıp revirden çıkarken Alpay da peşimden geldi. "Kenan sen askerlerle ilgilen. Ben hapishanedeyim."
Bahçeye çıkınca kolundan tutup durdurdum. "Toplu zehirlenme olabilir mi? Yani ishal ve kusma..."
"Olabilir yavrum ama nöbet geçirenler olmuş. Bu zehirlenmeden olabilir mi?"
"Olabilir," dedim. "Şiddetli zehirlenmelerde vücut şoka girebilir ve tepki olarak nöbete yol açabilir."
Hızlı hızlı bahçeden çıkarken endişeyle baktı yüzüme. "Umarım güzelim..."
🥀
Saatler sonra kendimi kanepeye bıraktığımda saat 20.23'ü gösteriyordu.
Vakalar giderek artarken yorgunluğumuzda dayanılamayacak boyuttaydı artık. Alpay oldukça gergindi. Uğraşması gereken bir sürü işi varken o hapishaneden çıkamamıştı. Mahkumların neredeyse yarısı Türkiye'de başka bir adaya sevk edilirken askeriyede de durum buradan farklı değildi.
Elimizdeki ilaç ve serum stoğu bitmek üzereydi. Hayri Bey Alpay'dan farksızdı. Gün içinde ikisi birlikte kafa kafaya vermiş yiyecek ve şebeke suyundan tahlil göndermişti. Adadan sevk edilen asker sayısı ise şimdilik yirmiydi.
Dinlenme odasının kapısı açılınca yavaşça doğruldum. Gelen Alpay'dı. "Boncuk."
"Belim kopuyor Alpay. Ne durumdayız?"
Yanıma oturup beni kolunun altına çekti. "Bana aklımı kaybetmemem için bir şey söyle Güliz." Her şeyin üst üste gelmesi kötü olmuştu lakin sabretmekte sükunet vardı. "Bir bu toplu zehirlenme eksikti."
"Bunun da üstesinden geleceğiz sevgilim. Kendini böyle bırakma benim sana ihtiyacım var."
Elimi eline alıp avuç içimi uzunca kokladı. "Tahlil sonuçları gelene kadar var olan hazır sularla idare etmemiz gerekecek. Nilay Çeşme diyerek belki de bunu anlatmak istedi. Bir saate yeni bir gemi gelecek. Türkiye'den su ve yiyecek getiriyor. Hiçbir şey yemeni ve içmeni istemiyorum. Sabah altıda tüm çalışanların sevki yapılacak."
Hapishaneyi ve askeriyeyi yavaş yavaş boşaltmamız gerekiyordu. Öncelik şikayetleri olanlara verilmişti. Yeni görev yerleri neresi olurdu bilmiyordum. Bu belirsizlikler haftalarca sürebilirdi. Askeri kuvvetin büyük bir kısmını karşılayan bir tesisin bir süre kullanılamayacak olması onu daha da üzüyordu.
Derin bir nefes alıp cebimdeki çikolatayı çıkardım ve ona doğru uzattım. "Bunu dolabıma sen mi koydun?"1
Elimdeki çikolataya bakıp kaşlarını çattı. Bir hışımla elimden alıp duvara fırlatınca dudağımı ısırdım. Alpay kim bilir ne zamandır dolabıma çikolata bırakmıyordu. Öfkeyle ayağa kalkarken bağırdı. "Ulan kafayı sıyıracağım!"
"Sakin mi olayım? Burnumun dibine kadar girip sana ulaşıyor ve ben bir şey yapamıyorum. Bunlardan daha önce geldi mi?"
"E-evet," dedim. "Ben sanıyordum ki sen..."
"Tamam sus," dedi. Ellerini saçlarına bastırdı. Perişan oluşunu gördükçe gözlerim doluyordu. Elimi dudaklarıma bastırıp yerime oturdum. İlk kez Ayla'nın suçuna ortak oluşumun pişmanlığını yaşıyordum. Fakat şunu da biliyordum ki insan bazen başına geleceklerden kaçamıyordu.
🥀
Genç kadın telefonun ekranındaki numaraya bakınca tuttuğu nefesini bıraktı.
Hala ne istiyorlardı? İkisinin de sesini duymak istemiyordu artık. "Beni bir daha aramayacağına söz vermiştin?"
"Söylediklerimi yüzbaşıya iletip iletmediğini teyit etmek için aradım. Bu son arayışımdı."
Gözlerimi devirdim. "İlettim. Neden oğlunu ifşa etmek istediğini anlamıyorum."
"Alpay benden şüphe ediyor. Belli etmiyor ama beni izlettiğini fark ettim. Üçümüzün yanmasındansa birimizin yanması daha iyi. Hem sen bunlarla kafanı meşgul etme. İyileşmene bak."
Sinirden ağlamak üzereydim. "Yıllarca zehirleyip şimdi iyileşmemi mi istiyorsun?"
"Her neyse Nilay! Çikolatalar ifşa oldu. Hemşireye ulaşmam artık daha zorlaştı. Tahlil sonuçları temiz çıktığı için bir süre rahatlayacaktır. Yüzbaşının göreve gitmesini bekliyorum sabırla."
Kaşlarımı çattım. Tahlil sonuçları nasıl temiz çıkmıştı? "Bu nasıl oldu?"
"Epeydir almıyor dozlarını. Vücudu yavaş yavaş yoksunluk çekecek. Madde idrardan ve kandan atılmış olsada beyinde yoksunluğa girecek."1
"İşimi iyi yapıyorum o halde. Çünkü ben kötü adamım Nilay."
Sesini duymaya tahammül edemediğim için telefonu yüzüne kapattım ve telefonu klozetin içine atmak için elimi hırsla kaldırdım. Ne onu ne de Alpay'ı hatırlamak istemiyordum ama vicdanım çok sızlıyordu. Onu savaşın içinde bıraktığım için pişmandım ama dahasını söylemek içimden gelmiyordu.
Uçak yolculuğumuz devam ediyordu ama ben gözümü bir an olsun kırpmıyordum.
Uçak büyük bir sarsıntı ile sarsılırken yolcuların bazıları çığlık atıyordu. Panikle anneme ve babama döndüm. "Anne neler oluyor?"
"Bilmiyorum," dedi. "Gözleri kocaman olmuştu. "Git bir bak bey."
Babam oturduğu yerden kalkıp ekonomi bölümüne geçti. "Anne uçak düşmüyordur değil mi?"
"Tövbe de Nilay. Allah korusun yavrum."
Yanımda uyuyan oğluma baktım. Eğildim ve saçlarını öptüm. İçimde kötü bir his vardı. Sanki bu uçak düşecek ve ben evladımdan sonsuza dek ayrılacaktım. "Amin," dedim. "Anne ben hemen geliyorum."
Telefonumu çıkarıp Alpay'ı aradım. Kalbim sıkışıyor ve nefesim daralıyordu. İlk çalışta açmasını beklemiyordum. "Nilay," dedi. Gözlerimi sıktım. Bir insan bir insanın nasıl olurda bunca zaman hala kalbinde yaşardı?
"Alpay," dedim. "Çeşme." Sesi kesilip duruyordu. Pilotun sesini işitince ağlamaya başladım. "Büyük eski bir çeşme var."
"Kaçacak," dedim. "Siz çeşmeye baskın yaparken o kaçacak."
Düşmemek için tutunarak annemlerin yanına dönerken nefes alamadığımı hissettim. Alpay'ın sesi gelmiyordu. Artık. Telefonun ekranına baktım. Çekmiyordu. "Oğlum!" Uçakta can pazarı yaşanırken kulaklarımda dayanılamayacak bir uğultu başladı. "Anne, baba oğlum!" Dizlerimin üzerine düştüm. "Allah'ım beni affet. Ben iyi bir anne iyi bir kul olamadım."
🥀
Telefonu kapatıp hızla Kenan'ı ararken kalbim göğüs kafesimi delip geçecek kadar sert atıyordu.
Biliyordum. Adanın diğer tarafındaki muz bahçelerinin orada eski bir çeşme vardı. "Kenan," dedim. "Dikkat çekmeden on kişiyle çık ve beni arka tarafta bekle!"
"Soru sorma kardeşim," dedim. "Ben peşinizden geleceğim. Tehlikeli olabilir ona göre hazırlık yap."
Tuzak olduğu belliydi lakin şansa bırakamazdım. Günlerdir takip ettirdiğim askerimi aradım. "Koçum top sende! Gerekeni yap ve beni bekle." Emri verdikten sonra Kenan'la buluşmak için yanıma Mücahit'i alıp askeriyeden çıktım.
Arabaya bindiğimizden beri aklım sadece boncuktaydı. Saat sabahın üçüydü ve hapishanede yalnızdı. Askerimi yeniden arayacakken telefon ayaklarımın altına düştü. Yolu göremiyordum. Yağmur öyle yağıyordu ki sanki yıllardır yağmamıştı.
"Hayırdır Alpay," dedi dakikalardır sessizce yanımda bekleyen Mücahit. "Ne operasyonu bu saatte? İçerinin durumu belli. Tim de çıkmış. Albayın haberi var mı?"
"Yok," dedim. Öfkeden deliye dönmüştüm. Aklıma dahi gelmemişti ki. "Unuttum abi!"
"Kafayı mı yedin sen? Sıkıntıya gireceğiz."
"İn istersen sen," dedim. "Orayı boş bırakmam saçmaydı. Senin de başın derde girmesin."
"Sür abicim," dedi. "Daha dönmek olur mu?"
"Eyvallah," dedim. "Eyvallah yüzbaşı."
Kenan ve çocuklarla buluşmuş çeşmenin etrafını çevirmiştik. Kenan çeşmeye bakıp yüzünü buruşturdu. "Ne şimdi bu?" İşaretimle çeşmeye doğru yaklaşmaya başladık. "Dalga mı geçiyorsun oğlum bizimle? Çeşmeyi mi tutuklayacağız?"
"Aynen aynen." Silahımı hazır edip öne geçtim. "Kolla götümü kardeşim."
"Komutanım mabatınız bende!" Çelebi'nin sesini işitince güldüm.
Çeşmeni etrafını dolaşıp civarda ne var ne yok incelemiştik ama çeşmenin büyük duvarını kaplamış sarmaşıklardan başka bir şey yoktu. "Umarım bana oyun oynamıyorsun Nilay!"
"Komutanım," dedi Düldül. "Burada bir giriş var gibi."
Hepimiz hazır bir halde çeşmenin arka tarafına dolaştık. Düldülün işaret ettiği yerde bir insanın sığabileceği kadar geniş sonradan konulmuş bir taş vardı. İki askere işaret verdim. Taşı iterek kenara çektiklerinde bir tünel girişi ortaya çıktı. İçeriden gelen koku yüzünden hepimiz öğürmeye başladık.
"Bu ne lan böyle!" Kenan kenara geçip kusarken küfretmeye devam ediyordu. "Sanki içerisi leş dolu!"
"Önden ben giriyorum." Burnumu kapatıp içeriye adım atınca diğerleri peşimden gelmeye başladı. Koku dayanılacak gibi değildi öyle ki şimdiden gözlerim yanmaya başım dönmeye başlamıştı.
🌺
Biz geldik canlarım. Umarım herkes iyidir. Gecikme için kusuruma bakmayın. Finale çok yakınız hatta bir sonraki bölüm bile olabilir.2
Siyaha Bulanmak yazarken beni zorlayan bir kurgu. Bu yüzden gecikmeler oluyor. Yıldıza basmayı unutmayın🫠🌺
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
52.69k Okunma |
4.32k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |