
Öncelikle hoş geldiniz.
İkinci kitaba geçmiş bulunmaktayız, bölüm numaralandırmaları aynı devam edecek ama.
Bomba gibi bir bölüm bomba gibi yorumlar bekliyorum!
İyi okumalar.
-YİRMİ BİRİNCİ PERDE-
Bölüm Şarkısı; Tükeneceğiz
"İçimdeki hisleri dökmem gerek, o kadar yoğunlar ki… taşıyamıyorum."
Arzu’nun Günlüğünden
30 Ekim 1997
Bugün aşık oldum.
Küçüklüğümden beri günlük tutmayı hep saçma bulmuşumdur ama bugün farklı.
İçimdeki hisleri dökmem gerek, o kadar yoğunlar ki… taşıyamıyorum.
En iyisi, her şeyi başından anlatayım.
Sabah her zamanki gibi Azra ile kavga ederek başladık güne. O benim ikizimdi.
Onu çok seviyordum.
Bu dünyada kendi canımdan daha çok önemsediğim tek kişi oydu.
Ama fazla pervasızdı.
Hep düşünmeden hareket ederdi, ve ben… onun bu çocuksu hallerini çekecek kadar enerjik biri değildim.
Bana sürekli “Sen hayat enerjimi emiyorsun,” derdi.
Ama bunu söylerken bile öyle hayat dolu olurdu ki… inanmak zordu.
Azra hep aykırıydı.
Ben ise tam tersiydim: uyumlu, sessiz, denileni sorgulamayan biri.
Annem her zaman benim onun favorisi olduğumu fısıldardı geceleri kulağıma.
Gerçi fısıldamasına bile gerek yoktu.
Azra'yı elinden gelse bir kaşık suda boğacağı herkesçe bilinen bir gerçekti.
Evde bize baskı kuran tek figür, annemizdi.
Babamız, babalık görevini sadece eve para getirmekten ibaret sayardı.
Azra sık sık, “Büyüyünce asla onun gibi biriyle evlenmeyeceğim,” derdi.
Fark etmişsindir, Azra hep bir şeyler söylerdi.
Ben ise hep dinlerdim. Çünkü… ne yapabilirdim ki?
O sabah ettiğimiz kavganın ardından, sonunda susmuştu.
Kablolu kulaklığımı taktım, külüstür müzik çalarımdan bir şeyler dinlemeye çalıştım.
Azra’nın sessizliği sayesinde okul yolculuğumuz hızlı geçmişti.
Sınıfa vardığımızda önümde ayaklarını yere vura vura yürüyordu.
Kapıdan içeri girdiğimizde tanıdık duvarlar karşıladı bizi.
Gerçi "tanıdık" ne demek, sen bilmezsin.
Ama olsun. Bu benim tanıdık kavramımdı.
Okulumuz ne çok yeni ne de çok eskiydi.
Duvarların boyası yamalıydı, tahtamız hâlâ tebeşirdi.
Sıralar ikişer kişilikti; belki de bu okulun bize sunduğu tek avantaj buydu.
Azra, her zamankinin aksine, bu kez benim yanıma oturmadı.
Başka bir arkadaşının yanına geçti.
Ona hafifçe yandan bir bakış attım ama kendi tercihi olduğu için ses etmedim.
Çantamı usulca sıranın yanına bıraktım, başımı masaya koydum ve müzik çaların cızırtılı sesi eşliğinde uyuyakaldım.
Ama sonra…
Ben uykudayken öğretmen gelmiş.
Azra yanımda olmadığı için beni uyaramamış.
Tepemde dikilen hocayla, elinin masama sertçe vurması bir oldu.
Gözlerimi açtığımda, içimden sadece dua ediyordum.
Bana fazla kızmaması için, kendimi hazır hissedene kadar içimden saydım.
Ama o…
Hiçbir şey demedi.
Sadece yüzüme baktı, ardından arkasını döndü.
Şaşırmıştım.
Gerçekten afallamıştım.
Sonra…
Göz göze geldik.
Kim olduğunu bilmiyordum.
Sesim uykudan kısık çıkmıştı ama yine de sordum:
“Sen… kimsin?”
Ayhan’dı.
Yeni bir öğrenciydi.
Ve sınıftaki tek boş yer, benim yanımdı.
Yanıma oturdu.
Ve ben...
O anda âşık oldum.
- ♡ ♡ ♡ -
Ayza’dan
Bu yaşıma kadar hep yalnızdım. Yalnızlık, bazen soğuk bir duvar gibi etrafımı sararken bazen de sessiz bir arkadaş gibi yanımda olurdu. Ama şimdi, tam da bu anda, iliklerime kadar hissediyordum o yıllardır uzak kaldığım aileyi. Kırık bir kalbin attığı en umutlu ritim gibiydi bu.
Annem tam yanımda duruyordu. Soğuk ve hesapçı bakışları, her hareketi, beni kuşatan bir hapishane gibiydi. Yine de kendimi az öncekine göre oldukça rahat hissediyordum. Hepsi Bartu’nun sayesindeydi.
Bartu’nun bana sahip çıkması… Benim için paha biçilemezdi..
Karşımda bana yabancı olan adama bakarken diğerlerinin aksine bir şey hissettiğim söylenemezdi. Bartu ile o kadar benziyorlardı ki Barut’un yüzündeki ben dışında gözle seçilir bir fark bulamamıştım.
Barut’un Bartu’ya ikiz olarak seslenmesi aralarındaki benzerliğin nedenini açıklamıştı. Araz ile benim aksime gerçekten ikiz gibiydiler.
Haftalardır onu bir kez daha görmediğim için varlığından haberim bile yoktu. Diğerlerinin tepkilerinden uzun bir süredir olmadığını anlayabilmiştim.
Göz göze geldiğimizde kısa süreliğine şaşkın bakışlarının hedefi oldum. Hemen nefrete bürünen bakışları biraz korkuttuğu için gözlerimi kaçırdım.
Annem Ayhan Bey’e baktığı için boşluğundan faydalanarak elinden kurtuldum ve onların yanına koştum. Uraz beni havada yakalarken sıkıca sarıldı.
“İyi misin?” diye sorduğunda onunda ne kadar korktuğunu anlayabiliyordum. Aramızdaki çoğu sorunu aşmıştık. Benim için çabalamak istemişti ve bende ona kendisini affettirmesi için bir şans vermiştim.
Ona abi diyecek kadar cesaretli olmasam bile aramızdaki çoğu buz çözülmüştü. Sessiz sakin geçirdiğim bir hafta boyunca kaçışım genelde gitarım olurken o benimle bu sürece eşlik etmişti.
“İyiyim,” diye mırıldandım. Kurtulmuştum. Beni gerçekten korumuşlardı. İnanması benim için oldukça zor idi. Geçen hafta beni kendi ailesinden görmeyen Bartu bile bugün benim için annesini karşısına almıştı.
Barut Araz ile sarılmalarını kısa keserek anneme döndü “Hiç utanman yok mu senin?” diğerlerinin aksine annemle konuşurken çok rahattı.
Annem kaşlarını çatarken sadece “Ne?” diyebilmişti. Bana esip gürleyen kadın burada resmen kedi olmuştu. Barut anneme küçümseyici bir bakış attı. “Yıllar sonra terk ettiğin eve gelmeye utanmıyor musun hiç?”
Annem sessiz kaldığında Barut “Beni kardeşlerim ile karıştırma. Bir dakika içerisinde evi terk etmezsen olacaklardan sorumlu değilim,” diye tabiri caizse kükredi.
Ciddi anlamda isminin hakkını veriyordu.
İki saniyede barut gibi yakmıştı ortalığı.
Annem bu sefer daha rahat bir şekilde konuştu “Zaten buradan ayrılacağım canım oğlum. Sizi sevdiğimden burada olduğumu düşünmen beni duygulandırdı açıkçası. Ben gideceğim ve Ayza da benimle gelecek.”
Anında bütün bakışlar bana dönerken Barut “Orasını ben bilmem. Otuz saniyen kaldı anneciğim,” dedi ve sırtını arkasındaki kapıya yasladı.
Yapılı bir vücudu vardı, Bartu’dan daha yapılı olduğunu düşünüyordum. Bir polisten daha yapılı ise mesleği ne olabilirdi ki?
Annem anında bana doğru bir atak yaptığında Uraz’ın arkasına doğru geçtim. O sırada Barut’un bakışlarının üzerimde olduğundan emindim.
Araz ve Kayra hemen yanıma gelirken “Buradan tek başına çıkacaksın,” dedi Uraz rahat ama bir o kadarda gergin bir şekilde.
Annem bir şey demek üzeydi ki Barut’un kıkırdayan sesi onu bundan alıkoydu “Son on saniye seni zorla alıkoyma ve kişisel alan ihlalinden içeri almamı istemiyorsan koş derim anneciğim.”
Annem nefret dolu bakışlarını bana yönelttiğimde arkamı döndüm. Bu sayede direkt bana bakan Barut’la göz göze gelmiştik.
Bakışlarımı görünce yarım ağız gülümsedi ve göz kırptı. Genel tavırlarının yanında bu sıcak yaklaşımı bir an şaşırmama neden olsa bile bu kısa sürmüştü.
Annem gittiği an “Bu kız bu evde ne arıyor?” diye sordu soğuk bir ses ile. Ona gözlerimi devirmek istesem bile kendimi zorla durdurdum.
Eve yeni geldiği için ve abilerin en büyüklerinden biri olduğu için şu an herkesin gözdesiydi. Ayhan Bey “Onu daha sonra konuşuruz. Sağ salim geldin çok şükür,” dedi ardından diğer oğullarına göstermediği bir sevecenlik ile Barut’un kolunu sıktı.
Acaba nereden gelmişti? Uraz sanki aklımdan geçenleri biliyormuş gibi kulağıma eğildi ve “Barut abim askerdir. Görevdeydi bir süredir,” diyerek bana açıkladı.
Açıkçası asker olduğuna şaşırmamıştım. Mizacı olsun görünüşü olsun tam olarak mesleğini yansıtıyordu. Anladığımı belli etmek için başımı salladım.
Takdir edilesi bir mesleği vardı. İçimde ona karşı istemsiz bir saygı oluştu. “Ne güzel,” diye fısıldadım sadece Uraz’ın duyabileceğinden emin olduğum bir süreçte.
“Elhamdülillah zordu ama üstesinden gelinmeyecek değildi, beni boş verin asıl. Bu neden bizim evimizde?” diye sordu.
Ona duyduğum saygıdan mı bahsetmiştim az önce? Onu boşverin. Uraz’dan ayrılırken ona odaklandım “Bende burdayım yalnız.”
“Görüyorum,” diyerek karşılık verdi ardından sesini dramatikleştirerek “Ne yazık ki,” diye ekledi. Gözlerimi devirme arzuma karşı koyamayınca bakışlarının hedefi olmuştum.
Bu hareketim kısık gözleri ile bana bakmasına neden olsa da ekstra bir harekete geçmemişti. Ona karşılık dudaklarımı büzdüm. “Kardeşini ne kadar coşku ile karşıladın ya?” dedim alayla.
“Ben ortada coşku ile karşılanacak bir kardeş göremiyorum yalnız.” Karşılıkları sertti. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alırken “Bak zaten yeteri kadar gerginim. Bir de senle uğraştırma beni gözünü seveyim,” sitemim bir yakarıştan farksızdı.
Barut dediğim her şeyi es geçerek “Ne yani aynı evde mi uyanacağız?” diye sorduğunda “Merak etme seni yemem,” diyerek karşılık verdim.
“Seninle aynı evde yatmam ben,” dediğinde sabrım kalmadığı için “Yeter ya. Tamam o zaman ben bugün başka yerde yatacağım,” dedim ve birinin müdahale etmesine müsaade etmeden odadan hızla ayrıldım.
Zaten çok yorucu bir gün olmuştu, üzerine annem beni almaya gelmişti. Biraz az biraz huzur istemiştim onda da resmen evden kovulmuştum.
Merdivenlerden çıkmaya başlayacakken birinin kolumdan tutması ile arkamı döndüm. Bartu’yu görünce şaşkınlıkla kolumu geri çektim.
“Ne oldu?” sorum üzerine birkaç saniye duraksadı ardından “Bu saatte dışarı çıkma.” Tam onu ilgilendirmediğini söyleyecektim ki o devam etti.
“Hem zaten annen hâla seni yanına almak istiyor bir başına dışarıda tehlikede olursun,” dedi. Konuşurken yüzüme bakamıyordu.
Gözlerimi yüzünde gezdirirken ciddi olduğunu anlayınca yüzümde bir tebessüm oluştu. Dudaklarımı dişlerken “Ama ikizin rahatsız oluyor. Evine yeni geldi rahatsız etmek istemem,” dedim.
Aslında kalmaya karar vermiştim çünkü dediklerinde haklıydı. Annemin ya da adamlarının dışarıda bir yerde beni beklemediklerini bilemezdim.
“Burası seninde evin. Alışır, alışacak.” Geçen günkü konuşmalarına tamamen zıt konuşuyordu. Dudaklarımda bir tebessüm peyda oldu.
“Sizin gibi,” diye mırıldanırken o da “Bizim gibi,” diye karşılık vermişti. Yine arkamı dönüp merdivenleri çıkmaya başladığımda “Gidecek misin?” diye sordu arkamdan.
Ses tonundaki tereddüt onca yaptığı şeyden dolayı benimle konuşurken çekindiğini belli ediyordu.
“Evet kalacağım ama sizin için değil kendi canımı düşündüğüm için.” Arkamı dönmediğim için nasıl bir tepki verdiğini göremesem de sessizliğini korumasının olumlu bir tepki olduğunu düşünüyordum.
Odama çıktığımda günün yorgunluğu çoktan bedenimi esir almıştı. Kendimi yüzümde minik bir tebessüm ile yatağa attım. Bugün anneme karşı gelebilmiştim.
Ve bunu ilk defa yalnız başıma yapmamıştım.
Ailemle yapmıştım.
Bunun değeri benim için paha biçilemezdi.
- ♡ ♡ ♡ -
Gözlerimi açtığımda karşımda o vardı. Annem.
Beni bulmuştu.
Yüzünde bütün iyiliklerden uzak, o tanıdık, o ürpertici tebessümle bana bakıyordu. O gülüş, geçmişin en karanlık anlarını hatırlatan, içimi soğutan ve yıllardır zihnimden silinmeyen o korkunç ifade…
Bir adım attı.
“Gelme!” diye bağırdım, sesi hem çaresiz hem korkuyla doluydu. Ama durmadı.
“Benden bu kadar çabuk kurtulabileceğini mi sandın?” diye fısıldadı, sesi tıpkı yıllar önceki gibi; ürkütücü, içime işleyen, kaçamayacağım kadar tanıdıktı.
Saçlarıma ellerini uzattığında kalbim deli gibi atmaya başladı. Geri çekilmeye çalıştım, ama elleri, soğuk ve acımasız bir zincir gibi saçlarımı kavradı.
“Anne, canımı yakıyorsun!” diye yalvardım, sesim kırılmaya başlamıştı.
Ama karşılık olarak, “Anne değilim, ben senin annen değilim,” dedi, sesi buz gibi soğuk.
Bu sözler ile birlikte, karanlık büyüdü. Yüzü gözlerimin önünde kayıyor, rengi soluyor, gözleri boş bir çukura dönüşüyordu.
Artık annem değil, Arzu Hanım’dı; o kadın ki, bana acıdan başka bir şey vermemişti.
“Arzu Hanım, yapmayın!” diye seslendim, ama o durmadı.
“Dur!” dedim, ama beni duymazdan geldi.
“Yapma!” diye yalvardım, ama acılarım daha da şiddetlendi.
Kaçmaya çalıştım ama tutunduğu elleri kollarıma dolanmıştı, beni olduğu yere çivilemişti.
Nefes alamıyordum artık.
Panikle son bir çare olarak, “Baba! Baba yardım et, kızının canını çok yakıyorlar baba!” diye bağırdım.
Ve o anda…
Bir çift el omuzlarımı sarsmaya başladı.
“Ayza,” dedi tanıdık bir ses.
Donmuş bir rüyadan uyanır gibi, gözlerimi açtım. Annem yok olmuştu. Ama hâlâ bir çift el omuzlarımdaydı.
“Dokunma!” diye bağırdım korkuyla, geri çekildim. Kalbim hızla atıyordu.
Ellerimle gözlerimi ovuşturdum ve o kişinin Barut olduğunu gördüm.
Kapım kilitliydi… Odaya nasıl girmişti?
“N’oluyor?” diye sordum boğuk bir sesle.
Gözleri hâlâ üzerimdeydi ama ifadesizdi. “Kabus görüp bağırdın,” dedi sadece.
Kıpkırmızı olduğumu hissettim, utanmıştım.
Barut hiçbir şey demeden ayağa kalktı ve çıkışa yöneldi.
Kapıyı kapatmadan önce hızlıca, “Teşekkür ederim,” dedim.
O gittikten sonra odada kalan sessizlik, tokat gibi yüzüme çarptı.
Kapım kilitliydi…
Ayağa kalktım. Ellerim hâlâ titriyordu.
Pencereye yöneldim. Biraz hava almak istedim.
Gerçeklikle rüya arasında ince bir çizgide hapsolmuştum.
Etraf karanlıktı. Gökyüzü bulutsuz ama boğucu bir geceydi.
Sadece hafif bir rüzgâr sesi vardı, kendi kalp atışımın yanında.
Ama bir anda bu huzuru bozan bir hareketlilik fark ettim.
Ağaçların arasında bir silüet belirdi.
O an buz kesildiğimi hissettim.
O bana el sallıyordu.
Donakaldım.
O… Annemdi.
Ayaklarım geri geri gidiyordu, ama gözlerim ondan kopamıyordu.
“Hayır... sen yoktun...” dedim usulca.
Kabus bitmemiş miydi?
Bedenim donmuştu, kalbim ise fırtınalar koparıyordu.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, ama o korku, soğuk tırnaklarını daha sıkı geçirmişti.
Bir anlık cesaretle tekrar baktım, ama silüet yoktu.
- ♡ ♡ ♡ -
Ve Yirmi Birinci Perde sona erer.
Bartu'nun bir ikizi olması ve onun bir asker olması...
Ayza'nın rüyaları iyice başına bela oluyor desenize.
Diğer bölümlerde görüşmek dileğiyle.
Sağlıcakla...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.34k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |