
Öncelikle hoş geldiniz.
Fazla tutmayacağım zaten geçmiş bölümü ile karşı karşıyaysınız.
Sınır koymayacağım ama elinizden geldiğince en az bir tane de olsa yorum yapıp beğenin lütfen.
İyi okumalarr.
-OTUZ BİRİNCİ PERDE-
Bölüm Şarkısı; Gitme
"Bir kez daha acının kıyısında dans eden ruhumu hissettim."
7 YIL ÖNCE
Ayza Nil’den
Sabahın griye yakın maviliğinde uyandığımda, kalbimde tanıdık ama bir o kadar da heyecan verici bir kıpırtı vardı. Göz kapaklarım henüz uyanmaya hazır değilmiş gibi ağır, ama içimdeki coşku sabırsızdı. Bugün onu görecektim. Ne zaman olacağını sayamadığım, her saniyesi zihnimde dönüp duran o an, nihayet gelmişti. Yorganı üzerimden hafifçe sıyırdım, yere basan ayaklarımı bile ses çıkarmasın diye usulca hareket ettirdim. O kadar dikkatliydim ki, sanki sessizliğin içinde kaybolursam gerçekliğim de kaybolacaktı. Pencereye yürüdüm. Güneş, sanki yalnızca benim için doğuyordu; utangaç ve nazlı, ama yavaş yavaş kendini göstermeye hazır.
Kahvaltı masasında annemin yerleştirdiği her şey özenliydi, her biri simetrik bir dikkatle yerleştirilmişti; peynir üçgenlerinin keskinliği bile annemin karakterini yansıtıyordu. Ama benim için önemli olan ne o tabaktaki zeytinlerdi ne de çayın demi. Lokmalar sadece zaman geçsin diye çiğnendi, karın doyurmaktan çok beklentiyi susturmak içindi. Masada oturan herkesin çatal ve bıçak sesleri birbirine karışıyordu ama ben hiçbirini duymuyordum. Kulaklarım çoktan onunla geçireceğim anın hayalinde tıkanmıştı sanki. Annem masadan kalkar kalkmaz içimdeki coşkuyu daha fazla bastıramadan odama koştum.
Dünden hazırladığım kıyafetler yatağımın ucunda bekliyordu. Pembe tişörtüm ve üzeri minik kelebek desenli taytım... Bugün başka bir şey giymem mümkün değildi. Merdivenlerden dikkatlice indim, annemin yokluğundan doğan o geçici özgürlük beni cesaretlendirmişti. Ayakkabılarımı hızlıca giydim ve kapıyı sessizce açıp dışarı çıktım. Her şey kusursuzdu.
Koşmaya başladım. Adımlarım, ayak izinden çok içimdeki sabırsızlıktan iz bırakıyordu. Park çok yakındı ama ben oraya vardığımda sanki saatler geçmiş gibiydi. Ve oradaydı. Her zamanki bankta, elleri dizlerinde, sabırla beni bekliyordu. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Koşarken adını haykırdım: “Gobi!” Her zamanki gibi "i" harfini biraz uzatmıştım. Onun bundan pek hoşlanmadığını biliyordum ama bu beni durdurmuyordu.
Yanına vardığımda hiç düşünmeden kucağına oturdum, boynuma doladığı kolları bana dünyanın en güvenli yerinde olduğumu hissettirdi. Sesi, her zamanki gibi sakin ve sıcaktı. “Nasıl gidiyor ufaklık?” diye sordu. Saçımı karıştırmasa belki daha çok gülebilirdim. Ama içgüdüsel olarak suratımı astım. “Saçıma dokunma, sevmiyorum,” dedim. Annemi tanıyan biri için bu cümle çok şey ifade ederdi. O da ısrar etmedi.
Beni yeniden kazandığını hissettiğinde, sesini yumuşatıp daha özel bir tonda sordu: “Nasılsın, Nil’im?” Gülümsedim, “İyiyim, Gobi’m.”
Onunla geçirdiğim her an, zamanın durduğu bir andı.
Benim tek arkadaşım, bana doğum günümde gönderilmiş bir mucizeydi. Kim gönderdi bilmiyorum. Ama onun gelişiyle birlikte hayatımın rengi değişmişti.
“Hadi çizgi film izleyelim,” dedi. Sırtındaki çantayı yere bıraktı ve dizlerinin üzerine koyduğu bilgisayarı açtı. Oturduğumuz çimenlik alana yerleşmiş, ekranın önünde sanki gerçek hayattan izole edilmiş bir dünya yaratmıştık. Gobi ve Nil… Ayı olan Gobi ve küçük kız Nil’in maceraları. Her sahnede sanki biz vardık.
O bana sarılırken, ben de başımı onun göğsüne yaslamıştım. Dünyadaki bütün çizgi filmler bir yana, bu bir başkaydı.
Bölüm bittiğinde gözlerim ekranın son sahnesine takıldı. Kafamda bir şey dönüp duruyordu. “Gobi abim, final bölümünü de izleyelim mi?” diye sordum. Sözlerimle birlikte onun yüzü aniden değişti. Kaşları çatılmadı ama bakışı gerildi. “Finalin yayınlandığını nereden biliyorsun?” dedi. Soru bana çok büyük bir şey sormuş gibi gelmişti.
Biraz gerildim.
“Annem televizyonu değiştirirken denk geldim,” dedim. Bir çocuk ne kadar masum olabilirsem, öyle söyledim. “Bir sıkıntı mı var ki?” Gözlerini yere çevirdi.
“Finali izlemesek?” dedi kısa bir sessizlikten sonra. Hemen suratımı astım. “Ama neden?”
“Ben o bölümü beğenmedim.” İçimde kırılan şeyin sesini sadece ben duydum ama onun bakışlarında da bir pişmanlık vardı. Çok ısrar edemedim. “Tamam,” dedim sadece. O an bana üzülmesin diye susmuştum.
Sonra çimenlere sırtüstü uzandı, ben de yanına. Gökyüzü o gün çok daha netti. Bulutlar pamuk gibi yumuşak, şekillerle doluydu. “Gobi, bak, orada bir kedi var,” dedim. Heyecanlı sesimi duyunca gülümsedi. Sonra eliyle başka bir yeri işaret etti. “Oradaki bebeği görüyor musun?” Gökyüzünde bir kadın ve kucağındaki bebeği görmem zor olmadı. Sanki o an bile bana bir hikâye anlatıyordu.
Bir süre sonra sıkıldım. “Beni sallar mısın?” dedim. Salıncağa doğru koştum. Oturduğumda arkamdan geldiğini biliyordum. Sırtımda rüzgârı hissediyor, yukarı doğru her çıktığımda bulutlara daha da yaklaştığımı hayal ediyordum.
İşte tam o an, o sesi duydum: “Nil, senden bir şey isteyebilir miyim?”
“İsteyebilirsin tabii ki,” dedim, hala gökyüzüne uzanmış ellerimle.“İsmine Nil’i de ekler misin?” dedi. Ardından biraz daha kıstı sesini.
“Yani Ayza Nil olsan... Ama benden başka kimsenin sana Nil demesine izin verme. Tamam mı, abicim?”
Nasıl yapacağımı bilmiyordum ama o istemişti ya... “Olur, abim,” dedim. Salıncağı durdurdu ve önüme geçti. "Beni unutmazsın, değil mi?" diye sordu. Dediği komik geldiği için güldüm. "Ben seni nasıl unuturum, şapşal?" dedim.
Aklıma gelen ihtimalleri düşünerek ona da sordum, "Beni unutur musun?" diye. Kafasını iki yana salladı ve "Ben gidiyorum," dedi.
Söyledikleriyle şok olmuş bir şekilde ona baktım. "Gidiyor musun? Beni yalnız mı bırakacaksın?" Gözlerim dolmuştu ve ona acıyla bakıyordum. Bakışlarını kaçırarak bulutları izlemeye başladı. "Yurt dışında bir okul kazandım. Gitmem gerek, Nil," dedi.
Sol gözümden bir yaş aktı. "Gidemezsin. Ben sensiz ne yapacağım?" O giderse, tamamen yalnız kalırdım. O gidemezdi. "Senden tek bir isteğim var," dedim. Sol gözümden akan yaşlar durmaksızın devam ederken, o yüzüme bakamıyordu. "Yıllar sonra karşılaştığımızda beni tanı, tamam mı? Belki sokakta yürürken, belki bir kafede yemek yerken. Nerede görürsen gör, bana sarıl. Gobi, de bana tanırım seni," dedim.
Kelimeleri söylerken duraklaması, onun da konuşurken zorlandığını belli ediyordu. "Gidiyorsun," dedim, kabullenmiş bir şekilde. Gözleri sonunda gözlerimi bulduğunda, sol gözümden akan yaşları gördükçe onun da gözleri titreşiyordu.
"Nil, benim bir sürü kardeşim olmasına rağmen, sen hep ayrıydın. Kalbimi öyle bir fethettin ki... Gitmek inan benim için de çok zor," dedi. Gözünden bir damla yaş süzüldü ve elime düştü. Parmağındaki yüzüğü çıkararak elimdeki avuca koydu. "Bu yüzüğü o verdi, sen de biliyorsun. Bu yüzüğü almaya geleceğim. Bizim hikayemiz yarım kalmış olmayacak," dedi.
Yüzüğü vermesiyle birlikte daha çok ağlamaya başladım ve salıncaktan indirildim. Gobi, beni sımsıkı sardı. "Sen benim çocuk yanımsın, ben sensiz ne yapacağım, Nil?" dedi acıyla. Onun yüzünü görmesem bile titreyen sesinden onun da ağladığını anlamıştım. "Gobi... Sen benim ilkimsin. Her anlamda," dedim.
Kolundaki saate baktığını görünce, "Veda vakti geldi mi?" diye sordum. Sertçe yutkundu ve "Geldi," dedi.
"Görüşürüz," dedi son kez. "Görüşür müyüz?" diye sordum ben de.
"Görüşürüz, Nil'im," dedi ve parka doğru ilerlemeye başladı. Etrafımdaki her şey bulanıklaşmaya başladı. Gobi'nin her şeyime dönüştüğünü düşündüm. Kalbimin ağrısı geçmiyordu. Ama anılarımda hep kalacaktı.
- ♡ ♡ ♡-
3 YIL ÖNCE
Terk edilişimin dördüncü yıl dönümüydü. Dört yıl… Ama sanki her günü yeniden yaşanmış, her ayrıntısı kalbimde bir kez daha kazınmış gibiydi. Zaman geçtikçe silinmesini beklediğim acılar, aksine daha da derinleşmişti. Gobi’nin gidişi, sadece bir vedadan ibaret olmamıştı; ardında bir çocukluğun çırılçıplak kalışını, sevgiyle sarılmış bir kalbin ortadan ikiye yarılışını bırakmıştı. Gülüşüm, onunla birlikte eksilmişti. Renkler solmuş, her melodiye hüzün sızmıştı. Bir zamanlar hayatıma anlam katan, varlığıyla bana nefes aldıran o insan, artık yoktu. Ve bu yokluk, yalnızca bir eksiklik değil, içimde büyüyen bir boşluktu.
Düşüncelerim her geçen gün ağırlaşıyor, taşıdığım yük görünmez olsa da beni büküyordu. En sonunda annemi ikna etmiştim. Bu boşluğu dindirmek için bir şey yapmam gerektiğini biliyordum.
Geriye dönüp her şeyi değiştiremezdim ama en azından kendime yeni bir başlangıç yaratabilirdim. Onunla aramda geçen o masum cümleyi gerçekleştirmekti niyetim: ismimin yanına "Nil" eklemek. Sadece bir isim değil, içimde yitirdiğim her şeyin sembolü olacaktı. Bir parça umut, bir parça anı... Yeni kimliğim, belki de hayatımda ilk kez tamamen bana ait bir şey olacaktı.
İşlem günü geldiğinde, annemle birlikte nüfus müdürlüğüne gittik. Kalbimde tarifsiz bir tedirginlik vardı. Kendi kendime fısıldıyordum: “Yeni bir isim, yeni bir hayat...” Ama içimde bir yerde bir ses daha vardı, daha karanlık, daha kuşkuluydu. “Gerçekten değişiyor musun, yoksa sadece daha derine mi gömülüyorsun?” diye soruyordu. O an her şey ağır çekimde gibi geliyordu. Ellerim titreyerek imza attı. Kimlik kartım teslim edildiğinde, yeni ismimle yazılmış o küçücük satır içimde koca bir yankı oluşturdu. Artık Ayza Nil’dim. Dışarıdan belki hiçbir şey fark edilmeyecekti. Ama ben biliyordum bu bir yasın resmileşmesiydi.
Eve döner dönmez odamın yolunu tuttum. Annem bugün sessizliğimi sorgulamayacaktı; çünkü yıllardır bugün böyleydim. Odamın kapısını kapadım ve bilgisayarın başına geçtim. Bugün, içinde ukde kalan o soruyu cevaplayacaktım: "Gobi ve Nil"in hikâyesi nasıl bitmişti? Gözümde yaşlar birikmişti daha başlamadan. Bilgisayarı açarken, parmaklarım tuşlara zorla basıyordu. Yalnızca fiziksel bir işlem gibi görünse de, aslında yılların yüküyle bir hesaplaşma başlıyordu.
“Gobi ve Nil final” diye yazdım internete. Gözümün önüne düşen görseller bile yeterliydi kalbimin sızlaması için. Bir zamanlar oyun gibi izlediğim, her anını onunla paylaştığım o çizgi filmin şimdi bana ait olmayan bir geçmişi hatırlatması… dayanılmazdı. Her karede Gobi vardı. Her karede ben vardım.
Karşıma çıkan ilk videoya bastım. Hikâye başladı. Nil ve Gobi’nin yolları ayrılıyordu. Tıpkı bizim gibi. Aradan geçen on yılın ardından, çizgi filmdeki Nil her gün Gobi’yi düşünmüş, onunla yaşadığı anıların gölgesinde büyümüştü. Ama Gobi... onu unutmuştu. Tıpkı benim en korktuğum gibi.
Bir sahne vardı ki, nefesim kesildi. Nil, Gobi’ye sarıldığında, Gobi geri çekildi. Ve o yıkıcı soru geldi ekrandan: “Kimsiniz?” O an dizlerim titredi. İçimde bir çocuk daha susturuldu. Ben onun çocukluğuydum; o ise benim ilkimdi. En büyük korkum beni unutmasıydı.
Gözyaşlarım klavyeye damladı. "Ben kimim, Gobi olmadan?" diye sordum kendime. Bir isim değiştirerek geçmişi silemeyeceğimi o anda anladım. Yeni kimliğimle aynaya baktığımda, hâlâ eksik bir parçayla yaşıyordum. Hâlâ onu bekleyen küçük bir kız çocuğuydum aslında.
Ekrana boş gözlerle bakarken, aklımın içinde sorular çarpışıyordu. “Acaba o şimdi nerede? Mutlu mu? Hâlâ beni hatırlıyor mu?” Belki de bambaşka bir hayatı vardı artık. Belki de bir eş, bir çocuk, bir iş... Ve o hayatın içinde bana yer yoktu.
Gözlerimi kapattım. Yüzümde kurumuş gözyaşlarının bıraktığı o tuzlu izleri silmeden, derin bir nefes aldım. Bu nefes, bir kabullenişti belki de. Ama içinde hâlâ umut taşıyan bir kabulleniş. O yüzüğü hâlâ saklıyordum. O gidiş hâlâ içimi yakıyordu. Ve ben, her şeye rağmen... onu bekliyordum.
“Her veda, bir hatıra demekmiş,” diye geçirdim içimden. Bu hatıra, asla silinmeyecek bir yara izine dönüşmüştü artık. Gobi’yi unutmam mümkün değildi. Onun yokluğu, varlığından daha güçlü bir şekilde içimde yaşamaya devam ediyordu. Onu ilk tanıdığım haliyle, o parkta bulutlara bakarkenki haliyle, o yüzüğü avucuma bırakırkenki haliyle... sonsuza kadar sevecektim.
- ♡ ♡ ♡-
İki Yıl Önce
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Zihnimde, geçen zamanın izlerini silmeye çalışarak unuttuğum bir anı canlandı. O gün, yaz güneşinin ışıkları pencereden içeri sızıyor, odamın duvarlarına dans eden gölgeler düşüyordu. Tüm dünyam, Gobi ile paylaştığım o küçük odada, bir masanın etrafında dönerken zaman sanki durmuştu.
Gobi, o gün etrafa neşe saçarak odaya girmişti. “Ayza! Gel, dışarı çıkalım!” dedi, yüzündeki geniş gülümseme içimi ısıttı. “Biliyor musun, bu ağaçların altındaki gölgede oturmak için harika bir gün!”
Güneşin sıcağında hafifçe terleyen alnımı silerken, onun enerjisiyle dolmuştum. “Ama dışarıda hava çok sıcak, Gobi,” diye itiraz ettim, ama gözlerimdeki parıltı ona tam tersini söylüyordu. “Hadi, sen de benimle gel,” dedi ve ellerimi tutarak beni dışarı çekti.
Bahçeye adım attığımızda, rüzgarın hafif esintisi yüzüme vurdu. Gobi’nin sevinci, neşeli kahkahaları, ağaçların arasında yankılanıyordu. Ağaçların altında, güneşin verdiği gölgede oturduk. Gobi, yanında getirdiği iki buz gibi limonata bardağını uzatarak, “İşte, bu da serinliğimiz!” dedi.
O an, hayatımda ilk defa sadece o anı yaşamanın tadını çıkarıyordum. “Bu yazı hiç unutmayacağım,” dedim, ona bakarak. O, bir an duraksadı ve gözlerinde bir belirsizlik belirdi. “Unutma, Ayza. Geçmişin seni asla bırakmayacak, ama sen ondan kaçma. Onu kucakla,” diye fısıldadı.
Gözlerim parladı; bu sözler onun derinliklerini, içsel çatışmalarını yansıtıyordu. "Neden böyle söylüyorsun? Geçmişin acısı çok ağır," diye cevap verdim, içimdeki kaygıyı dile getirerek. Ama Gobi, benim hislerimin ötesinde bir anlayışa sahipti.
“Bazen, yaşamak için acıya ihtiyacımız var,” dedi. “Acı, kalbimizin derinliklerinde sakladığımız her güzel anı hatırlatıyor. Birbirimizi unutmayalım, Ayza. Ne olursa olsun…”
Onun sözleri, ruhumda yankılandı. Bir an, hayatın acılarla dolu olduğunu kabullendim; belki de onun gibi düşünmek gerekiyordu. O gün, birlikte çok şey paylaştık. Göz göze geldiğimizde, o anın sonsuzluğunda kaybolmuş gibiydik.
Ama zaman, ne kadar güzel anılar biriktirirseniz biriktirin, geçmişten kaçış yoktu. O gün, yalnızca dışarıda güneş parlamıyordu; içimde de bir sıcaklık, bir umut vardı. Ama bir şeylerin değişeceğini, mutluluğumun yerini özlemlerin alacağını bilmiyordum. O gün sona erdiğinde, Gobi’nin yanımda olmayacağını, o sıcak yaz günlerinin ardında kalan boşluğun, ruhumu nasıl sarmaladığını fark etmemiştim.
Artık o günler geride kalmıştı, ama hatıralarımda Gobi’nin sesi yankılanıyordu. “Geçmişin seni bırakmayacak,” diye fısıldıyordu zihnimde. O an, kalbimdeki boşluk derinleşti. "Eğer geçmişi unutmazsam, Gobi'yi de unutmam gerekmiyor," diye düşündüm, bir kez daha acının kıyısında dans eden ruhumu hissettim.
- ♡ ♡ ♡-
Ve Otuz Birinci Perde sona erer.
Bu bölüm biraz daha Gobi ile ayrılık sahnelerine değindik.
Anladığınız üzere Gobi kurguya atlamak üzere.
Sizce Gobi kim?
Tahminlerinizi bekliyorumm
Şimdi bu kısmı diğer bölüme gelen yorumlar üzerine yazıyorum. Arkadaşlar Felah kim diye soranlar olmuş... Ciddi misiniz? ĞĞĞĞ Felah ana aerkek karakter. Yine Yusuf'u tanımayan, hatırlamayan aşırı okurum var. İlk bölümlerde Ayza karakola düştüğünde ona yardım eden kişi, kuzeni Yusuf'tu. Unutmayın bunlar önemli yaa.
Birde Yusuf'un bir yerde Ayza ile ilgili olumsuz düşüncelerini belirttiği kısımda da aşırı tepki vermişsiniz. Ama kimse siyah ya da beyaz değildir. Yusuf'ta dört dörtlük kusursuz bir karakter değil. Abileri o kadar şey yaptı hiçbirine bu kadar tepki verdiğinizi görmedim Allah için sakinnn
Son son son olarakk yüz bin okunma olduk. Yüz okunma olunca ne kadar sevindiğim dün gibi aklımda. Şimdi ise... Yüz bin... Belki sizin için az olabilir ya da piyasadaki diğer kitaplar için ama bu benim için, ortaokula giderken deneme sonrası defterinde gizli gizli Ayza'yı oluşturan o küçük kız için çok büyük bir şey. Buraya kadar yanımda olan, doğru ya da yanlış her kararıma rağmen yanımda olan herkese teşekkür ederim.
Burada oturup saatlerce doğan güneşe kadar her şeye teşekkür edebilirim ama sizi sıkmak istemem.
Diğer bölümlerde görüşmek üzere.
Allah'a emanet olun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.34k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |