13. Bölüm

-On İkinci Perde-

bal leydi
balleydii

Öncelikle hoş geldiniz.

Kemerlerinizi bağlayın ve kendinizi bölüme bırakın!

Okurken fikirlerinizi yorumlarda belirtmeyi unutmayın.

İyi okumalar.

-ON İKİNCİ PERDE-

Bölüm Şarkısı; La Alegria

“İnsanlığı, inceliği biraz bilseydiniz; beni böyle kırmaz, incitmezdiniz…”

Felah bana doğru geliyordu.

Önümdeydi.

Elleri saçlarımdaydı.

Saçlarımı okşuyordu.

Ardından bir anda yok oldu.

Yerin ayağımın altında sallandığını hissettim.

Bir koku sardı her tarafı.

Lavanta kokuyordu.

Elimde bir buket vardı.

Felah, o ağlıyordu?

Buketi ona veriyordum.

“Gitme Ayza bir daha gitme,” diye bağırdı.

Sonra düştüm.

Boşluğa süzüldüm.

Zıplayarak uyandığımda korku ile elimi kalbime götürdüm. O kadar gerçekçiydi ki korkmadan edememiştim.

Bana ne olmuştu?

Dünü hatırlamaya çalıştığımda hatırladığım anlar kesik kesikti. Uraz’ın beni kendime getirmeye çalıştığını hatırlıyordum. Devamında birinin beni kolları arasında uyuttuğunu.

Sahi abilerimden hiçbiri beni kolları arasında uyutmazdı. Araz’ın kokusuna ise aşinaydım o da olamazdı. Kimdi acaba? Merak içimi sararken utancımdan kimseye soramayacağımı da biliyordum.

Saate baktığımda dokuzu geçtiğini görünce hızla yattığım yerden fırladım. Ben bu kadar uyumazdım ki. Okul vardı. Hızla çantamı alıp odadan çıktım.

Merdivenleri koşarak inerken aniden karşıma çıkan Uraz’a sertçe çarptım. Uraz yere düşmemem için beni havada yakalayıp kendine çekerken göğsüne sertçe çarpmıştım.

“Kollarıma düşmelerin yetmedi mi?” diye sordu alayla. Gerçekten nedense hep onun kolları arasında bulmuştum kendimi. Geri çekildiğimde hafifçe beni süzdü.

“Nereye?” diye sorarken kahkaha atmamak için zor duruyor gibiydi. Ne olduğunu anlamak için ona bakarken “Okula geç kalmışım,” dediğimde daha fazla kendisini tutamadı ve gür bir kahkaha attı.

Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken onun gülmekten gözünden yaş gelmişti. Sonunda konuşabilecek kadar sakinleştiğinde “Bugün Cumartesi,” dedi ardından tekrar gülmeye başladı.

Utançla elimi yüzüme götürdüğümde o devam etti “Birde okula sabahlıkla mı gitmeyi düşünüyordun?” soruyu sorarken gülmemeye çalıştığı için sesi garip çıkmıştı.

Rezil olmama rağmen bu hali içimi ısıtmıştı. Muhtemelen yarın ya da bir saat sonra benden nefret ettiğini yüzüme vuracaktı ama anda kalmak güzeldi.

An oydu.

Üzerimdeki sabahlığa baktığımda gece yarısı sıcaktan uyanıp bunu giydiğimi hatırladım. Neyse ki fazla açık değildi.

Arkadan “Ne oluyor?” diye soran bir ses duyduğumda anın büyüsü bozuldu. Uraz’ın tebessümü anında solarken benden sanki suç işlemiş gibi uzaklaştı.

Ayhan Bey yanımıza geldiğinde ikimizde sorusuna cevap vermemiştik. Uraz bana “Kahvaltı hazır,” dediğinde kafamı salladım “Ben beş dakikaya geliyorum,” dedim ardından sabahlığı daha düzgün bir kıyafetle değiştirmek için odama çıktım.

-♡ ♡ ♡-

Yemek sonuna kadar kimse konuşmamıştı. Muhtemelen onlar dün akşam olan olayı unutmuşlardı ya da önemsiz olduğuna karar vermişlerdi.

Devamında Uraz üniversiteden bir arkadaşı ile buluşacağını söyleyip evden ayrılırken yanına Araz’ı da almıştı. Ayhan Bey şirketine giderken Bartu da karakola gitmişti.

Evde Kayra, Mete ve ben kalmıştık. Kayra olduğu için korkuma engel olamadan oradan ayrılmıştım. Uraz yokken onu gitarlarına dokunmak istemediğim için aklımdakinin aksine kütüphaneye yöneldim.

Girdiğim an burnumu o yeni alınmış kitap kokusu doldu burnuma. Huzurla gözlerimi kapattım. Bu kokuya aşıktım. Gözlerimi açtıktan sonra raflar arasında kaybolmuştum.

Ne kadar süre gezindim hatırlamıyorum elime bir sürü kitap değmişti. En son elimde “Bir Yaz Gecesi Rüyası” kalmıştı. Güzele benziyordu.

Kitapla birlikte odama geçtiğimde havaya yakınmakla meşguldüm. Daha dün hava yağmurlu iken şu an güneşliydi. Terlemiştim. Kurtulmak istercesine odamdan çıktım ve aşağı indim.

Arka bahçeye yönelirken iki kişinin çıkaramayacağı kadar çok ses vardı. Yüzümü buruştururken sesin kaynağına yürüdüm.

Arka bahçede bir grup erkek vardı. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken elimdeki kitap yere düşmüştü. Zeminden kaynaklı sert bir ses çıktığında bütün gözler bana dönmüştü.

Tam sayamadığım altı ya da yedi tanımadığım erkek bana bakıyordu. “Kimsiniz?” diye sordum duygularımın aksine sert bir sesle.

O sırada arkamda birini hissettim “Arkadaşlarım. Odandan çıkmazsın sanmıştım.” Kayra’nın sesi anlık korkmama neden olsa da bir şey dememiştim.

Aşağı inmemi beklediğini sesinden anlamıştım. Hiçbirinin yüzüne bile bakmadan gözüme kestirdiğim ağacın altına oturdum ve kitabımı okumaya başladım.

Birkaç dakika sonra onlar bağıra çağıra futbol oynamaya başlarken ben çoktan kitaba kapılmıştım. Okurken aklıma kendi hayatımı getirmeden duramıyordum.

Elimdeki kalemin arkasını kemirmeye başlarken gözlerim bir cümlede takılı kaldı.

“İnsanlığı, inceliği biraz bilseydiniz; beni böyle kırmaz, incitmezdiniz…”

Gülümsedim, burukça…

Ardından devam ettim. Zaman zaman bağırma sesleri dikkatimi da yine bir cümlede takılı kalana kadar durmadım. Bir aşk hikayesi idi. Kavuşması zor olanlardan…

“İnsan mutsuzsa, uyku iflas ediyor.”

Aklıma uyuyamadığı günler geldi. Uyku sorunlarım bazen öyle bir raddeye geliyordu ki kendimi narkozla uyutuyordum.

Uykusuzluk sanıldığının aksine gerçekten uzun vadede sağlığa zarar veren bir şeydi. Tek etkisi yorgunlukla sınırlı değildi. Üç gün veya daha uzun süre uykusuz kalmanın halüsinasyonlara neden olabileceği biliniyordu. Bazen bende etrafımda gölgeler görüyorum. Çok korkunçlar.

Sonra mesela bağışıklık sistemi zayıflıyor, odak süren azalıyor ve daha bir sürü şey… Bunlara rağmen uyuyamamak ise ölüm gibi.

O sırada yüzüme aldığım darbe ile düşüncelerimi bıçak gibi kesti. Öyle sert bir darbe ki kafamın ağaca sertçe çarptığını içeride sanki beynimin salladığını hissettim.

Tokat değildi ama bir an ne olduğunu da anlayamadım. Kitaba o kadar dalmıştım ki beklenmedik olmuştu. “Ayza, Ayza,” birinin ismimi zikrettiğini fark edince ona döndüm.

Araz endişe ile karışık pişmanlık ile bana bakıyordu. O an top çarptığını anlamıştım. Gözlerimi yumup açarken “İyiyim,” dedim.

Kayra’nın arkadaşları ve Mete’yi gördüğümde bakışlarımı yine yere kilitledim. Bu kadar erkeğin olduğu bir ortamda durmak istemiyordum.

Kayra “Özür dilerim,” dediğinde onu umursamadan “Ben buz almaya gidiyorum,” dedim ve kaçarcasına eve girdim. Mutfağa girdiğimde bir yandan ağrıyan başıma masaj yapıyordum.

Ağız tadıyla kitap okumak bile yoktu bana.

Aradığım buzu bulduğumda mutfak sandalyesine çöktüm ve buzu şişeceğinden emin olduğum elmacık kemiğime götürdüm. Gerçekten ağlamak istiyordum.

Ağlamamak için derin derin nefesler alırken mutfağın kapısı açıldı. Ağrım o kadar çoktu ki geleni umursamamıştım bile.

Yaklaşıl bir dakika sonra bana uzatılan su ile kafamı kaldırdım. Muhtemelen Kayra’nın arkadaşı olan sarışın bir çocuk bana gülümsüyordu.

Suyu alıp kafama diktiğimde “Daha iyi misin?” diye sordu. Nezaketinden dolayı terslemek yerine kafamı belli belirsiz salladım.

Boşuna diklenmeye gerek yoktu.

Elimdeki bitmiş su bardağını incelerken “Nasılsın?” diye sordu bu sefer. Ona döndüm az önce iyi olup olmadığımı sormamış mıydı zaten?

İnkâr edemeyeceğim şekilde yakışıklı yüzüne bakarken “İyiyim sen nasılsın?” diye sordum bu sefer. Sandalyesini benimkine yaklaştırırken “Bende iyiyim,” dedi.

Bir şey demeden ona baktığımı fark edince konuştu. “Çok güzelsin. Uzun zamandır senin kadar güzel bir kızla konuşmamıştım.”

“Başka kapıya,” dedim sert bir şekilde. Niyetini ilk saniyeden tahmin etmiştim ama bu kadar çabuk söylemesi benim için beklenmedik olmuştu.

Odadan çıkmak için ayağa kalktığımda hızla kolumdan tuttu ve beni duvara dayadı. Gözlerim büyürken kurtulmak için çırpındım.

“Sadece eğleneceğiz,” dedi yüzünü yüzüme yaklaştırırken. Bir elini ağzıma dayamıştı, diğer eli ise kaçış yolumu kapatıyordu.

Bacakları ile iyice duvara kilitlemişti. Yapılıydı, hiç şansım yoktu. Sol gözümden bir yaş aktığında muhtemelen beni öpmek için elini çekti.

Çektiği anda tüm gücümü kafama yönlendirdim ve burnuna kafa attım. Anında geri çekildiğinde “Yardım edin!” diye bağırdım ve kapıdan dışarı fırladım. O sırada içimde hapsolan hıçkırıklarım serbest kalmıştı.

Ben dış kapıya koşarken aynı anda kapı açıldı ve Mete koşarak içeri girdi. Beni gördüğünde durdu. Hırpalanmış, ağlamıştım. Muhtemelen topun geldiği yer şişmiş ve morarmıştı. Çocuk eliyle ağzımı sıktığı için orası da kızarmış olmalıydı. Bitik bir haldeydim.

Mete’nin arkasından ismini bilmediğim Kayra’nın arkadaşları en sonda Kayra girmişti. Çok ani olduğu için sessizlik hakimdi.

Sonunda biri “Ne oldu?” diye sordu. Cevap verecek halde değildim. Hıçkırıklarım boş salonda yankılanıyordu.

O sırada mutfaktan onun sesi geldi. “Naz yapıyorum diyorsun yani,” dedi ardından bir küfür savurdu. Benim anlatmama kalmadan herkes zaten olayı anlamıştı. Tekrar gelir diye hızla bana en yakın kişinin yani Mete’nin arkasına saklandım.

O an Mete’nin gözlerindeki parçalanma duygusunu görünce daha içli ağlamaya başladım. Kaç gündür o kadar çok içime atmıştım ki…

Kayra’nın birkaç arkadaşı mutfağa doğru koştuğunda ben Mete’nin arkasında kıvrılmış ağlıyordum. Mete bana döndü “Geçti,” dedi.

Geçmemişti.

Sessiz kaldım.

Benim gibi o da yere eğildi ardından “Sana,” nasıl soracağını bilemiyor olacak ki duraksadı.

“Sana dokundu mu?”

“Hayır,”

“Doğruyu söyle.”

“Bana dokunmadı ama dokunmak üzereydi.”

Bunu demem ile normalde yaptığı gibi kaçmadı. Aksine bana sımsıkı sarıldı. Şaşırmıştım ama ağlamama rağmen o an gülümsedim ve kollarının arasına sığındım.

Benden yaşça küçük olsa bile aynısı cüsse açısından söylenemezdi. Kolları arasından minicik kalmıştım. “Bu kadar geç kaldığım için özür dilerim abla,” dediğinde içimde bir şeyler kırıldı.

Her zaman Umut’un bana abla demesini beklemiştim, şu an kollarının arasında olduğum kişi Umut değildi belki de ama yine de benim kardeşimdi.

“Olsun, en azından geldin. Ablana bu da yeter,”

-♡ ♡ ♡-

İki Gün Sonra

Yaşanan olaydan sonra evden zorunlu ihtiyaçlarımı karşılamak dışında çıkmamıştım. Mete’nin beni kabul etmesine bile adam akıllı sevinememiştim.

Sadece sakin bir hayat istiyordum.

Aynadan kendimi kontrol ettikten sonra ilaçlarımı aldım ve odadan çıktım. Okulun ara tatile girmesine bir hafta kalmıştı.

Aşağı indiğimde Araz hemen yanıma geldi ve bana sarıldı. O gün yaşananları kimse detayları ile bilmiyordu ama iyi şeyler olmadığına hemfikirdiler.

Mete’de Araz’ın ardından yanıma gelmişti. Ona döndüm ve gülümsedim “Nasılsın ablam?” sorumun üzerine birkaç kişinin şaşkınlık dolu bakışları üzerime yönelmişti.

Mete bir an şaşırsa da bozuntuya vermedi.

“İyiyim ablam. Sen nasılsın?”

“Tabii ki de mükemmelim!”

Bu halime güldü, bu haline güldüm.

Üçümüzün okul yolu bol gülümseme ve kahkaha dolu olmuştu. Kayra ise her zamankinin aksine sessiz kalmıştı.

Sınıfa girdiğimizde Arda “Prenses gelmiş,” diyerek beni selamlarken “Sana da günaydın Arda,” diyerek karşılık verdim.

Bu haline gülerken bakışları yanağımdaki kocaman morluğu fark edince donuklaştı. Daha yakından bakmak için bana doğru bir adım attığına Araz’ın arkasına geçtim.

Yiğit şaşkınlıkla sordu “Ne oldu sana?” Bora abinin bakışları yanağımda gezinirken sessizliğini korudu. Araz cevap vermeyeceğimi anlayınca “Top geldi,” diye açıkladı.

Geçmiş olsun dileklerinden sonra dersler çabucak başlamıştı. Güne sayısal derslerle başladıktan sonra sıra edebiyat dersine gelmişti.

Hocamız sınıfa girdiğinde onu ilk kez gördüğüm için biraz heyecanlıydım. Matematiğim çok iyi olmasına rağmen en sevdiğim ders hep Edebiyat olmuştu.

Hoca oturmamızı söyledikten sonra kendisi de onun için ayrılmış yere oturdu. Diğer öğretmenlerimize nazaran biraz daha yaşlıydı, ağarmaya yüz tutmuş siyah saçlarına rağmen alımlı bir kadındı.

Yoklama alındıktan sonra “Bugün ders yapmayacağız,” dedi. Elindeki sararmış kağıtları seçtiği bir öğrenci ile hepimize dağıtırken “Biliyorsunuz konumuz şiirler. Kaç haftadır anlatıyorum, artık pratik zamanı.”

Önümdeki kâğıda boş bakışlar attım. Yazmak benim için pek kolay değildi. Genelde basit cümleler kurar insanların yüzünün buruşmasına neden olurdum.

Hoca ayağa kalktı ve kırmızı bir başlık attı.

“İstenenler:”

Ardından devam etti.

“Bu şiir, dört kıtalık, çapraz kafiye düzenine sahip, serbest ölçüyle yazılmış bir lirizm örneği olup, zamanın ve kaybolan umutların etkisiyle insanın içsel yolculuğunu, hüzün ve melankoliyle işlemelidir.”

Tahtaya bakarken kalemi dişledim. Bütün sınıftan aynı anda isyan sesi yükselirken benim dudaklarım aksine iki yana kıvrıldı.

Kâğıdı önüme çektim ve düşüncelerime odaklandım. İçimde birikenleri iki kırata sığdırmak zor olacak ama deneyeceğim. Lirizmmiş adı. Ben yaşadıklarıma “hayat” diyordum.

Yazdığım şiir bittiğinde bir kez daha okudum. Serbest ölçü istemişti hoca. Ama benim ölçüm, kalbimin ritmi oldu. Hüzünle dokundum kelimelere… melankoli ile sardım dizeleri.

Beldi de bu yüzden hiç tam olamadım ama eksik de olsa, içimden gelen bu.

Hoca ben yazarken yazmak istemeyen herkesi çoktan susturmuştu. Derin bir sessizlik hakimdi sınıfa ama herkesin kafasının içi meydan muharebesiydi.

Hoca yarım saat süre verdi. Araz’ın yarım saat içinde en az yüz kere ofladığına emindim. Ardından teker teker herkes şiiri okumaya başlamıştı.

Sıra Arda’ya geldiğinde merakla onlara döndüm. Edebiyat hocası “Hadi Arda,” dediğinde Arda ayağa kalktı ve gür bir sesle şiirini okumaya başladı.

“Zaman akıyor; çay gibi demli ve sıcak,
Ben tostumun arasına umut koymuşum.
İnek geçmiş, zil çalmış, kaçmışız uçarak
Bir düş kurmuşum kantinde sonra bozmuşum.”

Arda şiirini okurken bütün sınıf kahkahaya boğulmuştu. Şiirin komikliğinin yanında Arda’nın okuma şekli de büyük bir etkendi.

Arda bizi umursamadan devam etti.

“Gelecek belki de erteledi bizi,
Ödevler kaldı, umutlar hep eksik.
Zil sustu, hayat kaldı tam bu çizgi,
Bir sene geçti ben hala “Neyse ya” derim komik.”

Bu kadar komik bir şiirde nasıl hocanın istediği her şeyi yapabilmişti anlam veremiyordum. Hoca bile kahkahasını tutamazken ekledi “Örneğini asla unutmayacağım Arda.”

Ardından son hız herkes okumaya devam etmişti. Sıra bana geldiğinde “Haydi, sıradaki sen…” dedi. Adımı bilmediği için sonu açık kalmıştı.

“Ayza,” diyerek ismimi söyledim. Ardından ayağa kalktım. Kalbim dizelerden hızlı atıyor. Gözlerimi kâğıda değil boşluğa dikiyorum. Sesim titrek ama kelimelerim sağlam.

“Zaman, suskun bir nehir gibi aktı,
Taşlara çarptım, benliğim parçalandı.
Bir gül düşerken geceye ağlaktı,
Korkusuz kaldım, renksiz bir masaldı.

Ay bile sormadı halimi göğe,
Sessizliğe sarındım, unutuş giydim.
Bir dua gibi karıştım boşluğa,
Adımı kaybettim, kendime değdim.”

Sınıfta bir sessizlik oluyor. Ne bir fısıltı ne bir öksürük. Gözlerim hocaya kayıyor o da yüzüme doğrudan bakıyor. Dudaklarında buruk bir gülümseme var ama gözleri ciddiyetle parlıyor.

“Duygun güçlü, imgelerin ayakta ve düşmeden yürüyor. Güzünle şekillenen kelimelerin içe işliyor.” Hocayı memnun etmenin hevesi ile gülümserken hoca ekledi.

“Edebiyat seninle yol yürümek istiyor Ayza. Sakın geri dönme.”

Ardından ben yerime oturuyorum. Zaman geçiyor ama ben sanki o anda kalıyorum. Sınıf arkadaşlarım belki fark etmediler, belki birkaç not alıp geçtiler. Ama ben o an bütün içsel dünyamın başka bir boyutu ile karşılaştım. Kimseyle paylaşmayacağım, sadece kendimle yaşayacağım bir dünya…

-♡ ♡ ♡-

Ve On İkinci Perde sona erer.

Kayra... Çok hata yapıyorsun çocuğum çok.

Buraya kadar geldiyseniz yıldıza basarak destek olmayı unutmayın.

Diğer bölümlerde görüşmek üzere.

Sağlıcakla...

Bölüm : 28.08.2024 14:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...