
Öncelikle hoş geldiniz.
Yine aksiyonlu bir bölümle baş başa bırakacağım sizi.
Bol bol fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın!
İyi okumalar.
-YİRMİ DÖRDÜNCÜ PERDE-
Bölüm Şarkısı; Bak Bana
" Bir yıl önce bugünü 'aşık oldum' diye yazmıştım. Bugün ise 'Kaybettim.' "
Ayza’dan
Felah’la sevgili olmuştum.
Bu hayallerimin bile ötesindeydi.
Ben onun bir bakışına, bir gülüşüne, bir sözüne yeterken, o bana her şeyin fazlasını vermeye ant içmiş gibiydi.
Öylece değil… Gerçekten de fazlasıyla…
Bugün, hayatımda ilk kez kalbim hem bu kadar hızla hem de huzurla atmıştı. Gün boyunca yaşadıklarımız, aklıma kazınmıştı. Her anı, zihnime ince ince işlenmiş bir nakış gibiydi. Gözlerimi kapatsam, lavanta kokusunu yeniden hissedebilirdim.
Anılar her zaman benimleydi.
Dönüş yolundaydık. Gökyüzü turuncuydu. Güneş, dağların arkasına doğru usulca çekilirken, bulutlar pembeye çalan tonlarla veda ediyordu güne. İçinde bulunduğumuz araba, yolun kıvrımlarında ağır ağır ilerliyor, dışarıda ağaçların gölgeleri pencereden içeri düşüyordu.
Yan koltukta otururken gözlerim dışarıdaki manzaraya kilitlenmişti. Radyoda çalan müzik bile fonda yankılanan uzak bir rüya gibiydi. Düşüncelerim, kalbimin çok ötesine sürükleniyordu.
Kendimi tutamadım. Felah,” dedim yavaşça. Sözüm, havada asılı kaldı bir an. O ise anında cevap verdi, sesi her zamanki gibi sıcak ve sahiplenen bir tınıdaydı “Efendim Lavantam?”
Yanından geçtiğimiz arabalara bakarken “Sence de her şey fazla…” duraksadığım için Felah bana döndüğünde gözlerinde gördüğüm beklenti biraz şaşırmama neden oldu.
“Fazla ne?” diye sorarak beni konuşmaya teşvik ettiğinde dudaklarımı dişledim. “Fazla tanıdık. Ne bileyim sanki daha önce de lunaparka gelmiş o dönme dolaba binmiş gibiyim. Oysaki annem böyle bir şeye asla izin vermezdi.”
Felah bir süre sessizce yola devam ettiğinde bir cevap beklercesine baktığım için “Belki de geçmişin sandığından çok daha karmaşıktır Lavantam. Bilemeyiz,” dedi.
Tam o anda elimi tuttu. O an, onun sıcaklığı parmaklarımdan içime sızdı. Ama o sıcaklık, bu sefer yetersizdi. İçimde kıpırdanan huzursuzluk, sarılmakla geçecek türden değildi.
“Geçmişinde ne olursa olsun ben her zaman yanında ve seninle olacağım. Zihnindeki o karanlık perdeyi biliyorum. Onu kaldıracağız.”
Kalbim sızladı. O perdeyi ben bile göremiyordum, o nasıl biliyordu?
Kaşlarım çatılırken “Geçmişim hakkında bir şeyler biliyor musun?” diye sordum. Felah, bu sefer derin bir nefes verdi. Uzun, boğuk, kelimelerden kaçan bir nefes…
“Bak Ayza… sana yalan söylemek istemiyorum.”
Sustu. Yutkundu. Kırılacak bir şeylere dikkat eder gibi konuşuyordu.
Ama ben daha fazla bekleyemedim. Sesim bir isyanın kırıklarını taşıyordu. “O zaman doğruyu söyle! Unuttuğum ya da hatırlamadığım bir şeyler olmalı. Her gece rüyalarımdasın, bazen yanımda bazen uzağımdasın. Ama seni gördüğüm günden beri hep aklımdasın! Bunu bilmeye hakkım var Felah. Geçmişte de en azından mutlu olduğumu bilmeye hakkım var.”
Kalbim çarpıyordu. Yüzüm yanıyordu. Gözlerim dolmuştu ama ağlamadım. Sadece içimden yükselen dalgayı dizginleyemedim.
Felah, bir heykel gibi susmuştu. Gözleri yola, elleri direksiyona kilitlenmişti.
Bir anda elini çekti elimden.
İçimde bir şeyler çatırdadı.
Sanki bir kuşun kanadı kırılmış gibi…
Sanki lavanta kokusu bile bir an yok oldu.
“Ne doğru yer… ne doğru zaman.”
Sesi kararlıydı ama kırıcıydı da. Kelimeleri yumuşak değil, taş gibi düşmüştü aramızdaki boşluğa.
O andan sonra bir daha konuşmadık.
Arabanın içinde sadece motorun uğultusu, rüzgarın cama çarpması ve kalbimin kırık atışları vardı.
Yol uzadıkça içimdeki sessizlik derinleşti. Gözlerimi tekrar dışarı çevirdim ama artık hiçbir şey aynı görünmüyordu. Gün batımı çoktan geçmişti, renkler solmuştu. Geriye kalan yalnızca karanlık ve içinde boğulduğum bir belirsizlikti.
Her şey mükemmel giderken yine bir şekilde kırılmamla sonuçlanmıştı.
- ♡ ♡ ♡-
Araba evin önünde durduğunda bir an bile yüzüne bakmadan kapıyı açtım. Gözlerimden taşmak üzere olan o ağırlığı onun görmesine izin vermeyecek kadar kırgındım.
Kulağımda yankılanan sesiyle, “Ayza!” diye seslendi arkamdan.
Ama ben dönüp bakmadım.
Bakarsam, gözlerinden yine o tanıdık sıcaklığı görecek ve tüm sorularımın cevabını unuturum diye korktum.
Oysa bu kez içimde bir şeye emin olmuştum.
Benden bir şeyler saklıyordu.
Kapının önünde birkaç saniye durakladım. Hava serinlemişti. Gün batımı çoktan geçmiş, evin üst kat penceresinden sarı bir ışık sızıyordu sokağa.
Zili çaldım. Kapı, tanıdık bir gıcırtıyla aralandı. Her zamanki gibi kapıyı Mete açtı. Küçük kardeş olmak… evdeki tüm görevlerin gönülsüz kahramanı olmak demekti onun için.
Beni görür görmez “Abla,” dedi son harfi uzatarak. Gözleri boynumdaki lavanta desenli kolyeye kayınca yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi.
“Bakıyorum da Felah abi ile iyi geçmiş buluşma.”
Anında “ Mete! Ne diyorsun sen?” diye kızdım ve kafasına hafifçe geçirdim. Mete’nin eli kafasına giderken “Abla ya,” diye sitem etti.
“Ablaya yağlanmaz,” dedim ve kafasından tutup şap diye öptüm. Mete “Iy her yerim salya oldu ya,” diye sitem ederken ben kıs kıs gülmekle meguldum.
İçeri geçtiğimizde salonda Yusuf abim, Barut ve Bartu derin bir konu hakkında konuşuyorlar gibi görünüyordu. Yusuf abimi görünce hemen Mete’yi kolumdan savururken abime doğru koştum.
“Abiii!” dediğim an üçününde konuşması yarıda kalmıştı. Bartu ve Barut donakalmışken ben koşarak Yusuf abimin üzerine atlamıştım.
Bartu ve Barut bana bön bön bakmaya devam edince “Ne bakıyorsunuz?” diye sordum gözlerimi kısarak. Aslında neden baktıklarını tahmin etmek güç değildi.
Onlara abi dedim sanmışlardı.
Daha bu davranışları ile çok beklerlerdi. Özellikle Barut…
Bartu buruk bir tebessüm gönderdikten sonra üzerine konuştuklarını düşündüğüm dosyaları düzgünce çantasına koydu.
Barut’ta bir şey demeden önüne döndüğünde Yusuf abime odaklandım.
“Bal badem nasılsın?” diye sorduğunda “İyiyim abim, Sen nasılsın?” diye sordum. Özellikle Barut ve Bartu’ya bakmış tepkilerine içten içe gülmüştüm.
Mete’de yanımıza gelip Yusuf abimin diğer yanına oturduğunda “İyiyim abisinin gülü,” diye cevap verirken bakışları manidardı.
Sanırım o da amacımı anlamıştı. Onlara neyi kaçırdıklarını göstermek eh biraz da kıskandıklarını görerek kendimi şımartmaktı amacım.
Günün geri kalanı çok daha iyi geçmişti. Yusuf abiyle bol bol diğerlerine nispet yapmış, günlerdir konuşamamanın hıncını çıkarırcasına durmadan konuşmuştuk.
Onu gerçekten seviyordum ve onunda beni sevdiğini biliyordum. Bu hissi… seviyordum.
İlk günlerde… O kimsenin bana inanmadığı, herkesin gözünde bir yabancı gibi görüldüğüm, varlığımın sorgulandığı, bir yandan geçmişimi ararken diğer yandan içinde bulunduğum şimdiye tutunmaya çalıştığım o kırılgan, o bulanık günlerde…
Her şeyin üzerime geldiği o anlarda bana el uzatan ilk kişiydi Yusuf abim.
Sadece baba tarafından tanıdığım ilk kişi değildi, aynı zamanda geçmişin kan bağını değil, geleceğin güven bağını kuran kişiydi.
Onunla birlikteyken zamanın nasıl aktığını fark etmeden saatleri çoktan tüketmiştik. Günün yavaş yavaş akşama dönüştüğü, gökyüzünün maviden mora çaldığı o saatlerde, salonda herkes birer birer toplanmaya başlamıştı.
Duvarlar arasında yükselen hafif uğultu vardı. Ama o tablo Ayhan Bey'in salona girmesiyle birlikte aniden durdu.
Bir sessizlik çöktü ortama, hem ağırlığı hem geçmişi olan bir sessizlikti bu.
Sanki herkes bir anda susmak zorundaymış gibi, nefes bile dikkatlice alınıp veriliyordu.
Bir süre sonra Bartu’nun sesi duyuldu. “Hakan gelmeyecek mi?”
Yusuf abim ona yandan keskin bir bakış atarken yanıtladı “Bilmiyorum. Akşam burada olacağımı söyledim, muhtemelen gelir.” Ardından kulağıma eğildi ve “Hakan kardeşim. Seninde kuzenin oluyor ufaklık,” dediğinde kafamı salladım.
Yusuf abim gibi mükemmel birinin kardeşinin ondan farklı olduğunu sanmıyordum. Muhtemelen Kayra ya da benim yaşlarımdaydı, o yüzden belki Yusuf abimden daha fazla yakın olurduk. Ben yine hayallere dalmışken kapının çalması ile gerçekliğe döndüm.
Zavallı Mete kimsenin yeltenmediğini görünce kapıyı açmak için ayaklanmıştı. Uraz “O zaman iyi insan lafın üstüne geldi diyebiliriz sanırım,” dediğinde anında Kayra’dan karşılık geldi “Ya da iti an…” devam edecekti ki Yusuf abimin bakışlarını görünce sustu.
Mete yanında Hakan ile girdiğinde nefesimin durduğunu hissettim. İlk başta ismini duyduğumda sadece isim benzerliğinden ibaret olduğunu sanmıştım ama oydu!
Hakan’dı…
Buraya gelirken beni ölümden kurtaran, kendi evinde sığınmama izin veren, bana kıyafetlerini veren ve beni Kocaeli'ne getiren…
Oydu.
Hakan bana dönünce gözleri şokla açıldı. En az benim kadar şaşkındı. O gün eğer o gün bana babamla ilgili sorduğu o soruya doğru cevap vermiş olsaydım hiç vedalaşmamıza gerek kalmadan dostluğumuza devam edebilirdik.
Ama ben bir ahmaklık yaparak söylememiştim.
“Ayza…”
- ♡ ♡ ♡-
O Günden Bir Kesit
“Babanın adı ne?” diye sorduğunda kararsızlık içimi yakıp kavurdu. “Ya babanı tanıyorsa?” diye düşünmeden edemedim.
Ya babama her şeyi anlatırsa.
Ya bana acırlarsa.
Birilerinin bana acımalarına ve beni sırf bu yüzden sevmelerine ihtiyacım kesinlikle yoktu.
“Bilmiyorum.” dedim. Yalan söyledikten sonra kötü hissetmediğim için hafif bir vicdanım sızlasa da güven benim en büyük sorunumdu.
“Ben acıktım.” Konuyu değiştirme çabam Hakan’ın fark edebileceği kadar başarısız olsa da çok şükür o bunları yüzüme vuracak biri değildi.
“Evde yemek yok ki. Dışarıda yiyelim?” sunduğu öneriye karşı birkaç saniye duraksadım, ardından kafamı salladım. “Olur, sonra Kocaeli’ne gideriz. Uyar mı?”
Hakan “Bu kadar erken mi?” dercesine bakarken omuzlarımı silktim. Ne kadar erken o kadar iyiydi. Onları görmek için sabırsızlanıyordum.
Hakan cevap vermeyeceğimi anlayınca başını belli belirsiz salladı ardından mutfaktan çıktı. Fazla durmadan peşinden bende mutfaktan çıktım.
- ♡ ♡ ♡-
Birbirimize olan bakışlarımız dikkat çekici hale gelmiş olmalı ki “Siz tanışıyor musunuz?” diye sordu Yusuf abim. Hakan bana bakakalmıştı, o yüzden soruyu ben cevapladım.
“Sayılır.”
Üzerine bir şey demeyeceğim cevabım tarafından bas bas bağırıldığı için kimse ek bir şey sormadı. Hakan’la selamlaşmak için ayağa kalktım.
Yanına gidip elimi uzattığımda beni şaşırtacak bir şey yaptı. Bana sarıldı. Kolları bedenimi hapsettiğinde bir an ne yapacağımı bilemedim. Kollarını gevşettiğinde ise kendime gelerek ona sımsıkı sarıldım.
“Ayza..” dedi tekrardan. Sesinde birden fazla duygu buram buram hissediliyordu. “Ayza başına bir şey geldi sanmıştım, ne kadar korkuttun beni anlatamam!” dedi tekrardan.
“İyiyim ve buradayım. Kalan detaylar pek önemli değil.” Sarılmamız sonlandığında baştan aşağı beni süzdü. “Son görüşmemize göre gayet iyi görünüyorsun,” dedi ardından hafifçe güldü.
Sarıya çalan gülmekten kısılan kahverengilerine bakarken içten bir şekilde “Sende,” dedim. Ardından tekrardan oturduk. Bu sefer Yusuf abim ve Hakan’la hoş bir sohbete başlamıştık.
Ben buraya gelirken ikisi de benim kahramanlarım olmuşlardı. İkisininde ailemden birer parça olması ise tamamen kaderin bir cilvesi olmalıydı.
- ♡ ♡ ♡-
Arzu’nun Günlüğünden
30 Ekim 1998
Bir yıl.
Tam bir yıldır ona aşıktım.
Ama bugün öğrendiğim gerçek… taşıyamayacağım kadar ağır geldi.
Sabah, her zamanki gibi sıradan geçti.
Zaten uzun zamandır sabahların bir anlamı kalmamıştı benim için.
Artık günler sadece Ayhan’la başlıyor, Ayhan’la bitiyordu.
Bir de, ona olan bu aptalca aşkımla.
Azra’ya hiç anlatmadım.
Ona aşığım demedim.
İkizimi seviyorum, tamam. Ama aşk… o farklı bir şey.
Azra’nın anlayacağını sanmıyordum.
Zaten nasıl anlayabilirdi ki?
İki yıl içinde kaç farklı çocuğun elini tuttu, kaç farklı yüzü öptü, kim bilir.
Sayısını hatırlamıyorum. Hatırlamak da istemiyorum.
Annem artık ona daha çok yüklenmeye başladı.
Baskı kuruyor, her hareketini eleştiriyor, odasına girip kıyafetlerine kadar karışıyor.
Ama Azra değişmiyor.
Kendi bildiğini okuyor.
Zaten hep öyleydi.
Ama şu an mesele Azra değil.
Konu yine, her zaman olduğu gibi Ayhan.
Son bir yıldır tüm benliğim onunla doluydu.
Okula bağlandım.
Derslerim düzeldi.
Annem bile şaşırdı bu hâlime.
“Sonunda adam oluyorsun,” dedi bir akşam, gözümün içine baka baka.
Ama bilmiyordu.
Ben adam olmuyordum.
Aşık oluyordum.
Ayhan’ın fark etmesini istiyordum.
Bana baksın, beni görsün, varlığımı fark etsin istiyordum.
Bazı günler bakıyordu.
Bazen göz göze geliyorduk.
Arada konuşuyorduk da.
Ama arkadaş değildik.
Yabancı da sayılmazdık.
Arada kalmış, belirsiz bir şeydik.
Ben ona aşıktım.
O da bana olmalıydı.
Öyle sandım.
Bir yıl boyunca kendimi buna inandırdım.
O her baktığında, “Görüyor beni,” dedim.
Beni izliyor sandım.
Ama meğer o hep Azra’ya bakıyormuş.
Sonbahar hep içimi daraltır ama bu yıl daha erken çöktü üzerime o ağırlık.
Bugün…
Bugün her şey değişti.
Azra, uzun zamandır yine benimle oturuyor.
Kavga etmiyoruz.
Hatta eskisine göre daha fazla konuşuyor.
Beni seviyor gibi davranıyor.
Bir yandan hoşuma gidiyor, bir yandan da içimde garip bir huzursuzluk var.
Her konuştuğunda, Ayhan'ın bizi izlediğini fark ettim.
İlk başta “Bana bakıyor,” dedim.
Ama sonra… sonra düşündüm.
Belki de Azra’ya bakıyordu.
Belki de ben sadece aradaki gölgeydim.
Bugün öğle teneffüsünde…
Ayhan sınıfta kalmıştı.
Bir şeyler karalıyordu defterine.
Arkadaşları aşağı inmişti.
Ben ise yerimde duramıyordum.
Beni fark etmeden çıktığını görünce, içimde bir şey dürttü beni.
Merak, kıskançlık, umut… hepsi aynı anda.
Yapmamam gereken bir şey yaptım.
Masasına gittim.
Kalbim deli gibi atıyordu.
Ayak seslerinden, kapının açılmasından korktum ama… duramadım.
Defterini açtım.
Gördüğüm şey… canımı yaktı.
Sayfanın ortasında bir isim yazılıydı:
Arzu.
Üstelik ismin etrafına kalpler çizilmişti.
Yarı karalanmıştı ama hâlâ belliydi.
Silmek istemiş ama silememiş gibiydi.
Vazgeçmişti.
Benim bir yılım…
Benim hayallerim…
Benim içimde büyüyen her şey, o anda yerle bir oldu.
Gözüm doldu.
Defteri kapattım.
Koşarak tuvalete gittim.
Ağlamadım.
Sadece aynada kendime baktım.
Ne gördüm bilmiyorum.
Ama orada, yüzüme bakarken bir cümle yankılandı içimde:
“Azra yine kazandı.”
O, her zaman her şeyi benden önce alırdı.
Annemin sevgisini… babamın dikkatini… özgürlüğü… hayatı…
Ve şimdi de…
Ayhan’ı.
Ama Arzu o muydu bilmiyorum.
Deftere Arzu yazsa da…
Bir iç ses diyor ki o isim yanlışlıkla yazılmıştı.
Belki de yazması gereken isim… Azra’ydı.
Ve kalpler de onun içindi.
Gerçek ne olursa olsun…
Bugün içimde bir şey öldü.
Bir yıl önce bugünü “aşık oldum” diye yazmıştım.
Bugün ise “Kaybettim.”
- ♡ ♡ ♡-
Ve Yirmi Dördüncü Perde sona erer.
Ayza'nın yavaş yavaş geçmişinin sandığından farklı olduğunu anladığımız evredeyiz.
Arzu'nun günlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz peki?
Hakan'ı hatırlıyor muydunuz?
Buraya kadar geldiyseniz destek olmak için yıldıza basmayı unutmayın.
Başka bölümlerde görüşmek üzere.
Sağlıcakla...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.34k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |