
Öncelikle hoş geldiniz.
Bölümü okurken hepinizin bir sonunda diyeceğinize olan inancım tam. Ben yazarken aşırı keyif aldım umarım okurken sizde keyif alırsınız. Bu bölüm için yorumlarınızı o kadar merak ediyorum ki bir saat falan buralardayım. Bölüm sonrası konuşmak için sabırsızlanıyorum sosyal medya hesabımdan da yazarsanız saatlerce sizi meşgul edebilirin ehehehe.
Sınır koymadığımda oy ve yorum sayıları düştü en az yüz oy ve yüz yorum sınırı koymak durumunda kalıyorum o yüzden.
İyi okumalarr.
-OTUZ BEŞİNCİ PERDE-
Bölüm Şarkısı; Tello Can (itinayla önerilir)
"Emindim karşımdaki oydu, her şeyimdi, çocukluğumdu, geleceğimdi."
Arzu’nun Günlüğü
10 Ocak
Bugün Azra’yla konuşmaya zorladım kendimi. Uzun zamandır içimde büyüyen o yükü artık taşıyamıyordum.
“Bana neden yaptığını söyle,” dedim, gözlerimden öfke ve yorgunluk akıyordu. “Neden benim yanımda değil, başka birinin yanında oldun?”
Azra soğuk bir nefes aldı, yüzüne baktım. Gözlerinde pişmanlık yoktu, sadece bıkkınlık vardı.
“Biliyorum, seni kırdım. Ama sen de anlamıyorsun beni. Hep ben senin gölgen oldum, kendi hayatımı yaşamadım,” dedi.
“Gölgen mi? Benim hayatım mı vardı ki?” dedim. “Senin hayatın mı daha değerliydi? Ben yok muydum?”
Azra omuzlarını silkti, “Bazen en çok senin gibi olanlar en çok acı verir.”
“Sana acı vermek istemedim, ama sen hiç umursamadın!”
“Belki de umursamadığın için, artık umursamıyorum.”
O an anladım ki, onun için aramızdaki bağ kopmuştu çoktan.
Konuşmamız, daha çok birbirimizi yıpratmak, kelimelerle birbirimize vurmak gibiydi.
Sonunda, birbirimize baktık ve gördük ki…
Artık aynı dünyada değiliz.
Ve ben, o gün anladım ki; bazı kırıklar, asla tamir edilmez.
- ♡ ♡ ♡-
Ayza’dan
Vücudumu çepeçevre saran panik vücudumu ele geçirmişti. Yine de bana olan bakışları bir nebze de olsa kalan hiçbir şeyi umursamamam gerektiğini hissettiriyor bir nebze de olsa başarıyordu.
Mete ile ettiğimiz dansın devamında Araz da benimle dans etmek istemişti ve günün en güzel dakikalarını onlarla birlikte geçirmiştim. Devamında ise yine sıkıcı oturma saatleri başlamış neyseki bitmişti.
Şu an ise oturduğum yerde asılacağım anı bekleyen kurbanlık bir koyundum. Ayhan Bey eline mikrofonu almış, sahneye benzeyen bir yere çıkmıştı. Arkadaki sakinleştirici müzik kapanmıştı ve bütün bakışlar üzerimizdeydi. Ayhan Bey ve benim aramda mekik dokunduğunu bildiğim bakışlar daha şimdiden korkmama neden olmuştu.
Ayhan Bey çok beklemeden konuşmaya başladı. “Öncelikle hepiniz hoş geldiniz.” Gelen alkış tufanının ardından devam etti. “Hepinizi burada görmek çok güzel. Bildiğiniz üzere on beş yıl önce annesi tarafından resmen alokonulan Ayza’ya yaklaşık bir ay öncesinde tekrar kavuştum.”
Yapmacık ve samimiyetsiz bir sevgi göstergesinde bulunması midemin bulanmasına neden olsa da yüz ifademi stabil tutmayı başarmıştım.
“Bu bir ay birbirimize alışma sürecimiz ile geçti. Hala zorlandığımız noktalar oluyor ne de olsa kolay değil ayrı kaldığımız on beş yıl… Çok şey kaçırdık. Bu süreçte çok şey kaybettik. Ama bir şekilde işin sonunda hep bir olabildik. Şimdi isterseniz size onu takdim edeyim. Ayza, sahneye gelir misin?”
Alaycı bir gülüşle masadan kalktım. Bakışları umursamamaya çalışarak Ayhan Bey’in yanına gittim. Benden bahsederken kızım bile diyemiyordu.
Mikrofonu elime aldığımda “Babacığım…” dedim onun aksine oldukça gerçekçi bir şekilde ve bu da onu rahatsız etti. “On beş yıl boyunca yaşadıklarım o kadar zordu ki iyiki sizi bulmuşum diyorum. Bir baba yokluğu ile büyümek sanıldığından çok daha zor.”
Ayhan Bey’in bakışları bana döndüğünde ona içten bir gülümseme gönderdim. “Yine de geçmişe takılmanın bir manası yok. Artık onlar var ve şimdiden bana o kadar iyi geldiler ki. Annemle yalnızdık, ne bir akrabamız ne de bizi önemseyen bir büyüğümüz vardı. Şimdi ise… Kocaman bir ailenin parçası oldum, gerçi hep parçasıydım da yerimi yeni yeni buldum. Abilerimle ve babamla geçirdiğim bu bir ay o kadar güzeldi ki. Her şey için teşekkür ederim, gerçekten.”
Devamında elbisemi hafifçe savurarak oturduğum yere doğru yürümeye başladım. Sözlerimin gerçek olmasını her şeyden çok istemiştim. Ama olmamıştı…
Hiçbir şey istediğim gibi olmamıştı.
Yerime oturana kadar bir sessizlik hakimdi, söylediklerimin pek bir ağırlığı ya da gerçekçiliği olmasa bile onlara yabancı geldiğim için sindirdiklerinden emindim. Kalktığım gibi oturduğumda önce alkış sesleri yankılandı, devamındaysa fısıldaşmalar başladı.
“Gerçekten ailesini o mu bulmuş?”
“Bu kadar ayrı kaldıktan sonra tek amacının para olduğu belli.
“Az önce bile kavga ediyorlardı.”
“Duyduğum üzere evde onu kimse sevmiyormuş.”
Ve daha nicesi…
Kulaklarımı tıkamaya çalışsam bile çoğu fısıldayış olmaktan çıkmıştı söylenilenler, neredeyse bağırıyorlardı. Zenginlerin mecrası beni her zaman korkuturdu ve şimdi onların arasında otururken anlıyordum korkularımın ne kadar yerli olduğunu.
Onlar bencil insanlardı, çoğu hak etmeden gelmişti buralara, hiç yokluk görmemiş, her geceleri huzurla geçmişti. Onlardan anlayış beklemek sadece aptallık olurdu.
Ayhan Bey kapanış için bir şeyler söyleyip sahneden inmesine rağmen müziğin açılmamasıyla kaşlarım çatıldı. Normalde o müziğin şu an açılması, etrafı sarması ve sesleri susturması gerekiyordu.
Şu an ise en ihtiyacım olan şeylerden biri de buydu.
Masadakilerin bakışları da etraftaydı. Bu söylenilenler tek benim kulağımı aşındırmıyor olacak ki bakışları sertti hepsinin. Ara sıra da bakışları bana dönüyordu. Gözlerimi kaçırmaktan sıkıldığımız anlardan birinde Uraz’la göz göze geldik. Rahatsız olduğumu anında fark etmişti. “Ayza orada süperdin,” diyerek bana moral vermeye çalışmasına buruk bir tebessümle karşılık vermiştim.
“Teşekkür ederim.”
Bakışlarımı onundan kaçırırken anında arıyormuş gibi Felah’ı bulmuştum. O zaten bana baktığı için göz göze gelmiştik. İçim anında ısınırken yanına gitmek istesem bile üzerimde bu kadar bakış varken ayağa kalkacak cesaretim yoktu.
Anlamış gibi o yerinden kalktığı anda ışıklar bir anda gitti ve karanlık bizi içine çekti. Arkamdan atıp tutan kadınlar giden ışıklar nedeniyle anında beni unutup korkuyla bağırmaya, babamı ve yaptığı berbat organizasyona laf etmeye başlamışlardı. Bense ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Abilerimin sesini açık saçık seçemesem bile Barut’un neşeli kahkahasını duyduğuma emindim. Burada bir şeyler dönüyordu!
Barut’un gülmesini duymak korkmama neden olmuştu çünkü bu zamana kadar pek duygularını belli eden biri değildi. Eğer böyle keyifli kahkaha atıyorsa bu işte bir iş vardı. “Ne oluyor?” diye sormuştum zar zor ama ya bu ses içerisinde kimse duymamış ya da duymazdan gelmişlerdi.
“Abi böyle bir şeyi yapmadığını söyle!” Kayra’nın dehşetli sesini duyduğumda bir iki adım geriledim istemsiz. Sırtım birine çarptığında ise resmen öne doğru korkuyla kendimi savurmuştum. Canımın ağrısı bir yana öyle bir ses çıkmıştı ki gözlerimi yumdum bir anlığına.
“Ne oldu?” Felah’ın uzaktan gelen hafif bağırtısıyla birlikte karşımdaki silüete bakıyordum. “Sen de kimsin?” Abi topluluğu sorumla birlikte konuşmayı bıraktığında bir anda şarkı açıldı ve hepimizi bozguna uğrattı.
“Tello tello tello Can,
Tello tello tello Can,
Tello tello tello Can,
Tello tello tello Can.”
Karşımda duran adam da şarkıya eşlik etmeye başlayınca dudaklarım aralandı fakat aralarından tek bir kelime bile çıkamadı.
“Yar, tello tello tello,
Tello tello tello Can.
Vay, tello tello tello,
Tello tello tello can.”
Işıklar açıldığında karşımdakini görmemle gözlerimi kırpıştırdım birkaç kez. O kadar ortamla alakasızdıki… Sesinden ve verdiği tepkilerden hayal ettiklerim üzerine beni o kadar şaşırtmıştı ki birkaç saniye alık alık baktım.
Ona bakarken içim ısındı, bana çok yakındı ama bir o kadarda uzaktı. Emin olamadım bir an, bu canımı yaktı. Her şeyini ezberlemiştim oysa…
Tekrar baktım ona bir yabancı gözüyle; saçları açık kumraldı, güneş ışığında sarışın bile denilebilirdi. Hatta onunla ilk tanıştığımızda saçlarının benim saçlarımdan bile sarı olduğunu anımsıyordum. Tarandığı belli olan saçları buna rağmen oldukça başına buyruk duruyordu, buna şaşırmadım bile. Saçlarında değişen pek bir şey yoktu da aslında.
Gözleriyse yeşile çalan elalardan ibaretti, yakından bakmayanın anlamayacağı detaylara takılıyordum. Boyu uzundu, epey hemde. Önceden de uzun olduğunu anımsadım, bir ağaç gibi bir kalkan gibi o uzun boyuyla her zaman önümde dikilirdi. Yüzünü iki adım uzağındayken görmek için kafamı kaldırmam gerekiyordu ve bu sinir bozucuydu.
Üzerinde krem bir gömlek altında kumaş beyaz bir pantolon vardı. Omuzlarından siyah bir şey sarkıyordu, emin olamasam da sanırım kazağıydı. Kazakla bir zıtlık oluşturan güneş gözlüğüyse gömleğine iliştirilmişti.
Benim onu incelediğim gibi o da beni inceliyordu. Tek bir farkla, ben ona şaşkınlıkla bakarken o bana çatık kaşlarıyla bakıyordu.
Şarkının ışıklar açıldıktan sonra bile devam etmesi ciddiyetimi korumamı zorlaştırıyordu. Şarkıya tekrar giriş yapacağı zaman bakışlarını üzerimden çekmişti.
“Malatya’dan, Sivas’tan,
Tello tello tello can,
Yar gelir oynamaktan,
Tello tello tello can.”
Barut’un neşeli kıkırtısı tekrardan kulaklarımı dolduruduğunda hala olanları anlayamamıştım. Karşımda dikilip bana şarkı söyleyen kişiyi tanıyordum, tanıyordum tanımasına ama anlayamıyordum.
Anlamlandıramıyordum.
Onun burada ne işi vardı?
Daha doğrusu o gerçekte kimdi ya da ben onun gözünde kimdim?
Benim ona attığım duygu dolu bakışlara karşılık bana verdiği tek şey anlamsız bir şekilde nefret dolu bakışlardı. Onu tekrar göreceğime emindim ama böyle bir anda böyle bir şekilde beklemezdim.
“Gobi,” diye mırıldandım ama o kadar kısıktı ki sesim duymamıştı bile. Emindim karşımdaki oydu, her şeyimdi, çocukluğumdu, geleceğimdi.
Büyümüştü, zamana yenik düşmüştü o da. Bakarken anlıyordum onun ne kadar değiştirdiğini, hayat bir tek beni değil onu da yormuş gibiydi.
Mete “Atlas abi, burada ne işin var? Gerçekten burdasın!” dediğinde, sorusu kulaklarımı doldurduğunda; kulaklarım uğuldamaya başlamıştı.
Abi, demişti. Abisi miydi, abim miydi? Böyle bir şeyin olması mümkün değildi. Gobi abim olamazdı. Olsaydı illaki annem buna müdahele ederdi. Gerçi… etmişti zaten.
Aklım geçmişe gittiğinde bana onlardan bahsettiği anlar bir bir zihnimde belirtti. En çok Araz’dan bahsederdi hem de. Yaşıt olduğumuzdan mı yoksa ikiz olduğumuz için benzer huylarımızdan mı bilmem beni en çok ona benzetirdi.
İsimlerini hiç söylemese bile bana onlardan bahsettiği gibi onlara da benden bahsederdi.
Gerçekler kalbime ağır bir yumruk yemişim gibi hissettirmeye başladığında dolan gözlerimi kırpıştırdım. O beni unutmuş olabilir miydi? Gözlerinde ne Gobi’ye dair bir iz ne de o içimdeki küçük kıza, Nil’e karşı bir iz göremiyordum.
“Sen de kimsin?” diye yeniledim sorumu. O hatırlamadıysa ona hatırlatmayacaktım. Beni terk etmişti. Şimdi ise karşıma dikilmiş beni unutmuş bir şekilde nefret dolu gözlerle bana bakamazdı. Ona öfkeli olmam lazımdı, hem beni terk etmiş hem de unutmuştu ama zordu.
“Ben Atlas Soylu. Masalarında oturduğun ailenin en büyük çocuğu ve mirasçısıyım. Asıl sen kimsin?” Son soruyu sorarken yüzünde açık bir küçümseme vardı. Bu bana zaten cevabı bildiğini hissettirdi. Yine de fark etmemiş gibi davrandım.
“Ben Ayza, sanırım kız kardeşin oluyorum?” Tekrardan ona pas atmama rağmen burun kıvırdı ve soruma yanıt vermedi. Hatta bakışlarını üzerimden çekerek beni yok saydı. Ayhan Bey burnundan soluyarak yanımıza daha doğrusu Atlas’ın -beni hatırlamadığı için Gobi demek yanlış geliyor- karşısına dikilmişti.
Bağırmadan ama aynı etkiyi yaratan sesiyle “Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye sorduğunda cevap bile beklemeden eli Atlas’a vurmak için kalktığında Atlas’la birlikte onu durdurmak için uzanan iki kişi daha vardı, Barut ve ben.
Ayhan Bey’e en yakın olan ben olduğum için bileğini tutan ben olmuştum, buna ben bile şaşırırken nasıl bir açıklama yapacağım hakkında bir fikrim yoktu. Atlas’ın bakışlarını üzerimde hissettiğimde tuttuğum eli aynı hızla bıraktım.
“Bana vuruyordun az kalsın,” derken bile aklıllarından ne geçtiğine emin olamamıştım. Ayhan Bey’e tüm suçu attıktan sonra az önce korkuyla yapıştığım masadan ayrılmış, aralarından bir nevi çekilmiştim.
Atlas’ın bakışları bu sefer öncekine göre daha yoğundu. Muhtemelen onu açıkça yok gören biri için iddialı bir çıkış beklemiyordu. Bakışlarını nihayet üzerimden çektiğinde “Ne yapıyora benziyorum Ayhan?” diye sordu. Bunu yaparken tamamen Ayhan Bey’e rest çekmişti. Gözlerim şokla açıldı, herkesin içerisinde resmen babasına ismiyle seslenmişti.
“Asıl siz,” bir an duraksadı ve bana baktı. Derin bir iç çekerken “Aileye benden habersiz bir yabancıyı sokarken. Kardeşlerimle aynı ortama sokarken ne yapmaya çalıştınız?” İçindeki koruma içgüdüsünden dolayı ona kızamazdım.
Yine de kırılmıştım.
Bir zamanlar herkesten korumak istediği kişi benken bir anda kardeşlerini korumak istediği kişi konumunda buluvermiştim kendimi. İçimi kırgınlığın yanında dolduran bir his daha varsa o da öfkeydi. Bana bu kadar uzun süre boyunca yokluğunu çektirip onu unutmamam için bana resmen yalvardıktan sonra beni unutamazdı.
İçimde ona karşı öyle bir sevgi vardı ki Felah’ı bile unutabilmiş onu unutamamıştım. Hissetiklerim arasında fark ettiğim şeye fazla takılmak istemedim çünkü şu an daha önemli bir mesele vardı.
Yine de… Felah bana olan her bakışında benim şu an hissettiğim gibi mi hissediyordu?
O an Felah’ın varlığını hissettim. Hemen yanımdaydı. Onla geçmişim ne kadar derine iniyordu Gobi’nin benim için kim olduğunu ve de gerçekte kim olduğunu biliyor muydu emin değildim. Yine de zorlandığımı anlamış gibi yanımda olmuştu. Her zamanki gibi…
“Evime kimi alacağımı sana soracak değilim!” diye sert bir sesle çıkıştı Ayhan Bey. Sinirlendiğini anlamak zor değildi. Bugün için gerçekten emek harcamıştı ama şu an resmen dedikodu kazanları arasında rezil olmuştu.
Alnındaki damarlar belirginleşmiş iken açık teni yüzünden kıpkırmızı kesilmişti. Atlas ise karşısında oldukça rahat duruyordu. Bu duruşun sahte olduğunu sadece onu gerçekten tanıyabilenler anlardı, rol yapmakta kusursuzdu ama burada olmaktan hiç hoşnut olmadığını bir yere kadar gizleyebilirdi.
“Bende nerede nasıl davranacağımı soracak değilim o halde,” dedi oldukça rahat bir şekilde. Ardından kardeşlerinin ona olan bakışlarını fark etmiş olacak ki “Beni ne kadar özlemiş duruyorsunuz ya, bende sizi özledim!” diye coşkuyla şakıdı resmen.
İyice olduğum yerde gerilmeme neden oldu söyledikleri. Dediği gibi kardeşleri ona sevgiyle ya da sempatiyle bakmıyorlardı, hayalet görmüş gibi baktıklarını söylemek bile daha doğruydu.
Barut hemen devreye girdi “Hoş geldin abilik. Özlemişiz.” Atlas ona göz kırparak karşılık verdiğinde diğerlerinin kınayan bakışlarına maruz kalmışlardı. Onların arasının iyi olduğunu anlamak için bile bu konuşma yeterliydi.
Ayhan Bey ailevi konuşmalara daha fazla elalemin tanık olmasını istemiyor olacak ki arkasındaki adama döndü ve bir şeyler söyledi. Birkaç saniye sonra da müziğin sesi arttırılmış bir şekilde açılmıştı. Çalan şey hakkında bir fikrim olmasa da etrafa sakinleştirici bir hava veriyordu.
Ayhan Bey tekrardan bize döndüğünde “Barut, bunun senin altından çıktığını biliyorum. Siz beni delirtmeye mi çalışıyorsunuz?” diye sordu tek bir solukta. Gerçekten zorlandığı belli oluyordu. Tanıştığımızdan beri yaptğım gözlemlere göre net bir şekilde onun çocuklarına zerre ilgi göstermediğini öne sürebilirdim.
Genelde odasından çıkmazdı. Konu itibarına geldiğindeyse bir anda dünyanın en iyi babası gibi davranmaya başlaması aşırı acınasıydı. Yüzüm buruştu istemsizce. Gerçekten her yerinden oluk oluk kan akıyordu ailenin.
Barut yaptığından hiç pişman olmadığını göstermek istercesine gülümsedi. “Baba, ben eve gelmesem bu kızın varlığından bihaberdim. Nasıl bir his olduğunu bildiğim için abimin de bilmesi gerektiğini düşündüm. Ben sen değilim, asla olmam da.” Yüzündeki tebessüme zıt olarak o kadar soğuk bir ses tonuyla konuşmuştu ki şaşırmamak elde değildi.
Ayhan Bey Barut’un her kelimesiyle biraz daha kızardığında dudaklarımı dişleyerek bir adım daha geriledim. Ortalık fena kızışacaktı belli ki. Sırtım Felah’ın omzuna değdiğinde her şeye rağmen içimi bir huzur kapladı.
Ayhan Bey Barut’un konuşmasının ardından birkaç kez yutkundu. Cümlelerini toparlamaya çalışıyordu ama o kadar sinirli görünüyordu ki bunda başarılı olması imkansıza yakındı. Etrafına bakındı, sinirlenmek için pek uygun bir ortam değildi ve bunu o da fark etti.
O yüzden “Bunu evde görüşeceğiz,” dedi ve masadan uzaklaştı. O muhtemelen hava almak için dışarı çıktığında tekardan müzik kesildi. Ayhan Bey keskin bir şekilde bize doğru döndüğünde bu sefer Atlas ve Barut’ta anlamsız bakışlar atıyordu
“Asıl parti şimdi başlıyor. Soylu ailesinin kızları olarak evlerine aldığı kadının diğer yüzünü izlemeye hazır olun.” Konuşan kişiyi tanımıyordum. Kaşlarım çatıldı, gerçekten bugün için bu kadar gerilim yetmemiş miydi.
Kadının sesinin hemen ardından açılan video kanımın donmasına neden oldu. Kaskatı kesildim, öyle ki bir an nefes bile alamadım. Kulaklarım uğuldarken bendeki bu değişikliği anında fark eden Felah’ın “N’oluyor?” diye sorduğunu bile zar zor duymuştum.
- ♡ ♡ ♡-
Ve Otuz Beşinci Perde sona erer.
SONUNDA GELDİ. GOBİ GELDİ, BÜYÜK ABİMİZ ATLAS GELDİ. AAAAAAAA!
Çoğunuz tahmin etmişti zaten... Yine de doğru tahmin edenler burda mısınız?
Hiç böyle aman aman şoke olanınız var mıı?
Peki gelişi hakkında düşünceleriniz neler? Bölümde en keyif aldığım yerdi yalan yok.
Gobi yani Atlas beklentilerinizi karşıladı mı?
Sizceee ileride neler olacakk?
Sanırım ilk defa bu kadar soru sordum ama aşırı heyecanlıyım. Her şey, bütün kurgu Nil ve Gobi'den meydana geldi. Onları düşünen ve canlandıran o küçük kız çocuğu şu an bir yerlerde heyecandan ağlıyor. Bu kurguyla birlikte geçen gün dördüncü yaş günümü kutladım ve çok özeldi.
İyiki siz.
Diğer bölümlerde görüşeceğiz.
Allah'a emanet olun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.38k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |