
Öncelikle hoş geldiniz.
Bayadır sınır dolmuş olsa bile bölüm gelmedi. Instagram'dan duyurmuş olsam bile bilmeyenleriniz varsa bilgisayarım bozuldu.
Kurstaki bilgisayardan zar zor yazdım bu bölümü de :,)
Kısa zamanda sorunu çözeceğim inşallah.
Sınır koymayacağım artık zaten yorum yapıp beğeniyorsunuz teşekkür ederim.
Bölümde Gobi ile sahne var hehehe.
İyi okumalarr.
-YİRMİ DOKUZUNCU PERDE-
Bölüm Şarkısı; Tükeneceğiz
"Bazen hayatımızdaki sessizlikler kelimelerden daha yüksek sesle bağırır."
Omzumdaki eli belime kaydığında tamamen sahiplenici bir şekilde belimi kavramıştı. Etrafta uğultular baş gösterdiğinde okulun içine doğru ilerledi, haliyle peşinden sürüklenirken şaşkınlıktan tepki verememiştim.
Okula girdiğimizde “Okulda kardeşin olduğumun bilinmesini istemediğini sanıyordum,” diye mırıldandım usulca.
Çok değil birkaç dakika sonra zil çalmıştı. Kayra’nın göğsü aldığı sık nefeslerden hızla inip kalkarken bir şey dememişti. Sınıfımın önüne kadar geldiğinde “Fikrimi değiştirdim sadece,” dedi ve arkasına dönüp uzaklaştı.
Sınıfa girdiğimde herkesin bakışı üzerimdeydi. Araz’a baktığımda hepsinin öğrendiğini anlamıştım. Sınıfta bana bön bön bakanlara göz dağı verircesine ayağa kalktı ve kafamı omzuna dayayarak “İkizim,” dedi.
Sıramıza geçtiğimizde bütün bakışlar hala üzerimizdeydi. Araz sonunda “Ne bakıyorsunuz?” diye sitem ettiğinde hepsinin bakışı aynı anda önlerine dönmüştü.
Bizim üçlü dışında.
Bora bilmiş bilmiş gülümserken olaya pek şaşırmış gibi durmuyordu. Onun tahmin etmiş olmasına şaşırmazdım. Gözlemde gerçekten çok iyiydi.
Arda ise… Nasıl desem… Sanki kabız olmuş gibi bakıyordu. Ya da on yıllık ilişkisinde aldatıldığını öğrenmiş gibi de olabilir…
Yiğit’e ise göz ucuyla baktım, resmen donakalmıştı. Bakışlarından bütün içi okunuyordu. Pişmanlık, utanç… Hepsinden vardı, gerçi olmalıydı da.
Araz’ın yakın bir arkadaşı olduğu için onu affedebilirdim ama asla eskisi gibi olmazdı. Hoca derse girdiğinde herkes hocayı dinliyor gibi davrandı ama o gün kimsenin dersten bir performans aldığını düşünmüyordum.
- ♡ ♡ ♡-
Son zil çaldığında Arda resmen Araz’ın üzerine uçmuştu. Trip atmak istese de merakı baskın gelmişti muhtemelen. Ben bu haline gülerken bana döndü. “Civciv bak beni hayal kırıklığına uğrattın bari gülme be kızım.”
Dudaklarımı dişlediğimde o bize bakarak devam etti. “Siz kardeş olduğunuzu. Pardon! İkiz olduğunuzu bizden saklarken tam olarak ne düşündünüz?”
Araz ne diyeceğini bilemeyerek bana döndüğünde Arda’yı ben yanıtladım. O sırada diğerleri de bizi dinliyordu. “Ben istemedim. Beni onun bunun çocuğu kardeşi olarak tanımanızı beni ben olarak tanımanıza tercih etmezdim,” ardından Yiğit’e bakarak tamamladım “Gerçi bu da daha saçma yanlış anlaşılmalara neden oldu ama olsun.”
Yiğit bir şey demek için dudaklarını araladı ama dudakları aynı hızla geri kapandı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Bakışlarımı ondan çektim, üzerine bir sözde söylemedim. Kendi utancı ona yeterdi.
Araz’la Arda bir süre daha konuştuktan sonra aşağı inmiştik. Kayra ve Mete çoktan gelmişti. “Selam,” diyerek Mete’nin yanına gittiğimde Kayra’nın bakışları üzerimdeydi.
Mete “Ablam,” dedikten sonra her zamanki gibi sevgi yumağına dönmüş bana sevgisini şiddetle göstermeye başlamıştı. Ona gülümseyerek karşılık verdiğimde Kayra’ya döndüm.
Bu zamana kadar yaptıkları affedilemezdi evet ama bugün yaptığı iyilikte göz ardı edilemezdi. Derin bir nefes ciğerlerime dolduğunda “Teşekkür ederim,” dedim gözlerinin içine bakarken.
Konu kardeşi olduğumu söylemesi değildi. Konu beni korumak istemesiydi ve korumasıydı. Kayra bu kadar içten bir teşekkür beklemiyor olacak ki donakalmıştı.
Bu hali dudaklarımda bir gülümseme oluşmasına neden oldu. Kendisini toparladığında “Teşekkür etme,” dedi yumuşak bir ses tonuyla.
Tanıştığımız ilk günden beri değiştiğini görebiliyordum. Kayra biraz durduktan sonra devam etti. “Bu zaten yapmam gereken şeydi. En başından beri.”
Yine duraksadığında benden bir tepki beklediğini görebiliyordum. Ona istediğini vermedim. Sessizliğim yeterli bir cevap olmuş olacak ki bakışlarını kaçırdı.
Çok geçmeden siyah araba önümüzde durmuştu. Sabahtan aşina olduğum arabaya bindiğimizde Barut resmen burnundan soluyordu. Beklemeden eve doğru sürmeye başlamıştı.
Araz onun gerginliğini anlamış olacak ki “N’oldu abi?” diye sordu. Barut’un direksiyonu tutan elleri sıkmaktan bembeyaz kesilmişlerdi.
“Ayhan Atlas abinize haber vermemeye ve Ayza’yı direkt medyaya duyurmaya kararlı,” dediğinde bana yandan bir bakış açmıştı. Varlığımın bile sorunun kendisi olduğunu düşünüyor olmalıydı.
Belki de haklıydı.
Kayra anında “Atlas abim öğrenince çok sinirlenecek,” diye mırıldanmıştı. Kim olduğu hakkında bir gram fikrim olmayan büyük abim daha gelmeden herkesi paniğe sürüklemeyi başarmıştı.
Onunda benden nefret ettiğine nedense emindim. Umarım bir kere de olsa beni şaşırtmayı başarırlardı.
Gerçekten Ayhan Bey’in çocuklarını kadın düşmanı olarak yetiştirmesine denilebilecek tek bir söz bile yoktu. Daha fazla konuyu düşünmek istemedim. Camdan dışarıyı izlemeye başladım. Yolculuğun kalanı da sessiz geçti.
Barut’un gerginliği herkese yansımıştı.
Eve geldiğimizde Barut inmemizi bekledi, herkes inince tekrardan gaza basarak uzaklaştı. Mete merakla sordu “Acaba ne yapacak?”
Cevabı kimsede olmadığı için sorusu rüzgara karışıp gitmişti. Odama çıktığımda hızla telefonu elime aldım. Bugün Felah’la neredeyse hiç konuşmamıştık.
Üç yeni mesaj, yazısını görünce heyecanla mesaja bastım.
Felah: Günaydın.
Felah: Muhtemelen okulun olduğu için telefona çok geç bakacaksın.
Ardından bir saat önce yazdığı bir mesaj daha vardı.
Felah: Okulda bir şeyler olmuş sanırım. İyi misin?
Ona yazacaktım ki aklıma aramak geldi. Uzun zaman sonra ilk kez ve onunla konuşacağım için biraz gerilsem ve heyecanlansam bile çoktan aramaya başlamıştım.
Telefon ilk çalışında açıldığında ben şaşkınlıktan kalakalırken “Lavantam,” diyen sesi kulaklarımı doldurdu. “Felah,” dedim şaşkınlıkla.
“Aramanı beklemiyordum. Bir şey mi oldu?” diye sorduğunda “Hayır,” diye yanıtladım. “Sesini özledim.”
Ardından ona okulda yaşadıklarımı anlattım ve saatlerce konuştuk. Onunla konuşmak, onunla olmak kadar olmasa da oldukça iyi hissettirmişti.
- ♡ ♡ ♡-
Telefonu kapattığımızda akşama adım adım yakınlaştığımız saatlerden birindeydik. Uzun zamandır kendime zaman ayırmadığım için odada dönüp duruyordum. Sonunda bir şeyler çizmeye karar verdiğimde çekmecelerin yanına gittim.
Açtığımda kalem beklerken mektuba benzer bir şey görünce kaşlarım istemsiz bir şekilde çatıldı. Oraya bir şey koymadığıma emindim, benim yazdığım bir mektup ya da her neyse değildi.
Elime aldığımda üzerinde adımın yazdığını görünce daha fazla gerildim, odama benden habersiz biri girmiş olmalıydı.
Araz ya da Mete olamazdı. Abi tayfasından biri yapmış olmalıydı. Aklıma gelen düşüncelerle sinirlenmeden edememiştim. Allah bilir odama girip başka neler yapmışlardı?
Elimde notla salona girdiğimde hepsi tahmin ettiğim gibi oradaydı. Elimdeki kağıdı havaya kaldırdım. "Bu ne?" tok bir sesle sorduğum soru üzerine salondaki hafif uğultu da kesilmiş, bakışlar bana dönmüştü.
Elimdeki kağıda atılan sorgu dolu bakışlar üzerine devam ettim. "Bugün odamda buldum. Hanginiz odama izinsiz girip koydu?" diye yeniledim sorumu.
Araz yanıma geldiğinde "İçinde ne yazıyordu?" diye sordu. Dudaklarımı büzdüm, "Bilmiyorum içini açmadım. Sen ve Mete dışında odaya haftalardır kimse girmedi. Yani öyle sanıyordum." Bir kere de Uraz gelmişti ama bunu belirtme gereği duymadım.
Araz elimden kağıdı almak için uzandığında karşı çıkmadım. Diğerleri odama girmediklerini birer cümle ile açıklamıştı.
Araz'ın kağıda okuduktan sonra yüzü resmen sararmıştı. Barut "Araz ne oldu?" diye sordu, o da Araz'daki değişimi fark etmiş olmalıydı.
Araz birkaç saniye bana baktıktan sonra abisine döndü. "Barut ve Bartu abi buna bakmanız lazım," dediğinde elinden kağıdı çektim.
Sevgili kızım,
Yoksa “ihanet eden zavallı kızım” mı demeliyim? Beni kandırdığını sandığın o gün kaçtın. Unutma senin kurtuluş dediğin şey sadece küçük bir oyunun ara sahnesi. Kaçışların geçici, dönüşün ise kaçınılmaz.
Sahi, özlemedin mi? Birlikte geçirdiğimiz o geceleri… Senin iradenden geriye tek zerre bırakmadığım, nefesini bile benden aldığın o günleri… Sen yoksun ya, öfkemi hangi masum bedende boğacağımı şaşırıyorum.
Saçların uzamış. Onları teker teker koparırken çığlıklarının odamda yankılanacağını hayal etmek bile damarlarımdan geçen ateşi körüklüyor.
Ve evet… seni izliyorum.
Her yerde.
Her anda.
Bir anlık boşluk verdim, sen de ilk gördüğün karanlığa sürtündün. Ne kadar yazık. Ne kadar küçük.
Ama merak etme… Çok yakında tekrar yanıma döneceksin. Çünkü zincirlerini ben yazdım, iplerini ben tuttum. Kaçsan da, saklansan da, sonunda yine önümde diz çökeceksin.
Efendin
Parmaklarım kâğıdı sıkarken titredi. Satırlar gözlerimin önünde resme. yürüyordu. Ama aklım olanları kabul etmiyordu.
Eve girmişti. Odama girmişti. Belki de daha ilerisine gitmişti. Fark etmemiştim...
Boğazımda bir düğüm oluştu, nefesim darlaşmaya başladığında çoktan elimdeki kağıt düşmüştü.
Araz'ın yüzündeki ifadeden anlamış olmam gerekirdi. Kağıdı onlar yazmamıştı. Annem yazmıştı.
Göğsüme bir ağırlık çöktüğünde kalbimin atış sesinden başka bir ses duyamaz olmuştum. Önümde bir hareketlilik hissettiğimde kağıdı Bartu'nun aldığını gördüm
Bütün bedenim histerikçe başlamaya başladığı için ona bunu yapmamasını söyleyemedim. Hala bana olan düşmanlıkları tam olarak bitmemişken bana acımaları bana olan tutumlarını sırf yaşadıklarım yüzünden değiştirmelerini istemiyordum.
Göğsüme oturan taş nefesimi kestiğinde kısa bir süre sonra bilincim bedenini terk etmişti.
- ♡ ♡ ♡-
Arzu’nun Günlüğü
22 Aralık 1998
Bazen, hayatımızdaki sessizlikler kelimelerden daha yüksek sesle bağırır. Şu son günlerde evin içinde adımlarımız bile birbirinden uzak duruyor.
Eskiden kavga eder, sonra barışırdık. Şimdi ise ne kavga var ne barış… sadece arada kalmış, rengi solmuş bir ilişki.
Bu sabah kalktığımda mutfaktan gelen tek ses, ince bir camı tıklatır gibi çıkan kaşık sesi oldu. Azra, çay kaşığıyla bardağa vuruyor, çayı karıştırıyordu. Ritmik ve sabırlı… Sanki zamanı ölçer gibi.
Yanından geçerken selam verdim. O sadece başını hafifçe salladı. Bu kadar.
Ne gülümsedik, ne de bakıştık. Her şey o kadar törpülenmiş ki… artık ses tonlarımız bile birbirini yaralamayacak kadar soğuk.
Sanki aramızda görünmez bir anlaşma var: fazla yaklaşma, fazla konuşma.
Okulda, koridorda yürürken Ayhan’ın sesini duydum. İçimdeki refleks hâlâ aynı, istemsizce başımı çevirmek. Ama çevirmedim. Onun adımlarını zaten tanıyordum. Yanımızdan geçtiğinde Azra’nın omzuna hafifçe dokundu. Belki sadece şakaydı, belki de farkında bile değildi… ama benim içimde yine o eski sancı başladı.
Kendime kızdım. Bir insan, bile bile aynı yaraya nasıl dokunur? Ama ben dokunuyorum. Her bakışında, her kelimesinde, o yaranın hâlâ kapanmadığını anlıyorum.
Teneffüste sınıfta yalnız kaldım. Masama başımı koyduğumda pencereden içeri gri bir ışık doldu. Yağmurun başlamasına ramak kalmıştı.
Bazen düşünüyorum… Ayhan’ın gözünde ben kimim? Azra’nın gölgesi mi, yoksa adını bilmediği bir figür mü? Belki de ikisi bile değilimdir.
Eve dönerken yağmur başladı. Adımlarımız hızlandı. Ceketlerimiz ıslandı, saçlarımız damla damla yüzümüze yapıştı. Eve girdiğimizde Azra, bana havluyu uzattı.
“Al,” dedi. Ses tonu öyle sıradandı ki… bu kadar basit bir kelimenin bile içimde bu kadar yer edinebilmesine şaşırdım. Havluyu aldım ama teşekkür etmedim. Teşekkür etmek, fazladan bir bağ kurmak gibi geliyor artık bana.
O, sessizce odasına çıktı. Arkasından bakarken fark ettim ki, bazı insanlar hayatında hep aynı yerde durur ama senin onlara olan mesafen sürekli değişir.
- ♡ ♡ ♡-
Flashback Ayza’dan
Annemden zar zor birkaç yalanla izin alıp dışarı çıktığımda içimdeki heyecana engel olamıyordum. Bugün onunla buluşacaktım. Arkadaşım diyebileceğim tek kişiyle, Gobi’yle.
Uzun zamandır konuşamadığımız için onu gerçekten çok özlemiştim. Geçen gün ise okul çıkışında yanıma gelmiş kısa bir süre de bugün buluşabileceğimizi söylemiş ve gitmişti.
Nereye gideceğim hakkında bir fikrim olmasa bile işin neticesinde nereye olursa olsun onunla gideceğim için neresi olduğunun benim için pek bir önemi yoktu.
Bana keyif veren hiçbir zaman olduğum yer değil yanımda olan kişi olmuştu.
Her zaman buluştuğumuz o parka geldiğimde her seferinde olduğu gibi benden önce gelmişti. Hızla yanına koştum ve ona sımsıkı sarıldım.
Yaşımız büyüdükçe temaslarımız insanlar tarafından yanlış anlaşılmaya başlansa bile onun hiçbir şekilde bana o şekilde yaklaşmadığına ve yaklaşmayacağına emindim.
Aramızda on küsür yaş vardı ve en küçük kardeşinden sadece bir yaş büyüktüm. Her ne kadar abi demesem de, bir abinin sıcaklığını hiç tatmamış olsam da onun bana abilik yaptığının bilincindeydim.
“Nil’im,” diyerek sarılışıma karşılık verdi. Ayrıldığımızda “Nasılsın? Neler yaptın ben yokken?” diye sordu içten bir şekilde. Onsuz zorlu olsa da her seferinde olduğu gibi geçmişti bir şekilde.
“İyiyim Gobi, sen nasılsın?” diye sordum aynı şekilde. Kafasını salladı ağırca “Nasıl olsun işte bir şekilde hallediyorum bende,” diye yanıtladı beni.
Çok bahsetmese de onun ailesinin de en az benimki kadar karmaşık bağlara sahip olduğunu biliyordum. Yine de her zamanki gibi bunları bana yansıtmadan halledebiliyordu.
Ben ise her zaman olduğu gibi halledemiyordum ama bir zaman sonra halledebiliyor gibi davranmaya alışmıştım.
Onun yanında Ayza değildim, sadece Nil’dim.
O da benim yanımda evinin abisi değildi, sadece ama sadece Gobi’ydi.
“Nereye gidiyoruz bugün?” diye sordum aradaki sessizlikten rahatsız olarak. Gobi bu sorumu bekliyor olacak ki yüzünde bir tebessüm peyda oldu, “Seni çok eşsiz bir yere götüreceğim, en az senin kadar eşsiz bir yer.”
İltifatı karşısında gülümsedim. Gerçekten çok mükemmel biriydi. Her şeyiyle. Hayatımdaki en büyük şansımdı.
Sonra yürümeye başladık, bunu yaparken yerli yersiz her konuda konuştuk her konuda güldük. Tebessüm etmekten yanaklarım ağrımaya başladığında bir yokuş tırmanıyorduk. Hala nereye gittiğimizi anlayamamıştım o da söylememekte inat ediyordu.
“Ya hadi!” diye ısrar ettiğimde artık bıkmış olacak ki “Bir dur gelmek üzereyiz,” diyerek girişimimi tekrar boşa çıkardı. Oflayarak peşinden gitmeye devam ettim.
Sonunda bir yerde durduğunda etrafa bakınmaya başladım, minik göl gibi bir suyu gördüğümde adımlarım duraksadı. Ağaçların arasında çok küçük bir alandı. Maviyle yeşilin uyumu göz alıcıydı.
Öğle saatlerinin sonuna geliyorduk, ışık su da yansıyarak büyüleyici görsel güzellik oluşturmuştu. Suyun olduğu alan şuan bulunduğumuz yola göre biraz daha aşağıda bir yerdeydi bu da oraya gizemli ve yıllardır kimsenin girmediğini gösteren bir hava katmıştı.
Şaşkınlıkla mest olmuşluğun arasında ona döndüm, daha önce buraya gelmiş olacak ki etrafı değil beni inceliyordu. Tepkim hoşuna gitmiş olacak ki yüzünde çarpık bir gülümseme yerini almıştı.
“Burası çok güzel!” diyebildim yaklaşık bir dakika sonra. Bilmiş bilmiş bakarken bakışlarını destekleyerek “Biliyorum,” dedi.
Ona gözlerimi devirirken koşa koşa aşağı indim. Suyun yanına eğildiğimde arkadan gelen adım sesleri benim aksime yürüyerek, ağır adımlarla geldiğini belli ediyordu.
Yanıma geldiğinde ağırca suyun önündeki bir taşa oturdu. Onun aksine oldukça coşkulu bir şekilde “Burayı nasıl buldun?” diye sordum.
Bir süre suya baktıktan sonra yanıtladı. “Tamamen tesadüf. Bir gün hava almak için, hatta dürüst olacağım, bir şeylerden kaçmak için dışarı çıkmıştım. Akşama yakın saatlerdi ona rağmen yanından geçerken bu olağanüstü yeri görmezden gelemedim.”
Uzun açıklamasına anladığımı belli edercesine kafamı salladım. Bugün ne kadar benimle konuşurken ne kadar mutlu olsa bile son zamanlarda işlerinin iyi gitmediğini anlamak zor değildi.
Yanına gittim ve oturdum. Suyun sesi sessizliği bastırırken başımı koluna doğru yasladım.
“İyi ki varsın,” diye fısıldadı usulca.
“İyi ki varsın.”
- ♡ ♡ ♡-
Ve Yirmi Dokuzuncu Perde sona erer.
Bu bölüm çok fazla bakış açısına gittik umarım beyniniz yanmamıştır ğğğğ.
Çok fazla Gobi'yi merakla bekleyenler var çok az kaldı sabredin.
Çoğu okurumla ordan bağ kurmayı başardık bölüm bilgilerini bazen mini spoilerları Instagram hesabımdan paylaşıyorum @balleydii.gibi hala bilmeyen varsa bekleniyorsunuz.
Diğer bölümlerde görüşmek üzere.
Allah'a emanet olun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.34k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |