10. Bölüm

-Dokuzuncu Perde-

bal leydi
balleydii

Öncelikle hoş geldiniz.

Artık her şey oturmaya başladı.

Yaklaşık yüz elli sayfayı devirdik!

Düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeyi unutmayın, fazla bekletmeden bölüme geçiyorum.

İyi okumalar!

Dokuzuncu Perde

Bölüm Şarkısı; Bu Şehirden Götürün Beni

“Sessiz olmak istememiş, sessiz olmak zorunda bırakılmış.”

 

Hayat bana bir kez daha sırtını dönmüştü. Bu yaşıma kadar hayattan istediğim tek şey bir aileydi. Oysa ben kimsesizdim. Kimsesiz bir kızın yaşama sebebidir sevilme umudu.

Benim elimden birer birer umutlarımı alıyorlardı.

Bartu ile yaptığımız küçük tartışmanın ardından saatlerce odadan çıkmadım. Düşündüm. Bundan sonra ne yapacağımı düşündüm, çaresizliğimi, onlara olan muhtaçlığımı düşündüm.

O kadar çok düşündüm ki başıma keskin bir ağrı saplandı. Bu durmama neden olmadı.

Kafam o kadar karmaşıktı ki ne yapacağım hakkında en küçük bir fikrim yoktu. Emin olduğum tek bir şey vardı. Ben bu yaşadıklarımı hak etmemiştim.

Hiçbir şeyi hak etmemiştim. Annemden nefret ediyorum. Her şeye rağmen onu seviyorum. Birinden hem nefret etmek hem de sevmek asla tarif edemeyeceğim bir duyguydu.

Kendi çelişkilerim içerisinde boğulacakmış gibi olunca daha fazla oturmak istemedim. Odadan çıkarken aklıma üst kattaki odalar gelmişti.

Vakit geçirmek ve rahatlamak için gitar çalmalıydım. Evet, evet! İhtiyacım olan şey tam olarak gitar çalmaktı. Kendimi huzurlu hissettiğim nadir anlardan biriydi gitar çaldığım anlar. Çaldığım şarkı ise benim cezamdı. Her zaman aynı şarkıyı çalıyordum çünkü.

Tedirgin bir şekilde üst kata çıktım. Kimsenin beni görmemesini istiyordum. Her zaman kavga etmekte psikolojik olarak çok yoruyordu beni. Ne kadar belli etmesem bile beni kabul etmemeleri ağırıma gidiyordu.

Beni kabul etmeme sebepleri ise çok gülünçtü. Annemin adamı olduğumu düşünüyorlardı. Annem onlara da çok çektirmiş olmalıydı. Acaba onlara da hiç şiddet uygulamış mıydı? Kimsenin aklına benim de kötü bir hayat yaşayabileceğim gelmiyordu. Bundan nefret ediyordum.

Araz anlamıştı beni en azından. Gerçi ne kadar kabul etmesem bile yaralarımız aynı olmasaydı o da abileri gibi davranacaktı. Annemin en büyük darbeyi Ayhan Bey’e vurmuş olmalıydı ki evlatlarını ön yargı ile büyütmüştü Ayhan Bey.

Daha fazla düşünürsem daha fazla batacağımı bildiğim için düşünmeyi bir kenara bıraktım ve yavaşça merdivenleri tırmandım. Çıkarken o kadar sessizdim ki aniden biri karşıma çıksa benim burada olduğumu fark etmesi biraz zaman alırdı.

Üçüncü kata geldiğimde sakin bir tutumla hangisinin müzik odası olduğunu anlamaya çalıştım. Üzerinde kitap deseni olan kütüphane olmalıydı. Yanındaki odanın kapısındaki nota desenleri ile aradığım yerin orası olduğunu anlamıştım.

Kapıyı açmak için elim kulpuna uzanırken aniden kapının açılması ile dengemi kaybettim ve öne doğru sendeledim. Bana şaşkınca bakan kahveler refleksle öne atıldı ve beni tuttu. Dizinin üzerine çöktüğü için tam olarak omuzlarına gelmiştim. Elleriyle düşmemem için bacaklarımı tutarken bulunduğumuz durum acınasıydı ve bir o kadar da gülünç.

Elleri ile bacağımın arkasındaki yaralara baskı yaptığı için acıyla inledim. Araz’ın yaptığı pansuman açılmış olmalıydı çünkü bacağımda bir sıcaklık hissettim. Bacağımı görmemesi için acele ile geri çekilmeye çalışırken elleri bacaklarımda olduğu için dengemi iyice kaybettim ve kendimi Uraz’ın kucağında buldum.

Sırtımı vurmam ile kasılıp kalırken bana şaşkınlık ve şokla bakıyordu. Kolları arasında odun gibi dururken bakışmamız bir an olsun kesilmemişti. Sonunda bana şaşkınlıkla bakan gözlerinde nefret kol gezmeye başlayınca gözlerimi kaçırdım ve “Özür dilerim,” dedim.

Bu onun kucağına düştüğüm üçüncü andı.

Sırtımdaki ağrı göz yumulur bir seviyeye gelene kadar kucağında kalmıştım. Utançtan kızaran yanaklarıma ve ağrıdan terleyen yüzümde gezindi, bakışlarındaki nefret geri planda kalmıştı daha çok merakla bakıyordu.

“Dün düştüğünde de böyle terlemiştin. Canın gerçekten yanıyor olmalı ama düşmene izin vermedim bile,” sesi gerçekten düşünceliydi. “Canını bu kadar yakan ne?” Sorusu ile irkilmişçesine hızla geri çekildim.

Bu sefer düşmeden ayağa kalktım ve “Yok, canım falan yanmıyor,” dedim sert bir şekilde. O da ayağa kalktı ve aceleci olmayan bir tavırla beni süzdü. Bakışları bana rahatsızlık vermezken o neyim olduğunu anlamaya çalışıyor gibi görünüyordu.

Herhangi bir şey anlamasını istemediğim için omuzlarımı dikleştirdim ve “Bir şeyim yok. Buraya gelmeden önce bir avuç serserinin saldırısına uğramıştım. Vücudumdaki morluklar sızlıyor,” diyerek aklıma gelen ilk yalanı söylemiş oldum.

Yalan sayılmazdı aslında. Orada beni gerçekten güzel benzetmişlerdi. Yine de onlardan kaynaklanan bir morluk yerine onların açtığı kesiklerden bahsetmek daha doğru olurdu. Boynumdaki fular sayesinde boynumdaki kesiği ustaca saklıyordum.

Karar verememişçesine bana baktı kendimden ödün vermeyen tavrım onu ikna etmiş olmalı ki bakışlarındaki merhamet duygusu hızla söndü.

Bakışları eskisi gibiydi: saf öfke ve saf nefret. Tanımadığı tanımak istemediği birine karşı nasıl bu kadar öfkeli olduğunu anlayamıyordum. Ben onlara bir şans tanıdıysam onlar da bana tanımalıydı.

Benden kat kat kötü bir hayat yaşamış olmalılar, diye düşündüm. Bunun başka bir açıklaması yoktu çünkü. Bana yapılan şiddeti ikiye katlamak gerekirdi ki bu da ölümdü. Acaba aralarından biri ölmüş müydü?

Uraz içeri geçmem için bir adım yana çekildiğinde müzik odasına tamamen giriş yapmış oldum. Rengarenk göz kamaştıran duvarlar yüzümü buruştururken odanın tahmin ettiğimden de büyük olduğunu fark ettim.

İçeri doğru ilerledikçe büyülenmeden edemiyordum. Burada neredeyse bütün müzik aletleri vardı. 1950 yılından kalan antika parça gitarı görünce diğer şeylerin benim için bir önemi kalmamıştı. Ellerimle gitara dokunacaktım ki bu fikirden vazgeçtim.

Bu gitar gerçekten efsaneydi ve sahibinin ona dokunmama izin vereceğini düşünmüyordum. Ben olsam kimsenin dokunmasına izin vermezdim. “Bu bir Gibson Les Paul,” diye mırıldandım büyülenmiş sesim ile. Arkamdaki kapının kapanması ile tırsarak arkama döndüm.

Uraz içeri girmiş bana ve gitara bakıyordu ardından “Evet o bir Gibson. İsmini tam bilen nadir kişilerdensin.” dedi taktir edercesine. Omuzlarımı silktim ve gitarın büyüsünden uzaklaşmak için Uraz’a döndüm. “Neden geldin? Benimle aynı ortamda bulunmaktan rahatsızlık duyduğunu sanıyordum.”

Sorun karşısında biraz önce benim yaptığım gibi omuz silkti ardından. “Burada kaç ev parası edecek bir gitar ile seni yalnız bırakacağımı sana düşündüren nedir?” diye soruma soru ile cevap verdi. Dudaklarından dökülen kelimeler ne kadar kalbimde çatlaklar oluştursa bile bu darbeler ölümcül değildi.

“Haklısın.” diye mırıldandım ardından diğer gitarlara odaklandım. Gözüm ise durmadan Gibson’a kayıyordu. Bu hâkim olamadığım bir dürtü ile oluyordu. Diğer gitarlar Gibson kadar marka olmasa bile benim normal imkanlarımın çok çok üstündeydi.

Elim Akustik bir gitara gitti. Onu diğer gitarlardan ayıran şey siyah rengiydi. İzin almak için Uraz’a döndüm. Bütün dikkati ile bana bakıyordu “Gitarı alabilir miyim?” konuşmadığım dakikalardan kaynaklı sesim pürüzlü çıkmıştı.

Boğazımı temizledim ve sorumu tekrarladım “Akustik gitarı alabilir miyim?” birkaç saniye düşündü ardından kafasını salladı. Bana bakarken kini öncelikli durumdaydı ama merakını da engelleyemiyordu.

Ben mest olmuş bir şekilde gitarı aldım. Müziğin benim için anlamı çok farklıydı. Özellikle gitarların beni etki alanlarına almaları gibi bir ekstraları bile vardı. Sakin ve yavaş hareketlerle gitarı aldım ve Uraz’ın oturduğu gibi bir pufun üzerine ya da sandalyeye oturmak yerine kendimi soğuk mermere bıraktım.

Soğuk ürpertirken hafif açılmış yaralarıma şifa gibi geliyordu. Hissettiğim zevkle gözlerimi kapattım ve birkaç saniye bekledim. Hayat benim için buydu. En mutlu olduğum değil tek mutlu olduğum anlardı. Müzik ruhumun gıdası değildi, müzik benim ruhumdu.

Sonra gözlerimi açma zahmetine bile girmeden parmaklarım tellerde gezindi usulca. Tellerin elimde bıraktığı histen çıkan tıngırtılara kadar her şeyi özlemiştim. Akordu yapılı olduğu için kendimi şanslı buldum.

Bir süre anlamsızca çaldım. Kulağa hoş bir tını bırakıyordum. Dudaklarım kıvrılırken parmaklarım ezbere bildiğim notaları çalmaya başladı. Tek mutlu olduğum anın uzunluğu bu kadar kısaydı işte.

Sözlere gireceğim zaman gözlerim açıldı. Önümü bile göremiyordum aslında ama bu bir yanılgıydı.

“El bebek, gül bebek
Kan bebek, öl bebek
Sus bebek, öl bebek
Öl bebek, sıcak bir havada.”

Mermerin yaydığı soğukluk içimi bir nebze olsun rahatlatırken sesimin titrememesi için uğraşıyordum.

“El bebek, gül bebek
Kan bebek, öl bebek
Sus bebek, öl bebek
Öl bebek, hiç yaşamamışken!”

Hiç yaşamamış bir bebek hiç yaşamadan ölmeye mahkûm edilmiş bir bebek. Gülmenin bile yasak olduğu bebek…

“El bebek, gül bebek
Kan bebek, öl bebek
Sus bebek, öl bebek
Öl bebek, hak ettiğin gibi...”

Neden en çok yaşamayı hak edenler ölürlerdi?

“El bebek, gül bebek
Kan bebek, öl bebek
Sus bebek, öl bebek”

Son dizeyi söylemek için dudaklarımı kıpırdattım ama sözcükler çıkmadı. Dilime pranga vurulmuş gibi sessizliğe mahkûm edildim. Lal oldum tekrar ve şarkı bir daha tamamlanmadı.

Sol gözümden bir yaş aktı ve sağ gözümden akan iki yaş ona eşlik etti. Eskisi gibi.

“Garip bir şarkı, senin için bile.” Uraz’ın sesi ile hızla gözlerimi açtım ve ona baktım. Onun burada olduğu aklımın ucuna bile gelmemişti. O kadar sessizdi ki o konuşmadan burada olduğunu anlayamazdınız.

Hissettiğim tanıdıklık hissi ile ürperdim. Aynı benim gibi. Sessiz olmak istememiş, sessiz olmak zorunda bırakılmış. Kanımın donduğunu hissettim. Afallamış tavrımı fark etmişti ama ne olduğunu anlamamış olmalı ki anlamsızca bana bakıyordu.

Aniden üşüdüğümü hissettim ve ayağa kalktım. Oturmak yerine sırtımı duvara yaslamayı tercih ettim “Benim şarkım. Evet, biraz gariptir.” dedim sakince. Bazı farkındalıkların verdiği sakinlik vardı. Yoksa şarkımı benim dışımda başka birinin daha duyması korkutucu olurdu.

Elimdeki gitarı aldığım yere bıraktım. Arkamı döndüğümde aynı anda konuştuk. Ben “Şarkıdan kimseye bahsetmeyeceksin.” derken o “Morluklar ne zamandan beri kanıyor?” ikimizde aynı anda konuştuğumuz için durduk ve birbirimize baktık.

Ortama düşen ani sessizlik beni gererken gözlerimi kaçırdım ve “Morluklar kanamaz. Ne alaka?” diye sordum. O da elini ensesine attı ardından “Şarkından kimseye bahsetmem o senin özelin. Üzerime düştüğünden sonra ellerime kan bulaştı. Kanın bulaştı,” dedi ellerini göstererek.

Ellerinde hala kırmızılık vardı. Arkamı döndüm ve oturduğum yere baktım. Sırtımı yasladığım duvarda kan izleri vardı. Araz’ın verdiği sweet in sırt kısmı da kan olmuş olmalıydı ama siyah giydiğim için şükrettim.

Elim ayağım boşalırken ne diyeceğimi bilemedim. Uraz ayakta durmakta zorlandığımı anlamış olmalı ki ben sendelerken öne atıldı ve beni yakaladı. Kafam göğsüne gelirken kokusu ile gözlerimi huzurla kapattım.

Parfümü tanıdık geliyordu. Kokusu hafızamın çok derinlerimdeydi. Ne kadar ana kapılmak istesem bile kendimi geriye çektim ve onu ittirdim çünkü benden nefret eden birine bu kadar yakın olamazdım.

Normalde benden kat ve kat güçlü olmasına rağmen onu ittirince geriye doğru sendeledi. İkimizde şok olmuştuk gerçekten çok şaşırmıştık. Ben onun etkisinden daha hızlı kurtulurken “Kim masum, kim kötü?” diye sordum.

Kapıdan çıkıp gitmeden önce “Belki de sandığınız kadar mutlu bir hayatım yoktur Uraz.” dedim ve odayı terk ettim. Gitmeden önce arkamı döndüm, hala kilitlenmiş bir şekilde duruyordu.

Yaşadığımız garip andan dolayı kafamı salladım ardından hızla aşağı indim.

- ♡ ♡ ♡-

Uraz’dan kaçtıktan sonra bütün gün bir daha başkası ile karşılaşmak istemediğim için odamdan çıkmamıştım. Uraz’dan korkuyordum ama bir yandan da kendimi en çok ona yakın hissediyordum. Bana nefretle bakması bile canımı sıkmıyordu. Bakışları anlamlıydı çünkü.

Sanki onun nedenleri vardı.

Buradan gitmemi isterken bile gözleri ona ihanet ederek “Kal,” diyordu bana. Beni neredeyse her düştüğümde tutup kaldıran o olmuştu.

Kendisi büyük bir çelişkideydi ve o çelişkiden çıkana kadar onun yaptıklarını suiistimal edecektim. Ne de olsa o benim abimdi.

Kayra nefretle bakıyor bütün işlerimi baltalayacakmış izlenimi veriyordu. Tavırları korkutmuyor değildi çünkü anneme benziyordu. Düşünmeden hareket ediyordu. Oysa biraz düşünse aralarındaki en masumun ben olduğumu anlayabilirdi.

Bartu ise koca bir bilinmezlikti. Eve geleli sadece iki gün olmuştu o ben geldiğimden beri evde fazla vakit geçirmiyordu. Onu yemekler dışında iki kez görmüştüm. Araz ve Uraz kavga ederken, onunla kavga ettiğim an.

Sanki benden kaçıyor gibiydi ama yeri geldiğinde de nefretini göstermekten hiç çekinmiyordu.

En sona sakladığım küçük kardeşim… Mete. Onu iki gün boyunca neredeyse hiç görmemiştim. Bartu’dan emin olamasam bile onun benden kaçtığından emindim. Diğerleri gibi nefretle baksaydı keşke, dediğim çok an olmuştu onu düşünürken.

Lakin onun bakışlarındaki korku beni mahvediyordu.

Bütün abilerim benden nefret ediyordu. Ve evet ne kadar kendime bile itiraf edemesem bile bu benim sinirlerimi gerçekten çok bozuyordu. Benden nefret edilmesine alışkın olmam bunu sevdiğim anlamına gelmezdi.

Araz ise gün içerisinde birkaç kere odayı yoklamış uyuyor numarası yaptığım için geri gitmişti. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Bunu ona cesurca söyleyemeyeceğim için uyuyor numarası yapmıştım.

Bu evde bir tek onun sevgisini hissediyordum. İlk kez gerçekten seviliyordum ve Araz’ı düşünmek bile dudaklarımda şirin bir gülümsemenin peyda olmasına sebep olmuştu.

Ve bahsetmekten en çekindiğim: Ayhan Bey. Benimle konuşuyor, diğerleri gibi benden nefret etmiyordu ama bazen keşke nefret etse bile diyordum. Diğerleri benden nefret ediyordu Ayhan Bey ise beni dışarıdaki yabancı konumuna koyuyordu.

Onun için sokaktaki bir yabancıdan herhangi bir farkım yoktu. En çok bu üzüyordu beni. Beni onun kızı olduğum için değil yardıma ihtiyaç olduğum gibi görüyordu. Üzücüydü çok üzücü…

Bana herkes gibi davranıyordu.

Gözlerim sızlarken yine kendimi tuttum her zaman yaptığımı yaptım ve sustum. Sessizliğin sesini dinledim. Uğultulu bir boşluk. Gözlerimi kapatmış uyumaya çalışırken aniden kapının açılması ile kapıyı kilitlemediğim için kendime lanetler okudum.

Aniden aklıma gelen düşüncelere engel olamadım. Acaba abilerden biri miydi, bana şiddet uygularlar mıydı? Uygulamaya kalkarlarsa bağırsam sesimi duyarlar mıydı? Yoksa eskisi gibi sessiz mı kalırlardı acı dolu haykırışlara?

Panik olmuş bir şekilde yatakta yatarken korkudan gözlerimi bile açamamıştım. Sımsıkı kapattığım gözlerimden ellerime kadar her bir zerremin titrediğini hissettim. Ama düşündüğüm hiçbir şey gerçekleşmedi. Araz’ın tatlı sesi kulaklarımı doldurdu “Ayza’m akşam oldu kalk artık sıkıldım.” tatlı sitemi ile aniden kasvetli ortam dağıldı ve kıkırdadım.

Onun varlığının verdiği huzur ile kocaman gülümsedim ve gözlerimi açtım. Titremelerim anında son bulmuştu.

Yatakta oturur pozisyona geldim ve “Tamam tamam kalktım.” dedim. Elindeki bir parça kıyafeti yatağın üzerine koydu ardından “Bunları senin için getirdim pansumanını da yenilemek gerek.” dedi ve diğer elindeki ilk yardım çantasını salladı.

Düşünceli hali dudaklarımda bir tebessüm oluştururken. Kafamı onaylarcasına salladım ve üzerimdeki kıyafetleri çıkardım. Onun karşısında yarı çıplak durmak benim için utanç verici olmalıydı belki ama öyle değildi. Dokunuşlarında herhangi bir rahatsız edici bir durum yoktu.

Her bir zerreme sevgiyi aşılayan ellerinden nasıl rahatsız olurdum ki? Hem o benim ikizimdi. Diğer yarımdı. O yavaş hareketler ile incitmekten korkarcasına pansumanımı tazelerken konuşmadım. Sözcükler dudaklarıma akın etti lakin onu üzmemek için susmuştum.

O yaralarımı sararken bu kadar özenli davranırken annesinin her dokunduğunda kanattığını böyle hareketlere yabancı olduğumu söylemedim. Kanatılmaya alışmış birine dokununca kırılacak bir biblo gibi özenle davranılınca şaşırdığını söyleyemedim.

Bu seferde onu üzmemek için dilime pranga vurdum. Özgürlüğümü baltaladım. Böyle yapa yapa kendimi, kendime olan saygımı zamanla yitireceğimi biliyordum ama onu üzmek istemedim yine.

Zaten bunca yıl benim yüzümden acı çekmişti bari bundan sonra mutlu olmalıydı. Bu yüzden sustum. Dilime pranga vurdum. Annem bile beni susturamazken sevgi susturmuştu. Sevmekten de nefret ediyordum.

İnsanı değiştiriyordu çünkü. Sevdiği üzülmesin diye asla yapmam dediği şeyleri yapıyordu. Hani şöyle bir soru vardı ya “İnsan sevince değişir miydi yoksa sevince mi kendini bulurdu?” insan sevince değişirdi.

Sevdiği kişinin onu sevmesi için değişirdi. Bu yüzden nefret ediyordum sevmekten. Ve nefret ettiğim her şey bir gün dönüp dolaşıp beni buluyordu. Bu da benim lanetim olmalıydı.

- ♡ ♡ ♡-

Araz pansumanımı yaptıktan sonra aşağı inmiştik. Ayhan Bey dışında herkes salondaydı ve diken üzerinde oturuyordum. Bana nefretle bakan üç hatta dört göz sebep oluyordu diken üzerinde olmama. Araz ise abilerini o kadar seviyordu ki bana nasıl baktıklarını görmüyordu.

Hepimizi bir arada gördüğü için mutluydu bu yüzden kimse ağzını açıp bana kötü bir şey diyemiyordu. Uraz’ın bakışları nefretle kaplıydı lakin derinlerde merakı da görüyordum. Neden kanadığımı merak ediyor olmalıydı.

Kayra ise… Gözlerindeki saf nefret korkutuyordu. Nefretten daha çok korkutan şey ise onu anneme benzetmemdi. Acaba bana şiddet uygularlar mıydı? Bu soru aklımda o kadar çok dolanıyordu ki yanlış bir hareket yapmaktan çekiniyordum.

Araz abileri ile sohbet ederken bende onlar izliyordum. Ardından durdu ve bana döndü “Ayza benim yukarıda bir işim var birazdan gelirim.” dedi ve benim “Gitme!” dememe izin vermeden odadan çıktı.

Salonda yalnız kalmamız ile ben iyice korkarken Kayra korktuğumu fark etmiş olmalıydı ki güldü. “Ucube, korkmuş” ürperircesine olduğum yerde sektim. Ucube demesini beklemiyordum. Annemin bana hitap ettiği gibi…

Bakışlarımın derinliğini Uraz yakalamıştı. Bakışlarımı donuklaştırdım ardından Kayra’ya döndüm “Annene benziyorsun.” Dudaklarımdan dökülen kelimeler ile Kayra dondu bu sefer. Zayıf noktası bu olmalıydı.

Komik bir şey varmış gibi güldüm ve bir sır verecekmiş gibi öne doğru eğildim “Biliyor musun Kayra en çok senden korkuyorum.” itirafım karşısında irkildi. Yapma, dercesine bakıyordu ama ben başladım mı paramparça etmeden durmazdım.

“En çok senden korkuyorum çünkü sen annenin kopyasısın. Onun yaptıklarının tamamını yapmandan korkuyorum. Bakışlarında sadece nefret yok ve ben bunu görüyorum.” Yavaş yavaş sessiz ve sakince konuşuyordum ama bağırsam böyle etki yaratmazdı.

“Bakışlarında nefretin yanında vahşet var,” Uraz’a döndüm “morluklarım kanar diye korkuyorum Uraz.” dedim biraz daha açık olarak. Kayra ve Uraz sessizleşirken Mete neler olduğunu anlamaya çalışırcasına abilerine bakıyordu. Bartu ise celallenmişti.

Ayağa kalktı ve önüme geldi. “Sen kimsin de benim kardeşlerimin moralini bozarsın!” söylediği şeyler değil de ses tonu etkilenmeme sebep oldu. Yine de burukça baktım. Biraz önce açık açık annemin bana şiddet uyguladığını söylemiştim ama hiçbiri bunu anlamamıştı.

Anlamamışlar mıydı? Hayır açık açık söylemiştim.

Onlar anlamak istememişlerdi.

“Bende senin kardeşinim.” dedim keskin sesimle ardından “Ne yazık ki.” diyerek ekledim. Histeri krizine girmiş gibi güldüm. “Ya neden hepiniz körsünüz ya?” Bartu iyice sinirlenmiş olmalıydı ki “Ne haddine bana kör dersin!” dedi ve elini kaldırdı.

Bana elini kaldırdı.

Bana elini kaldırdı.

Elini kaldırdı.

Bana vurmak istedi.

Bir kadına vurmak istedi.

Bir kadın değil kardeşine vurmak istedi.

Normalde bir kenara büzüşürdüm ama o an o kadar sinirliydim ki geri durmadım. Kaldırdığı elini havada yakaladığım gibi büktüm ve hızla ayağa kalkıp kapıya yöneldim. Bartu’nun yüzünde şaşkınlık emareleri oluşurken diğerleri direkt şaşkınlıkla bakıyordu.

Bana gerçekten vuracaktı!

Avuç içlerim kaşınırken bütün vücudum titriyordu. Geriye doğru yavaş yavaş adımlarken Bartu olduğu yerde kalmıştı. Kayra hala dalgındı, belli ki kırılmıştı; Uraz ise şaşkındı çünkü benden böyle bir çıkış beklemiyor olmalıydı. Mete “Abi ne yapıyorsun?” derken sesindeki korku onun için üzülmeme neden oldu.

Kapının önünde geriye doğru adımlarken kafam birinin göğsüne çarptı. Bu adımlarımı durdururken arkamı dönecektim ki elliyle omzumu sabitledi. Eğilmiş olmalıydı ki nefesini boynumda hissediyordum. “Sana vurmazdı. Sadece parmağını ileri geri sallayacaktı. Bu evde kimse kimseye vuramaz. Sana bile.” dedi keskin sesi ile.

Ayhan Bey’in konuşması içime su serperken titremelerim azalmıştı. “T-tamam” dedim ve omzumu elinden kurtardım. Bakışları ile bedenimi süzdü ardından “Çok fazla titriyorsun.” dedi çattığı kaşları ile.

Omuzlarımı silktim “Oluyor arada bir şey olmaz.” dedim. Umursamaz tavrım bunun normal bir şey olduğunu belli ediyordu. Yıllardır ne zaman korksam titrerdimç Bir süre daha karar verememiş gibi baktı ardından kafasını belli belirsiz salladı.

O koltuğa oturunca diğerleri de tekrar kendilerine çeki düzen verdiler. Ben ise kapının önünde kalmıştım. Koltuklara oturmak istemiyordum ama izinsiz bir şekilde odama çıkarsam kızabileceklerinden de korkuyordum. Odama çıkmak için bile olsa onlarla muhatap olmak istemediğim için kapının ağızında kalmıştım.

Ben kapının önünde kalmışken Araz süper kahramanım olarak merdivenlerin ucunda görüldü “Kızım kapının önünde ne yapıyorsun?” sorusu ile bütün bakışların benim üzerime dönmesi dışında bir sıkıntı yoktu sanırım.

Araz elimi tuttu ve koltuğa çekiştirdi. Üçlü koltuğa iki kişi yayılırken sol kolu ile beni sımsıkı sarmıştı. Onun bu sahiplenici tavırları hoşuma giderken diğerlerini yok saydım ve bulunduğum yerin huzuruna odaklandım.

Herkes sessizlikten memnunken Araz pek memnun kalmamış olmalıydı ki “Ayza’m sen ne olmayı planlıyorsun?” diye sordu. Ayhan Bey ve Uraz’da sorunun cevabını merak etmiş olmalı ki bize dönmüştü.

Ben ise o an bir şey fark ettim ve yoğun bir kedere büründüm. Ben hiç ne olacağımı düşünmemiştim çünkü böyle bir seçeneğim bile yoktu. Annem tıp okuyacaksın derdi ama ben hiçbir zaman düşünmemiştim.

Hayallerinin olmadığını bile yıllar sonra fark etmek… Tarif edemediğim bir acının içimde filizlenmesine neden olmuştu.

Benim bocaladığımı hepsi fark etmişti. Bu yanaklarımda kanların toplanmasına sebep olurken “Tıp.” dedim daha fazla dikkat çekmemek için. Ardından devam ettim “Birinci sınıf tıp bilgisine sahibim zaten. Annem asla boşlamazdı.” dedim aynı tutumla.

Araz kafasını onaylarcasına salladı “Sen ne olmak istiyorsun Araz?” diye sordum bende ona. “Ben aslında spor ile ilgileniyorum daha çok,” dedi ve devam etti “Karate, boks ve birkaç dövüş sporunda daha lisansım var ama bokstan devam etmeyi düşünüyorum” dedi.

Şaşkınlıkla ona döndüğümde gözlerimdeki sevinci görmüştü. “Çok iyi. Bende bir zamanlar karate ile ilgilenmiştim,” dedim. Sadece karate değil boks, yüzme, tenis, at biniciliği gibi neredeyse bütün sporlardan eğitim aldığımı söyleyecektim ki “Sen ve karate mi? Sen yumruk bile atamazsın,” diyen Kayra ile güldüm.

Elimle abisini gösterdim “Bir polisin bileğini bükmek herkesin yapabileceği bir şey değil. Umarım o yönümü bir gün görmezsiniz,” dedim alaycı tavrımla. Kayra sinirden kızarırken yüzüme şirin bir tebessüm kondurdum.

Araz gamzemi olduğu kısımdan öperken erkek aşçı yanımıza geldi ve “Yemek hazır efendim.” dedi. Evde benden başka bir tane bile kız yoktu. Temizlikçiler dahil herkes ama herkes erkekti.

Ayhan Bey adamı onayladı ardından ayağa kalktı. Onun ayaklanması ile hepimiz ayağa kalktık ve yemek odasına gittik. Masadaki etleri görünce onlara özlemle baktım. Bir parça et bile çok fazla kaloriye tekabül ettiği için et yiyemezdim.

Ayhan Bey’in yemeğe başlaması ile diğerleri de başlamış oldu. Ben yiyebileceğim şeyleri hesapladığım için diğerlerinden daha geç başlıyordum. Bir kâse çorba ile bir parça ekmek yemeye başladım. Bir kâse de salata yiyebiliyordum.

“Olsun,” diye mırıldandım kendi kendime. Zamanla bu da geçer.

Az önce yaşanan olaydan dolayı herkes sessizce yemeklerini yiyorlardı. Arada bana atılan kaçamak bakışları fark etsem bile hiçbirine karşılık vermemiştim.

Ayhan Bey boğazını temizlediğinde konuşacağını anlamıştım. Bakışlarım ona döndüğünde onun dudakları çoktan aralanmıştı “Okula kaydını yaptırdım. Yarın sabah başlarsın. Kıyafetleri odana getirmiş olmalılar.” Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

Oğulları istemiyor diye beni okula yazdırmaz sanmıştım. Afalladığım yüzümden belliydi. Ayhan Bey yüzümün şeklini görünce tebessüm etti.

“Ben, teşekkür ederim.” derken bakışlarım Kayra’ya döndü. Gözleri üzerime kilitlenmişti ve tahmin ettiğim gibi bana öfkeyle bakıyordu.

Araz “Aynı sınıftayız değil mi?” diye sorduğunda mutlu olduğu sesinden belliydi. Ayhan Bey kafasını salladığında Araz’ın gülümsemesi büyüdü.

Bakışlarım Mete’ye döndüğünde onun kafasını önündeki yemekten kaldırmadığını fark etmiştim. Mete ile ilgili aklımda bir sürü sorun vardı.

İçimden bir ses okula gittiğimde bütün sorunların kaynağını anlayacağımı söylüyordu.

- ♡ ♡ ♡-

Ve Dokuzuncu Perde sona erer.

Ayza ile abilerinin dinamikleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hepsinin kendisine ayrı bir havası var...

Okulda neler olacak acaba?

Başka bir bölümde görüşmek üzere!

Sağlıcakla...

Bölüm : 14.08.2024 14:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...