36. Bölüm

-Otuzuncu Perde-

bal leydi
balleydii

Öncelikle hoş geldiniz.

Biliyorum sizde sabırsızsınız ama gerçekten kitabı yazacak aletim yok ne kadar zorlanıyorum anlatamam size.

Yine de normal bölümlerimizden uzun bir bölüm oldu.

Sınır koymayacağım ama en az yüz beğeni yüz yorum olsun isterim yanii...

Bu arada kitabı okuyanların, kitabı takip edenlerin çok az bir kısmı takip ediyor. Takip eder misinizz?

İyi okumalarr.

 

 

 

-OTUZUNCU PERDE-

 

 

 

Bölüm Şarkısı; Sevilmemişim

 

 

 

 

 

"Korkularım kadar onları kabul etme endişesi de içimde bir yerlerde ara sıra kendini belli ediyordu zira etmeseydi bile endişenin her zaman bir yerlerde var olduğunu inkar etmeye gücüm yetmezdi."

Arzu'nun Günlüğü'nden

24 Aralık 1998

Bugün evin içinde bir fırtına koptu, ama perdeler bile o kadar ağır ki dışarıdan bakan kimse fark etmez.

Azra sabah kahvaltıda yine sessizdi; gözleri tabaktaki ekmek kırıntılarını sayar gibiydi. Ben ise elimdeki çayı karıştırırken onun sessizliğini bozmak istedim.

“Dün gece neredeydin?” dedim. Sanki sorum, odanın ortasına bırakılmış, iğneli bir bomba gibiydi.

Önce omuz silkti. Sonra öyle bir baktı ki… annem gibi. İşte o bakış, kanıma işleyen şey. Hani aramızda o soğuk duvar var ya, bugün üstüne kalın bir beton daha döküldü.

“Senin bilmen gerekmiyor,” dedi.

O an elimdeki çay kaşığı bardağın kenarına sertçe çarptı, ince bir ses çıktı. “Senin derdini anlamaya çalışan tek kişi benim, farkında mısın?” dedim. Ama sesim, beklediğim gibi güçlü değil, daha çok kırık dökük çıktı.

O ise ayağa kalktı, masadan uzaklaştı. Ayak sesleri koridorda yankılandı. Ardından mutfak kapısının sertçe kapanması… İçimde, onun gitmediği ama bir daha gelmeyeceğini hissettiren bir sessizlik kaldı.

Bazen düşünüyorum; biz gerçekten kardeş miyiz, yoksa sadece aynı evde büyümek zorunda kalmış iki yabancı mı?

Bugün, cevap bana biraz daha acımasız geldi.

 

 

 

- ♡ ♡ ♡-

Uraz’dan

Korkuyla hareket eden bedenler hata yapmaya mahkumdur. Korkmuştum, o kadar çok korkmuştum ki korktuğumu kendi içimde bile kabul edememiştim. Korkularım kadar onları kabul etme endişesi de içimde bir yerlerde ara sıra kendini belli ediyordu zira etmeseydi bile endişenin her zaman bir yerlerde var olduğunu inkar etmeye gücüm yetmezdi.

Duygular birbirlerinin arkasına o kadar iyi saklanır ki hangisinin diğerini koruduğunu anlamak bazen o duyguları yaşayan bile ayırt edemez hale gelir.

Korkmuştum, o kadar çok korkmuştum ki… Korkumdan kurtulmak için ise sığındığım tek çare en güçlü iki duygudan biri olmuştu, nefret.

Öylesine nefret edercesine davranmıştım ki içimdeki var olduğunu sandığım korku kendi içerisinde silikleşmiş, bir zaman sonra fark edilemez hale gelmişti.

Şimdi ise korkuyu iliklerime kadar hissediyordum. Nefret yerini terk etmeye başladığında varlığını unuttuğum o korku öyle beklemediğim bir anda varlığını bana öyle yoğun göstermişti ki…

Alaşağı olmuştum.

Karşımdaki görüntüye bakarken anlıyordum.

Hata yapmıştım.

Belki de onu kaybetmiştim, sonsuza dek.

İçimde hala bir yerlerde varlığını gösteren bir şüphe vardı, ki elbette olacaktı. Kimse bu kadar kusursuz ve masum olamazdı! Hele yıllarını o kadınla geçiren biriyse asla olamazdı. Olmamalıydı.

Bu işte manasız bir terslik vardı.

Araz’ın ağladığını belli eden sesi ile zihnimdeki hayal dünyasından uzaklaştım ve onun yanına gittim. Ayza’ya sesleniyordu ama Ayza’nın yarı kapalı gözleri Araz’ı duymadığını belli edercesine tepkisizdi.

Yanına eğildim ve Ayza’ya uzandım. Araz onu almak istediğim kollarıma baktı ardından gözlerini üzerime kitledi. Elimi tekrar uzatırken “Ver. Sen odaya kadar taşıyamazsın. Özellikle bu haldeyken,” dedim uzlaşmacı bir şekilde.

Diğerleri Ayza’nın elinden kayıp giden notu okurlarken Araz benden başka seçeneği olmadığı için isteksiz de olsa onu almama izin verdi.

“Dikkat et.”

Ayağa kalkarken arkamdan söylediği söze karşı onaylarcasına belli belirsiz kafamı salladım. Sarı saçları kolumdan aşağı doğru savrulurken kapalı gözlerine rağmen o yüzüne baktığımda yüzü huzur veriyordu.

Her şeyiyle o kadar kusursuz ve güzeldi ki.

Odasının kapısını araladığımda çekmecelerden birkaçının açık olduğu gözüme çarpan ilk şey olmuştu. Yüksek ihtimalle mektup o çekmecelerdi birinden çıkmıştı.

Daha fazla vakit kaybetmeden hiç dokunulmamış gibi duran yatağın üzerine bıraktım. Eve geldiğinden beri ikinci panik atak kriziydi. Öyle bir hastalığı olduğunu düşünmüyordum çünkü hiç ilaç içerken görmemiştim.

Kısacası krizleri bizim suçumuzdu.

Gerçi her şey bizim suçumuzdu.

Kendimize mağdur olduğumuzu öyle bir inandırmıştık ki yapılan hiçbir hataya zamanında müdahale edememiştik. Bugün bizim yatsı vaktimizdi.

Mumlar birer birer sönmüştü.

Merakıma mani olamadığım için eh birde burada bir işlevim olmadığı için aşağı indim. Odaya girdiğimde gözüme batan ilk şey Bartu abimin siniri olmuştu. Burnundan soluyordu.

İşi gereği duygularını saklamayı iyi bilirdi ama şuan bütün maskelerden arınmıştı. Elindeki kağıt sıktığı için buruşmuştu. Hepsi yazılanları okumuş olacaklar ki donuklardı.

“Abi,” dedim yanına giderken. Bana döndü ama bir şey söylemedi. Ne isteyeceğimi bildiği için benim istememe kalmadan kağıdı elime tutuşturmuştu.

Okurken her cümlede içimin kıyıldığını hissettim. Her cümledeki, her kelimedeki, her harfteki o vahşet içime işledi. Benim okuduklarım onun yaşadıklarına açılan bir perdeydi.

Barut abim yine inancından vazgeçmemiş olacak ki “Kendisi yazıp bizi kandırmak istemiş olabilir mi?” diye sordu. Bartu abimin bile tahammülü kalmamış olacak ki Barut’u ittirdi sinirle.

“Ulan kız az önce kriz geçirdi odasında yatıyor sen rol yapmıştır diyorsun sen manyak mısın?”

Barut abim cevap verecekti ki ne derse desin kurtaramayacağının farkına varıp sessiz kalmayı tercih etti. Lakin gözlerindeki parıltılar Ayza’ya inanmadığının bir göstergesiydi.

Araz hepimize baktı ve tane tane konuştu “Hiçbir şey olmamış gibi davranın.” Kayra’nın anında kaşları çatıldı, az önceye kadar ki sessizliğini bozarak “Ne, neden?” diye sordu.

“Ona acımanızı ve bu yüzden ona farklı davranmanızı istemiyor.” Araz’ın açıklaması üzerine Barut abim komik bir şey duymuş gibi burnundan gülmüş ardından odadan çıkmıştı.

 

 

 

- ♡ ♡ ♡-

İki Gün Sonra

Yusuf’tan

Saat bir şekilde hızla geçiyordu ama bu sefer ne zamanın ne de etrafımdaki karmaşanın farkındaydım. Öne doğru eğilip bilgisayarımın ekranında kaybolmuşken, gözlerim iyice ağrımaya başlamıştı. Her şey çok bulanık ve boğucu görünüyordu.

Bir anlık da olsa dikkatimi dağıtmak için masama yeni bırakılmış olan kahvemi elime aldım, fakat içimi ısıtmak yerine daha da yavaşça büyüyen bir baş ağrısı hissettirdi.

İçinde kaybolduğum evrakları görmek yerine kafamı kaldırdığımda kahveyi getirenle, Bartu ile göz göze geldik.

Gözlerinde, sorusu olmadan bile her şeyi bildiğini anlatan bir ifade vardı. İleriye doğru elimi salladım, yavaşça, bir davet gibi. Hemen anladı ve tereddüt bile etmeden başımda dikilmek yerine önümdeki sandalyeye oturdu.

Bir süre sessiz kaldık. Bartu'nun gözlerindeki endişe onu yıllarca tanıyan biri için oldukça belirgindi ama bir türlü sesi çıkmıyordu. “Hayrola?” dedim. Kahvemi avuçlarım arasında iyice sıktım.

“Gelişme var mı diye merak ettim,” dedi lakin sesindeki kaygıyı en ufak bir kelimeyle gizleyemedi. Masaya yaslanarak, biraz daha yaklaştı.

Durumun ne kadar karmaşıklaştığını biliyorduk. Ayza’ya gönderilen o tehdit mektubu, işlerin iyice çıkmaza girmesine sebebiyet vermişti.

O mektubun kim tarafından yazıldığı ise asla bir soru işareti değildi. Fakat bunu ispatlamak? Bu ayrı bir meseleydi.

Başımı kaldırıp ona baktım, bir yandan ağrının kesilmesini diliyordum. Gözlerimi başka hiçbir şeye kaydırmadım. “Ona ait olduğunu kanıtlamak mümkün değil, Bartu. Ama mektuptaki her bir kelime, her bir iz, bir yere varıyor. Annesi yazdı, o kadar net. Ama kanıtımız yok, işte bu sorun.”

Bartu’nun gözlerindeki belirsizlik aniden kayboldu, yerine karamsar bir düşünce dalgası geldi. Kafasını hafifçe sallayarak, başını hafifçe öne eğdi. “Ayza’yı daha fazla bu işin içine çekmekten korkuyorum, bunun psikolojisi zaten bozuk. Şu an biraz daha geri durmamız gerekecek.”

“Artık duramayız Bartu. Tek tehdit edilen o değil,” dedim başka bir gerçeği hatırlatarak. Bende tehdit edilmiştim, hem de defalarca kez.

Bartu haklı olduğumu bildiği için kahvesinden bir yudum almakla yetindi. Devam ettim: “Cevabını bilmediğimiz bütün soruların cevabı onda gizli. Bugün benimle buluşmak istedi, bana soracakları varmış. Kabul ettim. Ama içine sinmediyse konusunu açmam. Konuyu bir pedagog eşliğinde görüşmek iyi olabilir.”

Bartu bu sefer az öncekine nazaran daha uzun bir aralıkta düşündü. “Olabilir. Ama bir süre psikolojik destek aldıktan sonra konuşmamız daha iyi olabilir. Felah’la yakınlar,” aklına bir şey gelmiş olacak ki duraksadı.

“Bizim Felah mı?” diye sorduğumda onayladı. “Evet, Günbatımı olan. Sanırım eskiden de tanışıyorlarmış. Onunla konuşursam Ayza’yı ikna edebilir belki.”

Kafamı salladım usulca, “Çok mantıklı, sen Felah’la konuş Ayza bende o zaman,” dedim ardından.

Gözlerim saate kaydığında altıya yaklaşmakta olduğunu fark ettim. Hızla dosyaları topladım, her birini dikkatlice çekmeceye yerleştirirken, aklımda geçen düşünceler bir türlü birbirine bağlanmıyordu.

Tam her şey hazır olmuşken Bartu “Sanırım çıkış saatin geldi,” dedi, sesinde biraz daha hafif bir ton vardı. “Ben biraz daha buralardayım. Görüşürüz,” dedi ardından bir şey dememe fırsat kalmadan, arkasını dönüp odada yalnız bıraktı.

Bir süre daha sesini duymadan sessiz kaldım. O an, zihnimde beliren tek düşünceye odaklandım: Ayza. Ayza hayatımıza tekrar girdiğinden beri her şey bir şekilde farklı olmuştu. Sanki eski rutinler, normal sohbetler ya da sıradan günler, yavaşça yerini bir tür belirsizliğe bırakmıştı. Herkes bir şekilde değişmişti. Bartu'nun bakışlarında, gülümsemelerinde, hatta ses tonunda bile bir şeyler eksikti.

Gözleri şimdi daha ağır, daha derin bir karanlık taşıyordu. Ama en çok o dikkatli davranmaya, o uzaklaşan bakışları sezinlemeye başladığımda her şeyin daha karmaşık olduğunu anlamıştım.

Bunu iyi ya da kötü olarak nitelendirememiştim. Bu değişiklik, belki de sadece geçici bir izdi, kim bilir. Ama kesin olan bir şey vardı. Her şey Ayza yüzünden oldu. Şimdiye kadar hayatımıza sızan her kaotik anın merkezine yerleşmişti, tüm bu uğursuzluk bir şekilde onu merkez alıyordu.

Kafamı silkeleyip bu düşüncelerden sıyrılmaya çalıştım, ama adım attıkça, her adım bana daha fazla karmaşa getiriyordu. Otoparka indiğimde, derin bir sessizlik beni karşıladı. Etrafta neredeyse hiç kimse yoktu. Ayaklarımın sesleri, geniş alanın boşluğunda yankı yapıyordu. Bir yandan arabadan çıkarken telefonumun titrediğini hissettim. Cebimden çıkardım. Gelen bildirim sesinin boş otoparkta nasıl yankılandığını fark etmeden ekranı açtım. Ekranda beliren mesajın adı, içimde bir anda her şeyin hızla değişmesine sebep oldu.

Gördüğüm mesaj fikirlerimi dağıttı. Ayza ailenin bir parçasıydı ve onu orada bırakarak bütün bu olay silsilesini başlatan bizdik.

Ayza: Abi istersen dışarıda yemek yiyelim. Daha rahat konuşuruz. Hem geldiğim günden beri adam akıllı hiç konuşamadık bile.

Parmaklarım hızla klavyede dolandı.

Siz: İyi bir mekan biliyorum. Fazla şık olmana gerek yok. Yarım saate kapında olacağım prenses.

Ardından düşüncelerimi frenledim ve arabaya bindim. Ayza’yı daha fazla bekletmemek için hızla gaza bastım.

 

 

 

- ♡ ♡ ♡-

Tam olarak ona söylediğim gibi, yarım saat içinde kapının önündeydim. Aslında bir mesajla haber vermeyi düşünmüştüm ama duymama ihtimalini aklıma getirince aramayı tercih ettim. Telefon sanki çağrımı bekliyormuş gibi, daha ikinci sinyal çalmadan açıldı.

 

Benden önce davrandı. “Alo.”

Sesi, hangi hâlde olursa olsun, beni sakinleştirebileceğini bir kez daha kanıtlıyordu. Bir saat önce lanetlenmekle suçladığım kızın, işte o an, varlığını bile büyüye dönüştürmesi karşısında ne kadar yanıldığımı fark ettim. En karanlık anlarda bile, çevresine hep bir ışık, hep bir umut saçıyordu. İnanılmazdı.

Ben sustukça, sesine gölge düşmüş endişesi ağır bastı. “Orada mısın, bir şey mi oldu?” Sesindeki titrek kaygıyı işitince, daha fazla beklemedim.

“Buradayım, aşağıdayım. Haber vermek için aradım,” dedim. İçimdeyse, az önce kendi kendime yönelttiğim suçlamaların izleri hâlâ vardı. Abilerinin yaptığı gibi ben de onu suçlamıştım; farkında olmadan, belki de adil olmayan bir biçimde.

Kısa süre sonra, farların arasına düşen ince silueti arabaya yaklaştı. Kapıyı açtığında, üzerime yayılan yeşil ışık halesiyle bakışlarımız buluştu. “Merhaba,” dedi, sesi her zamanki gibi neşeyle doluydu. Yanıma oturduğunda arabayı çalıştırdım.

“Hoş geldin,” dedim.“Hoş buldum,” cevabıyla dudaklarına küçük bir tebessüm yerleşti. O bitmek bilmez neşesine imrenmeden edemedim. Göz ucuyla üzerindekilere bakarken neden fazla şık olmasına gerek olmadığını söylediğimi anımsadım. Restorandan ziyade, ailemize ait olan o geniş bahçeli eve gitmeyi planlamıştım.

Üzerinde kırmızı çiçek desenleriyle süslü, kollarını ince bir örtüyle kapatan beyaz bir bluz vardı. Altına koyu renk bir kot pantolon giymişti, kombiniyse kırmızı babetlerle tamamlamıştı. Basit ama kendine özgü bir zarafeti vardı. Yol boyu sessizlik hâkimdi. Ayza’nın bu sessizliği, içimde uğursuz bir his uyandırıyordu ama üzerine gitmedim; onun sessizliğine ben de eşlik ettim. Yaklaşık kırk dakika süren yolun sonlarına doğru, sıkıldığı belli oldu. “Daha ne kadar kaldı?” diye sordu. “Az kaldı,” dedim, gözlerimi yoldan ayırmadan. Tekrar sessizliğe gömüldü.

Vardığımızda arabadan inerken tek merak ettiğim şey Ayza'nın nasıl bir tepki vereceğiydi. O inmeden kapısına yöneldim. O elini uzatmadan önce kapıyı açtım; küçük bir jestti belki ama yüzünde güller açtırmaya yetmişti. Onun gülüşüne karşılık verirken, dudaklarımın istemsizce kıvrıldığını fark ettim. Etrafa bakındı. Ardından gözlerini bana çevirdi.

“Nereye geldik?” diye sordu

“Burası… biraz nefes almak için geldiğim yer,” dedim. “Bahçesi vardır, sakinliğiyle biraz olsun iyi gelir diye düşündüm.”

Ayza başını yana eğdi, yüzünde merakla karışık bir tebessüm belirdi. Gözleri, çocukluğundaki masumiyetle ışıldıyordu sanki. “Demek bana özel bir yer göstereceksin,” dedi hafif alaycı ama samimi bir tonda. Sözleri içimi ısıtırken yanıtladım "Evet, ailemize özel bir yer." Bunu dememle Ayza'nın aklına bir şey gelmiş olacak ki bakışları donuklaştı.

"Ayza ne oldu?" diye sordum merakla. Kafasını ağırca iki yana salladı. "Hayır, sadece... Rahatsız olmazlar değil mi?" Kaşlarım şaşkınlık ile kalktı. O evde hala nasıl davrandıklarını bilmesem bile onu ailenin bir parçası olarak görmedikleri ortadaydı. Derin bir nefes çektim, "Senin kanın bizim kanımız Ayza. Kabul etseler de etmeselerde sen bizim ailemizin bir parçasısın." Açıklamam karşısında bir şey demedi. Bu sessizlik bir onay olsa da aradaki tereddüt fark edilirdi.

Elimi koluna uzattığımda, bir an duraksadı ama sonra koluma girmeme izin verdi. Onu yavaşça çekiştirirken, bu tereddüdü geride bırakmasını sağlayacağıma dair tuhaf bir güven hissettim. Bahçeye doğru ilerlerken, çimenlerin üzerine düşen gece serinliği etrafımızı sarıyordu. Havanın nemi, toprağın kokusuyla birleşmişti. Ayza yanımda adımlarını sıklaştırıyor, ara ara etrafı kolaçan ediyordu. Gözlerinde hem merak hem de temkin vardı; sanki yeni bir dünyanın kapısından içeri girmek üzereydi.

“Burada büyürken hep kendimi huzurlu hissederdim,” dedim, sessizliği bozarak. “Bazen kavgalardan, gürültülerden, bütün o boğucu anlardan kaçmak için buraya sığınırdım.” Ayza itirafım karşısında başını bana çevirdi. Dudaklarının kenarında beliren o ince gülümseme, sanki yıllar boyunca yüklenmiş bütün ağırlığını bir anlığına hafifletiyordu. “Belki de bana da iyi gelir,” diye fısıldadı. "Kesinlikle," diye yanıtladım.

Arka bahçeye geçtiğimizde çoktan hazırlanan yemekler Ayza'yı şaşırttı. "Bu..." devamını getirmeyeceğini anlayınca açıklama yapma gereksinimde bulundum.

"Normalde burada iki çalışan kalıyor, onlar hazırladı. Bizi baş başa bırakmak için dışarı çıkmışlar. Bir ara kesin tanışın, çok iyi insanlardır."

"Olur," dedi gözlerindeki hevesle. Ardından biraz yemek yedik. Ayza daha fazla yemeyeceğini belli edercesine geri çekildiğinde "Benimle konuşmak istediğin şey neydi?" diye sordum.

Derin bir nefes aldı. "Aklıma yatmayan bir sürü şey var." Bir yandan elleri ile oynamaya başlamıştı. Başı öne eğikti. "Başını kaldır," dedim önce ardından soracağı şeylerin bütün tadımızı kaçıracağını işten içe bilsem bile o kapıyı araladım.

"Sor. Elimden geldiğince hepsini yanıtlarım."

Ayza anında sordu: "Bu kadar kadın düşmanı olma sebepleri nedir?"

Usulca cevapladım: "Senin on yedi yıl yaşadığını üç-beş yıl yaşadılar ne azı ne fazlası."

Bu sefer tekrar sordu. "Ayhan Bey ailenin neyi?"

Yutkundum, güzel soruydu "Eskinin otoriter babası şimdinin hiçbir şeyi."

Ayza kafasını salladı "Evde o kadar pasif ki... Tahmin etmiştim. Nasıl ve niye dokuz kardeştik?"

Ölen kardeşini dahil etmesi ile yüzümde buruk bir tebessüm peyda oldu. Araz anlatmıştı.

Ayza sorusuna ek getirdi "Yani annem kimse için dokuz çocuk doğurmaz, hele ileride terk edeceği birini? Sanmam."

Dudaklarımı dişledim, bu amcamın en büyük gizemlerinden biriydi. "Bilmiyorum," dedim içten bir şekilde.

"Cevabı bilen tek kişi de baban ve annen."

Kafasını salladı, "Odama gerçekten o kadar kolay birinin girmesi mümkün mü?"

"Annen için imkansız olanı görmedim." Ucu açık cevabım karşısında iç çekti. Sonra en çekindiğim soruyu sordu.

"Neden benim sizi bulmamı beklediniz?"

Bunu nasıl anlatacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"Ayza," dedim. O da en merak ettiğini sona bıraktığını belli ediyordu. Derin bir nefes aldım, gerçekler acı mıydı? Evet.

Ama öğrenmeyi hak ediyordu.

"Kimse seni aramadı, bulmadı, bulmak istemedi."

Ayza gözlerini kapattığında devam ettim. "Başta özellikle Bartu, Atlas ve Uraz seni aramak istedi. Ama onlarda çocuktu be kızım, amcam öyle bir nefretle büyüttü ki... Bir süre sonra amcamın fikirleri onların fikirleri haline gelmişti."

Gözümle Ayza'yı yokladıktan sonra devam ettim. "Babam birkaç kere bahsetmişti. Amcam ile annenin arasındaki aşk çok destansıymış. Birbirlerine öyle içten, öyle derinden bağlılarmış ki gerçek olamayacak kadar güzelmiş. Senin doğumunun ardından yaşanan olaylar üzerine Mete doğduktan birkaç ay sonra seninle birlikte gitmesi... Amcam uğursuzluk getirdiğini düşünmüş."

Ayza gözlerini açtığında kırgınlığını görmemek imkansızdı. Yine de gülümsedi ve bir soru daha yöneltti.

"O gün Hakan ile karşılaşmam devamında sen yolunun kesişmesi tamamen tesadüf müydü?"

Doğrusu üzerine birkaç tane düşünme ihtiyacı hissettim ardından en doğru kelimeleri seçtiğime emin olmaya çalışırken yanıtladım.

"Değildi. Ben amcam değilim amcamla da yaşamıyorum. O yüzden onun hiçbir düşüncesi beni etkilemedi. Reşit olur olmaz ilk işim seni bulmaktı."

Ayza doğru bir çıkarımda bulunsa da bunun bu kadar eskiye gideceğini düşünüyor olacak ki kaşları şaşkınlıkla havalandı.

"Ciddi misin?" diye sorarken gerçek olduğuna ihtimal ile vermiyordu.

"Evet," diye yanıtladım onu. Sonra devam ettim. "Tabii babama ve amcama belli etmeden bunu yapmak çok zordu. O yüzden ne her gün ne de her ay hakkında bilgi sahibi olamadım. Ki annen beni dışarıdan o kadar koruyordu ki birkaç kere uzaktan görmek dışında hiçbir şey yapamadım."

"Peki Hakan?"

"Hakan kim olduğunu bilmiyordu. Sadece ona önemli biri olduğundan bahsetmiştim, birkaç ay boyunca yanına gelemediğim için bir hafta sana göz kulak olması için onu göndermiştim. Sonra şans eseri denk gelmişsiniz tekrardan ve seni buraya getirmiş."

Ayza oturduğu yerde dikleşti, "Ama bir saniye çok mantıksız orada beni denemiştin?"

"Sana az önce bunu amcamdan ve babamdan gizlediğimden bahsettim. Açık bir şekilde söyleseydim kulağına gitme ihtimali büyüktü. O yüzden o günü her zaman denk gelmiş gibi anıyorum."

Kafasını salladı ağırca. "Peki sonsuza dek bunu mu yapacaktın?"

"Aslında hayır. Reşit olunca seni yanıma almayı planlıyordum ama sen zaten bizi buldun." Sonunda bundan memnun olduğumu belli etmek istercesine gülümsemiştim.

Dediklerim doğruydu, tek bir kelimesinde bile yalan yoktu. O da en az benim ona güvenim kadar bana güven besliyor olacak ki hiçbir şekilde gözlerinde dediklerimin doğru ya da yanlış olduğunun teredütünü görememiştim.

Ayza “Teşekkür ederim. Başka sorum yok,” diyerek bu gerici konuşmayı sonlandırdığında rahatlıkla nefesimi vermiştim.

Ayağa kalktım ve elimi ona uzattım. “O zaman gel biraz gezelim.” Uzattığım ele baktı ve gözlerinde sıfır tereddüt ile uzattığım eli tuttu.

Kaldırınca elini bırakmadım. Aksine daha sıkı tutarak peşimden sürüklemeye başladım. Bir ağacın önünde durduğumuzda Ayza’nın elini bıraktım ve çevik bir hareketle ağacın dalına çıktım.

Bir dalı yatay durduğu için çıkmam çok kolay olmuştu. Ayza’nın garip bakışlarla bana baktığını ve yerinden kıpırdamadığını fark edince “Gelsene,” diye seslendim.

“Ben burada iyiyim ya!” aramızda iki metreden az olan mesafeye rağmen bağırması ile dudaklarımdan kaçan gülüşü engelleyemedim.

“Hadi!” diye bağırdım aynı onun gibi. Ayza ısrar dolu bakışlarıma karşı gelemeyip tam önümdeki dala oturduğunda sırtımı arkamdaki dala dayadım ve bacaklarımı onun olduğu dala dayayarak korumaya aldım.

Minik jestime gülümseyerek karşılık verdiğinde “Bu ağaç senin,” diyerek şaşırmasına neden oldum. Doğru duyup duymadığını teyit edercesine bana bakarken “Ne?” diye sordu.

“Aile geleneğimizdir,” ardından diğer ağaçları gösterdim. “Hepsi bizim soyumuza dayanıyor. Doğduğun gün dikildi ağaç, her şeyiyle sana ait.”

“Geleneklerinizi sevdim.”

“Geleneklerimiz,” dedim bastırarak.

Sessiz kaldı.

 

 

 

- ♡ ♡ ♡-

Devamında ise neredeyse her konudan konuşmuş, bolca gülüşmüştük. Şimdi ise ayrılma zamanıydı. Arabadan inerken “Teşekkür ederim. Bugün için ve dün için ve ondan önceki gün için… koskoca ailede beni düşünen tek kişi olduğun için.”

“Rica ederim prenses, hepsi benim vazifemdi. Beni doğruyu yaptığım için ödüllendirmek yerine yanlışı yapanlara cezanı çektirmeni tercih ederim,” sona doğru takındığım alaycıl tavıra bürünerek “Hepsini çarmıha gereceğim!” dedi.

Devamında ise arabadan indi.

Arkasından eve girene kadar baktıktan sonra ellerimi yüzüme kapattım. Zor bir gündü, gerçeklere ihtiyacı vardı ve o ihtiyacını gidermiştim.

 

 

 

- ♡ ♡ ♡-

Ve Otozuncu Perde sona erer.

Bu bölümün Uraz'ın ve Yusuf'un ağzından yazılmasını bekliyor muydunuz???

İtiraf edin beklemiyordunuzz.

Genel bölüm hakkında (Uraz hakkında) düşünceleriniz neler?

Aslında Ayza'nın Yusuf'a sorduğu çoğu soru bizlere de birer cevap oldu.

Hakan ve Yusuf'un o kurtuluş günü Ayza'ya yardım etmelerinin tesadüf olduğunu mu sanmıştınız?

Hehehe

Sosyal medya hesaplarım aracılığı ile çoğu okurumla arkadaş oldum, orada bölümün ne zaman geleceği hakkında bolca bilgi ve spoiler da veriyorum. Gelmek isterseniz balleydii.gibi adıyla bulabilirsiniz.

Diğer bölümlerde görüşmek üzere.

Allah'a emanet olun.

Çok fazla Gobi'yi merakla bekleyenler var çok az kaldı sabredin.

Çoğu okurumla ordan bağ kurmayı başardık bölüm bilgilerini bazen mini spoilerları Instagram hesabımdan paylaşıyorum @balleydii.gibi hala bilmeyen varsa bekleniyorsunuz.

Diğer bölümlerde görüşmek üzere.

Allah'a emanet olun.

Bölüm : 23.09.2025 17:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...