
BURAK ÜSTEĞMEN'DEN...
Havada kış bulanıklığı vardı ama üşümüyordum. Bu şubat'ın soğuğu değildi. Vücudumu bu derece sıcak tutan bugün ki amacım mıydı ? Doğudan esen rüzgar herzamanki gibi kar kokusunu değil, Zelişim'in gül kokusunu getiriyordu. Yüzümü gökyüzün den alamıyordum. Ara ara bulutların arasından nûru'nu gösteren güneş Zelişim misali göz kırpıyor, 'Yakala beni.' der gibi buludun arkasına tekrar saklanıyordu.
Güneşde, onun gibi saklambaç oynuyordu benimle.
Bugün herşeyde kızımı görüyordum. Bugün Zelişim üzgün değil mutluydu. Sanki Rabbim doğa'yı Minik Şehitim'in emrine vermiş, her noktasıyla, her güzelliğiyle, hislerini babasına anlatmasını istiyordu.
Bugün, yıllardır beklediğim intikam'ın günüydü !
"Komutanım gerçekten siz Gazapla tanıştınız mı ?"
Kızımla arama giren Osman Astsubay'a sağlam bir tokat asılmak istedim ama o'da benim intikamım için benimleydi.
"Sırası mı lan şimdi ? Üniversite yıllarını yad et işte. Kes sesini de kapıdan gözünüzü ayırmayın çıkmak üzeredir."
"Komutanım ben üniversite okumadım; direkt Astsubay Okulu'na gittim."
Osman sözünü bitirdiğinde Zelişim bir kez daha göz kırptı.
Güneşe teslim ettiğim sağ gözümü kapatıp Osman'a baktım.
"Osman sus ve kapıya bak !"
"Emredersiniz Komutanım !" diyen Osman, gözünü dev Üniversite kapısına çevirdiğinde sorduğu sorunun havada kalmasına gönlüm razı olmadı.
"Çok yiğit adam Osman."
"Kim Komutanım ?"
"Kimi sorduysan o ! Tibet Binbaşı."
Yüzünü bana çeviren Osman'ın hayranlıkla tebessüm ettiğini gördüm.
"Eminim öyledir Komutanım. İlk söylediğinizde inanamadım. Ortadoğu'yu titreden Binbaşı kim, biz kim ? Bu istihbarat'ı bizzat o verdi demiştiniz değil mi ?"
"Evet o verdi."
"Yani o Cavel denen Ga**t bu Üniversitede öğretim görevlisi ?"
"Aynen öyle. Burnumuzun dibindeki adamı Yemen de, Musul da arıyorum."
Kapıya benimle birlikte bir daha göz atan Osman, derin bir iç çekip yüzüme baktı.
"Geleceğinizden emin olduğum halde, gelmemenizden çok korktum Komutanım."
Yıllardır görmediğim Timim ile tekrar bir araya gelmek benimde hoşuma gitmişti.
Gözünü kapıdan ayırmadan konuşan Osman'a bakakalmıştım.
"Bende Osmanım, bende kardeşim. Binbaşı sağolsun beni size kavuşturdu."
Benim yaşlarımda, 180 boyu olan Yozgatlı Osman, esmer teni ve zayıf ama kuvvetli bedeni ile pazar simitçilerini andırıyordu. Özel Kuvvetler kursunu derece ile bitirmesi, içinde ne kuvvetler barındırdığını görmediğimiz sıska vücuduna tamamen ters birşeydi.
Bir gerçek vardı !
Osman çakı gibi Bordo Bereliydi !
Telefonu çaldığında gözü hâla kapıdaydı.
"Dur devrem hoparlöre alayım." diyen Osman, yaklaşıp telefonu aramızda tuttu.
"Söyle Tuna dinliyoruz !"
"Komutanım adam iç kapıdan çıktı. Aracına gidiyor." demesi içimdeki birikmiş kini ateşlemeye yetmişti.
"Şüphe çekmeden aracına geç takip et Tuna. Dışarda seni karşılayacağız. Telefonu kapatma."
"Emredersiniz Komutanım !"
Yıllardır ilk defa yüzümün içtenlikle güldüğünü, ilk defa çektiğim oksijenin ciğerlerimi tatlı tatlı yaktığını hissediyordum. Tepeme baktığımda Zeliş'in buluttan çıkıp beni seyrettiğini gördüm.
"Komutanım arabasına bindiğini gördüm. 26 GB 32216 gri renkli sedan."
Tuna'nın her bir anonsun da nabzım iki kat daha hızlanıyordu.
"Tamam koçum. Kendine dikkat et ama Allah kitap aşkına kaçırma onu."
İçim daralıyordu. 'En ufak bir aksilik olur da elimden kaçırırım.' düşüncesi yiyip bitiriyordu beni.
Osman direksiyona geçip, telefonunu klima mazgalındaki aparata yerleştirdi. Kontağı açtığında ilk yaptığım şey camı aralayıp dışardaki gül kokusunu içime çekerek ferahlamak olmuştu.
Tuna;
"Komutanım nizamiyeden çıkmak üzere." dediğinde gri renkli sedanı görmemiz bir oldu.
"Tamam Tuna gördük." deyip, zaten vitese takan Osman'nın dizine vurdum.
"Osman takip et kaçırma."
Osman'ın yüzüme attığı kaçamak bakışlarındaki yüz ifadesi yabancı birisine bakıyormuş gibiydi.
"Komutanım iyisiniz değil mi ? Sizi anlıyorum ama bu halinizi ilk defa görüyorum."
Gözümü önümüzde ilerleyen Tuna'nın aracından ayıramıyordum.
"Beni anlayamazsın Osman. Allah sizi, beni gerçekten anlayabileceğiniz duruma düşürmesin."
"Amin Komutanım."
Biran önce önünü kesip almak istiyordum. Yaptığımız operasyon izinsiz olduğu için bu suikasti şehir merkezinde yapmak kendi kafamıza sıkmaktan farksızdı. Evler seyrelip şehir dışına çıkmaya başladığımızda ne yapacağımı bilemeyip ayağım ile belli belirsiz ritim tutmaya başladım.
"Komutanım petrole sinyal verdi."
"Tamam Tuna gördük. Peşinden sen girersen kıllanır. Devam et, ilerde sağa çek bekle. Telefonun açık kalsın."
"Emredersiniz Komutanım !" diyen Tuna devam ederken Cavel'in arkasından petrole girdik.
"Osman pompa'nın yanına çek. Bizde alalım ki huylanmasın çakal."
"Anlaşıldı Komutanım !"
Osman işaret ettiğim yere yaklaşırken Cavel ile aramızda sadece ona yakıt verecek olan pompa kalmıştı. Henüz aracından inmemişti ama; bir yanım 'Gördüğünde sık kafasına. Kaçarsa bir daha bu şans ele geçmez.' demiyor değildi.
Koyu filmli camlardan hiç birşey görünmüyor, pompacı beklediği halde aşağı inmiyordu.
"Araca bakma Osman ! Depo kapağını açıp, kontağı üzerinde bırak. İn aşağı şüphe çekmeyelim."
Aşağı indiğimde rüzgar aynı kokuyu yüzüme bir daha çarpmıştı.
Zelişim her zamankinden daha yakındı bana. O kokuyu kaynağından koklayamıyordum ama kızımın en yakınıma geldiğini hissedebiliyordum.
Cavel'in kapısı açıldığında kalbimden boğazıma yayılan ateş boğazımı tıkamış, ateşten bir tokmak beynime tüm hışmı ile vuruyordu.
"Oss...Osman bu o değil." deyip adama doğru iki adım atmıştım ki Osman yetişip kolumdan yakaladı.
"Dur Abi sen zahmet etme ben silerim."
Cavel'in aracına yakıt dolduran pompa'nın yanında ki su haznesinden camsil'i alan Osman koluma girip geri çevirdi.
"Komutanım Allah aşkına yıllardır hasret kaldığınız rütbenize daha bugün kavuştunuz. Bu kadar kameranın arasında olacak iş mi bu ?"
Dişlerimi var gücü ile sıkan çenemi zorla gevşetmiştim.
"Lan oğlum Cavel değil bu lan. Osman Cavel değil bu Osmannnn !"
Camsil'in sünger kısmını cama süren Osman yüzüme bakmadan mırıldandı.
"Komutanım sizin aklınız başınızda değil. İlerde çevirir alırız bunu. Belliki farkına varmış çakal. Sorgular konuştururuz. Bakın burada bu adama birşey yaparsanız intikamınızla birlikte hapiste çürürsünüz."
Osman'ın söylediği az da olsa düşünmeme vesile olmuştu.
"Haklısın ! Tibet Binbaşı'nın kolu bilmediğimiz bir çok yere uzanıyor. Buldu; kaybetsek bile yine bulur."
'İnşAllah bulur !'
Osman camda işini bitirip yüzünü bana döndü.
"Haahh şöyleee ! İşte benim komutanım bu. Şu it kalkmadan ben su alayım size." deyip hızlı adımlarla giderken arkasından seslendim.
"Osmaaann !"
"Buyur Abeeyy !"
"Üç-dört tane de sade soda al."
"Tabi hemen alıyorum." deyip kaldığı yerden aynı hızla devam etti.
Karşımdaki deposu'nun dolmasını bekleyen temiz yüzlü adamdan gözlerimi ayıramazken, o bana gözucuyla bile bakmamıştı. Şüphelenmiyor olamazdı. Tuna gibi uyanık asker'in zaafından faydalanıp saniyeler içerisinde Cavel'i kaçırmayı başaran birisi, bizi görmese de yanı başında duran ve kinli gözlerle onu seyreden birisine az da olsa göz atardı. Bu her kimse, bizim onu takip ettiğimizi, kendini nasıl bir ateşe attığını bilmiyordu.
Ya da; Çok profesyonel !
Marketten çıkan Osman'ın, işi biten pompacıya teşekkür eden adama hiç bakmaması, arada kaldığım düşünceleri net bir şekilde noktalamış.
Bu adam en az Bordo Bereli bir suikastçı kadar profesyoneldi.
Bizim aracımızla işi biten pompacıya yaklaşan Osman elindeki kasa fişini uzatıp;
"Bu sende kalıyordu değil mi kardeşim ? Çok teşekkür ederim, iyi çalışmalar." deyip şoför kapısını açtı.
"Hadi Abi sen gelmiyor musun ?"
Osman'ın sorusuna cevap vermeden araca bindiğimde adam çoktan kalkışa geçmişti.
"Gidiyor Komutanım. Haydi Bismillah !" deyip takibe koyuldu.
Telefonun diğer ucunda Tuna'nın beklediği aklıma gelmişti. Yıllardır aynı mevziye yattığım kardeşimin bu gibi bir gaf'a düşmeyeceğine adım kadar emindim.
"Tuna ne yaptın sen Tuna ? Bu Cavel değil !"
"Kom... Komutanım nasıl olur ? Ben on saniye bile ayırmadım gözümü. Onun kapıyı açtığını gördüm, dönüp kendi arabama bindim."
"Kardeşim araçtan temiz yüzlü biz gibi otuzlu yaşlarda adam indi. Cavel ile alakası yok."
Cavel'in sedan'ı, sağa parketmiş onu bekleyen Tuna'nın beyaz Volvosu'nun yanından geçerken, Tuna konuştu.
"Komutanım bu imkansız ! Şimdi yandan arabanın arka koltuğuna baktığımda filmli de olsa diğer cam'ı gördüm. Cavel arabanın içinde değil ya da arka koltuğa yattı." dediğinde Osman söze girdi.
"İmkânsız devrem ! Market'e giderken açık kapıdan baktım. Arkada yatan kimse yok. Adam iri bir domuz. Koltukların arakasında göze batmadan saklanması'nın imkânı yok."
Osman'ın market'e gitmesindeki amacı anladığımda paslandığımı, askerliği neredeyse unutma aşamasında olduğumu hissetmiştim.
"Kardeş bu adam duman olup uçtu mu ?"
Tuna'nın sorusu cevapsız kalırken, önümüzde ki adam her ne haltsa hızlanmaya başladı.
"Osman farkettiyse de olan oldu. Bas gaza kaybetme şunu."
"Emredersiniz Komutanım ! Siz hiç merak etmeyin. Karşımıza çıkan ilk tenha yerde çevireceğiz adamı."
Osman silecekleri çalıştırdığında Zeliş'in ağladığını farkettim.
'Ağlama yavrum n'olur ağlama. Baban bulacak, yakalayacak o şerefsizi.'
Yılan gibi kıvrılan yol, kinimi taze tutmamı istercesine o günü getiriyordu aklıma. Eşim'in; Fundam'ın asfalt'da acı ile kıvradığını görüp, belki bir araç gelir umuduyla soluma, ucu bucağı görünmeyen yola bakmıştım.
"Funda ! Yapma bak sakın ! Sakın kendini bırakma !"
"Sen Zeliş'e bak Burak ! Ben iyim."
Değildi ! Yarası ölümcül bir yaraydı ve o fıtratı'nın gereği kızını merak ediyordu.
Tostçu'nun topak yüzlü, güleç gözlü kızı, her Şehit haberinde, gözleri dolu dolu sorduğu soru'nun yanıtını yaşayarak alıyordu.
"Vurulunca canları çok acıyor mu acaba ?"
"Komutanıııııııımmmmm !"
Osman'ın silkelemesi ile daldığım düşünceden sıçrayıp aniden yüzüne baktım.
"Komutanım yapmayın Allah aşkına neye daldınız böyle ?"
Aracın yavaşladığını hissedip önüme baktığımda sedan'ın otobandan çıkıp sağdaki sapağa girdiğini gördüm.
"Birşey yok Osman n'oldu ?" deyip bıçağımla açtığım soda dan büyük bir yudum alarak kavrulan içimin ferahlamasını istedim ama nafile. Yüreğim bir türlü soğmuyordu.
"Bişey yok; 'Adam otobandan çıkıyor Komutanım.' dedim ama siz burada değildiniz Komutanım."
"Uykusuzum Osman; günlerdir uyumuyorum. Kusura bakma." deyip konuyu kapatmıştım.
'Günlerdir değil, yıllardır bu göz uyku nedir unuttu Osman.'
"Ankara sınırına neredeyse bir saat kaldı. Nereye gidiyor bu ?"
Kendi kendime 'O kadar yolu ne zaman geldik ?' diye sorup, pot kırmadan başımı bizi takip eden Tuna'ya çevirdikten sonra önümüzdeki sedan'ı seyretmeye devam ettim.
"Nereye gidiyor Komutanım bu it ?"
"Bilmiyorum Osman. Elbet bir yer vardır kafasında." dediğim anda sola sinyal veren sedan yavaşlamaya başladı.
"Komutanım burası dağ yolu gibi birşey. Pusu'ya çekmesin bu it bizi ?"
Osman şüphesinde son derece haklıydı. Sağlı-sollu oldukça sık olan, kısa pelit ve ardıç ağaçlarının arasında sıkıştırdığı yol, yağmurun da verdiği koyuluk ile dev, kara bir yılanı andırıyordu.
"Osman burası hiç hoşuma gitmedi. Çevir artık şu adamı !"
"Emredersiniz Komutanım !" diyen Osman, arkasından ateşlenme'yi bekleyen mermi misali hızını aniden artırdı.
"Tuna biz önüne geçeceğiz. Sen kal araya alalım."
"Emredersiniz Komutanım."
Osman hızını artırıp sollamaya geçecekken sedan geliş-gidişli yolda şerit değiştirip sol şeridi kapattığın da Osman son anda frene bastı. Islak yolda dengesini kaybeden araç Osman'ın son anda yaptığı manevra ile kendini tekrar yola attı.
Nefesini toparlayan Osman;
"Komutanım adam'ın şoförlüğü çok iyi. Şuna baksanıza sallanmadı bile." dedikten sonra aynadan Tuna'yı kontrol edip vites küçülttü.
"Bu benim intikamım. Sizi sokmamalıydım."
Osman konuşmak için gözlerime bakmıştı ki araya giren telefonun diğer ucundaki Tuna oldu.
"Bu sadece sizin intikamınız değil ! Biz sizin kızınızın değil, minik Şehidimiz'in intikamı peşindeyiz Komutanım."
Bu cevaba vereceğim yanıt yoktu; olsa bile gerilen boğazım buna engel oluyordu.
Zelişim göz yaşlarını kısmış, bulutlar pamuk misali birbirinden ayrılmaya başlamıştı.
Bir hamle daha yapmasına izin vermeyen sedan, işini garantiye almak için yolu ortalayarak devam etmeye başladı.
"Osman hızını sabit tut tekerine atayım şunun." deyip camı açmıştım ki;
Osman'ın;
"Sol taraf derin uçurum Komutanım. Geberir giderse konuşturamayız." demesi ile vazgeçtim.
"Sen söyleyene kadar görmemiştim orayı. Haklısın !"
Sedan sağa yaklaşıp son virajı aldıktan sonra, yüz metre ilerdeki parkedilmiş siyah jip gözümüze çarptı.
Her ihtimale karşı dışarda tuttuğum kırkbeşliğimi içeri aldığımda sol elimdeki bitmemiş soda'yı hâla tutuyor olmam şaşırmama neden oldu.
Jip'e yaklaşan sedan'ın fren lambaları yanıp, sağa yaklaştığında etrafı gözle taramaya başladım.
"Pusu olsaydı şimdiye taranmıştık Osman. Bu iş de bir iş var."
"Ayyynen öyle Komutanım !"
Jip'in arkasına parkeden sedan'nın kapısı beklemeden açılıp, dışarı çıkan adam jip'e doğru koşmaya başladı.
"Osman dur Osman. Çek arkasına."
Osman daha durmadan, araçtan indikten sonra dolu soda şişesini atarak, jip'in önüne durup kollarını havaya kaldıran adama kırkbeşliğimi nişanladım.
"Kimsin lan sen ?"
Adam hiç konuşmuyor öylece duruyordu.
Osman soldan, ben sağdan adama yaklaşırken Tuna da pusu ihtimaline karşı sağlı-sollu refüjleri kontrol ediyordu.
Osman;
"Yere yat köpek !"
Adım adım yaklaşırken 'Ailem'in Şehadetinde illâki bununda parmağı vardır.' diye düşünüp tetiği ezmemek için kendimi zor tutuyordum.
Adamla aramızdaki mesafeyi on metreye kadar indirdikten sonra Osman tekrar bağırmaya başladı.
"Araçtan uzaklaş ve yere yat !"
Bizim görmediğimiz noktaya, jip'in önüne bakan adam yüzüme bakıp ilk defa konuştu.
"Üsteğmenim gidemem ileri. Bir-kaç dakika bekleyin."
'Bu adam benim Üsteğmen olduğumu nereden biliyor ?'
Osman adam'ı dinlemiyor komutlarına titreten gür sesi ile devam ediyordu.
"Lan ne diyorsak onu yap. Gebereceksin gerizekalı."
"Astsubayım yapamam kıbledeyim. Parçalar beni."
Adam'ın akıcı Türkçesi ile son kurduğu cümle Osman ile gözgöze gelmemize sebep oldu.
Osman üç dört adım daha sola açılıp jip'in önüne baktığında çatık olan kaşları aniden gevşedi.
"Komutanım burada biri daha var. Namaz kılıyor." dedikten sonra jip'in önünü nişanlayıp bağırdı.
"Kalk lan ayağa ! Namaz sizin neyinize !"
Tuna yanımıza gelip adamı göz hapsine alırken, nişanımı bozmadan Osman'ın yanına yaklaştım.
Jip'in önündeki manzarayı gördüğümde çektiğim nefes ciğerlerimi üşütmüş, pompalanan kanım vücudumu aniden ısıtmaya başlamıştı.
"Osman, Tuna ! İndirin silahınızı !"
Silahımı belime soktuğumu gören iki devre, gözlerini tekrar adamlara çevirip silahlarını indirirken, ellerini hâla havada tutan adama baktım.
"Tamam kardeşim. Sende indir elini."
Profesyonel bir askerin silahını indirdiği anda, parmağı hâla tetik muhafazası'nın içindeyse, karşısındakini hedef olarak görmeye devam ediyordur.
"Gençler silahlarınızı belinize sokun."
Silahı'nı beline sokan Osman yüzüme bakıp;
"Komutanım kim o ? N'oluyor ?"
Namazı'nı bitiren yiğit, seccade niyetine ıslak toprağa serdiği montunu silkeleyip, önündeki kim olduğunu bilmeden kovaladığımız adama verdi.
Osman ve Tuna karşısındaki'in kim olduğunu anlamasada, gördükleri heybet bir şekilde toparlanmalarına sebep oluyordu.
"El atmak istemezdim ama çok fevri davrandınız Üsteğmenim. Sakın sizi küçük gördüğümü zannetmeyin."
Tuna ve Osman karşısındaki adam'ın kim olduğunu bilmese de yüksek rütbeli biri olduğunu gösterdiğim saygıdan anlamıştı.
"Estağfurullah Komutanım. Evet öyle oldu."
"Eeee ! Arakadaşların kim olduğunu biliyorumda; birde sen tanıştır istersen."
Osman'ın, karşısındaki adamda açık kalan ağızını görmezden gelip, elimle onu gösterdim.
"Bu arkadaşımız; Piyade Astsubay Üstçavuş Osman Kargı, diğer arkadaşımızda aynı sınıftan, aynı rütbeden devresi Tuna Eren." deyip Osman ile Tuna'ya şaşıracaklarını ve sevineceklerini bilerek karşılarındaki yiğidi gösterdim.
"Piyade Binbaşı Tibet Altay !"
Hâla ağızı açık olan Osman yüzüme aniden bakıp, derin bir nefes aldığında öksürük krizine girdi.
Tuna bir yandan Osman'ın sırtını tokatlarken, bir yandan mahcup bir şekilde Binbaşı'ya bakıyordu.
"Onun adına özürdilerim Komutanım."
"Yok önemli değil." diyen Binbaşı, başını eğip az da olsa kendini toparlayan Osman'a baktı.
"İyi misin Aslan ?"
Osman kıpkırmızı yüzü ile Binbaşı'ya bakıp esas duruşa geçti.
"İyim Komutanım. Özürdilerim."
Bir eli benim omzumda olan Binbaşı diğer elini tokalaşmak için Tuna ve Osman'a uzattı.
"Hiç önemli değil. Hoşgeldiniz."
"Hoşbulduk Komutanım."
Yol boyu ağır küfürlere maruz kalan adama dönen Gazap eli ile gelmesi için işaret yaptı.
"Bu kardeşimiz de Milli İstihbarat Teşkilatındaki elim ayağım Kaya."
"Memnun oldum beyler. Kusura bakmayın."
"Yok kardeşim. Komutanımız varsa kusur yok demektir." dediğimde Kaya'ya bakan Binbaşı arabayı gösterdi.
"Kaya arabada su var mı ? Aşağıda abdest aldım su doldurmayı unutmuşum."
Kaya cevap vermek için ağızını açmıştı ki ; araya giren Osman;
"Bizde var Komutanım ! Hemen getireyim." deyip araca koştu.
"Vay Allah razı olsun sizden." diyen Binbaşı omzuma vurup jip'in önünü gösterdi.
"Geçin bakalım şöyle."
Tanışma faslı geçmiş, sıra hesap sormaya gelmişti.
Binbaşı AUDİ Q7'nin ön ızgarasına kalçasını dayayıp, kollarını göğüsünde bağlarken söze girmeden yetişen Osman, elindeki suyu Komutan'a uzattı.
"Buyrun Komutanım."
Cam şişe'yi eline alan Binbaşı bir süre şişe'ye bakakalmıştı.
"Zenginler cam şişe de su içer Osman."
Osman;
"Bir kere alıyorum kırılana kadar devam komutanım. Gördüğüm pınar da dolduruyorum. Daha sağlıklı."
Osman'ın bu çıkışına hep birlikte gülümserken Binbaşı'nın gözü bende takılı kaldı.
"Hayırdır Burak, yüzün hiç gülmüyor."
"Olmadı Komutanım. O kadar emek, bekleyiş boşa gitti." deyip, başımı tepemizde bizi seyreden Zelişe çevirdim. Bütün bulutlar önünden çekilmiş, göz alıcı nuru ile beceriksiz babasını izliyordu.
"Kinin, intikam arzun profesyonelliğinin önüne geçmesin Burak. Tut kendini. Siz Özel Kuvvetlerdensiniz. Sen gayriresmi bir iş yapıyorsun." deyip Tuna'ya baktı.
"Adamı sınıfından odasına, odasından aracına kadar takip ettin Tuna. Milenyum çağındayız böyle yapmayın. Her yer kamera."
Ne yaptığını adım adım bilen Binbaşıya şaşıran Tuna;
"Haklısınız Komutanım." deyip gözünü kaçırdı.
"Benim haklı olmam birşeyi değiştirmiyor."
Gözlerimi kısıp Binbaşı'ya baktım.
"Cavel'in aracını Kaya aldıysa Cavel nerede Komutanım." dediğim an da Binbaşı'nın telefonu çaldı.
Telefonu cebinden çıkarıp ekrana bakan Gazap, işaret parmağını kaldırıp;
"Açmam lazım. İç İşleri Bakanı arıyor." demesi, sigara içerken babası arayan liseli gibi istem dışı herkes'in kendine çeki düzen vermesine sebep oldu.
"Efendim Zümra !"
Binbaşı'nın arkasını dönmesinden faydalanıp hep birlikte gülümserken, donup kaldığını görmemiz moralimizi düşürmüştü.
'Hayırdır inşAllah !'
"Evet bitmek üzere.......... Ta...tamam inşAllah ............ Evet çok güzel düşünmüşsün de; nasıl yapılır bilmiyorum. Biliyosun bu şeylerden anlamam............Ta ..... tamambakalım öyle olsun. Haydi görüşürüz." deyip telefonu kapatan Binbaşı yüzünü bize döndü.
"Eğer acele ederseniz birbuçuk saat sonra en ağır görevlerden birine gideceğim."
"Anlamadım Komutanım neye acele edelim."
Şişeden bir yudum daha alan Binbaşı;
"Gelin !" deyip Q7'nin bagajına ilerledi.
"Kaya, otopark kamerası'nın hareketli olmasından faydalanarak o kamerayı atlatıp, Cavel'in aracına önceden binmişti. Bende tıpkı Cavel'in aracı gibi bütün camları filmli olan sahte plakalı jipim'i, ince hesaplarıda göz önünde bulundurarak sedan'ın yanına park ettim. Aracındaki koyu filmlerin gazabına uğrayan Cavel kapıyı açtığında koltuğuna oturmadan Tuna yönünü değiştirip kendi aracına yöneldi." deyip bagajı açan Binbaşı'nın yaptığı hareket ister istemez bir adım geri atmama sebep olmuştu.
Bütün kinim nefretim Gazap'ın ayaklarının önünde yatıyordu. Nefesim daralmış, elim ister istemez boğazıma gitmişti. Bu nefretin içimi parçalamaması için yapacağım tek şey güneşe, beni pürdikkat izleyen kızıma bakıp hüzünlenmek olmuştu.
'Çok şükür Rabbim.'
Siyah gözleri uzun kirpikleri'nin arasında kısılan Binbaş'ı, Cavel'in nefret dolu bakışlarına aldırmadan konuşmasına devam etti.
"Bu it'in arabasına saklanan Kaya, Tuna arkasını döndüğü an da Cavel'e tekme atıp, aynı anda kapısı açılan jip'in içine fırlamasına sebep oldu. Kapıyı kapatıp Cavel'i etkisiz hale getirmekte bana düştü." deyip Tuna'ya baktı.
"Tuna; Ömer Halisdemir nasıl şehit oldu ? Sence otuz metre mesafeden o hain'i vurup kaçamazmıydı ? Tabi ki vururdu ! Ama emir kesin olduğu için yeteneklerine güvenip işi şansa bırakamazdı. Canı'nı hiçe sayıp gitti, köpeğin kafasına sıktı.Ömer Halisdemir de bir Bordo Bereliydi. Emir aldığın zaman ağır ve dikkatli adım atmalısınız. Verilen emri yerine getirmek için canın pahasınada olsa yüzde yüz sonuçlar alacağın stratejiler üretmelisiniz." diyen Binbaşı elindeki su dan bir yudum daha alıp devam etti.
"Şimdi diyorsunuz ki; 'Kameralar Cavel'in aracını çıkarken ve Tuna'nın aracını onu takip ederken gördü.'... Evet gördü. Ama o görüntüleri daha önce çekilmiş görüntüler ile değiştirecek bir MİT Aslanımız var. Anadolu Üniversitesi'nin Bilgi işlem Sorumlusu Akif. Otopardaki görüntüyü değiştiremezdi; çünkü daha önce den Cavel'in aracının yanına bir Q7 parkedilmiş olamaz, olsa bile bunu bulmak çok zaman alır. Siz daha Eskişehir'i çıkmadan Akif nizamiyedeki kamera görüntülerini montajladı." deyip kolları ve ağızı bağlı bir şekilde yerde yatan Cavel'i kaldırarak dizüstü oturttu.
"İki çift laf edeyim Cavel senindir Burak." diyen Binbaşı, Cavel'in ağızını açıp uzun saçlarından tutarak bakışlarını yukardan seyreden kendisine çevirdi.
"Bunu öğrenmeden gitme. Viski şişesi elinde,yakaladığın bitik halde ki İ145712T ile Hannah'ı bekleyecektin. O karşında Cavel ! Buradayım."
Binbaşı'nın ne dediğini biz anlamamıştık ama; Cavel'in güneşi hiçe sayarak irileşmiş gözlerinden ve kesik kesik aldığı nefesten, Binbaşı'nın ne anlatmak istediğini anladığına emindim. Bedenini ölüm korkusu saran Cavel, Binbaşı'nın gözlerinden ayırmadığı gözleri ile yalvarırken, Binbaşı beklemediğimiz, acı dolu bir hareket yaptı.
"Hannah'ın söylediği gibi Cavel ! Eğer bulunduğun mekanda bir Türk varsa; Şişe'nin nerede duracağına sen değil o karar verir." dedikten sonra elindeki cam su şişesini Cavel'in ağızına sokup, dirseği ile arkasına kuvvetli bir darbe indirdirdiğinde boğaz borusunun kabardığı dışardan rahatlıkla görülmüştü.Karşımdaki en azılı düşmanımda olsa, bu hamle istemeden yutkunmama sebep oldu.
Cavel'in acı ile bağırışlarına aldırmayan Gazap yanıma yaklaştığında Tuna ve Osman istemeden bir adım geri çekildi. İlk gördükleri güleryüzlü, mütevazi Binbaşı ile şimdi ki psikopat Binbaşı'nın uzaktan yakından alakası yoktu.
"Haydi Burak ! Yıllardır beklediğin Cavel karşında."
Kenarlardan yırtılan ağzı ile kan içinde haykıran Cavel'e yaklaşıp, kırkbeşliğim'in kızağını çekerek, mermiyi yatağa yerleştirdim.
Tetiğini art arda ezdiğim tabancanın sesi bugün ayrı bir güzel, ayrı bir gür çıkıyordu. Ondört mermiyi kafasına yiyen bebek katili artık insandan ziyade, kafası, kanlı bir ezmeye dönen leş olmuştu.
İçimden dışarı taşıp huzur veren serinliği kelimelere dökmemin mümkünatı yoktu. Yıllarımı, mesleğimi feda ettiğim intikam zincirinin son halkası Cavel köpeği ile son bulmuştu.
Canının çıktığından emin olduktan sonra ilk yaptığım şey tepemde beni seyreden Zelişime bakıp huzurla baş sallamak oldu.
Yanıma yaklaşan Binbaşı'yı farkettiğimde, gözlerimi bakmaya doğamadığım kızımdan çekip ona çevirdim.
Huzur veren tebessümü ile kalbimin üzerine elini koyan Binbaşı;
"Kalbindeki kîn'in, boşaldığındaki verdiği hazzı çok iyi bilirim Burak. Allah yolunu bahtını açık etsin."
Bana bu mükafatı veren Komutanıma baktığımda yaptığım ilk şey yüzümü omzuna bastırıp ciğerlerim yanana kadar bağırmak olmuştu.
"Amin Komutanım AMİİİİNNNN !"
Nefesimi toparlayıp yüzüne baktım.
"Bu hak ödenmez Komutanım. Bana verdiğiniz bu iyiliğin hiç bir karşılığı olamaz. Helâl etseniz bile beni tatmin etmez."
"Helâl olsun koçum ! Senden iki isteğim var."
"Emredin yolunuzda öleyim Komutanım. Sizin her sözünüz istek değil emirdir bana."
Binbaşı;
"Bir; Beni bir saat içerisinde Ankara'ya yetiştir. İki: Yalnızlık Allah'a mahsus. Biran önce helâl süt emmiş birini bul ve evlen."
"Bu benim için çok zor Komutanım. Ben artık sevememde evlenemem de."
Hâla yaşadıkları şoku atlatamayan Osman ve Tuna'ya bakan Binbaşı;
"Biraz önce emrimle ölecek adama bakın." deyip tekrar bana döndü.
"Sevgiyi Allah yarattı, O kime isterse ona nasip eder. Bekle; o günü bekle Burak. Şimdi beni Ankara'ya yetiştir ! Hayatımda ki en zor görevlerden birine gidiyorum."
Binbaşı'nın kendisine döndüğünü gören Kaya, elindeki montu uzatıp, o konuşmadan soracağı sorunun cevabını verdi.
"Cavel'in aracını almak için kapalı çekici yolda. Bu leş de, arabanızda bende Komutanım. Yolunuz açık olsun."
Kaya'ya doğru iki adım atan Binbaşı, sarılıp yüzüne baktı.
"Hakkını helâl et kardeşim. Sana bir sürü zahmet verdik."
"Helâl olsun. Zahmet ne demek Komutanım ? Ben alıştım bu durumlara. Gazap'ın emrinde çalışmak benim için gurur."
"Sağol Kayam Allah'a emanetsin." deyip Osman ve Tuna'ya döndü.
"Beyler biraz kısa oldu ama kusuruma bakmayın. Müsait olduğumuz bir gün uzun uzun sohbet ederiz."
Komutan'ın uzattığı ele karşılık veren Osman;
"İnşAllah Komutanım."
Tuna;
"İnşAllah Komutanım. Bizim için onurdur. Sizden öğreneceğimiz çok şey var."
"Yok estağfurullah. Haydi kalın sağlıcakla." deyip Osmanla benim kullandığımız araca bindi.
"Kaya ! Çok teşekkür ederim kardeşim. Osman, Tuna daha sonra görüşürüz. Güzel bir yemek sözüm olsun."
Osman;
"Önemli değil Komutanım. Siz tekrar bizimlesiniz ya o bize yeter. Gidin de bekletmeyin Komutanımızı."
Bazı minnetler dilden dökülmüyor, dökülse bile minnet duyduğun insanı doyurmuyor. Onlara sırtımı dönmeden arabaya doğru geri geri adımlamaya başladığımda yıllarca görev yaptığım kardeşlerimin, bakışlarımdaki gururu, muhtaçlığı, minneti gördüklerinden emindim.
Aracın kapısını açıp direksiyona oturduğumda Binbaşı'nın yanmayan çakmağı ile cebelleştiğini gördüm.
"Ula kapat kapıyı Burak rüzgar gelmesin."
Bu adam ne kadar gizli psikopat olsada, özünde mükemmel, doğal komik bir insandı.
"Yanmıyor namussuz."
Onu seyrederken araba'nın çakmağı aklıma geldi.
Çakmak düğmesine basıp ısınmasını beklerken, yüzüme küfür eder gibi bakıp ağızındaki sigaranın aşağı doğru sallanması bağıra bağıra kahkaha atmama sebep olacak bir durumdu ama onun yüzüne karşı bunu yapmayı henüz maçam yemediği için zorda olsa yuttum.
"Baştan desene kardeşim 'Araba'nın çakmağı var.' diye !"
Önümüzdeki keskin virajı aldıktan sonra yüzüne baktım.
"Bilirsiniz sandım Komutanım."
"Bilmiyorum Burak ! Aklıma çocuklarım gelipte, içimdeki özlemin kalbimi sıkması bana herşeyi unutturuyor."
Gözleri camdan dışarı dalan Binbaşı sigarasını yakmaya hazır olan çakmağın sesini duymamıştı bile.
"Komutanım çakmak !"
Yüzünü bana dönüp anlamsız bir şekilde baktığında, ne denli acı çektiğini gözlerinde göre bilmiştim.
"Çakmak hazır Komutanım !"
Elini çakmağa atan Gazap;
"Haayyytt canını yerim senin." derken sigarasını yakıp yüzünü tekrar cama çevirdi.
"Uyuz olurum sigara ağızımdayken çakmağın yanmamasına." deyip bir süre bekledikten sonra daha durgun, daha solgun bir sesle devam etti.
"En çaresiz anında silahının tutukluk yapması gibi birşey."
HİLÂL'DEN...
Zümra Abla'yı çoktandır görmüyorum. O gelecek değil mi veli toplantısına ?"
Tabağındaki patates kızartmasından ağzına atan Şûrâ çiğnemeden cevap verdi.
"Evet o gelecek. Özlemen normal, ben evdeyken mutfağa gittiğinde bile özlüyorum."
Öğle istirahatinde olan okulun kantini veli toplantısı olması sebebiyle daha da kalabalıktı. Bunu göz önünde bulundurup erkenden gelerek cam kenarındaki masamızı kapabilmiştik. Her zaman sormak istediğim ama çekindiğim soruyu Şûrâ'nın deniz gözlerine bakarken sormaya karar verdim.
"Senin hakkında doğru düzgün birşey bilmiyorum."
Ayranı'nı çekerken pipet ağızında kala kalan Şûrâ, yüzüme bakıp gülümsedi.
"O nereden çıktı yavrum şimdi ?"
"Yavrum ne kız ? Türlü türlü laflar duyuyoruz." dediğimde ikimizde gülümsemiştik.
"Evlatlık olduğunu biliyorum, aslen Azerbaycanlı olduğunuda biliyorum. Ama babana, annene, kardeşlerine nasıl bu kadar bağlandın, onlar sana nasıl bu kadar bağlı kaldı anlayamıyorum ? Üstüne üstük Zümra annen öz annen kadar benziyor sana."
"Ben onların yanında gözümü açtım. Gerçek anne ve babamı doğru düzgün hatırlamıyorum bile. Onun içindir."
Her zaman ki gizli kapaklı Şûrâ yine karşımdaydı.
Yapmacık bir trip atıp gözlerimi cama çevirdim.
"Çok yapmacık inandıramıyorsun." derken umrunda bile değildim.
"Bakma öyle ! Hatırlamadığım şeyin neyini anlatayım sana ?"
"Var sende bir şeyler. Öyle hissediyorum. Göründüğün gibi değilsin. Sende gizemli birşeyler var ve..." derken pislik Batu'nun araya girmesiyle sohbetimiz yarım kaldı.
"Biraz sonra babam buraya gelecek. Seninle tanışmayı çok istiyor."
Şûrâ şaşkınlıkla yüzüme bakıp, doğru anlayıp anlamadığını attığım ifademden teyit etmeye çalışıyordu.
Doğru anladığına kanaat getirip çatık kaşlarını başında dikilen Batu ve yalakalarına çevirdi.
"Lütfen bırak artık peşimi, yalvarıyorum, n'olur bırak. Bu gidişinin sonu iyi değil. Sen beni nasıl anlatıyorsun ki baban beni merak etsin. Bir kere bakmadım bile sana. Nereden gelsen yolumu değiştirdim."
Batu ısrarında kararlıydı.
"Bakmıyorsun ama için için bana birşeyler beslediğinden eminim."
Şûra tıpkı ben gibi, tiskinti ile bakıyordu Batu'ya.
"Sen gerçekten hastasın. Yemin ederim hastasın sen."
Şûra'yı parmağı ile tehtid eden Batu;
"Babam geldiğinde tıpış tıpış yanına gideceksin. Okul'un yüzde sekseni babamın. Yarın kendini kapıda bulmak istemiyorsan gidip babama güler yüz göstereceksin." deyip arkasını dönerek yalakaları ile ilk bulduğu masaya oturdu.
Şûrâ, sanki söyleyecek birşeyim varmış gibi yüzüme bakıyordu.
"Şûrâ bu salak ciddi görünüyor."
Yüzünü iki elinin arasına alan Şûrâ, bir süre öyle bekledikten sonra başını aniden kaldırıp masadaki telefonunu eline aldı.
"Yapacak birşey kalmadı."
Ne yapacağını, kimi aradığını telefonun açılmasını beklerken merak ediyordum.
"Asel abla nasılsın ?................... Bende iyim abla. Takıntılı bir salak bir yıldır benirahatsız ediyor. Babası okul'un büyük hissedarlarından olduğu için, beni okuldan
attırmakla tehtid ediyor................... Evet Abla ............... Tamam ama şimdi birşeyolursa ne yapacağım................ Tamam söz veriyorum ............. Fazla ileri
gitmeyeceğim. Çıkışta siz sıkıştırın o zaman ............Tamam Abla teşekkür ederim."deyip kapattığında konuşmalarından dolayı şok durumdaydım.
"Kızım hayırdır ? Kim kimi sıkıştırıyor, kızlar çetesinde misin sen ?"
"Bugün iyi ki pantolon giyinmişim."
Söylediğinden hiç birşey anlamamıştım.
"Ben ne diyorum sen ne diyorsun ? Aloooo ne geçiyor aklından."
Sanki o tehtidi o almamış gibi gülümsüyordu.
"Yok birşey canım. Sen keyfini bozma."
Şûra'nın yüzüne anlamsızca bakarken, kantin kapısından Burhan Bey ve korumalarının girdiğini gördüm.
"Şû ..... Şûra geldi. Şûra Batu'nun babası geldi."
Şûra yüzünü bile çevirmiyor, sakin bir şekilde olacak olanları bekliyordu.
Yanına giden Batu'ya sevgiyle sarılan Babası yüzüne baktığında, hiç zaman kaybetmeyen Batu, eli ile bizim masamızı gösterdi.
"Şûra seni gösteriyor kızım. Bu kadar sakin olma yemin ederim bacaklarım çalışsa olduğum yerde tepineceğim."
Ayranındaki son yudumunu çekip yüzüme baktı.
"Sakin ol ! Batu geldiğinde masadan biraz uzaklaş. Çok sabrettim yeter artık."
Babası ile hoşbeş'i bitiren Batu bize doğru adımlamaya başladı.
"Şûra ne geçiyor aklından ? Buraya geliyo !. .... "
"Sen sadece söylediğimi yap ! O geldiğinde sandalyeni masadan bir adım kadar uzağa sür."
Cevap vermeye kalmadan, Şûra'nın yanındaki sandalye'ye oturdu.
"Aşkım babamla tanışacaksın hadi !"
Kendinden emin bir şekilde Batu'ya bakan Şûra.
"Bak bunu şimdiden söyleyeyim. Bir yıldır bu okulu cehennem ettin bana. Bunu buraya kadar sen getirdin, beni sen zorladın."
Şûra'nın söylediklerine anlam veremeyen Batu gözlerini babasına çevirip dişlerini sıkarak tekrar Şûra'ya döndü.
"Kızım salak salak konuşma. Gel dedim sana !"
Sandalye mi bir adım geri sürerken daha fazla dayanamayıp araya girdim.
"Batu zorbalık yapma. Defol git şuradan !"
"Sen sus kız pis sakat !" dediğinde hâla sakinliğini koruyan Şûra Batu'nun ensesindeki saçı ile oynamaya başladı.
"Bu hakaretin daha çok canını yakacak."
Batu'nun ensesinden tutan Şûra, biz yaşlardaki kızlarda bulunmayan bir kuvvet ile başını cam masaya vurup burnundan gelen kemik sesine aldırmadan ayağa kaldırarak, sol elini Batu'nun bileğine, sağ elinide dirseğine atıp nereye fırlattığına bakmadan savurdu. Üç masayı deviren Batu yere kapaklanıp anca dura bilmişti.
Şûra, ona doğru hamle yapmaya hazırlanan yalaka Serkan'a bakıp;
"Emin misin ?" dedikten sonra boğaz kısmına sıkı bir tekme geçirdi. Darbe'nin etkisi ile boğulur gibi ellerini boğazına atan Serkan yere serilirken kızaran yüzünü, gözlerinden akan yaşı görmüştüm. Kavgaya şahit olan öğrenciler ve ailelerinin kimi dışarı çıkarken, kimi kavgayı izlemeyi tercih etmişti.
Benim gözüm, beni titretecek derecede kavga eden Şûra'dan başkasını görmüyordu.
Bu kez üzerine koşan Barış olmuştu.
Şûra'yı iri gövdesine güvenip koştuğu hızla devireceğini sanan Barış, koltuk altına ve koluna atılan eli gördüğünde neler olacağını anlamaştı ama; bu kızın karşısında, bu okuldaki hiç bir kuvvet'in güc yetiremeyeceğini, geldiği hız ile omzundan tutulup, cam masayı tuzla buz ettiğinde anlamıştı.
"Oohaaaaaaa !!!"
Bu istemsiz tepkiyi yerde kıvranan Barış'a bakarken verdiğimde, sinirinden bana birşey yapar diye korkmadım değildi.
Başımı kaldırıp Şûra'ya baktığımda, üzerine gelen üç tane takım elbiseli korumaya karşı dimdik durduğunu gördüm.
"Yuuuhhh !"
En önden gelen koruma Şûra'nın omzuna elini atacaktıki, kendininkine göre oldukça küçük olan iki bilekle durduruldu. İki eli ile koruma'nın bileğini kilitleyen Şûra, parmak uçlarından tutup adamın haykırışına aldırmadan geri doğru büktü. Kıvranarak, bırakması için gözleri ile Şûra'ya yalvaran koruma çenesine yediği diz ile yeri öpmek zorunda kaldı.
Kalan iki koruma temkinli yanaşırken, Şûra'da boş durmayıp umursamadan da olsa gardını alıyordu ki Burhan Bey'in sesi yükseldi.
"Lan tutun şu hayvanoğlu hayvanı."
O ses den sonra, olanları hiç umursamayan Şûra'nın içinden bir canavar çıktı.
"Babama hayvan DEMEEEE !!!"
Şûra iplerini bu haykırıştan sonra koparmıştı. Şu dakika'ya kadar kendini savunan Şûra, iki korumanın üzerine doğru iki adım atıp, sağ taraftaki'nin kasıklarına sıkı bir tekme attığında darbeyi yiyen adam'ın tuttuğu nefes içinde kalmıştı.
Bütün olan biteni kenara çekilip izlemekle yetinen Batu ve yalakaları'nın içerisine düştükleri şok acılarını bile unutturmuştu.
Şûra diğer korumanın hamlesinden başını yere eğip kurtulurken, tam doğrulacağı anda yerdeki koruma dağınık saçından tuttu. Ondan saçını kurtarıyorum derken diğer koruma elini atıp Şûra'nın sol kolunu kilitledi. Kıvranan korumada zor-bela ayağa kalkıp diğer kolunu tuttuğunda Şûra'nın kaçacak hiç bir yeri kalmamıştı.
Sandalyemi onlara doğru sürüp elimden gelen tek şeyi yaptım.
"N'olur bişey yapmayın ona yalvarırım."
Burhan şerefsizi beni duymamazlıktan geliyor, dişlerini sıkarak Şûra'nın üzerine yürüyordu.
"Ya ne bakıyorsunuz engel olsanıza. Hiç mi Allah korkunuz yok sizde."
Kimseden hayır gelmeyeceğini anlayıp Burhan'ın elinden tutmaya çalışırken sandalyeden düştüm.
Kendi durumuna aldırmayan Şûra benim düştüğümü gördüğünde var gücü ile çırpınıyordu ama kurtulmasının imkânı yoktu.
Şûra'ya yaklaşan Burhan'ı yaşlı gözlerle seyrederken koltuk altlarıma giren bir çift kuvvetli kol ile başımı kolun sahibine çevirdim. Hiç görmemiştim ama çok tanıdık geliyordu.
Beni sandalye'ye koyarken gördüğüm delici bakışlarını Burhan'a çeviren adam, Şûra'ya vurmak için kalkan elini havada oldukça sakin bir şekilde yakalayarak geri çevirdi ve koluna dizini vurup değersiz bir tahta parçası gibi kırdı.
Patronları'nın derdine düşen korumalar Şûra'yı bırakıp adama hareketlendi. Önden gelen koruma yediği yumruğun şiddeti ile başını yere vurduktan sonra hareketsiz kaldı. Diğer koruma'nın 'Kaçsam mı, kaçmasam mı ?' diye düşündüğünü bakışlarından anlaya biliyordum.
Karşılarındaki adam sakinliği ve biraz önceki attığı bitirici yumruğu ile insansütü bir varlık olduğunu gösteriyordu.
Koruma mantıklı olanı yapmış ellerini kaldırmıştı.
"Tamam Abi ! Biz emir kuluyuz. Lütfen yapma."
Kahraman söylenenlere aldırmıyor, korumanın üzerine yürümeye devam ediyordu.
Geri geri yürüyen koruma sırtını kolona çarpmasıyla başını umutsuzca yana yatırmış, çaresizce karşısındaki adama bakıyordu. Adam korumanın boğazına vurduğunda tekrar kolona yapışan koruma'nın gözlerinin beyazı çıkmış, elini Kahraman'ın elinden kurtaramayacak kadar bilincini kaybetmişti.
Koruma'nın elini kapan Kahraman'ı durduran Şûra'nın kekeleyerek konuşması oldu.
"Bab ..... Baba !"
"Neeeeeee !!!"
Şûra'ya gözlerini çeviren Babası, bir daha çekmeden kızının saçları'nı arasında tutan parmakları kirbit çöpü gibi kırmaya başladı.
Kenarda hüngür hüngür ağlayan Batu babasına hiç bakmıyor, 'Nasıl kurtulsam ?' diye düşünüyordu.
Hepsi saniyeler içinde nakavt olmuş yerde kıvranırken, babasının üzerine yavaş adımlarla yürüyen Şûra'nın gözlerinde ilk defa yaş görmüştüm.
Babası Şûra'nın saçlarına elini atarken, Şûra ise inanamıyormuş gibi küçük ellerini Babası'nın yüzünde gezdiriyordu.
Şûra'nın elleri arasında çocuk misali kaşlarını kaldıran Rahman Amca dolan gözleri ile kızına baktı.
"Benim ! Benim kızım. Ben geldim. Baban geldi nûrum, Baban geldi GökGözlü Aybalam !"
Buraya kadar kendimi sıkmıştım ama Şûra'nın ciğerlerini parçalarcasına attığı son haykırık;
"BABAAAAAMMM !!!"
...Ve sıkı sıkıya sarılışı bir çok kişinin kendini bırakmasına sebep oldu.
En az iki dakika birbirine sarılan baba-kız, Rahman Amca'nın, Şûra'nın saçlarının arasından ürkütücü gözlerini açıp, Burhan'ı yerde kıvranırken görmesi ile sona erdi.
Şûra'yı önünden çeken Rahman Amca, küçük bir çocuk gibi Burhan'ın kulağından tutup ayağa kaldırdı.
"Bak.... Yap ..... Yapma. İstediğini yaparım. Şikayetçi olmam. Kızın ücretsizokuyabilir."
Şûra;
"Baba yapma değmez."
Şûra'yı duymayan Rahman Amca adamın diğer kolunu kıracakken istemsizce bağırdım.
"Rahman Amca yapma n'olur !"
Kan akan gözlerini bana çevirdiğinde bekleyip, Burhan'ın yüzüne bir süre baktı.
Galibi baştan belli olan kavga'nın sonu, Rahman Amca'nın Burhan'a yerleştirdiği, kantini inleten Osmanlı tokatı ile son bulmuştu.
Burhan ve korumaları'nı ölü gibi hareketsiz bir şekilde yerde bırakıp, veliler'in alkışları, öğrencilerin ıslıkları arasında kantinden çıktık.
Sandalyemi iten Şûra'nın elinden beni devralan Rahman Amca'nın hiç birşey olmamış gibi özlemle koluna sarılarak yürüyen kızına bakıp gülümsemesi beni şaşırtmıştı.
"Baba bak bu benim en iyi arkadaşım, hatta kardeşim Hilâl."
Şûra'ya bakıp kaşlarımı çattım.
"Bende 'Ne zaman tanıştıracak ?' diye bekliyorum. Anlayışsız kardeş."
"Memnun oldum Hilâlim. Sen ne kadar cesursun öyle."
"Bende memnun oldum Rahman Amca. Aslında hiç cesaretim yok ama; bilmem ki bugün böyle oldu."
"Hayır ! Sen çok cesaretli birisin. Bu güne kadar bu yapını ispatlayacak olay yaşamamışsın o kadar."
Sesi ne kalın ne de inceydi; ama oldukça otoriter ve ikna ediciydi. Ayrıca Şûra'nın gösterdiği resimlerden çok daha yakışıklıydı.
"Teşekkür ederim Rahman Amca. Açıkçası sizde hiç muhasebeci gibi davranmadınız. Hadi sizi boşverelim, Şûra'nın bu durumuna ilk defa şahit oldum ve etkisinden birkaç gün daha kurtulacağımı zannetmiyorum." deyip Şûra'ya baktım.
"Ben sana gösteririm. Bana anlatacak çok şeyin var Son Masa Bükücü."
Bu esprim'in Rahman Amcamı güldürmesi hoşuma gitmişti.
"Şûra, Amca'nın spor salonunda kol kilitlerine daha çok çalışmalısın. Çok zayıfsın."
"Baba adamlar çok kuvvetliydi. Yakalanmamaya çalıştım ama dağınık saçım'ın azizliğine uğradım. Biraz daha gelmeseydin halledebilirdim." dediğinde Şûra'yı gıcık etmek için araya girdim.
"Hı hı tabi tabi !"
Rahman Amcam'ın beni çok sevdiğine saçlarımı dağıtmasıyla anlamıştım ve buna çok memnun olmuştum.
Bana birşey diyemeyip Babasına bakan Şûra;
"Seninde parfüm'ün çok kötü baba. Değiştirmelisin. Biliyorum sigara kokusundan tiskinirim diye sıktın ama bu sigaradan daha kötü kokuyor."
"Trafik ışıklarındaki seyyar satıcıdan aldım. Kusura bakma siz liseliler kadar hakim değilim markalara."Baba-kız arasındaki çekişmeli muhabbet oldukça hoşuma gitmişti.
"Baba kusura bakma seni bu işe sokmak istemezdim. Ne yaptıysam Asel Ablam'a danışarak..."
Şûra'nın cümlesi babasının ani bakışı ile yarıda kaldı.
"Şimdilik onların ismini anma bana. Bütün bunların hesabı sorulacak."
'Onlar kim ? Sorulacak hesap ne ? Kim kimden, neden hesap soruyor ?'
Bahçe kapısından çıkarken Rahman Amcam tekrar söze girdi.
"İlk defa gireceğim veli toplantısıda güme gitti. Sizin dersiniz yok mu, nereye götürüyorum ben sizi ?"
"Hayır veli toplantısından sonra dağılacaktık zaten. Sana sormalı biz nereye gidiyoruz baba ?"
"Hilâl'i istediği yere bırakalım, önce Anne'nin işyerine, sonra..."
Sözü yarım kaldığında aşağıdan yukarı bakıp kırık bir tebessüm takındığını gördüm.
"Sonra ikizlerimize !" deyip derin bir iç çekerek devam etti.
"İnşAllah onlar güzel karşılar beni."
SON...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.97k Okunma |
550 Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |