
9 Kasım 2024, 17.15:
Atlas Sezgin'in (Şimşek) Ağızından;
Vurulmamın üzerinden tam tammına 2 gün geçmişti.
Benim için çok ama çok uzun bir süreydi bu.
Siz şimdi refakatçimin kim olduğunu merak ediyorsunuzdur değil mi ? tamam, tamam söylüyorum.
Çoğu kişi "İzgi" olduğunu düşünse bile yanlış. Asıl refakatçim 2 ay önce tek yakın arkadaşım olan Rüzgar'dı. Evet ! yanlış duymadınız Rüzgar.
Ölüm timi bizim yeni yeni arkadaş olduğumuzu düşünüyordu daha doğrusu görüyorlardı. Çünkü herkesten gizli yaşamıştık arkadaşlığımızı. Kim mi gizlemek istemişti bunu ?.
Tabiki de Bendeniz !. Rüzgar ise bu kararıma saygı duymuştu Canım benimm.
İkimizde birbirimizle ilgili her şeyi biliyorduk. Ailelerimizden, çocukluğumuzdan, sevdiğimiz yada sevmediğimiz şeyler… Namı değer Süleyman Soylu iç çamaşırı numarasına kadar hatta daha fazlasını biliyorduk.
Şimdi ise televizyonu açmış haberleri izliyordum dikkatli bir şekilde. Rüzgar bana daha doğrusu bize yemek için bir şeyler alıyordu. Hastaneye yattığım günden beri doğru dürüst bir şey yememişti çünkü.
Ve bu yüzden az önce onunla ufak bir tartışma yaşamıştık. Tartışmamız ne miydi ?.
Rüzgar'ın eline para tıktım. “Git şu parayla tıkın gel !.” Kalp yetmezliği varmış küçüklüğünden beri, Sürekli kullandığı ilacı olmasa bile kullandığı bazı hafif ilaçları vardı ve tam saatlerinde TOK karnına alması gerekiyordu.
“Ben sonra bir şeyler atıştırırım .
Sen ne istiyorsan söyle alayım Atlas arkadaşım” diyerek yine beni geçiştirmeye çalışıyordu uyanık arkadaşım Rüzgar !.
Otoriter bir şekilde “Git şu parayla düzgün bir şekilde tıkın gel Rüzgar !” diye direttim.
Rüzgar sakince "Ben senin için burdayım arkadaşım önceliğim sensin sana alacağım"dedi ve her zamanki ikna edici bakışıyla baktı bana.
Kendini akıllı sanıyordu ama yemezdim. Hafif sinirlenerek "S!ker!m belanı senin Rüzgar git sana verdiğim parayla ikimize de tıkınmamız için bir şeyler al gel o zaman !" dedim. Eğer bunu söylemeseydim asla kendine bir şey almazdı bu mal kafalı !.
Rüzgar gülerek "Tamam" dedi ve odadan çıkıp yemekleri almaya gitti. Deli çocuğumm.
Tartışmamız çok komik değil mi ya ?.
Şimdi siz bana 'Sen bir hastasın. Neden dışarıdan yiyorsun ?. Doktorun sana bir şey demiyor mu ?' gibi sorular soruyorsunuz değil mi ?. Cevaplayayım o zaman; hayır ! doktorum bana yemek konusunda hiç bir şey demiyor.
Unutmayın ! ben bağırsak, apandisit veya mide ameliyatı olmadım. Omzumdaki bir kurşunu çıkarttılar sadece.
İkincisi ise; hiç bir hasta tatsız, tuzsuz, yağsız yemekleri sevmez. Hele hele diyet yemeklerini asla sevmez arkadaşlar.
'Bu kadar tıbbi bilgiyi nereden biliyorsun ? sen Asker bir adamsıın' diye yine soracaksınız. Çok soru soruyorsunuz sizde ama çok sıkıldım !.
Neyse son sorunuzun cevabını veriyorum. Ben; Doktor bir baba ve Hemşire bir Annenin çocuğuyum.
Tabiki de biliyorum daha doğrusu bilmek zorunda kalıyorum arkadaşlar.
O sırada elinde bir serumla hemişre odaya gelmişti, gülümseyerek "Bugün kendinizi nasıl hissediyorsunuz Atlas bey ?" diye sordu.
"Daha iyi" dedim sadece.
Elindeki dolu serumu boş serumla değiştirdi, klasik kontrollerimi yaptı ve dosyama not aldı hemşire, "Değerleriniz gayet normal Atlas bey, eğer böyle devam ederse yarın ya da öbür gün doktor bey sizi taburcu edebilir, geçmiş olsun" dedi ve odadan dışarı çıktı.
Taburcu olabileceğimin haberini aldıktan sonra çok rahatlamıştım, hiç çıkamayacağım sanmıştım çünkü, esaretim biteceği için hevesle derin bir nefes verdim. Televizyonda gördüğüm haberden sonra verdiğim nefes kursağımda kalmıştı, ama baya gururlanmıştım. Televizyonun sesini açtım.
Bir o kadar korktuğum hem de gururlandığım haber şuydu;
"Bir son dakika haberiyle karşınızdayım sayın seyirciler. Rusya'nın ünlü uyuşturucu ticaretçisi Emily Brown'un kalan mekanları imha edildi. 2 gün önce gözde bir lüks restoranda Özel Kuvvet Askerlerinin yakaladığı, Emniyet güçleri tarafından tutuklanan ve mallarına el konulan Emily Brown dün gece bütün mekanları parçalanıp ateşe verildi, bir mekanın karşısında büyük harflerle yazılmış şöyle bir not bulundu; 'BU VATAN İÇİN KANLARINI DÖKMÜŞ TÜM ŞEHİTLERİN İNTİKAMIDIR. DÜŞMANLARA KORKU, ZULÜM, @LÜM OLDUK VE OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ UNUTMAYIN !' kimin yaptığı henüz bilinmiyor, gelişmelerle tekrar karşınızda olacağız sayın seyirciler" .
Bunu yapan sadece bir kişi değildi, kişilerdi. Onlar kim miydi ? Ölüm timi'ydi, yani benim timim'di.
Kızdığım nokta ise şuydu; NEDEN BANA HABER VERİLMİYORDU ? NEDEN BEN BUNU ONLARDAN DEĞİLDE TELEVİZYONDAN ÖĞRENİYORDUM ?.
O sırada odaya elinde iki poşetle nefes nefese gelmişti Rüzgar.
"Kendine de bir şeyler almışsındır umarım Rüzgar, yoksa SENİ ŞU CAMDAN AŞAĞIYA SARKITIRIM" dedim. Böyle yükselmemin sebebi ise az önce gördüğüm haberdi tabiki de.
Rüzgar gülümseyerek "Sakin ol şampiyon, bak ikimize de aldım" diyerek elindeki poşetlerden birini açtı. Gördüğüm şeyle midem ayağa kalktı. KEMİK SUYU ÇORBASI.
Aslında yemek seçmem, iğrenmem, kötülemem ama kemik suyu çorbasını küçüklüğümden beri sevmiyordum. Rahmetli babaannemi hatırlatmıştı bana bu çorba, ne zaman hastalansam bu çorbadan yapardı bana, ben de o üzülmesin diye seviyormuş gibi içerdim.
Babannemi ölmüş annemin yerine koymuştum, benimle bir anne gibi ilgileniyordu, zamanında ise annemi kendi kızı gibi görüyordu, kendini annemi oğlu ile evlendirdiği için çok suçlardı, kızı gibi gördüğü kadına olan borcunu dünyaya gelen torununa bakarak geçirmişti ölene kadar.
Rüzgar "Nereye daldın Atlas ?" diye sordu.
Düşüncelerimden sıyrılarak "Hiç" dedim. Çorbaya bir göz attım ve yüzümü ekşittim.
Rüzgar gülerek "Beğenmedin değil mi ? son olarak bu çorbadan kalmıştı 2 tane bende almak zorunda kaldım, istersen 'yemeyebilirsin' diyecektim ama sen de ben de tok olmalıyız, sevmesek de yiyeceğiz zorla" dedi ve kendi poşetinden çıkardığı çorbayı zorlayarak yemeye başladı.
Bende poşetimden çorbamı çıkarıp yemeye başladım. "Sende mi sevmiyorsun bu çorbayı Rüzgar ?" diye sordum.
Rüzgar "Evet, her çorbayı içebilirim ama o kemik suyu çorbasını içemem, ama ikimizde şimdi içmek zorundayız, bize iyi şanslar" dedi neşeyle.
Rüzgarın dediklerine güldüm. "Sana da" dedim ve beraber çorbalarımızı zorlanarak içmeye devam ettik.
Hızlı bir şekilde 'zorla, daha doğrusu kusmadan' çorbamı bitirmiştim. Ama aynı şey refakatçim olan Rüzgar için geçerli değildi. Bembeyaz olmuştu yüzü.
Meraklı bir şekilde "İyi misin ?" diye sordum. Rüzgar ise kafasını aşağı yukarı 'iyiyim' demek istercesine salladı.
Yine beni geçiştirmeye çalışıyordu uyanık. Çorbasından bir kaşık alıyor ve midesi ağızına geliyordu ama zorla yine ağzına koyuyordu. Aslında iğrençti fakat bir şey diyemiyordum tabiki de. Her insanın bünyesi farklıydı, benim bünyem zorla da olsa bir şey yediğimde dayanırken Rüzgar'ın bünyesi kaldırmıyor ve hemen yediği şeyi lavaboya gidip boşaltıyordu.
Sadece bu kadar değildi. Yakın arkadaşım her durumda kusuyordu. Üzüldüğünde, kızdığında, korktuğunda, stres ve baskı altında olduğunda, zorlanarak bir şey yiyip içtiğinde… Yani kısacası her şeye ve istisnasız her gece kusabiliyordu. BU TAM BİR İĞRENÇLİKTİ.
Allahtan odalarımızda özel lavabolar vardı, yoksa evdeki herkes tek lavabo için ömür boyu Rüzgar'ın lavabodan çıkmasını bekleyebilirdi.
Pekii ben bu durumdan rahatsız oluyor muydum ?. Tabiki de hayır.
Tamam kabul ediyorum ilk zamanlar fazlasıyla iğreniyordum ama beraber geçirdiğimiz zamanlardan sonra buna alışmıştım.
Ben önümde kusulmasından, öğürülmesinden ve kusma sesinden nefret ediyordum. Ve itiraf ediyorum ki; Rüzgar ilk zamanlarda kustuğunda kulağıma tıkaç takıp uyuyordum.
Haklısınız bu yaptığım tam bir vurdumduymazlıktı ama o zamanlar elimden gelen hiç bir şey yoktu arkadaşlar. Buna emin olabilirsiniz.
Ve sonunda beklenen şey oldu. Rüzgar ağızını tutup koşarak odadaki lavaboya girdi ve kusmaya başladı.
Merakla "Rüzgar !" dedim.
Rüzgar anlamış gibi "İyiyim ben" diye bağırdı lavabodan. 2 dakika sonra Rüzgar kusmayı bitirdi, tuvaletin sifonunu çekti ve tekrardan yanıma geldi.
Rüzgar alayla "Bu gece kusmayacağım şanslısın be Atlas" dedi.
Gülümsedim "Tüh be ! ne güzel alışmıştım, yazık oldu be Rüzgar" dedim.
Rüzgar "Bence alışma Atlas"dedi mahzun bir şekilde.
Mahçubiyetle "Seni üzmek istemediğimi biliyorsun değil mi Rüzgar ?" diye sordum.
Rüzgar gülümsedi "Biliyorum merak etme sen, hem sen hastasın moralini yüksek tut, üzülme sakın" dedi.
Rüzgar’a bakıp dediklerine gülümsedim. Hiçbir zaman insanların kötülüğünü düşünmezdi Rüzgar, aksine iyi olmaları için düşünür ve çabalardı.
Ciddi bir şekilde "Sana bir şey soracağım Rüzgar, bana dürüst bir şekilde cevap vermeni istiyorum" dedim.
Rüzgar "Tabiki de" dedi gülerek.
Derin bir nefes verdim "Şu Emily Brown olayında ölüm timi’nin alakası var mı Rüzgar ?" diye sordum.
Rüzgar soğukkanlı bir şekilde "Haberlerden gördün değil mi ?. Neyse anlatıyorum; bizimkiler sen vurulunca deliye döndü özelikle İzgi. Hani sana birkaç eşya almaya gitmiştim ya o gün İzgi ölüm timi’ne Emily Brown’un bütün mekanlarını imha etme fikrini ortaya attı hepside kabul etti. Amaçları kötü değildi ama, sadece senin ve diğer şehitlerimizin intikamını almaktı Atlas, onlara sakın kızma olur mu ?" dedi.
İzgi’nin bunu yapmasını bekliyordum, ama bu kadar çabuk olabileceğini düşünmemiştim, sağ tarafım; ‘Hayır İzgi senden habersiz böyle bir iş yapmamalıydı, ona ve diğerlerine zarar gelebilirdi Atlas’ derken sol tarafıım ise; ‘Aferim ona, senin ve diğer şehitlerimizin dökülen kanlarının intikamını aldı, onun yanaklarından öpmelisin bence Atlas’ diyordu resmen.
Merakla "Peki sende mi bu işin içinde misin Koraslan ?" diye sordum.
Rüzgar "Hayır tabiki de Atlas, ben bu işin içinde değilim sana yemin ederim, bende yapacaklarını düşünmedim öylesine söylendiğini sandım, haberlerden öğrendim bende senin gibi, bana inanıyorsun değil mi ?" diyerek sordu masumca.
Emindim ki Rüzgar kesinlikle doğruları söylüyordu. Kendimden emin bir şekilde "Sana inanıyorum Rüzgar, sakın merak etme" dedim.
Rüzgar şaşkınlıkla "Gerçekten mi Atlas ?" dedi.
Gülümsedim yine "Evet, sonuçta sen benim en yakın arkadaşımsın be Rüzgar, senden başka kime inanayım ?, sen söyle bana" dedim.
Rüzgar gülerek bana sarıldı "Kimseye inanma Atlas, çünkü gerçek dostlar her şeyi hisseder" dedi.
Sarılmasına karşılık verdim "Haklısın" dedim sadece.
Ve bu günü de Rüzgar’la birbirimize bakıp gülerek bitirdik.
Yazar’ın Ağızından;
Kartal Polat’ın son sözleri Rüzgar Koraslan’ın kulaklarında çınlıyordu. “Arya Demirci’yi sana getireceğim bekle”.
Hep Kartal Polat’tan şüphelenirdi, ama aradıkları Gabriel Wallace ile iş birliği içinde olacağını tahmin bile edemezdi. Şaşkınca "Sen !" diyebildi sadece.
Kartal Polat duyduğu sesle arkasını döndü ve sesin sahibi Rüzgar ile yüz yüze geldiler. Oda "Sandığın gibi değil !" diyerek az önceki konuştuklarını inkar etti.
Rüzgar "Herkes senin ne mal olduğunu öğrenecek artık Kartal Polat" dedi soğuk bir şekilde, ve hızla içeriye girdi.
Kartal Polat ise Rüzgar’ın peşinden aynı hızla içeriye gitti.
Rüzgar nefes nefese masaya gelmişti.
Onun hemen arkasından gelen Kartal Polat meraklı bir şekilde Rüzgar'ın bir şeyler söyleyip söylemediğini anlamaya çalışıyordu.
Atlas Sezgin kuşkulanmıştı Rüzgar ve Kartal'ın davranışlarından merakla "Neler oluyor burada Teğmen Koraslan ?" diye sordu.
Rüzgar nefret dolu bakışlarıyla önce Kartal'a baktı, sonra Atlas'a dönüp "Bu Kartal denen adam bir hain komutanım, kendisi bizim aradığımız adamla çalışıyor" dedi.
Miran Taşkın her zamanki gibi soğuk bir şekilde baktı.
İkiz kardeşi Kağan Taşkın'ın mavi gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
Zeynep İzgi "Ne !" diye bağırdı.
Arya Demirci ise gururla gülümsedi Rüzgar Koraslan'a ilk kez.
Kanatsız kuşlar tarafı sanki Kartal Polat'tan bunu bekliyor gibiydi.
Büşra Polat kocasına donuk bir şekilde baktı, ne 'Kocam böyle bir şey yapmaz !' dedi ne de 'İftira ediyorsunuz, haddinizi bilin !' dedi, sadece baktı.
Abisi Barbaros Şahin'in de kız kardeşinden farkı yoktu, aynı donuk ifade onda da vardı.
O ekipten sessizliği bozan kişi Boğaç Kıraçoğlu'ydu; "Ne dediğini sanıyorsun sen Teğmen Rüzgar !" diye sordu hiddetle.
Rüzgar sinirli bir şekilde "Gerçekleri söylüyorum Boğaç Kıraçoğlu, bu Kartal denen herif ne yaptı biliyor musun sen ?" bir süre durdu ve Atlas'a döndü "Arya'yı Gabriel Wallace'ye verecekmiş" dedi.
Boğaç Kıraçoğlu sesini yükselterek Atlas'a "Ne diyor bu askerin Üsteğmen Sezgin söyler misin ?" dedi.
Atlas "Sakin ol Dedektif Kıraçoğlu ! Karşında devlet'in bir Askeri var, haddini bil ! diyerek uyardı.
Boğaç Kıraçoğlu derin bir nefes verdi ve az önceki öfkesinin yerini su gibi bir sakinlik aldı. "Haklısın Üsteğmen Sezgin ama kanıt olmadan kimse kimseyi suçlayamaz, izin vermem !" dedi.
Atlas ciddi bir şekilde "Kanıt var Boğaç Kıraçoğlu" arkadaşı Rüzgar'a döndü "Teğmen Rüzgar'ın ta kendisi, bu yeterli değil mi ?" diyerek sordu.
Boğaç Kıraçoğlu önce Arya Demirci'ye sonra ise Rüzgar Koraslan'a baktı. "Bence senin askerin aşık olduğu kızı kıskandığı için böyle bir şey söylüyor Üsteğmen" dedi.
Atlas arkadaşından emindi o asla böyle bir yalan söylemezdi. "Rüzgar asla böyle bir şey yapmaz !, onun önceliği görevidir o kimseye iftira falan atamaz Kıraçoğlu !" diyerek Rüzgar'ı savundu.
Boğaç "Nereden biliyorsun Üsteğmen ?" diye sordu.
Atlas "Onu sizden daha iyi tanıyorum Kıraçoğlu !, bana gelip kendi Askerimi anlatma !" dedi hiddetle.
Boğaç Kıraçoğlu sinirle Atlas'ın üzerine yürürken aralarına Zeynep İzgi girdi. "Lütfen sakin olun Dedektif bey !, üzerine yürüdüğünüz adam bir Komutan ona göre davranın !" olanları donuk bir ifadeyle izleyen Büşra ve Barbaros'a baktı, sonra yine Boğaç'a döndü. "Niye bu Kartal denen adamı sadece sen savunuyorsun Dedektif bey ? Neden karısı ve bacanağı bir şey demiyor ? söylesenize !" dedi komutan'ınınki gibi hiddetle.
Boğaç Kıraçoğlu hiç bir şey söyleyemedi.
Zeynep kendinden emin bir şekilde "Bende tam öyle düşünmüştüm Kıraçoğlu !" dedi.
Miran aynı soğukkanlılığıyla "Siz bence gidin Kıraçoğlu, olaylar daha fazla büyümesin, hepimiz bir sakinleşelim ondan sonra oturup tekrar konuşuruz, iki tarafta aynı amaçla burada, düşman değiliz dostuz unutmayın !" dedi.
Herkes içinden Miran'ın dediğini onayladı ama sesli bir şekilde dile getiren kişi Boğaç'tı. "Haklısın" kendi ekibine döndü "Yürüyün gidiyoruz !" dedi ve gittiler.
Atlas sinirden soluyarak ölüm timi'ne "Yürüyün !" dedi sadece. Ve herkes bir şey demeden restorandan çıktı.
Atlas Sezgin'in (Şimşek) Ağızından;
Akşam olmuştu, saat 16.00'dı, herkes odalarındaydı.
Rüzgar sol tarafına dönmüştü yine !., büyük ihtimalle ağlıyordu, nedenini tahmin etmekte hiç zor değildi, Arya ve ona olan aşkı yüzündendi.
Yüzüne yabancı bir adam tarafından aşkı vurulsa bende yıkılırdım.
Merakla "Rüzgar ?" diye sordum, eğer biraz daha ağlamaya devam ederse kalbine bir şey olabilirdi.
Rüzgar ağlamaktan titreyen sesiyle "İyiyim !" dedi.
"Bana bak !" dedim emrederek.
Rüzgar "İyiyim ben Atlas !" dedi direterek.
"Rüzgar !" dedim.
Rüzgar yavaşça yatağında doğruldu, batmak üzere olan güneş ışıkları kızarmış mavi gözlerine vuruyor, güzellik katıyordu.
Derin bir nefes verdim "Ağlama !, sakin ol" dedim.
Rüzgar hızla gözlerini sildi "Ağlamıyorum ki" dedi.
"Kandırma kendini, ağlıyorsun" dedim.
Rüzgar "Boşver sen, dediklerime gerçekten inanıyorsun değil mi ?, Arya'ya olan aşkım yüzünden bunu yaptığımı düşünmüyorsun değil mi ?" diye sordu.
Hiç düşünmeden "Asla ! çünkü sen benim gerçek dostumsun, hissettim Rüzgar" dedim.
Rüzgar "Sana dostum dediğim için asla pişman değilim Atlas" dedi gurur dolu bir ses tonuyla.
Aynı gururla "Bende değilim Rüzgar" dedim ve telefonum çaldı, arayan Albay'ın ta kendisiydi.
Aramayı cevaplandırmak için Rüzgar'a bir şey demeden odadan dışarı çıktım.
Kimsenin Albay'la olan konuşmamızı duymaması için hızlı adımlarla balkona çıktım ve telefonu açtım. *Alo Albayım, bir sorun mu var ?* diye sordum.
Albay *Onu bize sen söyleyeceksin Üsteğmen Atlas, beni arayan sensin, oralarda bir sıkıntı mı var ?, herkes iyi mi ?* dedi tok sesiyle.
Evet, ben bu sabah Albay'ı aramış ama ulaşamamıştım, sonra ise Dedektif ve ekibi ile buluşmuştuk, ondan sonrasını siz biliyorsunuz zaten.
Pekii, ben Albay'ı neden aradım ?, Ölüm timi'ni aileleriyle buluşturmak için izin isteyecektim.
Temmuz ayından beri buradaydık, en zorlu görevimize başlamadan önce ailelerini görmesini istemiştim.
Albay'a "İzninizle Ölüm timi'ni aileleriyle buluşturmak istiyorum Albay'ım" dedim tek nefeste.
Albay *Bunun riskli olduğunu unutma Üsteğmen, bu riskin sonuçlarını göze alacaksan teklifini kabul ediyorum, ama bir şartım var* dedi yine tok sesiyle.
Ben risk almayı seven birisiydim, bu yüzden benim için bir sorun yoktu. *Nedir Albay'ım şartınız ?* diye sordum.
Albay *Herkesin sadece anne ve babası gelecek, anne babası olmayanların ise Teyzesi ve Amcası gelecek, ama hep bir arada buluşmayacaklar herkes ailesiyle teker teker buluşacak, sana ailelerin bilgilerini resimlerini ve telefonlarnı mesaj olarak atarım, buluşabilecekleri zamanı ben sana haber vereceğim, dikkatli olun !* dedi ve telefonu kapattı.
2 dakika sonra Albay dediklerini mesaj şeklinde bana atmış bide *Bunu hiç kimseye bahsetmememi, aileleri kimse görmeden dikkatli ve gizli bir şekilde eve getirmem gerektiğini* not düşmüştü.
Balkondan çıkıp odama geçtim, Rüzgar yine ağlamış ve bunun yorgunluğuyla yatağının üzerinde uyuya kalmıştı, üzerine bir yorgan örttüm.
Bende yatağıma geçtim, amaçladığım şeyi başarmanın mutluluğuyla uyudum.
Sabah olmuştu, güneş ise daha yeni yeni doğuyordu, saat kaç mıydı ? 05.30.
Timdeki herkes en erken 06.00'da, en geç ise 07.00'da uyanırdı, ben erken kalkan bir kişilik olduğum için genellikle 05.00 ya da 05.30'da uyanıyordum.
Yani sizin deyiminizle yogacılar'ın yaptığı gibi güneşi selamlıyordum.
Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım ve Rüzgar'ı uyandırmadan odadan dışarı çıkıp oturma odasına geçip koltuğa oturdum, telefonu açtım ve Albay'ın gönderdiği bilgileri okumaya başladım.
Zeynep İzgi;
Anne adı: Nazlı İzgi, eski Avukat, 2 çocuklu ailenin küçük kızı.
Baba adı: Mehmet İzgi, emekli Binbaşı, 2 çocuklu ailenin büyük oğlu.
Kızları Zeynep dışında 20 yaşında bir oğulları var.
Bilginin altındaki fotoğrafı açtım, 50'li yaşlarda bir kadın ve adam vardı, adam siyah-gri karışımı saçlı, kızı Zeynep gibi ela gözlüydü kadın ise adamdan daha genç görünüyordü, koyu kahverengi-gri karışımı saçları ve yeşil gözleri vardı.
Orta halli ve mutlu bir aileydiler yani, yüzlerindeki ifadeden belliydi.
Ve itiraf ediyorum ki Zeynep tüm her şeyiyle annesine benzemişti, onun kadar güzeldi.
Sıradaki kişinin bilgilerini açtım.
Rüzgar Koraslan;
Anne adı: Meltem Koraslan, İç Mimar, 3 çocuklu bir ailenin en büyük kızı.
Baba adı: Tufan Koraslan, Müteahhit, 3 çocuklu bir ailenin en büyük oğlu.
Oğulları Rüzgar'dan önce 2 ölü çocukları olmuş, şimdi ise 20 yaşında doğuştan işitme engelli bir kızları var.
Bilginin altındaki fotoğrafı açtım, yine 50'li yaşlarda bir kadın ve adam vardı, kadın kumral-gri karışımlı saçlı mavi gözlüydü adamsa kahverengi-gri karışımlı saçlı kahverengi gözlüydü, adam balık etliydi kadın ise normal kilolardaydı.
Rüzgar yüz şeklini babasından diğer kalan her şeyiyle annesine benzemişti, ikisininde gözleri çok güzeldi.
Sıradaki kişinin bilgilerini açtım.
Miran&Kağan Taşkın;
Anne adı: Meryem Taşkın, Aşçı, kimsesi yok (anne baba ölü).
Baba adı: Cihan Taşkın, 1997 Ekim ayında Şehit olan bir Astsubay, ailenin tek çocuğu.
Miran ve Kağan dışında bir çocukları yok.
Altındaki fotoğrafı açtım, 40'lı yaşlarda açık kumral saçlı ve mavi gözlü bir kadın
vardı.
Ve son kişinin bilgilerini açtım.
Arya Demirci;
Anne adı: Feraye Demirci, Doktor, 2 çocuklu bir ailenin küçük kızı.
Baba adı: Gökhan Demirci, İstihbarat Ajanı, 3 çocuklu bir ailenin ortanca oğlu.
Arya'dan 3 sene önce bir oğulları olmuş ama erken doğduğu için ölmüş.
Ek Not: Feraye ve Gökhan Demirci 1999 Aralık ayında geçirdikleri bir trafik kazasında hayatını kaybetti, Arya'nın şuanki yasal velileri Teyzesi Zuhal Demirci ve Amcası Bülent Demirci'dir.
Altındaki fotoğrafı açtım, 40'lı yaşlarının sonunda kumral saçlı ela gözlü bir kadın ve 50'li yaşlarında mavi gözlü bir adam vardı, bunlar Arya'nın teyzesi ve amcasıydı.
2. Fotoğrafta ise Arya'nın ölmüş anne ve babasının fotoğrafı vardı, kadın 23 yaşlarında kumral ela gözlüydü, adam 26 yaşlarında kumral yeşil gözlüydü.
Bu fotoğrafı gördükten sonra Arya'nın kime benzediğini anlamış oldum, kahverengi gözleri dışında tam anlamıyla annesine benziyordu.
Bilgileri okumayı bitirdikten sonra dahili numaraları küçük bir not kağıdına yazdım ve ilk olarak İzgi'nin babası Mehmet İzgi'yi aradım, hiç bekletmeden telefonu açtı.
*Alo, Mehmet İzgi'yle mi görüşüyorum ?* diye sordum emin olmak için.
Telefonun karşısındaki ses *Evet benim buyrun, bir sorun mu var ?, siz kimsiniz ?* diyerek sordu.
*Ben Üsteğmen Atlas Sezgin kızınız Zeynep'in olduğu timin komutanıyım, size bir şey söyleyeceğim* derin bir nefes aldım ve devam ettim *Sizi yeri ve zamanı gelince kızınızla buluşturucağız* dedim.
Mehmet İzgi *Tabiki de geliriz eşimle beraber komutan* dedi tok sesiyle.
*Yanlız ne kızınıza ne de bir başkasına bundan bahsetmeyin gizli olması gerekiyor, benimle irtibatta kalın lütfen* dedim otoriter bir şekilde.
Mehmet İzgi *Merak etme komutan, ne kendi kızımı ne de onun ekip arkadaşlarını riske atmayız, bu sır bizimle beraber ancak toprağa girer merak etmeyin, iyi günler* dedi aynı tok sesiyle.
*Teşekkür ederim, sizede iyi günler* dedim, aramayı sonlandırdım ve Rüzgar'ın babası Tufan Koraslan'ı aradım kısa bir beklemeden sonra telefon açıldı.
*Alo, Tufan Koraslan'la mı görüşüyorum ?* diye sordum emin olmak için.
Telefonun karşısındaki ses *Evet benim buyrun* dedi merakla.
*Ben Üsteğmen Atlas Sezgin oğlunuz Rüzgar'ın olduğu timin komutanıyım, size bir şey söyleyeceğim* yine derin bir nefes aldım ve devam ettim *Sizi yeri ve zamanı gelince oğlunuzla buluşturucağız* dedim.
Tufan Koraslan *Peki kaç kişi gelebiliriz komutanım ?* diye sordu.
Abicim ceazevi görüşüne gelmiyorsun hoş 'kaç kişi gelebiliyoruz' diye soruyorsun, kaç kişisiniz oğlum siz haa kaç kişisiniz ?.
*Sadece siz ve eşiniz gelebilirsiniz Tufan bey, fazla kişi alamıyoruz maalesef* diye durumu izah ettim.
Tufan Koraslan beni beklemediğim bir anlayışla *Anladım komutanım, ne zaman gelelim peki ?* dedi.
*Başta da dediğim gibi 'Sizi yeri ve zamanı gelince oğlunuzla buluşturucağız' * dedim.
*Yanlız ne oğlunuza ne de bir başkasına bundan bahsetmeyin gizli olması gerekiyor, benimle irtibatta kalın lütfen* dedim otoriter bir şekilde.
Tufan bey merakla *Diğer insanları anladım da kendi oğluna neden haber vermiyorum komutanım ?* diye sordu.
Yine *Hem oğlunuzu hem de onun ekip arkadaşlarını riske atamayız Tufan bey, bu yüzden gizli olması gerekiyor, dediğimi yapın ve benden haber gelene kadar hiç bir şey yapmayın* diye durumu izah ettim.
Tufan bey *Peki komutanım eşimle beraber geliriz biz, iyi günler* dedi.
*Size de Tufan bey* dedim ve aramayı sonlandırdım.
Miran ile Kağan'ın annesi Meryem Taşkın'ı aradım, buda Mehmet İzgi gibi telefonu hemen açmıştı, *Alo ben Meryem Taşkın, buyrun* dedi nazikçe.
*Ben Üsteğmen Atlas Sezgin oğullarınız Miran ve Kağan'ın olduğu timin komutanıyım, size bir şey söyleyeceğim* yine derin bir nefes aldım ve devam ettim *Sizi yeri ve zamanı gelince oğlunuzla buluşturucağız* dedim.
Meryem hanım tam bir Şehit eşi olmanın hakkını vererek *Ne zaman isterseniz gelirim komutanım, sizle irtibat halinde olacağım ve kimseyi riske atmayacağım, iyi günler* dedi ve aramayı sonlandırdı.
Ve Son olarak Arya'nın Amcası Bülent Demirci'yi aradım kısa bir süre çaldıktan sonra açtı ve tok sesiyle *Alo Ben Bülent Demirci, kiminle görüşüyorum ?* diye sordu.
*Merhaba Ben Üsteğmen Atlas Sezgin Yeğeniniz Arya'nın olduğu timin komutanıyım, size bir şey söyleyeceğim* dedim tok sesimle.
Bülent bey endişeli bir şekilde *Buyrun komutanım dinliyorum, bir sıkıntı mı var Arya'yla ilgili ?* diyerek sordu.
*Bir sıkıntı yok Bülent bey Arya gayet iyi ben size şunu söylemek için aramıştım, 'Sizi yeri ve zamanı gelince yeğeniniz Arya ile buluşturucağımızı söyleyecektim* dedim soğukkanlı bir şekilde.
Bülent bey Arya'nın iyi olmasının rahatlığıyla derin bir nefes verdi *Geliriz tabikide eşimle beraber, sizden haber bekliyoruz komutanım iyi günler* dedi.
*Teşekkür ederim, size de iyi günler Bülent bey* dedim ve aramayı sonlandırdım.
Kafamı koltuğun yastığına koydum ve dünki olayların yorgunluğunun etkisiyle gözlerim kapandı ve olduğum yerde uyuya kaldım.
Yazar'ın Ağızından;
Saat 05.45 idi, evdeki herkes ise uyuyordu, bunu fırsat bilen Kartal Polat ona verilen emri yerine geitrmek için gelmişti, evin açık olan arka kapısından gizlice içeriye girdi.
Bu arka kapı genelde tehlikeli durumlarda kullanılırdı, ama Kağan kendi anahtarını kaybetmiş mecburen o kapıdan eve girmişti ve açık unutmuştu.
Kartal Polat yüzüne siyah bir maske geçirdi, kafasına kapşonunu kapattı ve hedefindeki odaya 'Arya'nın odasına' yöneldi, evin içinde gözlerini gezdirdi bir sorun olmayınca odaya girdi.
Zeynep İzgi ve Arya Demirci biraz sonra olacaklardan habersiz mışıl mışıl uyuyordu.
Kartal Polat sessizce Arya'nın yatağının yanına gitti, cebinden uyku ilacı dolu şırıngayı çıkarıp yavaşça ensesine enjekte etti.
Zeynep İzgi yatağında kımıldanmaya başlayınca fazla uzatmadan Arya'yı kucağına aldı ve yavaş adımlarla odadan çıkacakken yanlışlıkla boş ahşap bir sandığı yere düşürdü.
Kartal dişlerinin arasından sessizce "Kahretsin !" dedi.
Düşen sandığın sesine uyanan Zeynep gördüğü şeyle şaşkınca Kartal Polat'a baktı, gözlerini ovuşturarak "Ne oluyor burda !" diye homurdandı.
Olayların farkına yeni varan Zeynep endişeli bir şekilde "Senin burada ne işin var Kartal Polat ?" diye sordu.
Kartal Polat sadece "Üzgünüm, bunu yapmaya mecburum" dedi.
Zeynep bir hışımla ayağa kalktı, bağırarak "Yardım edin !, kimse yok mu ?, bu Kartal denen herif Arya'yı kaçırıyor !, yardım edin !" dedi.
Kartal Polat Zeynep'i hızlı bir şekilde duvara itti, hızlıca kucağındaki Arya'yla birlikte evden çıkıp gitti.
Zeynep İzgi ise itilmenin etkisiyle duvara hızlıca kafasını vurdu, olduğu yere yığıldı.
Bayılmadan hemen önce gördüğü şeyler ise Kartal Polat'ın en yakın arkadaşı Arya'yı kaçırması olmuştu.
Güneş doğduğu zaman ortalığın karışıp ateş yeri olacağından, arkadaşının kaçırıldığı yerde yaşayacağı şeylerden haberi dahi olmayacaktı.
~~~
Bölümü nasıl buldunuz ?
Uzun zaman sonra geldiğinin farkındayım ama ancak oldu.
Haliyle biraz uzun bir bölüm oldu ☺️.
14. Bölüm baya heyecanlı olacak arkadaşlar.
Neyse fazla uzatmayayım, 14. Bölümde görüşmek üzere, hoşçakalın sağlıcakla kalın ☘️.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |