
Öncelikle hoş geldiniz.
Sınır dolduğu an bölüm gelir dedim ve yine sözümü tuttum!
Bu sefer yine tamamıyla Felah ve Ayza dolu bir bölümle sizi baş başa bırakacağım.
Bol bol fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın!
Otuz yorum + oy yaparsanız bölüm hemen gelir :)
İyi okumalar.
-YİRMİ YEDİNCİ PERDE-
Bölüm Şarkısı: Bi' Tek Ben Anlarım
“Lavanta, birini sanki daha önce tanıyormuşsun gibi hissetmekti.”
Birce Felah’ın bakışlarını fark eder etmez koşar adım uzaklaştı. Felah bir süre daha kapıya baktıktan sonra yanıma “Devam etsek olmaz mı?” diye sordu homurdanmalar eşliğinde.
“Hayır tabi ki de. Hem şu an bir şey demiyorum ama hala sana küsüm ben,” dedim alıngan bir şekilde. Felah sabır çekercesine tavana baktı ardından geri bana döndü.
“Lavantam anlatacağım her şeyi diyorum. Küsme be balım,” dedi yalvarırcasına. Dudaklarımı büzdüm “Artık bakacağız,” diye yanıtladım ardından onu arkamda bırakarak merdivenlere yöneldim.
Anın büyüsünden odasına da bakamamıştım zaten.
Felah’ın peşimden geldiğini adım seslerinden anlayabiliyordum. Aşağıya indiğimizde kahvaltının nerede yapıldığını bilmediğim için Felah’ın peşine takılmıştım. Yemek odasına girdiğimizde herkesin çoktan yerini aldığını fark ettim.
Bu biraz utanmama neden olsa bile hiçbiri geç gelmemizi umursamamıştı. Birce bize merakla bakarken Felah onu görmezden geldi ve sandalyemi çekti. “Teşekkür ederim,” diye mırıldandım ve sandalyeye oturdum.
Ben oturduktan sonra-kendisi de soluma oturdu. Karşımdaki Tuğra’ya başımla selam verdim ardından Murat abinin “Afiyet olsun,” demesi ile herkes yemeye başladı.
Ben önümdeki çorbanın ne olduğunu anlamaya çalıştığım için içmeye başlamamıştım. Murat abi “Çorbayı sevmez miydin? Neden içmiyorsun küçük hanım?” diye sordu ve herkes bana döndü. “Şey, bu çorbanın adı ne?” diye sordum bilmemenin verdiği utancı taşırken.
Bugün gerçekten haddinden fazla utanmıştım ve bu can sıkıcı bir hal almaya başlamıştı.
“Tarhana,” diye yanıtladı Murat abi. Çorbanın ne çorbası olduğunu yine anlamadığım için direkt sorunu sormaya karar verdim “Kaç kalori?” Felah dahil kimse böyle bir soru sormamı beklemiyor olacak ki birkaç saniye sessizlik oldu.
Ardından Murat abi “Ne hastasısın?” diye sordu. “Efendim?” dedim anlamadığımı belirtircesine. “Çok zayıfsın, diyet yaptığını düşünmüyorum. Şeker hastası mısın?” çıkarımının doğruluğu ile şaşırırken aklıma Kayra’nın dedikleri geldi.
Ailemden olmayan biri bile sorunumu anlamışken kendi abim anlayamamıştı. Sorusu yanıtsız kalmasın diye “Tip-1 Şeker Hastasıyım efendim,” dedim dalgınca. Felah’ın çatalını sıktığını fark ettim, yanlış bir şey mi söyledim diye düşünürken Murat Bey’in “Efendim mi? Hadi ama yine mi?” demesi üzerine nerede yanlış yaptığımı anlamış oldum.
“Pardon Murat abi alışkanlık.” Felah’ın gittikçe kasıldığını fark etmem ile konuştukça battığımı fark etmem bir olmuştu. Suçlulukla dudaklarımı birbirinin üzerine batırdım. Geldiğim ilk gün burada bile huzursuzluk çıkarmayı başarmıştım.
Bütün moralim bozulurken Tuğra sorun yok dercesine gülümsedi. Murat abi elini kaldırdı ve yanına gelen hizmetçi kadına “Çorbanın kalorisini hesaplayın,” dedi. Kadın sorgulamadan kafasını onaylayıp giderken elimi Felah’ın çatalı sıktığı elinin üzerine koydum. Eli anında açıldı ve elimi kavradı.
“Lavanta neden daha önce hastalığından bahsetmedin? Ona göre yapardık yemekleri,” Felah’ın düşünceli sesine karşın “Aklımdan çıkmış,” dedim ılımlı sesimle. Birce yine merakla araya girdi “Abla peki kaloriye bakmadan yersen ne olur ki?” bu kızdaki merakın onda biri bende yoktu.
“Kriz geçiririm,” dedim kısa kesmek istercesine. Bu dediğim Birce’nin değil Felah’ın dikkatini çekmişti “Kriz geçirirsen ne olur?” diye sordu. Herkes yemek yemeyi bırakmıştı. “Normalde hiçbir şey olmadan da atlatılabilir ama ben 3-4 kere kriz geçirdiğim için geçici felç, felç, körlük, beyne pıhtı atma, ölüm gibi şeylere neden olabilir” diye açıkladım.
Felah ölüm kelimesini duyunca kafasını hemen bana çevirmişti. Endişelenmesin diye ekledim. “Her yediğime dikkat ediyorum, bir kriz daha geçirmem imkansıza yakın diyebilirim.”
Diğerleri uzatmadan onaylasalar da Felah “Tedavisi yok mu?” diye sordu. Kafamı iki yana sallarken “Yok. Hayır,” dedim.
Bir şey daha soracaktı ki geri dönen hizmetli ile sorusunu yutmak zorunda kalmıştı. Yemeğin devamı sessiz geçerken bir kâse çorba ve birkaç parça mücver dışında bir şey yememiştim. Bu durum Felah’ın canını sıksa bile bir şey dememişti.
Şimdi ise yemekler yenmiş salonda oturuyorduk. Felah’la bu sefer aramızda neredeyse hiç mesafe yoktu. Aramızda sessizlik uzarken Murat abiye döndüm “Abi Felah’ın çocukluk fotoğrafları var mı?” diye sordum merakla.
Murat abi sanki bunu dememi bekliyormuş gibi “Var tabi olmaz mı kızım?” dedi ve heyecanla ayağa kalktı. Bir dakika olmadan elinde kalın bir defterle yanımıza döndü. Hemen benim yanıma otururken Birce ile Tuğra da Murat abinin diğer yanına oturmuşlardı.
Felah fırsattan istifade ederek iyice bana sokuldu ve koluyla beni sarmaladı. Birce gülerek “Abi kızı ahtapot gibi sarmasana,” dediğinde Tuğra “Abicim kız belki rahatsız oluyor neden misafirimize sarılıyorsun?” dedi yüzündeki sinsi gülümseme ile.
Ama Felah ikisine de istediğini vermedi. Onun yerine elimi tuttu ve havaya kaldırdı aynı zamanda “Sevgilim ona sarılmamdan rahatsız olmaz bence abim,” dedi ve ikisinin morarmasını büyük bir keyifle izledi.
O sırada bize dönen Murat abi beni bir tık korkuturken o beklediğim bütün tepkileri bir yana attı ve “Hayırlı olsun Felah. Kızım sende şimdiden bana baba demeye başla he,” dedi gülerken. Ben yine neden ona baba demem gerektiğini anlamasam da üstelemedim.
Murat abide defteri açtı. Siyah saçlı minik bir çocuğun kadraja girmesi ile “Ya çok tatlı” dedim. Tuğra gülerken “Çocukken de mükemmeldim biliyorum,” dedi. Bunun üzerine “E sen sarışın değil misin?” dedim saçlarını göstererek.
“Resimdeki de sarışın?” demesi ile resmin diğer tarafına baktım. Daha önde Tuğra’nın da dediği gibi sarışın bir çocuk vardı. Elimle resmin daha gerisinde kalan Felah’ı gösterdim “Ben bundan bahsetmiştim ama sende tatlısın,” dedim.
Felah kahkaha atarken Murat abi sayfayı geçti. Birkaç sayfa daha geçtikten sonra sarı saçlı bir kadının kucağında Felah olan bir fotoğrafta durduk. Kollarının arasında olduğum Felah kaskatı kesilirken Murat abide nefesini tutmuştu.
Onların gerilmesini anlamadan fotoğrafa az daha yaklaştım. Kadın gerçekten çok tanıdıktı. Bal rengi gözlerine birkaç saniye daha baktıktan sonra kim olduğunu anlamıştım. “Bu kadın sizin neyiniz?”diye sordum.
Felah “Tanıyor musun?” diye sordu. Kaskatı kesilmişti, nedenini anlayamamıştım. Kafamı salladım “Çiçek abla değil mi?”
Murat abi gözlerini yumarken derin bir nefes çekti. Felah “Evet,” diye yanıtladı ardından ekledi “Annem.” Aklıma dolan anılarla ona döndüm “Annen seni çok severdi Felah, her geldiğinde senden bahsederdi.”
“Nereden tanıyorsun?” Murat abinin sorusu ile dilimi ısırdım. “Çiçek abla her Pazar bizim oraya gelir çocuklara oyuncaklar alır onlarla vakit geçirirdi,” dedim. Gözümün önüne gelen anıları kafamı iki yana sallayarak uzaklaştırmaya çalıştım.
Birkaç saniye sessizliğin ardından devam ettim. “Hatta bir keresinde oğlunu da getirmişti.”
Aklıma dolan anılarla Felah’a döndüm. Felah gözümde ne gördü bilmiyorum ama kafasını çevirdi. Birkaç saniye durdu ardından dayanamadı ve hızla ayağa kalktı. Arkasını döndü ve merdivenleri hızla tırmandı.
O günü hatırlamamın ardından başıma bir ağrı saplandı. Felah’la tanışmıştık, onu tanıyordum. Devamında neler olduğunu hatırlamasam da o karşılaşmamızın devamı olmalıydı.
Tuğra arkasından üzgünce baktı. Ben gidişini anlamaya çalışırken Murat abi “Annesi konusunda fazla hassas,” diye açıkladı. Yanına gitmek için ayağa kalktım.
Merdivenlere yönelirken durdum ve onlara döndüm “Geldiğim andan beri tadınızı kaçırdığım için özür dilerim.”
Felah’ın ardından merdivenleri çıkmaya başladım. Felah beni gördüğünde daha fazla tahammülü kalmamış bir haldeydi. Sinirle beni kucağına aldı ve kalan merdivenleri resmen koşarak çıktı.
Odaya girdiğimizde beni yine yatağına bıraktı. Bir kutuyu önüme fırlatırcasına koyduğunda korksamda sinirli olduğu için bir şey diyemedim.
“Beni unuttun,” dedi ardından dudaklarından firar edecek kelimeleri engellemek istercesine dilini ısırdı. “Gittin,” dedi. Gözlerini gözlerimden ayırmadan devam etti “Geri döneceğinin sözünü vererek.”
“Hep gittin Lavanta,” içini çekti acıyla. O anlar bende olmadığı için acısını anlamak zordu. “Sen benden gittin benim sana içim gitti Lavanta,” dediğinde kalbime bir ağrı saplandı.
Kutudan bir avuç fotoğraf çıkarırken “Sen her seferinde gittin ve ben her seferinde bekledim Lavanta.”
Gözlerimi kaçırdım. Kalbim göğüs kafesime sığamamış gibi atarken “Hala çoğu anı hatırlamıyorum. Hatta neredeyse hiçbir şeyi,” dedim ardından “Lavanta ne anlama geliyor? Özel bir anlamı var değil mi?” diye sordum.
Güldü ama keyiften olmadığı belliydi.
“İnsanlara göre aşka sadakat ve bağlılık,” diye yanıtladı. “Sana göre?” diye sordum beklemeden. “Bana göre değil bize göre,” diye düzeltti beni ardından devam etti “Lavanta, birini sanki daha önce tanıyormuşsun gibi hissetmekti.”
“Her gittiğinde bir Lavanta bıraktın,” dedi iç yakan bir sesle. Ardından kurumuş lavantaları çıkardı. Yedi tane Lavanta vardı. “Söylesene Lavanta beni daha kaç kere unutacaksın?” Cevap veremiyordum.
Sanki biri beni köşeye sıkıştırmıştı ve boğazımı sıkıyordu. Bütün vücudum felç geçirmiş gibi tepki veremiyordum. “Felah…” Diyebildim zar zor. Neden, diye soracaktım ki izin vermedi “Lavanta, sana yanlışlıkla su çarpırttığım gün anlamıştım kim olduğunu. İlk saniyede hem de. Sen bana sarılınca nasıl anlamadın? Kokum hala aynıydı. Sen de hala Lavanta kokarken beni hatırlarsın sanmıştım.”
Durdu, durdum. “Bana bunu neden daha önce söylemedin?” diye sordum, en az onun kadar acıklıydı sesim. “Sen hatırla istedim,” diye yanıtladı. “Sana sarılmamak için kendimi o kadar kastım ki kendi kendime bile inandırmaya çalıştım seni tanımadığımı.”
“Üzgünüm. Seni nasıl unuturum?” Sorum ona değil kendimeydi ama yine de cevapladı. “Sen unutmak istersen kim engelleyebilecek Lavanta?” dedi. Daha fazla durmadı. Kaçarcasına gitti.
İlk defa o gitti ben kaldım.
Dur demedim ya da gitme. Gitmeliydi çünkü, buna ihtiyacı vardı. Hatırlamak için kendimi zorlasam bile bunu beceremedim. Annem her zaman hafızamı överdi. Yanılmıştı. Sevdiğim, aşık olduğum adamı bile hatırlayamıyordum.
Çıkardığı fotoğrafları aldım elime. Arkasında 2019 yazanı elime aldım. Beş yıl önceden kalmıştı.
Çevirdiğimde kendimi Felah’ın sırtında gördüm. Ellerimizde pamuk şekerler vardı. Yüzümdeki gülümsemede takılı kaldı gözlerim. Hayatımda kendimi bir kere bile şöyle gülümsediğimi hatırlamıyordum.
Diğer fotoğrafa uzandım. Film salonunda benim çektiğim bir fotoğraftı. Felah dizlerimde uyuyordu. Tarih; 08/05/2020 idi. Hızla diğer fotoğrafa uzandım. Bir dövme salonlundaydık. Felah’ın boynunda ya da kolunda hiç dövme yok denebilirdi.
Sadece sol kolunda, görmek için göz attığım dövmelerinden biri duruyordu. Lavanta… Arkasını çevirdim tarih 08/05/2021 di. Diğer bir fotoğrafa uzandım sarılıyorduk, tarih 08/05/2022 idi.
Bütün fotoğraflar doğum günümde çekilmişti…
Sol gözümden bir yaş aktı. Kutuyu önüme çektim. Lavantalara bir şey olmasın diye dikkatlice kenara koydum. Fotoğrafları da hemen yanına… İçinden bir pusula çıktı. Paslı pusula bende bir duygu canlandırmazken kim bilir ne acılar ne gözyaşları ne gülümsemeler barındırıyordu içinde.
Kıracağım korkusu ile onu da Lavantaların yanına bıraktım. Biraz daha derinlere inerken elime bir çift mor eldiven geldi. Bunlar benim olmalıydılar. Eldivenime kadar her şeyimi saklayan adam, seni seviyorum.
Tekrar daldırdım elimi. Bu sefer bir kitap geldi elime “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” ilk sayfasını açtım. Kendi el yazımı görünce şaşırsam da fazla şok olmamıştım. “Felah Günbatımı ve Ayza Nil, Sonsuza kadar değil sonsuzluğa kadar.”
Bir elim kalbime giderken diğer elim usulca yazıyı okşadı. Gözlerimden yaşlar ne zaman akmaya başladı hatırlamıyordum.
Kalbim sıkışıyordu, benliğim benliğimi inkar ediyordu.
Kitabı da koymuştum bir kenara. Durmadan kutudaki her şeye belki de bin kere baktım hatırlamak için.
- ♡ ♡ ♡-
Birinin beni kucağına aldığını hissetmem ile gözlerimi araladım. Kendimi Felah’ın kolları arasında bulmam ile gülümserken gözlerimi tekrar kapamıştım. Yerim rahattı ne de olsa. Uyandığımı fark ettirmemek için uğraşırken başaramamış olacağım ki sesi kulaklarımı doldurdu. “Uyumadığının farkındayım, uykun hafiftir senin.”
Yeşillerim siyalarıyla buluşurken “Hatırlayamadın,” dedi hüsranla. Dudaklarımı birbirine bastırdım ardından “Üzgünüm olmuyor olmayacak ben hiçbir şeyi beceremiyorum. Seni hak etmiyorum,” dedim üzerimdeki mahcubiyet bana yük olurken.
“Sorun değil,” dedi. Bu bir sorun bile diyemedim. İçim yanarken başka bir odaya geldiğimizi anca fark etmiştim. Beni yatağa bıraktı. Ardını dönüp gidecekken “Dur,” dedim. Bana döndü “Ben bu hayata yedi kere gelsem de,” dedim Lavantalara ithaf ederek.
“Yedisinde de sana aşık olurdum. Yedisinde de sana yeniden aşık olurdum Felah,” dedim. “Çünkü akıl unutsa da kalp unutmaz Felah.”
Elleri saçlarıma uzanırken “Unutman çok zordu… Sen başkasıyla sevgili bile oldun,” dedi Ilgaz’ı hatırlatarak “Ben hiçbir şey yapamadım. Sadece izlemek ne kadar zordu biliyor musun?” cevap veremedim.
Haklıydı ben kirlenmiştim. “Üzgünüm,” diyebildim sadece. O ise “Ben değilim. Çünkü ne olursa olsun benimlesin,” dedi ve ben ona bir kez daha yeniden aşık oldum. Ona tekrardan tekrardan aşık olmak yeniden doğmak gibi taze ve yaşam doluydu.
İncitmekten korkarcasına ama sımsıkı sardı beni. Dudakları saçlarımı buldu ardından “Uyu,” diye fısıldadı kulağıma. “Bütün gece uyumadığını biliyorum.” Gözlerim emrine uymak istercesine kapandı. Ardından hayatımda hatırladığım bütün uykulardan daha huzurlu ve daha derin bir uykuya daldım.
Arzu’nun Günlüğü’nden
12 Aralık 1998
Bugün, hayatım boyunca unutamayacağım bir şey yaşadım.
Bazen, “İkizim” kelimesi, kulağımda sevgi dolu değil, ağırlık dolu çınlıyor. Sanki aynı rahmi paylaşmamız, hayatımız boyunca her şeyi paylaşmak zorunda olduğumuz anlamına geliyor. Ama bugün… paylaşmak istemedim.
Sabah, okuldan dönüş yolunda Ayhan bize yetişti. Yanımızda yürümeye başladı. Azra’yla konuşuyordu. Gülüşüyorlardı. Gözlerim istemsizce o tarafa kayıyordu ama bir kelime bile anlamıyordum. Sanki kulağıma pamuk tıkamışlardı, bütün dünya sessizdi. Tek duyduğum kendi kalp atışlarım.
Eve vardığımızda, Azra üst kata çıktı. Ayhan’ın bana “Görüşürüz” demesiyle gözlerim yandı, neden bilmiyorum. Belki “biz” olmamızı istediğimden, belki de onun asla bana bakmayacağını anladığımdan.
Bir süre sonra yukarı çıktım. Azra’nın kapısı açıktı. Odasına girdiğimde onu dolabının kapağına yaslanmış, gülümserken gördüm. Elinde küçük bir not vardı. Beni fark edince hemen katlayıp cebine koydu.
“Neydi o?” dedim.
“Hiç.”
O “hiç” kelimesinin içinde binlerce şey saklıydı. Ama bana sadece sus payıydı.
Birden gerildim. Sesim yükseldi:
“Sen… her şeyi almak zorunda mısın?”
Gözleri kısıldı.
“Ne demek istiyorsun?”
“Annemin sevgisi… babamın ilgisi… şimdi de…” Cümle boğazıma düğümlendi.
“Şimdi de ne, Arzu?” dedi.
“Biliyorsun işte!”
O an, yüzündeki gülüş kayboldu. Ama bu, pişmanlık gülüşü değildi. Daha çok, meydan okuma gibiydi.
“Ben bir şey almadım. Sana ait olan hiçbir şeyi.”
Konuşamadım. Sustum. O da sustu. O an anladım ki bazı sessizlikler barış getirmez, sadece duvar örer.
Bugün, o duvarın ilk tuğlasını koyduk.
Ama yine de… gece uyumadan önce odama geldi. Elinde küçük bir fincan süt vardı. Bir şey söylemeden bıraktı.
Ve ben, sütü içemedim.
- ♡ ♡ ♡-
Ve Yirmi Yedinci Perde sona erer.
Bu bölümde Felah ve Ayza vardı tamamen. İçim kıpır kıpır oluyor onları yazarken. Sonunda lavantanın içerisinde barındırdığı acıya ortak oldunuz. Felah... Üzümlü kekim ya.
Bu arada Felah demişken geçen yorumlarda biri öyle isim mi olur demiş. Şöyle bir açıklama geçeyim, normalde Eflah olacaktı ismi. Hatta baya bir öyle yazmıştım. Sonra bir ara kafa gitmiş bir baktım Felah diye devam ettirmişim. Baktım öyle böyle bir isim gerçekten var böyle kalsın. Karakter kendi adını kendi seçmiş gibi oldu yani. Ah birde anlamı tam Felah karakterine uyuyordu.
Arapça flḥ kökünden gelen falāḥ فلاح "refah, başarı, mutluluk, güvenlik, huzur, kurtuluş" sözcüğünden alıntıdır.
Sizce Ayza nasıl sadece Felah'ı unuttu? Bunun altında da var bir bit yeniği hehehe.
Birkaç sorunuz daha vardı onları da toplu açıklayayım yeri gelmişken.
Gobi kitaba gelecek, onu boşuna ilk kitapta bolca yer vermedik. Felah olduğunu düşünenler var ama yaş olarak kesinlikle tutmuyor orasını söyleyeyim. Birde minik bir spoiler verecek olursam Gobi'nin gelmesine çok az kaldı, haddinden az.
Arzu'nun günlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz peki? Bunu da her bölümde soruyorum çünkü gerçekten en kilit noktalardan biri o günlük. Yine anlamayan ya da mantıksız bulanlarınız var. Hak veriyorum ama elimden geldiğince bölümlere de günlük sahnelerine de spoiler koyuyorum bir kısımdan sonra sizin çözmeniz lazımm.
Ay birde size de söylemek istediğim son bir şey var. Gerçekten bana yazdığınızda o kadar mutlu oluyorum ki wuysfıhjd. Dün iki kişi Instagram hesabıma yazdı. Biri kitabıma edit yapmış ağağağağ. İsim belirtmemden rahatsız olabilir o yüzden ismini söylemeyeceğim ama buradan önce ona ardından bu yolda yanımda olan ve bana yardım eden size kocaman öpücükler ve teşekkürler.
Buraya kadar geldiyseniz destek olmak için yıldıza basmayı unutmayın. Biraz fazla konuştum.
Başka bölümlerde görüşmek üzere.
Sağlıcakla...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 139.34k Okunma |
10.21k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |