
Öncelikle hoş geldiniz.
Felah'lı bir bölüm geliyorr.
Uzatmadan sizi baş başa bırakacağım.
Fikirlerinizi yorumlarda belirtmeyi unutmayın.
İyi okumalar.
-YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM-
Bölüm Şarkısı; Yeter
"Onlara inanmadım ve asıl kötü kendim oldum."
Barut’tan
Ayza odasına çıktıktan sonra kardeşlerim ile salona geçmiştik. Yıllarını Arzu ile geçirmiş birine güvenemezdim. Salonu sessizlik kaplamış iken hepsinin isteyerek ya da istemsiz o kıza güvendiklerini ve onu sevmeye başladıklarını fark etmiştim.
Bu duruma engel olmam lazımdı. Çünkü Arzu’nun kızı kötü biri olmamalıydı ama içimde büyüyen his, bunun imkânsız olduğunu söylüyordu.
Mete, her zamanki gibi en masum olanımızdı. Ama bugün gözleri eskisine göre çok daha parlak ve umut doluydu. Sessizliği ilk o bozdu:
“Abi, gerçekten ablam onunla birlikte büyümüş olmasına rağmen, görüp görebileceğin en iyi niyetli insan!”
Araz hemen Mete’yi destekledi ve başını onaylarcasına salladı.
Bunu duyduğumda sert bir çıkış yaptım:
“Abla mı?”
“Onu abla mı diyorsun?”
Mete başını eğdi, pişman ve üzgündü. Ve üzüldüğünü saklamıyordu.
Araz kardeşini korumak için hemen araya girdi:
“Sende o kadınla yıllarını geçirdin abi! Peki sen neden o kadın gibi değilsin o zaman?” Sorusuna karşın takdir edercesine kaşlarımı kaldırdım.
Güzel yerden sormuştu.
Yüzüme içten bir gülümseme yerleştirdim “Çünkü benim yanımda ailem vardı. Yaşınız küçük olsa bile sizin varlığınız bana olabilecek en iyi destekti. Ayza ise tek başınaydı. Yalnızdı. Sevilmek için tek kuralı, annesine uyum sağlamaktı.”
Bu sefer beni şaşırtarak ikizim devreye girdi “Barut, kaç haftadır bir kere bile açık vermedi. Kimse bu kadar iyi yalancı olamaz.”
Gözlerimi devirmeden edemedim. Kız gelir gelmez hemen kardeşlerimin aklını çelmişti!
“Size o kızın kötü biri olduğunu kanıtlayacağım,” dediğimde “Bol şans. Dene ve asıl kötünün kendin olduğunu öğren,” diye çıkışan Uraz hemen ardından odayı terk etmişti.
Abisinin ardından Araz ve Mete de odadan çıkmıştı. Kayra’ya döndüğümde sessizliğini “Haklılar, onlara inanmadım ve asıl kötü kendim oldum. Yol yakın iken sadece gözlemle abi. Yoksa kendi doğruların başkalarının yanlışlarına dönüşür.”
O da odayı terk ettiğinde arkasından şaşkınlıkla bakakalmıştım. Normalde esip gürleyen Kayra konu Ayza’ya gelince resmen süt dökmüş kediye dönmüştü.
Bartu ile baş başa kaldığımızda çantasından bir dosya çıkardı. Gözlerimi ona çevirdiğimde “Uzun bir süredir gizli bir dosya üzerine çalışıyorum. Yani aslında dosyayı açan Yusuf’tu bende ona yardım etmeye karar verdim ve bir süredir bunun için uğraşıyorum.”
Benden bir şey isteyeceğini anladığım için uzatmadan “Benden yapmamı istediğin şey ne?” diye sordum. Bartu uzatmadan “Normal bir asker olmadığını biliyorum. Birkaç eksik sorun var. Erişimim olmayan birkaç bilgiye erişmeni istiyorum,” dedi.
Kaşlarım kalktı “Senin gibi bir polisin erişemediği ne gibi bir bilgi olabilir ki?” sorum karşısında Barut arkasını dönerek biri var mı diye baktı. Kimsenin olmadığını görünce fısıldayarak “Dosyayı okuyunca anlarsın,” dedi.
Ardından normal bir tonla “Yorucu bir gün oldu bende yatayım artık,” dedi ardından bir şey dememe izin vermeden beni odada tek başıma bıraktı.
Dosyayı dikkatlice çantama koydum. İnceleyecektim ama Bartu’nun gizliliği için bu kadar önemsediği bir dosyayı ulu orta inceleyecek halim yoktu.
Evimde olmanın keyfini çıkararak hiçbir şey yapmadan bir süre salonda uzandım. Saat gece yarısını geçeli çok olmuşken uyumak için odama çıkmaya karar vermiştim.
Odama çıkarken boğuk bir çığlık sesi duydum. Elim anında belime giderken silahın varlığı elimi doldurmuştu. Ne olduğunu anlamak için ilerlerken beyaz kapısı olan bir odanın önüne sürüklenmiştim.
Kimin odası olduğunu hatırlamaya çalışsam bile olmadığım aylar hafızama ihanet etmişti. İçeriden gelen kısık ağlama sesi daha fazla beklememe engel oldu.
Kapıyı açmak için uzandığımda kapının kilitli olduğunu fark ettim. Kulp biraz zorlamam ile açıldığında odaya girmiştim. Sade bir odaydı. Gözlerim hemen yatağa kaydığında onu gördüm.
İpek sarısı saçları kadraja girdiğinde onun kim olduğunu çoktan anlamıştım. Her şeyi ile annemin birebir aynısıydı. Bu benzerlik can sıkıcıydı. İçininde dışı gibi annesine benzediğine emindim.
Ama karşımda ağlarken onun anneme benzediğini düşünmek zorlayıcıydı. Çünkü annem hiçbir zaman üzülmezdi, hiçbir zaman ağlamazdı.
“Ayza,” diye seslendim kısık bir ses tonu ile. Odaya girdiğimi fark etmemişti.Seslenmeme rağmen bir tepki alamayınca yanına yaklaştım.
Dudakları hareket ediyordu, dediklerini anlamaya çalıştığımda dudaklarımı dişledim. “Anne, hayır anne yok. Arzu Hanım. Canım acıyor. Baba,” tarzında durmaksızın bir sürü mırıldanma vardı.
Gözleri hala kapalıydı.
Kabus görüyor olmalıydı ya da gerçekleri.
“Ayza,” diye bir kez daha seslendim. Bu kes sesim çok daha netti. Uyanmayacağını anladığımda koluna sarsmak için dokundum.
Anında gözleri açıldı ve “Dokunma,” diyerek geriye çekildi. Gözleri boş bakıyordu. Bilinci yerine gelmemişti. Yeşillerinin ışığı sönmüştü.
Beni gördüğünde “N’oluyor?” diye sordu. Omuzlarımı silktim “Kabus görüp bağırdın,” ardından ayağa kalktım ve odanın çıkışına yöneldim.
Kapıyı kapatmadan önce “Teşekkür ederim,” dediğini duydum.
- ♡ ♡ ♡ -
Ayza’dan
Sabah gözlerimi açtığımda, zihnimde bir kaos vardı. Dün gece yaşananlar hâlâ üzerimdeydi; Barut’un beklenmedik varlığı, annemin o soğuk, sevimsiz yüzü… Onu gerçekten görmüş müydüm, yoksa sadece beynimin beni kandırdığı bir kabus muydu? Bu sorunun cevabı hiçbir zaman netleşmeyecekti.
Pencereden içeri süzülen hafif ışık, kalbimin ritmini değiştirmedi. Tatilin son günlerine yaklaşmak, içimde garip bir rahatlama yaratıyordu. Onlarla anlaşmaya başlasam bile kargaşadan uzak olmak iyi geliyordu.
Telefonum titrediğinde irkildim. Felah’tan geliyordu. Mesajını görünce yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi.
Felah: Nasılsın?
Hemen onu bekletmeden bir cevap yazdım.
Ben: Günaydınn. İyiyim sen nasılsın?
Yüzümdeki gülümseme yerini almıştı. Onun cevabı gelene kadar ellerim titredi. Sonra gelen mesajla içimde bir kıvılcım yandı.
Felah: Günüm daha yeni aymış. Bende iyiyim.
Elimi kalbime götürürken yerinden çıkacakmış gibi hissediyordum. Ben ne diyeceğimi şaşırmış telefon ekranına bön bön bakarken yazdığını görünce hemen oturduğum yerde dikleştim.
Felah: Geçen gittiğimiz mekanı beğendiysen seni yeni bir yere daha götürmek isterim ne dersin?
Teklifiyle elim hemen telefonun klavyesine ulaştı.
Ben: Seve seve. Zevkine güveniyorum. Götür beni istediğin yere kaptan!
Felah: O zaman akşam seni evinden alırım. Olur mu?
Kararsızca dudaklarımı atıldım.
Ben: Ailemi biliyorsun. Zaten aramız limoni, her şeyi yanlışa çekmeye meraklılar daha erkene alamaz mıyız?
Felah bir süre çevrimiçi de kaldı. Bu gerilmeme neden olsa da sonunda yazdığını fark ettim.
Felah: Oranın tadı sadece gece çıkar. İstersen başka bir zaman gideriz.
Ben: Ama şuan başka bir yere gitmemize engel olamaz bu değil mi?
Yazar yazmaz pişman olsam da silmek için geç kalmıştım. Yanaklarım kanı toplarken bir anda kapı hızla açıldı. Yere yapışacakmışım gibi zıpladım.
“Yuh ödüm koptu!” Tepkime karşın Mete bir kahkaha atarak yanıma geldi. Hemen kollarımı açarken “Pardon ablam korkacağını düşünemedim,” dedi.
Elimdeki telefona o sırada art arda üç mesaj geldi.
Mete merakla bana döndü. “Abla o kim?” uzatarak konuştuğu için ağzına bir tane çakmak istesem de “Aklın ermez boşver ablacığım,” diyerek geçiştirdim.
Mete göz devirirken “Sanırsın beş yaşında çocuğum,” diye söylenmeyi ihmal etmiyordu. Onu daha fazla sinir etmek istediğim için “Değil misin?” diye sorduğumda “Ablağğ!” diye tabiri caizse anırdı.
Telefon bir kez daha öttüğünde ben telefona bakmaya yeltenirken Mete üzerime atlamıştı. Kapı bir anda sertçe açılırken “Ne yapıyorsun kardeşime?” diye bir kükreme sesi duydum.
O sırada Mete’nin altında olduğum için kim olduğunu anlayamamıştım “Sence ben mi bir şey yapıyorum kardeşine?” diye cırladım.
Ardından Mete’nin bacağı kafama çarptığında “Dikkat etsene be,” deyip bacağını ısırdım. Mete refleks olarak beni bacağından savurduğunda kapının önünde yüzünü bir türlü göremediğim kişiye çarptım.
Sırtımın ağrısı yüzünden inlerken çarptığım kişi tutmadığı için yeri boylamıştım. “Tutsana ya!” Sitemim üzerine bir çift kol beni yapıştığım yerden kaldırırken “Siz kafayı yemişsiniz,” diye mırıldandı.
Kollarımı tutan gücün Barut olduğunu fark edince hemen ondan uzaklaştım. O sırada Mete de yanıma gelmişti “Abla valla bilerek olmadı,” dediğinde kafasına hafifçe vurdum “He birde bilerek olsaydı!”
Mete de bana laf atacak iken Barut araya girerek “Kahvaltı hazır bir saat sizi bekleyemeyiz,” dedi ve arkasını dönerek gitti.
Peşinden paytak adımlarla Mete giderken telefonu elime aldım. Tamı tamına beş mesaj atmıştı.
Felah: Aslında seni zorlamak istemem.
Felah: Öğlen vakti uyar mı?
Felah: Nereye gittin?
Felah: Sanırım acil işin çıktı. Karnını doyur.
Felah: Saat dörtte kapındayım.
Hemen cevap yazdım.
Ben: Evet Mete bir anda odaya dalıp üzerime atlayınca mesaja bakamadım pardon.
Ben: Kahvaltı yapmaya gidiyorum sende doyur karnını.
Ben: Dörtte seni bekliyor olacağım.
Ardından daha fazla diğerlerini bekletmemek için koşar adım kahvaltı masasına indim. Her zamanki gibi hepsi çoktan toplanmış beni bekliyorlardı.
Barut beni görünce lafını çarpmaktan geri duramamış olacak ki “Prensesimizin hazırlanması uzun sürüyor belli ki,” dedi. Gözlerimi devirirken “Sorma, pijamalara çekidüzen vermem gerekiyordu,” dedim aynı şekilde. Üzerimdekileri görünce neyse ki bir şey demedi ve uzun zaman sonra huzurlu sayılabilecek bir kahvaltı yapmış oldum.
Herkes salona geçtiğinde istemeden peşlerine takıldım. Araz ve Mete’nin yanındaki boşluğa yönelecek iken Uraz hayallerimi yıkarak aralarına oturdu.
Bakışlarımı koltuklarda gezdirdim, kalan tek boş yer Bartu ve Barut’un yanındaydı. Derin bir nefes aldım. Kendimi zorlayarak Barut’un yanına oturdum. Yanında oturmak, hem güven veriyordu hem de biraz korkutuyordu. Umarım yanımdayken bağırmazdı, bunu umuyordum.
Kulak sağlığım…
Barut geldiğimden beri Ayhan Bey’le hiçbir şekilde muhatap olmamıştı. Buradan aralarının iyi olmadığı çıkarımına varmıştım.
Salonda hafif bir sohbet dönerken Barut borazan sesi ile onları böldü “Abim biliyor mu?” Sorusu karşısında anında kaşlarım çatıldı.
Barut’un abisi mi vardı?
Bu cümle üzerine hemen kaşlarım çatıldı. Barut’un abisi mi vardı? Daha önce hiç duymamıştım. Bu bilgiyi hazmetmeye çalışırken, Uraz birden öksürük krizine tutuldu. Ortam bir anda iyice gerginleşti. Bu evin sırları bitmek bilmiyordu.
Bartu ise kısık bir sesle cevap verdi. “Hayır, bilmiyor.”
Bartu keskin bakışları babasının üzerine kitlediğinde “Bilmesi lazım. Bir gün benim gibi çat kapı gelirse sorun olur. Bilirsiniz abim benim kadar sabırlı değildir.” Son cümlesini söylerken Ayhan Bey’in gözlerini kaçırması onlara dikkat kesilmeme neden oldu.
İsmini bilmediğim en büyük abim, Barut, Bartu, Uraz, Kayra, Araz, ben ve Mete… Tamı tamına sekiz kardeştik ve birinin sekiz çocuğunun olması bir yana Arzu’nun yedi çocuğu olması kafamı allak bullak etmişti.
Annem… Para için her şeyi yapardı, evet. Ama sekiz çocuk yapacak kadar kafayı yemiş olduğunu düşünmek istemiyordum. Böyle bir şey olabilir miydi? Yoksa arka planda çok daha karanlık, gizli bir hikaye mi vardı? İçimde bu sorular çarpışırken, zihnim bir türlü sakinleşemiyordu.
Bu işte bir terslik vardı. Bütün düğümlerin birleştiği noktalar ise annem ile babamdı.
Ayhan Bey’in beni yıllarca deli olduğunu bile bile annemle bırakması da üstünü örtmek istediğim, değinmekten kaçındığım bir meseleydi. Ama artık biliyordum, bunların hepsi rastlantı değildi. Bu ailede her şeyin bir anlamı vardı. Ve ben o anlamı çözmek zorundaydım. Geçmişin bize neler sunacağını bilemezdim.
Bu karmaşık duygular içinde Yusuf ile bu konuyu konuşmayı not ettim. Çünkü tek başıma taşıyamayacağımı biliyordum. Ve bana ondan başka kimsenin yardım etmeyeceğini de.
Ayhan Bey iki günün ardından yemek dışı ilk kez konuşarak “Abinize söylersek işini gücünü bırakır buraya gelir. İstediğiniz bu mu?” Barut anında karşılık verdi “Senin istediğin diğer her şey gibi bunu da oğullarından saklamak mı? Ayza ne kadar kabullenmesek bile bizim kardeşimiz. Ve Atlas abimde dahil herkesin onu bilmesi gerekiyor. Hatta direkt bu zamana kadar medyaya bile duyurmanız lazımdı. Koskoca Soylu kızını insanlardan mı gizleyecek?”
Barut hakkında bildiğim tek bir şey varsa sözünü kimseden sakınmamasıydı.
Uraz yüzünde yarım bir gülümseme ile “Bu sefer abimi destekliyorum,” dedi. Bana döndüğünde tedirgin bakışlarıma karşın gözünü kırptı.
“Bir gece organizasyon düzenleyip Ayza’yı medyaya açıklayalım.” Anında “Hayır. Gerçekten hiç gerek yok. Beni kızı ya da kardeşi olarak görmeyen insanlarla bilinmek istemiyorum. Ben onun bunun kardeşi ya da Ayhan’ın kızı ya da Soylu kızı değilim. Öyle de bilinmek istemiyorum. Ben Ayza’yım. Sadece Ayza.” Sert çıkışımdan sonra Uraz ağzını sımsıkı kapatırken Barut gözlerini devirmişti.
Ayhan Bey tekrar ağzını açtığında çığlık atmamak için kendimi sıkmam gerekmişti. “Haklısınız. Haftaya Ayza’yı duyururuz.” Sakin tutmaya çalıştığım sesimle “Ayhan Beyciğim daha benim soyadım hala Bülbül iken duyurmanızın manası ne olacak acaba? Bülbül gibi avlanayım diye yapıyorsunuz hep değil mi?” diye sordum.
Arkada iki kişinin kahkahası kulaklarıma dolunca gözlerimi devirdim. Ayhan Bey gülmemek için kendini sıkıyordu, belliydi. Ama bende ne kadar alayla söylesem bile haklıydım.
Bana bir soyadı bile çok gören birinin kızı olarak bilinmek utanç verici olurdu.
“Kimliğini ver, haftaya kadar hızlandırarak hallederim o işi.” Ardından sözünün üzerine tekrar söz söylenmemesi için arkasını dönüp gitti.
Geride bıraktığı sessizlik ve soğuk hava benim içimde bir volkan gibi patlamak üzereydi. Kızgınlık dalga dalga üzerime çarpıyordu. Yüzüm öfke ve utançtan kıpkırmızı olmuştu.
“Abi ablam öfkeli bir civcive döndü,” Mete’nin abisine fısıldadığını sanarak konuşması ile bütün salon kahkahalar ile dolmuştu.
Hepsiyle teker teker laf dalaşına girebilirdim ama onun yerine Felah’la buluşmaya hazırlanmak için odaya çıktım.
Saate baktığımda daha üç saatin olduğunu fark etmiştim. Aşağıya inip onlarla laf dalaşına girmeyi bir an düşünmüş olsam bile vazgeçip biraz kitap okumuştum.
Devamında hızlıca bir duşa girmiş ve üstümü giyinmişyim. Aynadan son kez kendime baktım. Alındaki koyu kahverengi kumaş pantolon üstündeki açık kahve gömlek ve beyaz tişörtle bir bütünlük sağlamıştı.
Fazla makyaj sürmeyi pek sevmediğim için allık ve rimelle yetinmiştim.
Yatağa oturdum ve elime telefonu aldım. Beş dakika sonra saat dörde gelmiş oluyordu. Felah’tan ise hala bir haber yoktu.
Elim tedirginlikle klavyede gezindi.
Ben: Beni ekmeyi düşünmüyorsun değil mi?
O da sanki benim yazmamı bekliyormuş gibi hemen çevrimiçi olup yazmaya başlamıştı.
Felah: Gerçekten sana bunu mu düşündürdüm?
Felah: Senden daha önemli bir işim yok.
Felah: Onları ekerim ama seni ekmem.
Felah: Kapına varmak üzereyim söylediğim gibi tam vaktinde geleceğim.
Felah: Sen ne yaptın? Umarım beni bekletmezsin :)
Üst üste attığı mesajlar karşısında o kadar büyük bir şaşkınlığa uğramıştım ki cevap bile verememiştim.
Ben: Hayır öyle demek istememiştim. Arabada bana yazma yola odaklan, dikkat et.
Ben: Ben hazırım.
Merdivenleri hızla inerken en sonunda Barut’u görmemle ona çarpmam bir olmuştu. Bu sefer beni enseme yakın bir yerlerden tutunca “Ay bıraksana!” diye bağırmış ve hemen ondan uzaklaşmıştım.
Barut’un gözleri sorgulayıcı bir şekilde beni süzdüğünde “Hem bana çarpıyorsun hem de cırlıyorsun,” dedi kınayan bakışlar eşliğinde.
“Öğlen öğlen nereye?” diye sorduğunda anında “Sana ne?” diye cevapladım. Yanından geçip gidecek iken kolumdan tutması ve beni olduğum yerde kısıtlaması bir olmuştu.
“Bırak kolumu!” kolumu çekiştirmeye başlasam bile hiç istifini bozmadan durmaya devam etti. “Nereye gidiyorsun?” diye sorduğunda tekrardan “Seni ilgilendiren bir yere gitmiyorum,” dedim.
Öyle mi, der gibi baktığında ona aynı bakışları yönlendirdim. Kolum ağrımaya başkadığında devam etti “Sen benim soyumdansın. Gidip o söylemediğin yerlerde o tarz şeyler yaparsan zedelenen benim itibarım olur.”
O an kan beynime sıçradı.
“Sen bana ne iması yapıyorsun!?” Sözde abimdi. Yapmak istediği ima onu boğmam için yeterli bir nedendi!
“Gayet anladın neyin iması olduğunu.” Hala rahatlığından bir gram bile ödün vermemişti. Sinirle onu ittirdim. Az önce kolunu oynatamazken sinirle yaptığım hamle boşluğuna gelmiş olacak ki iki adım geriledi.
Yüzüne bakmak için kafamı kaldırmam gerekse bile durmadım. “Bak bana!” sesimin ayarı kaçmıştı, onu bir kez daha ittirdiğimde sırtı arkasındaki duvara çarptı.
“Bana her şeyi de ama namusuma laf ettirmem!” Gözlerimden resmen alev fışkırıyordu. Barut’un yüzündeki alaycıl ifade sonunda dağılmıştı.
Göğsüne elimden gelen en sert yumruğu geçirdiğimde “Sen kimsin de benimle ilgili bu kadar arsızca konuşuyorsun?” diye kükredim.
Bir kere daha vuracakken Barut ellerimi tuttu “Hey hey yeter. Bir kere izin verdik diye üste çıkma Küçük Hanım,” konumları değiştirerek beni duvarla arasına sıkıştırdığında çığlığı bastım.
“İmdat!”
Anında bir güç Barut’u ittirdiğinde gördüğüm yüzle şaşkınlıkla olduğum yerde kalakaldım.
“Felah?”
- ♡ ♡ ♡ -
Ve Yirmi İkinci Perde sona erer.
Felah'ın son anda dahil olması...
Kurban olurum ben bu çocuğa.
Buraya kadar geldiyseniz yıldıza basmayı unutmayın.
Diğer bölümlerde görüşmek üzere.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.34k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |