31. Bölüm

-Yirmi Altıncı Perde-

bal leydi
balleydii

Öncelikle hoş geldiniz.

Sınır dolarsa ertesi gün bölüm gelir dedim ve geldi. Sözümü tuttum!

Bu sefer daha sakin Felah ve Ayza dolu bir bölümle sizi baş başa bırakacağım.

Bol bol fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın!

Otuz yorum + oy yaparsanız bölüm hemen gelir :)

İyi okumalar.

 

 

-YİRMİ ALTINCI PERDE-

 

 

Bölüm Şarkısı: Beni Benimle Bırak

 

 

"Bilmiyorum. Belki de bilmek istemiyorum."

Çığlık sesinin hemen ardından dış kapı hızla açıldı.

Mavi gözleri haylazlıkla parlayan Birce koşarak Felah’ın ardına saklandı. “Abi Tuğra abim bu sefer fazla sinirlendi!” dedi korkuyla.

Felah kardeşine bakarken gözlerini devirdi. Aramızdaki sıcaklığı götürdüğü için biraz da öfkeli duruyordu. “Yine ne yaptın?” diye sordu tahammülsüzce. Birce gözlerini kaçırınca “Söyle,” diye diretti

Birce hemen dudaklarını büzdü “Ya sadece,” dedi ve duraksadı. Bir süre sonra Felah’ın bakışlarından kaçınarak devam etti.

“Sadece eski sevgilisine yazdım.” Kafasını eğdiğinde bir adam koşarak yanımıza geldi. Felah ona susmasını işaret etti. Olanlara şaşkınlıkla bakıyordum.

Geçmişim hakkında bir şeyler öğrenmeye gelmişken kendimi aile trajedisinin ortasında bulmuştum. “Ne yazdın?” Kız öksürdü ardından “Barışalım mı? yazdım,” dedi. Ardından hızla ekledi “Abi ama Tuğra abim çok üzgündü barışırlarsa eskisi gibi olur diye yaptım.”

Son söyledikleri Felah’ın beklediği kelimeler olmalı ki “Abi o da kendince sana iyi gelmeye çalışıyor,” diyerek kardeşini savundu.

İlk defa gördüğüm abisi Tuğra’nın kaşları çatıldı “Eski sevgilime yazmış Felah!” diye tısladı ardından ekledi. “Beni aldatan eski sevgilime.”

Şaşkınlıkla onlara bakarken Birce kafasını kaldırmıştı. Gerçekten üzgün ve mahcup duruyordu. Tartışma uzayacak gibi dururken dış kapı açıldı ve Murat Bey yanımıza doğru geldi.

Beni gördüğünde şaşırsa bile hızla toparlanarak “Misafirimizin yanında kavga etmeyin,” dedi.

Birce ve Tuğra babalarına dönerken Felah bana dönmüştü. Yüzümdeki ifadeyi görünce yüzünde çarpık bir gülüş oluştu. Yanıma geldiğinde ailesinin yanında elimi tutmasına karşın şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Ardından ne diyeceğini bilemeden geri kapandı.

Diğerlerinin bakışları bana döndüğünde ne yapacağımı bilememiştim. Az önce Felah’a benden bir şeyler sakladığı için kızgınken şuan onun ailesi ile tanışmanın paniği ve şaşkınlığı içerisindeydim.

Tuğra şaşkınlıkla bize baktığında gözlerini ellerimizden çok bana sabitlemişti. Sanki Felah’la sevgili olmam değil de benim olmam onun için şoke ediciydi. Kaşlarım istemsiz çatılırken acaba onlarla da mı önceden tanıştım, diye düşünmeden edemedim.

Birce beni gördüğünde gözlerinden resmen kalpler çıkıyordu. Bakışları ellerimizi bulduğunda “Sevgili mi oldunuz?” diye sordu heyecanla. Sanki uzun zamandır bunu bekliyormuş gibiydi. Felah Birce’ye sırası değil, der gibi bakarken yanıtladı.

“Evet.”

Onun yanıtının ardından ben utançtan kızarmıştım. Murat Bey bana baktığında kıs kıs gülüyordu. Sanki herkes benim bu halimden hoşlanıyordu.

Tuğra kızaran yanaklarıma baktı ve gülümseyerek “Hoş geldin,” dedi. Utangaç gülümsemelerimden birini takındım “Hoş buldum,”

Tuğra elini uzatırken “Daha önce tanışmamıştık ben Tuğra, Felah’ın abisiyim,” diyerek kendini tanıttı. Kafamı sallarken “Bende Ayza Nil Soylu. Kardeşinizin sevgilisi,” diyerek kendimi tanıttım.

Tuğra abi elini çekerken aydınlanmış gibi “A sen şeyin kızısın,” birkaç saniye duraksadı. “Ayhan Soylu’nun.” Sıkkın bir ifade ile başımı salladım.

“Öyle.”

Birce tam bir şeyler demek için ağzını açmıştı ki Tuğra abi rahatsız olduğumu anlayarak Birce’nin yanına gitti. “Neden sevgilime yazdın Birce?” konuyu dağıtmayı amaçladığı belliydi. Ona içten bir tebessüm gönderdim.

Murat Bey o an ikisinin kavgasından sıkılmış olacak ki “İçeri geçelim,” dedi. Herkes onun sözünü emirmiş gibi algıladı ve içeri geçtik.

Evde dışarısı kadar ihtişamlı ve moderndi. Neredeyse evin bir katını kaplayan salonda geçtik ve aşırı derece rahat ve yumuşak olan koltuklara oturduk. Tuğra ile Birce tartışırken Felah onları izliyordu.

Sabahın beşinde karşılaşmayı beklemediğim bir sahneydi ki Felah’ın tepkilerine göre onunda pek beklediği bir sahne değildi.

“Bu saatte neden hepiniz uyanıksınız,” diye sordum kısık bir sesle. Birce hemen üzerine alınıp yanıtladı. “Babamın alışkanlıklarından biri işte. Sabahın köründe kalkmamızı seviyor.”

Açıklamasına kafamı salladım kenardaki masaya geçmiş dosyaları inceliyordu. Felah’a döndüm ve fırsattan istifade onu incelemeye başladım. Siyah saçları yüzüne dökülmüştü. Yumuşacık oldukları aramızdaki bir yastık mesafesine rağmen belliydi.

Bir ara saçlarını kurcalamayı aklama not ettim.

Koyu kahve gözleri neredeyse siyahtı. Bana bakarken daha koyulaşan gözleri gülerken kısılıyordu. Şu an sıkıldığı için biçimli dudakları düz bir çizgi şeklindeydi. Çene kasları onu albenili yaparken düz burnu estetikli birininki gibi kusursuzdu.

Kulağının arkasından boyuna uzanan bir dövmesi vardı. Boğazının orada “Il ne méritait pas ça” yani “O bunu hak etmedi” yazıyordu. Kim için olduğunu merak etsem bile sormadım. Kulağının altında ise bir kelebek vardı.

Sol kolunun omuz kısmından başlayıp bileğine kadar giden dövmeler onda ayrı bir güzel dururken çoğunu buradan okuyamıyordum. Kurukafa ve bir tarih gözüme çarptı 16/02/21. On altı Şubat’ta ne olmuş olabilirdi ki?

Onun her zerresini ezberlemek istercesine ona bakarken Birce’nin “Abimi gözleriyle yedi resmen,” diyen sesiyle kendime geldim ve bakışlarımı Felah’ın kollarından kaldırdım. Felah’ın gözlerine utanmış bir şekilde baktığımda onunda beni süzdüğünü fark ettim.

Bu sefer Tuğra keyifle “Kardeşim kızı gözlerinle yedin yedin bitirdin,” dedi ve Felah’ın da gözleri gözlerimi buldu. Bakışları yine kararırken gözlerimi kaçırdım ve Birce’ye döndüm “Kaç yaşındasın?” birkaç saniye durdu ve düşündü “Liseye geçtim kaç yaş oluyorsa artık,” dedi.

“On dört,” dedim. Benden üç yaş küçük olsa bile benden daha yapılıydı. Boyu benden birkaç santim kısa olsa bile kilosu idealdi benim aksime. Kahverengi saçları güneş ışığında parlarken fark etmemesi için daha fazla incelemedim.

Murat Bey “Ayza biz genelde bu saatlerde kahvaltımızı yapmayız. Ama açsan hizmetçiler sana bir şeyler hazırlayabilir,” dediğinde soran gözlerle bana bakıyordu.

“Teklifiniz için teşekkür ederim Murat Bey ama aç değilim,” diye yanıtladım onu. Bütün vücudum alarm verircesine kıpkırmızı olmuştu.

O sırada Murat Bey yüzünü buruştururken Felah babasına güldü. “Senden bile resmi.” Murat Bey oğluna yandan bir bakış attı, ardından “Sakın bir daha bana Bey dediğini görmeyeyim,” dedi.

“Amca diyebilirsin,” Felah’a yandan bir bakış attı ardından “Baba da diyebilirsin,” dedi. Kafamı sallarken “Tamam Murat abi,” dedim diğer lakapları es geçerek. Bu tavrıma güldü “Felah yeğenin mi oluyor o zaman?” demesi ile Felah kaşlarını çattı.

“Mecazi anlamda demiştir abiyi. Değil mi Lavanta?” diye sorması ile yüzümdeki gülümsemeye engel olmaya çalışırken kafamı sallayarak onu onayladım.

Yine sessizlik oluşacakken Tuğra abi “Ayza neler yapmaktan hoşlanırsın?” diye sordu. Birkaç saniyenin ardından “Gitar çalmaya bayılırım,” dedim.

Birce hemen heyecanla “Bana gitar çalar mısın?” diye sordu. “Neden olmasın?” dedim. Birce koşarak uzaklaştığında arkasından bakakalmıştım.

O sırada elimdeki telefon titreyince bakışlarımı Felah’a yönelttim. Elindeki telefonla bana bakıyordu. Mesajı açtım.

Felah: Biraz idare et. Her şeyi anlatacağım.

Felah: Buraya aklını dağıtmak için getirmedim.

Felah: Onların bu saatte uyandıkları aklımdan çıkmış.

Sözleri samimiydi o yüzden terslemedim.

Ben: Sorun değil.

Ben: Aileni seviyorum.

Felah’ın yüzündeki gülümsemeyi görünce bende gülümsedim istemsiz.

Felah: Bende seni seviyorum.

Elim kalbime gittiğinde dudaklarımda bir tebessüm belirdi. O sırada Tuğra abi ve Murat abinin varlığını hatırlayarak yüzümdeki tebessüme mani olmaya çalıştım.

Neyse ki o sırada içeri Birce girdi. Elindeki Gibson gitarı görünce şaşkınlıkla dudaklarım aralandı “Oha,” diyebildim. Murat abi gülerek “O biraz önce resmiyeti mi bozdu?” diye sordu.

Tuğra abi bu halimize güldü.

Birce gitarı bana uzattığında dikkat ederek aldım. Evdeki gitardan bile daha güzeldi. “Nereden buldunuz?” diye sordum. Tuğra abi “Annemin gitarıydı,” diye yanıtladı beni. Felah gerilirken ben ne çalacağımı düşünüyordum. Kendi şarkımı burada çalamazdım. Fazla garip kaçardı.

Felah’a döndüm, elimdeki gitara gergin bir şekilde bakıyordu. Nedenini anlamasam da fazla yormadım. Ne çalacağıma karar vermiştim.

“Bana eşlik etmek ister misin?” Tam gözlerinin içine baktığım için soruyu ona sorduğumu anlamıştı. Az önceki durgunluğundan kurtulurken “Neden olmasın?” dedi.

Notaları çalmaya başladığımda bana döndü, bakışları kendini ele veriyordu. Şarkıyı biliyordu. Şarkıya giriş yaptığında nefesim kesildi.

“Al, bu dünya, al senin olsun.
Benim hiç gözüm yok, hepsi senin olsun.
Ama son bir dileğim var senden:
Şu gaybana dünyada varını yoğunu al.
Hepsini al da.”

Teller parmaklarımdan kayıp giderken gitar bağırıyor ve kalitesini belli ediyordu.

Felah’ın duru sesine resmen büyülenmiştim.

“Beni benimle bırak,
Beni benimle bu cehennemde.
Ruhum senden çok uzak,
Yabancıyım senin cennetine.”

Tam gözlerime bakıyordu söylerken, bende aynı şekilde ona bakıyordum.

Birine aşık olduğunuzda bütün notalarınızı onun için çalardınız.

“Al, bu dünya, al senin olsun.
Ne olur benden artık uzak dur.
Bi günahım varsa, işlediğim, o benim borcumdur.
Sen varını yoğunu al,
Hepsini al da.”

Felah’ın sesi her yeri kapsarken öne doğru hafif eğildim. Çalarken kendimden geçiyordum her melodi bir çığlıktı. Felah’ın sesi yükselirken tekrar göz teması kurdum.

“Beni benimle bırak,
Beni benimle bu cehennemde.
Ruhum senden çok uzak,
Yabancıyım senin cennetine.”

Çığlıklar yankılarken daha hızlı çalmaya başladım. Felah son dörtlüğe girerken yavaşlamıştık.

“Beni benimle bırak,
Beni benimle bu cehennemde.
Ruhum senden çok uzak,
Yabancıyım senin cennetine.”

Şarkıyı sert bir şekilde bitirdim Felah’la göz gözeydik. Ona aşk dolu gözlerle bakıyordum. O da Bana hayran olmuşçasına bakıyordu. Bu zamana kadar siyah olduğunu savunduğum gözlerden bile daha koyuydu gözleri.

İçim kıpır kıpır olurken diğerlerine döndüm. Birce’nin ağzı açık kalmıştı. Bu haline kıkırdarken Tuğra’ya döndüm. Memnun bir şekilde bana bakıyordu. Beni övmeden duramadı “Gerçekten çok güzel çalıyorsun, gitarda sana çok yakıştı.”

Felah aniden ayağa kalktı ve yanıma geldi. Gitarı orada bırakırken “Kahvaltı vakti bizi çağırırsınız,” dedi ve elimden tuttu. Beni peşinde çekiştirirken ona uyum sağladım.

İki katlı sandığım evin üçüncü katına, çatı katına çıkmıştık. Siyaha bürünmüş bir odaya girdiğimizde onun odası olduğunu biliyordum.

“Çok güzelsin,” dedi gözlerime bakarken. Yanaklarım kızarırken o devam etti “Utandığında kızaran o yanaklarından öpmek istiyorum seni.”

İyice kızaran yanaklarıma bakarak sordu. “Öpebilir miyim?” heyecandan konuşamıyordum bile. Titrek sesimle “Olur,” dedim ve o bana geldi. O bana geldi benim ona içim gitti. Dudakları yanağımı bulduğunda hissettirdiği huzurla gözlerim kapandı.

Dudaklarını sadece bastırmıştı ama uzun bir süre öyle durdu. Beni yatağa bırakırken “Sana bakarken sana içim gidiyor be kızım,” dedi sitem edercesine.

O an ona küs olduğum bile aklımdan uçup gitti.

Yıllarca sevilmeyi bekleyen ruhum ile yıllara beni bekleyen bir ruh...

Siyah gözlerine bir parça da yeşil karışmıştı. Ben ise, her zaman siyah olmayı arzulayan ben sonunda siyaha bulanmıştım.

Yanına gittim ve ona sımsıkı sarıldım. Öyle sıkı sarıldım ki onu asla bırakmayacakmış gibi sıkıydı kollarım.

“Kahvaltı ha-“ içeri aniden dalan Birce ile Felah’ı aniden hızla ittim. Felah bunu beklemediği için geriye doğru sendelerken son anda toparlandı.

Felah kardeşine döndü ve öyle bir baktı ki ben bile ürperdim. Birce “Şey yemek hazır demek için gelmiştim devam edin siz,” demesi üzerine ben öksürmeye başlarken Felah’ın kulakları sinirden kızarmıştı.

 

 

- ♡ ♡ ♡-

5 Aralık 1998

Bazen, Azra’yla yan yana durduğumda aynaya bakıyormuşum gibi hissediyorum. Ama yansımam bana hiç benzemiyor. Onun bakışlarında, benim sahip olamadığım bir cesaret var. Bende ise onun bilmediği bir sessizlik.

Bugün, mutfakta annem yemek hazırlıyordu. Elimde tabaklarla masayı kuruyordum. Azra ise sandalyesine yayılmış, dergisine gömülmüş haldeydi. Üzerindeki kalın kazağın kollarını dirseklerine kadar sıvamış, sakince sayfaları çeviriyordu. Onun sakinliği, benim içimde fırtına estiriyordu.

Bir an dalıp gittim, elimdeki tabak masaya biraz sert çarptı. Çıkan ses mutfağın içinde yankılandı. Annem, anında bana döndü. “Dikkat etsene Arzu!”

Sesi sertti, tokadı hiç eksik etmediği o ses tonu… Azra başını kaldırdı, bana baktı. Gözlerinde hem suçluluk hem de bana söyleyemediği bir şey vardı. Ama dudaklarını kıpırdatmadı.

O an düşündüm: Eğer yerlerimiz değişseydi, annem ona böyle bakar mıydı? Sesini böyle yükseltir miydi?

Bilmiyorum. Belki de bilmek istemiyorum.

Akşam yemeğinde babam nadiren yaptığı gibi bizimle sofraya oturdu. Sandalyeye otururken sandalyesi hafif gıcırdadı, bu bile dikkatimi çekti çünkü o an, sanki dünyadaki her küçük ayrıntı bana bağırıyordu.

Konu okuldan açıldı. Babam gözlerini bana çevirmedi bile. “Notların nasıl?” diye sordu Azra’ya. Azra çatalını yavaşça tabağa bıraktı, gözünü babamdan ayırmadan “İyi,” dedi.

Bana sormadı.

Beni merak etmedi.

Belki farkında bile değildi.

O an, masanın altından dizime hafifçe dokundu Azra. Küçücük, fark edilmesin diye yapılmış bir temas. Sanki“Üzülme,” diyordu. Ama ben… o dokunuşun iyi mi yoksa daha çok canımı yakan bir teselli mi olduğuna karar veremedim.

Çünkü bazı yaralar, sarılmaya çalışıldığında daha da acır.

Yemekten sonra odama çekildim. Kapıyı kapatmadım. Birazdan hafifçe aralandı. Kapının arasından başını uzattı Azra.

“İstersen sana saçını örerim,” dedi. Sesinde garip bir yumuşaklık vardı. Ama içinde, bana her zaman hissettirdiği o anlaşılmaz üstünlük de gizliydi.

Bir an düşündüm. Çocukken saçımı hep o örerdi. Ben aynada onun arkamda çalışmasını izlerdim, sonra annem gelir, “Ne güzel yapmışsınız,” derdi. Ama fark etmezdi… O saçlar her zaman onun ellerinde daha güzel görünürdü.

Bu yüzden, “Gerek yok,” dedim.

Çünkü biliyorum… onun elleri neye dokunsa, benden bir şey alıp götürüyor gibi geliyor.

Azra kapıdan çekildi. Adımlarını uzaklaştığını duydum. Ama garip bir şekilde, içimden bir ses, o kapının kapanmamasını diledi. Çünkü bütün kırgınlığıma rağmen… bazen, ikizimden başka kimsem olmadığını biliyorum.

 

 

- ♡ ♡ ♡-

Ve Yirmi Altıncı Perde sona erer.

Bu bölümde Felah ve Ayza vardı neredeyse tamamen. Diğer bölümde öyle, onların arasındaki düğümler çözümleniyor biraz.

Birce ve Tuğra hakkında ne düşünüyorsunuz?

Arzu'nun günlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz peki?

Buraya kadar geldiyseniz destek olmak için yıldıza basmayı unutmayın.

Başka bölümlerde görüşmek üzere.

Sağlıcakla...

Bölüm : 12.08.2025 16:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...