
Öncelikle hoş geldiniz.
Yine bir bölüm yine ben.
Okurken fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın.
İyi okumalar.
-ON YEDİNCİ PERDE-
Bölüm Şarkısı; Unutama Beni
“Beni ben olduğum için sevmenizi istiyorum.”
Bir süre Mete ve Araz’la vakit geçirdim. Yokluğumda ikisini de çok korkutmuştum. Ardından Uraz’la yapmam gereken konuşmayı ertelemek istemediğim için onları yalnız bıraktım ve merdivenlere yöneldim.
Merdivenleri çıkarken bacaklarımda bir yanma meydana gelse bile şanslıydım ki daha kötü bir şey başıma gelmemişti.
Kapısının önüne geçtiğimde birkaç saniye kararsız bakışlarla kapıya baktım ardından kendimi cesaretlendirerek hafifçe kapıya vurdum.
“Gir,” diyen gür sesini duyduğumda kapıyı çoktan aralamıştım. Beklediğimin aksine Uraz’ı üstsüz görünce utançla çığlık attım ve hızla arkama döndüm.
Abisi ile de aynı sahneyi yaşadığımı hatırlayınca bu daha çok utanmama neden oldu. O halime gülerken “Kapıyı çalmamdaki ama müsait olup olmadığını öğrenmekti!” diye yakındım. Utandığım için çemkirir gibi çıkmıştı sesim.
Bir dakika geçti geçmedi “Dönebilirsin,” diye seslendiğinde dediğini yapıp ona döndüm ve kapıyı ardımdan kapatıp her şeye karşın önlem olarak kilitledim.
Yatakta uzanmış merakla bana bakıyordu. Yanındaki sandalyeye oturdum, nasıl anlatmaya başlayacağımı bilmiyordum. Yine de el mecbur dudaklarım aralandı.
“Kanayan morluklarımı öğrenmişsin,”
Bir şey söylemek yerine kafasını sallaması ile ben konuşmaya devam ettim. “Kimseye bahsettin mi?” böyle bir şey soracağımı beklemiyor olacak ki afallamış bir şekilde bana baktı.
“Gerçekten onca soru içinden ilk bunu mu sordun?” şaşkınlığını hala atamamıştı.
Omuz silktim “Hala cevap vermedin,” ciddi olduğumu anlayınca güldü lakin sevinçten güldüğü söylenemezdi “Söylesem senin için daha iyi olmaz mı? Herkes sana iyi davranır hem,” dedi merakla. Tekrar omuz silktim.
“Bana acımanızı falan istemiyorum. Beni yaralarımdan sevmenizi de. Beni ben olduğum için sevmenizi istiyorum.” Kelimelerim sert ve keskindi. Haklı olduğumun bilinci ile kelimelerimi özenle seçerken başımı bir an bile olsun eğmedim.
Şaşırmaktan konuşamadığını fark edince kendin toparladı ardından cevapladı “Kimseye söylemedim. Sen bunu bizim bilmemizi istemiyordun çünkü. İsteseydin geldiğin ilk gün bahsederdin.”
Onu iğnelemeden duramadım. “Ah ilk defa zekanı kullandın,” ben cümleyi kurar kurmaz pişmanlıkla dilimi ısırsam da o güldü.
Ardından bir anda durdu, bakışlarını kaçırdı. Elini ensesine atmıştı, çekingen tavırları gözlerimi kısarak ona bakmama neden oldu. Bakışlarımı fark edince daha çok panik yaptı.
Ellerini tişörtüne silerken “Yaralarına bakabilir miyim?” tek celsede kurduğu cümle ile şok olan bu sefer ben olmuştum.
“Görmek isteyeceğini düşünmüyorum. Gördükten sonra pişman olursun,” diyerek onu uyardım. Muhtemelen gördükten sonra vicdanı sızlayacaktı.
Bunu istemezdim.
O ise az öncekinin aksine daha cesur bir tavırla gözlerini kıstı ardından “Sen yaşadıysan bende görebilirim bence. Sen dayandıysan bende dayanmalıyım,” dedi.
Israr etmek istedim ama yüzleşmek istediği kesindi. Ona istediğini verdim, başka bir çarem de yoktu. Kapüşonlu üstümü tek bir hareket ile üzerimden çıkardım.
Bakışları vücudumda dolanırken gittikçe donuklaşıyordu. Bu karşılaşmanın beni zorladığı kadar onu da zorladığı anlaşılıyordu.
O an aklımda bir soru canlandı.
Bazı şeylerle yüzleşmek mi daha zordu yoksa o şeyleri yaşamak mı?
Cevabını öğrenmek istemediğim soruların başlangıcıydı sadece. Uraz’ın göğüslerimdeki yanıkları ya da karnımdaki kesikleri tamamen gördüğüne emin olduktan sonra arkamı döndüm. Bir süre nefes alma sesi bile gelmedi.
Ardından büyük bir kahkaha sesi yükseldi.
O an anladım Uraz her güldüğünde canı yanardı.
Ve Uraz her zaman gülerdi.
Bir şey demedi. Sadece nefes alış seslerimiz vardı. Bir süre sonra ona geri döndüm. Göz göze geldiğimizde paramparça olmuş Uraz’la karşı karşıya kaldım.
Kaçmak istedim, zamanı geri almak ve ona hiçbir şeyi göstermemiş olmayı diledim ama her zamanki gibi ne istediğim ne de dilediğim oldu.
Bir şey diyemeyecek halde olduğunu anladığımda hüzünle iç çektim. “Yaralarımı sarar mısın?” diye sordum.
Doktorlar muayene etmek için pansumanı çıkarmışlardı. Tekrardan yapmalarına fırsat tanımadan eve geldiğimiz için açık kalmışlardı.
Belli belirsiz kafasını salladı ve ayağa kalktı “İki dakika bekle,” dedi ve lavaboya girdi.
Ben arkasından hüzünle bakarken aniden çok şiddetli bir ses gelmesi ile hüzün yerini korkuya bıraktı. Ne olduğuna bakmak istesem de hemen ardından bu fikirden vazgeçmiştim.
Üzerimde hala biraz halsizlik vardı kendimi yormak istemiyordum. Dediği gibi iki dakikanın ardından pansuman için gerekli malzemeleri alıp gelmişti.
Yanıma oturduğunda sol elini ensesine attı ardından “Önce beni mi sarsak,” dedi mahcup olduğunu gizleyemeden. Ben ona sorunun ne olduğunu anlamak istercesine bakarken sağ elini havaya kaldırarak yardımcı olmuştu.
Eli kan içerisindeydi. Eline uzanırken “Bu ne ara oldu?” diye sordum şaşkınlık ile.
Mahcup tavrından ödün vermeden “Ya elimi çarptım,” dedi ama bunu derken gözlerini kaçırması ile yalan söylediğini anlamıştım. Ben ona dik dik bakmaya devam edince “Tamam sinirle duvara vurdum,” dedi çat diye.
Duvara yumruk atmasını beklemediğim için eline uzanan elim havada kaldı. Sonra kendimi toparladım ve elini temizledim. “Ne gerek vardı? Duvara yumruk atınca adam değil salak olunuyor Uraz,” pansumanı yaparken söylenmeden duramamıştım. Gözlerini kaçırdı ve bir şey demedi.
O benim sırtımı sarmaya başladığında ikimizi de sessizlik esir aldı. Sanki biri sesimi çalmıştı da istesem konuşamayacakmış gibi hissediyordum.
Düşüncelerimin olduğu bir denizde nefes almaya çalışıyordum. Yüzmeyi bilmediğim sularda yaşamaya çalışıyordum.
Bugün Uraz’la aramızda bir şeylerin değişmesini umdum. Benimle sessizliğini bile paylaşmıştı. Bunun benim için olan değerini bilmiyordu. Pansumanım bitince geri üstümü giydim. Aramızdaki sessizlik uzarken “Bu kadarını beklemiyordum,” diye itiraf etti.
Bende sessizliğimi bozdum “Bende,” dudaklarımdan dökülen kelime ikimizin de tüylerini diken diken etti.
Sessizlik uzayacakken Uraz buna engel olarak “Ne zamandan beri?” diye sordu. Başta ne dediğini anlayamasam bile bir süre sonra ne zamandan beri şiddet gördüğümü sorduğunu anladım.
Onun gibi bir şeyleri gizlemeye çalışırcasına söylemek yerine açık açık “Hatırladığım en eski anım bile şiddet dolu,” dedim. Uraz sorduğuna pişman olmuş gibi bakıyordu.
“Ne sorduğuna dikkat etmeli insan,” dedim ardından gözlerinin içine odaklanarak devam ettim “Cevabından korktuğu sorudan kaçınmalı insan,” dedim.
Göz temasımız bir süre daha devam etti. Pes eden taraf oydu. Konuşmamızın sonuna gelmiş olmalıydık ki “Sana yaralarını öğrendiğim için aniden mükemmelmişiz gibi davranmayacağım. Sadece bu evde artık senin de bir yerin var. Bunu kabullendiğimi bil,” dedi.
Gülümsedim “Teşekkür ederim,” benim için bu bile büyük bir adımdı. Ardından onu odasında yalnız bıraktım.
Teşekkür etmem ile yüzünde oluşan ifadeye gülmek istesem bile kendimi çok halsiz hissediyordum. Uraz’ın bana acımadığını öğrenmek sevinmeme sebep olmuştu.
Kendimi zar zor odama attım. Yatağa yattığımda yorgunluktan hızla gözlerim kapandı. Sadece birkaç günü sükûnetle geçirmek istiyordum. O kadar zor olmamalıydı.
3 Gün Sonra
Koşuyordum.
Kaçıyordum.
Neden kaçtığımı bilmiyordum.
Kayboluyordum.
Sonra onu görüyordum.
Kendimi onda buluyordum.
Kollarındaydım.
“Özledim seni,” dedi.
“Özledim canımı,” dedim.
“Canın mıyım Lavanta?” diye sordu.
“Canımsın Felah’ım,” dedim.
Yer silikleşti.
O silikleşti.
Ardından ağlıyordu.
Ağlıyordu.
O ağlıyordu ve ben ölüyordum.
“Gitme! Unutama beni,”
Sıçrayarak uyandım. Rüyalarım ya da kabuslarım son günlerde iyice artmıştı. Eskiden çok nadir rüya görürken şu zamanlar hep görür olmuştum.
Hepsinde de Felah vardı. Nedenini anlamıyordum. Kendime gelmek için elimle yüzümü sıvazladım. Neyse ki ev sakindi.
İlk defa bir dileğim gerçekleşmişti. İki gündür Araz’ın ve Mete’nin çok ısrar ettiği anlar ve yemek yeneceği vakitler dışında aşağı inmediğim için herhangi bir olası kavganın oluşmasını engellemiştim.
İki haftalık tatile girdiğimiz için ev her an çok doluydu. Buraya geldiğimden beri geçen sürede açık yaralarım yerlerini silik emarelere bırakmıştı.
Asla geçmeyeceklerini bilmek canımı sıksa bile yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Tek dileğim bir daha benzeri şeylerin yaşanmamasıydı.
Vücudumdaki hiçbir iz benim suçum değildi. Hepsi hastalıklı bir zihne sahip ve hem bedensel hem de ruhsal olarak benden üstün olan birinin suçuydu. Beni onca yıl orada bırakanların da kesinlikle suçları vardı.
Sorunlarım çoğaldıkça içerisinde bulunduğum oda dar gelmeye başlamıştı. Odadan çıktığımda derin bir nefes aldım ardından birer birer merdivenleri indim.
Salonun kapısının önüne geldiğinde üç kere çaldım ve “Gel,” diyen gür sesi duyana kadar kapının ardında bekledim. Yavaş hareketlerle odaya girdim ve kapıyı yine ardımdan kapattım.
Herkesin bakışlarını üzerimde hissedince rahatsızca kıpırdandım ardından “Ne bakıyorsunuz?” diye sitemle karışık sesimle sordum. Ayhan Bey dışında hepsi önüne dönerken o “Kapıyı tıklatmana gerek yok,” dedi.
Omuz silktim ve bacağımı diğerinin üzerine attım “Bu tıklatmamamı istediğiniz anlamına mı geliyor. Alışkanlıklardan vazgeçmek zordur nasıl bazı insanlardan vazgeçmenin olduğu gibi,” ardından iğneleyici bir tavırla devam ettim “Gerçi siz insanlardan da vazgeçerken bunu çok rahat yapıyorsunuz alışkanlıklarda sizin içi o kadar önemli değildir.” Sonra aklıma gelenle durdum “Ya da vazgeçilen o kadar değerli değildir. Hangisi doğrunuz Ayhan Bey?” diye sordum.
Neyden bahsettiğimi anlamış olduğu için o da hızla gözlerini kaçırdı. Diğerleri hiçbir şey anlamamış olmalıydı ki anlamaya çalışır gibi bakıyorlardı. Aramızdaki sessizlik uzarken Araz “Bugün yemeği dışarıda yemeye ne dersiniz?” diyerek konuşma konusu açma girişiminde bulundu.
Güzel yere kazık atmıştı ki herkes bir ağızdan konuşmaya başladı. Uğultulu gürültü kulaklarımı kanatırken yüzüm buruşturdum. Bir süre sonra ,o seste nasıl anlaştıklarını hakkında hiçbir fikrim yok, ortak bir karar vermiş olmalılar ki hepsi aynı anda susmuştu.
Diğerleri ile muhatap olmak istemediğim için Araz’a döndüm “Araz neye karar verdiniz?” abilerine baktı ardından bana döndü “Akşam yemeğini boğazda bir restoranda yiyeceğiz,” tekrar abilerinin yüzüne baktı ardından “Balık restorandı,” diye ekledi.
Balık kelimesini duymak bile hafif yüzümün buruşmasını sağlasa bile ortama uyum sağlamam gerektiği için yüz ifademi düzelttim ve “Tamam. Bana uyar,” dedim. Bir süre daha onların sohbetini dinlemiş ardından ise kahvaltıya geçmiştik.
Her zamanki düzenimizin aksine Mete ve Araz uzun ısrarlar sonucu beni ortalarına almışlardı. Mete kahvaltılıklara kınayıcı bakışlar atarken “Sen bunların hepsinin kalorisini ezbere biliyor musun şimdi?” diye sordu.
Kaşları hafifçe çatılmıştı, masaya eğildiği için hafifçe kamburu çıkmıştı önündeki zeytine dikkatle bakıyordu. Bu haline gülmeden edemedim.
“Zeytin sana kalorisini söyleyemez ona öyle bakmayı kes.” Mete hemen utançla oturduğu yerde dikleşirken sorusunu yanıtladım.
“Evet hepsini ezbere biliyorum. Bunca yıldır çok az kriz geçirdim. Birkaç istisnai durum dışında kendi kendime beslenebiliyorum merak etmeyin,” uzun açıklamama rağmen “Olsun bizde bilelim,” dedi umursamazca.
Göz devirmemek için direnirken Kayra ile göz göze geldim. Yakalandığı için hızla gözlerini kaçırdığında anlamsızca ona bakmayı sürdürdüm.
Bakışlarında mahcup birinin bakışları vardı ama nedenini anlayamamıştım. Sonunda bana sert davrandığı için pişman mı olmuştu?
Mete ve Araz hakkımda tartışmaya ve zeytinlere laf etmeye başladığında yiyebileceğim kadar şey aldım, zeytin almaya özellikle dikkat etmiştim, ve diğerlerini izlemeye başlamıştım.
Ayhan Bey Bartu ile ciddi bir konuşma içerisinde görünüyordu. İş konuşuyor olabilirlerdi. İkisi de konuşurken tıpkı iş ciddiyetine sahipti.
Uraz ise tek başına duruyordu. Yüzünde buruk bir tebessüm vardı, Araz ve Mete benimle kafayı bozduğu için yalnız kalmış olmalıydı. Lakin yalnızlığından rahatsızmış gibi durmuyordu tam zıttı yalnızlık rahat bir şekilde düşünebilmesine alan yaratmış olmalıydı.
Kayra ise en sessiz ve en yalnız olanımızdı.
Melankolik ve hüzünlü havasını hissetmek için ona bakmama gerek yoktu. Nedenini bilmemek canımı sıksa da nedenini soracak kadar hem yakınlığımız yoktu hem de o kadar gurursuz değildim
Bakışlarımı anlardan çektim ve çatalımı tabağa bıraktım. Ayhan Bey çıkan ses ile bana bakınca “Kalkabilir miyim?” diye sordum.
Araz ve Mete aynı anda “Nereye?” diye sorduklarında iki yanımdan bağırdıkları için yüzümü buruşturdum. Onlar gibi “Odama,” diyerek kelimemi uzattım.
Bu sefer Mete ve Araz sessiz kalırken Ayhan Bey onaylarcasına kafasını salladı. Sandalyeden kalktım ve müzik odasına gitmek için merdivenleri çıkmaya başladım.
Odamda tıkılı kalmaktan sıkılmıştım. Akşama kadar gitar çalmaktan daha mantıklı bir şeyde gelmemişti. Notalarla süslenmiş kapıyı araladım ve içeriye girdim.
Gözlerim direk Gibson’u bulsa bile almaya cesaret edemedim. Bu sefer elektrikli bir gitar aldım ve pufun üzerine oturdum. Rastgele birkaç parça çalarak başladım. Çalarken söylemezdim. Kendime verdiğim bir cezaydı bu. Nereden geldiğimi unutmamak için söylediğim tek şarkı kendi şarkımdı.
Moda girdiğimi fark ettiğimde kendi şarkımı söyledim artarda. Nefesim kesilene kadar söyledikten sonra parmaklarım durmak yerine daha da hızlanmıştı. Kendi yazdığım notalardan çalıyordum ama diğer şarkım gibi sözleri yoktu ve diğeri gibi insanı ürpertmek yerine rahatlatıyordu.
Saatlerce durmadan çaldım. Çalarken bazen ağladım bazen de güldüm. Yaşadıklarım ağırdı ve ben bütün gün aslında yaşadıklarımı anlatmıştım.
Her melodi bir çığlık.
Her melodi bir çığlık.
Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu ve daha hızlı çalmaya başladım. Elektro gitar ellerimin arasında titrerken akustik bir gitar ile bu kadarını yapamayacağım için memnundum. Popüler bir rock şarkısını çalıyordum.
Gözlerim kendiliğinden kapandı ve kulaklarım çığlıklarla doldu. Aynı şarkıyı kusursuz olana kadar çalıyordum. Bu bir takıntıydı. O yüzden aynı şarkıyı belki de elli kere çalmıştım.
Şarkının son kısmını çalarken omzumda bir el hissetmem ile panikle hızla arkama döndüm ve sağ elimle omzuma dokunan eli tutup bükmek için hareketlendim.
“Dur! Ne yapıyorsun kızım?” karşımdakinin Uraz olduğunu fark edince yüzünü görmek için tuttuğum kolundan geri iteledim.
“Ne öyle sessiz sessiz geliyorsun korktum?” diye sitem etmeden duramamıştım. Korktuğumu duyunca bakışları anlık yumuşasa bile bu sadece iki saniyelikti.
Çattığı kaşları konuştu. “Ne sessizi elli kere seslendim. Sağar mısın sen?” sitemkâr sesi ile bende az da olsa sakinleşmiştim.
Elimdeki gitarı yerine koydum ve “Neden geldiğini sorabilir miyim?” Onlarla konuşurken istemsizce ne diyeceğimi düşünüyordum ve bu fazla kalıp cümleler kullanmama neden oluyordu. Kendi kendime hafifçe yüzümü buruşturdum.
Onun ise dudağı keyifle kıvrılırken “Hayır,” dedi. Dik dik ona bakmaya başlarken “Neden geldiğini söyle!” diyerek bozduğum kibarlığım ile afalladı.
Aklıma ilk defa onlara karşı kaba konuştuğum gelmişti. Hala bana şaşkınlıkla bakması ile kıkırdadım. Kıkırdadığımı fark edince şaşkınlığını geri plana attı “Hazırlan,” dedi. Kaşlarım sorgularcasına çatılınca “Restoranda gideceğiz ya hani,” diyerek hatırlattı.
Onu tamamen unutmuş olduğum için bu kadar oyalanmıştım “Ne zaman çıkacağız. Kaç dakikam var?” aceleyle ve hızlı hızlı konuşmamı garipsese bile bir şey demedi. “Bir buçuk saat falan sonra” deyince nefesimi rahatça verdim.
Duş alıp giyinsem bile vakit artıyordu “Niye bu kadar erken geldin ki? Geç kalacağımı düşündüm” dedim. Kaşları çatıldı “Siz kadınlar geç hazırlanmaz mısınız?” diye sordu. Ön yargılarına gözlerimi devirdim “Şu ön yargılarını al…” duraksadım ardından devam ettim “Ve git”
Gülümsedi ve odadan çıktı. Birkaç dakika soluklandım ardından aşağı indim ve hazırlanmaya başladım. Duştan çıktım ve saçlarımı kuruttum. Onları açık bırakırken. Kıyafetlerimin olduğu kısma gittim. Gri bir kot pantolon ve kolları beyaz olan krem bir üst giymiştim. Aynanın karşısında beyaz yakalarımı düzelttim ve krem renkli çantamı aldım.
İçine yanımdan hiç ayırmadığım minik çakımı ve cüzdanımı koyup odadan çıktım. Tedbiri elden bırakmamak lazımdı. İnsanın başına her an her şey gelebilirdi.
Aşağıya indiğimde diğerleri de hazırlanmıştı. Araz dışında diğerleri anlaşmış gibi siyah bir gömlek ile siyah bir pantolon giymişlerdi.
Araz ise mavi bir gömlek ile beyaz bir kumaş pantolon tercih etmişti. Onun özgün olma çabasına gülümsedim. Herkesin oturduğunu görünce bende oturdum. Neden yola çıkmak yerine oturduğumuzu anlayamasam bile sormadım.
Araz’da aynı şeyi merak etmiş olacak ki “Neyi bekliyoruz?” diye sordu. Ayhan Bey bakışlarını saatinden Araz’a yöneltti “Rezervasyon yaptığımız için bekliyorum. Erkenden gidip orada beklemenin bir manası yok” aslında burada beklemek yerine orada beklemek daha iyi olabilirdi.
Kimse bana fikrimi sormadığı için fikrimi açıklama girişiminde bulunmadım. Sessiz dakikalar uzarken kapı çaldı. Kayra kapıyı açmak için ayaklanırken Araz “Kim geldi acaba?” diye sordu. Kimsenin bir tahmini yoktu sanırım çünkü kimse bir şey dememişti.
Kayra yanında üç kişi ile geri döndüğünde dudaklarım aralandı. Dışarıdan çok garip durduğumu fark ettiğimde dudaklarımı ısırdım ve çoktan ayaklanan abilerim gibi bende ayağa kalktım.
Felah’la göz göze geldiğimizde bana kibar bir tebessüm sundu. Görünüşüne ve tipine nazaran tavırları çok nazikti.
Murat Bey Ayhan Bey ile tokalaşırken Ayhan Bey “Hoş geldiniz,” diyerek şaşkınlığını bir kenara bıraktı. Murat Bey “Kusura bakmayın, çok ani gelişti. Haber vermem gerekirdi. Bir yere çıkacaktınız galiba,” ses tonundaki mahcupluk elle tutulur cinstendi. Bu yüzden Ayhan Bey hemen yumuşadı.
“Hayır, hiç öyle düşünmeyin. Gelmenizin özel bir nedeni var mıydı?”
Konuşma sırasında boş boş ayakta dikilmemek için klasik tokalaşma kısmı başlamıştı. Birce karşıma geçtiğinde ona içtenlikle gülümsedim.
“Üzerindeki çok güzel,” diye fısıldadım. Çiçekli elbisesine bir bakış attı ardından yüzündeki gülümseme derinleşti. Benim gibi fısıldadı.
“Rica ederim. Sen de çok güzelsin.”
Üzerimdekine değil bana iltifat etmişti.
Bu utançla gözlerimi kaçırmama neden olurken Felah havada kalan soruyu yanıtladı.
“Hasta ziyareti.”
Sesi kalın ve boğuktu. Kurduğu kısa ve öz cümle ile ona döndüm. Bana baktığı için göz göze gelmiştik. Gözlerimi kaçırma isteği ile dolsam bile o gözlerine bakmamı bekliyormuş gibi durunca çekememiştim.
Yüzünde manidar bir gülümseme oluştuğunda karşıma geçmişti. Ayhan Bey birkaç kelime ile onaylamıştı ama ikimizin de onu dinlediğini düşünmemiştim.
Karşıma geçtiğinde derin bir nefes aldım. Lavanta kokusu burnumu doldurdu. Başıma ince bir sızı girdiğinde birkaç saniyeliğine bakışlarında başka bir duygu yakaladım.
Özlem.
Düşüncelerimi sesi dağıttı. “Geçmiş olsun, Ayza.” Sona ek gibi getirdiği ismim rahatsız olmama neden oldu.
İsmim Ayza’ydı. Rahatsız olmam gereken bir durum yoktu. Neden rahatsız olmuştum?
Kafam karıştığı için anlamsızca ona bakarken bir şey dememi beklediğini fark ettim. Aynı onun gibi ismini vurguladım.
“Teşekkür ederim, Felah.”
Sandığımın aksine yüzünde derin bir gülümseme meydana geldi. Gözlerim gülüşünde asılı kalırken o yanımdan geçip gitti.
- ♡ ♡ ♡-
Ve On Yedinci Perde sona erer.
Felah'la ilgili rüyalar ve Felah...
Felah!!!
Buraya kadar geldiyseniz yıldıza basmayı unutmayın.
Diğer bölümlerde görüşmek dileğiyle.
Sağlıcakla...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.34k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |