3. Bölüm

BÖLÜM 3

Aysun Arslan
aysunkayaarslan

Hazan en sonunda çalıp duran telefonu dışarıya çıkıp açtı. "Ne var ya! Ne var? Utanmadan nasıl arıyorsun sen beni?" Kocası derin bir nefes aldı. "Neredesin? Eve gel konuşalım." Hazan histerik bir kahkaha attı. Dalga mı geçiyordu bu adam onunla? "Cehennemin dibindeyim neredeysem neredeyim. Beni rahat bırak arama beni. Konuşacak bir şey mi kaldı?" Karşı taraftaki adam öfkeyle sıktı dişlerini "Hazan saçma sapan şeyler yapma sakın. Bak çok haklısın kızmakta. İki yetişkin olarak konuşalım olur mu?" Bu şerefsiz, onu da kendisi gibi mi sanıyordu sinirle onu aldatacağını falan mı ima ediyordu şimdi? "Kes sesini be geri zekalı!" daha fazla dayanamayacaktı telefonu yüzüne kapattı içeriye girdi. Akşama kadar Asya ile birlikte çalışmıştı o da. Madem evinde kalacaktı en azından böyle az da olsa borcunu ödemiş olacaktı. Kafeyi kapatıp birlikte çıktıklarında Asya'nın bir arabası olduğunu görünce şaşırdı Hazan. Ne güzel diye geçirdi içinden, gencecik kız ama evi var arabası var ailesinin desteği var demek ki. Bir de bizimkilere bak. İçi biraz burulmuştu. Kıskanmıştı biraz ama haset değildi bu. O da böyle olabilirdi başka bir aileye doğmuş olsaydı. "Hadiii ne duruyorsunuz buz gibi hava binsenize." Asya'nın azarlayan sesi ile geldi kendisine hemen doluştular arabaya. Saat geç olmuş, Nazlı şimdiden uyuklamaya başlamıştı. Hazan yol boyunca çok sessizdi. İnsanlara böyle kolay güvenmek aptallık mıydı? Onca şeyden sonra... Dışarıda yağan sulu sepkeni, sokak lambalarını izlerken hiç tanımadığı bir kızın evine gitmenin huzursuzluğu vardı içinde. Gidecek başka yeri yoktu evine gitmek istemiyordu. Zaten kendisini hiçbir zaman ne o eve ne de o adama ait hissetmemişti. Keşke her şeyi başa en başa alabilseydi. Radyoda Çelik'ten Dilberim çalıyordu. Hazan gözyaşlarına karışan sesiyle mırıldandı bu çok sevdiği şarkıyı "denedim yetmiyor, dertlerim bitmiyor, bu sızı dinmiyor..." Sokak lambalarının cılız ışığı damlaların vurduğu camlardan yansırken gitti kafası eskilere yine.

Okulun bahçesindeki çardağa giden merdivenleri seke seke çıktı Hazan. Çardakta geriye yaslanmış bacaklarını banka uzatmış gözleri kapalı delikanlıya aşkla baktı. Kulağındaki kulaklık yüzünden duymamıştı çocuk onun geldiğini. Kirpiklerinin gölgesi yanağına düşmüş dağınık saçları hafif esen rüzgara bırakmıştı kendisini. Huzurluydu yüzü. Dinlediği müzikten zevk aldığı belliydi. Hazan parmaklarının ucunda dolandı arkasına ve zaten kapalı olan gözlerin üzerine kapattı minik avuçlarını. Çocuk bu hareketle gülümsedi. Gözlerine kapanmış biraz soğuk minik ellerin üzerine koydu kendi ellerini. Onun büyük ellerinin yanında bu küçücük eller kedi patisi gibi kalıyordu. Oradan yavaşça indirdi ellerini aşağıya dudaklarının üzerine götürdü. Tanıdık çilek kremi kokusunu içine çektikten sonra minik avuçlarının içine birer öpücük kondurdu. Hazan onun boynuna arkadan sarılıp saçlarının üzerine kondurmuştu öpücüğünü. "Ne kadar uzun sürdü ders, çok özledim seni" dedi. Yeşil gözler hafifçe kısılmış kenarları kırışmıştı. Gözünün altında beliren minik çukura bir öpücük daha kondurdu Hazan. "Yoksa benim sevgilim bir derscik ayrı kalmaya bile dayanamıyor mu?" Hazan'ın kalbi sevgilim kelimesi ile pır pır etmişti. "O bir ders geçmek bitmek bilmiyor bir ömür gibi uzun sürüyor" dedi mızmızlanarak çardağın etrafından dolanıp çocuğun yanına otururken. Çocuk onun minik ellerini kendi avuçlarının içine hapsetti. "Üşümüş yine bu beyaz patiler." Hazan kafasını bu adamın göğsüne yasladı. Kalbinin atışı kulağının altında en güzel şarkıdan bile daha güzeldi. Derin bir nefes alıp göğsünün üzerine kondurdu öpücüğünü. Adam kızın çıkık elmacık kemiklerinde dolaştırdı baş parmağını nazikçe. Hazan gözlerini kapatmış bu anın huzuruna bırakmıştı kendisini. O iri kahve gözleri siyah bir tül gibi çevreleyen uzun kirpiklerinin ucuna dokundu adam incitmekten korkar gibi. "Aç gözlerini bana bak. En çok şu gözlerinle fındık burnunu seviyorum senin" dedi burnunun ucuna minik bir öpücük kondururken. Hazan gözlerini açıp, ormanların en derini gibi bakan yeşil gözlere dikti kendi gözlerini "ben seninkilere bakarken kayboluyorum. Orman gibi taze çim kokusu gibi..." Delikanlı kızın gür kestane saçlarında gezdirdi parmaklarını "seninkilerse dipsiz uçurumlar gibi düşmekten korkuyorum..." Hazan saçlarında gezinen ele doladı parmaklarını "sen çoktan düştün, gözlerimden tam buraya..." elini kalbinin üzerine bastırmıştı bunu söylerken. Çocuk onu kendine çekip alnına bir öpücük kondurdu.

"Geldiiikk." Hazan bir an sıçradı yine, hatıranın içini acıtan tatlılığına öyle bir dalmıştı ki nerede olduğunu unutmuştu. "Sen de sürekli sıçrayıp duruyorsun ya" dedi Asya ona sırıtırken. "Dalmışım" Hazan arka koltukta uyuyakalan kızına baktı. Arabanın kapısını açıp kızını kucağına aldı. Apartmandan içeriye girerken Nazlı uyandı. Birinci kata çıkıp daireye girdiler. Asya hemen yataklardan birisine temiz örtüleri geçirdi. Kendi kıyafetlerinden vermişti çocuğa. Bir tşört ve bir kapri eşofman, pijama gibi olmuştu Nazlı'ya. Sonra Hazan'a döndü. "Benim kıyafetlerim sana olmaz ama abimin eşofmanı olacaktı, temiz versem giyer misin?" Hazan rahatsız edici bu pantolonla daha fazla durmak istemiyordu. Olur anlamında salladı kafasını. "Ben Nazlı'yı yatırayım ama önce."
Sade ve sevimli bir yatak odasıydı burası. Tek kişilik yatak, karşısında beyaz renk bir aynalı şifonyer ki üstü makyaj malzemeleri ve parfümlerle doluydu. Yatağın yanında bir çekmeceli komodin üstünde okuma lambası ve kitaplar. Yatağa serilmiş açık pembe yorganı kaldırıp Nazlı'yı yatırdı Hazan. Yatağının ayak ucuna oturup kızına ezberlediği masallardan birisini anlatmaya başladı. Nazlı bütün gün o kadar yorulmuştu ki beş dakika olmadan dalmıştı uykuya. Hazan odanın perdelerini kapattı. Dışarıya çıktığında Asya üzerini değiştirmiş çoktan gri renk ayıcıklı pijamalarını giymişti. Bu hali ile o da küçük bir çocuğa benziyordu şimdi. Kaç yaşındaydı acaba? Sormamıştı bile. Camın önündeki sallanan sandalyede elindeki kahve bardağı ile dışarıdaki fırtınayı izliyordu. Camın yansımasından arkasındaki küçük adımlarla yürüyen çekimser kadını görünce dönmeden konuştu.
"Önce bir duş al istersen? İyi gelir." Hazan bir süre düşündü evet sıcak bir duşa ihtiyacı vardı. Kendini aptal, gerilmiş ve kirlenmiş de hissediyordu. Ama ilk defa geldiği bir evde duş alma düşüncesi de içine sinmiyordu. "Çok hazırlıksız çıktım evden. Yanımda temiz iç çamaşırı da yok." Asya ona dönüp gülümsedi. "Sen duşunu al, o arada kıyafetlerini yıkayıp kurutmaya atarız. Ben de bize bir şeyler hazırlayayım." Hazan'ın pek fazla bahanesi kalmamıştı. Asya'nın eline tutuşturduğu temiz havluları kucakladığı gibi banyoya geçti. Beyaz mermer desenli duvarlarıyla ferah bir banyoydu burası. Üstelik genişçe bir küveti de vardı. Hazan pek acele etmeden çıkardı kıyafetlerini. Suyun küvete dolmasını bekleyecekti. Geniş banyo lavabosunun yanındaki raflarda çeşit çeşit bakım ürünlerinde dolaştırdı gözlerini. Arkasındaki duvarda boydan geniş bir ayna vardı. Çıplak vücuduyla döndü aynaya. Sanki bu kadınla ilk defa tanışır gibi baktı. Saçları elektriklenmiş bebek saçları kafasının üzerinde hoş olmayan bir şekilde dikilmişti. Koyu saçlarının arasında parıldayan bazı beyazlıklara kaşlarını çatarak baktı. Sonra çatılan, almayı artık bıraktığı kaşlarına bir göz attı. Çok kalın değildi zaten kaşları ama sık ve düzensizdi. Yukarıya doğru ittirdi onları alnında yeni oluşan çizgileri izledi gözlerinin kenarında henüz beliren çizgiler göz altlarında oluşan koyu halkalara dikkatle baktı. Biraz daha yaklaştı aynaya. Cildinde doğumdan kalma lekeler vardı. Soğuktan olsa gerek biraz kurumuş bazı yerleri soyulmak üzere gibiydi. Pürüzlü yüzüne soymak istercesine sürttü parmaklarını. Kafasını geriye doğru çekip çenesinin altında oluşan geniş gıdısını memnuniyetsizce süzdü. Neyden memnundu ki zaten? Bu beden ona ait değil gibiydi. En azından onun genç ruhuna ait değildi bu beden. Büyümüş biraz sarkmış göğüsleri, hamilelikte onların üzerinde çıkan birkaç siyah tüye baktı çatlamış göbeğinin üzerinde çenesinde de vardı bunlardan. Tombullaşmış bacaklarında belirginleşen o çatlaklara, tavuk derisi gibi görünen batıklara iğrenir gibi baktı. Arkasını döndü aynaya, bel simidi, sırtındaki yağlar yana döndüğünde sezaryen kesiğinin üzerinden katlanmış göbeği ile ilk defa karşılaşır gibi baktı kendine. Gözyaşları yanağından akmaya başladığında kendine acımaya başlamıştı. Nasıl bu hale geldin sen Hazan? Sen misin bu? diye sordu kendine. Kendisinde güzel olan bir şey bulmaya çalıştı çaresizce. Asya bugün ona güzelsin demişti. Değildi... Vücudunda yağımsı bir koku vardı kilodan mıydı yediği saçma sapan şeylerden miydi? Hani böyle çemenli bir pastırma yediğinizde on gün o çemen kokardı vücudunuzda onun gibi bir şeydi bu. Yaşlı gözleri onları saran siyah uzun kirpikleri güzeldi. Burnu güzeldi ve inci gibi olan dişleri güzeldi. Üst ön iki dişi ve köpek azıları diğerlerinden çok az uzundu ama bu ona sevimli bir gülüş veriyordu, tabii ki önceden. Çünkü artık gülmeyi denediğinde bu eylemi unutmuş olan yüz kasları isyana geçiyordu. Göz yaşlarını kısa tombul parmaklarıyla sildi. Hep özenirdi o uzun zarif ellere. Onun elleri minicikti ama artık tombuldu. Kendisinden nefret ederek baktı aynaya. Hayal kırıklığı ile söylendi. "Sen şu haline bak... Seni aldatmayacakta kimi aldatacaktı bu adam? Kadın mısın sen?" Kendisinden de evlenip onu bu hale getiren o adamdan da nefret ediyor iğreniyordu. Yeterli miktarda dolan küvete bıraktı ağır vücudunu. Kenarından taşan suya içini çekti. "Ne bekliyordun ki hayvan gibisin..." Sıcak suya uzandı gözlerini kapattı. Ne yaşıyordu o böyle? Kabus mu görüyordu? Bu kadın o değildi. Bu hayat onun kurduğu hayallerin en berbatından bile beterdi. Kalın kollarını sardı birbirine derisini kazımak inceltmek istercesine bastırdı sürttü sıcak suyun altında. O adamın bedeninde bıraktığı her türlü izi yok etmek istiyordu. Bedensel ağrı değil kalp ağrısı bile değildi bunlar. Ruhunun ağrıdığını hissediyordu. O ruh bu bedeni terk edip yarıp içinden çıkmak istiyordu. Aklına doluşan görüntülerle kasıldı yüzü. Ekşi bir şey yemiş gibi buruldu suratı.

Hazan Nazlı'yı kucağına alalı yirmi gün oluyordu. Sezeryanın kesiğinden on beş gün boyunca doğrularak yürüyememişti. Ne zaman denese sanki iç organları oradaki kesikten dışarıya çıkmak istiyor gibi hissediyordu. Son birkaç gündür ancak ayaklanmıştı. Karnı geriliyor kaşınıyor uyurken dönmek bile işkence oluyordu ona. Hele bir de bebek. Annelik böyle bir şey olmamalıydı. Bu kadar zor olamazdı. Uyumuyordu çünkü sürekli emzirmek için uyanmak zorundaydı. Bebeği emzirmekse tam bir işkence gibiydi. Meme uçları çatlıyor acıyor kanıyordu. Canı çok fazla yanıyordu. Yemek yemeye otursa ciyak ciyak ağlayan Nazlı'nın sesiyle kalkıyor buz gibi olan yemeği ağzına zar zor tıkıyordu. Hızlı yemek, ayakta yemek, emzirirken yemek, bazen hiç yememek, uyumamak, doğru düzgün duş alamamak onun uzun bir süre rutini olacaktı bunu henüz bilmiyordu. Üstüne kendi annesi değil de kocasının annesi sözde yardım için gelmişti. Kim kime hizmet ediyor belli değildi. Bebeği görmeye gelenlerde cabası. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu. Ayy çok kilo almışsın diyenler, sütün var mı bu bebek çok küçük doymuyor galiba diyenler. Emzik ver diyenler verme diyenler. Sarılığı çok bunun şöyle yap böyle yap diyenler. Hiç susmayanlar sürekli konuşanlar. Bir kişi bile sen nasılsın ne hissediyorsun sana nasıl yardımcı olurum ben dememişti. Serap ara ara uğrayıp evini temizlemiş, Ayça kaynanası gittikten sonra gelmişti iki gün hafta sonu kalmıştı yardımcı olmuştu. Kaynanası gitsin diye kendini zorlaya zorlaya ayağa kalkmıştı Hazan. Sana ihtiyacım yok artık diyebilmek için. Zaten varlığı ekstra bir yükten başka bir şey de getirmiyordu. Yirmi günü doldurunca da artık bebeği ve o tam anlamıyla baş başa kalmıştı. Bir türlü bitmek bilmeyen kanaması rahatsız ediyordu onu. Bu öyle bir kanamaydı ki normal bir ped değil hasta bezi kullanıyordu. Dinlenemiyor olmanın verdiği gerginlik, bebeğe alışmaya çalışması ve sürekli değişen hormonları. Henüz dilini çözemediği bebeği ile kendisini bir çıkmazda yapayalnız hissediyordu. Üstelik kocası geç saatlere kadar çalışıp onu tamamen yalnız bırakıyordu. Eve gelince de ayrı bir yerde yatıyordu. Gece bebek ağlamasına uyanmak istemiyordu belli ki. O gece ise başka bir şey olmuştu. Kocası gecenin sabaha yakın saatlerinde gelmişti eve. Hazan'ın uykusunun bilmem kaçıncı bölünüşüydü ya bebeği beslemek için ya da ağladığı için sürekli uyanıyordu. Zar zor dalmıştı ki vücudunda gezinen elle açtı gözlerini. Anason ve sigara kokusu burnuna dolmuş midesi kalkmıştı. "Ne yapıyorsun?" dedi uykusuzluğun sersemliği ile. Kocası ona yaklaşmış olur olmaz öpücükler konduruyordu. Hazan yüzünü buruşturdu. Adamın elleri acıyan yerlerşne ulaştığında kendini öfkeyle çekti geriye. "Ne yapıyorsun sen ya? Kanamam var bırak..." Kocasının kaşları hemen çatılmış reddedilmek canını sıkmıştı. "Özledim yeter artık dayanamıyorum!" Hazan onu kendinden uzaklaştırmaya çalışırken o daha da üstüne geliyordu. "Delirdin mi sen bırak diyorum!" Adam onu hiç duymamış gibi devam etti. Hazan onu göğsünden geriye ittirmeye çalıştı. "Ne başka kadınlarla mı göreyim ihtiyacımı?" İhtiyaç... İşte bu kadardı Hazan. Sadece ihtiyaç. Hayvani bir arzu dışında geri kalan hislerden muaf bir ihtiyaçtı. Derin bir nefes aldı. "Sarhoşsun saçmalıyorsun. Kanamam var diyorum... Bebek uyanacak bak şimdi!" Adam ona aldırmadan anason sigara kokan ağzını yine yaklaştırdı yine. "İhtiyacımı gidermenin tek yolu orası değil ya?" Midesi bulanmış Hazan, üstüne abanan adamı karnının acısına aldırmadan hışımla itti. Tuvalete koşturdu... Neyse ki Nazlı tam zamanında ağlamaya başlamıştı...

"Hazan iyi misin?" Duşta uzun kalmıştı galiba. Asya'nın sesi endişeli geliyordu. "Geliyorum birazdan" dedi. Tırnaklarıyla kazıdığı vücudu sızlıyordu. Fark etmemişti bunu. Hızlıca saçlarını köpürtüp durulandı. Bornoza iyice sarılıp bir havluyu da saçlarının üzerine dolayıp çıktı dışarıya. Ev sıcaktı, aldığı duş sıcaktı ama Hazan'ın içi üşüyordu. Asya mutfaktaki masanın üzerine abur cubur bir şeyler çıkarmıştı. "Abimi aradım sen duştayken iş meselesi için. O da olur dedi. Bir süre burayla ilgilenemeyecek zaten. Birlikte götürürüz." Hazan her şey kontrolünden çıkıyor hayatı freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı sürükleniyor gibi hissediyordu. "Ama benim biraz zamana ihtiyacım var." Asya masanın üzerinde duran votka şişesine uzandı. Yarım doldurduğu bardağının üzerini vişne suyuyla tamamladı. Tam Hazan'ın bardağına uzanmak üzereydi ki Hazan bardağı çekip tamamen vişne suyu ile doldurdu. "Alkol kullanmıyorum ben." Asya ona anlayışla baktı. "Biraz rahatlar, rahat uyursun diye düşündüm." Hazan çekimser bir bakış attı içki şişesine daha önce hiç içmemişti. Asya kendi bardağından küçük bir yudum alıp masanın üzerindeki patates cipsine uzandı. "Kendini hazır hissettiğinde başlarsın işe. Hatta şöyle yapalım bir süre ara ara gelir istediğin kadar kalırsın. Saatlerini kendine göre sen ayarla hem alışma hem işleyişi görme açısından iyi olur. Elbette ücrete tabii. Saatlik ücret alırsın." Hazan'ın kafasında bir sürü düşünce dolaşıyordu. Asya'yı yarım dinliyordu. "Teşekkür ederim" dedi öylece vişne suyundan bir yudum alırken. Asya telefonuna uzanıp arkada en azından biraz ses olsun diye şarkı listesine girdi. Çalma listeleri içinden doksanlar slow'u tuşlayıp masanın üzerine bıraktı. Hazan'ın bornozlu sudan çıkmış balık haline gülümsedi. "Çamaşırların kurumuştur. Giyin de biraz sohbet edelim." Hazan küçük bir çocuk gibi onayladı onu. Birlikte masadan kalktılar. Tuvaletin karşısındaki kapıyı açınca aşağı inen merdivenler ortaya çıkmıştı. "Makine alt katta" dedi Asya açıklama yapar gibi. Merdivenlerin yanındaki duvarda duran apliklerden loş bir ışık yayılıyordu etrafa. Aşağıya indiklerinde yukarıda olduğundan daha geniş bir salon karşıladı kızları. Bahçeye açılan geniş bir veranda vardı dışarıda. Sade krem rengi koltuklar odanın açık renk boyası ceviz mobilyalarla ferah bir yerdi burası. Salonun ucundaki bir başka kapıyı açtı Asya. Kısa koridorun ucundaki kapıyı açıp makineden Hazan'ın kıyafetlerini çıkarttı. "Abim geldiğinde kalır burada." Koridorun sağındaki başka bir odanın kapısını açtı. "Burası benim odam." Hazan odadan içeriye girdi tıpkı Nazlı'nın uyuduğu oda gibi oldukça sadeydi. Sadece bir çalışma masası koltuğu ile birlikte camın önüne yerleştirilmiş ve yan tarafında kitaplık olarak kullanılan raflar vardı. Mobilyalar ceviz rengiydi. Yatağının üzerindeki uçuk yeşil örtüsü ile düzenli bir odaydı. Yatağın karşısında kalan makyaj masasının üstü ise tıpkı diğer odadaki gibi bakım ürünleri ile doluydu. Hazan çalışma masasının kenarına yerleştirilmiş altın rengi terazi biblosunu aldı eline. Kitaplarda gezdirdi gözlerini. "Hukuk mu okuyorsun?" Asya onu yüzündeki sevimli gülümsemesi ile onayladı. "Evet üçüncü sınıftayım." Hazan bu sevimli kıza gülümseyerek baktı. "Yirmi bir yaşında mısın?" Asya onu gülümseyerek düzeltti "Yirmi dört yaşındayım. Sen kaç yaşındasın?" Hazan aynadaki yorgun yüzüne baktı. Normalde kaç gösteriyorum diye sorardı ama alacağı cevabın hoşuna gitmeyeceğini düşünerek vazgeçti. "Ben otuz yaşındayım." Asya ona gülümsedi "Daha küçük görünüyorsun." Hazan'ın buna inanması imkansız gibiydi. "Bence daha yaşlı görünüyorum. Neredeyse senin yaşındakiler teyze falan diyor bana." Asya'nın kaşları çatıldı. Hazan güzeldi sadece bakımsızdı biraz da kilosu vardı. Hatta kendine bakıp düzgünce giyinse kilosu bile göze batmazdı. "Halt etmiş onlar ya! Densizler" diyiverdi birden. Hazan onun bu tepkisine gülümsedi. Asya bu kendinden büyük kadının bu derece narinliği savunmasızlığına koruma güdüsüyle karşılık veriyordu. İçinden sürekli onu birilerine savunmak korumak kendine getirmek geçiyordu. Birlikte odadan çıktılar. Karşısındaki kapıyı açtığında başka bir oda daha çıktı karşısına. "Burası da abimin. Eşofmanlarını yatağın üzerine bıraktım burada giyinebilirsin."
Hazan merakla kafasını uzatmıştı odadan içeriye. Burnuna dolan tanıdık koku içini alt üst etti. Derin bir nefes aldı bu tatlı kokudan, odaya çekimser adımlarla girerken. Asya kapıyı çekmiş Hazan'ı yalnız bırakmıştı. Odanın beyazlığına tezat antrasit rengi örtülerle toplanmış yatağa yaklaştı yavaşça. Elindeki çamaşırları yatağın üzerine bırakıp içlerinden iç çamaşırlarını alıp giydi. Katlanarak yatağın üzerine bırakılmış kıyafetlerden tişörtü alıp burnuna tuttu. Yumuşatıcı kokuyordu. Odada kokan koku bu değildi. Ona huzur veren bu koku çok tanıdıktı ama daha önce nerede almıştı bu kokuyu hatırlamaya çalıştı. Eşofmanın altını giydiğinde kalçalarına tam oturmuştu hatta biraz sıkıydı ama paçaları baya uzun gelmişti. Eğilip onları üç kat katladı. Odada odanın sahibine dair bir iz aradı merak etmişti ama ne bir fotoğraf ne bir kitap görünürde hiçbir şey yoktu. Beyaz büyük bir dolap, çift kişilik büyük yatak ve bir komodin bu kadardı. Hazan diğer kıyafetlerini katlayıp kucağına aldı bornoz ve havluyu kolunun üzerine astı ve odadan dışarıya çıktı. Aklı hala nereden anımsadığını bir türlü hatırlayamadığı tatlı kokudaydı.

 

Bölüm : 15.12.2024 15:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...