21. Bölüm

-On Dokuzuncu Perde-

bal leydi
balleydii

 

 

-ON DOKUZUNCU PERDE-

 

Bölüm Şarkısı; Mayın Tarlası

 

“Ben sevmeyi sevilerek değil severek öğrendim.”

Kafede geçen huzurlu ama bir o kadar da karmaşık hissettiren saatlerin ardından eve dönmek için yola çıkmıştık. Bu süreçte onu biraz daha yakından tanıma şansım olduğu için mutluydum.

Genellikle hep hayatım ve ben hakkında konuşmaya çalışsa bile her seferinde kısa ve ucu açık cevaplar vererek konuyu ona ve onun hayatına çekmeyi başarmıştım.

Annesini birkaç yıl önce kaybetmişti. Ne kadar empati kurmaya çalışsam bile bu benim için çok zordu. Lakin konuşmasından annesini sevdiğini anlamıştım.

Böyle güzel bir evlat büyüten bir kadını tanıyamamanın hüznü içimi doldurmuştu. Babasının şirketi vardı ki babamla tanışmalarının nedeni buydu. Annesinin ölümünün ardından her şeyden vazgeçip varını yoğunu işine verdiğinden bahsetmişti.

Kurduğu her cümle kalbine açılan bir kapı gibiydi.

Kibardı, fazlasıyla hem de. Saygılıydı ve sevgi doluydu, yaşadıklarına rağmen herkese. Bu konuda ona imrenmeden edememiştim.

O kadar sakin ve mükemmel bir insandı ki…

Lakin onda beni etkileyen şeyler bunla kısıtlı değildi. Herkes iyi bir insan olabilirdi ama kimse bana onun baktığı gibi bakamazdı.

Ah o bakışları…

Koyu kahve gözleri benimle konuşurken daha da koyulaşırdı, öyle ki bilimsel açıklamalar olmasa gözlerine siyah derdim.

Sanki porselen bir bebeğe bakarmış gibi bakardı. En değerlisine bakar gibi…

Yeni tanışmamıza rağmen sanki yıllardır tanıyor gibi bakardı.

Ve hissettirirdi.

Birkaç günü aşmayan, kısa konuşmalarımıza rağmen ona çekildiğimi hissediyordum.

Bu his kaçınılmazdı.

Daha önce hiç sevilmediğim için sevmeyi de bilmediğimi sanırdım.

Oysa bazı duygular yaşamadan bilinmezmiş.

Ben sevmeyi sevilerek değil severek öğrendim.

 

- ♡ ♡ ♡ -

Felah beni uzun uğraşlarım sonucu evin biraz yakınlarına bırakmıştı. Normalde eve bir erkek tarafından bırakılmak benim için sorun olmamalıydı ama ne olursa olsun onların ilişki konusundaki düşünceleri hakkında bir fikrim yoktu.

Desteklemedikleri gibi adımı başka şeylere de çıkartabilirlerdi. Zaten abilerimin hepsi bir açığımı yakalamak için diken üstündelerdi.

Evin bahçesine girdiğim saniye hiçbir korumanın olmaması afallamama neden olsa bile temkinli adımlar ile eve yaklaştım.

Kapı açıktı.

Elimdeki telefona daha sıkı sarılırken açık kapıdan içeri girdim. Salondan gelen bağırış sesleri ile anında durdum ve duvara sindim.

“O kadar koruma ne işe yarıyor?” bağıran Bartu’ydu. “Nereye gitmiş olabilir ki?” Mete’nin ağlamaklı sesi kulaklarıma dolduğu an merakım zirve yaptı.

Uraz “Annesinin yanına dönmüş olabilir mi?” diye bir soru attığında öfkeli olduğu sesinden anlaşılan Araz’ın bağırması kulaklarımı doldurdu.

“Lan kız kaç kere sizden başka kimsem yok iması yaptı. Annesini sevse varlığımızı öğrenir öğrenmez evden kaçıp yanımıza gelir miydi?”

Birkaç saniye sessizlik odayı kaplasa bile Araz sessizliği bozdu. “Kıza bok gibi davrandınız. O sizin kardeşiniz ya kardeşiniz. Kan bağını da mı hiç önemsemiyorsunuz? Anlamıyorum, anlamıyorum. Tamam başta normal korkmamız ama kaç hafta oldu! Bir şey yapacak olsa kesin yapardı şimdiye kadar.”

Araz gerçekten çok sinirlenmiş olmalıydı. Ara vermeden hızlı hızlı sıralıyordu cümlelerini. Evden çıkarken kimseye haber vermediğim için kaçtığımı, onu terk ettiğimi sanmış olduğunun farkındalığı ile şokla olduğum yerde kalakalmıştım.

“Biz onun varlığını on yedi yıldır biliyoruz. Kim onu aramaya yeltendi, kim? Kız anında buldu bizi. Onun bize yargılı olması gerekirken gereksiz yargılayan triplenen ve onun üzerine giden hep bizdik!”

“Araz,” kim olduğunu anlamadığım kişinin sözünü tekrar Araz kesti.

“Siz onu bir kere bile dinlemediniz. Onu anlamak istemediniz bile!”

Araz konuşurken salonun kapısının önüne kadar gelmiştim. Kayra “Onları suçlama. Benim ne yaptığımı öğrenmiş olmalı benim hatam,” dediğinde daha fazla dinlemek yerine araya dahil oldum.

“Benim bilmediğimi düşündüğünüz şey ne? Dün akşam olanlar, sabahtan beri hepinizin benden kaçması, az önceki konuşma… Ne için?”

Araz beni gördüğünde yanıma doğru resmen koşmuştu. Ben ne yapacağımı bilemezken aniden kollarını bedenime sardı.

Sımsıkı sarılmıştı.

Sarılmasına karşılık verirken içime derin bir nefes çekerek ciğerlerimi kokusu ile doldurdum. Mete de yanımıza geldi Araz’dan ayrılıp Mete’ye sarıldığımda soru dolu gözler ile onlara bakıyordum.

O sırada Uraz’ın bakışlarını fark ettim. Korktuğu belli oluyordu. Yine de konuşma dağılmasın diye tekrar ettim. “Dün akşam ne oldu?”

Odayı büyük bir sessizlik kapladı. Kimse soruma cevap vermemişti. Yine.

Sinirlendiğim on metre öteden belli oluyorken Araz görmezden gelerek “Onu şimdilik es geç. Çok meraklandık. Neredeydin?” diye sordu.

Cehennemin dibindeydim Araz, dedim içimden ardından ondan biraz uzaklaştım. Sorduğum soru o kadar zor, felaket bir soru değildi. Cevap vermek o kadar zor olmamalıydı.

“Siz bana açıklamadığınız sürece bende bugün nerede olduğumu açıklamıyorum,” dedim. O sırada Bartu “Aile arasındaki bir mevzu,” dediğinde bakışlarım hızla onda döndü.

Bakışlarımı görünce cümlesini tamamlamaktan vazgeçmiş olacak ki sessizliğe büründü. Diyecek bir şey kalmamıştı.

Odama çıkmak için arkamı döndüğüm an Araz’ın arkamdan ismimi seslendiğini duydum. Arkamı dönüp ona bakmadım. Koşar adım oradan uzaklaştım.

Odama çıktığımda yatağımın hemen yanına çöktüm ve dizlerimi kendime doğru çektim. Artık beni tamamıyla aileden sayacaklarına dair herhangi bir inancım kalmamıştı.

Aralarındaki en küçük mevzuda bile beni aykırılaştırmaları, kendi aralarında saklamaları beni aileden görmemeleri ne kadar elimden geldiğince saklamaya çalışsam bile oldukça kırıcıydı.

Ben onlarla bir aile olmanın hayalini kurarken onlar her geçen gün benim hayallerimin imkansızlığını yüzüme vuruyorlardı.

Umutluydum, hala bir umudum vardı.

Ama onlar benim umutlarımı kaybetmeme neden oluyorlardı.

Her gün hiçbir sorun yokmuş gibi bu evde gözlerimi açıyor onlara normal davranıyordum. Onlar ise bu hayata olan bütün kinlerini bana yöneltmekten, benden çıkartmaktan asla vazgeçmeyecek gibiydiler.

Yaşadıklarının sorumlusu olarak beni görüyorlardı. Lakin ben onlar hayatla mücadele içerisindeyken küçücük bir bebektim.

Onların korkusu ile büyüdükleri yılanın ininde büyümüştüm ben.

Ne bir kere beni aramışlardı ne de bulmak istemişlerdi.

Ben onların varlığından haberdar olur olmaz onlara sığınacak kadar acizken onlar her şeyin suçlusu belledikleri bensiz koca bir ömür yaşamışlardı.

Ben kaybetmiştim.

Umudumu kaybetmiştim.

Sevilme umudumu kaybetmiştim.

Benim umutlarım kayıp umutlardı.

 

- ♡ ♡ ♡ -

Bir Hafta Sonra, Bartu’dan

Kapımın çalındığını duyunca kafamı dosyalardan kaldırdım ve “Gel,” diyerek onay verdim. Kapı açılınca içeriye kuzenim girmişti.

“Hoş geldin kardeşim,” dedim ayağa kalkarken. Samimi selamlamamı takmadı, Ayza ile aramızdaki olayları öğrendiğinden beri bize karşı tavırlıydı.

“Hoş buldum komiserim.”

Karşımdaki sandalyeye oturduğunda bozulduğumu gizlemeye çalışarak düz bir şekilde ona bakmaya başladım. “Elindeki dava nasıl gidiyor?” diye sorduğumda birkaç saniye durdu, derin bir nefes aldı.

Bu kadar düz sormamın sinirlerine dokunduğunu bilecek kadar iyi tanıyordum onu. “Elimden geldiğince doldurmaya çalışıyorum dosyamı. Lakin eksiklerim hala çok. Fail suçunu kapatma konusunda usta. İhtiyacım olan şey mağdurla konuşmak ama gizli dosya olduğu için şu anlık yapamam.” Yaptığı açıklamaya karşın kafamı salladım.

“Tehditler devam ediyor mu?” diye sordum. Hala neden bir yere varmadığı dosya için hayatını riske attığını anlayamıyordum.

“Evet. En büyük kanıtım da bu zaten.” Gözlerimi devirdim “Başına gereksiz yere iş alıyorsun.”

“Benim görevim bu Bartu,” dediğinde “Bu dosyayı açan sensin,” dedim keskin bir şekilde. “Ortada bir şey olduğu kesin değilken hem de.”

Öfke dolu bakışlarını üzerime sabitlediğinde tahammülü kalmadığını görüyordum. Yerinde duramıyormuş gibi ayağa kalktı.

“Nasıl bu kadar rahatsın lan sen?” diye sordu. Odada volta atmaya başladığında tepkisiz bir şekilde ona bakmaya devam ediyordum.

“Konu senin kardeşin.”

“O benim hiçbir şeyim değil,” dedim.

Yalandı.

İnkardı.

“Bok hiçbir şeyin. Anneni biliyoruz, kim bilir neler yaşattı kıza? Nasıl bu kadar umursamazsın?” artık durmuş sadece bana bakıyordu.

“Annemi biliyoruz evet,” dedim sakin bir şekilde. “Böyle bir şey yaptıysa bile asla açık vermeyeceğini de biliyoruz.”

Eklemem üzerine hafif durulduğunu hissettim. Daha sakin bir şekilde “Ama bu, bu işi bırakacağız anlamına gelmez. Kaç hafta oldu, kızın kötü tek bir hareketini görmediniz bile. O kadınla bir değil, bunu sende biliyorsun.”

Ne yazık ki sonuna kadar haklıydı.

Dediğini yaptım ve inadı bıraktım.

“Şiddet görmüş,” dedim hızlıca. Ardından önümdeki bilgisayarı açtım ve onunla ilgili olan dosyaya bastım. “Ne demek şiddet görmüş?” diye söylendi yanıma gelirken.

“Kesin değil,” dedim hemen. Ardından devam ettim “Ama hareketler, tepkileri, yaptığı imalar ve ilk geldiği günkü davranışları beni buna çıkarıyor.”

İlk geldiği günlerde heyecanının yanındaki korku, her an tetikte durması, yere düştüğünde kalkamaması, ona vuracağımı sanıp harekete geçmesi…

“Ona dosya mı açtın? Hem de bana kabullenmiyorum derken,” kafasını iki yana salladı, garipsemişti. Normaldi.

Son zamanda yaptıklarıma ben bile anlam veremiyordum. Dosyayı tekrar gözden geçirirken Yusuf’a açıkladım.

“Eve ilk geldiği an dosyayı açmıştım zaten. Anneme benzeme ihtimalini göz ardı edemezdim.” Yusuf bu sefer neler yaşadığımızı bildiği için ters bir tepki vermedi.

Şüphe insanı mutlak gerçeğe götüren tek şeydi.

Şüpheyi hiçbir zaman bırakmamamın Ayza’nın üzerine bu kadar çok gitmemin temel nedeni de buydu. Ama özellikle sessiz geçen şu bir haftada ilk defa yanıldığımın farkına varmıştım.

Yusuf “Hakkında bulduğun kayda değer bir şey var mı peki?” diye sorduğunda düşüncelerimi şimdiye yoğunlaştırdım.

“Aslında pek şüpheli bir durum yok. Küçüklüğünden beri bir sürü yerden sayısızca eğitim almış. Senden benden daha eğitimli, belli. Sadece çok baskılanmış o yüzden hiç o yönünü belli etmiyor. Çok küçükken kardeşini ve babası sandığı adamı kaybetmiş. Annemi delirten nokta da bu olmalı, gerçi bizim yanımızda da pek aklı başında değildi. Trafik kazası, üçü de aynı arabadayken Ayza’ya hiçbir şey olmamış.” Derin bir nefes almak için durduğumda Yusuf beni tamamladı.

“Yani Ayza’yı suçlamış. Ama size de kötü davranıyordu, tek neden bu değildir,” bir an duraksadı ardından “On yedi yıl boyunca nasıl dayandı acaba? Tek başına hem de.” Son günlerde aklımda dolanan tek soruna değindiğinde göz temasımızı keserek bilgisayara döndüm.

Biz hiçbir zaman tam anlamıyla tek olmamıştık. Her zaman dayanacağımız kardeşlerimiz olmuştu. Ayza ise hep tek başınaydı.

Ölümün kafesinden kaçmış ve yaşamın kucağına atlamıştı.

Biz ise ona yaşam değil başka bir kayıp vermiştik.

Dalıp gittiğimi fark eden Yusuf kendi bilgisayarını açtı ve önümdeki sandalyeye oturdu. “Geçmişe senaryolar üreteceğimize gerçeği bulalım.”

Ardından saatlerce çalıştık. Durmadan bir açık aradık. Artık olay sadece Ayza olmaktan çıkmıştı. Annemin şirketine kadar inmiş ne yazık ki bir açık bulamamıştık. Her şeyi kusursuzdu.

Bir yerde yanlış yapıyorduk. En iyi şirketlerin bile açıkları, düşükleri olurdu.

Ben önümdeki dosyalarla uğraşırken Yusuf “Kardeşim çıkış saati geldi. Çıksak mı artık, sonra devam ederiz?” dediğinde saatin farkına anca varabilmiştim.

Dosyaları toparlarken “Olur,” diyerek onu onayladım. Bilgisayarı çantasına koyup ayaklandığımda Yusuf çoktan hazırlanmış ayağa kalkmıştı.

Birlikte karakoldan çıkarken “Bize gelmek ister misin?” diye sordum. Çıkış kapısını açarken “Hakan’la bir konu hakkında konuşmamız lazım başka zamana artık,” dedi.

Kafamı sallayarak onu onayladım. “Hakan’la Ayza’da tanışsın artık. Kuzenler neticesinde, diğer akrabalardan daha yakın olmaları iyidir.” Yusuf bu dediğime yarım ağız gülümsedi “Evet. Bir ara kendim gelirken onu da getiririm. Tanışırlar.”

Arabalarımız yan yana park edilmişti. Otoparka girerken “Bundan sonra ne yapacaksın?” diye sordu. Günlerdir düşündüğüm şeylerden biri buydu. Biri ile konuşmaya ihtiyacım olduğu için ona anlatmaya karar verdim.

“Açıkçası bilmiyorum. Aniden iyi davranmaya başlarsam inandırıcı olmaz. Ona ya çok sert davrandım ya da onu yok gördüm. Adam akıllı umursamadım bile. Bana yapacağı her şeyi sonuna kadar hak ediyorum. Elimden geldiğince zamanla ona iyi davranacağım. Affetmek isterse de ona iyi bir abi olacağım.”

Karmaşamı görünce destek olmak istercesine gülümsedi. Eliyle omzumu sıvazlarken “Ayza ile çok kısa bir vakit birlikte olsam bile seni affedeceğinden eminim,” demesi ile aklıma gelen şeyi hızla sordum “Sahi siz nasıl tanışmıştınız?”

Dudaklarında minik bir tebessüm peyda oldu, o güne dönmüş gibiydi. Ardından “Başka bir gün anlatırım belki. Sana bir şey katacak bir olay değil,” dedi.

Ardından bir şey dememe izin vermeden arabasına bindi. Bende arabama bindiğimde camdan kafasını çıkardı ve “Sonra görüşürüz devrem,” diye tabiri caiz ise bağırdı.

Gerzek herif, diye geçirdim içimden. Sonrasında gaza bastım. Evle şirket arasında aman aman bir mesafe olmadığı için hızlı bir şekilde eve gelebilmiştim.

Kapıyı açtığımda son bir haftada olduğu gibi beni sessizlik karşıladı. Eski günlere dönmüş gibiydik. Ayza gelmeden önceki günlere…

Yemek saati gelmişti, o yüzden odama çıkmak yerine direkt salona geçmiştim. Kayra beni görünce ayağa kalktı “Hoş geldin abi.” Selamına karşılık “Hoş buldum,” dedim.

Gözlerim kolundaki askıya döndü. Bu bir hafta ona iyi gelmişti. Yüzündeki birkaç açık yaranın izi ve kolu dışında gözle görülür bir şey kalmamıştı.

“Nasılsın aslanım?” diye sordum karşısındaki koltuğa otururken. Ayza’nın hastanelik olmasına neden olduğundan beri ailedeki herkes ona siper almıştı.

O konuda suçluydu lakin cezasının bu olmasını doğru bulmuyordum. Kayra’dan uzaklaşıp Ayza’ya yakınlaştıkları için Kayra’nın “Ailemi benden aldı,” düşüncesine girmemesi için uğraşıyordum.

“İyiyim abi, ne olsun işte. Sen nasılsın?” diye sordu. Sesi durgundu. Yaptıklarından pişman olduğunu ve değiştiğini görebiliyordum.

“Bende iyiyim. İş güç işte,” dedim ardından ona gülümsedim. Zoraki olduğu belli bir karşılık alınca gülümsemem hafif buruklaşsa da onun aksine bunu belli etmedim.

Aramızdaki sessizlik uzarken odaya Uraz girdi. Beni görünce “Hoş geldin abi,” dedi. Kafamla karşılık verdiğimde hemen yanıma oturdu.

“Okulun nasıl gidiyor?” diye sordum. Ellerini belinin orada birleştirirken “İyi gidiyor,” dedi gözlerini kaçırarak.

Ters giden bir şeyler olduğunu fark edince “Uraz,” diyerek ikaz ettim. Bakışlarını yüzüm dışında her yerde gezdirirken “Efendim,” dedi.

“Ellerini uzat.”

“Hayır,” dedi cılız bir sesle.

Tekrar ikaz edercesine “Uraz,” dediğimde bana istediğimi vermişti. Ellerini sakladığı yerden çıkardığında öfkeyle ona döndüm “Sen konservatuar okuyorsun ve gitar çalıyorsun. Ellerine nasıl böyle fütursuzca davranabiliyorsun?”

Keskin sesim ve sorduğum soru ile Uraz başını öne eğdi. Ellerindeki sargıları daha fazla görmemem için arkasına sakladı. “Abi-“ diyecekken engel oldum ve “Abisi mabisi yok. Bu konuyu hallettik sanıyordum. Tekrar konuşacağız,” diyerek konuyu kapattım.

Kardeşlerinin yanına onu daha fazla rencide etmek istemediğim için konuyu kısa kessem bile oldukça sinirlenmiştim.

Odaya Araz ve Mete birlikte girdiğinde bütün bakışlar onlara dönmüştü. Ortamın gergin olduğunu anladıklarında onlarda ortamdan etkilenerek “Merhaba,” dediler kısık bir sesle.

“Geçin oturun,” dediğimde az önceki olaydan dolayı sinirlerim hala yatışmamıştı. Mete ve Araz anında oturduklarında elimle şakağımı ovmaya başladım.

Babam da Arazlardan birkaç dakika sonra geldiğinde odanın gerici atmosferi iyice artmıştı.

Dağılmıştık.

Parçalanmıştık.

Ve bizi bizden başka toparlayacak kimse yoktu.

Kapının tıklatıldığını duyunca herkes babama dönmüştü. Ayza ilk günlerdeki gibi kapıyı tıklatarak odalara girmeye başlamıştı ve bu hepimizin canını sıkıyordu.

“Gel,” babamın komutundan sonra kapı açılmıştı. Ayza içeri girdiğinde bakışlarımı anında kaçırdım. Kendimden utanıyordum.

Zaten zayıf olan bedeni buraya geldiğinden sonra daha da incelmişti. Gözlerinin altındaki morluklar bembeyaz bir tene sahip olduğu için buradan görünebiliyordu.

Gözlerindeki yorgunluk sadece fiziksel değil ruhsal bir çöküşte olduğunu gösteriyordu.

Ona bunu biz yapmıştık.

Umudunu paramparça etmiştik.

Ona bunu ben yapmıştım.

Aileden biri olarak görmemiş her anında onu dışlamıştım.

Yüzünde bir gülümseme olduğundan emindim. Hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyor zaman zaman bizimle konuşuyordu.

Ama hepsinin yapmacık ve yalandan olduğu çok belliydi. Araz ve Mete anında Ayza’nın yanına yanaştılar. Kayra’nın ne yaptığını söylemedikleri için onlarında Ayza ile araları açılmıştı.

Birkaç dakika sonra gelen aşçının ardından sofraya geçmiştik. Ayza’nın bu süreçte en çok muhatap olduğu kişi Uraz’dı.

Aralarındaki ilişkiyi tam olarak hala çözememiştim. Ne çok yakınlardı ne de çok uzak. Uraz Ayza’nın tabağına birkaç şey koyduğunda pür dikkat onları izliyordum.

Ayza kafasını kaldırdı ve Uraz’a baktı. Uraz dudaklarını kıpırdatarak ona yemesini söylediğinde Ayza gülümsedi ve kafasını salladı.

Bu sefer yüzündeki tebessüm gerçekti. Bu istemsizce beni de gülümsemeye iterken oldukça sakin bir akşam yemeği olmuştu.

Yemek biter bitmez Ayza “Ayhan Bey odama çıkabilir miyim?” diye sorduğunda Uraz araya girdi “Biraz salonda bizimle oturmak istemediğine emin misin?”

Ayza birkaç saniye tereddütte kalmış gibi bakışlarını üzerimizde gezdirdikten sonra “Olabilir,” diye mırıldandı. Diğerleri de yemeklerini bitirdiğinde hep birlikte salona geçmiştik.

Araz “Ayza, nereye kadar böyle devam edeceksin?” diye sorduğunda Ayza ona döndü ve sordu: “Davranışlarımda ne var ki?”

Araz artık bu durumdan bıkmış olmalı ki “Ben sana hiçbir şey yapmadım,” diye yakındı. Ses tonu yükselmişti.

“Her zaman yanında oldum, geldiğin andan beri burada rahat etmen için her şeyi yaptım.” Sinirden sesi titriyordu.

Ayza bir şey demek için ağzını aralamıştı ki Araz “Yeri geldi abilerime karşı çıktım yeri geldi kendimden ödün verdim. Hepsi ama hepsi senin içindi. Mete de aynı şekilde. Sırf bir kere yine senin iyiliğin için sana sustuk diye böyle bir muameleyi hak etmiyoruz. Uraz abim sana kat ve kat kötü davranmasına rağmen yüzüne bakmadığın kişiler bizleriz. Ben sıkıldım artık bundan ve yoruldum. Boşa çabalamaktan yoruldum.”

Dolduğu her şeyi bir anda boşalttığı için herkes sus pus olmuş Araz’ı dinliyordu. Ayza’ya döndüğümde bakışlarındaki pişmanlık içimin yanmasına neden oldu.

Araz arkasını dönüp odadan ayrıldığında Ayza ağzını bile açamamıştı. Mete Araz’ın arkasından hüzünle baktıktan sonra “Tavır almakta haklısın ama yanlış kişilere tavır alıyorsun Ayza,” dedi ardından abisinin peşinde odayı terk etti.

Ayza eliyle gözlerini kapattığında yanına gitmek istedim. Uraz benden önce davranarak elini Ayza’nın omzuna koyarak ona moral verdi.

Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından Araz ve Mete yan yana tekrar salona gelmişti. Araz’ın ağlamaktan kızarmış gözlerini gören Ayza oturduğu yerden kalkıp Araz ve Mete’nin yanına gitti.

Fısıldadığı için ne dediğini anlayamasam da konuşmanın sonunda Ayza ikisine de sarılmıştı. Çok geçmeden Araz ve Mete de karşılık vermişlerdi.

Yan yana oturduklarında benimde yüzümde bir gülümseme oluşmuştu. Onların arasındaki kardeşlik ilişkisine gerçekten çok imreniyordum.

Salonda hoş bir sohbet ortamı hakimdi. Babam ben ve Kayra sessizliğimizi korurken diğerleri samimi ve derin bir sohbet içerisindeydiler.

Uzun zaman sonra Ayza’nın yüzünde gördüğüm gerçek tebessüm benimde sevinmeme neden oluyordu. Saat gece yarısına yaklaşırken çalan kapı herkesin susmasına neden oldu. Sessiz dakikalar Mete evin en küçüğü olarak kapıyı açmak için ayaklandı.

O sırada Araz meraklı bir ifade ile “Kim geldi acaba?” diye sordu. Kimsenin bir tahmini yoktu ve bu yüzden etrafı tekrardan sessizlik kapladı ve Araz’ın sorusu rüzgâra karıştı.

Mete geri döndüğünde ise yüzünde garip bir ifade vardı. Dokunsam ağlayacak gibi durduğunu fark ettiğim an sorun olduğunu anlamıştım.

Hızla oturduğum yerden doğrulduğumda Uraz’da peşimden gelmişti. Mete sağa geçtiğinde şokla adımlarım olduğu yerde kilitlendi.

Hızla arkama döndüm ve kardeşlerime baktım. Araz ve Kayra ne olduğunu anlamak istercesine bakarken Ayza’nın gözlerinde ilk defa bu kadar yoğun ve saf bir korku görmüştüm.

Geri ona döndüğümde yüzünde delice bir gülümseme vardı. Bizi getirdiği halden, halimizden zevk alıyordu. Bakışlarımı arkama kilitlediği an Ayza’ya baktığını anlamam zor olmamıştı.

Hepimizi es geçti ve “Ayza benimle geliyorsun,” dedi. O kadar keskin ve net bir emirdi ki anında arkamda bir hareketlenme hissettim.

Ayağa kalkmıştı.

Biz ise şaşkın bir şekilde ona bakıyorduk. Yanımdan geçip gittiğinde arkasından bakmak dışında bir şey yapamamıştım.

Bir anda elini kaldırdığında Ayza’nın gözlerini kapattığını gördüm. O ise bir şey yapmak yerine son anda hiç kaldırmamış gibi indirmişti elini.

Eliyle Ayza’nın kolunu tuttuğunda “Prensesim hadi eve gidelim. Seni çok özledim,” diyerek onu hafifçe çekiştirdi. Sesi o kadar yumuşak çıkmıştı ki kuşku ile ona bakmak dışında bir şey yapamamıştım.

Ayza yine hepimizi şaşırtarak “Sen kimsin?” diye sordu. Gözlerindeki korku emareleri yerini koruyordu. Ona rağmen oldukça sakin bir şekilde sorabilmişti.

O sanki bu sorunun sorulmasını bekliyormuş gibi hafifçe kıkırdadı “Efendinim, annen bu görüntüye dayanamazdı.”

Ne demeye çalışıyorlardı?

Annesi ve efendi olarak bahsettiği kişiler iki farklı birey miydiler? Lakin öyleyse sorulan soru çok manasız kaçmaz mıydı?

Anında aklımda oluşan bir sürü ihtimal başıma ince bir ağrının girmesine neden olduğunda ne yapacağımı bilemez bir haldeydim.

Bir anda bize döndü üç oğlunun ona anlamsızca baktığını görünce “Annenizi tanıyamadınız mı?” diye sordu. Üçünün de yüzü aynı anda şekil değiştirirken o yüzünü buruşturarak bize baktı. Ardından tekrar kızına odaklandı. Ayza sanki bir komut almış gibi hafifçe eğildi ve “Hoş geldiniz efendim,” diyerek onu selamladı.

Korktuğu belliydi. Bize defalarca kez ondan nefret ettiğini söylemişti. O zaman neden onun önünde eğilip ona saygı duyuyordu?

Şüphe bir zehir gibi içime yayılırken saçma bir şey yapmamak için bir iki adım geriledim. Neler olduğunu anlayamıyordum. Her şey o kadar karmaşıktı ki, kurcaladıkça daha da derine iniyorduk. İyice batıyorduk.

O kızının referansına karşın tıpkı az önce bize yaptığı gibi yüzünü buruşturdu. “Yalakalık yapma bana.” Ayza aldığı komuta karşın kafasını salladı.

Onun kurduğu her cümle emirden oluşuyordu.

Sanki eğitilmiş bir köpeğe komut verir gibiydi.

Bu düşünce beni çok rahatsız ederken araya girmek istesem de nasıl gireceğimi bilmediğim için babama döndüm.

O ise eski karısına bakakalmıştı. On yedi yıl sonra karşısına çıkan eski eşine bakakalmıştı. Bir kere, bir kere Ayza’ya böyle bakmaması canımı sıktı.

Oysa suçlu olan Ayza değildi. Annemdi.

O sıkılmış olmalı ki babama bakarken bir hareketlilik hissettim. Ayza’ya döndüğümde o “Ne olursun yardım edin,” diye bağırdığında hızla harekete geçtim.

O sırada Ayza bir çığlık daha attı. Diğerleri şoktan kitlenmişti. Babamı bu çığlık harekete geçirirken “Sen kimsin ve benim evimden birini benden izinsiz götürebileceğini düşünüyorsun?” sert ve soğuk sesi ile onun bir anlığına göz bebekleri titredi.

Hızla kendini toparlarken bir an gördüklerimden şüphe etmiştim. Babamın sesi beni durduran etken olmuştu. O babamla göz teması kurmamak için inat ederken “Öyle deme eski karınım ne de olsa. Üzülürüm,” dedi.

Ardından Ayza’ya baktı ve yüzünü buruşturdu. “Sırf şunları biraz kendine bağlarsın diye kaçmana müsaade etmiştim onu bile becerememişsin,” şoktan girdiğimiz tepkiyi yanlış anlamıştı anlaşılan.

Ayza’nın yüzüne tükürdü ardından “Anlamıyorsun değil mi? Senin gibi bir kızı kimse sevmez. Senden nefret ettiler değil mi? Tıpkı benim ettiğim gibi.”

Ayza’nın sol gözünden akan bir yaş beni devreye soktu “Uzaklaş Arzu Bülbül. Buradan istediğini alamayacaksın.” Annem anında bana döndü. Öyle mi dercesine bakıyordu.

Benim atağımdan sonra Uraz, Mete, Araz en sonda Kayra bir sur gibi kapıyı kapatmıştık. Ayza’nın bakışlarını görünce ona burukça gülümsedim ve gözlerimi sorun yok dercesine kırptım.

Araz annesine bakarken az öncekine karşın boş bakıyordu. Ayza’ya kavuşma arzusu ile “Senin yanında olduğunun aksine burada onun bir ailesi var. Biz varız. Onu seven abileri ve kardeşleri var,” dedi.

Ayza’nın korkusunun sönüşünü izledim an ve an. Onu bırakmayacağımızı anlamıştı. Yalnız olmadığını anlamıştı.

Ayhan Bey “Onu istediğin gibi götüremezsin,” dedi tekrardan. Annem Araz’ı duymazdan gelse de babamın dediği onu güldürmüştü.

“Sen ona soyadını bile layık görmedin. Himayesi hala bende istediğim yere götürürüm,” dedi sadece. Bu hepimizin durmasını sağlarken Ayza’nın kırgınlığını görmek daha da çok üzdü beni. O sırada kapının arkasından bir ses yükseldi.

“Kimse kimseyi bir yere götürmüyor.”

Şokla arkamı döndüm.

Ben şokla karşımdaki adama bakarken Araz “Barut abi,” diye şakıdı. Barut Araz’a sarılırken bana döndü “Hoş geldin demek yok mu ikiz?”

 

- ♡ ♡ ♡ -

Ve On Dokuzuncu Perde sona erer.

Eğer kitap olarak basılsaydı burası ilk kitabın finali olurdu. Birde özel ek bir sahnem var ama çok kısa, Yirminci Perde'yi görünce anlayacaksınız.

Arzu Ayza'yı almak için çok bile beklemişti bence...

Buraya kadar geldiysen bir yıldızı çok görme lütfen.

Diğer bölümlerde görüşmek üzere.

Sağlıcakla...

Bölüm : 11.10.2024 23:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...