4. Bölüm

BÖLÜM 4

Aysun Arslan
aysunkayaarslan

 

Azra gözlerini araladığında, tanıdık odasının solgun tavanı karşıladı onu. Pencereden süzülen sabah ışığı, doğrudan gözbebeklerine çarpıyor, uykunun pusunu yakıcı bir netlikle dağıtıyordu. Homurdanarak yastığının altına uzandı, telefonunu buldu. 06:45.

Bir süre daha yorganın sıcaklığında kalmak istedi. Gerinerek sırtını yatağın başlığına yasladı. “Ne delilikti o rüya…” cümlesi dudaklarından döküldü fısıltıyla. Hafifçe başını iki yana salladı. "Fantastik şeyler okumayı gerçekten bırakmalıyım artık…"

Ayaklarını yatağın yanından yere sarkıttı. Göz ucuyla yerde duran kitabı fark etti; eğildi, alıp avuçlarının arasında tuttu. Dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. Bu kaçıncı okuyuşuydu, artık saymayı bırakmıştı.

Kitabı yavaşça komodinin üzerine bıraktı. Sonra hızla yatağını toparladı, adımlarını banyoya yöneltti. Ellerini, yüzünü soğuk suyla yıkarken yüzündeki şişliği fark etti. Aynadaki yansımasına biraz daha yaklaşıp gözlerini süzdü. Çok mu uyudum acaba? Dişlerini fırçaladı, saçlarını gevşek bir topuzla topladı ve yeniden odasına döndü.

Dolabın kapağını açtı, birkaç saniye duraksadı. Sonra elini uzatıp kırmızı bir bluz ve siyah kot pantolon seçti. Giysileri üzerine geçirirken zihni hâlâ o garip rüyadaydı. Çantasını omzuna astı, siyah loafer’larını giydi ve evden çıktı.

Kulaklıklarını taktı, telefonundan müziği başlattı. Sabahın serinliğini içine çekerken yavaş adımlarla yürüdü. Nasıl bir rüyaydı o öyle… Ya gerçekse? İçinde bir yer, hâlâ orada bir şeyin sürmekte olduğuna inanmak istiyordu.

Bazı duygular sebepsizce gelir ya… En yakın arkadaşını, Selin’i özlemişti sanki hem de dün birlikte vakit geçirmiş olmalarına rağmen. "Saçma ama gerçek," diye geçirdi içinden.

Fırının önünde durdu, içeri girip iki simit ve bir kutu krem peynir aldı. Poşeti tutarken, dalgın bakışları vitrin camında asılı kalmıştı. O insanlar… Gözlerinin önüne, rüyasındaki yüzler geldi. Tanımadığı ama nedense yabancı hissettirmeyen yüzler…

"İnsan hiç tanımadığı birini rüyasında görebilir mi?" Parmaklarını poşetin sapında sıkıca kenetledi. Akademi’yi düşündü. Taş koridorları, parlayan duvarları, Ebru’yu…

“Sadece uyurken ruhun ayrıldığı için oraya geliyorsun,” demişti. Demek ki bu bir rüyadan fazlasıydı? Astral seyahat mi bu? Kalbi biraz daha hızlı atmaya başladı. Belki de en çok, gerçek olmasını istediği için böyle düşünüyordu.

Düşünceler içinde yürürken iş yerine varmıştı bile. Zemin kattaki personel odasına doğru yöneldi. Üniformasını giymek için içeri girdiğinde, Selin’le göz göze geldi. Ve o anda, Azra’nın içinden bir şey koptu. Normalde fiziksel temastan gerekmedikçe hoşlanmazdı; ama şimdi, düşünmeden Selin’e doğru yürüdü ve sarıldı.

“Seni çok özledim, Selin!” dedi Azra, bir anda. Sarılmayı bırakıp birkaç adım geri çekilirken,

Selin’in gözleri şaşkınlıkla büyüdü, kaşları kalktı. “Özledin mi? Daha dün birlikteydik ya,” dedi, sanki yanlış duymuş gibi.

Azra omuzlarını hafifçe kaldırıp başını yana eğdi. Gözlerinde, kelimelere dökülmemiş ama sıcak bir duygu titreşiyordu. “Ne bileyim işte… Özledim.” Elindeki poşeti uzattı, dudaklarında yumuşak bir tebessüm vardı. “Simit aldım bize. Çaylar da senden.”

“Tamam, ben alıp gelirim,” dedi Selin, hâlâ Azra’yı inceleyen bakışlarla. Alışık olmadığı bir samimiyetle karşılaşmıştı, ama şikayetçi değildi.

Azra, onun şaşkın bakışlarını fark etti ama aldırmadı. Rüyanın üstüne, tanıdık bir yüz görmek sanki ona dünya üzerinde bir sabit nokta vermişti. Kıyafetlerini değiştirmek için dolabına yöneldi, üzerine iş üniformasını geçirirken zihni hâlâ sabahki o garip gerçeklikteydi. Merdivenleri yavaşça tırmandı, parmak uçlarında yürüyormuş gibi hafifti. Bankoya oturdu, bilgisayarı açtı ve Selin’in gelmesini bekledi.

Bir süre sonra Selin, iki karton bardakla yanında belirdi. Sıcacık çayların buharı, sabah mahmurluğuna iyi geldi. Azra simitleri ve küçük peynir kutusunu poşetten çıkardı. Beraberce kahvaltı yaparken, sohbetleri de doğal bir şekilde aktı.

“Dün akşam ne yaptın?” diye sordu Azra, çayından bir yudum alırken. Gözleri hâlâ biraz pusluydu.

“Ne yapayım…” dedi Selin, iç çekerek. Sırtını sandalyeye yaslayıp bardağını iki eliyle kavradı. “Sen gelmeyince sinemaya yalnız gitmek istemedim. Eve döndüm, tabii yine annemle tartıştık. Sonra aldım laptopu, cipsi… Film izledim, sonra da yattım.”

Azra biraz mahcup bir ifadeyle gözlerini kaçırdı. “Gerçekten çok yorgundum canım,” dedi, sesi neredeyse fısıltıydı. “Bu aralar iyi hissetmiyorum pek.” Sonra çabucak konuyu değiştirdi. “Annenle neden tartıştınız yine?”

Selin gözlerini devirdi. “Boş ver,” dedi, sesi hafifçe gerildi. “Aynı şeyler… İşten gelip yorgun argın eve giriyorum, hâlâ benden hizmet bekliyor. Evde kendisi var ama sanki evin çalışanı benim. Dinlenmeye hakkım yok gibi davranıyor. Neyse ya… Sen bugün de biraz solgunsun. Bir şey mi var?”

Azra başını sağa sola salladı, çabucak bir gülümsemeyle toparlamaya çalıştı. “Yok, merak etme. Sadece yorgunum. Aslında dün yemekten sonra hemen uyumuşum. Çok acayip bir rüya gördüm, Selin.”

Selin’in ilgisi bir anda toparlandı. Kaşlarını kaldırdı, dirseklerini masaya dayayıp çenesini ellerine yasladı. “Ne gördün?”

Azra gözlerini uzak bir noktaya dikip, sabahki rüyanın izini zihninde aradı. Sonra detayları bir bir anlatmaya başladı garip mekânlar, yabancı ama tanıdık yüzler, tuhaf hisler… Her şeyi olduğu gibi paylaştı. Selin başta dinledi, sonra kahkahalarla gülmeye başladı.

“Senin bu fantastik evren kafan yok mu!” dedi eğlenerek. “Sana kaç kere dedim o kitapları gece yatmadan önce okuma diye?”

Azra da gülümsedi, onun neşesine katıldı. İşte bu yüzden seviyordu Selin’i her şeyi hafife alıyor, hayatı dramatize etmek yerine yumuşatıyordu.

Birlikte son yudumlarını içtiler. Azra bilgisayara dönerken, “Hadi şimdi biraz çalışalım,” dedi. Güne, rüyadan arta kalan tuhaf ama sıcak bir hisle başladılar.

Öğle saatine dek kargo işlemleriyle oyalandılar. İş yoğunluğuna gömülüp zamanın nasıl geçtiğini bile fark etmemişlerdi. Normalde öğle yemeklerini ayrı ayrı yerlerdi ama bugün, yine o istisnalardan biri olacaktı. Yemek katından hızlıca tabldotlarını alıp bankoya döndüler, birlikte yemeye başladılar.

Bir süre sessizce çatal-bıçak sesleri eşliğinde yediler. Azra, bir an göz ucuyla Selin’e baktı. Gözlerinin altında yorgunluk halkaları vardı, ama daha çok zihinsel bir ağırlık taşıyor gibiydi. Merakla sordu:

“Selin… Annen neden bu kadar anlayışsız davranıyor sana?”

Sorusu yargılamaktan uzak, samimi bir ilgiyle sarmalanmıştı.

Selin, bir iç çekti. “Her zamanki şeyler, Azra… Sanki sen bilmiyorsun.” Sesi yorgundu ama tonundaki öfke bastırılamamıştı. “Kendi kuralları, kendi doğruları… Gerisi umurunda değil. Beni gün boyu oturuyormuşum gibi görüyor. Yani fiziksel olarak ne yaptığım umrunda bile değil. Kafamın içinde nelerle boğuştuğumu anlatamıyorum.”

Azra bir şey söylemeden önce onu dikkatle dinledi. Selin’in çatık kaşları ve omuzlarına çökmüş yük, konuşurken daha da görünür hale geliyordu.

“Belki de biraz onun tarafından bakmayı deneyebilir misin?” dedi Azra, kelimelerini dikkatle seçerek. “Gün boyu evde yalnız kalıyordur. Sen ve Pelin eve gelince biraz olsun birlikte vakit geçirmek istiyordur belki…”

Selin aniden kaşıyla bir tepki verdi, ardından kaşığını tabağın kenarına bırakıp Azra’ya döndü. Gözleri sinirle parlıyordu.

“Azra, yapma Allah aşkına!” dedi, sesi bir anda yükselmişti. “İkimiz de bütün gün çalışıyoruz. Eve gelir gelmez ‘yemekleri ısıtın, masayı hazırlayın, mutfağı toparlayın, süpürün…’ Bu mu zaman geçirmek? O zaman dediğin ne biliyor musun?” Parmağını havaya kaldırdı, sanki görünmeyen bir listeyi işaret ediyordu. “Biz gelene kadar, sofrayı kurar. Biz geliriz, otururuz. Sohbet ederiz. Hep birlikte toplarız. Yemek sonrası sırayla duşa gireriz. Sonra abur cuburu alır, güzel bir film izleriz. Belki oyun oynarız, belki sohbet… İşte o zaman olur. Ama annem zaman geçirmek istemiyor, hizmet almak istiyor! Evde oturan bizmişiz gibi davranıyor. Hep görev, hep talep, hiç paylaşım yok!”

Sesindeki öfke büyüdükçe vücudu da buna eşlik etti. Yanağındaki kızarıklık artmış, çenesi kasılmıştı.

“Bizi sorumluluk sahibi yapmıyor bu tavırları, sadece yoruyor. Sanki evlat değil de personeliz evde!” Yumruğunu hafifçe masaya vurdu, sonra fark edip derin bir nefes aldı. “Neyse. Bu konu beni çok sinirlendiriyor. Kapatalım.”

Azra, başını öne eğdi. Selin’in hissettiği şeyleri anlamaya çalışıyordu. Kendi annesiyle ilişkisi çok farklıydı; arkadaş gibiydiler. Gerçi onun annesi de bazen beklentiler içine girerdi ama hiçbir zaman külfet gibi hissettirmezdi. Çalışıyor olmalarının bir dengesi vardı aralarında. Azra, Selin’in annesinin tavırlarını haklı bulmasa da aralarını daha da germemek adına yargılamadan konuşmaya karar verdi.

“Yine de annenle aranı çok soğutma canım,” dedi, sesi yumuşaktı. “Belki sadece yanında birini istiyordur. Arkadaş gibi…”

Selin başını iki yana salladı. “Var arkadaşları, onlarla görüşüyor zaten. Boş ver,” dedi, gözlerini kaçırarak. Sonra konuyu değiştirmek istercesine başını kaldırdı. “Dün beni ektin. Bugün kaçmazsın artık, sinemaya gidelim.”

Azra’nın yüzü hemen aydınlandı. Dudaklarının kenarında küçük bir gülümseme belirdi. “Tamam!” dedi. “Anneme haber vereyim, yemeğe beklemesin.”

Telefonunu çıkarıp annesini aradı. Kısa bir konuşmadan sonra planı bildirdi. Ardından ikisi de yemek tepsilerini toparlayıp yemek katına çıkardılar.

Günün geri kalanı, yoğun ama sıradan bir tempoda geçti: kargoları vermek, imzaları tamamlatmak, telefonlara cevap vermek, emanet teslimleri ve yönlendirmeler… Avm'nin uğultusu eşliğinde saatler aktı. Farkında bile olmadan mesai bitmişti.

 

Çıkışta, “Hangi filme gidelim?” diye sordu Azra, çantasını omzuna alırken Selin’in yanına yetişti.

 

“Yeni bir komedi gelmiş, ona gidelim,” dedi Selin, gözlerini telefonundan ayırmadan. “Bayağı iyi yorum almış.”

 

“Tamam, hadi!” Azra'nın gözleri parladı, neşesi biraz önceki yorgunluğunu gölgede bırakmıştı.

 

Zemin kata indiler, dolaplarından kıyafetlerini alıp üstlerini değiştirdiler. Giyinme kabininden çıkarken Azra'nın saçlarını elleriyle kabartıp ayna karşısında bir iki döndüğünü gören Selin güldü. Sonra sinema katına yöneldiler.

 

“Seni ben davet ettim, biletler benden,” dedi Selin, gişede cüzdanını çıkarırken.

 

Azra da gülümsedi. “Tamam o zaman, patlamış mısır ve içecekler de benden olsun,” dedi. İkisi de yılların alışkanlığıyla görev paylaşımını sorgusuz yapmıştı.

 

Filme girdiklerinde salon yarı doluydu. Işıklar yavaşça sönünce birlikte koltuklarına gömüldüler. Film gerçekten çok iyiydi; kahkahalar birbirine karıştı. Bazı sahnelerde Selin’in patlamış mısırı havaya fırlattığı bile oldu. Azra'nın gözleri zaman zaman ekrandan kayıp Selin’e kayıyordu o anların ne kadar kıymetli olduğunu fark ediyordu.

 

Film bittiğinde, sahneleri yorumlayarak, hâlâ yüzlerinde duran gülümsemelerle dışarı çıktılar. Rüzgar akşam serinliğini tenlerinde hissettirdiğinde kısa bir an durdular, sonra kucaklaşıp evlerine gitmek üzere ayrıldılar.

 

Azra, kulaklıklarını takıp müziği açtı. Ritmik adımlarla yürürken içi hafiflemişti. Tuhaf rüya, sanki uzak bir ülkede yaşanmış gibi silikleşmişti zihninde. Film, gülüşler, dostluk… "İyi ki gitmişiz," diye düşündü.

 

Eve varmadan önce annesini aradı. “Bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sordu. Annesi alışverişe gerek olmadığını söyleyince rahatladı.

 

Kapıyı açıp içeri girdiğinde, annesini yerde, minderin üzerinde oturmuş çay içerken buldu. Televizyondan hafif bir dizi sesi geliyordu. Annesi koltukta oturmayı hiç sevmez, yerde oturmanın daha rahat olduğunu iddia ederdi.

 

Azra çantasını askıya asarken eğilip annesini öptü. “Benim ana kraliçem… Sen yalnız mı kaldın bu akşam? Söyleseydin ya, ben erken gelirdim.”

 

Annesi yarı ciddi yarı şakacı bir ifadeyle, “Siz zaten hep kendiniz gezin. Beni hiç gezdirmeyin,” diye söylendi.

 

“Gezdiririm ben seni, söz,” dedi Azra, bornozunu alıp banyoya yönelirken. “Bir sonraki izin gününde seni dışarı çıkaracağım. Güzel bir akşam yaparız.”

 

Annesinin gözleri hafifçe parladı, ama dudaklarında hala nazlı bir kıvrım vardı. “Nereye gideceğiz?”

 

“Senin gitmek istediğin bir yer varsa oraya… Yoksa da sürpriz. Ama bayılacaksın, söz veriyorum.”

 

“İstemiyorum bir yer. Zaten ev işinden dinlenmeye fırsatım kalmıyor. İzin mi yapıyorum ben?” dedi annesi, bardaktaki çayını karıştırırken.

 

Azra banyoya girmeden önce içinden “İstemem yan cebime koy,” diye geçirdi ve gülümsedi. Sonra yüksek sesle ekledi: “İtiraz istemem. Aklımda harika bir yer var. Planı kurdum bile.”

 

“Tamam, bakarız,” dedi annesi sonunda yumuşayarak.

 

Duştan sonra saçlarını havluyla kurulamaya çalışırken sordu: “Akın nerede?”

 

“Gelmedi daha. O da arkadaşlarıyla buluşacakmış,” dedi annesi salondan.

 

Azra banyodan çıkıp annesinin yanına çöktü. Yumuşak halının üzerine oturduğunda bir an başını annesinin omzuna yasladı. “Bugün çok iyi geldi. Ama şimdi çok yorgunum. Yatacağım.”

 

“Anlatmadın neler yaptığını? Hangi filme gittiniz?” diye sordu annesi.

 

“Normal bir gündü, anne,” dedi Azra, göz kapakları ağırlaşırken. “Yarın anlatırım, olur mu? Uykum çok geldi.”

 

“Peki. İyi geceler.”

 

Azra odasına geçip pijamalarını giydi. Lambasını kısıp yatağına uzandı. Günün üzerinden geçmeye çalıştı: neye sevindiğini, ne öğrendiğini düşündü. Bu küçük akşam iç döküşü, onun için neredeyse bir ritüeldi.

 

Komodinin üzerindeki okuma gözlüklerini taktı. Kitabını eline aldı, birkaç sayfa çevirdi. Ama gözleri kısa sürede ağırlaştı. Alarmını kurdu, telefonu şarja takıp yastığının altına koydu. Sağ tarafına kıvrıldı.

 

Salondan gelen dizinin sesi yavaşça uzaklaştı. Karanlık odayı yumuşak bir nefes sardı. Gözleri kapandı.

 

 

 

 

Bölüm : 27.05.2025 13:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...