
Öncelikle hoş geldiniz.
Özleştik biraz sizinle, önceki bölümdeki andan doğrudan devam ettiğim için bir göz atarsanız sizin için iyi olabilir.
100 yorum, 75 oy sınırımız var yine.
İyi okumalarrr.
-OTUZ BEŞİNCİ PERDE-
Bölüm Şarkısı; Unutama Beni
"O kadar çok sizi düşündüm ki kendime kendimden bir parça bile bırakmadım."
-♡ ♡ ♡-
O an sanki ağır çekimde oynatılmış gibiydi. Uğulduyan kulaklarıma rağmen ve etrafı bulanık gören gözlerime rağmen videodaki an dün gibi aklımda olduğu için onunla ilgili her şey netti.
Kamera üstten çekmişti. Bu bile hesaplıydı çünkü biraz bile eğik olsaydı vücudumun paraparça hali gözler önüne serilirdi. Sanki yaralarım hala ilk günkü gibi oradalarmış gibi sızlarlarken gözlerimin dolması bundan değildi. Yüreğimdeki ağırlıktandı.
Ayaktaydım. Oldukça dik ve duygusuz görünüyordum. Karşımdaysa o vardı, annem.
O günden
İçerisinde olduğum odanın duvarlarına aşinaydım.
Bu duvarlar içlerinde ağıtlar taşırdı.
Bu duvarlar içlerinde bir kızın çığlıklarını taşırdı.
Bu duvarlar yüküme ortaktı.
Bu duvarlar yükümü saklayandı.
Bu duvarlar canımı yakardı.
Acım görmezden gelinemeyecek kadar çoktu. Yine de karşımda acımasız bir şekilde benden kalkmamı isteyen biri vardı. O biri beni bu hale getirmişti.
Dizlerim sızlasa da, kalkarken iki kere düşsem de sonunda istediği gibi karşısına dimdik dikilmiştim. Acı çekmemden zevk aldığını bildiğimden yüzümde dümdüz bir ifade vardı.
Dizlerim titriyordu, canım acıyordu, açtım ve de susuzdum, ruhsuzdum, yurtsuzdum.
“Ben senin neyinim?” diye sordu beni uzun uzun süzdükten sonra. Annemsin, demek istesem de diyemedim. Anneler böyle olmazdı, olmamalıydı. Dolan gözlerimi o fark etmeden sildim hızla, görmedi. Kamburum çıkacaktı sırtımdaki görünmez yüklerden fark edince dikleştim yine o fark etmeden.
Cevap dilime varamadı, ne kadar yüzüm kalmamış olmasa da utancım vardı. Başımı kaldırıp cevap veremezdim. “Ayza!” diye sert ama keskin bir uyarı geldiğinde el mecbur sorusuna yanıt verdim.
“Efendimsiniz.” Yüzümü buruşturma arzumu son anda bastırdım. Tekrar sordu. “Peki sen nesin?” Aynı bıkkınlıkla yanıtladım. Az önceki soruyla aynıydı neredeyse.“Size itimat eden biri.” Yanıtım onu memnun etmiş olacakki birkaç mırıltı çıkardı
“Her dediğimi yapacak mısın?” Her sorusunun cevabı aynı yere çıkıyordu. Nereye varmak istediğini anlamasam da yine yanıtladım. “Evet. Yapacağım.”
Etrafımda tur atmaya başladığında bende onunla birlikte yönümü değiştirmedim. “Peki senin tek ailen kim?” Derin bir iç çektim. Benim bir ailem yoktu. “Sizsiniz.”
“Benden asla gider misin?” Son sorusu üzerine kaşlarım istemsiz çatıldı. Böyle bir soru onun gibi bir duygusuz için farklıydı.
“Asla. Gitsem bile sizin için gider elbette geri dönerim.”
Cevabım onu memnun etmiş olmalıydı, karşımda dikildiğinde dudaklarında kocaman bir tebessüm vardı. Yine de tebessümü bile o kadar kirliydi ki gözümde…
“Diz çök.” Sorgulamadım. Emrine uydum. Bir anda eli kafamı bulduğunda şaşkınlıkla kafamı kaldırmak istesem de kendimi son anda durdurdum.
“Aferim sana,” derken bir anda saçlarımı çekti. Ardından odadan çıktı ve kapıyı arkasından çarptı. Gitmesiyle derin bir nefes alırken anında iki büklüm bir şekilde yere uzandım.
Az önce beni resmen köpek gibi sevmişti.
Korkunçtu.
-♡ ♡ ♡-
Video diz çöktüğüm anda noktalandı. Kalbim korkuyla çarpıyordu. O günün üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti ve bir kurtuluş olduğuna inancımın kalmadığı zamanlardı. Şu an gören biri içinse her şey tam zıttıydı. Acılarım gizlenmişti, vahşiliği gizlenmişti.
Beni sakinleştirmeye çalışan Felah duyduklarından sonra gözlerini bir anlığına yumdu, geri açtığındaysa sandığımın aksine düşmanca bakışlarla karşılaşmadım. Şefkatli bakışları kalbimdeki korkuyu baltalarken “Biliyorum,” dedi sadece ve aramızdaki boşluğu kapattı.
Bana sımsıkı sarılırken gözlerimden düşen birkaç damla yaşa engel olamadım. Biliyordu, acımı ve yaralarımı görüyordu. Anlamıştı bu sarılmaya bile ne kadar muhtaç olduğumu.
Video bitmişti buna rağmen kimse konuşmuyordu. Aşağı yukarı yüz kişinin olduğunu düşünürsek bu tüyler ürperten cinsten bir sessizlikti.
İlk çıkış Bartu’dan geldi “Bu ne?” sesinde inanamaz bir ton vardı. Gördükleri aldatmacaydı, yine de onların gerçekleriydi. Onun konuşması diğerlerini de etkiledi. Salondaki herkes konuşmaya başladı, söyledikleri onca suçlama nefesimi kesti.
Güç toplamak istercesine son kez kokusunu içime çektim. Bu görüntülerin çekilmesi bir yana böyle bir zamanda yayınlanması beklenmedik olmuştu. Yine de kim olduğunu düşünmeme gerek bile yoktu. Annem her zamanki gibi son kozunu oynamıştı. O mektuptan sonra bir şeyler olacağını tahmin etmem gerekiyordu, suçlu tamamen bendim.
Felah’tan usulca ayrıldım ve onlara döndüm. Yüzleşme zamanı gelmişti ve titreyen ellerim gözler önündeydi. Yapamazdım. Acılarımı gösteremezdim. Bunca kişinin içerisinde onlara anlatamazdım nedenlerimi, gerçeklerimi.
“Neden?” diye sordu Bartu, zorlandığı belli oluyordu ve bu başka bir zamanda şaşırmama yol açabilirdi. Bu zamana kadar fark edememiştim belli ki ama Bartu bile bana inanmaya başlamış gibi görünüyordu. Şimdiyse kendi ellerimle yıkıyordum ve her şeyi belki de başa sarıyordum.
Ses tonu yüksekti ama bağırmıyordu. Daha çok bir haykırış gibiydi. O da gördüklerini inkar etmek istiyordu belli ki. Yine de yüksek sesi korkamma neden oldu. O sırada elimi bir el kavradı destek olmak istercesine. Bu Felah’ın eliydi. Bildiğim bir şey varsa onun beni koruyacağıydı. Her şey sarpa sarmadan tamamen engel olabilirdi.
Bartu cevap vermemi bekliyordu. Ona verecek bir cevap düşünsem de ne dersem diyeyim kurtulamayacağımı anlamıştım. Gerçeklerden başka bir yol kalmamıştı ama şu an zamanı değildi. Zamanı gelince de gerçekleri duymak istemeyeceklerdi.
Etafta çok fazla ses vardı, yine de duyularım kapanmış gibiydi. Duyduğum tek ses kalp atışlarımın sesiydi. Sadece baktım, bakışlarımla çok şey anlattım. Onunda kahveleri gözlerime uzun uzun baktı. Sanki anlamak ister gibiydi, kahveleri acıydı. Dayanamayacak raddeye gelmiş olacakki arkasını döndü ve uzaklaştı.
Varlığının canımı yaktığını inkar edemediğim Atlas ve geldiği ilk günden beri tek istediği şey beni göndermek olan Barut kardeşlerine zaman vermiş, onlarda aynı merakla cevabımı beklemişlerdi. Bartu arkasını dönüp gittiğinde, ben sessizliğimle sağır ettiğimde etrafı yanıma gelmişlerdi.
Dost canlısı bir geliş değildi. Felah da bunu fark ederek anında beni arkasına çekti. “O kadına çalıştığını biliyordum!” diye bağırdı o sırada Barut. Kontrolünü kaybetmiş gibiydi. “Karşıma geç!” diye bağırdı hemen ardından. Korkula elim Felah’ın koluna uzandı. Ona bir şey olmamalıydı, ihtimali bile benim için korkunçtu.
Felah korktuğumu anında fark etmiş olacak ki beni iyice kapatmak istercesine dikleşti. Aralarındaki bakışmaları bilmesem bile pek dost canlısı olmadığını tahmin edebiliyordum. Onların arkadaş olduğunu bilmek canımı yaktı. Benim yüzümden onların da arası açılmıştı. “Felah,” diye soluduğunu duydum Barut’un. Ses tonunda alalen bir uyarı vardı. Sonra devam etti. “Bu aile meselesi. Geri çekil aslanım.”
Felah çekilmeyi geç kımıldamadı bile karşımda bir dağ gibi dikiliyorken “Ben zaten ailemi koruyorum Barut,” dedi aksi mümkün değilmiş gibi. İçim her şeye rağmen sıcacık oldu.
O sırada biraz yana kayan Atlas’la göz göze geldik. Öfkeden elaları kahverengiye yakın bir tona bürünmüştü. Anında gözlerimi kaçırdım. Ona bakmak bile canımın yanmasına neden oluyordu.
Karşı taraftan sesli bir şekilde oflama sesi geldikten hemen sonra Felah hızla yana kaydı ve bir şeyi tuttu. Tuttuğu şey Barut’un yumruğuydu ve yumruk hemen karşımdaydı. Dudaklarımdan çıkan çığlığa engel olamadım eğer Felah bir saniye geç kalsaydı yumruk onun suratına patlayacaktı.
Benim dışımda başka kadınların da çığlık attığını fark ettim. Buna şahit olmaları hoş olmamıştı. Onları düşünecek anım bile yoktu, umursamadım. İtibarımız umrumda değildi.
Hızla Felah’la Barut’un arasına girecektim ki arkamdan sertçe ittirildim. Dizlerim yere sürttüğünde hissettiğim acı gözlerimin dolmasına neden oldu lakin şüphesiz ki en acısı bunu yapan kişinin kendi canımdan olmasıydı.
Sesli bir tepki veremeyecek kadar şoktaydım. Sadece dizlerimin acısı diriydi, kalan her şey sanki silinmişti. İttirildiğim kollar tarafından aynı hızla çekilince ağlamamak için kendimi sıktım. Aynı o günde olduğu gibi, acımı sakladım.
Karşımda Atlas vardı. Bana bir şey sordu ama anlayamadım en başta. Eskiden beni pamuklara saran kişi gerçekten o muydu, yoksa o günlerde mi bir aldatmacaydı? Tuttuğu kolumu sallayarak dikkatimi toplamamı sağladı. Ardından tekrar sordu.
“Kardeşlerime ne yaptın?”
Koluma kurduğu baskıyı görmezden gelmeye çalıştım. Yüreğimin paramparça olmasına da kör oldum. Acım karşısında dişlerimi sıktım ve sorusuna bir yanıt vermedim. Gerçekten bana bunları yapamazdı. Bana değil hatta, hiçbir kadına böyle dokunamazdı; bağıramazdı, canını yakamazdı.
Ona cevap vermekle ya da bir şeyleri ona ikna etmeye çalışmakla uğraşmadım. Endişe içimde çığlık çığlığa Felah’ın adını bağırırken bunlarla uğraşamazdım. Onun yanına gitmek için kolumu ondan kurtarmaya çalıştım. Yanına gitmeye çalıştım. İki adım atmıştım ki sertçe geriye doğru beni çektiğinde göğsüne çarpmıştım.
İstediği olmadan beni bırakmayacağını anlayınca gözlerimi yumdum. Felah güçsüz biri değildi, daha önce spor yaptığından bahsetmişti. Yine de karşısındaki bir askerdi, ondan yaşça büyüktü de. Barut’un her konuda avantajlı olduğu bir gerçekti.
Hala Atlas’a bakmamam onu sinirlendirmiş olacak ki “Bana bak!” diye bağırdı. Yine de bakmadım. Ona bakarken ağlamadan duramazdım. İçten içe gözlerinin Gobi’ye ait olduğunu bilirken yapamazdım. Sinirle beni ittirdiğinde sırtım kolona temas etti. Sırtım acımamıştı ama canım acımıştı. Canım kan ağlıyordu.
Beni kolonla arasına sıkıştırdığında nefes alamadım. Yine de kafamı kaldırıp yüzüne bakmadım. “Sana bir soru sordum,” dedi bıkkınlıkla. Sorusunu hatırlamıyordum bile. “Kardeşlerime ne yaptın, o kadına neler yetiştirdin?”
Sorusunu yenilediğinde derin bir nefes çektim. Bunalmıştım. Bıkmıştım. Kimsenin gerçekliğini sorgulamadığı doğrudan inandığı o görüntülerden nefret etmiştim. Keşke, keşke birkaç tane daha sinir krizine maruz kalacağımı bile bile yüzümü eğmeseydim ona. Bu kozu vermeseydim eline.
Atlas cevap vermeden bırakmayacağı için “Hiçbir şey!” diye bağırarak yine istemediği bir cevap verdim. “Anlamıyor musun? Ne sana ne de kardeşlerine hiçbir şey yapmadım! Onlar benimde ailem!” Sona doğru çığlığa dönmüştü sesim.
“İnanmıyorum!” diye kükrediğinde olduğum yerde ezilip büzülmeyi bir kenara bıraktım. Tersi bir şekilde kendimden güç almak istercesine sırtımı dikleştirdim. Tam gözlerinin içine baktım, gözlerimdeki acı onun içinde beklenmedikti.
“Bende çoğu şeye inanamıyorum. Kimsin sen? Kim?” Sona doğru cesaretim kırılacak gibi olsa da devam etmiştim. Öfkeden gözü kör olduğu için fark etmemişti bile. Gözlerim dolarken devam edemedim konuşmaya, yine de eğmedim başımı. Atlas uzun uzun baktı gözlerime. Sanki o da bir şeyler arıyordu bana bakarken. Bir anda beni bırakarak geri çekildiğinde gözümden akan yaşı sildim hızla.
“Bir daha kardeşlerime yaklaşma.”
Net sesine karşılık burnumdan güldüm. “Sende bir daha asla bana dokunma. Unuttuysan da asla hatırlama!” Gözümden süzülen bir yaşa takıldı gözleri.
Daha fazla yanında durmadım, koşarak Felah’ın yanına gittim. Etrafta bizden ve bir avuç insandan başka kimse kalmamıştı. Güvenlikler neredeyse herkesi çıkarmıştı. Abi tayfası onları çoktan ayırmıştı.
Atlas’la yaşadığımız şeylere kimsenin müdahele etmemesinden anlamış olmalıydım. İçim hafif rahatlasa da daha erkendi. Felah’a uzun uzun bakarken çenesinde minik bir kızarıklık fark ettim.
Muhtemelen bir yumruk darbesinden meydana gelmişti, benim yüzümden yediği bir yumruktandı. Ciddi bir şeyinin olmaması rahatlatsa da o bir yumruğun bile bıraktırdığı his berbattı.
Vicdanım içimi kemirmeye başladığında yanına gittim ve çenesine derin bir öpücük bıraktım, yakından bakınca minik bir kızarıklıktan çok daha fazlası olduğunu fark etmiştim. Muhtemelen moraracaktı. Bir göz yaşım öptüğüm yere karışınca Felah’ın şefkat dolu sesi kulaklarımı doldurdu “İyiyim sevgilim.” İçimi rahatlatmaya çalıştığını biliyordum ama bu raddeden sonra rahatlaması biraz zordu.
Etrafa biraz daha dikkatle baktığımda Barut’u es gemiştim. Her şey onun suçuyken aldığı darbelere üzülmezdim. Dinlemek yerine korkutmayı, bağırmayı ve yıkmayı seçen onlardı. Olanların hepsi onların suçuydu. Kayra ve Uraz sakinleştirmek için abilerinin yanında kalmışlardı.
İkisi de benim gelmemle bana dönmüştü. Kayra’nın gözlerinde şüphe varsa bile çok azdı, nefrete ise hiç yer yoktu. Bu şaşırmama neden oldu. Onunla aramdaki sıcak savaşı bitirmiş olsamda böyle bir durumda tanıdığım Kayra dinlemeden yargılardı. Tanıştığımızdan bu yana hatalarından ders almaya başladığının göstergesiydi.
Uraz’a baktığımdaysa gördüğüm şüphe boğulacakmış gibi hissetmeme neden oldu. Daha fazla onda takılı kalmadım, gözlerimi kaçırdım. Onla aram iyi sayılırdı, beni anladığını sanmıştım.
Yanılmıştım.
Ayhan Bey ortalarda yoktu, muhtemelen yarattığımız sorunları çözmeye ve bu görüntülerin nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışıyordu ya da bir yerlerde sinir krizi geçiriyordu. İkisi de muhtemeldi. Bartu’da hala gelmemişti.
Araz ve Mete’yle göz göze geldiğimizde sanki bunu bekliyorlarmış gibi çok geçmeden yanımda bitmişlerdi. Felah konuşabilmemiz için birkaç adım gerilediğinde “Açıklama yapamam,” diye mırıldandım zar zor. Biraz daha bu durumdan suçlanamazdım ya da karşı karşıya kalamazdım. Suçlu olmasam bile kendimi o kadar berbat hissediyordum ki…
Araz karşılık olarak beklemediğim bir şekilde bana sımsıkı sarıldığında dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı, devamında da kendimi tutamadan ağlamaya başladım. “Açıklama yapmana gerek yok kardeşim,” dedi bir süre sonra sevgiyle. Bu ince tavrı kalbimi ısıttı.
“Teşekkür ederim,” dedim minnettarlıkla. Onlardan bunu duymak bir başkaydı, neredeyse kimse bana inanmazken bana inanmaları paha biçilemezdi. Mete de dahil oldu sarılmamıza, ayrılmamıza neden olansa Atlas’ın bağırmasıydı. “Sana iki saniye önce kardeşlerimden uzak durmanı söyledim.”
“Sen kimsin ki?” diye sordum sert bir şekilde. Bugün ona bu soruyu dördüncü soruşumdu. “Artık sadece Atlas mısın?” kaşlarını çattı sorumla. Anlamaya çalışıyordu, bence o da farkındaydı başından beri bir terslik olduğunun.
Araz ve Mete’yi arkamda bırakarak karşısında dikildim. Bıkmıştım, bunalmıştım, pes etmiştim. İçimdeki duyguların katili olmuştu. İçimdeki kızın katiliydi.
“Sen Atlas Soylu, bugün yaptıkların için pişman olacaksın! Bundan sonra ben Ayza Nil değilim. Sadece Ayza’yım ve sende bundan sonra benim için sadece Atlas olarak kalacaksın. Sen çoktan onu öldürmüşsün, Gobi.” İsmi dudaklarımdan yıllar sonra özgürce çıktığında karşımda anbean yıkılışını izledim.
Önce bir iki adım savsakladı olduğu yerde sonra duyduğundan emin olmak istercesine bana baktı. Ciddi olduğumu fark edince yutkundu, gözlerini yumdu. Elini yanındaki masaya attı ve masadan destek aldı. Aramızda aşağı yukarı on adımlık bir mesafe vardı
“Ne?” diye sorarken sesindeki dehşet diriydi.
“Evet. Sen beni unuttun. Tanımadın ama ben seni yıllardır beklerken… Boşversene,” ona sırtımı döndüğümde “Nil,” diyen cılız sesi kulaklarıma doldu.
Yanıma yaklaştığını fark edince korkuyla tersi yöne adım attım. Korktuğumu görünce durdu, sert bir nefes aldı. Ondan korkmama neden olan kendisinden başka kimse değildi.
Abi tayfasına döndüğümde hepsi anlamsızca bize bakıyordu. Bu konu onların anlamayacağı kadar hassastı zaten. Sadece Felah duyguyla bakıyordu bana, ona eskiden anlatmış olmalıydım ki bakışlarıyla bile destek çıkıyordu bana. Bartu’da gelmişti ben Atlas’la konuşurken.
“Taşınacağım,” dedim onlara ithafen bana inanmayan bir ordu insanla uğraşamazdım. En kötüsü Atlas’ın gözlerine bile bakamıyorken onunla aynı ortamda kalamazdım. Kayra itiraz edecekken izin vermedim.
“Artık ne sahte yüzlerinize ne de beni bırakıp gitmelerinize tahammülüm kalmadı. Karşıma çıkıp mertçe yapamayacaksınız ki açıklama. Benden unutmamam için söz alan kişi beni unutursa ölüm bile tutamaz beni aranızda.”
Hepsi sustu. Elbette yoktu açıklamaları. Hiçbir konuda hakları olmamıştı ki. Gözüm yanan mumlardan birine kaydı, etrafı aydınlatırken kendinden kayıplar veriyordu. “Bir kere sormadınız ya. Bir kere. Araz dışında ne yaşadı bu kız demedi hiçbiriniz. Yazıklar olsun size.”
Acıma ağlamaktan utandığımdan güldüm. Ellerim deli gibi titrerken kriz geçirmekten korktum. Böyle bir anda başıma daha kötü bir şey gelemezdi. Derin derin nefes alıp verirken gözlerim hala mumdaydı.
Mete “Abla,” dedi çaresizce. “Ben ne yapacağım sensiz?”
Gülümsedim ve canım yandı. O sırada mum tamamen söndü. Etrafı aydınlatmak için tamamen yok olmuştu. Mumun sönmesiyle de masanın bütün ihtişamı kayboldu. Mete’ye çevirdim bakışlarımı.
“Siz bensiz hep yaptınız ki… Sizsiz yapamayan devam edemeyen yaşayamayan bendim. Yine yaparsınız. Bensiz geçen on altı yıl gibi çabucak kapatırsınız yokluğumu. O kadar çok sizi düşündüm ki kendime kendimden bir parça bile bırakmadım.”
Kendimi sürekli paralamış, parçalamıştım. Hiçbiri için değmemişti. Yine tek başıma kalmıştım yine başa dönmüştüm. Yutkundum ardından devam ettim. “Ama yetti. Biraz da kendim için olmak istiyorum. Yaşam mücadelesi bir yana… Gülebilmek istiyorum.”
Devamında arkamdan seslenilse bile hiçbirini dinlemedim. Konuşma burada sonlanmalıydı. Bulunduğumuz mekandan çıkarken elbisem savruldu, durmadım.
-♡ ♡ ♡-
Ve Otuz Altıncı Perde kapanır.
Sonunda o karşılaşma anı yaşandıı.
Gerçekten o kadar mutluyum ki!!!
Artık çözüm kısmına geçeceğiz, Atlas'ın gelişi bir sürü gizemi çözmemize neden olacak.
Bu arada hangi günler bölüm görmek istersiniz ve de saat kaçta? Sosyal medya hesabımda sorduğumda Pazartesi ve Cuma günleri dendi, saat olarakta ben 19.00 düşündüm ama fikrinizi sormak istedim.
Umarım hoşunuza gitmiştir fikirlerinizi en sevdiğiniz ya da sevmediğiniz yerleri ve Atlas hakkındaki fikirlerinizi yazmayı unutmayın.
Diğer bölümlerde görüşmek üzere.
Allah'a emanet olun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.38k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |