
Öncelikle hoş geldiniz.
Son bölüme gelen yorumlar üzerine bir açıklamayla sizi meşgul edeceğim. Bölüm istiyorsunuz elbette tamam bunlar normal ama bazılarınız bunu aşırı boyuta taşıyor. Benimde bir hayatım, okulum, derslerim var. Ben istemez miyim her gün size ellişer sayfalık bölümler atmak? Ama imkanlar bu ve ben imkanlara göre elimden geldiğince sık bir şekilde bölüm atıyorum.
Bölüm planladığım yerde bitmedi ama daha fazla bekletmemek için atıyorum.
Sınır koymuyorum dediğimden beri oy sayıları düştü en az yüz oy ve yüz yorum sınırı koymak durumunda kalıyorum o yüzden.
İyi okumalarr.
-OTUZ ÜÇÜNCÜ PERDE-
Bölüm Şarkısı; Bu Kız
"Sanat eseri ha? Bende kalbinin esiri."
Arzu’nun Günlüğü
1 Ocak 1999
Sabah, uyandığımda ev hâlâ sessizdi. Perdelerin arasından süzülen solgun ışık odanın köşelerine ulaşmıyordu; sanki yeni yıl bile bu eve girmek istemiyordu. Mutfağa indiğimde, masanın üstünde yarısı yenmiş bir simit ve boş bir çay bardağı duruyordu. Azra’nın erken kalktığını anladım — ya da belki hiç uyumamıştı.
Saat on civarında, kapı gıcırtıyla açıldı. Azra içeri girdi. Yüzünde, uykusuzluktan mı yoksa gecenin fazlalığından mı bilmem, hafif bir yorgunluk vardı. Üzerinde ince bir parfüm kokusu taşıyordu; yabancı bir kokuydu, evin içine ait olmayan bir koku. Ayakkabılarını çıkarırken bana bakmadı.
“Geldin,” dedim, sesim hem düz hem de biraz sert çıktı. “Hı,” dedi sadece. Montunu askıya astı, sanki dün gece evde olmayan o değilmiş gibi mutfağa geçti.
Ben de peşinden gittim. “Bir şey söylemeyecek misin?”
Bardağa su doldururken duraksadı. “Ne söylememi istiyorsun?”
Bilmiyorum… belki bir özür, belki “keşke” ile başlayan bir cümle. Ama onun gözlerindeki o sakinlik, sanki dün gece yaptıkları sıradan bir şeymiş gibi gösteriyordu.
“Her yılbaşında beraberdik,” dedim, kendimi tutamayarak.
Omuz silkti. “Bu yıl farklı oldu.”
“Farklı mı? Öyle mi diyorsun? Beni evde yalnız bırakmak farklı oluyor yani?”
“Arzu, senin dramatize etme huyun var,” dedi, sanki ben abartıyormuşum gibi. Bu cümle, annemden duyduğumla birebir aynıydı. Kanıma dokundu.
“Demek dramatize ediyorum… Peki, annemle babam da mı dramatize ediyor? Onlar da beni bırakıp gittiler. Herkes başka yerdeydi, bir tek ben buradaydım.”
Sustu. Gözleri bir an benden kaçtı, sonra pencereye döndü. Orada durdu, camın buğusuna dokunur gibi yaptı. “Bazen yalnız kalmak o kadar kötü değildir,” dedi.
“Sen hiç yalnız kalmadın ki,” dedim. Bu sefer sesim titredi. Her yalnız olman gereken anda bile yanındaydım, diyemedim. İçimdeki kırgınlık büyüdü. Yanına kin eklendi. İçimde tohumlandı.
Bir süre konu kapanmış gibi oldu. O odasına gitti, kapısını yarım kapattı. Evde dolaşan bir soğukluk vardı. Öğleden sonra, mutfakta tezgâhın üstünde bir şey buldum. Azra’nın bana aldığı küçük bir çikolata paketi. Üzerinde ne not vardı ne de süs. Sadece, sessizce bırakılmış.
Bu bir pişmanlık mıydı, yoksa “işte, al, yeter” tavrı mı? Karar veremedim. Çikolatayı yemeden çekmeceye koydum. Çünkü o an, tatlı bir şeyin bile boğazımda acılaşacağından emindim.
Akşam, annemle babam geri döndü. Gülüşerek, ellerinde alışveriş torbalarıyla. Bana “Yılın ilk gününde evde çok mu sıkıldın?” diye sordular. “Hayır,” dedim. Yalan söyledim. Çünkü anlatmaya kalksam, yine “abartıyorsun” diyeceklerdi.
Şimdi odama kapanmış durumdayım. Azra, kendi odasında sessiz. Belki o da düşünüyor; belki hiçbir şey düşünmüyor. Ama biliyorum ki geçen gece kırılan şey, sadece bir yılbaşı geleneği değil biziz. Ve kırıkların bir kısmı onun umurunda bile değilmiş gibi hissediyorum.
- ♡ ♡ ♡-
Aynadan kendime bakarken boynumun sızladığını hissettim. Bu bir can yanmasından çok dün gece hatırladıklarıma vücudumun verdiği bir tepkiydi.
Ben yakalanmaktan korktuğum için Felah hatırladıkça tenimin yanmasına neden olan dakikaların ardından gitmişti. Elim boynuma giderken aynaya baktıkça büyüleniyordum.
Elbise tahmin ettiğim gibi vücuduma tam oturmuştu. Yine de… Onu kutuda görmek ile üzerimde görmek arasında çok büyük bir fark vardı.
Her saniye elbisenin bana ait olduğunu belli eden bir detayına denk geliyordum. Dün akşam heyecandan fark edemediğim her detay gün yüzüne çıktığında kalbimin içinde koşan atları hissetmemek mümkün değildi.
Az önce fark ettiğim detaya odaklandım tekrardan, elbisede dikkatli bakılmadığı müddet görünmesi imkansız olan iki gizli cep vardı.
Genelde eşyalarını çantasında zorlanan biri olduğum için cebi olmayan neredeyse hiçbir şeyi giymezdim. Ve o bunu biliyordu. Ve o buna değer vermişti.
Her şeyiyle o kadar güzeldi ki…
“Ayza! Birazdan çıkacağız,” diye bağıran Araz’ın sesi ile son kez aynaya baktım. Saçlarımı bilerek bağlamıştım, Felah’ın da boynuma baktıkça dünü hatırlayacağını biliyordum ve vereceği tepkiyi merak ediyordum.
Makyaj yüzümde ağırlık yaptığı için ve genelde yerinde duramayan biri olduğumdan yüzümdeki makyajı defalarca kez dağıtmış biri olduğum için fazla yoğun bir şey yapmamıştım. Elbisenin açık kalan yerlerinin çoğu yaralarımı göstermese bile iki üç yaramı kapatmak zorunda kalmıştım.
Yüzümde ise tek tük lekeleri kapatmış ve göz altlarımı gizlemiştim. Felah’la tanıştıktan sonra uyku sorunlarım azalsa bile hala tam olarak bu sorundan kurtulamamıştım.
Göz kapaklarıma sim sürmüş, rimelle kirpiklerimi kıvırmıştım. Sarışın olduğum için normalde yok gibi olan kirpiklerime baktıkça yadırgasam bile oluşan görüntünün hoşuma gitmediğini söyleyemezdim.
Beyaza yakın denilebilecek bir ten rengim olduğu için allık sürmeme gerek olmamıştı. Zaten en küçük duygu belirtisi kıpkırmızı kesilmeme neden olabiliyordu.
Dudaklarıma da nude tonlarında bir ruj sürmüştüm, hazırdım. Elbisenin güzelliği bile yetiyordu aslında. Gün benim için düzenlenen bir gündü ve emindim ki oraya girer girmez herkes kim olduğumu anlayacaktı.
Kapıya yönelirken kilidi çevirdim, bunu yaparken omuzlarım otomatik olarak dikleşmişti. Araz ve Mete hazırlanırken bana yardım etmeyi isteseler bile onları sert bir şekilde reddetmiştim. Hali ile onlarda farklı bir şeylerin olduğunu anlamış ve gelmek istemişlerdi.
Bende kapımı kitlemiştim.
Kapıyı aralarken kimsenin olmadığını fark edince şaşırmadan edememiştim, Araz bağırdıktan sonra bir cevap vermediğim için gitmiş olmalıydı.
Merdivenleri inerken odalarının açık kalmış kapıları içlerinin boş olduğunun göstergesiydi. Hepsinin aşağıda olduğunu fark edince karnımda gıdıklanmaya benzer bir his oluştu.
Hepsi beni ev haliyle görmüştü. Ama hiçbiri elbiseyle görmemişti ve açıkcası verecekleri tepkiyi merak ediyordum. Merdivenlerin sonuna gelince elbiseye takılmamak için tuttuğum kısmı serbest bıraktım ve odaya girdim.
Kapının önünde adımlarım saplanırken şaşkınlıktan dudaklarım hafifçe aralanmıştı. Bir şeyi hesaba katmayı unutmuştum. Hazırlıksız yakalanmıştım.
Onlar beni hiç elbise ile görmemiş olabilirdi ama bende onları hiç takım elbise ile görmemiştim. Uraz’da asılı kalmıştı bakışlarım.
Diğerlerini takım elbise ile görmek Mete ve Uraz’ı takım elbise ile görmekten daha az çarpıcı olmuştu. Ama hem Mete’nin hem de Uraz’ın günlük tarzları çok daha rahat olduğu için böyle bir görüntüyü hayal etmemiştim.
Mete üzerindeki takım elbise ile o kadar yakışıklı olmuştu ki normalde tatlı ve şirin olan halinden eser kalmamıştı. Uraz da, rahatlığı bir kenara bırakınca jilet gibi olmuştu.
Odaya ilk girdiğimi üzerindeki bakışlarımdan kaynaklı Uraz fark etti. “Ayza,” başta yüksek olan sesi son iki harfi söylerken kısılmıştı, ona da benim bu halimin sürpriz olduğu bir gerçekti.
Onun bana seslenmesi ile diğerlerinin bakışları da beni bulmuştu. Araz anında koştura koştura yanıma gelip yüzünü yüzüme yakınlaştırdığı için diğerlerinin tepkilerini görememiştim.
“Araz ne yapıyorsun?” diye sordum tek kaşımı hafifçe kaldırarak. “Sen kimsin ve benim ikizime ne yaptın?” diye sorması üzerine ona dik dik baktım. Bakışlarımı fark edince toparlanmak istercesine boğazını temizledi ve hafifçe eğilerek elime uzandı.
Elimi dudaklarına götürürken “Ne kadar güzel olmuşsun. Partnerim olmak ister misin Ayza Soylu?” diye sordu soyadıma baskı yaparak. Bu şımarık halleri gülmeme neden olurken elimi ondan kurtardım ve muzipçe bakarken yanıtladım.
“Tatlı teklifin için teşekkür ederim Araz Soylu ama bugün için başkasına sözüm var.” Araz red yemeyi beklemiyor olacak ki gözleri kocaman oldu bir iki adım geriye giderken ne kadar sarsıldığını görmemek imkansızdı.
Bakışlarımı üstünkörü diğerlerine çevirdiğimde Kayra, Bartu, Barut’un hala pür dikkat bana baktığını fark etmiştim. Hepsine yandan bir bakış atmam ile önlerine dönerken Araz dramatik bir sesle “Ne!?” diye bağırdı.
Ardından ekledi, “Kim?”
Ben cevap verirken benimle birlikte bir ses daha yükseldi. Ben “Bu elbiseyi tasarlayan kişi,” derken Barut “Dün gece balkonda öpüştüğü kişi,” diyerek bombayı patlatmıştı.
Dün geceyi hatırlamam ile kan yanaklarıma giderken “Öpüşmedik,” dedim kısık bir şekilde. Sadece birkaç temastan ibaretti, fazlası olmamıştı ve olamazdı da.
Barut alayla bakmak dışında bir şey demedi. Amacı diğerlerine benim kötü biri olduğumu, annemden bir farkım olmadığını söylemeye çalışıyordu.
Öpüştüğümü iddia ettiği kişinin ismini söylememesinden bizi net bir şekilde görmediğini anlamıştım. Onun eksik olduğu yerleri tamamlamak istedim, durduğum yerde dikleşerek özgüvenimi yerine getirirken derin bir nefes aldım.
“Elbiseyi akşama anca yetiştirebildiği için o zaman geldi. Sizin onunla tanışmanız için erken olduunu düşündüğüm için balkonda buluştuk. Muhtemelen bizi konuşurken gördün ve yanlış anladın,” sonunu söylerken Bartu’ya bakmıştım.
Çoğu detayı atlasam bile dediklerim özünde doğruydu. Barut konuşacaktı ki yine ondan önce davrandım “Felah ve ben sevgiliyiz. Sizin onunla sevgilim olarak tanışmanız için erken olduğunu düşünmüştüm ama sanırım tam vaktiymiş.”
Araz geçen gün öğrendiği için bu bilgiye bir tepki vermemişti. Mete de aynı şekilde pek şaşırmazken Uraz ve Kayra’nın bugün yaşadığı ikinci sarsıcı şok bu olmuştu. Bartu ve Barut mesleklerinden kaynaklı duygularını iyi saklayabilmiş olsalarla Barut’un içten içe yaptığım açıklama üzerine aklının karıştığını biliyordum.
Araz ortamdaki gerginliği dağıtmak istiyor olacak ki “Seni Felah’la paylaşacağım gerçeği çok zor,” dedi dramatik bir şekilde.
O sırada Ayhan Bey “Geç kalmadan çıkalım,” diyerek gergin ortamı daha da gerecek bir giriş yaptı. Ona döndüm, dün dediğini hatırlatmadan duramadım. “Kıyafetim mükemmel ailemize yakışmış mı babacığım?”
Baba kelimesi öyle bir tiksinti ile dudaklarımdan dökülmüştü ki Ayhan Bey kaskatı kesildi. Öyle ki bende bir an ilk günü anımsadım, ona içime sığmayan sevgiyle baba dediğim günden bu yana çok zaman geçmemişti. Ama sevgi yerini cihanları kapsayan bir nefrete bırakmıştı.
Ayhan Bey “Güzel olmuşsun,” dedi boğuk bir sesle ardından odadan çıktı. Zamanında onu anlamayı çok denemiştim, anneme benzediğim için kendimden bile nefret etmiştim ama ona edememiştim. Sonra ise asıl hatanın asıl suçun bende olmadığını fark edince her şey değişmişti.
Bir kere doğmayı bile ben istememiştim ki, benim babam oydu ben onun annesi değildim.
Araz elimi sıktı destek verircesine, ne kadar zorlandığımı en iyi o biliyordu. Sorun olmadığını belli edercesine gülümsedim. Her şey güzel olacaktı.
Barut ve Bartu en önden babalarının peşinden gittiğinde Uraz “Sen Barut abimi takma. Biraz kafasında kurar, detaycıdır. Bu arada hayırlı olsun,” son kısımda sesini kısmıştı biraz. Hepsine beklenmedik olmuştu bu haber.
Aslında benim içinde beklenmedikti. Buraya gelmeye karar verdiğim zamanki bana gelip “Babanı bulmaya gidiyorsun ama baban seni sevmeyecek. Abilerin var ama hiçbiri seni ailesinden görmeyecek. Sana aradığın o aile sıcaklığını o gerçek sevgiyi hissettiren senin ailenden olmayacak ama sana öyle bir aile olacak ki inan bana her şey geçecek,” deseniz eminim gülerdi ve Ilgaz’dan sonra hiçbir erkeğe güvenmeyeceğinden bunun imkansız olduğunu söylerdi.
Ama yaşanmıştı. Bana aile olan benim öz ailem olmamıştı hiçbir zaman. Ama Felah her zaman olmuştu. Önce bana arabayla su çarpan çocuk olmuş sonra abimin arkadaşı olmuş sonra her şeyim olmuştu. Çok şey olmuştu Felah ama hiçbir zaman beni kıran, üzen olmamıştı.
Onların aksine.
Uraz’ın benden bir cevap beklediğini görünce “Sağol,” demekle yetindim. Cevabımdan konuşmak, en azından onunla konuşmak istemediğimi anlamış olacak ki o da odadan çıktı.
Diğerleri de çıkarken arkalarından peşlerine takıldım. Bir yandan da ne tepki vereceğini merak ederek hemen Felah’a yazdım.
Siz: Artık seni öğrendiler.
Anında çevrimiçi olmuş ve mesajımı okumuştu. Cevap yazmadığını görünce açıklamamı beklediğini anlayıp ona istediğini verdim.
Siz: Dün gece,
Siz: Barut bizi görmüş.
Siz: Ve bunu bana karşı kullanmaya çalıştı tabikide.
O sırada Felah ilk mesajını attı.
Felah: İzin vermedin.
Başka bir ihtimali düşünmemişti bile. Dudağımda yarım bir gülüş oluşurken yanıtladım.
Siz: Kesinlikle.
Siz: Senin yüzünü görmemiş zaten.
Siz: Orada bende daha fazla saklamaya gerek duymadım.
Felah: İyi yapmışsın sevgilim.
Felah: Her kararına saygım var biliyorsun, söylemek istemeseydin de anlayışla karşılardım.
İçim sevgiyle doldu o an. Onu görmek, ona sarılmak istedim.
Siz: Biliyorum.
Siz: İyi ki varsın.
Felah: Sen varken varım.
İltifatı yüreğimde yangınlara sebep olurken diğer mesajı elimi ayağıma dolandırdı.
Felah: Ailen bildiğine göre kapına geliyorum.
Hızla yanıt yazarken nabzımı kulağımda hissediyordum.
Siz: NE?
Felah: Partnerin benim. Benimle gelmek zorundasın.
Felah: Yani zorunda değilsin ama benimle gelmeni isterim.
Tam bana emrivaki yapamayacağını yazacakken hatasını ben söylemeden anlayıp düzeltmesi üzerine birkaç saniye düşündüm.
Siz: Organizasyonun amacı ben ve ailem. Onlardan ayrı gitmem garip olmaz mı?
Felah: Kime?
Siz: Diğerlerine.
Felah: Diğerlerinden bize ne?
Felah: Bizim dünyamız iki kişilik. Sen ve benden ibaret. Orada önemsenecek başka kimseyi göremiyorum.
İkna ediciliği üzerine kaşlarım kalkarken telefona baktığım için takıldığım taş yüzünden yere yapışacaktım ki aniden birinin koluma asılması ve beni düşmekten kurtarması bir olmuştu.
Koluma asılması canımı yaktığı için dudaklarımdan bir nida dökülünce aniden kolumu bırakmıştı. Kafamı kaldırınca Barut ile göz göze geldik.
“Telefonla yazışacağına önüne baksana!” diye anırması üzerine gözlerimi belerttim ve elindeki telefonu işaret ettim “Sende telefonla konuşuyorsun!”
“Ama kimseye çarpmıyorum aksine tutuyorum!”
“Sağol ya tam bir beyefendisin!” dedim hırsla ardından yere savrulan telefonumu elime aldım. O sırada Barut rica ederim tarzı bir şeyler zırvalarken ekrana odaklandım. Felah birkaç mesaj daha atmıştı ve hepsi görüldü düşmüştü.
Felah: Şimdi geleyim mi?
Felah: Bir şey mi oldu?
Felah: Lavanta neden mesajlarıma yanıt vermiyorsun?
Felah: Oraya geliyorum!
Tam yanıt yazacaktım ki bahçenin tam önünde hızla fren yapan arabayı görünce telefonu cebime attım ve arabanın yanına doğru koşar adım yürüdüm.
Felah’ta hızla arabadan inmiş ve aramızdaki mesafeyi kapamama yardım etmişti. Felah “N’oldu?” diye sordu ardından hasar kontrol yaptı gelişigüzel.
Sonra bir şeyi fark etmiş olacak ki tekrar bakmaya başladı. Bu sefer bakışları daha derindi, siyah gözleri parlarken her detayda uzun uzun oyalanıyordu gözleri.
O sırada az önceki gerginlikle aklımdan uçmuştu ama bende ona bakmaya başladım. Onu gömlekle gördüğüm için takım elbiseli halinde bu kadar sarsılacağımı düşünmemiştim ama gördüklerim bile nefesimi hızlandırmaya yetmişti.
O kadar yakışıklı olmuştu ki.
Üzerindeki siyah takım elbise dövmelerini kapatmıştı. Alışık olmadığım için garip hissettirse de kesinlikle kötü değildi.
Takım elbisesini içerisine giydiği gömlek üzerimdeki elbise ile aynı renkti. Bu onun partneri olduğumu açıkça gösteren detaylardan biriydi.
Kravatı griye yakın bir renkken kol düğmelerindeki detay hızla elimin koluna gitmesine neden oldu. Fark ettiğim şeyi anlamış olacak ki bana izin vermişti. Kol düğmelerinde lavantalar vardı.
“Çok, çok güzeller,” dedim şaşkınlığı üzerimden atar atmaz. “Sen daha güzelsin,” dedi parlayan gözlerliyle. Aramızdaki çekimi yerle bir eden şey ise Kayra’nın boğuluyormuş gibi çıkardığı öksürük sesiydi.
Ben hızla Felah’tan uzaklaşırken Felah Kayra’ya kötü kötü bakmaya başlamıştı. “Kardeşim umarım iyisindir,” dedi tehditkar bir tını ile. Arlarındaki samimiyetten kardeşim demesine takılmadım. Kayra Felah’ın bu halinden biraz tırsmış olacak ki “Mükemmelim,” demiş ve anında kaçmıştı.
Ayhan Bey’de arabasına binmek için buraya gelmişti. Bizim görünce kaşları havalandı. Onlar Felah’ın sevgilim olduğunu çok yeni öğrenmişken yüzyüze bu gerçekle ilk kez her şey bu kadar yeniyken denk gelmeleri biraz gerilmeme neden olsa da çoğu sessiz kalıyor ya da görmezden geliyordu.
Ayhan Bey’de her zaman olduğu gibi görmezden gelmeyi seçti. Sadece bana döndü ve “Bizimle geleceksin,” dedi. Emir kipiyle kurduğu cümle Felah’ın en az benim kadar sinirlenmesine yol açarken kendime hakim oldum ve ona da olabilmek adına aramızdaki iki adım mesafeyi kapatıp elini tuttum.
Yaptığım hafif baskı bile dikkatini çekmeme yetmişti. Ayhan Bey’e dönmedim. Felah ön koltuğa binmem için kapımı açtığında Mete ve Araz’a döndüm ve anlayacaklarını umarak dudaklarımı oynattım.
“Orada görüşürüz.” Sanki anlamışlar gibi kafa sallamışlardı. Devamında ise Felah’ın benim için açtığı kapıya yönelmiş ve o kapımı kapatırken “Teşekkür ederim Felah,” demiştim.
Felah yanıma oturduğunda gideceğimiz yere doğru sürmeye başladı. Gözleri yolda olsa da aklı bendeydi. Düşünceli haline karşın merakla sordum. “Felah, bir şey mi oldu?”
“Hayır Lavantam, ne olacak?” dedi ama bunu derken bile sesinde bir şeyin onu deli ettiğini belli eden bir tını vardı.
“O zaman ne düşünüyorsun?” diye sordum bu sefer. Felah istediğim cevabı alana kadar direteceğimi anladığında direksiyona rimtik bir şekilde vurmaya başladı.
Beni fazla bekletmeden konuşmaya başladı “Sana böyle bir elbise tasarlarken bunu herkesin içerisinde giyeceğini unutmuştum. Yanımda bir tanrıça taşıyorum resmen! Herkes sana bakacak,” sona doğru sesindeki saf öfke daha yaşanmadan yaşanacakların özetini veriyordu.
Felah’ı daha önce hiç böyle görmediğim için şaşırsam bile beni kıskandığını fark etmek içimin yumuşamasına neden oldu.
Giydiğime değil bakanlara sinir olması bile onun nasıl biri olduğunu anlatamaya yeterdi.
Sakinleşmesi adına “Unutma ki bugün senin eserinim. Bakanlar bana bir sanat eseri gibi bakacaklar ve sanatçının sen olduğunu bilecekler,” dedim.
Garip benzetmem üzerine Felah’ın dudaklarında memnun bir gülümseme oluştu. “Sanat eseri ha? Bende kalbinin esiri.”
- ♡ ♡ ♡-
“Ve üzgünüm ki geldik,” diyerek Felah sohbetimizi noktaladığında üzülmeden edemedim. Zoraki katılacağım benim adıma düzenlenen bir organizasyonda olmak yerine Felah’la başbaşa kalacağımız herhangi bir yer, herhangi bir zamanda olmayı tercih ederdim.
Dün akşamdan sonra bir şeyler değişmiş, daha farklı bir boyut almıştı. Ama bu beni rahatsız etmiyordu aksine hoşuma gidiyordu. Birbirimize karşı konulan en belli belirsiz duvarlar bile yıkılıyordu.
Yol boyu tanıştığımız günlerce asla yaşanmayan bir şekilde aşırı konuşmuştuk. Evet her zaman konuşurduk, her zaman birbirimizi dinlerdik. Ama bugün daha bir farklıydı.
Felah gözlerimdeki hayal kırıklığını görmüş olacak ki “Sıkma canını,” dedi moral verircesine. Ardından devam etti “Bu konuşmanın devamını duymak için bize öyle anlar yaratacağım ki aklın hayalin şaşacak.”
İddialı teklifi kaşlarımın havalanmasına neden olduğunda eş zamanlı olarak dudağımın kenarı kıvrılmıştı. Felah’ın gözleri dudağımda oyalandığında amacına ulaşmış olacak ki oldukça rahat bir şekilde arabadan indi ve valenin açmasına izin vermeden benim kapımı da açtı.
Çıkmam için uzattığı yardım elini tutarak elimden geldiğince elbisenin şekline zarar vermeden arabadan inebildim. Felah arabasının anahtarını üstünkörü yüzüne baktığı valeye verdikten sonra anında bana odaklanmıştı.
Bu halleri o kadar tatlı geliyordu ki sonsuza dek şimdide kalmak istiyordum.
Beni bir tur çevresinde döndürürken kıyafeti kontrol ettiğini biliyordum, bu yüzden acale etmedim. Dönüşüm tamamlandığında beni şaşırtarak hızla yaptığı hareketle kollarına yatmama neden olmuştu. Dudaklarımdan bir şaşkınlık nidası dökülürken bir yandan da gülüyordum içten içe.
“Hazır mıyız?” diye sordum kapının önündeyken. Eli belimi kavrarken sahiplenici bir şekilde orada yer edinmişti. “Her zaman,” diye yanıtladı beni.
Mekanın girişi bile aşırı görkemliydi. Medya için ayrılan bir köşe yoktu, bu da günün tamamen medya için yapıldığının bir göstergesiydi.
Etraftaki güvenlik görevlilerinden bir iz olmasa bile birilerinin bizi koruduğuna emindim.
Girişteki geniş cam kapılar ardında kadar kapalıydı. Buna rağmen içeride birilerinin varlığını seziyordum. Ara ara içerideki ışık camlara yansıyor içerisi görünür hale geliyordu.
Devarlar beyaz ve altın detaylar ile süslenmişti. Mimari ile ilgilenmeyi sevsem bile önümüzdeki binaya bakarken aklıma hiçbir yer gelmiyordu.
Felah’ın baskısı ile bir adım attım. Ardından devamı geldi. İçimden bir ses bugünün bir dönüm noktası olacağını söylese bile o kapıyı ittirdim ve o yere girdim.
Anında atmosfer içine çekerken açılan kapı ile çoğu kişi buraya dönmüştü. Ve bakışlardan anlamak zor değildi. Beklenilen kişinin ben olduğumu anlamışlardı.
Ve gece başlamıştı.
- ♡ ♡ ♡-
Ve Otuz Üçüncü Perde sona erer.
Artık diğer bölüm herkesin beklediği o sahne gelecek, dedim geçen bölüm ve gelmedi. Gelecekti de daha fazla sizi bekletmek istemedim. Ama geleceği alana girmiş bulunmaktayız.
Arzu'nun günlüğünü okumayı sevmiyorsunuz biliyorum. Ama kurgudaki her şeyin temelleri onlar. Yani sandığınızdan daha da önemli o günlükler o yüzden lütfen oraları atlamayın.
Felah ve abiler hakkında ne düşünüyorsunuz sonunda Ayza'nın sevgilisi olduğunu öğrendiler.
Direkt Felah ve Ayza peki... nımmmm
Diğer bölümlerde görüşmek üzere, umuyorum ki arayı fazla açmayacağım bu sefer.
Allah'a emanet olun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.34k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |