33. Bölüm

-Yirmi Sekizinci Perde-

bal leydi
balleydii

Öncelikle hoş geldiniz.

Sınır dolduğu an bölüm gelir dedim ama bu sefer sizi bir gün beklettim... Bunun nedeni bölüm yazamamış olmam değil bilgisayara erişememdi. Özür dilerim. Benim hatam.

Bu sefer sonunda bomba gibi bir okul sahnesi sizi bekliyor.

Bol bol fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın!

Otuz beş yorum + oy yaparsanız bölüm hemen gelir :)

İyi okumalar.

-YİRMİ SEKİZİNCİ PERDE-

Bölüm Şarkısı: If We Have Each Other

"Bazen, savaşın ortasında bile karşındakini savunmak zorunda kalırsın. Ama bu, savaşı bitirmez."

Arzu’nun Günlüğü’nden

18 Aralık 1998

Bugün, istemeden de olsa Azra’nın tarafını tuttum ve hâlâ, bunun beni neden bu kadar rahatsız ettiğini bilmiyorum.

Okul çıkışında bahçede kalabalık vardı. Birkaç kız, Azra’nın etrafını sarmıştı. Ses tonları hafif alaycıydı.

“Hadi ama, biz biliyoruz…” dedi biri. “Ayhan seni seçmedi.”

Azra’nın yüzündeki gülümseme, ince bir cam gibi çatladı ama kırılmadı.

O an, içimde istemsiz bir refleks oluştu. Kalabalığın içine daldım.
“Ne saçmalıyorsunuz siz?!” dedim, sesim düşündüğümden daha yüksek çıkmıştı.

Gözler bana döndü.

Biri, alayla, “Sen de mi ablalık yapıyorsun?” dedi. “Evet, yapıyorum,” dedim. “Size ne?”

O an, Azra’nın yüzüne bakamadım. Çünkü biliyorum… onun gözlerinde minnettarlık görürsem daha da kırılırım.

Sadece hızlı adımlarla yanından geçtim.

Eve yürürken aramızda tek kelime konuşulmadı.

Akşam yemeğinde annem yine Azra’ya yüklenmeye başladı. “Koca kız oldun, hâlâ işin yok gücün yok!” Ben masaya bakıyordum. Normalde susardım. Ama bugün… bugün nedense susturmak istedim.

“Anne, bırak artık,” dedim.

Annem bana öyle bir baktı ki, sanki ihanet etmişim gibi.

Azra ise başını öne eğmiş, sessizce yemeğine bakıyordu.

Yemekten sonra odama çekildim. Kısa süre sonra kapımın altından küçük bir not itildi. “Teşekkür ederim.” Sadece iki kelime. Ve ben o iki kelimeye bakarken fark ettim:

Bazen, savaşın ortasında bile karşındakini savunmak zorunda kalırsın.

Ama bu, savaşı bitirmez.

- ♡ ♡ ♡-

Ertesi Gün

Sabah gözlerimi açtığımda aklımda anında dün canlanmıştı. Dün akşam Felah beni eve bıraktığında saat epeyce geç olmuştu.

O kadar yorgundum ki akşama dair detaylar çok kesik kesikti. Barut’un keskin bakışları ve Mete’nin tatlı birkaç hareketi dışında hiçbir şey hatırlamıyordum.

Odama çıkıp da yatağa yattığım an bile aklımda yer edinememişti. Epey koyu renk perdem bile güneşin albenili ışığına dayanamamıştı. Perdenin arasından sızan ışık odanın içine sessizce doldu. Yavaşça doğruldum. Hâlâ dünün bıraktığı sıcaklık vardı içimde. Tabii birde yorgunluğu. O kadar yoğun ve tempolu bir gün olmuştu ki kaslarım isyan ediyordu.

Saate baktım, vakit erkendi ama uykum kaçmıştı. Gözüm tarihe kaydığında gözlerim hızla açıldı ve yataktan resmen fırladım.

Bugün iki haftalık tatilimizin bizi terk ettiği gündü. Bugün okul vardı. Koşar adımlarla odamda bana tahsis edilen lavaboya girdim ve yüzümü bolca yıkadım.

Fazla uyumadığım için göz altı torbalarım kendi bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Son günlerde normalden fazla uyumama rağmen açık tenimin bana en büyük dezavantajı göz altlarım oluyordu.

İçim rahat etmediği için rastgele göz altı kapatıcılarından birini aldım ve sürdüm, boynumda hala izi duran yarayı da benzer şekilde kapatmayı ihmal etmemiştim.

Okul formasını giyip çantamı sırtıma taktığımda her şey dört dörtlük olmuştu. Odadan çıkacakken bir anda kapı açıldı ve açan kişi neredeyse bana çarpıyordu.

Kafamı kaldırdığımda kimi görmeyi beklediğimden emin değildim ama bu kişinin Bartu olmayacağından neredeyse emindim.

Neredeyse…

Bartu bana çarpmadan son anda beni fark edebilmişti. Böyle bir karşılama beklemiyor olacaktı ki bir an afalladığını hissettim. Bir polis olduğu için duygularını gizlemek onun mesleği haline gelmişti.

Ona rağmen şaşırdığını gizleyememişti.

Aramızdaki sessizlik uzadığında yüzüne daha rahat bakabilmek için birkaç adım geri çekildim. Hareketimi bir komut olarak algılamış olacak ki “Ben seni uyandırmaya gelmiştim,” dedi.

Durumumuz oldukça komikti. Cüssesine ve konumuna rağmen yaptığı hatalardan ötürü karşımda beş yaşındaki bir çocuk gibiydi, savunmasız ve buruk.

Beş yaşında bir çocuk gibi değil, dedi o sırada içimdeki o bir yerlerde hala koşturan çocuk. Beş yaşındaki sen, diye tamamladı.

Dikkatimin dağılmasına izin vermeden ona odaklandım. Göz ucuyla beni süzdü. “Oysaki sen zaten hazırlanmışsın bile.” Kafamı salladım.

“Evet,” kısa ve net. Aynı onun zamanındaki keskin ve acımasız cümleleri gibi.

Bartu tavrıma karşı bir şey demedi. Arkasını döndü ve gitti. Onlar baba oğul anca gitmeyi bilirlerdi zaten. Dudaklarımdan sitem dolu bir nefes firar ettiğinde daha fazla arkasından gidişini izlemek yerine peşi sıra aşağı indim.

Herkes çoktan uyanmış salonda toplanmıştı bile. “Günaydın,” dedim, özne belirtmeden. Birkaçından homurtulu karşılıklar aldığımda hiçbirinin sabahın köründe uyanmaktan hoşlanmadığını anlamak zor olmamıştı.

Gerçi bu saatte kargalar bile bokunu yememişken memnun olmamak oldukça doğaldı.

Araz yalvarırcasına sitemini ortaya koyarken bir yandan kayan gözlerini açık tutmaya çalışıyordu. “Tatilleri seviyorum ama bitmeleri tam bir eziyet. Şu okulu bir saat ileri alsak ölür müyüz?”

Mete abisini desteklerken ondan bir farkı yoktu. Bir anda heyecanla yerinde dikildiğinde bakışlar ona döndü. “Aklıma çok mantıklı bir şey geldi,” dedi heyecanla.

Kayra’nın “Geliyor dünyanın en saçma fikri,” diyerek onunla dalga geçmesine takılmadan devam etti. “Okulun sahibi bizim babamız değil mi? İstediğini yapar ve istediğimizi yapar…”

Cümlesini bitiremeden kapıda beliren Ayhan Bey “Okulun ne zaman açılacağını ben belirlemiyorum,” dedi odaya girerken. Bir yandan kolundaki saate bakıyordu.

Mete anında kızarıp bozarıp sustuğunda gülümsemeden edemedim. Ayhan Bey söylenip duran iki oğluna bakarak devam etti. “Gerçi ben belirleseydim de muhtemelen değiştirmezdim. Söylenmelerinizi dinlemek sandığınızdan daha keyifli.”

Eve geldiğimden beri ilk kez onu üçten fazla cümle kurduğunu duydum diyecektim ki tam olarak üç cümle kurduğunu fark ederek dudaklarımı dişledim.

O sırada buraya geldiğim günden beri ana kapılarak unuttuğum bir gerçek açığa çıktı. Bir babamın olduğu gerçeği. Ben buraya onun için gelmişken onu neredeyse hiç görmemek ve onunla konuşamamak hala garipti.

Buraya gelirken abilerimden haberim bile yokken kendimi onların beni kabul etmesi için mücadele verirken bulmuştum.

İşin en ilginç yanı ise başlarda Ayhan Bey’in yokluğunu kişisel olarak algılasam bile geldiğimden beri kimsenin onun yokluğunu sorgulamadığını ya da bu duruma canını sıkmadığını fark edeli çok olmuştu.

Bu evde gerçekten sandığımdan daha fazla sır ve gerçek vardı, tabii birde yalan. Hangisinin peşine düşeceğim diye o kadar şaşırmıştım ki ana resimden sürekli uzaklaşmıştım.

Okuldan dönünce bu sefer Yusuf abiyle konuşmaya kararlıydım. Bunun olması gerekiyordu. Daha fazla erteleyemezdim. Daha fazla gerçeklerden kaçamazdım. Ya da yalanlara inanamazdım mı demeliyim?

Düşüncelerim arasında boğulduğum için dönen sohbeti kaçırmıştım. Ne olduğunu anlamak için onlara bakmaya başladığımda Barut ile göz göze geldik.

Anında gönlümde soğuk rüzgarlar eserken içim titredi. Bana baktığını saklama ya da gizleme niyetinde bulunmadı, aksine gözlerimiz buluştuğundan beri daha da derin bakıyordu sanki.

Yüzündeki mimikler hareketlendiğinde bir şey diyecek sandım. Ama onun yerine soğuk, gerçekten soğuk, ve gerçek olmadığı bariz duran bir tebessüm sunmayı tercih etmişti.

Gözlerindeki parıltı mutluluktan çok bir plan peşinde olduğunu andırıyordu. Bu şüpheyle ona bakmamı sağlasa da bırak dakikaları günlerce baksam bile ne olduğunu asla anlayamazdım.

Adam asker, diye geçirdim içimden. Tabi ki anlayamazsın o bunun için yıllarca eğitim gördü, diye de devam ettim. Bakışlarımı ondan çekerek bu rahatsız edici bakışmayı sonlandırdığımda rahatlamadığımı söyleyemezdim.

O sırada herkesin ayaklandığını görünce uyum sağlayarak peşlerinden ayaklandım. Yemek odasına geçtiğimizde kahvaltı aşamasına geçtiğimizi anlayacak kadar olaya hakim olabilmiştim.

Gerçi yemek odasında halay çekecek halimiz yoktu.

Hızlıca kahvaltı aşamasını tamamladığımızda çantamı almış, kapının önüne gelmiştim. Araz, Mete ve Kayra’da çok geçmeden yanıma gelmişlerdi.

Evden çıktığımızda Mete ve Araz hala ayılamadıkları için sessizlik hakimdi. Arabaya ilerleyecekken Kayra “Bugün bizi Barut abim götürecekmiş,” diyerek beni durdurdu

Ona döndüğümde ekledi. “Kendi arabasından başka araba sürmez.” Gözlerimi devirmeden duramadım. Beyefendi konforunu bozamazdı.

Kafamı sallayarak onayladığımda “Ben yürüsem iyi olur aslında,” dedim ve dediğimi yapmak istediğimi belli edercesine iki adım attım.

Araz ve Mete’den önce başka bir ses ve el gitmeme engel olmuştu. Koluma uzanıp beni kendine çektiğinde göğsüne çarpmıştım. “Dur.”

Bu kadarını o da beklemiyor olacak ki göğsüne dayalı kalakalmıştım. Aniden beni bırakıp ateşe değmiş gibi hızla çekilince hala şaşkınlıkla ona bakıyordum.

“Pardon. Yanlışlıkla oldu bir an çekince.” Barut gerçekten istemeden yaptığını ses tonuyla ve garip el hareketleriyle gerçekten haddinden fazla bir şekilde belirttiği için uzatmak yerine “Sorun değil,” diyerek kısa kestim.

Barut birkaç saniye kendine toparlanma payı bıraktıktan sonra eski haline dönerek “Hava soğuk, hasta olmanla uğraşamam. Bin arabaya,” dedi.

Dudaklarımı açıp bir şey diyecektim ki karşı çıkmanın gereksiz olduğunu fark ederek sustum. Hava her geçen gün bir öncekinden iyi olsa bile hala aşırı derecede soğuktu ve aşırı hassas olan bünyem hasta olmak için resmen fırsat arıyordu.

Araz ve Mete ne kadar yorgun ve uykusuz olurlarsa olsunlar yine ön koltuğa oturmak için kavga etmeyi ihmal etmemişlerdi. İşin sonunda ise Mete galip gelmiş ve öne oturmuştu. Ben hızla cam kenarına geçerken Araz küskün bir tavırla kollarını önünde bağlamış oturuyordu.

En son Kayra bindiğinde Barut beklemeden gaza basmıştı. Arabası gerçekten diğerlerinin arabasından bin kat daha iyi duruyordu ama bunun diğerlerinin parasızlığından değil Barut’un takıntısından olduğuna ant içebilirdim.

Neredeyse her yeri simsiyah olan araba bana gece farlar açık olmadığında ona görünmezlik tanıyabileceğini söylüyordu. Barut büyük bir titizlikle arabasını sürerken dikkatimi ondan çektim.

Araz’ın yanağına hızla bir öpücük kondurup geri çekildiğimde Araz küskün tavrını bırakıp anında yüzünde otuz iki dişinin göründüğünü iddia edebileceğim bir gülümseme belirdi.

Yaptığım beni ne kadar utandırsa bile mutlu olduğunu görmeye değerdi.

Devamında ise çok daha keyifli bir yolculuk geçirmiştik. Araz ile arkada o kadar eğlenmiştik ki öne oturduğu için Mete neredeyse pişman olacaktı.

Barut durduğunda hızla arabadan indim. Okulu gerçekten özlemiştim. Araz ve Mete yanımda yürürken Kayra birkaç adım arkamızdaydı. Müdür dışında kimse hala onlarla aramdaki ilişkiyi bilmiyorlardı. Arkamdan neler konuştuklarını tahmin etsem bile bu oyunu bozmaya niyetim yoktu.

Araz ile Mete’yi sınıfına bıraktıktan sonra Kayra’yı da arkada bırakmış sınıfa geçmiştik. Sınıfa girer girmez Arda “Ayza!” diye resmen çığlık attığında sayesinde bütün sınıf bana dönmüştü.

Araz yanımda homurdanmayı ihmal etmemişti. Yanlarına vardığımızda Bora “Hoş geldin küçük,” dedi kardeşine göre kesinlikle daha sakin bir tavırla. “Hoş buldum,” diye mırıldandım.

Uzun zaman sonra gerçekten ilk kez bu kadar coşkuyla karşılanmıştım ve bunun şaşkınlığını yaşıyordum. Sessizliğini bozmayan Yiğit’e döndüğümde yüzündeki ifade pek hayra alamet değildi.

Araz’ın yanına oturduktan sonra “Sana da merhaba Yiğit,” dedim alaycı bir tavırla. Yiğit bana döndüğünde gözlerindeki ifade korkmama neden oldu.

“Ne o? Bir ilgi alamadın diye hemen bir nazlanmalar falan? Sevgililerin sana istediğin ilgiyi yeterince veremiyo…” Ben şaşkınlıktan konuşmayı unutmuşken Araz elini sertçe masaya vurarak Yiğit’in sözünü kesmişti.

Endişeyle ona döndüğümde elimi elinin üzerine koyarak sıktım. Gözlerine bakarken sessizce mırıldandım. “Sakin ol.”

Arda ne olduğunu anlayamadığı için olaya dahil olamazken Araz Yiğit’e doğru eğildi. O sırada Yiğit bana baktığı için iyice sinirlenmişti.

“Bana bak!” diye tısladığında bende ayağa kalkmıştım. Yiğit’in söylediği şeyler kabul edilebilir şeyler değildi evet ama ben bunları kendi ailemden de defalarca kez duymuştum.

Yiğit sonunda Araz’a döndüğünde Araz devam etti. “Kardeşimsin demem bak Ayza’ya bir yanlışın daha olursa Yiğit. Fena olur.” Olmasından korktuğum şey de buydu.

Benim yüzümden arkadaşı ile arasının bozulması isteyeceğim son şey değildi. Arda araya girmediği için rahatsız olmuş duracak ki “Oğlum ne yapıyorsunuz lan siz, başınıza güneş mi geçti?” diye sordu.

İkisi de onu yanıtsız bıraktığında bana döndü ve göz kırptı. Yiğit Araz’la göz temasını keserek cebinden telefonunu çıkardı. Galeriye girdiğinde bir fotoğrafı açıp telefonu bize doğru çevirdi.

Arda arkamda bir küfür savurduğunda ben görsele bakarken utancımdan kıpkırmızı kesilmiştim. Geçen gün Felah’la sarıldığımız anlardan biriydi, kim ne ara çekmişti gram fikrim yoktu.

Yiğit fotoğrafa yeterince baktığımızı düşündüğünde geri çekti. “Araz senden sonra başka erkeklerin kollarına atan biriylesin kardeşim haberin olsun.”

Araz elbette ki Felah’ı biliyordu ama sevgili olduğumuzu daha ona söylememiştim. Bu yüzden resme bakarken donakalmıştı. Daha fazla yanlış anlaşılmamak adına araya girdim.

“Yiğit ben kötü göründüğün için sadece seninle konuşmak istedim. Bu yaptığında ne? Benim özel hayatım tam olarak ne zamandan beri seni ilgilendirir oldu? Araz’la sevgili olmadığımızı bin kere söyledik acaba o kıt aklın bunu anlamaya yetiyor mu?” Yiğit ardı sıra sıraladığım sorulara bakakaldığında telefonumun ekranını açtım.

Felah’la olan bir fotoğrafımız vardı, telefonu ona çevirdim. “Bak bu adama. Senin geceleri sürtündüğün dediğin kişiye aşığım ben ve o benim sevgilim! Araz ya da bir başkası değil o.” Yiğit açıklamam karşısında sessizliğe büründüğünde Araz’a döndüm.

Bana yandan bir bakış atsa da ona bunu herkesle birlikte açıkladığım için kızacak biri değildi. Mete olsa kesin trip atardı, ona da yakın bir zamanda açıklamam gerekiyordu.

Arda bile sessizleşmişti. Kısa bir süre sonra hoca geldi ve ders başlamış oldu.

- ♡ ♡ ♡-

Öğle teneffüsüne girdiğimizde “Ben biraz bahçede yanlış dolaşmak istiyorum,” dedim ve aralarından ayrıldım. Sabahki kavganın ardından Arda hatta zaman zaman Bora bile denese de rahatsız edici ortamdan kurtulamamıştık.

Okulun kaybolabileceğim kadar büyük bahçesine çıktığımda durmadan düşünüyordum. Yiğit’in durup dururken böyle bir şey yapması çok saçma geliyordu.

Felah’la sarılmamıza nasıl şahit olup çekmesi ise muammaydı. Az öncekine göre öğrencilerin daha azaldığı biraz daha ıssız bir yere gelmiştim.

İzlendiğimi hissettiğimde hızla daha kalabalık bir yere geçmek için hareketlenmiştim. Birkaç dakika sonra arkamdan “Nereye?” diye seslenen sesi umursamadım.

Kolumdan tutup geri çekiştirdiğinde hızla onu ittirdim. Geçen gün Mete’ye çatan çocuktu bu. Tan bu tavrıma gülümsediğinde arka iki kişi belirdi.

Ardından kişi sayısı çoğaldı ve beni çemberlerinin içine almış oldular. Sinirle Tan’a doğru hareketlendim “Sen ne yaptığını sanıyorsun?”

Tan iki adım geri çekilirken yüzünde bir gülümseme vardı. “Sakin ol öfkeli civciv. Sadece biraz eğleneceğiz. Geçen yaptığının o kadar kolay kapanacağını mı sandın?” dedi ukala tavrıyla.

Karşılık vermeden geri durmadım. Elimle onları işaret ederken “Üç kişi meydan dayağı yediğiniz için on kişiyle mi geldin Tan? Gerçekten çok acizsin,” dedim.

Bir yandan gözüm çevreyi gözlüyordu. Tan sinirlenmiş olmalı ki aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi. Eli saçıma uzanıyordu ki benden önce başka birinin sesi onu durdurdu.

“N’oluyor burada?”

Tan’ı boşluğundan faydalanarak ittirdiğimde az önce onu durduran kişinin varlığını arkamda hissettim. Onun varlığı etrafımızdaki çemberi dağıtırken insanlar bu sefer olayı izlemek için toplanmışlardı.

Tan dişlerini sıktı hırsla. “Bu kızda ne buluyorsunuz çözemedim. Gelen giden onu koruyor. Artık geceleri ne yapıyorsa…”

Bu, gün içerisinde aldığım ikinci belaltı iftiraydı. İçten içe sabır çektim. Arkamdaki varlığı güven vericiydi. Elini omzuma koyarken “Senin kardeşin değil herkes. Kardeşimi kardeşinle bir tutma Tan,” dedi keskin bir sesle.

Bir dakika ne?

Hızla ona döndüğümde “Kayra,” diye mırıldandım. Az önce kardeş olduğumuzu herkese resmen duyurmuştu. Tan’ında takıldığı şey kendi kardeşine edilen laftan çok benim onun kardeşi olmam gerçeği olmuş olacak ki “Senin kardeşin mi?” dedi afallamış bir sesle.

Kayra tereddüt barındırmayan bir sesle yanıtladı. “Benim kardeşim. Ayza yıllardır annesinde kalıyordu artık bizimle. Onunla konuşurken, ona bir şey derken iki kere düşünün derim.”

- ♡ ♡ ♡-

Ve Yirmi Sekizinci Perde sona erer.

Bu bölümde sonunda okul sahnesi vardı. Bazen bende onların liseli olduklarını unutuyorum.

Yiğit'in bu hareketini neye yoruyorsunuz?

Peki Kayra? Koçum akıllanmaya başladı yavaş yavaş.

Yine Arzu'nun günlüğü hakkındaki fikirlerinizi soruyorum. En önemli kısım burası, onlar her şeyin temeli size vermek istediğimi verip veremediğimi bilmem lazım.

Başka bölümlerde görüşmek üzere.

Sağlıcakla...

Bölüm : 17.08.2025 16:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...