
Öncelikle hoş geldinizz, umarım her şey yolundadır.
Yavaş yavaş Ayza'nın evrenine giriş yapmış bulunmaktasınız.
Yorumlarınız bu konuda benim için daha önemli bir hal alıyor, kimse kusursuz değildir, olumsuz eleştirilerinizi bekliyorum ehehhe.
Daha fazla konuşmadan sizi onunla baş başa bırakıyorum.
-DÖRDÜNCÜ PERDE-
Bölüm Şarkısı; Dön Dünya
“Hayatın karanlıklarında bile bir umut ışığı bulmak mümkün müydü?”
-♡ ♡ ♡-
Karşılaştığım siyah tavanın tanıdık olmaması ile hızla oturduğum yerden kalktım. Dönen başım ile mecburen geri otururken endişeyle etrafı inceliyordum. Beyaz yatak ve masa dışında odada hiçbir şey yoktu.
Ben buraya nasıl gelmiştim?
Hafızam en son olayları hatırlamak için sınırları zorlarken açılan odanın kapısı ile bakışlarım oraya döndü. Sarıya yakın açık kahve gözleri gördüğümde aklımda hiçbir şeyin canlanmaması gerilmeme neden olmuştu.
Karşımdaki simayı bir kere görmüş olsaydım unutmazdım. Kendimden bu kadar emin olmamdaki en büyük etken hiçbir şeyi unutamamakla lanetlenmemden dolayıydı. Sarıya çalan kahveleri hafif şaşkın bir şekilde bana bakarken onu süzmeden edememiştim.
Açık teni, sarı saçları ve saçlarına yakın bir kahverengideki gözleri ile yakışıklı ve ılımlı biriydi. Ona o gözle baktığımdan demiyordum, içimde bir yerlerde karşımdaki çocuğa karşı bir olumlu hislerim olmuştu ama bu hisler kesinlikle aşk değildi. Kahve gözlere bakarken nedense içim ısınmıştı. Bir dostun sıcaklığından çok bir ailenin sıcaklığı yayılıyordu.
“Uyanmışsın,” diye kısık bir sesle mırıldandı. Ellerini saçlarına attığında saçlarının ışıkla birleşmesinde oluşan parlamalar gözüme takıldı. “Ne oldu bana?” diye sordum. Yeni uyandığım için sesim kısıktı.
Yanıma doğru adımlar atarken “Seni yolda baygın bir şekilde buldum,” diyerek anlatmaya başladı. Son olanlar aklıma geldiğinde istemsizce kaşlarım çatılmıştı. Çocuk önümde durduğunda devam etti “Arabamla baygın bir şekilde yattığın yoldan geçiyordum. Dikkatsiz ya da dalgın bir sürücü olsaydım şu an nefes alamazdın biliyorsun değil mi?” sorusunu sorarken sesi benim için endişelendiğini belli eden aynı zamanda sitem eden bir tınıda çıkmıştı.
Hafifçe gülümsedim. Bir insanın benim için endişelenmesi bile beni dünyanın en mutlu insanı yapabilirdi. Karşımdaki çocuk neye gülümsediğimi anlamazken kaşları tıpkı az önce benim yaptığım gibi çatılmıştı.
Söylediklerini iki saniye düşündükten sonra hafifçe gözlerimi kıstım. “Sende beni evine mi aldın? Hiç tanımadığım bir insanı? Kötü biri olma ihtimalimi göz ardı etmiş olamazsın.” kendimden emin duruşum özellikle kimsenin kimseye çıkarsız yardım etmediğini bildiğimdendi.
Çocuk bu sefer şaşkınlığını gizleyemedi “Orada ölüp gitmeni istemedim! İnsanların vicdanı var vicdanı. Emin ol benim yerimde kim olsa aynısını yapardı.” bir saniye düşünmeden “Yapmazdı,” diyerek karşı çıktım. Hiddetle bir şey söyleyecekti ki aklına gelen şeyle hafif aralanan ağzı tekrar kapandı.
“Sor.” dedim bu sefer. “Ne?” dudaklarından istemsizce dökülen soruya karşılık “Bir şey soracak gibisin ama yarım saattir soramadın diyorum.” Çocuk hafifçe öksürürken “Seni arabaya aldıktan hemen sonra harekete geçmedim. Ateşin çoktu ve hiçbir şey olmamış gibi devam etseydim havale geçirirdin. Birkaç dakika sonra üç tane araba az önce benim durduğum yerde durmuştu. Dışarı çıktılar ve etrafı gezdiler. Bellerinde silah vardı,” demesi ile kaskatı kesilmiştim.
Benim gerildiğimi anlayan çocuk “Onlar kim?” diye sordu. “Seni ilgi- “cümlemi bitirmeme izin vermeden “Seni evime aldıysam bu kadarını bilmeye hakkım var.” dedi. Birkaç saniye düşündükten sonra dudaklarımı araladım “Az önce benim yerimde kim olsa yapardın dedin ama yapmazlardı. Annesinin bile nefret ettiği bir kıza kimse merhamet duymaz.” fısıltı şeklinde dudaklarımdan dökülen kelimeler onda deprem etkisi yaratmıştı.
Ağzı aralandı ardından ne diyeceğini bilememişçesine geri kapandı. Aklından geçeni o sormadan anlayarak “Evet, peşimdeki adamlar annemin adamlarıydı. Muhtemelen sen beni arabana almasaydın şu an nefes alıyor olmazdım.”
Kaskatı kesildi. Nefesi kesilmişti, göz bebeklerine kadar titrediğini gördüm. Şaşkınlığını gizleyememişti. Gülümsedim, benim yıllarca yaşadığım şeylerin bir kısmını insanlara söylemem bile onların üzülmesine yetiyordu.
“B-ben...” karşımda şaşkınlıktan eli ayağı boşalmış bir çocuk vardı. Elimi ona uzattığımda bana anlamsızca baktı “Ben Ayza,” diye mırıldandım. Çocuk iki adımla yanıma gelirken “Bende Hakan,” dedi ardından elimi sıktı.
-♡ ♡ ♡-
Hakan aramızda geçen konuşmanın ardından beni tekrar yalnız bırakmıştı. Uyku sorunları olan biri olduğum için elbette uyuyamamıştım. Uyku sorunum azımsanamayacak kadar büyük bir sorun teşkil ediyordu benim için. Geceleri uykusuz kalır, sabahları olmadık yerlerde sızardım.
Bazen o da olmazdı, bir iki gün gözüme uyku girmez en son uykusuzluktan bayılacak raddeye gelirdim. O zaman uyurdum. Gerçi uyumak sayılır mıydı emin de değilim. Bayılmak biraz daha uygun bir tanım olurdu benim durumum için.
Benim uyurken rüya görmem ise imkansıza yakındı. Benim umutlarım dışında hayal gücüm yoktu ki. Hayatımda ya da bilinçaltımda kalmış herhangi iyi bir anıyı da görmezdim.
Her şeye rağmen nasıl bu kadar temiz bir bilinçaltım olduğunu birkaç kere sorgulamış olsam da bir yere ulaşamadığım için boş vermiştim.
Hayatımdaki çoğu an silikti.
Kafamı iki yana salladım, istesem de uyuyabileceğim bir zaman değildi. Bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğim hakkında bir fikrim yoktu. Acaba şu an neredeydik. İstanbul’da olmama olasılığı biraz gerilmeme neden oluyordu.
Yola çıkmadan önce bir kâğıda yazdığım adresleri ne kadar arasam da bulamamıştım. O kadar aksiyon dolu bir gün geçmişti ki o kağıtları her yerde düşürmüş olabilirdim. Telefonum paramparça olmuştu ve birilerine sormaktan başka çarem yoktu.
İçeride belki de şu an huzurlu bir uyku çeken Hakan’a da soramazdım çünkü ona o kadar güvenmiyordum. Hayatımı ona borçlu olduğumun bilincinde olmama rağmen ne kadar güvenmek istesem bile ona nereye gitmek istediğimi söyleyemezdim. Belki sadece beni Kocaeli’ne götürmesini isterdim.
Aklıma bunun ne kadar bencilce olduğu geldiğinde istemsizce dudaklarım aşağıya doğru büküldü. Bana ilk defa biri bu kadar vicdanlı ve merhametli davranmıştı. Bu hissi tadında bırakmadan gidersem bir yanım buruk kalırdı. Aynı şekilde Hakan’a yanlış bir şey yaparsam da aynı hisler içerisinde olurdum. O bu dünyada; kimsenin içine sığmadığı uçsuz bucaksız denizler içeren, bu dünya da karşılıksız seven ve bana karşılıksız iyilik yapan tek kişiydi.
Daha fazla düşünmenin ve kendi kendimi yormanın gereksiz olduğunu düşünerek uzandığım yataktan kalktım. Biraz hızlı davranmış olmalıyım ki sırtımda yeni yeni kabuk bağlamaya başlamış olan yaralarımın sızladığını hissettim. Anlık olarak istemsizce kasılsam bile birkaç saniye sonra acıyı yok saydım ve ayağa kalktım.
Güneş yeni yeni doğmaya başladığı için odanın içerisinde pek bir ışık yoktu. Bulunduğum ortamın yabancı bir yer olması nedeni ile gerilsem de odadan çıktım. Sorun yoktu, daha kötüleri de başıma gelmişti. “Sorun yok, her şey geçecek.” diye mırıldandım soğuk duvarlara. Aklımdan geçirmek bazen yetmiyordu. Bazı şeyleri birilerinden duymak iyi gelirdi. Bana böyle cümleler kuracak kimse olmadığı için çoğu zaman kendi kendime konuşurdum.
Bu süreçte neden kendi kendine konuşan insanlara deli dediklerini de anlamıştım. Onlara deli diyorlardı çünkü herkesten akıllılardı aslında. Kendilerini soyutladıkları hayat, kimseye ihtiyaçları olmamaları bu dâhileri diğer insanlardan ayıran çizgiydi. Yalnızlık Allah’a mahsustu elbette lakin kendi kendisine konuşan dâhiler kendilerini hiçbir zaman yalnız hissetmezlerdi.
Konuşacakları biri vardı; onu yargılamayacak, sadece dinleyecek, her derdine deva olacak biri. Bu kişinin olabileceği en iyi şey kendisi değil miydi? Hepimiz insandık ne de olsa. İstemeden de olsa karşımızdakini yargılardık. Bunu sesli dile getirmek ya da getirmemek önemli değildi.
Hatta çoğu zaman karşıdakinden saklanılan zehir daha yakıcı olurdu.
İçimdeki karmaşadan uzaklaşmak istercesine aklımı dış dünyada yoğunlaştırdım. Uzun ve düz koridor az da olsa ışık giren odama nazaran kapkaranlıktı. Minik bir yutkunma ardından attığım iki adım… Bir şey olmamıştı.
Bu bana cesaret vermişti ki aniden iki şeyin birbirine çarpma sesini duydum. Bu korku ile geriye adım atmama neden olacakken Hakan’a ait olduğunu düşündüğüm çığlığa benzer ses ile adımlarım yerine çivilendi. Yanına gitmek ya da kalmak arasındaydım. İki türlü de en büyük korkum pişmanlıktı.
Kaldığım yerde hareketsiz dururken beni harekete geçiren şey tekrar duyduğum çarpma sesiydi. Rüzgâr kadar sessiz bir şekilde ilerlemeye çalışırken etrafımdaki hiçbir şeye çarpmamak için ayrı bir özen gösteriyordum.
Sesin kaynağı olan kapının önüne geldiğimde açık kapıdan içeriye bir saniye bile tereddüt etmeden girdim. Bu kendimden emin tavrım içimde bile bir şaşkınlığa hafif çaplı bir depreme neden olurken aniden kafama çarpan şey gözlerim korku ile büyüdü.
Tam bütün gücümle çığlık atacaktım bir el ağzımı sararken bir kolunda düşmemem için belime sarılması bir oldu. Ağzımdaki elin çekilmesi için çırpınmaya başlarken bir yandan Hakan’a bakınıyordum. Neredeydi? Arkamdan gelen ses ile çırpınmayı bıraktım “Kızım dur bırakacağım.” Hakan’ın sesiydi.
Dediğini yapıp çırpınmayı bıraktığımda elleri bedenimden çekilmişti. Çemkirmek için başımı kaldırdığımda göz göze geldik. Bana mahcup gözlerle baktığını görünce kendimi frenledim ve hislerime ve istediklerime nazaran çok daha kibar bir ses tonu ile “Ne yapıyorsun? Aklımı çıkardın.” diyerek sitem ettim.
Haklı sitemim karşısında bir eli ensesine giderken ebeni yanıtladı. “Ya odamdan çıkacakken ayağım sehpaya çarptı.” ben gülmemek için dudaklarımı bastırırken o saçlarını karıştırdı, kızaran yanaklarını anlamak için ona bakmama gerek yoktu.
“Sonrasında geri geri giderken de bardağı devirdim. Özür dilerim seni de uyandırdım.” Gözlerim mutluluğun ve masumiyetin bir simgesi olarak doldu. Beni bu kadar düşünmesi… Endişeli çıkan sesi, o kalbimin ısınmasını sağlıyordu.
Üzülmemesi adına “Zaten uyanıktım.” dedim. Bir şey demedi ya da sormadı. Aramızda uğultulu bir sessizlik varken sessizce bütün teşekkürlerimi ettim içimden. Ardından “Teşekkür ederim,” diyerek mırıldandım. Karşımda dimdik duran çocuğun kaşları teşekkür etmem ile çatılmıştı, sinirli bir insandan çok meraklı bir insanın tavırlarıydı “Ne için?” diye sordu.
Aklımdan geçen bütün cevapları bir kenara attım.
“Sayende artık üşümüyorum.”
Kimsesiz bir kızın ruhunu anca saf ve temiz sevgi ısıtabilirdi.
O bunun benim için ne kadar değerli bir şey olduğundan bihaber bana gülümsedi.
Bende ona gülümsedim ama bu sefer yalandan ya da zorunlu olduğum bir gülüş değildi.
-♡ ♡ ♡-
Güneş doğarken biz mutfakta oturuyorduk. Evi yalnız yaşayan bir erkeğin evine göre oldukça düzenliydi. Mutfaktaki her eşya sanki oraya koyulmak için yapılmış gibiydi. Hakan mutfağa attığım hayran dolu bakışları fark etmiş olmalı ki “Beğendin mi?” diye sordu.
Çekingen bir tavırla gülümsedim. Gözlerimi beyaz masa örtüsünün üzerinde gezdirirken “Evet, çok hoş.” dedim. Gülümsedi, gülüşü güneşi andırıyordu.
“Sevindim,” diye mırıldandı. Aramızdaki sessizlik tekrar uzamadan aklımdaki soruyu sordum “Bu ev, fazla düzenli değil mi? Yani devamlı yaşanılan bir yer ne kadar her gün düzenlesen de dağılıyor,” sona doğru yanlış anlaşılmaktan korktuğum için sesimin tonu düşmüştü.
Çekingen tavrıma samimi tebessümü ile karşılık verdi. Çoğu zaman gülümsüyordu, öğrendiğime göre benden iki yaş büyüktü ama hayat neşesini ondan çalmamıştı.
Umarım hep gülümsersin.
Ben sayende gülüyorum.
“Aslında ben bu evde yaşamıyorum,” dediğinde kaşlarım istemsizce havalandı. Ben sormadan devam etti. “Ben Kocaeli’nde yaşıyorum normalde. İstanbul’a işim düştü diye gelmiştim. Burası babamın evlerinden biri. Senin için buradayım yani.” O da söylediğinden utanmış olmalıydı ki yanakları hafiften kızardı.
Kocaeli’nde yaşadığını öğrenince istemsizce yüzümde içten bir tebessüm oluştu. “Ya…” dudaklarımdan istemsizce dökülen bir kelimeydi. Hafifçe güldüm.
“Kocaeli’ne giderken beni de yanında götürür müsün?” sorumu beklemiyor olacaktı ki şaşırdı. Kendini hızla ve ustalıkla toparladığında ona imrenerek bakmıştım.
Ben bir şeye şaşırdığımda genelde takılıp kalırdım.
“Ah olur tabi,” dedi ardından. Ellerini ritmik bir şekilde masada dolandırmaya başladığında bir şey soracağını anlamıştım. Tahmin ettiğim gibi de oldu “Ayza, cevaplamak zorunda değilsin ama sana bunları annen yaptıysa bundan sonra ne yapacaksın?” sorusunu sorarken yanlış bir şey söylemekten ya da beni incitmekten çekinmesi içimi sıcacık yaparken dudaklarımı dişledim.
Bende bilmiyorum demek istedim ama onun yerine “Ben bunca yıl babamı ölü bildim Hakan. Ben babamın ölümü ile büyüdüm. Her şeyi felakete sürükleyen de buydu.” Ben cümlelerimi toparlama ihtiyacı ile duraksarken Hakan “Başın sağ olsun,” demişti.
“Dostlar sağ olsun,” diye mırıldandım ardından devam ettim “Sonra bir gün, babamın mezarlığındayken o ölen adamın öz babam olmadığını öğrendim. Başka biriydi benim babam. Bende onu bulma umudu ile düştüm yollara, işte sonrasını biliyorsun.” Uzun açıklamamın üzerine su içme ihtiyacı hissettim.
Hakan anlamış gibi yanındaki bardağa ne ara doldurduğunu anlamadığım suyu uzattı. Şaşırdığı belliydi. Böyle bir cevap beklemiyor olmalıydı.
Bende bazen şaşırıyordum şanssızlığıma.
Ama kaderdi, insanın elini kolunu bağlardı.
“Babanın adı ne?” diye sorduğunda kararsızlık içimi yakıp kavurdu. “Ya babanı tanıyorsa?” diye düşünmeden edemedim.
Ya babama her şeyi anlatırsa.
Ya bana acırlarsa.
Birilerinin bana acımalarına ve beni sırf bu yüzden sevmelerine ihtiyacım kesinlikle yoktu.
“Bilmiyorum.” dedim. Yalan söyledikten sonra kötü hissetmediğim için hafif bir vicdanım sızlasa da güven benim en büyük sorunumdu.
“Ben acıktım.” Konuyu değiştirme çabam Hakan’ın fark edebileceği kadar başarısız olsa da çok şükür o bunları yüzüme vuracak biri değildi.
“Evde yemek yok ki. Dışarıda yiyelim?” sunduğu öneriye karşı birkaç saniye duraksadım, ardından kafamı salladım. “Olur, sonra Kocaeli’ne gideriz. Uyar mı?”
Hakan “Bu kadar erken mi?” dercesine bakarken omuzlarımı silktim. Ne kadar erken o kadar iyiydi. Onları görmek için sabırsızlanıyordum.
Hakan cevap vermeyeceğimi anlayınca başını belli belirsiz salladı ardından mutfaktan çıktı. Fazla durmadan peşinden bende mutfaktan çıktım.
Onun aksine benim alacağım herhangi bir şey yoktu. Küçük bir çanta ile koskoca şehri terk etmiştim. İki günde yaşanan onca olay o kadar gözümde imkansızdı ki boğazımda bazen sızlayan o sargı olmasaydı hayal gördüğümü düşünürdüm.
Boğazım aklıma gelince elim istemsizce oraya gitti. Boğazım… Bir adamın sırf paramı almak için beni sıkıştırması sonucu harap olmuştu.
Beyaz ve gri ağırlıklı salonda otururken Hakan’ın gelmesini bekliyordum. Bir yandan da babamı nasıl bulacağımı düşünüyordum.
Şirketlerinin adını hatırlıyordum ama direk şirketlerine gitmem ne kadar mantıklı olurdu? Hem o kadar çok şirketleri vardı ki hangisinin başlarında durduğunu anlayabilmem imkansızdı.
Onlardan önce onların adamları ile tanışmak istemiyordum. Direk babama onun kızı olduğumu söylemek istiyordum.
Ben bir çıkış yolu bulmak için kendi içimde estirdiğim fırtınaların arasında savrulurken duyduğum sesle gerçekliğe döndüm. “Ayza,” Hakan kapının önünde durmuş bana bakıyordu.
Elindeki siyah valiz hazır olduğunu gösterirken “Hakan,” dedim aynı şekilde. Onu taklit etmem hoşuna gitmiş olmalıydı ki hafifçe gülümsedi.
“Çıkalım mı?” sorusunun üzerine sanki ilk fikri veren ben değilmişim gibi duraksadım ve düşünüyormuş gibi yaptım.
“Bilmem ya çıkalım mı?” derken ayağa kalkmış yanına kadar gelmiştim. Alaycıl tavrıma karşı gülmek dışında bir şey dememişti.
Binadan çıktığımızda gözlerim arabayı aradı. Siyah araba gözüme çarptığında kalbimin ritimlerini kontrol edemedim. Kendimden geçmeden önce gördüğüm bana umudu aşılayan arabaydı.
Arabaya bindiğimizde Hakan pratik bir şekilde arabayı çalıştırdı. Araba hareket etmeye başladığında nereye gideceğini bilmiyordum. Sormak istemedim, ne de olsa gidince görürdük.
Uykusuzluk çekilemeyecek bir hal aldığında kafamı cama yasladım. Kırmızı ışıkların birinde durduğumuzda Hakan “Gece uyumadın mı?” diye sordu gözlerini mor göz altlarımda gezdirirken.
“Uyuyamadım,” dedim esnerken. Bir gece bile uyumasam açık tenimin dezavantajı olarak sabahında mor göz altları ile kalkıyordum.
Hakan yanan ışıkla yine önüne dönerken “İstersen yemek yiyeceğimiz yere kadar uyu.” diyerek tavsiyede bulunduğunda gözlerim çoktan kapanmıştı.
“Olur ama yemeği arabada yiyelim,” diye mırıldandım “Anneme hala beni arıyor olabilir.”
-♡ ♡ ♡-
“Ayza,” adımın zikredilmesi ile gözlerimi araladım. Uykum hafif olduğu için uyanmak benim için zor değildi.
“Geldik mi?” diye sordum etrafa bakarken. Ne görmeyi beklediğimi bilmiyordum ama anayolda olmayı beklemediğimi biliyordum.
Şaşırdığımı fark eden Hakan açıklama yapma ihtiyacı hissetmiş olmalı ki “Sen annem hala beni takip edebiliyor dediğin için yemeği aldıktan sonra Kocaeli yoluna girdim. Burada daha rahat edersin diye düşündüm.”
Düşünceli tavrı dudaklarımda minnet dolu bir tebessüm oluşmasını sağlarken “Teşekkür ederim.” diyerek hislerimi dışa yansıttım.
“Rica ederim.” dedi ardından elindeki paketlerden birini bana uzattı. “Ne seversin bilmiyorum ama dürüm aldım.” Hakan ben paketi açarken bana açıklıyordu.
Dürüm severdim elbette ama hepsini yiyebilmem mümkün değildi. “Teşekkürler çok severim,” derken bile önümdeki yemeğin kaç kalori olabileceğini hesaplıyordum.
Ben önümdeki dürümün yarısını zar zor bitirirken Hakan çoktan hepsini yemişti bile. Daha fazla yersem kusacağımı bildiğim için zorlamamıştım.
Hakan yemeyeceğimi anlayınca “Doydun mu?” diye sordu. Önümdeki dürümün kalan parçasını dikkatle poşete sararken “Evet,” diyerek onu yanıtladım. Yanıtımı bekliyor olacak ki arabayı çalıştırdı ve yolculuğumuz yeniden başlamış oldu.
Araba kullanırken dikkati dağılmasın diye herhangi bir konuşma girişiminde bulunmadım. Çok heyecanlıydım.
Binalar, arabalar birer birer su gibi akıp giderken yakında yeniden doğacağımı hissediyordum.
-♡ ♡ ♡-
Ve Dördüncü Perde sona erer.
Hakan karakteri hakkındaki düşüncelerinizi fena halde merak ediyorum. Kendisi benim favorilerimden biridir.
Kitabı beğendiyseniz destek olmak adına yıldıza basmayı unutmayın!
Başka bir zamanda başka bir bölümde görüşmek üzere...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.34k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |