20. Bölüm

-On Sekizinci Perde-

bal leydi
balleydii

Öncelikle hoş geldiniz.

Bol kaoslu ve Felah'lı bir bölüm ile karşı karşıyasınız.

Kemerlerinizi bağlayın!

Fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın.

İyi okumalar.

-ON SEKİZİNCİ BÖLÜM-

Bölüm Şarkısı; Büklüm Büklüm

“İyi olduğunu inandırmaya çalışman iyi olmadığının en büyük kanıtıdır.”

Birkaç saniye arkasından baksam da kapıda kalan tek kişi olduğumu fark edince peşinden oturma odasına geçtim.

Bartu, Uraz ve Kayra büyükten küçüğe üçlü bir koltuğa yerleşmişti. Hemen karşısındaki üçlü koltuğa ise Araz, Araz’ın hemen yanında onunla konuşmaya çalışan Birce ve Mete vardı.

Murat Bey ve Ayhan Bey tekli koltuklara geçmişken kalan tek boş yer onun yanıydı. Az önce yaşanan olaydan kaynaklı çekingen bir tavır ile yanına oturdum.

Yine etrafa hâkim olan lavanta kokusu ile kısa bir an aklım karışsa da hemen toparladım. Bir süre sessiz bir şekilde diğerlerini izledim.

Bartu ve Uraz derin bir sohbet içerisindeyken Kayra sessizce oturuyordu. Merakıma engel olamıyordum, belki direkt ona soramayacak kadar gururum vardı ama Araz ya da Mete’nin desteği ile sorununu öğrenebilirdim.

Ayhan Bey ve Murat Bey her zamanki gibi iş konuşuyorlardı. İki saniye bakmam anlamam için yeterli olmuştu.

Bakışlarımı asıl komediye çevirdim.

Birce bir Araz’a bir Mete’ye dönüyor ikisi ile de aynı anda konuşmaya çalışıyordu. Araz ve Mete’nin birbirlerine attıkları çaresiz bakışlar kıkırdamama neden olduğunda bir çift gözün üzerimde olduğunu hissetmiştim ama oralı olmadım.

Bir süre sonra sıkıntıdan oflamaya geçtiğim bir evrede sorusunu duyunca bir an irkildim. “Nasıl oldun?” gülümsedim ve sırtımı dikleştirdim.

“İyiyim.”

“Değilsin.”

“Nasıl bu kadar eminsin?” diye sordum. Küstah ve kendinden emin hali sinirimi bozmuştu.

Felah sanki soracağımdan eminmiş gibi baktı ardından açıkladı.

“Çünkü öyle görünme çabasına girdin. İyi olduğunu inandırmaya çalışman iyi olmadığının en büyük kanıtıdır.”

Dudaklarım aralansa da ne diyeceğimi bilemediğim için geri kapandı. Afalladığımı görünce gülümsedi ardından konuyu değiştirerek “Seni de ne zaman görsek başına bir şey geliyor kara kedi gibi kızsın ama uğursuzlukları kendi üzerine çekiyorsun,” dedi alaycı bir tavırla.

İstemsiz gülerken gerçekten de öyle olduğunun farkına varmıştım. İlk sırılsıklam olduğumda tanışmıştık. Devamında önünde panik atak krizi geçirmiş şu anda da şeker krizi geçirdiğim için ziyaretime gelmişti.

“Daha fazla başıma bela açmalıyım desene,” dediğimde donakalan taraf sadece o olmamıştı. Dilimi ısırdım ve utançla gözlerimi kaçırdım.

Birkaç saniye sonra “Ne zaman istersen o zaman yanında olurum,” diye mırıldandı. İçtenlikle gülümsedim, bir an gözüme çok tatlı gözükmüştü.

“Olur,” cevabımı duyduğunda omuzlarının hafif çöktüğünü gördüm. Cevabımı beklerken gerilmiş olmalıydı. Bu yüzümde bir tebessüme yol açtığında Felah “Ama sana ulaşmam için telefon numarana ihtiyacım var,” diyerek isteğini belirtti.

Buraya geldikten sonra telefonumu yenilemiştim. O yüzden “Telefonunu ver numaramı kaydedeyim,” dedim. Anında telefonu elime ulaşırken numaramı yazdım.

Kendimi nasıl kaydetsem bilemediğim için kaydetmeden ona verdim. Çevik bir hareketle beni kaydetti ve telefonu geri cebine attı.

Geri bana odaklandığında anlamsız bir onu inceleme arzusu ile doldum. Siyah saçları dağınıktı, kötü bir görüntü yaratması gerekirken aksine ona ayrı bir hava katıyordu.

Gözleri saçları ile neredeyse aynı renkti. O kadar koyu bir kahverengiydi ki çok yakından bakılmazsa siyah gibi duruyordu.

Boyu uzundu, diğer detaylar pek önemli değildi. Dikkatimi en çok çeken şey kolundaki dövmelerdi. Net bir şekilde göremiyordum.

Keşke yakından inceleme şansım olsaydı.

O anda Felah’ın yamuk bir gülümseme ile bana baktığını fark edince utançla gözlerimi kaçırdım. Bu konu hakkında yorum yapmadı.

Aniden ortamı bölen telefon sesi ile dikkatimi Batu’ya verdim. Zaten aramayı bekliyormuş gibi hiç şaşmadan telefonu açtı.

“Alo,” sesi görüntüsünün aksine gergindi. Karşı tarafı dinlerken kaşları yavaşça çatıldı, ardından ayağa kalktı. Onun ayağa kalkması ile herkes ona dönerken o bundan habersiz bir şekilde odadan çıktı.

Çok değil en fazla bir dakika içerisinde dış kapının açılma sesi duyuldu. Kayra merakına engel olamazken “Kim geldi?” diye sordu.

Sorunun cevabını bilen tek kişi Bartu olduğu için sorusu rüzgâra karıştı. Kapı açıldığında gördüğüm yüzle ayağa kalktım.

Felah’ın yoğun bakışlarını hissedebiliyordum. Onun yanımda olduğunu hissettiren lavanta kokusu eşliğinde karşımdaki adama gülümseyerek baktım.

Felah’tan uzaklaşırken salondan içeri giren adama doğru paytak adımlarla ilerledim. Odaya girdiğinde en az Bartu kadar gergin yüzü bir sorun olduğunu belli etse bile gözleri ona doğru koşan beni görünce kısıldı ardından kocaman gülümsedi.

Ben ona sıkıca sarılmadan önce “Kuzen,” diye selamlamıştı. Üzerine abandığımda beni kucaklaması ve etrafında döndürmesi zor olmamıştı.

O gün bir saati bile aşmamış olan konuşmamıza rağmen kolları arasında huzuru bulmuştum. Çünkü o zor günümde yanımda olmuştu, sevgisini ve bağımlılığını hissettirmişti.

Zamanı doğru kullanan birisi için bir dakika diğerlerinin bir saatinden daha manalı geçebiliyordu.

O zamanı doğru kullananlardan biriydi.

“Abim,” dedim bende sevgiyle. Sesim yüzüm boynuna gömülü olduğu için oldukça boğuk ama duygu dolu çıkmıştı.

Uraz “Siz nereden tanışıyorsunuz?” diye sorduğunda büyülü an bozulmuştu. Ona yandan bir bakış atsam da umursamadı.

Yusuf abim daha önce olanlardan bahsetmeyeceğine söz verdiği için tam gözlerimin içine bakıyordu. Yalanıma ortak olacaktı ama asıl yalancı olmayacaktı.

“Sizin evinizi bulmak sandığınızdan çok daha zor,” diyerek ucu açık bir anlatımda bulundum. Üzerine kimse soru sormadı.

Az önce Felah’la tek başımıza oturduğumuz koltuğa Yusuf abimle birlikte oturmuştuk. Beni kollarının arasına aldığında bakışlarım diğerlerine takıldı.

Uraz kaşlarını çatmış bir şekilde doğrudan yüzümüze bakarken Kayra ara sıra kaçamak bakışlarla yetiniyordu. Bartu ise bizim olduğumuz tarafa hiç bakmamıştı. Ama huzursuzluğu bir kilometre öteden bile anlaşılabilir seviyeye gelmişti.

Onları rahatsız eden şeyin ne olduğunu anlamasam da onlara sırıtarak bakan Araz’a baş başa kaldığımız bir anda sormayı aklımın bir köşesine yazdım.

Yusuf abimle konuşmaya başladık. Türlü türlü konulardan durmaksızın uzunca bir süre konuştuk. O an ne konuştuğumuzun bir önemi yoktu. Ertesi gün uyandığımda konuştuğumuz çoğu şeyi hatırlamayacaktım.

Önemli olan bana değer vermesi ve bunu hissettirmesiydi.

Beni anlamıştı.

Bu süre zarfında diğerleri ara sıra kendi aralarında ya da bizimle konuşsalar bile genelde sessizliklerini korumuşlardı.

Ardından Yusuf abim işi olduğunu söyleyerek ayaklandığında uykum olduğunu söyleyerek peşinden odama çıkmıştım.

- ♡ ♡ ♡-

Araz’dan

Ayza Yusuf abimin peşinden odadan çıktığında fazla bir zaman geçmeden Murat Bey saatin geç olduğunu gitme vakitlerini geldiğini söylemişti.

Birce coşkulu bir şekilde hepimize veda ettiğinde sonunda evde biz bize kalmıştık. Babam her zaman yaptığını yapıp bizi yalnız bıraktığında Uraz abim “Gördünüz mü?” diye sordu.

Onun sinirli halleri yüzümde derin bir tebessüme neden olurken görmemeleri için başımı eğmiştim. Mete’nin de benimle aynı durumda olduğundan emindim.

Onla birlikte abilerimizi defalarca kez pişman olacakları konusunda uyarmıştık.

Bizi dinlememişlerdi.

Şu an yavaş yavaş hepsinin pişman olduğunu görmenin zevkini anlatamazdım. Kayra abim “Hepimizden önce o uyuza abi dediğine inanamıyorum,” diyerek Uraz’ı destekledi.

Mete daha fazla sessiz kalmak istememiş olacak ki “Defalarca kez sizi uyardık,” dedi. Kayra abim anında başını eğdiğinde ona daha dikkatli bakmaya başladım.

Ayza kriz geçirdiği günden beri hareketleri daha farklıydı. Eskiden Ayza’nın her hareketine laf ederken şu an onunla göz teması kurmaktan bile çekiniyordu.

Aklıma gelen olasılık kanımı dondururken Kayra abim ona olan bakışlarımı fark etmişti. Bana anlamsızca bakarken hızla oturduğum yerden kalktım ve yanına gittim.

Bakışlarım onu korkutmuş olmalı ki o da ayağa kalktı. Tam “Ne oluyor?” diye soracaktı ki yakasına yapışmam ile sorusu yarıda kaldı.

“Sen mi yaptın?” kükrercesine çıkan sesim beni bile ürkütürken Kayra abimin gözleri büyüdü. Ağzını açtığı an bir kez daha sarstım.

“Ne yaptım ona?”

“B-ben…”

Sırtını duvarla kavuşturduğumda çevremden çokça ses geliyordu. Hepsini es geçtim ve tamamen ona odaklandım.

“Sen!”

“İsteyerek olmadı,” dediği an yumruğumu arkasındaki duvara sertçe vurdum. Çıkan ses ürkmesini sağlarken gözleri dışında vücudu tepkisizdi.

“Nasıl kıyarsın lan sen ona?”

Bu sefer hedef duvar değil yüzü olurken devam ettim.

“O senin kardeşin!”

“Nasıl yaparsın!”

“Sen nasıl bir insansın?”

Artık ayakta duramıyordu. Yerde üzerine çıkmıştım. Beni engellemeye çalışan kolların varlığını hissediyordum. Sesler vardı ama bulanıktı.

Bunu Ayza’ya nasıl yapardı? Hiç mi düşünmemişti?

Yaralı bir ruhu durmadan kanatmışlardı.

Düşünceler zihnimi ele geçirirken deli gibi titremeye ona vururken bir yandan bağırmaya başlamıştım. Sesimi baskılayan bir çığlık sesi duyduğumda gerçekliğe döndüm.

“Dur. Dur artık!” Ayza’nın boğazını yırtarcasına bağırması ile ona döndüm. Ağlıyordu. Ağlamasındı.

Seni hep ağlatmışlar zaten ağlama daha fazla, demek istesem de diyemedim.

O sırada abimler fırsattan yararlanarak beni kaldırdılar. O sırada Kayra abime baktım. Yüzü gözü kan içerisinde kalmıştı.

Ellerime baktım.

Ellerimdeki kan onun kanıydı.

Ayza koşarak yanıma geldi ve bana sımsıkı sarıldı. Başım yorgunlukla onun omzuna düştüğünde ağlamaya başladım

Hıçkıra hıçkıra ağladım. Ayza’ya ağladım.

Yaşamak zorunda olduklarına ve yaşayamadıklarına…

-♡ ♡ ♡-

Ayza’dan

Bu yaşıma kadar hayatım hiç sıradan olmamıştı. Oysa çoğu kişinin yakındığı o sıradan hayatlar başkalarının sahip olmak için nelerini vermeyecekleri hayatlardı.

Ben her zaman normal olmak istemiştim. Normal bir aile, normal bir arkadaş, normal bir sevgili… Her sabah gülerek uyanmak istemiştim. En küçük sorunlar yüzünden bile tartışma çıkmayan bir hayat…

Hiçbiri olmamıştı.

Hayallerim birer birer batıyordu. Ama asla gemiyi terk etmeyecektim. Bu gemi batacaksa bile kaptanıyla birlikte batacaktı.

Asla umut etmekten ve hayallerimden vazgeçmeyecektim.

Az önceki olayın ardından nasıl bir tepki vereceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Burada normal ve monoton bir hayatımın olacağını düşünmem hata olmuştu. Asıl hikâye daha yeni başlamıştı.

Araz dizlerimde uyuyordu. Ara sıra ellerimi saçlarına daldırıp okşasam bile bir süre sonra bileğime giren ağrıdan dolayı mola vermiştim.

Kayra’yı ise ne kadar ısrar etseler bile hastaneye götürememişlerdi. Benim ilk geldiğim gün gözlerimi açtığım odada pansumanı yapılıyordu.

Neden dolayı kavga ettiklerini defalarca kez Mete’ye sorsam da net bir cevap vermekten kaçınmıştı. Diğerlerinin hareketlerindeki gariplik konunun benimle ilgili olduğunu düşünmeme neden oluyordu.

Herkes Kayra’ya soğuk davranmaya başlamıştı. En yakınlarından biri olan Uraz bile.

Ne kadar kafa yorsam da bir çıkış yolu ya da yanıt bulamamıştım. Araz uyanana kadar öğrenme imkânım olmadığı için boş boş beklemek yerine uyumaya karar verdim.

Araz’ın başını onu uyandırmamaya dikkat ederek yastığa koydum ardından yanına yattım. Hafif mırıldanmalar çıkarsa bile uyanmamıştı. Gözlerimi kapatıp derin bir uykuya dalacakken telefonumun titremesi ile bezgince geri oturduğum yerde doğruldum.

Kimin yazdığına bakmak için gözlerimi araladığımda bilinmeyen numara yazısı ile karşılaştım.

055...
Merhaba. Uyudun mu?

Kaşlarım istemsizce çatılırken kimin yazdığını düşündüm. Hala çevrimiçi olduğunu görünce daha fazla bekletmemek için parmaklarım klavyede gezindi

Siz
Kimsiniz?

Birkaç saniye geçmeden mesaj geldi.

055…
Felah ben. Numaranı almıştım. Hatırladın mı?

Uykum anında açılırken aklıma daha önce gelmediği için hafif utanmıştım.

Siz
Evet, evet. Kusura bakma bir an unuttum.

Ardından hemen onu kaydettim.

Felah
Sorun değil. İyi misin?

Her zamanki gibi anlayışla yaklaşması içimde bir yerlere dokunurken gülümsedim.

Siz
Teşekkür ederim, iyiyim. Sen nasılsın?

Felah
Kötü olmam mümkün değil.

Yaptığı imayı doğru anlayıp anlamadığımdan emin olamazken elimi kalbime götürdüm. Onunla konuşurken normalde attığından daha hızlı atıyordu.

Cevap vermediğimi görünce tekrar yazdı.

Felah
Uyumak üzeresin sanırım daha fazla tutmayayım.

Felah
Tatlılarını çok sevdiğim bir kafe var.

Felah
Yarın benimle gelmek ister misin?

Aniden gelen teklifi ile şaşırırken karar vermem birkaç saniyemi almıştı.

Siz
Evet. Doğru tahmin ettin, uyumak
üzereyim. O yüzden biraz kafam
karışık tam odaklanamadım.

Siz
Yarın seninle gelmeyi çok isterim.

Uzun zaman sonra kendim için bir şey yapacaktım.

Felah
İyi geceler.

Siz
Sana da.

Ardından uzun zaman sonra ilk kez rahatça uykuya daldım.

-♡ ♡ ♡-

Duyduğum alarm sesi ile gözlerimi araladım. Saat sabah beşti. O evden ayrılsam bile o evin kurallarını uygulamadan rahat edemiyordum.

İlerleyen zamanlarda ruhen de özgür olacağımı biliyordum ama bunun için zaman ve emek vermem gerekiyordu. Geçmişi geçmişte bırakmak sanılanın aksine çok zordu ama bir gün bunu başaracağıma dair inancımı hiçbir zaman kaybetmeyecektim.

Yatağın diğer yanı boştu. Araz’ın erkenden uyanıp yanımdan gitmesi modumu düşürmüştü. Benden kaçmıştı. Dün akşam ne yaşandıysa sanırım bunu birileri itiraf edene kadar asla öğrenemeyecektim.

Çalan alarmı susturduğum an ekrana düşen bildirimle şaşırmadan edemedim.

Felah
Günaydınlar.

Benimle aynı vakitte mi kalkıyordu? Meraklı bir şekilde cevap verdim.

Siz
Günaydın. Uyanmak için erken bir vakit değil mi?

Felah
Babamın şirketinde çalışıyorum.
Onun için. Hem sizin içinde erken değil mi?

Çalıştığını duyunca bir an şaşırsam da sonrasında babamla her zaman iş konuştuklarını hatırladım. Acaba kaç yaşındaydı?

Siz
A, çalışıyor muydunuz?

Siz
Eskiden okulum uzaktı.
Alışkanlık olmuş.

Yazıyor ibaresi belirdiğinde istemsizce dudaklarımı dişledim. Ondan sonra yaptığımı fark edince duraksadım.

Allah aşkına neden bu kadar heyecanlanmıştım ki?

Felah
Evet çalışıyorum. Babam tecrübe
olsun diye ta lise yıllarımdan beri
çalıştırır.

Lise yıllarını çok eskiymiş gibi belirtmesi hafif gerilmeme neden olsa da belli etmedim.

Siz
O zaman sizi daha fazla meşgul
etmeyeyim. Kolay gelsin.

Anında yazıyor ibaresini görünce yüzümde bir tebessüm oluştu. İşi olmasına rağmen aktif bir şekilde yazmamı beklemesi çok hoştu.

Felah
Tamamdır. Saat 17.00’da kapıda olurum.

Felah
Uyar mı?

Dün akşam buluşma kararı aldığımızı hatırlayınca gözlerim açıldı.

“Nasıl unuturum ya?” diye kendime kızarken hızla cevap yazdım.

Siz
Tabii uyar.

Siz
Görüşürüz.

Cevap vermek yerine mesajımı beğendiğinde yattığım yerde esnedim ardından ayağa kalktım. Bozulan moralimi anında yerine getirmişti.

Yüzümü yıkadım, üzerimi değiştirdim ardından merdivenlerden indim.

Saat altı olmak üzereydi. Evdeki herkes uyuduğu için ses yapmamaya çalışarak bahçeye çıktım. Uzun zamandır spor yapmadığımı ve yapacak başka bir şey olmadığını fark edince hafif egzersizler ile başladım.

Güneş etrafı ısıtmaya başladığında mekik çekiyordum. Küçüklükten beri en sevdiğim hareketlerden biri olduğundan yaparken keyif alsam da ayaklarımı sabit tutmak zorlaşmaya başlamıştı.

Bir anda ayaklarımda hissettiğim baskı ile dikilmek için hareketlendiğimde “Dur,” diyen ses ile durdum. Uraz’ı karşımda görmenin şaşkınlığını atamazken bana yardım etmek için geldiğini fark edince iyice şoka girmiştim.

Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama komik bir şey görmüş gibi güldüğünü görünce toparlandım ve “Ne yapıyorsun?” diye sordum.

Uraz “Sana da günaydın öncelikle,” diyerek iğnelediğinde “Günaydın,” diye mırıldandım. Ayaklarıma biraz daha bastırdığında “Yardıma ihtiyacın var gibi duruyordu,” diye açıkladı.

“Teşekkür ederim,” diye mırıldandım ardından setimi tamamladım. Bittiğini fark edince ellerini çekmişti. Oturduğum yerden kalkarken sordum.

“Saat kaç?” Birkaç saniye duraksadıktan sonra yanıtladı. “Neredeyse yedi olmak üzere.” Anında “Teşekkür ederim,” diyerek karşılık verdim.

Birkaç saniye sessizlik oluşurken sitem etti.

“Çok fazla teşekkür ediyorsun, etme.”

“Tavsiyen için teşekkür ederim.”

Bana gözlerini devirdiğini görünce güldüm. Ardından birlikte içeri girdik. Aramızda bir sessizlik vardı ama rahatsız edici düzeyde değildi.

Aksine onunla sessizliği paylaşmak bile güzeldi.

Bir süre sonra “Elin nasıl oldu?” diye sordum. Duvara yumruk attığı aklıma gelince ister istemez hafifçe kıkırdadım. Uraz’ın gözleri gülüşümde oyalanırken “Bakıyorum acı çekmemden zevk alıyorsun küçük,” dedi alayla.

Anında karşı çıktım. “Sensin küçük,” bu dediğim komiğine gitmiş olacak ki kahkahasını tutamadı. Eliyle kendini işaret ederken “Ben mi? Senin iki katın falanım kızım,” sesindeki abartıya gözlerimi devirirken o tekrardan güldü.

Ardından elini kaldırdı.

“Cillop gibi elim, hiçbir şeyi yok.” Böbürlenmesine gözlerimi devirirken “Rica ederim,” dedim. Karşılık vererek atışmamız uzayacaktı ki odaya giren iki kişi ile anında yüzümdeki tebessüm soldu ve geri çekildim.

Uraz’da yüz ifademin değişimine şahit olduğu için benim gibi sessizliğe bürünmüştü. Bartu koluna girerek destek olduğu Kayra ile karşımızdaki koltuğa oturdular.

O an Kayra’nın yüzüne odaklandım. Yarısından fazlası sarılmıştı. Açıkta kalan yerlerindeki morlukları buradan bile fark edebiliyordum.

Aklıma dün akşam gelince gözlerimi kaçırdım. Araz geçrekten ödümü koparmıştı. Bir kardeşin abisine böyle bir şey yapacağını asla düşünmezdim.

Salondaki sessizlik uzarken bir saat içerisinde herkes tamamlanmıştı. Mete ve Araz geldiklerinde kuru bir günaydın dışında herhangi bir konuşma girişiminde ya da temasta bulunmamışlardı.

Bu biraz üzülmeme neden olsa da dün akşamki olay yüzünden aramızın fazla bozulmamasını umdum. Bozulursa nedenini bilmediğim için telafisini de yapamayacaktım.

Ayhan Bey geldikten sonra çok geçmeden aşçı gelip yemeğin hazır olduğunu söylemişti. Yemeğe geçtiğimizde ilk geldiğim günlerden bile daha sessiz bir kahvaltı yapmıştık.

Zar zor yediğim birkaç lokmanın dışında bir şey de yiyememiştim zaten.

Devamında işi olanlar dışarı çıkmış kalanlar birbirlerinden çekindiği için odalarına çıkmışlardı. Bende odama uğramadan önce kütüphaneye çıktım ve gözüme güzel gözüken bir kitabı alıp odama geçtim.

Yatağın üzerine oturduğumda yanıma hoşuma giden yerleri çizmek için bir kalem almayı ihmal etmemiştim. Kitabın ismi Uğultulu Tepeler idi.

Daha ilk sayfadan okuduklarım ile yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Okuduklarımda kendimden bir parça bulduğumda okumak daha bir keyifli daha bir anlamlı oluyordu.

Cümlenin altını çizdim. Önce kıyıya çıkmalıyım, ondan sonra dinlenirim. Akar sular içerisinde bir sağa bir sola savurulurken dinlenmek istiyordum. Benim hatam tam olarak buydu.

Önce kıyıya çıkmam lazımdı, kıyıya çıkmadan nasıl dinlenebilirdim ki?

Düşüncelerin zihnimi ele geçirmesine izin vermedim. Devam ettim. Ne kadar süre oturdum kaç satırda kendimi buldum hatırlamıyorum.

En son okuduğum satırdan sonra devam edemedim. Usul usul birkaç sessiz göz yaşı döküldü yanaklarımdan. Kitap ıslanmasın diye alel acele sildim.

Sözün altını çizdim. Ruhum mezardayken bedenim yaşamış, ne yapayım? Zihnimdeki düşünceler fırtına etkisi yaratırken beni bu fırtınadan kurtaran telefonuma gelen mesajdı.

Kitabın arasına kalemimi koydum ardından kapattım. Elime telefonu aldığımda bu sefer kimin yazdığını biliyordum.

Felah
Tünaydın. Bir saat içerisinde
kapında olurum.

Saatin farkına o an varırken hatırlattığı için içten içe minnettar oldum.

Siz
Tamamdır, bekliyorum.

Mesajıma cevap vermek yerine beğendiğinde telefonu bıraktım ve dolabın önüne geçtim. Siyah, düz, bileklerime kadar gelen eteği görünce hemen kaptım.

Ona uygun bir şeyler ararken çok tatlı desenleri olan beyaz kazağa uzandı elim. Havalar soğuktu, ne kadar araba ile gidip gelecek olsak bile üşümek istemezdim.

Hızlıca üstümdekilerden kurtulup seçtiklerimi giyerken bir yandan kol çantalarına bakıyordum. Siyah, düz, altımla uyumlu, orta boy bir çanta gördüğümde onu kaptım.

İçerisine cüzdan, telefon gibi hayati ihtiyaçlarımı koyduktan sonra saçlarımı bir kalem yardımı ile topladım. Sarı iki tutam yüzümün önüne düşmüştü.

Boynumdaki tam olarak hala geçmeyen yarayı siyah bir fular ile kapadıktan sonra ve siyah bir çift eldiven aldıktan sonra odamdan çıktım.

Saati kontrol ettiğimde tam olarak beş dakikam kaldığını fark etmiştim. Elimden geldiğince hızlı davransam da ister istemez zaman su gibi akıp geçmişti.

Evden çıkmadan önce Mete ve Araz’a haber vermek için salona girdim. İkisini de göremeyince onca merdiveni çıkmak istemediğim için haber vermeden evden ayrıldım.

Bahçeden çıktığım an tam önümde siyah lüks bir araba durdu. Sürücü kapısı açıldığında içerisinden Felah çıkmıştı. Gözleri giydiklerimde gezinirken gözlerindeki parıltıyı görmemek imkansızdı.

Bende onu inceledim. Siyah gömleği ve siyah kumaş pantolonu ile tam bir iş adamıydı. Kolundaki saatin ibresine kadar her şeyin siyah olması ona ayrı bir hava katıyordu.

Yanıma gelirken hoş sesi ile selamladı. “Merhaba,” kapımı açtığında hafif şaşırsam bile uyum sağlayarak arabaya bindim.

O da sürücü koltuğuna geçtiğinde “Merhaba. Teşekkür ederim,” diye mırıldandım. Arabayı çalıştırırken “Rica ederim,” dedi.

Sürmeye başladığında aramızdaki sessizlik elle tutulur vaziyete gelmişti. Kırmızı ışıkta durduğumuzda bir kolunu açık camdan dışarı doğru hafifçe çıkarırken “E, neler yaptın bugün?” diye sordu.

Bana bakarken parlayan siyahlarını seyre kalırken anlatmaya başladım. “İşte sabah kalktım. Her zamanki gibi spor yaptım. Devamında sen yazana kadar kitap okudum.”

Işıklar yandığı için önüne dönmüştü, yüzüme bakmamasına rağmen nasıl yaptığını anlamadığım bir şekilde bana beni dinlediğini hissettiriyordu.

Daha fazla bir şey demeyeceğimi fark ettiğinde “Ne okudun?” diye sordu. Dudaklarım istemsiz aşağı doğru çekilirken “Uğultulu Tepeler,” diye mırıldandım.

Kafasını anlık çevirip yüzüme baksa da hemen ardından önüne dönmüştü. “Neden üzüldün diye soracaktım ama kitap biraz hüzünlüydü, muhtemelen ondan. Değil mi?” tahmininin doğru olduğunu göstermek istercesine kafamı salladım.

“Evet. Dram çok ağır,” dedim. Yüzündeki buruk bir tebessüm ile “Neden hep dram okuyorsun ki?” diye sordu.

Cevap vermeme fırsat vermeden devam etti. “Hayat zaten yeteri kadar üzücü, en azından kitaplar da mutlu olalım.”

Onun bakış açısından bakıldığında haklı olduğu noktalar elbette vardı ama benim bakış açıma göre de ben haklıydım.

“Ama ben başka hayatlar okumayı seviyorum. Okurken de kendimden kötü hayatlar olduğunu bilmek ve görmek iyi hissettiriyor.” Uzun açıklamam karşısında başını salladı.

“Tercih meselesi tabii,” dediğinde başımı sallayarak onayladım. Devamında Felah park etmekle uğraştığı için herhangi bir şey demedim.

Arabadan indiğimizde yanıma geldi.

“Seveceğini umuyorum,” dedi yavaşça, gözlerini kaçırmadan.

İki adım önümde yürüyerek bana yolu gösteriyordu.

“Seveceğime eminim,” çünkü senin gittin, diye tamamladım içimden, ama kelimeler dudaklarıma ulaşamadı.

Yaklaşık beş dakika boyunca sessizce yürüdük. Her adımda toprağın ve kır çiçeklerinin kokusu biraz daha yoğunlaşıyor, kuş sesleri ağaçların arasından ince ince süzülüyordu.

Sonra aniden, çiçekleriyle gözlerimi alan bir kafenin önünde durduk.

Ceviz rengi ahşaptan yapılmış cephesi, sarmaşıklarla sarılmış pencere pervazları ve giriş kapısının üzerine doğru sarkan begonvillerle âdeta gizli bir bahçe gibiydi.

Kapının iki yanında yer alan devasa saksılarda lavanta, papatya ve yaseminler boy vermişti. Rüzgâr estikçe kokuları birbirine karışıyor, baş döndüren bir huzur yayıyordu.

Heyecanıma engel olamıyordum. Burası... başka bir zamanın içinden çıkıp gelmiş gibiydi.

Felah yandan tepkimi izliyordu, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle. Gözlerim kocaman açılmıştı, burası çok güzeldi.

Tepkim hoşuna gitmiş olacak ki güldü. O an ona takılamayacak kadar ortamın büyüsüne dalmıştım.

İçeri girdiğimizde bambaşka bir dünya ile karşılaşmıştım. Tavanı yüksek, taş duvarları loş sarı ışıklarla aydınlatılmış bir mekândı burası. Tavandan sarkan kurutulmuş çiçek demetleri, küçük cam fanuslar içinde yanan mumlar ve her masaya serpiştirilmiş lavanta buketleri vardı.

Köşede, eski bir pikaptan yükselen caz melodisi eşliğinde kafenin ortasında yavaşça dönen tozlar, havada asılı kalan bir masal gibiydi.

Ayaklarım beni götürmeden önce gözlerim her şeyi ezberlemek ister gibi geziniyordu.

Felah hafifçe yanıma sokulup kulağıma eğildi.

“Cam kenarı boş gibi.”

Başımı hafifçe salladım. Sanki bu mekanı değil de onun sesini daha önce bir yerde duymuşum gibi bir his dolaştı içimde.

Ama hiçbir şey net değildi.

Sadece içimde tanımlayamadığım bir tanıdıklık vardı. Anlam veremediğim. Daha fazla ayakta dikilmemek için Felah’ın peşinden yürümeye başladım.

Masaya doğru ilerlerken etraftaki detaylara daha çok dikkat etmeye başlamıştım. Her köşe özenle seçilmiş gibiydi; kitap rafları, içine notlar iliştirilmiş posta kartları, hatta birkaç masa lambasının altına bırakılmış kuru gül yaprakları…

Tüm bu detaylar, içimde duran ama bir türlü yakalayamadığım bir duyguyu dürtüyordu.

Sanki burada bir şey olmuştu.

Sanki ben bu kokuyu daha önce de duymuştum.

Cam kenarındaki masaya oturduk. Dışarıda dans eder gibi salınan sarı çiçekler rüzgârla birlikte hafifçe cama vuruyordu. Felah karşımdaki sandalyeye yerleşirken çok rahattı.

O ne yaptığını biliyordu. Ben hâlâ çözmeye çalışıyordum. Sessizliğin benim etrafı incelemem için olduğunun farkındaydım.

Sonunda sessizliği bozarak “İçini ısıttı mı burası?” diye sordu. Gözlerini masadaki küçük lavanta buketine sabitlemişti.

“Evet ama garip bir şeyler var,” dedim. Ne olduğunu sormak için hareketlendiğinde ondan önce davrandım “Tanıdık ama yabancı gibi.”

Sözlerim dudaklarımdan çıkarken içimde bir şey titredi. Felah cevap vermedi. Sadece başını hafifçe eğdi ardından gülümsedi.

Sonra masaya yaklaşan garson elinde iki porsiyon tatlıyla belirdi. “Tatlılarınız,” önüme lavantalı cheesecake ve beyaz çikolatalı mus konunca bir an ne diyeceğimi bilemedim.

Kadın uzaklaşırken “İyi de ben sipariş vermemiştim.” dedim şaşkınlıkla. Felah hiç bozuntuya vermeden konuştu.

“Seçmesi zor olacaktı. İkisini de denemeni istedim.”

O an bir şey daha fark ettim. Cheesecake’in üzerindeki mor çiçekler…

Sanki bir an için gözümde, bu tatlının yanına bırakılmış eski bir defter sayfası canlandı.

Üzerinde benim el yazımla bir şeyler karalanmış gibiydi.

Ama görüntü bir anlık parıltı gibi zihnimden silinip gitti.

Kafamı iki yana salladım. Ne oluyordu? Aklım gördüğüm rüyalara gitti. Dudaklarımı kemirdim istemsiz.

Çatalı elime aldım. İlk lokmayı ağzıma götürdüğümde, lavantanın ferah ama hafif buruk tadı damağımda dağıldı.

Bir an gözlerimi kapattım.

Bir gülüş…

Kulağıma değen rüzgar…

Yüzü seçilemeyen ama içimde tanıdık bir silüet…

Hepsi gelip geçer gibi oldu.

Bir gölge gibi.

Gözlerimi açtığımda Felah bana bakıyordu.

Bir şey soracak gibiydi ama vazgeçti.

Sadece kendi tatlısından bir lokma alıp pencerenin dışına doğru başını çevirdi. Sessizlik, bu defa rahatsız edici değil, anlamlıydı.

Sanki ikimiz de aynı sayfanın kenarında bekliyorduk.

Henüz okunmamış bir cümlenin kıyısında.

“Lavantayı hep sever miydin?” diye sordu aniden, gözlerini benden kaçırmadan.

Duraksadım.

“Bilmem…”

Çatalı elimde çevirdim.

“Sanki… hep sevmişim gibi. Ama hatırlamıyorum.”

O cevap vermedi.

Ama gülümseyişindeki o küçük, titreyen kıvrım bana her şeyden daha çok şey söyledi.

-♡ ♡ ♡-

Ve On Sekizinci Perde sona erer.

Kayra'nın yaptığı şey hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sizce Ayza onu affedebilecek mi?

Peki ya Felah, gizemli havasının altında ne yatıyor olabilir?

Sizi sorularla baş başa bırakıyorum, buraya kadar geldiyseniz yıldıza basmayı unutmayın.

Başka bir zamanda başka bir bölümde görüşmek dileğiyle.

Sağlıcakla...

Bölüm : 06.10.2024 20:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...