
Öncelikle hepiniz birinci perdeye hoşgeldiniz. Burada bambaşka bir hayatın bakış açısına girmek üzeresiniz. Kendinizi hazırlayın, çünkü bu hikaye umudun hikayesi. Bu hikaye umudunu kaybedenlerin hikayesi.
Kitabın ilk versiyonunu okuyanlar yorumlarda diğer arkadaşlara spoiler vermezseniz sevinirimm herkesin o ilk anki heyecanı yaşamasını istiyorum.
Umarım beğenirsiniz, bölüm boyunca yorum yapmayı ve sonunda beğenirseniz yıldıza basmayı unutmayın!
-BİRİNCİ PERDE-
Bölüm Şarkısı; Devriliyorsam
“Ağlayarak ayrıldık, yere çöküp bağırarak bitirdik”
Hayat bazılarına daha adaletsizdi. Bu adaletsizlik canımı çok yakıyordu. Sızlayan sırtım eşliğinde tavana bakıyordum. Sabah olmuş olmalıydı, zaman o kadarda önemli değildi. Canım yanıyordu ve ben yapayalnızdım.
Annemin sesi kulaklarımı doldurduğunda baştan aşağı ürperdiğimi hissettim. Ne yaparsak yapalım bazı şeyler asla geçmezdi. Anneme olan korkum asla geçmeyecek şeylerden biriydi. “Ayza! Canım kızım okula geç kalacaksın hadi kalk!”. Verdiği emire boyun eğdim ve ayaklandım. Sırtımdaki ağrıları görmezden gelirken esnedim.
Annem sorularının cevapsız kalmasından nefret ederdi. Yatak örtümü düzeltirken “On dakikaya hazırım Arzu Hanım,” diyerek bir durum güncellemesi yaptım. Belirli bir yaşıma kadar anneme “Anne,” diye seslensem bile birkaç yıldır bana büyüdüğümü ve ona “Arzu Hanım,” diye hitap etmem gerektiğini söylemişti.
Anneme anne demem yasaktı. Benim dünyam yasaklar dünyasıydı.
Okulun formasını giydim ve kravatımı zor da olsa bağladım. Gömleğin darlığı sırtımı yakarken sesli bir tepki vermedim. Canım yanıyordu ama sustum. Çantamı sırtıma aldım ve odadan çıktım. Merdivenlere doğru yönelirken cama doğru kafamı çevirdim. Hava kapkaranlıktı.
Saat beş civarı olmalıydı ve okulumdan dolayı her sabah şehir değiştirdiğim için bu saatte kalkmak zorundaydım. Bu saatte kalkmak dahil birçok şeyi yapmak zorundaydım. Keşke her zorunda kaldığımızı sevebilseydik, hayat o zaman daha yaşanabilir olurdu.
Tekirdağ’da yaşıyordum ve okulum İstanbul’daydı. Her sabah annemin şoförü ile İstanbul’a gidiyorduk. Dönerken de aynı şekilde annemin şoförlerinden biri bana eşlik ederdi. Salona indiğimde annemin yemek yediğini gördüm.
Benim de bir şeyler yemem lazımdı midem çalkantılıydı amma ve lakin yemeyecektim. Annemle bugün aynı masada yemek yemeyi kaldıramazdım. O yüzden kapının eşiğinde durdum ve “Arzu Hanım çıkabilir miyim?” diye sordum. Elindeki magazin gazetesini sesimi duyunca kenarı koydu ardından bana döndü.
Göz ucuyla beni süzdü. Yüzüme hiçbir şey sürmediğim için onaylamaz bir şekilde baktı. Ona göre herkes yüzünü rengarenk boyamalıydı. Bu fikre katılmıyordum aksine bence doğal olmak en güzeliydi.
Ardından “Çıkabilirsin.” Diyerek bana onay verip geri kahvaltısına dönmüştü. Birkaç saniye ona baksam bile sonrasında arkamı dönmüş ve kapıdan çıkmıştım. Arabaya bindiğimde şoförü “Günaydın!” diyerek selamladım. Bir baş hareketi ile beni kısa kesince başımı indirdim ve çantamdan çıkardığım kitabı okumaya başladım. Kitabı okurken sık sık düşüncelerim başka yerlere kaysa bile sonunda düşüncelerimin boynuna tasmayı takmış ve bir çite bağlamıştım. Yeniden kitap okumaya dönecekken arabanın durması ile geldiğimizi anlamıştım.
Düşünceler büyüyünce zaman küçülüyordu.
Her gün gördüğüm ve ismine alıştığım tabelaya baktım. “Fransız Lisesi” tabelada “z” harfi hafif yamulmuştu ama bu okunmasına engel değildi. Okul çok eski ve İstanbul’a kök salmış okullardan biriydi.
Bir saray mimarisine sahip okulun içerisine girdiğimde iki üç kişinin bakışları bana değse bile fazla bakmamışlardı. Lise son sınıf olmama rağmen okulda o kadar sessiz ve görünmezdim ki sınıfta bile ismimin bilindiğinden emin değildim.
Annem arkadaş edinmemem gerektiğini söylemişti. Arkadaşlar zaman kaybından başka bir şey değilmiş. Oysa ortaokulda birkaç tane arkadaşım olmuştu… Annem öğrenip bana kızmasaydı arkadaş edinmek o kadar da kötü bir şey olmazdı.
Yine de aklımdaki onca soru işaretleri arasında benim karmaşıklığımı gören ve arkadaşlıktan çok daha öte olan aşkı bana yaşatan biri vardı. Ilgaz… Aklıma gelmesi bile yüzümde bir gülümsemenin peyda olmasına neden olmuştu.
Çok seviyordum çok. O olmasaydı muhtemelen kendi karanlığım içerisinde boğulurdum. O ise bana bir fener vermişti. Karanlığı aydınlatmıştı. Sınıfa girdiğimde sevgilimin daha gelmediğini gördüm. Bu dudaklarımı büzmeme neden olsa bile bir şey dememiş ve sırama geçmiştim.
Ilgaz gelene kadar müzik dinleyebilirdim. O gelince zaten müziğe gerek kalmayacaktı. Sesi her zaman kulaklarıma gelen en güzel melodi olmuştu. Güzelliğin yanında kafamdaki sorunların cevabıymış gibi bir rahatlama sarıyordu bedenimi.
Seviyordum, çok seviyordum.
Şarkıyı açtıktan sonra gözüm tarihe takıldı. Son iki gün. İki gün sonra babam ve kardeşimi öldürdüğüm gündü. Ne kadar inkâr edilse bile biliyordum. Benim yüzümdendi. Çalan şarkı ile iyice kötü bir ruh haline sürüklenirken birinin omzuma dokunması ile irkildim.
Kafamı kaldırdığımda onu gördüm. Ilgaz’ı…
Onu görünce müziği kapattım ve hızla oturduğum yerden fırladım. Kollarımı koca bedenine sararken onu ne kadar özlediğim aklıma bir kez daha dank etmişti. Sarılışıma karşılık verirken “Ayza’m” diyerek ismimi bahşetti bana.
O an sanki ilk kez ismim kulağıma fısıldanmış gibi sevinmiştim.
Nereden bilecektim onun sonlara fısıldadığını.
Ve tekrar fısıldadı “Seni seviyorum.”
Ardından yalana battı.
- ♡ ♡ ♡-
Ilgaz geldikten birkaç dakika sonra öğretmenimiz de gelmişti ve uzun soluklu ders maratonumuz başlamıştı. Uzun teneffüs gelene kadar dersler o kadar yoğun olmuştu ki aklımdaki düşüncelerin ipleri birer birer elimden düşmüştü. Ilgaz’la konuşmak istiyordum.
- ♡ ♡ ♡-
Zil çalar çalmaz yanına gittim. Ona hislerimden bahsetmeliydim. Bir çözüm bulurduk. Bulurduk değil mi? Her zaman bulmuştuk. Ilgaz beni görünce ayaklandı. Benim aksime aktif bir insandı ve bir sürü arkadaşı da vardı.
Arkadaşlarına dönüp birkaç şey söyledikten sonra benim yanıma geldi. “Nasılsın bebeğim?” kibar sorusuna karşılık gülümsedim ve “İyiyim sevgilim. Sen nasılsın?” diye sordum. Elimi tuttuktan sonra yürümeye başladığında “Bende iyiyim. Senin yanındayken mutsuz olmam mümkün değil ki Ayza.” iltifatı karşısında gülümsedim.
Neredeyse bir yıldır her gördüğü fırsatta bana iltifat etmiş olmasına rağmen her seferinde utandığımı gizleyemiyordum. Ilgaz kızaran yanaklarımı gördüğünde hafifçe kıkırdasa bile bir şey dememişti.
Kantine indiğimizde “Ne yemek istersin?” diye sordu. Menüye kısa bir göz gezdirdikten sonra “Her zamanki gibi peynirli tost… Ve ayran!” diye şakıdım. Tavrıma gülerken iki ayran ve ikitane peynirli tost almıştı.
Arka taraftaki sandalyelere oturduğumuzda aklımdaki fikri açmak için dudaklarımı araladım “Ilgaz… Sana bir şey demem lazım.” Ilgaz bir ısırık aldığı tostu tepsiye bıraktı “Ne oldu aşkım, bir sorun mu var?”.
Konuşmadan önce ellerini tuttum “Biliyorsun yarın babamın ölüm yıl dönümü,” Ilgaz’ın âdem elması hareketlenirken devam ettim. “Onu ziyarete gitmek istiyorum.” Ilgaz emin olamamışcasına bana bakarken ben hevesle devam ettim “Hem geçen annem telefonda biri ile babamın mezarının yeri hakkında konuşuyordu! Yani nerede olduğunu biliyorum.”.
Ilgaz birkaç saniye sessiz kaldı ardından “Bunun senin için iyi olacağını düşünmüyorum aşkım. Annen fark ederse engel olamadığım çok şey yapar sana. Biliyorsun müdehale edememek çok gururumu kıran bir şey.”.
Reddetmesinden dolayı dolan gözlerimi kaçırırken "Lütfen onu çok özledim on yıl oldu. Onu çok özledim.” Yalvarmama dayanamamış olmalı ki önce yutkundu sonra da konuştu "Olur sevgilim. Okuldan kaçırırım seni. Sende gidersin ama böyle yapma."
Elini yanağıma götürdü ve ne zaman aktığını fark etmediğim gözyaşımı sildi. Aramızda daha fazla konuşma geçmedi. Zaten tostlar biter bitmez zil çalmıştı.
- ♡ ♡ ♡-
Dersler yoğunluğundan ödün vermeden devam etmişti ama sonunda bir okul günü daha bitmişti. Okuldan çıkmadan önce Ilgaz’ın yanına gittim ve ona sarıldım “Teşekkür ederim sevgilim. Yarın görüşürüz.” dedim.
Eliyle yanağımı okşadı ardından “Görüşürüz aşkım.” diyerek uğurladı. Okuldan çıktığımda hemen arabaya binmiştim. Annem eve erken gelmemi söylemişti. Eve gidiş dönüş saatim stabilken böyle demesi gerilmeme neden olmuştu.
Yüksek ihtimalle geçen gün sınavdan doksan beş aldığım için hesap soracaktı. Korkuyla bacağımı ileri geri sallamaya başladım. Gerginlikten ve başıma gelebilecek olası durumları düşünnmekten yolun ne zaman bittiğini, zamanın nasıl bu kadar hızlı aktığını anlayamamıştım.
Biliyorum normalde doksan beş çok yüksekti. Hele de Türkiye’deki sayılı liselerden birindeki zorlu imtihanlarsa. Ne yazık ki annem öyle düşünmüyordu. Zaten her şeyi olumsuz bir şekilde düşünebilmesinden belliydi.
Arabanın durması ile korkuyla karışık stres ile arabadan indim. Eve girdiğimden sonrasını pek net hatırlamıyorum. Net hatırladığım tek şey annemin “Ayza sen biyolojiden doksan beş almıştın değil mi?” demesi ve tarifsiz acıydı.
- ♡ ♡ ♡-
Vücudumdaki keskin ağrılar nedeni ile gözlerimi açtım. Yerde boylu boyunca yatıyordum. Uyuya kalmış olmalıydım ya da bayılmıştım, bilmiyorum. Zar zor merdivenleri çıkarak odama geldim.
Yarı aralı perdem sayesinde zaman diliminin gece olduğunu anlarken kendimi odamdaki duşa attım. Sürükleniyorum desem yalan olmazdı. Soğuk suyu açtığımda bedenime aniden gelen soğuk titrememe neden oldu.
Kanın kırmızı rengi bedenimden akıp giderken soğuk su yaralarıma da şifa oluyordu. Soğuk su acılarımla birlikte düşüncelerimi de donuklaştırmıştı. Bu yüzden yakkaşık bir saat boyunca duştan çıkmadım.
Duştan çıktığımda kendimi biraz daha iyi hissediyordum. Kurulanıp giyindikten sonra yatağımın üzerine oturdum. Pansuman malzemelerini çıkarırken yaralarımı elimden geldiğince sardım.
Pansuman yapmak artık eskisi kadar zor değildi. Zamanla alışmıştım.
Lakin yaralarımı kendi başıma sarmak zorunda olduğum gerçeği hala yüreğimde derin bir yaraydı.
Canım çok acımıştı ama içimdeki umut her dakika biraz daha yeşermişti. Yarın sonunda babamı görebilecektim. Annem öğrenirse bu sefer çok daha beter yapardı lakin bir kere babamı görsem her şey geçerdi.
Beni sevmese bile babam uğruna her şeyi yapardım.
Gece uyumadım. Sabaha kadar sorguladım. Annemin bu tavırlarında hala bir sonuca varamamanın hüznünü yaşarken saat beş olmuştu. Çantamı sırtıma taktiğimda her zamanki döngümüz başlamış oldu.
Bu sefer dünkü gibi yüzüme bir şey sürmeden gitmemiştim. Kapatıcı ile gizlemek zorundaydım. Dünden farklı olan bir diğer şeyse içimdeki heyecandı. Babamı tekrar görebilme ihtimali... İhtimali bile kalbimin hızla çarpmasına neden oluyordu.
Salona geçtiğimde annem adım seslerimi duyarak kafasını kaldırdı. Göz göze geldiğimizde kafamı eğdim ardından “Çıkabilir miyim Arzu Hanım?” diye sordum. Annem ağzındaki lokmayı çiğnedikten sonra peçete ile ağzını sildi “Çıkabilirsin.”
Hızla evden çıktım ve arabaya bindim. Şoför benimle göz teması kurmamıştı, bu sefer ona selam vermedim aksine varlığını yok saydım ve kafamı arabanın camına yasladım. Sabaha kadar ayakta kaldığım için bedenim yorgun düşmüştü. Binalar kayıp giderken gözlerim ardından bilincim tamamen kapandı.
-♡ ♡ ♡-
Birinin kolumu dürtmesi ile gözlerimi araladım. Yeni uyanmş olmanın verdiği mayışma hissi ile şoföre bakarken o “Geldik Ayza Hanım.” diyerek ayılmamı sağladı. Elimle ağzımı kapatıp esnedikten sonra çantamı aldım ve arabadan indim.
Kapıyı kapatır kapatmaz uzaklaşan arabanın arkasından iki üç saniye baktıktan sonra okul bahçesine adımımı attım. Kimsenin bakışları üzerimde değildi. Dersin başlamasına on dakika kalmış olmasına rağmen bahçe oldukça kalabalıktı.
Sınıfa çıktığımda bahçenin aksine birkaç öğrenci ile karşılaştım. Mırıldanırcasına “Günaydın,” dedikten sonra yerime geçtim. Öğretmen gelene kadar uyumaktan zarar gelmez düşüncesi ile kafamı koluma yasladım ve gözlerimi kapattım.
Yanağımdaki baskı ile gözlerimi araladığımda Ilgaz’ın gözleri ile karşılaştım. Mavi harelerine bakarken “Günaydın sevgilim.” dedim. Ilgaz yüzündeki huzurlu gülümseme ile “Günaydın uykucu.” dedi.
Karşılık verecektim ki öğretmenin girmesi ile sessizliğe büründüm. Uzun teneffüse kadar dersler o kadar hızlı geçmişti ki ne olduğunu anlayamamıştım. Teneffüslerde kısa kısa Ilgaz ile konuyu konuşmuş olsak bile on dakika elbette hiçbir şeye yetmemişti.
Zil çalınca Ilgaz aynı dün benim yaptığım gibi elimden tuttu ve beni kantine çekiştirdi. Kantin sırası bize geldiğinde “Aynısından mı?” diye sordu, konuşmak yerine kafamı sallayarak onu onaylamam ile iki tane peynirli tost aldı ve birini elime tutturdu.
Beraber bir masaya oturduk ve ben tosttan bir ısırık alırken o beni süzmeye başladı. Ben gerginliğimi elimden geldiğince saklamaya çalışırken Ilgaz bir anda elini sıktı ve “Dün yine sana vurdu değil mi?” diye sordu. Ses tonundaki sinir ve acı yüzümde buruk bir tebessüm oluşmasına neden olurken bir şey demedim.
O zaten cevabı bakışlarımdan anlamıştı.
Sinirli olduğunu gizleme gereksinimi bulmadan eliyle saçlarını karıştırdı. Birkaç saniye derin derin nefes alarak kendini sakinleştirmeye çalışsa da bunun olmayacağını anladığında ellerimi tuttu. “Ayza’m birkaç ay daha sabret olur mu?” diye sordu.
Ben sessizliğimi bozmazken o devam etti. “Sonra ikimiz kaçacağız. Birlikte, Fransa’ya gideriz ve evleniriz. Sen reşit olmayı bekle, tamam mı?”. Böyle bir şeyin olmayacağını bilmeme rağmen hevesi kırılmasın diye kafamı salladım.
Annemin benim öylece gitmeme izin vereceğini düşünmüyordum. Öylesine değil ölümüneydi benimle derdi. “Tamam, olur.” dedim benden bir cevap beklediğini fark ettiğimde. Durgunluğumu fark etse bile buna odaklanmak yerine konuşmaya devam etti.
“Yarın yine bu saatlerde ben bir şekilde güvenliklerin dikkatini dağıtacağım. Sende arka bahçedeki duvara tırmanıp kaçacaksın. İncir Kafe’nin yanında siyah bir araba olacak, arkadaşımın arabası. Arkadaşım seni babanın mezarlığına götürecek. Tek sorunumuz ne yaparsak yapalım bunu annenden saklamamız imkânsız gibi bit şey.” dedi kendinden emin bir şekilde.
Her şeyi detaylıca düşündüğü belliydi. Gözlerimden yaşlar vebdeb izinsiz dökülmeye başladığında gülümsedim. Babamı görecektim, küçük kardeşimi görecektim. Ne kadar toprağın altında olsalar bile... Koskoca on yıl sonra onları görecektim. Bir özür dileyebilecektim.
“Teşekkür ederim Ilgaz. İyiki varsın. Sen olmasaydın bunlar benim uçuk hayallerim olarak kalacaktı. İyiki varsın.” diyerek minnetimi sundum ardından oturduğum sandalyeden kalkıp yanına gittim. Kollarımı ona sımsıkı sararken o da “Her zaman sevgilim. Her şey senin için. Şu birkaç ayı senin için elimden geldiğince iyileştirmek benim vazifem.” ardından beni dizlerinin üzerine oturttu.
Göğsüne sığındım ve ağladım. Olmayan geçmişime, şimdime ve geleceğime.
-♡ ♡ ♡-
Okul bitince eve uğramak yerine dershaneye geçmiş ve akşama kadar test çözmüştüm. Akşama kadar yüzümdeki tebessüm son bulmamıştı. Her şeye rağmen gülebilmem çok zordu, belki de imkansızdı. Yine de gülebiliyordum. Konu babam olunca akan sular duruyordu içimde.
Eve dönerken ne kadar tedirgin olsam bile içimdeki heyecanı dizginleyemiyordum. Durup dururken gülümsemem arabayı süren şoförün dikkatini çekse bile bir şey dememişti. Eve girince de hızla odama çıkmıştım. Annem de bana seslenmemişti.
İçimde ukde kalan şeylerden biri de bu eve evim diyememekti. Ne kadar inkâr etsem bile bende isterdim bir ev. Sıcak bir yuva. İmkânsız bir hayaldi bu, tıpkı bir daha babama sarılabilmek gibi.
Annem düşündüğümün aksine gece boyu yanıma gelmedi. Bende yorgun olduğum için kendimi karanlığa teslim ettim.
Gözlerimi açtığımda saat sabahın üçüydü. Heyecandan adam akıllı uyuyamamış iki de bir uyanıp durmuştum. İnanması güç bir şeydi ama ben bugün babama gidecektim. Ondan özür dilemeye fırsatım olmamıştı. Ölmüştü çünkü. Ölü birinden özür dilenmezdi değil mi? Ben bugün ölü birinden özür dilemeye gidiyordum.
Aç olmadığım için bir şey yemeden evden çıkmıştım. Şoförle yine boş boş bakışmış ve okulda da yine sıkılmama rağmen dersleri dinlemiştim.
İçim içime sığmıyordu ve heyecandan ağlayabilebilirdim. Sonunda uzun teneffüs geldiğinde Ilgaz’la aşağıya indik. Benim kadar olmasa da o da heyecanlıydı. Durup dururken attığım kahkahalarıma karşı garipsemek yerine tebessüm ediyor mutluluğuma eşlikçi oluyordu.
Çok heyecanlıydım. Ellerimin titremesini durduramazken Ilgaz bana güven verircesine gülümsedi. Elimi sımsıkı tuttu ardından “Güzelim, burdan sonra yollarımız ayrılıyor bugünlüğüne. Kendine iyi bak ve dikkatli ol olur mu?” diye sordu.
Yanağına bir buse kondururken “Ben dikkatli olacağım ama sende dikkat et kendine. Teşekkür ederim benim yanımda durduğun için.”. Cevabıma karşılık güven verircesine elimi sıktı ardından bıraktı.
Arka bahçeye geçtiğimde bağırış sesleri kulaklarımı doldurdu. Kalbim endişe ile çarparken durmadım. Arka bahçedeki güvenliğin birkaç adım yanına geldiğimde adam telsizini çıkardı. “Ön bahçede kavga çıktı. Tekrar ediyorum ön bahçede kavga çıktı. Bütün güvenlik görevlileri ön bahçeye.” gelen anonstan sonra güvenlik hızla uzaklaşmıştı.
Daha önce defalarca kez bir yerlere tırmandığım için hızlıca duvarın üzerine tırmanmam ardından inmem zor olmamıştı. Adrenalinin verdiği hisle koşmaya başladım. Yaklaşık on dakika aralıksız koşmamın ardından İncir Kafe’nin önündeydim.
Etrafı gözlerimle tararken Ilgaz’ın bahsettiği siyah bir arabayı aramaya başladım. Şansıma etrafta sadece bir tane siyah araba vardı, arabanın içindeki adamla göz göze geldiğimizde hızla arabanın yanına gittim.
Adam camı açtığında benim konuşmama fırsat vermeden “Ayza sen misin?” diye sordu. Şaşkınlık dolu harelerimle karşımdaki adama birkaç saniye baktıktan sonra “Evet,” dedim ve arabaya bindim.
Adam bana döndü "Merhaba ben Mert nereye gidiyoruz?"
-♡ ♡ ♡-
Mert'e döndüm "Gerçekten çok teşekkür ederim." dedim. Mert'te alay dolu bir sesle konuştu "Tabi canım ne demek sende bana hiç teşekkür etmiyorsun." eş zamanlı olarak devirdiği gözleri ile tebessümümü zorla gizledim. Yol boyunca teşekkür etmiş olabilirdim kabul ediyorum ama o kadar heyecanlıydım ki onunla konuşarak dikkatimi dağıtmak istemiştim. Konuşma becerilerim de pek gelişmediği için aynı şeyleri tekrar edip durmuştum.
“Kendine iyi bak Mert,” dedikten sonra arabadan indim “Sende küçük kız.” diyerek arkamdan seslendiğini duysam da geriye dönmedim. Mezarlığa girdiğimde kasvetli havanın etkisine hemen girmiştim.
Heyecanlı biraz da gergin bir şekilde Haluk Bülbül ve Mert Bülbül ismini aramaya başladım. Haluk Bülbül ismini okuyunca gözümden akan yaşa engel olamadım. Koşmak istedim, “baba” demek dizlerimin üzerine çöküp ağlamak... Lakin mezarlığın önünde biri olduğunu fark etmem ile adımlarımı yavaşlattım ve temkinli bir şekilde mezarlığa yaklaşmaya başladım.
Mezarın başında duran kişinin annem olduğunu fark ettiğimde şaşkınlıkla karışık bir korku ile hızla ağacın arkasına saklandım. Annem beni şu an burda görmemeliydi. Beni burada görse öldürürdü.
Kulağıma annemin tiz sesi geldi "Aha aha aha Haluk, Haluk, Haluk... Uzun zaman oldu sana olan her şeyi anlatmak istiyorum. Seni çok özledim." merakla diniyordum. Onu dinlememem gerektiğini biliyordum ama çekilemiyordum da.
"Kızım seni hala babası sanıyor biliyor musun? Soylu ailesinin tek kızı hala seni babası sanıyor ne trajikomik bir sahne. Geçen oğlumu gördüm ama o beni görmedi kocaman olmuş. Onu hiç özlemedim ama.". Annemin söyledikleriyle donmuştum. Dediklerini kavramaya çalışıyordum. Benim babam Haluk değil miydi? Olayları anlamaya çalışıyordum. Annem babamı aldatmış mıydı?
Ben donmuşken o beni daha da şoka sokacak sözcükleri söyledi "Ilgaz da yavrum yazık bununla sevgili ama ben istedim diye. Paramı ne boş yerlere harcıyorum ama değil mi kocacığım?" Pis kahkahası kulaklarımı doldururken gözyaşlarım süzülmeye başladı. Gerçekten Ilgaz beni sevmiyor muydu? Her şeye dayanabilirdim ama buna dayanamazdım.
Ilgaz'ın beni sevmemesi beni bitirirdi.
Hiç sevilmemiş benim tek umudumdu Ilgaz.
Koşarak bir taksiye bindim ve bir parkın adresini verdim. Aynı zamanda Ilgaz'a da adresi atmıştım "Acil konuşmalıyız." diyerek. Ona peşin hüküm vermek istemiyordum ama annemin yalan söylemeyeceğini de biliyordum. O her zaman gerçekleri söylerdi ve insanların canını gerçeklerle yakmayı bilirdi.
Parka varınca oturdum ve Ilgaz'la yaptığımız şeyleri düşünmeye başladım. Kaçacağız demişti bana ama aslına Arzu'ya çalışıyormuş, inanması güçtü. Benim için yaptığı onca şey vardı. İnsan gerçekten sevmediği biri ile kaçma hayalleri kurar mıydı, o kurmuştu.
Benim ilkim Ilgaz'dı. Her şeyimi onla yaşamıştım. O benim tek mutluluğumdu.
Hani kızların ilk aşkı babası olurdu ya benim ilk aşkım Ilgaz'dı
Çünkü aşk can yakmazdı. Ya da en azından ben öyle biliyordum.
Ilgaz'ın melodik sesi kulaklarımı doldurdu önce "Ayza ne oldu bebeğim?" sonra da görüntüsü doldurdu gözlerimi. Bana bebeğim demesiyle hiddetle ayağa kalktım ve yüzüne en sertinden okkalı bir tokat attım.
Annemin kızı olduğumu nasıl da belli ediyordum.
En küçük bir olayda bile şiddete karışarak.
O tokadımın şiddetiyle kafasını sağa yatırmışken benim canım daha çok yandı. Tokadı yiyen oydu ama canı yanan bendim. Bu muydu adalet?
Aniden bağırmaya başladım "Ya sen nasıl bana bunu yaparsın ya! Sen benim ilkimdin ben seni seviyordum! Sen nasıl Arzu'ya çalışırsın ya! Bunu bana nasıl yaparsın!?" Söylediklerim yüzünde afallama oluşturdu.
Yüzüne attığım tokattan sonra eğmemişti başına ama söylediklerim ile başını yere eğdi. Sonra o konuştu "Ayza açıklayabilirim lütfen dinle beni" sinirle burnumdan soludum "Anlat! Neyi anlatacaksan artık" gözleri dolmuştu ama umursamadım. Ya da umursamıyormuş gibi davrandım.
"Ayza bak gerçekten başta gerçekten o istedi diye sevgili oldum ama sonra seni tanıdım. Ben bir yıldır ona yalan bilgiler veriyorum ben seni gerçekten çok seviyorum ne olur yapma." Bana yalvarıyordu ama ben bu acıya dayanamıyordum. "Ya bunu hadi yaptın bana nasıl söylemezsin ya! Şimdi bana babamı anlatacaksın. Babamın Haluk olmadığını öğrendim. Sonra da bitecek. İstemiyorum artık seni! Ben bir yalancıyla devam edemem Ilgaz Kanat! Bitti! Tamam mı bitti lanet olası şey seni!" O da ağlamaya başlamıştı "Yapma Ayza'm lütfen bunu bana yapma" sahiplik eki getirmesiyle bir tokat daha attım "Ben artık senin Ayza'n değilim Ilgaz."
Derin bir nefes çektim, artık dayanamıyordum. Hıçkırarak ağlamaya başlarken konuştu "A-Ayza b-babanın adı adı Ayhan S-soyu Ayhan Soylu. Kocaeli'nde yaşıyor. A-annen sen daha daha yeni doğduğunda seni de de allmı-ş ka-çmış" Hıçkırıkları arasında konuşmaya çalışıyordu.
O sırada güneşli havayı bulutlar sardı ve bende hıçkırarak ağlamaya başladım. "M-mahvettin i-işte her şeyi. Neden bize bunu yaptın ki Ilgaz?” Suçlulukla bana baktı diyebileceği hiçbir şey yoktu. "Muhtemelen beni arıyordur şu an polis. Seni öldürdüm içimde. Haberin oldu mu?" şarkıdan yaptığım alıntı nasıl da anlatıyordu bizi.
Ilgaz yalvarırcasına konuştu "Lütfen Ayza bari sana son kez sarılayım n'olursun." Tepki vermeden ağlamaya devam edince bana yaklaştı ve bir meleğe sarılır gibi kibarca kollarını bana doladı.
O gün iki genç saatlerce yağmurda sarılarak ağladılar.
Ağlayarak ayrıldık, yere çöküp bağırarak bitirdik.
-♡ ♡ ♡-
Ve birinci perde kapanır.
Umarım beğenmişsinizdir, gerçi buraya kadar geldiyseniz herhalde beğenmişsinizdir.
Başka bölümlerde görüşmek üzeree!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.34k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |