
Öncelikle hoş geldiniz.
Biraz daha karmaşık yerlere geçiş yapacağız; okurken detaylara takılın, boğulmayın.
Teorilerinizi, fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın.
İyi okumalar.
-ON DÖRDÜNCÜ PERDE-
Bölüm Şarkısı; Karsu – Je Suis Malade
“Geçmişimin geleceğime engel olmasına izin vermeyecektim.”
“Sessiz çığlıklar değil sessiz kalınmış çığlıklardı.”
Bir Hafta Sonra
Annem bana yine vuruyordu.
Etraf silikti.
Sonra lavanta kokusu sardı etrafı.
Annem aniden yok oldu.
O gelmişti.
“Özledim Ayza, bir daha gitme.”
Sarılıyor.
Sarılıyorum.
“Gitmeyeceğim, sonsuza kadar yanında kalacağım.”
Gülümsüyor ama üzgün biliyorum.
Nereden bildiğimi bilmiyorum.
“Gideceksin. Sen hep gidersin.”
Ardından ondan ayrılıyorum.
Sarılmak istiyorum geri ama isteğime uymuyor ayaklarım.
“Git. Ben seni hep beklerim.”
“Ablam,” Mete’nin sesi ile gözlerimi açtım. Gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmak için başımı iki yana salladım.
Onu ilk gördüğüm günden beri rüyalarımdan çıkmıyordu. Nedenini anlayamıyordum ama onda bir şeyler vardı biliyordum.
Elimle ağzımı kapatıp esnerken “Günaydın Mete,” dedim. Yanıma gelip bana sarılırken “Günaydın ablam,” demişti.
Bir haftadır neredeyse her zaman yanımdaydı. Araz zaman zaman söylense de ikisinin de sevgisini buram buram hissettiğim için çok şanslı ve çok mutluydum.
Şu bir haftada fark ettiğim bir şey varsa o da Soylu erkeklerinin temas bağımlısı olmasıydı.
Mete kollarımdayken “Kahvaltıya geç kalmayalım. Hadi,” dedim ve hafifçe ittirdim. Gözlerini kıstı “Biz iyiydik ya böyle,” diye söylendi ama dediğime karşı çıkmadan kalktı.
Üzerime bir hırka alırken yan yana merdivenlerden inmeye başladık. Bazen eskisi gibi olacağız diye korksam da Mete bir kere gülümseyince bütün yaşananları unutuyordum.
O günden sonra Tan ona daha bulaşamamıştı bu yüzden Mete eskisinden daha cesur ve neşeli olmuştu. Artık benden korkmadığını bilmek rahatlamama neden oluyordu.
Arkamızdan “Beni de bekleyin!” diyen Araz’ın sesini duyunca Mete ile aynı anda durduk ve ona döndük. Araz koşarak Mete’nin üzerine atladığında ikisi de yere yapıştı.
Tutmaya çalıştığım kahkaham Mete’nin yüz ifadesini görünce serbest kalmıştı. Mete “Ya abi!” diye bağırdığında Araz düştüğü yerden Mete’nin saçını karıştırarak “Abiye ya denmez,” dedi.
Mete gözlerini devirip ayağa kalktığında Araz çoktan yanımda bitmişti. O gün yaşanan olayı bilmediği için kudurduğunu biliyordum.
Ne kadar ısrar etse de kimseye söylememiştik.
“İkizim,” dedi ardından beni sımsıkı sardı. Bu sırada nispet edercesine Mete’ye baktığına emindim. Beni kıskanmaları istemsiz bir şekilde hoşuma gidiyordu.
Üçümüz kol kola yemek odasına girdiğimizde herkesin bizi beklediğini fark etmiştim. Bu biraz çekinmeme neden olsa da hepsi bu bir hafta da fazla üzerime gitmediği için biraz da rahattım.
Birkaç laf dalaşı dışında olumsuz hiçbir şey olmamıştı.
Gerçekten mutluydum.
Yıllarca beklemiş olsam bile değmişti.
Yerlerimize oturduğumuzda Ayhan Bey “Başlayabilirsiniz,” dedi. Onu geldiğimden beri neredeyse hiç görmemiştim. Sadece yemekten yemeğe görüyordum.
İşi mi çok yoğundu yoksa beni görmemek için mi böyleydi bilmiyordum.
Bakışlarımı fark etmesin diye ondan çektim. O sırada Bartu ile göz göze geldik. Ben ona minnetle gülümsesem bile yüzünde bir mimik bile oynamamıştı.
Bozulsam da belli etmeden yemeğime geri döndüm. O gün tek tek bütün velilerle konuşmuş ve ceza almadan kurtulmama neden olmuştu. O yüzden ona minnettardım.
Ama o gün aramızda bir şeylerin değişmesine vesile olmamıştı. Bunu gözlerinden ve hatta tavırlarından da anlayabiliyordum.
Yemekten sonra salona geçtik. Okullar iki haftalık tatiline girmişti. Birkaç dakika sonra Ayhan Bey, Bartu ve Uraz evden çıktığında Kayra, Mete ve Araz’la salonda kalkmıştık.
Bir süre sessizce durduk. Mete’nin dakikada on kere üflemesinden sıkılmış olan Kayra elindeki yastığı Mete’ye fırlattı. “Sussana be!”
Mete böyle bir darbe beklemediği için şaşırırken “Sıkıldım ben,” diye yakındı. Araz kafasını sallarken “Bende sıkıldım. Bir şey yapalım!”
Kayra eline telefonunu alırken “Parka gidin yaşınıza en uygun yer,” diyerek onları iğnelerken bunu fark etmeyen Mete “A çok iyi fikir!” dedi ardından koşarak odasına çıktı.
Kayra arkasından garip bakışlar atarken Araz hınzırca gülerken kolumla onu dürttüm ve “Bizi de peşinde sürükleyecek ayıcıklı pijamanla herkese rezil olmak istemiyorsan kalk ve hazırlan,” dedim.
Araz üzerindeki pijamaya sarıldı ve “Onlar kurban olsun benin pijamama,” dedi. Gözlerimi devirdim ve merdivenlere yöneldim.
Söylene söylene peşimden geldi.
Hızlıca hazırlandıktan sonra aşağı indim. Kapının önünde ayakkabılarımı bağlarken Mete’nin neşeli sesi koridoru dolduruyordu.
“Hadi Ayza, geç kaldık!” kelimeleri uzata uzata söylediği için şu an gözümde beş yaşındaki bir çocuktan farkı yoktu.
“Mete çocuk parkı kaçmıyor. Sakin ol,” diye seslendim ama içimden gülümsedim.
Trençkotumun kemerini bağladım. Soğuk rüzgârın çizgili kazağımın altından sızması içten değildi. Araz mutfağın kapısında duruyordu, kahvesini son bir yudumda bitirip bardağı tezgâha bıraktı.
“Hazır mısın?”
Başımı salladım. Elimdeki küçük, çapraz çantayı omzuma astım.
“Hazırım.”
O an içimde bambaşka bir duygu canlandı. “Hazırım diyorsun Ayza. Peki neye? Anlatmaya mı, susmaya mı, gülümsemeye mi?” kafamı iki yana sallayarak düşüncelerimi uzaklaştırdım.
Kapıdan çıktığımızda kışın soğuğu yüzüme çarptı. Araz yavaş adımlarla ilerliyordu bende yanındaydım. Mete ise biraz daha ileride ellerini iki yana açmış hafifçe koşuyordu.
“Mete düşeceksin!” diye seslendim arkasından korku ile. Çocuksu halleri çoğu zaman hoşuma gitse de korkutucu olduğu da gerçekti.
Mete hafifçe etrafında döndü “Ama uçuyorum Ayza! Bak, bak ne güzel uçuyorum!” İçimde bir şey kıpırdadı.
Küçükken ben de uçuyorum sanırdım.
Ama düşmeden.
O an Mete gibi olabilmek istedim. Onun her zaman düşse onu tutacak abileri vardı. Ama düşündüğüm gibi bu fikirden nefret ettim.
Annem beni değil de Mete’yi alsaydı kötü bir hayata tutsak olacak olan oydu. O dayanamazdı ki.
Sen de dayanamazdın, dedi içimdeki o ses.
Parka vardığımızda gülüşmeler, kaydıraktan kayan çocukların çığlıkları ve hafif bir rüzgâr sesi hakimdi havaya.
Banklardan birine geçip oturdum.
Araz hemen yanımdaydı. Mete ise çoktan salıncağa koşmuştu. Salıncağa olan bakışlarımı görünce “İyi misin?” diye sordu Araz.
“İyiyim,” dedim anında.
İyi değildim. Kaybolmuştum.
O sırada Mete’nin çığlığı geldi “Ayza beni it!” burukça gülümsedim ama ayağa kalktım. Yanan geçmişimin geleceğimi yakmasına izin vermeyecektim.
“Geliyorum!” diye seslendim. Salıncağı ileri geri iterken kendi içimdeki karmaşanın yavaş yavaş dindiğini fark ettim. Mete rüzgârı yakalamaya çalışan küçük bir kuş gibi kollarını açmış kahkaha atıyordu.
Araz da yanıma geldi. Bir süre sonra Mete gitti. Biz arkasından anlamsızca bakarken beş dakika geçmeden geri gelmişti.
Elinde birkaç lastik top vardı. Ona doğru güldüm “Küçük Bey parkın kralı sensin. Şimdi sırada ne var?” diye sordum.
Araz Mete’den önce “Dondurma yakalama!” dedi. O da heyecanlanmıştı. Bu halleri gülmeme neden oldu “O ne ya?” diye sordum bilmediğim için.
Mete güldü “Sen hiç oynamadın mı?”
Kafamı iki yana salladım “Hayır. Oynamadım.”
Çocukken hiç oyun oynamadım.
Bir anlık sessizlik oldu. İkisi de bunu beklemiyordu. Yüzlerinde kısa süreli bir şaşkınlık gezindi ama hemen geri toparlandılar.
Yargılamadılar.
Üzerine bir şey de sormadılar.
Sadece oyunun mantığından bahsettiler. Birbirimize top atıp yakalamaya çalışıyorduk.
Koştuk, güldük, yakalandık. Mete topu bana atarken istemeden Araz’a çarptı. Araz yere düştü ama yere varmadan kahkaha atmaya başlamıştı bile.
O kahkaha öyle bulaşıcıydı ki bende gülmekten kendimi alıkoyamadım.
İlk kez… çok uzun zamandır ilk kez… hiçbir şey düşünmeden gülüyordum. Ne geçmiş ne gelecek. Sadece burası. Şu an vardı.
Sonra saklambaç oynadık. Mete’nin neşe dolu ıslığı kulaklarımda çınlıyordu. Araz beni ağaçların arkasına saklamaya çalışıyordu.
Mete bizi buldukça yeniden kaçtık. Bir ara ebe ben oldum hiçbirini bulamadım. Bir ara Araz oldu hepimizi ebeledi.
Ayaklarımız çamura bulandı. Yere düştüm pantolonuma da bulaştı.
Gün nasıl geçti anlamadım. Güneş yavaş yavaş batıya kayarken bankta oturuyordum. Elimdeki plastik şişeyi kafama dikerken nefes nefeseydim.
Araz yanımda otururken Mete kendini yere atmıştı. “Bugün çok güzeldi,” diye mırıldandım. Onlarla büyümüş olsaydım hayatımda hep kahkahalar olacaktı.
Olsun, diye mırıldandım. Geçmiş geçmişte kalmalıydı. Geçmişimin geleceğime engel olmasına izin vermeyecektim.
Araz beni kolları arasına aldığında ona sıkıca sarıldım. Birilerine sarılmanın hayali ile uyuduğum geceler geldi aklıma. Kafamı iki yana salladım ve ana odaklandım.
“Artık eve gitmemiz lazım,” bunu bize diyen yerde boylu boyunca uzanmış hafif bir tebessümle bize bakan Mete’ydi.
Araz’da aynı fikirde olmalı ki ayağa kalktı ardından bana da elini uzattı. Gülerek elini tuttuğumda hızla beni kendisine çekti.
Göğsüne çarptığımda gülmeme engel olamadım. Ardından geldiğimiz gibi koştura koştura zaman zaman birbirimizi ite kaka dönüş yoluna koyulduk.
Biraz sakinleştiğimizde havanın kararmaya başladığını anca fark edebilmiştim. Birlikte vakit geçirirken zamanın nasıl hızla akıp gittiğini fark edememiştik.
“Uraz abim gelmiş,” Araz sesini biraz alçaltmıştı. Mete de “Babamlar da gelmiş,” diyerek başka bir arabaya baktı.
Evin bahçesine girdiğimiz için ses tonlarına ayar verdikleri belliydi. Bu halleri komik gelse de gülmemek için derin bir nefes verdim.
Eve girdiğimizde Mete çocuksu bir heyecanla içeri koşarken Araz beni beklemişti. Uzattığı koluna girdiğimde yüzünde hoş bir tebessüm vardı. Salona geçtiğimizde Mete’nin sesi odada yankı yapıyordu.
“Baba, baba bugün ablamla parka gittik!”
Ayhan Bey ilgi ile oğluna döndüğünde yüzünde şaşkınlıktan başka duygu aradım. Bulamadım.
“Öyle mi? Neler yaptınız?”
Mete heyecanla yaptıklarımızı anlatmaya başladığında Araz bizi koltuğa çekmişti. Kolları arasında dinlenirken bir yandan Uraz’ın abartılı mimiklerine bakıyordum.
Mete’yi dinlerken yüzü şekilden şekle girmişti. Kayra çıktığımız anı gördüğü için diğerlerine göre çok daha sakindi.
Bakışlarındaki dinginliğin yanında gördüğüm karanlık parıltı gerilmeme neden olsa da gözlerimi kaçırarak gerilimi azaltmaya çalıştım.
Kısa bir süre sonra aşçı yemeğin hazır olduğunu söylemek için yanımıza gelmişti. Yemek odasına geçtiğimizde bu sefer üzgün suratlar yoktu aksine Mete’nin mutluluğu diğerlerine de yansımıştı.
Masada yerime oturduğumda gözlerimi her zamanki gibi masadaki yemeklerin üzerinde gezdirdim. Bakar bakmaz beynimde oluşan matematik denklemi bir süre sonra istemsizce olmaya başlamıştı.
Yemeklere bakarken masadaki sohbetten kopmuştum. “Bence artık yaz tatilini planlamalıyız,” diye bir ses duyduğumda içebileceğime kanaat getirdiğim çorbadan bir yudum alıyordum.
Uraz’ın isteğine karşın Bartu “Yaza daha kaç ay var farkında mısın?” diye sordu. Ses tonu bile bir tatil fikrinden hoşlanmadığını anlamamıza yetiyordu.
Uraz abisinin sorusu üzerine bir şey demedi. Bunun üzerine masada bir sessizlik hâkim oldu. Yemeğime odaklandığımda özellikle küçük lokmalarla yiyordum.
Çünkü bir şeyleri yavaş yersek daha az şeyle doyabilirdim. Küçükken bir öğretmenim öyle söylemişti. Ardından yaptığım araştırma ile her şeyin beyni kandırmaktan ibaret olduğunu öğrenmiştim.
O yüzden diğerleri çorbayı bitirdiğinde ben daha yarılamamıştım bile. Bugün menüde et vardı. Diğerleri ete geçtiğinde hasret kaldığım ete yalnızca bakabildim.
Çorba bitince kuru ekmek yedim. Ardından salatadan yedim parça parça. Yediklerim genzimden geçerken yaksa bile o kadar da üzülmüyordum.
İçimdeki karmaşa kesinlikle bir hüznün ötesindeydi.
Peri masalı sona ermişti.
Buğulanan gözlerimle birbiriyle gülüşerek konuşanları izliyordum. Onlar tamdı, bunca yıl ben yokken de yaptılar, ben onlar için fazlalıktım.
Ben her zaman yarımdım. Ben bunca yıl bir hiçliktim ve onlara muhtacım. Sadece beni annemden korumaları için değil bana sevmeyi öğretmeleri gerekiyordu.
Bana yaşamayı öğretir misin baba?
Gülmekten ağlamayı, düşünce kalkmayı, bana düşmeyi öğretir misin baba? En dipteyken bile bana seni seviyorum der misin, görür müsün beni? Görür müsün ölmek üzere olan bedenimi?
Ben durgunca önüme bakarken Kayra’nın sesi kulaklarımı doldurdu “Hala mı diyettesin, gerçekten mi?” dedi gülerek. O an kendimi o kadar kötü hissediyordum ki “Diyette değilim,” dedim içime kaçan sesim ile.
“Bu kadar az yeme amacın kilo vermek,” dedi beni dinlemeden. Kendinden o kadar emindi ki... Oysaki çok zayıftım. O kadar zayıftım ki hastalık düzeyine bile gelmişti. Kayra bunu göremeyecek kadar kör ben ise bunu söyleyemeyecek kadar yorgundum.
Yine de canımı sevdiğim için ona aksini kanıtlama çabasına girmedim. Araz “Ayza’nın diyete ihtiyacı yok,” dediğinde abisine kötü kötü baktığını gördüm.
Sorun değil dercesine gülümsedim. Gülümsememi görünce biraz daha sakinleşti ve o da bana gülümsedi. Yemeğin sonunda yine bir şekilde doymuştum.
Burnumda tüten ama yiyemediğim ete rağmen.
Ayhan Bey yemeğin bittiğini odadan ayrılarak belli ettiğinde devamında diğerleri de kalktı. En son ben kalktım ve salona doğru ilerlemeye başladık.
Başım dönmeye başlamıştı, bütün vücudum hastalık derecesinde titremeye başladığında arkalarında olduğum için hiçbiri bunu fark etmemişti.
Bacaklarımdaki hakimiyetimi kaybettiğimi hissettiğimde ayakta duramadım ve yere düştüm. Neler oluyordu?
Hesaplamıştım. Hesap yapmıştım. Hiçbir yerde hata yapmadığıma emindim.
Kriz geçiriyordum. Kriz geçiremezdim.
Bacaklarıma giren keskin ağrı ile çığlık attım “Bacaklarım!” Onlar ne olduğunu anlamaya çalışırken bir şeyler diyorlardı ama kulağımda bir uğultu vardı.
Vücudum titremeye başladı ardından boğazımdan yükselen kan dışarı çıksın diye öksürdüm. Kanı gören Araz beni sarsmaya başlarken vücudumdaki bütün hakimiyetimi kaybettim.
- ♡ ♡ ♡-
Geçmiş Altı Yıl Önce
Karnım açlıktan kazınırken annemden yemek bile isteyemiyordum. Annem bir yıldır verdiğim kiloları yetersiz bulmuştu ve bir haftadır ölüm diyeti yapıyordum. Adım atacak halim bile olmadığı için evden çıkmıyordum.
Kilom normal kızlarla aynı olmasına rağmen bir kere kafasına takmıştı. Artık biliyordum. Annemin bu tavırları normal değildi. Bazen gelip beni sevmesi bile normal değildi. Hasta olduğunu düşünüyordum.
Grip gibi değildi ama hastalığı. Duygularını ele geçiren bir hastalık olabilirdi. Bana bazen iyi bazen kötü davranma sebebi de bu olmalıydı. Okuldaki öğretmenime sormam gerekiyordu. Ama aynı zamanda da aklımda bir soru da vardı.
Acaba annemin hangi tavrı hastalıklı olan haliydi? İyi hali mi kötü hali mi? Ben doğduğumdan beri hasta da olabilirdi. Yeni yeni iyileşme olasılığını düşünmeden edemiyordum.
Annemdi ne de olsa. Bana ne kadar kötü davransa bile o olmasa yalnızlıktan delireceğimi de tahmin ediyordum. Bulaşık yıkarken aklımda sayısız düşünce geçiyordu. On bir yaşında olsam bile düşünce yapımın yaşımdan daha olgun olduğunu biliyordum.
Okuldakiler daha hala bebeklerle oynuyordu. Ben ise ev işlerinin tamamını yapmaya başlamıştım. Okuldakileri küçümserken o an bir şey oldu. Elimdeki tabak kaydı ve yüksek bir ses çıkararak yere düştü.
Bin parçaya ayrılmış tabağa bakarken ellerim haddinden daha fazla titriyordu. Annem sesleri duymuş olmalı ki yanımda belirmişti. “Beceriksiz,” bugün kötü gününde olmalıydı. Kafamı eğdim ve “Özür dilerim Efendim,” dedim.
Bu tavrıma gözlerini devirmiş olmalıydı. “Kileri özlemiş olmalısın.” Mutlu bir şekilde söyledikleri ile gözlerimi yumdum. “Ama ben karanlıktan korkuyorum,” dedim. Normalde evden atardı ama havalar sıcak olmaya başlayınca kileri daha uygun bir ceza olarak görüyordu.
Kiler diyorduk ama bodrumdu aslında. “Daha da iyi,” dedi ve elleri saçlarıma gitti. Kestiğim saçlarımı tutamayacağını hatırlayınca kolumdan tuttu ve kilere götürdü. Kapıyı açtığı gibi ittirdi ve merdivenlerden aşağı doğru düşmeye başladım.
Kapıyı yüzüme kapatıp kilitlerken karanlık korkudan titrememe sebep olmuştu. Birkaç kere daha buraya kapatmıştı ama hiçbirinde bu kadar karanlık gelmemişti. Dizlerimin bağı çözülürken ayağa kalkma çalışmalarım sonuç vermedi.
Bacaklarımı hissetmiyordum. Bu normal değildi. Bacaklarıma vurduğunda bile asla uyuşmazdı. “Anne! Bacaklarımı hissetmiyorum,” diye çığlık attım. Ardından aklıma buranın ses geçirmez olduğu geldi.
Yardım çığlıklarımı duymayacaktı.
Çığlık atmayı bıraktı Ayza.
Arzu’nun aslında onu duyduğunu bilseydi çığlık çığlığa bağırırdı. Onun çığlıkları hiçbir zaman sessiz olmamıştı. Sessiz çığlıklar değil sessiz kalınmış çığlıklardı onunkiler.
Ayza o gün kriz geçirmişti. Tip 1 şeker hastalığına o gün patlak vermişti. Doktor ne kadar genetik olduğunu söylese bile ölüm diyeti yapmasaydı olmama olasılığı da vardı.
İlk krizi değildi son da olmayacaktı.
- ♡ ♡ ♡-
Ve On Dördüncü Perde sona erer...
Kayra...
Ayza'ya böyle anlarda feci sarılmak istiyorum.
Yıldıza basar mısınız?
Teşekkürler...
Diğer bölümlerde görüşmek üzere.
Sağlıcakla...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.34k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |