Karan
"Duygularımız karşılıklı Defne Hanım. Çünkü ben de senin için aynı şeyleri hissediyorum, ben de seni arzuluyorum." Onun yoğun duygularla yaşaran ıslak gözlerine bakarken avucumun sağ avuç içimle sol yanağını kavrıyor ama hareket ettirmiyordum. Ettiğim itiraf onu oldukça etkilemiş olmalı ki ıslak gözlerinde şaşkın ve duyduğundan emin olmak isteyen ümit kırıntılarına rastladım.
Acaba gerçekten benim tarafımdan sevilmek istiyor muydu? Yoksa bütün bunlar güvenimi kazanmak için oynadığı birer oyun muydu? Hastane de onun için endişelenip ona emir verdiğimde öfkelenmesi, eve geldiğimizde büründüğü abartılı aşık rolü, ettiği boyundan büyük iltifatlar...
Gözlerimin içine bakarken elimin avuç içini sevgiyle öpmesi, bunları yaparken hep gülümsemesi, kontrolümü kaybetmeme sebep olduğunda dudağıma kondurduğu tutku dolu öpücükler... Ve şimdi de mutluluk olduğundan şüphe duyduğum bir duyguyla ağlaması. Bütün bunlar işlediği bir suçu maskelemek için yaptığı şeyler miydi?
Düşünceler içinde kaybolduğumu hissetsem de ona bir şey hissettirmemek için sadece gülümsedim ve daha fazla şüphe duymaması için aynı gülümseyen ifademi korurken kafamı olumlu anlamda salladım. Şu an ayağı alçıda ve canı hayal edemeyeceğim kadar yanarken, üstüne gitmem pek mantıklı olmazdı. Üstelik haklıyken haksız duruma düşebilirdim. İtiraf ettiğim şeyin arkasında durmam onu mutlu etmiş olmalı ki ağlarken nefes alıp iç çekti ve gülümsedi. Sanki benden bunları duymayı bekliyormuş ta yıllar sonra duyduğu için nihayet mutlu olmuş gibi...
Konuşmayıp sadece gülümsemekle yetinirken, iki elimi de yüzüne getirip göz yaşlarının ıslattığı yanaklarını sildim. Ağlaması neden bu kadar canımı sıkıyordu ki? Üstelik kavga bile etmemiştik. Onun bu hali, içimde bir yerlerin sızlamasına sebep oluyordu. Yüzümü sıkıntıyla buruşturmamak için kendimi baskılamaya çalışırken, alayla karışık azarlamaya karar verdim. Sinirini bozarsam öfkelenmekten fırsat bulup ağlayamazdı. Bana öfkelenmesini, ağlamasına tercih ederdim.
Hala ıslanan yüzünü silmeye çalışırken kaşlarımı çatıp yapma bir sinirle konuşmaya başladım. "Şunu lütfen keser misin? Ben ağlayan kadınlardan hoşlanmam. Ayrıca ağlayınca çok çirkin oluyorsun sana yakışmıyor o yüzden." Ortamın duygusal atmosferini ona söylenmekle böldüğüm için gözlerime birkaç saniye hayretle baktı. Sonra o hayret yerini öfkeye bıraktığında ellerimi suratından çektim. Çünkü, onun da öfkeyle yapacağı şey bu olacaktı. Ellerimin yüzüyle olan temasından kurtulmak isteyecekti. Bana hala öfkeyle bakarken ağladığı için burnunu çekti ve kolunun tersiyle göz yaşlarını hararetle sildi. "Bak ya, ağlamakta yasak oldu! Sen yakında nefes almakta yasak dersin! Senden onu da beklerim ben!"
"O kadar da değil. Abartma şimdi." Gözlerimi devirdim ama sırıtıyordum, dikkatini dağıtmış ağlamasına engel olabilmiştim. Gerisi umurumda değildi. Abartma demem sinirini bozmuş olacak ki hayretle ağzını aralayıp eliyle kendini gösterdi. "Abartma mı? Ben mi abartıyorum? Karan gözümün önünden defolup gider misin? Yalnız kalmak istiyorum!"
"Hay hay, nasıl isterseniz Defne Hanım." Oturduğum puftan kalkıp hala ona bakarken ayaklarımla arkaya doğru adımlar attım. O ise gururlu tavrını bırakıp dudaklarını aralarken hayret içerisinde bana baktı. Sanırım yaptığı blöfü ciddiye almamı beklemiyordu. "Gerçekten gidecek misin ya? Hem de beni bu şekilde burada bırakarak... Senin hiç vicdanın yok mu be adam?"
Böyle davranacağını bildiğim için fazla şaşırmamıştım. Onun yerine keyifle sırıtırken kollarımı göğsümün üzerinde birleştirdim. "Eee gitmemi söyledin. Yüzümü daha fazla görmek istemediğini düşünmüştüm. Yanlış mı düşünmüşüm?" dedim ve hala gülerken tek kaşımı alayla havaya kaldırıp ona baktım. Bakalım bu sefer de beni bir şeyle suçlayacak mı?
Onunla alay ettiğimi anladığında hayretle aralanan dudaklarını kapatıp kaşlarını çattı ve kafasını hırsla koltuktan diğer tarafa çevirdi. "Ne halin varsa gör ya!" Bu halleri beni öfkelendirmek yerine daha da mutlu ederken, yan profiline bakarak konuşmaya başladım. "Göreceğim zaten merak etme. Aç mısın bu arada, en son ne zaman yemek yedin? Üzerinden bayağı zaman geçmiş olmalı."
"Bu seni hiç alakadar etmez! Ayrıca senin yapacağın hiçbir şeyi de yemek istemiyorum. Dışarıdan söylerim daha iyi."
Onun bu öfkeli halleri beni kızdırmak yerine keyiflendirirken, kafamı bir kere aşağı yukarı sallayıp yavaş adımlarla ona doğru ilerledim. Öfkesi, yüzündeki hakimiyetini korurken kendisine doğru geldiğimi görünce bakışları şaşkınlıkla aydınlandı. Sonra o şaşkın tavırları yerini gerginliğe bıraktı. Tek dayanağı kendisiymiş gibi kollarını bedenine sararken bana bakıp bastırmaya çalıştığı telaşıyla konuşmaya çalıştı. "Ne, ne oldu? Neden buraya doğru ilerliyor..sun? Şu..şunu keser misin? Korku..yorum."
Kafamı iki yana doğru sallayıp ciddi tutmaya çalıştığım yüz ifademle ona bakarken, neredeyse yanına yaklaştığımda kucağıma almak için koltuğa doğru eğildim. "Bence, benim daha iyi bir fikrim var. Hem dinleyince eminim senin de hoşuna gidecek." Korkusu azalmak yerine daha da çok arttığında araya hafiften merakında eklendiğini fark etmiştim. Benim ani davranışlarım onu korkuturken sunacağım teklifte merakını harlıyordu. Sol elim belinden kavrarken sağ elimi dizlerinin altından geçirdim ve onu dikkatli bir şekilde kucağıma aldım. Bir gün içerisinde yeterince acı çekmişti, bir de benim dikkatsiz davranışlarımla bu acıyı ikiye katlamaya gerek yoktu.
Elleri yakalarımı kavrayıp kavramamakta kararsız kalsa da onu bırakmayacağımı anlamış olmalı ki, tereddüdünü bırakıp omzuma tutunmaya karar verdi. Ardından da yüzüme bakmak için kafasını doğrultup meraklı bir şekilde bana baktı. "Söyleyecek misin artık? Daha iyi olduğunu düşündüğün fikrin ne?"
"Bana mutfağı tarif eder misin lütfen?" Sorusunu şu an için cevapsız bıraktım çünkü önce salondan çıkmaya odaklanmam gerekiyordu. Defne'nin tarif ettiği kadarıyla ev de mutfağı bulmaya çalışmıştım. Koridordaki kapısı olmayan büyük ahşap renkli tahta giriş yerini gösterdi. "Hala bir cevap bekliyorum. İnsanı daha fazla merakta bırakma da söyle lütfen." Daha fazla uzatmanın bir manası olmadığını anlayınca kafamı sallayıp, yüzüne bakmak için başımı biraz eğdim. "Sana yemek hazırlayacağım ve sen de beni izleyeceksin. Böylece eline benimle alay edebileceğin bir fırsat geçebilir belki. Ayrıca bu, geçen ki kahvaltı gibi olmayacak çünkü gözünün önünde hazırlayacağım için yerken tereddüt bile etmene gerek kalmayacak."
Düşünürmüş gibi mırıldanırken gözlerini kıstı ve aklına gelen şeyle gözleri kurnazca parıldadı. "Diğer kısmını bilmem ama alay etme işi hoşuma gitti. Beceriksizliğini izlemek baya eğlenceli olacak gibi görünüyor." Dediği şeyin ihtimali onu güldürürken gözlerini kısıp bana meydan okurcasına baktı. "Bakalım, ne hünerlerin var Karan Bey?"
Onun bu ukala hallerini gizlemeye çalıştığım bir hayranlıkla süzerken, tutuşumu daha da kuvvetlendirip bedenini kendime iyice yasladım ve başımı kaldırıp önümdeki hole baktım. "Hodri meydan Defne Hanım." Bunu söylerken ona bakmamam işime gelmişti artık hedefime odaklanmalıydım. Tarif ettiği mutfağa kucağımda onunla girerken, mutfağı gözümün ucuyla süzdüm.
Köşeli bir dizayna sahipti bir duvardan bir duvara uzanan krem rengi mutfak tezgâhı, yemek yapmak için kullanılan alanın genişliğini temsil ederken, mutfak tezgahının sağ tarafında lavabo duruyordu. Lavabonun önünde de cam vardı, yani suyla uğraşırken dışardaki manzarayı çok rahat izleyebilirdiniz. Cam, stor perdeyle kapalıydı, bu da mutfağa karanlık boğucu bir hava veriyordu. İçeriyi aydınlatmak için o perdeyi kaldırmam gerekecekti sanırım. Hemen karşımda ise iki kapaklı dolap ve üstü kapalı olmayan üç raflı dolap duruyordu. Aslında, düz dolaptı işte ama içini kitaplarla dizayn etmişlerdi. Yani sadece ilk rafını. Çünkü diğer ikinci raf saksıda bitki onun altındaki rafta da krem rengi porselen bardak vardı.
İki tane fırının üst üste dizayn edildiği, yanlarına duran iki kapaklı dolaptan daha uzun olan dolaplara incelediğim de, duvardan aşağı sarkıtılan ve başımın muhtemelen bir kaç santim yukarısında biten üç lambayı da görmüş oldum. Dolapların sağ tarafında tezgâhın üzerine monte edilen ocak, ocağın yanında bir kaba doldurulmuş yemek karıştırmak için kullanılan kepçeler vardı. Defneyi karşımda duran, yemek masasının önünde duran mutfak taburelerinden birine oturtmak için mutfağın içine doğru ilerlemeye başladım.
Alçıda duran ayak bileğine dikkat ederek tabureye yerleşmesini sağladım. "Böyle nasıl, rahat mısın? Dengede duramıyorsan koltuk değneğini getirebilirim." Kaşlarını bir kez yukarı kaldırıp gözlerini yumarken cıkladı. Sorun yok demek istemişti. Onu süzdükten sonra peki dercesine mırıldanıp yanından uzaklaştım ve sağ tarafta bulunan krem rengi buzdolabına doğru ilerledim. Ama kapağı açmadan önce yüzümü ondan tarafa dönüp işaret parmağımla abartısız şekilde onu işaret ettim.
Tahminde bulunurcasına kıstığım gözlerle ona baktım. "Salataya ne dersin? Geçen gün diyet yaptığını söylemiştin." Oturduğu yerde doğrulup dirseklerini masaya yasladı ve bir elini çenesine getirip düşünüyormuş gibi gözlerini kıstı. Sonrasında kıstığı gözlerini açıp şeytani bir parıltıyla bana baktı. "Doğru, öyle söylemiştim ama diyet yapmaya bugünlük ara veriyorum. Yarın kaldığım yerden devam ederim. Nasılsa kiloyla ilgili bir şikâyetim yok. Benim aklıma başka bir fikir geldi. Hem baksana ayağımı da sakatladım, biraz enerji depolamam lazım. Hazır sen de buradayken aklımda olan şeyi yapmanı isteyebilirim öyle değil mi?"
Oldukça uzun gelen konuşmasını dinlediğimde keyfim suratımdaki varlığını kaybettirmişti Onun yerine düz bir çizgi alan dudaklarımla ifadesiz bir şekilde onu izledim. "Sadede gel, ne istiyorsun?" Sabırsızlıkla ona baktığımı görünce gülümseyip, ellerinin içine aldığı yüzüyle bana baktı. "Mantı yemek istiyorum." İsteği beni şaşırtsa da hay hay dercesine kafamı sallayıp, buzdolabına döndüm ve dondurucu kısmının bulunduğunu düşündüğüm tarafının kapağını açtım. "Ama, kendin açacaksın. Dışardan yapılanların içine ne kattıkları belli değil. Eee dünyanın da bin bir türlü hali var sonuçta. Öyle her aldığımız hazır gıdayı düşüncesizce tüketmemeliyiz. Sence de haklı değil miyim?" Buzluğun açtığım kısmını kapatırken sinirle güldüm. Bu kadın sinirimle nasıl oynayacağını çok iyi biliyordu.
Dolabın önünde eğilmeyi bırakıp ayağa kalktım ve yönümü ona çevirip beni keyifle sırıtarak izleyen yüzüne baktım. "Geçen gün dışarıdan sipariş ettiğim salatayı yerken böyle demiyordun ama. Sonuçta o da dışarıdan yapılıp getirilen bir şey değil mi? Aradaki fark ne?" Hayretle ilk birkaç saniye yüzüme baksa da sonrasında gözlerini devirdi ve baskıladığı ses tonuyla konuşmaya başladı. "Yapacak mısın, yapmayacak mısın? Daha ilk saniyeden sızlanırsan işimiz var. Ayrıca bu teklifi sen yaptın, sonuçlarına katlanacaksın. Sonuçta ne derler bilirsin, 'kendi düşen ağlamaz".
Kışkırtırcasına bakan gözlerine rağmen derin bir iç çektim ve gözlerimi açıp ona baktım. "Malzemelerin yerini söyler misin? Hepsi evde var mı? Yoksa gidip satın almam mı gerekiyor?" Olumsuz anlamda cıkladı. "Satın alman gereken bir şey yok. Hepsini geçen gün aylık alışverişi yaptığımda ben aldım zaten. Sana sadece tarif ettiğim malzemelerin yerini bulup, mantıyı yapmak kalıyor. Böyle de düşünceli bir kadınım işte. Değerimi bilmelisin."
"Ne demezsin, kesin öyledir. Neyse daha fazla uzatmadan, ben şu mantıyı yapmaya başlayayım. Sen de laf bitmez çünkü." Ona gönderme yaptığımı anlayan Defne gözlerini sinirle kıstı.
"Uyuz." Aynen ondan dercesine bakarken güldüm ve bana, beni öldürecekmiş gibi diktiği gözlerinin altında, cebimden telefonu çıkarıp internete mantının tarifini girdim. Yapılış aşamasının uzunluğu ıslık çalmama sebep olurken, Defnenin keyif dolu kahkahaları kulağıma kadar gelmişti. Kafamı, eğdiğim telefon ekranından hafifçe kaldırıp, çattığım tek kaşımla dik dik Defneye baktım. O ise omuz silkti ve gülümsemesini zerre kaybetmeden önünde duran büyük cam kâseden kıpkırmızı bir elma çıkardı ve gözlerimin içine bakarak o elmadan bir ısırık aldı. Oysa ben o elmaları süs meyvesi sanmıştım.
Elimde telefonla beklerken durup birkaç dakika öylece onu izledim. Mutfağın perdesini henüz açmadığım için mutfak hala boğucu görünüyordu. Ama o görünüşüyle bu karanlığa rağmen güneş gibi parlıyordu. Salık, sarı saçları siyah kot ceketinin üzerinden göğüs hizasına doğru bir tutamını özgürce bırakırken diğer kısımlarının sırtından tarafta olduğunu anlayabiliyordum. Açık mavi gözleri sarı perçemlerinin arasından bana doğru bakarken ısırdığı elmayı dudaklarından geri çekti. Arzuyla gözlerimi yumarken şiddetli bir şekilde yutkundum. Şu an bir elmayı kıskanmam normal mi?
Cansız nesneleri bile sanki canlı yapabilecekmiş gibi bir büyüleyiciye sahip olan yüzüne bakarken, elimde duran telefonu istemsizce avucumun içinde sıktım. Aklım istemediğim saçma düşüncelere kaymaya başladığında bakışlarımı ondan çevirip mutfağın içinde rastgele bir dolabın kapağını açtım. Aradığım şey burada mı, bilmiyordum. Ben sadece düşüncelerimden kaçmaya çalışıyordum.
1 saat sonra
Mantının yoğurdunu ve sosunu ayarlayıp, ellerimi yıkamak için lavaboya doğru ilerledim. Ama tek sebep bu değildi, mantının kaynamasını beklediğim zaman, Tolga beni aramıştı. Abim beni öylesine aramazdı hiçbir zaman. Arıyorsa kesin önemli bir şey olmalı. Lavabodaki işimi hallettiğim de telefonu cebimden çıkarıp rehberden onun ismini buldum ve arama tuşuna bastım. Telefon birkaç saniye çaldı çaldı durdu. Ama fazla uzun da sürmedi, Tolganın sesini duyabiliyordum şimdi.
"Şu telefonu bir kere de ben arayınca aç. Süs diye mi taşıyorsun yanında?" Aramızda fazla bir yaş farkı olmamasına rağmen beni bu şekilde azarlaması sinirimi bozduğu için, göremeyeceğini bilsem de yamuk bir şekilde gülümsedim.
"Kusura bakma, çok değerli abimin durup durup bugün işinin düşeceğini akıl edemedim. İşi gücün ortasındayken de açamamıştım malum ben de meşgul bir adamım. Anlayacağını umuyorum. Ne oldu abi?"
Bir süre karşı tarafın huysuzca homurdanmasını dinledim. Sonrasında karşı taraf konuşmaya karar verdi. "O, Defne denen kadına yaranmakla mı meşguldün? Sürekli dibinden ayrılmıyor ama o kadında bir işler var bence." Her ne kadar kendime yakıştıramasam da Tolgayla aynı şüpheye bende sahiptim.
Lakin, ona bunu belli edip, Defne'nin arkasından ileri geri konuşmasına da izin veremezdim.
"Onun hakkında düzgün konuşursan sevinirim. Defne'yi bırak da kendi ağzında ki baklayı çıkar. Yine ne oldu da aradın? Sen beni durup dururken aramazsın."
"Dün gece, sen evde değil miydin? Ofisinde bir hareketlenme oldu. Kapıları düzgün kilitlemiyor musun yoksa?" Sorusu beni düşündürmeye ittiğinde kaşlarımı çattım, gözlerimi de kısıp dün akşam toplantıya hazırlandığımda evin içinde yaptığım şeyleri aklıma getirmeye çalıştım. Çalışma odam evdeki en şahsi bölüm olduğu için sadece ben evdeyken kapısını açık bırakırdım. Onun dışında evde misafir olduğu zaman ya da ben evde uzun süre olmayacağım zamanlar önlem amaçlı kilitliyordum. Çalışma odasının balkonunu pek kullanmadığım için kilitliydi zaten.
Dün akşam da oraya hiç girmemiştim, bunları düşünmemin bir anlamı yoktu. Sadece sebebi olmadığımı bilmek biraz içimi rahatlatıyordu. Düşünmeyi bırakmasam da kendimi biraz daha içinde bulunduğum ortama vermeye çalıştım. "Ne oldu, birisi gizlice bir eşyayı mı yürütmüş? Dosyaların sayısında bir azalma mı var?"
Sıkıntıyla soluklandığını duydum. "Yok bir şey ya, her şey yerli yerindeymiş. Sadece ev bir an o kadar sessizdi ki bir şey duyduğumu sandım. Neyse, sen yine de dikkatli ol. Ben kapatıyorum, kendine dikkat et." Tam kapatmak üzereyken sorduğum soruyla aramayı sonlandırmasına engel oldum.
"Sen, niye benim evimdeydin? Üstelik ben iş seyahati için şehir dışına çıkmışken, orada, benim evimde ne arıyordun?" Karşı taraftan bir süre hiç ses soluk çıkmadı. Tolga'nın benden sakladığı bir şeyler vardı. Önce evime birinin girdiğini söylüyordu sonra da tam tersini söyleyip konuyu kapatmaya çalışıyordu. Defneyle ilk karşılaştığım gün kulübe gideceğim zaman, işten eve geldiğimde de onu evimde bulmuştum. Normal bir zamanda olsa evime gelmesini sorun etmezdim. Ama bu ziyaretler son zamanlarda iyice sıklaşmaya başlamıştı. Ve ben nedenini eninde sonunda öğrenecektim. Öğrendiğim zaman ise onu çok zor şeyler bekleyecekti ve abim olduğu gerçeği bile onu benden kurtaramazdı.
"Kardeşimin evine gelirken kimseye hesap vermek zorunda değilim. Haddini bil Karan, abin olduğumu unutma!" Aklınca beni tehdit ettiğini sanması sinirle gülümsememe sebep oldu. Bu köşeye sıkışınca yaptığı bir savunmaydı ve aklımda onunla ilgili olan şüphelerimi doğruladı. "Köşeye sıkışınca nasıl da abim olduğunu hatırlıyorsun? Bayılıyorum bu huyuna gerçekten."
"Zevzekliği bırak ta sadede gel Karan. Neyi ima etmeye çalışıyorsun?"
Öfke barındıran bir endişesi vardı. Öfkesi bunu gizlemek için kullandığı bir maskeydi. Ancak gerçekten bir şey saklayanlar bu maskeyi kullanırdı. Konuşmasında panik duygusunun yarattığı nefes alışverişlerini duyabiliyordum. İleri geri volta atarken çıkardığı adım sesleri de bunu kanıtlıyordu. Şu an her neredeyse, eminim sinirden ve endişeden odayı turluyordu. "Ben bir şey ima etmiyorum, senin bu davranışların şüphelenmem için yeterince zemin oluşturuyor zaten. Şimdi son defa soruyorum. Eğer yine lafı evirip çevirip gerçekleri benden saklarsan, sonrasında ben kendim öğrenir ve öğrendiğim zaman hepsini teker teker suratına vururum. Bunu büyük bir zevkle yaparım. Kardeşini sınamamalısın o yüzden."
Konuşurken söylediğim tüm cümleleri baskılayarak söylediğim ve bütün konuşma boyunca sakin bir tutum takındığım için üzerinde etki edeceğini umuyordum. Ve umduğum gibi de oldu, Tolga bir süre hiçbir şey söyleyemedi. Bu sessizliğinden yararlanıp ortaya bıraktığı sessizliği kendim böldüm. "Şimdi beni daha iyi anlıyor musun? Sessizliğini evet olarak algılayıp bir şey daha söyleyeceğim. Bu daha çok soru sormak gibi olacak ama. Cevaplarını zaten çok iyi bildiğini düşünüyorum."
Karşı taraftan gelen bir iç çekme sesi duyduğumda pes ettiğini anladım. Kaçmayıp sorularıma cevap verecekti artık. İnat ederse bunun kendi zararına olacağını o da çok iyi biliyordu. "Neyi öğrenmek istiyorsun? Bilmiyorum ama öğrenince tüm bu saçmalığa bir son verecek misin? Boşuna nefesimi tüketmek istemiyorum."
Yüzüm düz bir ifadeye bürünürken içimden keyifle gülümsedim. Bu sırada aynadaki aksime bakıyordum. "Çalışma odasında biri olduğunu söylemiştin, onu gerçekten gördün mü? Sen boş yere ortaya böyle bir iddia atmazsın çünkü. Kesin bir şeye tanık oldun."
"Eve ilk girdiğimde her şey normal görünüyordu. Ev bıraktığın gibiydi, sonra sana mesaj mesaj bırakmak için çalışma odasına uğramaya karar verdim. Uçuş sırasında telefonun kapalı oluyor malum. Anca eve geldiğinde fark edebilirdin. Bir de bu işlettiğin şirketle ilgili bir dosya hazırlamıştım. Aslında doğrudan sana verecektim ama yetişemedim."
Gözlerimin sinirden seğirmeye başladığını fark ettiğimde ayağımın tekini tempolu bir şekilde zemine vurmaya başladım. "Sadede gel."
"İşte merdivenleri çıkmaya başladığımda çalışma odasının kapısından gelen tuhaf sesleri duymaya başladım. Döner koltuk yerinden oynadı, birkaç çekmecenin kapandığını falan duydum. Kapıyı açıp odana girdiğimde ise sadece perdenin, balkon kapının açıldığını belirtircesine oynadığını gördüm. Merakla oraya ilerledim, odanın içi karanlıktı ama balkonun perdesine yansıyan ay ışığından dolayı bir gölgesinin varlığını sezer gibi oldum. Ama sadece sanrı olduğunu fark ettim. Bahçede kimse yoktu çünkü. Kapıyı kapatıp geri kilitledim ben de."
Konuşma git gide ilgimi çekmeye başladığında içimden Allah Allah diye geçirdim. "Peki, arkasında bir iz bırakmış mı? Eminim bir eşyasını falan düşürüp kaybetmiş olabilir. Bu arada evin kapısı kilitliydi değil mi? Kendi anahtarını kullandın eve girerken?"
"Aynen, kapı kilitliydi. Oturma odasında da değişik hiçbir şey yoktu. Her kim gelmişse evin girişini kullanmamış." Ona söylemesem de içimden geçirdim. Evin etrafı güvenlik kameraları ile dolu tabii ki normal kapıdan giremezdi. Bu kişi her kimse balkonu kullanmış olmalıydı eve sızmak için. Ama tek sorun o balkonun çalışma odasına açıldığını nereden biliyordu. Defneyi bile o odaya almamıştım ben.
Bir şeyler bulanıkta olsa kafamda yer edinmeye başladığım da sıkıntıyla ofladım. "Sen şimdi neredesin peki, dışarıda mı?"
"Aynen ama birazdan evine uğrayacağım, dün birisi eve sızdıysa bile etraf yeterince karanlık olduğu için bir şey fark edemedim. Senin de dediğin gibi o kişi profesyonel değilse kesin arkasında bir iz bırakmıştır."
"Tamam bir şeye rastlarsan bana da haber ver. Senden haber bekliyor olacağım. Lakin arama sadece mesaj at. Diğer türlü dikkat çeker. Kimsenin aramızdaki konuşmadan haberi olmamalı."
Beni onayladıktan sonra ikimizde aramayı sonlandırdık. Telefonu cebime koyduğum da Defneyi bu aramadan haberdar etmemek için normal davranmam gerekecekti. Lavabodan çıkıp mutfağa doğru ilerledim. Kapıdan girdiğimde Defne önüne koyduğu ağzına kadar doldurulmuş mantı tabağıyla öylece bekliyordu. Beni gördüğünde kaşığı eline aldı ve kaşlarını çatarak suratıma baktı. "Nerede kaldın ya, alt tarafı elini yıkayacaktın. Açlıktan öldüm burada!"
"Beni niye bekledin ki? Yalnız başlayabilirdin. Alınmazdım ben." Konuşmayı bitirip soluk aldım ve sandalyeyi çekip Defnenin karşısında yerimi aldım. Benim tabağıma da mantı doldurmuştu. Kaşığı elime alıp mantıya tabağına daldırdım ve kaşığı abartmadan doldurup yemeye başladım. Tadı gerçekten güzel olmuştu. "Biliyorum yalnız başlayabilirdim ama ben beraber yiyelim istedim. İlk defa kendi ellerinle benim önerdiğim şeyi yapıp tadına bakarken vereceğin tepkiyi görmek istedim. Olamaz mı yani?"
Düşünceli bir şekilde incelediğim mantı tabağından kafamı kaldırıp hayret içerisinde Defnenin çocuksu surat ifadesine baktım. Çocuksu bir masumiyet vardı meraklı halinde. Yediği yemeği boğazına dizmek istemiyordum. Bu yüzden kafamı olumlu anlamda sallarken gülümsedim. Bu sırada tabağımdaki mantıdan bir kaşık daha almıştım. Mafya adamı olmasam kesin aşçı olurmuşum çünkü mantının tadı enfesti. Lakin o nasıl bulduğunu söylememişti.
"Sahi, benden mantı yapmamı istedin. Ben de seni kırmayıp yaptım. Neden düşünceni söylemiyorsun? Beğenmedin mi yoksa?" Konuşmanın sonunda dudağımın ucunu yukarıya kıvırıp tek kaşımı sorgularcasına havaya kaldırdım. Ona beklenti içinde baktığımı görünce elindeki mantı dolu kaşığı ağzına götürmeden öylece durdu. Ya bir kulp bulacaktı ya da konuyu başka yerlere çekecekti. Yaptığım yemeği öylece öveceğini düşünmüyordum. Kesin işi yokuşa sürecekti.
Kaşığına aldığı mantıyı yemekle yememek arasında kararsız kaldığında derin bir nefes alarak kaşığın içindekileri tabağın içine boşaltmayacak şekilde tabağın üstüne bıraktı. Gözlerimi tabağa bıraktığı kaşıktan çekip yukarı kaldırarak tekrar onun yüzüne odakladım. İfadesi sakin görünüyordu.
"Gerçekten bu önemli mi? Yani yaptığın yemeği beğenip beğenmem bir anlam ifade ediyor mu senin için?"
Omzumu silkerken gülümsedim bunu yaparken gözlerim kendi tabağımın üzerindeydi. Ardından kafamı ağır ağır kaldırıp Defneye baktım ve gözlerinin içinde bir yerlere ulaşmak için sakin bir şekilde konuşmaya başladım. "Etmese sormazdım sanırım. Bu yemeği benden yapmamı isteyen sensin. İlk defa bu tarifi deniyorum, sırf sen istediğin için. Zahmet edip nasıl bulduğunu söyleyemez misin?"
İlk birkaç saniye şaşkın bir şekilde bana baktığında mahcup olmuş olmalı ki bakışlarını aşağı indirdi. Bunu yaparken birkaç saç tutamı yüzüne düşüp özgürlüğünü ilan etti. Bense onun bu hallerini bir şey söylemeden izlemekle yetiniyordum. Bir şey diyecekse bile cesaretini kırmak istemiyordum. Yüzüne düşen perçemlerini kulağın arkasına doğru iliştirirken öksürdü. Hasta olmaktan uzak bir öksürüktü. Daha çok zihninde tasarladığı kelimeleri ortaya dökebileceği uygun tonu aramaya çalışıyordu.
Onu daha fazla bekleyemeyeceğimi anladığımda cıklayıp tabağını önüme aldım ve kendi tabağımı biraz kenara doğru ittim. Bu davranışım Defne'nin düşünceli hallerinden sıyrılıp önüme çektiğim tabağına uzanmasını sağladı. "Ne yapıyorsun, Karan? Ben yiyordum daha." Ona aldırış etmeyip tabağından bir kaşık aldım ve tadına baktım. Lokmamı bitirdiğimde masada duran peçeteyle dudaklarımın üzerini temizledim ve işimi bitirip kenara koydum peçeteyi. "Seni o kadar karamsar görünce, beğenmediğini sandım. Aslında yemeği düzgün yaptım ama dibine sardıysa sana denk gelmiş olabilir. Kalite kontrole yoklaması anlayacağın."
Tabağa uzanmak için kaldırdığı elleri havada dururken, yüzüme sadece birkaç saniye hayretle baktı ve ardından kahkaha atmaya başladı. Bu halleri beni de güldürürken diğer yandan utandırıyordu. Bakışlarımı kaçırırken huysuzca homurdandım. "Ne var, bu komik mi?"
Cevap vermeyip olumlu anlamda kafasını salladı hala kahkaha atarken. Gülmek gözlerinin kısılmasına sebep olurken, bu halinin ne kadar tatlı olduğunu düşündüm birkaç saniye. Utanmasam elimi çeneme yaslayıp kafamı yana eğerek saatlerce onu bu şekilde izleyebilirdim. Birkaç dakika daha kahkaha atıp gülmesini nihayet dizginleyebildiğinde kollarıyla uzanıp önüme çektiğim kendi tabağını aldı. "Bu arada demin sırf şımarma diye söylemedim ama mantı enfes olmuş. Doğru söyleyin Karan Efendi, aşçı olmayı düşünür müydünüz?"
Zaten bildiğim bir gerçeği itiraf ettiği için yamuk bir şekilde gülümsedim ve tabağıma eğdiğim bakışlarımı ona çevirdim. Kaşlarını alayla havaya kaldırırken gözleri gururlu parıltılarla beni izliyordu. Sanki ender rastlanan bir yeteneği ilk keşfeden kişi oymuş gibi bana bakarken konuşmaya başladı. "İsterseniz sizi kadrolu aşçım yapabilirim. Hem parası da iyi, bu fırsatı kaçırmayın derim." Cümlesinin sonunda bana bakıp göz kırptı.
Sadece bir an için teklif ettiği şeyin düşüncesini kafamda canlandırdım. Ben, onun evinde kalıyordum ve günün yirmi dört saati Defne için yemek hazırlıyordum, hazırladığım yemekleri ona sunduğumda ise onun birbirinden ilginç yorumlarını dinliyordum. Ve hepsinde de yaptığım bütün yemeklere bir kulp, hiçbirini beğenmediğini söylüyordu. Yüzümü buruşturup kafamı iki yana sallarken gülümsedim. "Teklifini üzülerek reddediyorum. Kötü bir müşteri olurdun, şimdi bile yorum yaparken kırk dereden su getiriyordun. Bir de kadrolu aşçın olsam ooo, hayal bile edemiyorum."
Şakayla karışık takıldığım şey onun gülümsemesini suratından silerken yüzüme endişeli bir şekilde baktı. Herhalde buna içerleyip içerlemediğimi anlamaya çalışıyordu. Renk vermeyip, gülümseyerek ona bakmakla yetindim. Aradığı tepkiyi benden görememiş olmalı ki sıkıntıyla iç çekti ve oturduğu yerde geriye doğru yaslandı. Bu ise, samimi ortamın içine ettiğimi anlamamı sağlayıp içimden küfretmeme sebep oldu. Bu yüzden istemsizce bir elimi yumruk yapıp sıktım ve göz ucuyla Defne'nin tepkisini incelemeye çalıştım.
"Özür dilerim, verdiğin emeğe layığıyla cevap veremediğim için. Dediğin gibi o kadar uğraştın ve benim için yemek hazırladın. Bu tepkiyi hak etmiyordun hiç." Cevap vermeyip tabağıma bakarken kafamı olumlu anlamda salladım. Alttan almayacaktım, aslında ilk seferde bunu düşünmüştüm, yüzünü düşürdüğünde konuyu kestirip atacaktım. Ama özür dilemesi, ilerisinde yapmayı düşündüğü telafi çalışmalarını merak etmemi sağlıyordu.
Kendini öylece geriye doğru attığı sandalye de bir şey düşünmüşçesine doğruldu. Yüzü aydınlanmıştı anında, aklından geçen şeyleri deli gibi öğrenmeyi istediysem de sessizliğimi korumaya çalıştım. Beklentiyle gözlerime bakarken, sadece bir an için tabağın yanına yumruk yaparak koyduğum elime baktı ve sağ elini uzatıp o elimi nazikçe kavradı. Bu hamleyi beklemediğim için kafamı kaldırıp hayret içerisinde onu izledim. Dikkatimi çekmeyi başardığını fark ettiğinde, sağ eli hala elimi kavrarken gözlerimin içine bakarak konuştu. "Hatalı olduğumu biliyorum, emeklerini ziyan ettiğimi düşünmene sebep oldum. Bu hatamı nasıl telafi edebilirim sence? Bir yolu var mı?"
Yüzündeki ifadeyle sözcüklerindeki pişmanlık uyuştuğu için onun samimiyetini sorgulamadım. Defneyi ilk defa bu şekilde görüyordum. Pişman, yelkenleri suya indirmiş ve gururunu ayaklar altına almış bir şekilde acı içerisinde bana bakıyordu. Yumruk yaptığım ellerimi kavrayan narin ellerini kavramak istesem de yutkunarak bu dürtüyü engelledim. Utanıyordum biraz da bu Defneyi ilk defa görüyordum. Onun boyun eğmez duruşuna alıştığım için gururunu ayaklar altına aldığı gerçeği canımı sıkıyordu. Ne yaparsa yapsın bunu ondan isteyemezdim.
Yine de gönül almak için can atması biraz da olsa gururumu okşamadı değil. Mahcup olmayı bir kenara bırakıp bakışlarımı kaçırdım. O böyle olmasını istiyorsa yapacak bir şey yoktu. "Orası senin hayal gücüne kalmış. Eğer hatanı telafi etmek istiyorsan, bunu düşünerek yap. Benden öğrenmeye çalışman, bu çabanı basit kılar."
"Mantıklı, haklısın." Ellerini kavradığı elimin üzerinden çekerken, boşluğa düştüğümü hisseder gibi oldum. Ama elinin gölgesini hala elimin üzerinde hissediyordum. Sanki hiç çekmemişti, sanki eli hep oradaydı, ait olduğu yerde. Düşünceli bir şekilde bir süre yukarı baktı sonra gözlerini gözlerime çevirip bir süre oralarda gezindi. Sonrasında bir şeye rastlamış gibi kendi eliyle dudağının kenarına dokunurken konuşmaya başladı. "Orada bir şey mi kalmış, dudağının hemen kenarında." Kaşlarımı çatıp elini nerede gezdirdiğini anlamak için kendi dudağımın kenarlarını yokladım. "Gitti mi?"
Cıkcık deyip kafasını iki yana salladı ve alçıda olan ayağına rağmen oturduğu yerde doğruldu. Herhalde eliyle işaret ettiği yeri silecekti. Ama ayağı alçıdaydı, ya fazla zorlarsa? Onu durdurmak için konuşmaya yeltendiğimde yüzüme yaklaşan yüzünün ardından dudağımın kenarında hissettiğim dudakları bu girişimimi boşa çıkardı. Refleks olarak gözlerimi kapattım, bu girişim tuhaf bir şekilde hoşuma gitmişti. Bir saniyelik temas bana saatler sürüyormuş gibi gelirken önce dudaklarını sonra da kendini geri çekti. Gözlerinde haylaz parıltıları yakaladığımda, o konuşmaya başladı. "Şimdi beni affettin mi, Karan Şef?"
Bölüm : 23.07.2024 18:12 tarihinde eklendi