38. Bölüm

-Otuz İkinci Perde-

bal leydi
balleydii

Öncelikle hoş geldiniz.

Sizi normal bölümlerimize göre baya uzun bir bölüm bekliyor.

Sayaç açmıştım sosyal medyada ama biliyorsunuz deprem oldu birkaç hastane işimle de çakışınca bir saat geciktim.

Bölüme vereceğiniz tepkileri o kadar merak ediyorum ki.

Sınır koymuyorum artık daha önce de söylemiştim. Ama elinizden geldiğince en az bir tane de yorum yapıp beğenirseniz benden mutlusu olmaz. Yorum demişken geçen gün bütün yorumları okudum ve dönüş sağladım. Çok fazla küfür vardı, o konuda biraz rahatsız oldum lütfen sakin olun.

İyi okumalarr.

 

 

-OTUZ İKİNCİ PERDE-

 

 

 

 

Bölüm Şarkısı; Gülüşünde Bi' Şeyler Saklı

 

 

 

 

"Sanki dünyamdaki bütün umutlar dudaklarının kıvrımında saklanmış gibi."

Arzu’nun Günlüğü’nden

31 Aralık 1998

İçim yanıyor.

Azra üç saat önce çıktı. Azra ve Ayhan… dışarıda bir yerde, elleri birbirine değiyor, kadehler tokuşturuyorlar, belki bir yerde gülüyorlar. Burası ise benim için bir zamandır yalnızlığın resmi. Yarısı soğumuş kahve fincanı, camda donuk buğu, salondaki eski koltuğun kol dayama yerinde sürekli oturduklarımın izleri.

Her yıl aynı saatte birlikteydik biz. Balkona çıkardık, sokağın üstünde patlayan ışıkları izlerdik. Azra benim saçımı rüzgârdan korur, ben yanına bir şeyler fısıldardım. Ucuz çikolataları paylaşıp birbirimize saçma sapan yeni yıl dilekleri söylerdik. Hep derdi ki: “Seninle olmasam olmaz.” Hep beraber olacağımızı, hiç kopmayacağımızı söylerdi. Bu cümlelerin sıcaklığı artık başka bir evde duruyor.

Bugün akşam annemle yine başımız belaya girdi. Küçük bir şeyden başladı; annem sofraya koyduğum tabakları dağıtırken “Bunu böyle yapma, kırılacak” dedi. Ben durup “Neden her şeyi benim üzerime bırakıyorsun?” diye sordum. Cümle basit, ama birikmişliğin siniriyle çıkınca bir kıvılcım gibi yayıldı.

“Ne demek bu şimdi, dramatize etme kızım,” dedi annem. Sesi kısık ama keskinleşti. Babam ise koltuğundan doğruldu, “Yeter artık, Arzu, hep aynı şeyi yapıyorsun,” diye karıştı araya. Onların sesleri birbirine karıştı; ben de susturulacak bir çocuk gibi daha çok bağırdım. “Bütün dünya onun etrafında dönüyor! Siz onun bir bakışıyla tatmin oluyorsunuz, ben hep gölgede kalıyorum!” dedim.

Annemin gözleri beklemediğim kadar soğuktu. “Azra bizim kızımız, sana zarar vermiyor. Biraz olgunlaş! Herkes dışarı çıkıyor, sen de çık.”

Dışarı çıkacak kimsem yok bir Azra vardı onu da kaybettim, diyemedim. Sustum.

Babam ise ellerini ovuşturup “Biz de dışarı çıkacağız, sen rahat ol” dedi. Sanki “rahat ol” demekle benim içimdeki boşluk dolacakmış gibi. Annem“Evet, gidiyoruz” dedi. Onlar giyindi, ceketlerini aldılar, bana bakmadan kapıdan çıktılar.

Kapının çarpışı hâlâ kulaklarımda. Dışarıdaki gürültü, mahallede yankılanan sesler… Onların adımları uzaklaşırken ben burada kaldım.

Evin içinde, yalnız, kırık bir yeni yıl ritüelinin ortasında. Yıllarca aynı balkonda saydığımız o geri sayımı, bu sefer kimselerle paylaşmayacağım. Azra olmasa bile annemle babamın evde olması bir teselli olurdu belki… ama onlar da yok artık.

Telefonuma baktım. Azra’dan bir mesaj. “Gecikiriz, merak etme.” O mesaj biraz rahatlatmıştı, ama şimdi ne gelen arama var ne de başka bir bildirim. Ayhan’ın fotoğraflarından birine baktım. Gülümsüyorlardı.

Kıskançlık o kadar keskin bir hale geldi ki, göğsümde bir taş gibi oturdu. Kendi kendime düşündüm. Neden hep o kazanıyor? Neden hep o eksik kalan parça oluyor?

Geçmişe indim. İlk yılbaşılarımızı düşündüm: annemin küçük bir taburesi, bizim iki sıcak çayımız, Azra’nın bana yaptığı kağıt taçlar… O zamanlar birbirimizi avutan iki kişiydik. Şimdi o av olurken, ben yalnız kalan tarafım. Her hatıra, aynı safta kaybolmuş bir resim gibi soluyor.

Saatler ilerledikçe ev daha da sessizleşti. Televizyon uzaktan gelen bir yılbaşı programı yayınlıyordu ama sesi boğuk, kelimeler yıpranmıştı. Mutfağa gittim; dolaptan küçük bir tabağı çıkardım, içine birkaç lokma atıştırmalık koydum ama yemeye niyetim yoktu. Eski bir yılın son dakikalarında bir şey atıştırmak, bir şeyi saklamak gibi geldi bana kaybın ardından kalan küçük heveslerden biri.

Balkona çıktım. Soğuk hava yüzümü yaktı. Aşağıda komşuların balkonlarından gelen kahkahalar, uzak makineler, birkaç havai fişek sesi duyuluyordu.

Renkli ışıklar gökyüzünü kesecek kadar parlak değil ama yine de yılın değiştiğini hissettiren bir tını vardı. Dizlerimi karnıma çekip pencere kenarına oturdum. Dışarıdaki sesler başka bir dünyanın kutlamasıydı. Bu evde benim yeni yılım sessizce çarpıyordu.

Dakikalar hızlandı; herkes geri sayıyor gibi ekranlardan, telefonlardan. 10… 9… 8… Ben kendi kendime aynı ritmi tuttum ama sesim kısık, içimde bir direnç vardı. Bu sayım, eskisi gibi iki kişiyi ortak bir geleceğe bağlamıyordu. 3… 2… 1… Patlama sesleri uzaklardan geldi; bir yerde insanlar sarılmıştı, öbür tarafta gençler bağırıyordu. Ben ise balkonda durup penceremi kapadım.

Camın ardından konserden uzak bir yankı gibi geldi bana yeni yıl.

Gecenin ilerleyen saatlerinde odama döndüm. Şuan yazıyorum. Sana, yanımda bir tek sen kaldın çünkü. Sana yazmak daha kolaydı, çünkü kaçmıyordun.

Yılbaşı dileğim? Sahte bir mutluluk dilemek istemedim. Kendime, daha az görünmez olmak istiyorum dedim. Daha doğru bir cümle kurdum: “Yeni yılda birisi beni gerçekten görecek.” Bu bir istek mi, değil mi; belki de yalnızca bir fısıltıydı.

Saatler geçip sabahın bir vakti yaklaştığında sesler azaldı. Komşular evlerine dağıldı. Evin içinde hâlâ bir dolu ses yoktu. Mutfak saatinin tiktakları, radyatörün hafif şırıltısı, eski koltuktaki kumaşın inlemesi gibi küçük şeyler.

Yalnızlık, en beklenmedik anlarda ağırlaşıyor.

Azra’yı geç gelen bir mesajla değil, kendi sessizliğimle karşıladım. Belki yarın konuşuruz belki de konuşmayız. Bu gece, ben kendi yeni yılımı yalnız kutladım. Oysa bir zamanlar “her yıl birlikte” dediğimiz o söz hâlâ kulaklarımda yankılanıyor. Bir hatırlatma, hem acı hem de tuhaf bir nezaketle.

 

 

- ♡ ♡ ♡-

Ayza Nil’den

Çalan telefonumun sesi, rüya ve gerçeklik arasındaki ince çizgiden kurtulmama neden oldu. Sanki bilinçaltım bana hâlâ uykunun güvenli karanlığında kalmam gerektiğini fısıldıyordu ama telefonun keskin sesi buna izin vermiyordu.

Elimi, gözlerim hâlâ kapalıyken, telefonu almak için gelişigüzel komidinin olduğu kısma doğru salladım. Parmak uçlarım masanın kenarına çarptığında hafifçe homurdandım.

Gözlerimi kısık bir şekilde araladığımda, ekranda arayan kişinin Felah olduğunu görünce bir anda uykumun bir kısmı açılmıştı. Oturduğum yerde doğrulup dikleştim ve aramayı yanıtladım.

“Alo,” dediğimde, karşı taraftan gelen kıkırtı sesi kulaklarıma doldu. O an yüzümde istemsiz bir tebessüm belirdi. Ellerimle gözlerimi ovalarken Felah, yeni uyandığını belli eden o pürüzlü ve kısık sesiyle, “Günaydın uykucu,” dedi.

Ayağa kalkıp odamın küçük lavabosuna doğru adımlarken, “Diyene bak,” diyerek ona sataştım. Ses tonumda hem şaka vardı hem de biraz alışkanlıktan gelen bir yakınlık.

Birkaç gündür buluşamamıştık. Kriz geçirdiğim günden sonra Felah, her sabah beni uyandırmak için aramaya başlamıştı. Aynısını akşam yatmadan önce de yapıyordu.

Başlarda bunu garipsemiştim ama artık onun tarafından uyandırılmaya ve onun sesiyle uykuya dalmaya alışmıştım bile. Hiçbir zaman sesli söyleyemeyecek olsam bile içten içe bu yeni düzenin bana iyi geldiğini inkâr edemezdim.

Felah, “E bugün ne yapacaksın?” diye sorarken onun da benim gibi ayaklandığını, arka plandaki kapı gıcırtısı ve adım seslerinden anlamıştım.

“Biliyorsun yarın basına duyurulacağım. O parti mi, balo mu, yemek mi her neyse, işte o olacak. Okuldan gelince ona hazırlanacağım,” dedim. Bir an duraksayıp nefeslendim, ardından içimdeki özlemi de eklemeden edemedim. “Sen ne yapacaksın? İşlerin artık biraz azalacak mı? Seni özledim.”

Uzun yanıtımın ardından telefonu kenara koydum, musluğu açtım ve yüzüme soğuk su çarptım. Aynada, yorgun ama toparlanmaya çalışan gözlerim bana bakıyordu. Felah’ın sesi birkaç saniye sonra yeniden duyuldu. “İyi, iyi… Orada yanında olacağım, endişelenme. İşler de dediğin gibi biraz azalacak inşallah. Babamın yurtdışına çıkması iyi olmadı ama dönmesine az kaldı. O zaman beni azat edecek.”

Sona doğru acı çeker gibi çıkardığı sesi duyunca kahkahamı tutamadım. O da hemen sitemkâr bir şekilde, “Biz acı çekiyoruz, zalimin kızı gülüyor,” dedi. Onun o yarı ciddi, yarı şakacı hâline aldırış etmeden gülmeye devam ettim.

Bir süre daha konuştuk, laf lafı açtı, okul saatim yaklaşmıştı. “Şimdi benim hazırlanmam lazım, kapatıyorum,” dedim ve Felah’ın itirazını bile beklemeden telefonu kapattım.

Vedalaşmamız bile her seferinde en az beş dakikayı bulduğundan, bu kez yüzüne kapatmak zorunda kalmıştım. Birkaç dakika sonra geri aradığında açmak istesem de, kendimi tutup duymazdan geldim. Hızla giyindim, akşamdan hazırladığım çantamı kaptım ve koşar adım aşağı indim.

Geçirdiğim kriz ve Yusuf ile yaptığım konuşmanın ardından evde aslında pek bir şey değişmemişti. Yalnızca benim onlara bakış açım değişmiş, evin üzerine çöken o genel sessizlik daha da belirginleşmişti. Çoğu zaman, sessizlik en ağır bağırıştan bile daha yorucu oluyordu.

Merdivenleri ikişer ikişer indikten sonra odaya girdim. O anda kapıya en yakın yerde duran Uraz başını kaldırdı ve göz göze geldik. “Günaydın,” dedi, sesi sakindi ama çekingenliğini anlamak için müneccim olmam gerekmiyordu.

Onun sözüyle birlikte diğerlerinin de bakışları üzerime dönmüştü. Birkaç saniyenin ardından “Günaydın,” dedim, dudaklarımda nazik bir gülümsemeyle. Her ona yönelik olan gülümsememde olduğu gibi bu kez de yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi. Ama yine de karşılık vermekten geri durmadı.

Abiler arasından aramın en iyi olduğu kişi oydu. En azından diğerleriyle olduğu gibi kanlı bıçaklı değildi aramız. Belki de bu yüzden, her defasında bana daha normal, daha insanca yaklaşan tek kişi hep Uraz olmuştu.

Onunda hataları olmadığını elbette ki söyleyemezdim. Çünkü hata yapmak kadar yapılana ses çıkarmamakta yapılana ortak olmak demekti. O her yapılana ortak olmuştu. Bazen normal bir şekilde konuşsak bile hiçbir zaman normal olmayacaktık.

Affetmek zordu, en az affedilecek bir şey yaptığını kabullenmek kadar.

Araz’ın onu kolları arasına almak için yeltendiğini fark edince işini kolaylaştırmak istedim ve aramızda kalan o üç adımlık mesafeyi ben doldurdum.

Kollarını sıkı sıkı sararken “Günaydın ikiz,” dedi sabahları asla ulaşamadığım bir coşkuyla. Abilerinin yanındayken kesinlikle daha temas bağımlısı ve neşeli birine dönüşüyordu.

Bunu da kendi içimde iki nedene bağlayabilmiştim. Ya abileri yanında olduğu için bunun güveni ile özüne dönüyordu ya da onlara hatalarını yüzüne vurmak istercesine kaçırdığı şeyleri yani benimle olan anlarını gözlerine sokmak içindi. İlkinin olmasını umsam da kişiliğini nerdeyse tam anlamı ile tanıyacak kadar onunla zaman geçirmiştim.

Sarılışına onunkine nazaran daha yumuşak bir sarılma ile karşılık verirken “Günaydın diğer yarım,” dedim. Sesim sabahın yorgunluğunu taşırken ona hitap şeklim dudaklarında çiçekler açmasına neden olmuştu.

Gülümsemesi aklıma Felah’ı getirince telefonu elime aldım ve yüzüne kapadıktan sonra aramanın yanı sıra birkaç mesaj attığını gördüm.

Araz göz ucu ile telefonuma bakınca sarılmayı bıraktı ve bana istediğim mahramiyeti sundu.Yiğit sağolsun Felah’la bir ilişkim olduğunu benim söylememe kalmadan öğrenmişti. Arada sırada kıskanıyor gibi davransa da ilişkimde mutlu olduğumu bildiği için onunda mutlu olduğunu biliyordum.

Herkes böyle konuların aile bireylerine açılmaması gerektiğini, bunun zor ve anlamsız olduğunu savunurken diğer yarımın, Araz’ın bunu bu kadar anlayışla karşılaması bazen sorgulamaya itse bile hem Felah’ı hem beni tanımasından ilişkimizin mantık çerçevesi içerisine de oturabildiğinin farkına vardığını düşünüyordum.

Kafamı iki yana sallayarak düşünce bulutundan kurtuldum ve Felah’a odaklandım.

Felah: Sanırım okula geç kalıyorsun.

Felah: Okula gidince bir şeyler yemeği unutma Lavantam.

Mesajlar yüzümde içten bir tebessüm oluşmasını sağlarken son yazdığı birkaç dakika öncesine ait bir mesajdı.

Felah: İyi dersler.

Hızla parmaklarım klavyenin üzerinde dolandı.

Siz: Evet. Vedalar kısa süreli bile olsa zor, ondan yüzüne kapattım. Pardon.

Siz: Yemek yerim. Sende iş yerinde yemek yemeyi unutma, hatta aralarda nefes alman lazım unutma.

Mesajı ne kadar alaycı bir tavır ile yazsam bile onun işinde ne kadar hırslı olduğunu hayal etmek bile dediklerimdeki büyük doğruluk payını gösteriyordu.

Yavaşça abi tayfasının odadan çıktığını görünce hızla son mesajımı yazdım ve telefonu cebime attım.

Siz: İyi dersler.

Ardından okula giden tayfanın yolculuğuna dahil olmuştum. Eskiden nefret dolu bakışlarla geçen yolumuz şuan çoğunlukla sessizlik, kalan diğer çoğu vakitte de Araz ve Mete’nin yer kavgasından ibaretti.

Arabada Kayra olduğu için ben pek konuşmuyordum. Zaten Kayra’da artık eskisinin aksine çok nadir konuşur olmuştu. Nedenini yaptıklarının farkına varmasına yorsam da garipsemeden edemiyordum.

 

 

- ♡ ♡ ♡-

Derslerin bitmesine çok az kalmıştı. Sabahtan beri o kadar yoğun derslere maruz kalmıştık ki göz açıp kapayıncaya kadar son derse gelmiştik.

Arda’nın arkamdaki isyan eden sesini duymamak imkansızdı. Matematik hocası da duymuş olmalı ki “Arda bir sorun mu var?” diye sordu.

Sorusunun altında yatan uyarı dolu imayı anlamamak imkansız olsa da tabikide Arda anlamamıştı. “Hayır hocam!” diye yanıtladı. Hoca üstelemek istemiyor olacak ki gülerek geçiştirmişti.

Kayra’nın herkese onların kardeşi olduğumu duyurduğundan beri okuldaki herkesin dikkatini saçma nedenlerden çekmeye başlamıştım. Yanıma sadece ama sadece Araz’la tanışmak için gelen trilyon tane kız gelmişti.

Kendi halimle defalarca kez o kızların hepsi ile bir yerlerde denk gelmiştik. Biri bile yüzüme bakmamıştı. Tamamen gözlerinde değer görmem için soylu bir aileye sahip olmam gerekmişti.

O yüzden yanıma yaklaşan bütün kızları kibarca kovmuştum. Erkekleri o kadar kibar kovduğumu söyleyemezdim. Neyseki bir süre sonra hepsini reddedince fazlasının cesareti kırılmıştı.

Arda şebekliğine Bora abi ağır duruşuna devam ediyordu. Bu süreçte grupta en fazla değişen kişi Yiğit olmuştu. Benimle hiçbir zaman göz teması kurmuyor, nadiren konuşuyordu.

Yaptığı hatanın büyüklüğünden dolayı ona doğru bir adım elbette yapmıyordum. O günden sonra nasıl o benim yüzüme bakamıyorsa bende ona bakmayı tercih etmiyordum.

Düşünceler denizinden beni bu sefer kurtaran şey çıkış zilimizin çalması olmuştu. Çantamı sırtıma taktığım gibi Araz’ın peşi sıra merdivenleri indim. O sırada az önce düşündüklerimin üzerine Yiğit’in varlığını fark etmem garip olsa da aldırış etmemiştim.

Okul bahçesine vardığımızda Yiğit hala arkamızdan bizi takip ediyordu. Araz kulağıma eğildi ve Yiğit’in duymaması için özellikle fısıldayarak “Onu affetmek zorunda değilsin ama konuşarak aranızdaki belirsizliği sonlandırmanız lazım. Lütfen en azından dene,” dedi.

Ona yandan keskin bir bakış attığımda reddetmeme bile fırsat vermeden masum bakışlar fırlatmış ve beni arkamda varlığını hissettiğim Yiğit ile yalnız bırakmıştı.

Bahçede dolanmaya devam ederken sessizliği bozan taraf olmayacağımı belli edercesine dudaklarımı mühürlemiştim. Dakikalar sonra ilk atak ondan geldi.

“Özür dilerim.”

Anında dudaklarımdan yanıt döküldü.

“Dilemelisin.”

Yiğit yine bir süre susmuştu ama bu sefer az önceki kadar uzun vaadeli bir sessizlik oluşmasına müsaade etmemişti. “Ne desen ne kadar kızsan haklısın,” dedi bu sefer.

Biliyorum, dercesine kafamı aşağı yukarı salladım. Hala yüzüne bakmasam bile onun bakışlarının sırtımda olduğunu hissedebiliyordum.

“Diyecek daha önemli bir şeyin yoksa eve gideceğim,” dedim konuştuğu konunun ilgimi çekmediğini belli etmek istercesine.

Yiğit iç çektikten sonra bir nefeste söylediği üzerine hızlı adımlarım anında kesildi.

“Ayza ben seni kıskandım. Ben senden hoşlanıyordum.”

Duruşum gibi dönüşümde ani olmuştu. Böyle bir tepki beklemiyor olacak ki bana çarpmasına ve birlikte düşmemize neden olmuştu.

Dudaklarımdan canım yandığı için kısık bir inleme dökülecekken son anda kendimi frenlemiştim. Bir anda birinin koşar adım yanımıza geldiğini ve üzerimdeki ağırlığı yani Yiğit’i kenara çektiğini gördüm.

O kadar hızlı yaşanmıştı ki her şey başım dönmüştü. Bana elini uzatan elin sahibini görmek için kafamı kaldırmama gerek bile yoktu.

Felah gelmişti.

Elini tuttum ve beni kaldırmasına izin verdim. Ona Yiğit’le yaşadığımız olayı anlatmıştım ve bana daha önce birkaç ortamda denk geldikleri için tanıştıklarını ama bir samimiyetlerinin olmadığından bahsetmişti.

İki adamda birbirlerine bakarken neler olduğunu az çok biliyordu. Felah bana döndü, az önce Yiğit’e bakarkenki soğuk bakışlar gitmiş yerine merak ve endişe barındıran duygu dolu hareler gelmişti.

“İyi misin Lavanta?” diye sorduğunda Yiğit’in kasıldığını fark etmiştim. Felah’a odaklanırken arkamdan Yiğit’in “Lavanta mı?” diye mırıldandığını duymak mümkündü.

Felah gibi Yiğit’i görmezden geldim ve “İyiyim sevgilim. Sen nasılsın? Geleceğini düşünmemiştim,” dedim merakla. Felah Yiğit’e yandan bir bakış atıp bana döndü ve “Sonra,” diyerek Yiğit’ten duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.

Sırtımı Felah’ın gövdesine yaslayıp Yiğit’e döndüm. Yaptığı itirafı Felah’ın yanında hatırlatmak, bir kavga çıkarmak ya da ne olursa olsun onu utandırmak istemedim. O yüzden dediğini duymamış gibi davranmayı tercih ettim.

“En az benim kadar özür dilemen biri daha var.” Keskin ve net sesim Yiğit’e başka seçenek sunmadığımın kanıtıydı. Bir değil bana karşı bin hatasını belki affedebilirdim ama konu Felah’a gelince hassaslaşırdım.

Yiğit utana sıkıla Felah’a döndüğünde her şeye rağmen gözlerindeki utanç parıltıları ve mahcubiyet gerçekti. Felah’a dönmesem bile Yiğit’in bakışlarını umursamadan ona ilgisizce baktığını tahmin edebiliyordum.

“Abi en az Ayza’ya olduğu kadar sana da hatam oldu. Kusura bakmayın gerçekten,” dedi gözlerini kaçırarak. Felah’la aralarında bir elin parmağını geçmeyecek kadar yaş olsa bile saygısından dolayı abi dediği belliydi.

Felah’ın arkamda hareketlendiğini hissettim. “Benlik bir mevzu yok zaten. Arkamdan yaptığın ima yanlıştı, hatanı da anlamışsın. Kalanı Ayza ile sizin aranızda.” Ne kadar ilk anlattığımda sinirden köpürse bile hiçbir zaman beni kısıtlamamış, kararı tamamen bana bırakmıştı.

Yiğit’in aldığı cevap karşısında omuzları düştü. Hatasına rağmen Felah’ın tavrındaki nötrlük iyice yerden yere vurulmasına sebebiyet vermişti.

“Teşekkür ederim. Ben daha fazla vaktinizi almayayım,” dedi ve hızla yanımızdan uzaklaştı. Onun gitmesi ile Felah’ın “Zahmet oldu,” diye homurdanması bir olmuştu.

Onun tavrına gülerken göz teması kurabilmek için göğsünden ayrılmış ona dönmüştüm. Gözlerindeki haylaz pırıltılar beni içine çekerken “Gelmeni beklemiyordum,” diye şakıdım.

Felah sevincimi görünce hafifçe güldü, “Bu kadar sevineceğini bilseydim kesinlikle çok daha erken gelirdim.” Kaşlarım çatıldı, sinirli gibi görünmeye çalışarak “Madem gelme imkanın var niye gelmiyorsun?” diye sordum.

Felah masumum dercesine ellerini iki yana kaldırarak “Okulda abilerinin önünde aşk yaşamak ne kadar mantıklı bilemediğimden,” diye yanıtladı. Açıklaması mantıklı gelse bile tek kaşımı kaldırarak ona baktım.

“O zaman bugün niye geldin?” diye sorduğumda Felah’ın annesine şikayet eden bir çocuk gibi beni bana şikayet etmesini beklemiyordum.

“Çünkü özlediğim zalimin teki telefonu yüzüme kapattı! Başlarım abisine de babasına da…” uyarı dolu bakışlarım yüzünden cümleyi bitirmemişti.

Daha fazla sorgulamak yerine çatık kaşlarımı düzelttim ve ona kocaman gülümsedim. Gözleri gülüşümde dolanırken gözleri parlıyordu. Bana doğru bir adım atarken “Daha çok gülsene,” dedi hülyalı hülyalı.

Yüzümdeki gülümseme yerini korurken “Neden?” diye sordum. Felah biraz eğilerek yüzümün hizasına indiğinde sertçe yutkundum. Bakışları dudaklarımdayken yanıtladı.

“Sanki dünyamdaki bütün umut dudaklarının kıvrımında saklanmış gibi.”

Yüzümdeki gülümseme daha bir anlamlı hissettirdiğinde beklenmedik itirafı karşısında kala kalmıştım. Yüzlerimiz arasındaki milimetreleri aşmak yerine geri çekildiğinde bakışlarımda gördüğü şey her neyse sertçe yutkunmasına ve bir adım daha gerilemesine neden olmuştu.

Felah başını sağa sola hafifçe salladıktan sonra daha çok kendine bir şeyi hatırlatmak istiyor gibiydi. Birkaç saniyenin ardından “Araz’a seni eve erken götüreceğime söz verdim. Malum yarın o büyük gün var(!)” dediğinde anın etkisinden kurtulmak durumunda kalmıştım.

Sessizliğimi bozmak istemediğimden kafamı salladım ve Felah’ın peşi sıra arabaya bindim. Uzun zamandır aklımda olan, yüz yüze konuşmak istediğim için beklediğim o konunun kapılarını araladım.

“Sence ailem seni ne zaman öğrenmeli?”

Felah gözünü bir an bile yoldan ayırmazken “Ailem dediğin herkes biliyor Ayza,” dedi usulca. Haklıydı, Araz Yiğit yüzünden öğrenince benzeri yaşanmasın diye Mete’ye de az çok anlatmıştım.

Diğerleri ile aram iyi değildi. Yine de daha önce böyle bir şey yaşamadığım için ne yapacağımı bilmiyordum. “Ne olursa olsun diğerleri de ailemin bir parçası. Bilmeleri gerekiyor mu ya da bunu hak ediyorlar mı bilmiyorum,” diyerek ondan yardım istediğimi belirttim.

Felah elini ritmik hareketlerle direksiyona vururken bir an yüzüme baktı ve geri yola dönerken yanıtladı. “Benim ailem ilk andan beri seni biliyordu. Ama aile bağlarımız karşılaştırılamaz bile. O yüzden açıkcası bilmiyorum. Ayhan’ı ve abilerini tanısam da hiçbirinin bu konuda ne diyeceği hakkında fikrim yok.”

Birkaç saniye duraksadıktan sonra devam etti. “Bence aran iyi olduğunda söyle. Şu an ise konusu açılırsa ya da yeri gelirse bahset. Hayat senin hayatın. Bir noktadan sonra karışamazlar.”

Kafamı salladım ağır ağır. “O zaman şimdi söylemiyorum.”

“Ailenle aranızdaki ilişkiye karışamam Lavantam,” dedi yumuşak bir sesle. Onu da anladığım için sorun yok dercesine gülümsedim. Yeniden yola odaklandı.

Çok geçmeden eve varmıştık bile. Arabadan indiğimde o da indi. Bana sarıldığında sımsıkı sarılarak karşılık verdim. “Yarın görüşeceğiz,” dedim daha ayrılmamıza rağmen özlem kokan sesimle.

“Daha senden kopamazken seni özlüyorum ne yapacağız?” diye sitem ederek benden bir farkı olmadığını göstermişti. Bir anda aramızdaki çekimi bir öksürük sesi dağıttığında panikle Felah’tan ayrılmıştım.

Araz’ı gördüğümde rahatlasam da Araz tepkim üzerine anırarak gülmeye başlamıştı. Utançtan kıpkırmızı kesildiğimde Felah ayağı ile gülmekten ağrıyan karnını eğilerek tutan Araz’ı dürttü.

“Kalk lan ayağa. Sevgilimi utandırma,” sesindeki sahte sinir Araz’ın ayırt edemeyeceği düzeydeydi. O yüzden gülmeyi bırakıp hızla ayağa kalkmıştı.

Ona yandan yandan attığım bakışları görmezden gelerek Araz yerdeki çimenlere bakıyordu. Felah “Ben gidiyorum,” demiş son kez bana bakmış ve arabasına binerek beni Araz’la başbaşa bırakmıştı.

Felah’ın arabası görüş alanımdan çıkar çıkmaz Araz’ın üzerine tabiri caizse atlamış saçlarını çekiştirerek intikamımı almıştım.

 

 

- ♡ ♡ ♡-

Akşam yemeği için aşağı inerken aklımdaki tek düşünce yarın olacaklardı. Ne kadar istemesem bile Ayhan Bey’i bir türlü ikna edememiştik.

Merdivenlerde Bartu ile karşılaşınca bana bir baş selamı verdi ve yanımda yürümeye başladı. “Nasılsın?” diye sordu, sessizliği bozmuş oldu.

“İyiyim. Sen nasılsın?” diye sordum usulca. Bartu artık bazen benimle böyle konuşmaya başlamıştı. Gözlerinde eskiden gördüğüm o nefret yerini hissiz bakışlarına bırakmıştı.

Aynı tavırla “Bende iyiyim,” dedi. Konuşacak başka bir konumuz olmadığı için aşağı kadar sessiz kalmıştık. Yemek odasına girdiğimizde herkesin çoktan geldiğini görmek küçük çaplı bir şok yaşatsa da bunu onlara yansıtmadan yerime oturdum.

Göz ucu ile hepsini süzerken gözlerim Barut’a takıldı. Az önce ne yaşanmıştı bilmiyordum ama sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Ayhan Bey’e attığı nefret dolu bakışları görmemek imkansızdı. Bana baktığındaki nefret parıltıları bunun yanında bir hiç sayılırdı.

Barut’la birlikte geçirdiğimiz günlerde fark ettiğim şeylerden biri de buydu. Araz ve Mete babasını sevip onunla bazen konuşsa bile Kayra, Uraz ve Bartu babalarına ilgisizlerdi. Birkaç kere onları iş konuşurken görmüştüm. Onun dışında babalarına bakışları bile yoktu.

Barut ise hiç şüphesiz bu adama olan öfkesini ve nefretini yansıtıyordu. Neler yaşadıklarını bilmesem bile kolay şeyler olmadığı belliydi. Onları o kadar tanımasamda ve geçmişlerini soramasam da içimden bir ses burada haklı olan tarafın kardeşler olduğunu söylüyordu.

Herkes yemeğe başladığından kısa bir süre sonra Barut’un sabrı kalmamış olacak ki sertçe sandalyesini ittirerek ayağa kalktı. “Size afiyet olsun. Ben aç değilim.”

Ardından Ayhan Bey’in ateş saçan gözlerini tamamen es geçerek masadan ayrıldı. Bartu ve Uraz’ı o sıra birbirine imalı bakışlar atarken yakalasam bile olaya çok yabancı kalmıştım.

Sessiz geçen yemeğin sonlarına doğru Uraz bana döndü. “Yarın ne giyeceğin belli mi?” Sorusu üzerine bakışlar bana döndüğünde dudaklarımı dişledim.

Hala ne giyeceğime karar verememiştim ama bunu onlara söylersem muhtemelen asla giyemeyeceğim bir elbiseyi giymeye zorlanacaktım. O yüzden yalana sığınarak “Evet,” dedim.

Ne de olsa yarın elbet ki bana uygun bir şey bulurdum.

Uraz kafasını anladığını belirterek sallarken Ayhan Bey’in tok sesi sinirlerimi germeye yetmişti. “Ailemize yakışır bir şey giydiğini düşünüyorum.”

Zaten yiyeceğim kadarını yediğim için ayağa kalkmaya yeltenirken “Ben ortada bir aile göremiyorum,” dedim ve koşar adım masadan uzaklaştım.

Kapıyı açar açmaz kendimi odanın dışına atacaktım ki çarptığım bedenle yere doğru savruldum. Çarptığım kişi kolumdan tuttu ve duvara yasladı, ağzımdan çıkacak çığlığı eliyle bastırınca bakışlarım ona döndü.

Çarptığım kişi Barut’tu.

Bağırmayacağımı anladığında beni serbest bırakmıştı. Anında ondan uzaklaşırken “Sen kafayı mı yedin?” diye sitem ettim.

Barut pişkince gülerken “Evet,” diye yanıtladı. Gülmesine rağmen sesi o kadar soğuk çıkmıştı ki gerilmeden edememiştim.

Karşılık verecektim ki telefonuma gelen bildirimle sessizce yanından geçip gittim. Merdivenlerin başında dururken mesaja baktım. Felah’tandı.

Felah: Neredesin?

Siz: Nerede olacağım? Evdeyim.

Felah: Buluşalım mı diyecektim.

Bakışlarım hala ileride beni izleyen Barut’a döndü. Ona manasızca baktıktan sonra parmaklarım klavyede dolandı.

Siz: Tabii gecelere akalım. Abilerimde öyle diyordu.

Anında yanıt gelmişti.

Felah: Sana bir şey vereceğim. En azından mutfağın camına çık.

Kalbim varlığını hatırlatmaya başladığında şaşkınlıktan bir süre yanıt verememiştim.

Burada mıydı?

Hızla mutfağa girdiğimde camın ardındaki gölgesini gördüm. Camı açtığımda bana gülümseyerek bakan Felah’la karşı karşıyaydım.

“Sen delirmişsin,” diyebildim şaşkınlıktan zar zor.

Felah’ın dudaklarından bir kıkırtı kaçtı. “Bir sana yavrum.”

Biri var mı diye arkama baktım. Barut koridorun ucundan dikilmiş bize bakıyordu. Gerginliğimi gizleyemeyerek Felah’a döndüm “Yarını bekleyemeyecek kadar ne olduğunu merak ettim.”

Felah elindeki poşeti havaya kaldırdığında “Bir siparişiniz vardı,” dedi. Poşeti elime aldığımda içindekini merak etsem de açmak için odaya çıkmayı bekleyecektim.

Yanağına eğildim ve bir öpücük kondurdum “Teşekkür ederim.” Ardından camı yüzüne kapattım ve mutfaktan hızla çıktım. Barut’un delici bakışlarını üzerimde hissetsem bile dönüp bakmadım.

Odaya çıktığımda poşeti yatağa koydum. Açacakken Felah’tan mesaj gelince duraksadım.

Felah: Biz kız için gece gündüz demeden camına kadar gelelim zalimin kızı yüzümüze camı kapatsın.

Felah: Sabahta telefonu kapatmıştın iki oldu!

Cevap vermedim.

Poşetin içinden üzerinde mor bir kurdele olan kutu çıktığında merakla kutuyu açmıştım. İçinden çıkan karta baktım ilk.

Lavanta,

Hala balo için bir elbise bulamadığını biliyorum. Cennetten düşmüş bir meleğe melek gibi bir elbise vermek istedim.Yarın seni bu elbise içinde görecek olma ihtimali bile bu gece uykusuz kalmama neden olabilir.

Felah’tan

Heyecanla elbiseyi kutudan çıkardığımda şaşkınlıktan dilim lal olmuştu. Harelerim elbisenin üzerinde gezinirken her detayı içine ayrı bir çekilmeme neden oluyordu.

Ona hiç anlatmasam bile vücudumu biliyormuş gibi yaralarımı göstermeyen bir elbiseydi. Elbise beyaza çok yakın bir renkteydi. Gözlerim yakasından aşağıya doğru kaydı. Pileli göğüs kısmı giyince belimi saracağını belli ediyordu.

Omuzları açıkta bırakan kesimi elbisenin en iddialı kısmına uzanıyordu. Kollarından dökülen uzun kumaş parçaları vardı. O kadar asil bir elbiseydi ki…

Etek kısmı genişti, ama abartısız. Ben yürürken yerde sürünecek bir ek parçası vardı. Elbise her detayıyla parlıyordu.

Kollarına bir daha baktım, gerçekten o kadar güzeldi ki…

Felah’ı görüntülü arayınca anında açtı. Arabadaydı ama araba çalışmıyordu. Aşağıda beni mi beklemişti? “Neredesin?” diye sordum içimde kabaran duygulara engel olamazken.

“Aşağıdayım,” dediğinde “Buraya gel,” dedim. Felah gözlerimde ne gördüyse ayağa kalktı. Onu arka bahçede görünce “Ne yapıyorsun?” diye sordum.

Felah “Kapıdan bu saatte girecek halim yok. Evinizde bir balkon var, oraya gel,” dedi ve tepki vermeme izin vermeden telefonu kapattı.

Elbiseyi hızla yatağa koyduktan sonra bahsettiği balkona koşar adım çıktım. Birinci katta bile sayılmayacak kadar ingin bir balkondu. Geldiğim ilk gün Uraz’ın üzerine düştüğüm balkondu.

Felah’ı görünce hızla yanına gittim ve bir şey demesine fırsat kalmadan ona sımsıkı sarıldım. “Böyle mükemmel bir elbiseyi nereden buldun?” diye sorduğumda güldü.

“Sen bizim şirketin ne üzerine olduğunu bilmiyorsun değil mi?” diye sordu. Sarılışımı garipsememişti dahası anında karşılık vermişti.

Kaşlarım çatıldı, daha önce hiç aklıma gelmemişti. Aklıma gelen fikirle “Yok artık,” dedim. Felah “Var artık. İşimiz tasarım bizim Lavanta. Elbisedeki her detay bana ait.”

Kalbim durmaksızın atarken Felah’la aramda mesafe olmadığı için onunda kalp atışlarımı hissettiğine emindim. “Sen mükemmelsin,” dedim boğuk bir sesle.

Felah’ın bakışları derinleşirken “Daha fazla duramayacağım,” dedi ve ardından dudaklarını boynumda hissettim. Öpmüyordu, sadece dudakları tenimle buluşmuştu. İçine derin bir nefes çekmesi normalde gülmeme neden olurdu belki ama büyüsüne o kadar kapılmıştım ki onun yerine sadece dudaklarımda bir gülümseme oluştu.

Gözleri gülüşüme takılınca boynumdan çekildi. Bu sefer yüzüme eğildiğinde nefeslerimiz birbirine karışırken o kadar heyecanlanmıştım ki…

Dudakları gülümsediğim dudaklarımın kıvrımına yerleştiğinde ellerim istemsizce saçlarını buldu. Dudakları tenimi yakarken fısıldadı “Dünyam burası.”

 

 

- ♡ ♡ ♡-

Ve Otuz İkinci Perde sona erer.

Artık diğer bölüm herkesin beklediği o sahne gelecek. Az sabırr

Arzu'nun günlüğünü hakkında ne düşünüyorsunuz? Azra ve Ayhan'ın ilişkisi peki...

Yiğit hakkında ne düşünüyorsunuz???

Peki Felah ve Ayza'nın ilişkisi... Yazarken ben bile karakterden etkilendim djskdfnhdxd

Size bir sorum olacak, buradaki panoyu aktif kullanayım mı? Normalde sosyal medya yeterince iş görüyor ama kullanmayanlarınız var. Daha önce panoyu birkaç kere şiirlerimi paylaşmak için falan kullanmıştım sadece...

Diğer bölümlerde görüşmek üzere.

Allah'a emanet olun.

Bölüm : 02.10.2025 18:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...