4. Bölüm
Berra Beyazoğlu / İÇ SINIR / 2.BÖLÜM
“Tarafsız Bölge”

2.BÖLÜM “Tarafsız Bölge”

Berra Beyazoğlu
batininhanimi

Umay ve Çağrı önden hızlı adımlarla giderlerken, Çağrı arkasına bakmadan edemiyordu. Alaca’nın neyi nasıl yapacağını fazlasıyla merak ediyordu. Neler olacağına dair az çok tahmini vardı ancak onu göremediği için endişelenmiyor değildi. Ya şu anda kandırılıyorsa? Ya onu öldüreceklerse? Bu düşüncelerini saniyeler içinde saçma buldu. Bunu yapsa çoktan yapardı değil mi?

“Onbaşı acele etsene, yakalanmak mı istiyorsun?!”, elbette isteyeceği son şey buydu, bu yüzden elinden geldiğince biraz ilerisinden koşan güzel kadına ayak uydurdu. İkisi beraber ara sokaklardan koşarlarken birden karşılarına yabancı askerlerin çıkmasıyla durdular.

“Nereye gittiğinizi sanıyorsunuz?”, omuzlarındaki armalardan aralarındaki en yetkili kişi olduğu belli olan siyah saçlı, kısa boylu asker konuşmuştu. Aksanından yabancı olduğu belliydi zaten kıyafetleri de Vasilisa askerlerinin üniformalarından değildi. Onbaşı, Umay’ın önüne geçip onu arkasına aldı.

“Bunu soracak en son kişi sizsiniz.”

Yetkili asker tek kaşını kaldırarak Onbaşı’na aşağılarcasına baktı. “Sen buralarda yabancısın galiba? Buralı olsan bilirdin.”

“Neyi bilirmişim?”

“Burada nefes aldığını bile bildireceğin kişiler bizler olduğunu.”, asker gayet rahat ama tehditkâr görünüyordu. Diğer altı asker ise ondan gelecek emri bekliyormuş gibi hazır bir şekilde elleri, sırtlarında duran tüfeği almak için havadaydılar.

Onbaşı onların tüfeklerine göz gezdirdi. Gayet sağlam görünen piyade tüfekleriydi. Kendisinde silah olarak şuanda ulaşabileceği iki tane 4,5 mm / .177 kalibrelik Single Action Army 45 5,5" model içi dolu tabancası vardı. Kaşlarını iyice çatıp yavaşça elini beline götürdüğünde çattığı kaşları anında havalandı. Belinde olması gereken tabancalar yoktu! Göz ucuyla Umay’a bakıp belini işaret ettiğinde Umay mahcup bir şekilde gülümseyerek omuzlarını silkti.

Ne şans ama’ diye iç geçirdi Onbaşı.

Yabancı Yüzbaşı -armasından rütbesi belliydi- sinsi bir şekilde gülümseyerek, Çağrı’ya baştan aşağı göz gezdirdi. “Ne oldu? Bi sustun kaldın sen?”

Çağrı iç çekip duruşunu dikleştirdi. Bakışlarını tekrardan keskinleştirip başını dimdik tuttu. “Kimin toprağında olduğunuzu unutmayın. Karşınızda bu toprakların sahibi Vasilisa’nın Onbaşı rütbesine sahip bir askeri durmakta. Haddinizi bilin!”, bu sözleri hiçbir işe yaramamıştı. Yabancı askerler ‘bu ne söylüyor?’ dermişçesine birbirlerine bakıp kahkaha attılar.

Yüzbaşı birkaç adım atıp onlara yaklaşıp gülüşünü büyüttü. Dudaklarını birbirine bastırıp kahkaha atmamak için kendini zor tutarken başını eğdi sonra da yüzü eski halini alınca başını kaldırıp kendisinden uzun olan Çağrı’nın gözlerinin içine baktı. “Burası İç Sınır evlat. Burada güçlü olan aslan kükrer, sesi çıkmayan kedi yavrusu ise uslu bir şekilde söz dinler. Sen silahın dahi yokken bir aslana kükremeye çalışırsan, aslanın kulağına miyavlamadan başka bir şey gelmez. Şunu sakın unutma; miyavlaman İç Sınır’da senin ölümüne yol açar ve bunun geri dönüşü olmaz.”

Çağrı birkaç saniyeliğine arkasındaki Umay’a baktıktan sonra önüne dönüp hafifçe Yüzbaşına eğildi ve gözlerini kıstı. “Kimin toprağında kükremeye çalıştığını unutma. Şunu da bil her ses çıkaran aslan olsaydı o zaman gerçek aslanlara gerek kalmazdı. Şimdi çekil kenara, aslanlar geldi çakalların devri sona erdi.”

Birden iki el silah sesi duyulmasıyla yabancı askerlerden ikisi yere yığıldı. Diğerleri panikle tüfeklerine sarılırken iki el silah sesi daha gelmesiyle iki asker daha yere yığıldı. Yüzbaşı etrafa bakarken, Çağrı bunu fırsat bilip Yüzbaşı’nın üzerine atlayıp onu yere serdikten sonra kollarını yukarı doğru çekip başını ayağıyla ezip hareketini kısıtladı. Kalan askerler tam müdahale edecekleri sırada yine ikisinden biri yığılmıştı ama silah sesi gelmemişti. Umay bir film izliyormuş gibi olanları izlerken, Çağrı, Yüzbaşı ve kalan son asker şok olmuş bir şekilde yerde yatan askerin üzerindeki kadına baktılar. Onbaşı onu tanımıştı. O kadın Alaca’dan başka kimse olamazdı.

Son asker müdahale edemeden kadın tarafından silahla alnının tam ortasından vurulup yere yığıldı. Anlaşılan bu kadın binalardan birinin balkonundan veya çatısından askerin üzerine atlamış ve boynunun kırılmasına sebep olarak ölmesini sağlamıştı. Askerin üzerinden kalkıp yüzündeki maskeyi indirip yerdeki Yüzbaşına ciddi bir ifadeyle baktı. “Ne oldu Yüzbaşı? Yoksa kediciklerin daha fazla aslanların kükremesine dayanamadı mı? Ya sen?”

Yüzbaşı öfkeyle başını kaldırabildiği kadar kaldırsa da Çağrı’nın ayağıyla onun kafasını ezmesiyle tekrardan yanağı yere yapıştı. “Seni orospu! Başımıza bela mısın be kadın?!”

“Burada aslanlar kükrer, kedi yavruları ise uslu bir şekilde söz dinler aksi takdirde bu ölümle sonuçlanır, diyen sendin. Herkesin kendi görevini yapması gerektiğini sanıyordum.”, Alaca’nın sözleriyle adeta hırladı Yüzbaşı. Yabancı komutan fazlasıyla sinirlenmişti. Bunu gören Alaca yere diz çöküp ona doğru eğildi. “Hadi ama Arthur artık ayağımızdan çekil, sende uğraşma bizi de uğraştırma.”

“Sen öldün Alaca! Mezarını kazsan iyi olur!”

Alaca gözlerini devirdi. “Bu öldürdüğüm kaçıncı timin hadi yapma ama! Bak bizi ararsan tarafsız bölgedeyiz. Gelirsin bir çayımızı içersin.”, son söylediklerini sırıtarak söyleyip ayağa kalktı. Ayağa kalktığı gibi gülmeyi bırakıp Onbaşına döndü. “Bırak onu ne hali varsa görsün.”

“Peki.”, Çağrı onu bırakınca Arthur kalkmaya çalıştığı gibi Alaca onun kafasına sert bir tekme atıp bayılmasına sebep oldu. Onbaşı bunu onaylarcasına başını sallayınca, Alaca omuz silkip yürümeye başladı. Umay hızla ona yetişip yanından yürümeye başladı.

“İyi misin Kaptan?”

“Niye soruyorsun?”

“Çatıdan adamın üzerine atladın! Sen söyle niye nasılsın diye soruyorum?”

Alaca duraksayıp bıkkın bir ifadeyle dostuna baktı. “Birincisi çatıdan balkona oradan adamın üzerine atladım, ikincisi ise ayak bileklerim biraz ağrıyor ama nefes alıyorum. Neyse şu tüfekleri alalımda daha fazla oyalanmadan gidelim.”

Çağrı kaşlarını çatıp hızla yanlarına gelip elini uzattı. “Tabancalarımı alabilir miyim? Bir hırsızlığınız eksikti.”

“Hayır.”

“Ne demek hayır?”

“Artık tabancaların benim demek. Sen şu tüfeklerden al ama bilgin olsun beni vurmaya kalkıştığın an fişekleri sana yediririm.”

Çağrı bu sözlere karşı daha çok öfkelenirken Alaca tam ilerleyeceği sırada karşısına geçip onu durdurdu. “Kendini bir şey sanmayı kes. Ben Onbaşı Çağrı Çavuşluyum. Beni küçümsemeyi kesmezsen o fişekleri ben sana yedireceğim! Buraya yardıma geldim diyorum bana insan gibi davranacağın yerde bir köpeğe davranacağından daha kötü davranıyorsun! Üstüne tabancalarıma el koyup beni tehdit ediyorsun! Sen kimsin? Kimsin, kim?!”

Genç kadın adama yaklaşıp başını kaldırarak kısık gözlerini, Onbaşı’nın gözlerine sabitledi. “Ben sırf İç Sınır’da yaşadığı için bir soyadı bile olmayan Alaca’yım. Anasının karnından doğduğu günden itibaren bok gibi hayatı olan Alaca’yım. Sırf güçsüz olarak adlandırmasınlar diye karşılığını alarak yüzlerce öldürdüğüm kişilerin katili Alaca’yım. Masumların kimsesi yok onları korumak için ellerini kana bulayarak kendime kendimin masum olduğunu ikna etmeye çalışan Alaca’yım. Sence de kimseye güvenmeyip böyle davranmam normal değil mi? Bana senin lafların sökmez bunu bil. Burada kuralda benim kanunda benim. Ya beni dinleyerek işini halledersin ya da ölür gidersin. Ben o atarlandığın Yüzbaşı Arthur’a benzemem. Şimdi çekil kenara zamanımı daha fazla çalma.”, çekilmesini bile beklemeden onun omuzuna çarpıp yürümeye başladı Alaca.

“Böyle davranması gayet normal Onbaşı. Yani biraz alttan alsan iyi olur.”, Umay yanına gelip elindeki tüfeklerden uzattı. “Bu ikisini al ama dikkat et yoksa Alaca cidden o fişekleri sana yedirir.”, deyip kıkırdadı.

Çağrı tüfekleri alırken hafifçe gülümseyerek Umay ile beraber yürümeye başladı. “Sırf sen istediğin için alttan alacağım.”

“İnan bana pişman olmayacaksın.”

Üçü de adımlarını hızlandırırlarken Çağrı elinden geldiğince Umay ile sohbet etmeye çalıştı. “Eeee çocuğun kız mı erkek mi?”

Genç kadın gülümseyerek kaşlarını çattı. “Beni fazlasıyla kıskanan bir yaşında bir kızım var. Birde 10 yaşında bir erkek kardeşim.”

“Aranızda baya yaş farkı var sanırım.”, dediğinde Umay başını sallayarak onu onayladı.

“Evet annem sağ olsun. Neyse ilerlesek iyi olur Kaptan bize bakıp duruyor.”

Çağrı önüne baktığında Umay’ın dediği gibi, Alaca’nın sinirle onlara baktığını fark etti. muhtemelen yürümek yerine sohbet ettikleri için sinirlenmişti. Yapılacak o kadar şey varken sohbet etmelerini hiç hoş bulmuyordu. Onbaşı daha fazla bir şey demeden onlara ayak uydurarak yürümeye devam etti. Ara sokaklardan geçip ana yola vardılar. Onbaşı etrafına bakarken yüzünü buruşturdu. Buranın havası çok kasvetliydi. Sanki güneş buraya bilerek ışık vurmuyormuş gibiydi. Evler eskiydi, yıkık döküktü.

Sıvasının bile yapılmadığı bir evin yanından geçerlerken güçlü bir öksürük sesi duydular. Biri ölüyordu sanki. Belki de cidden ölüyordu. Merakla arkalarında kalan eve bakınca birden Alaca’nın sesinin duymasıyla ona döndü.

“Kara Veba*.”

Şaşkınlıkla kaşlarını çattı Onbaşı. “Ne demek Kara Veba? O eski zamanlardan kalma bir hastalık değil miydi? Ayrıca Bastet taraflarında görülmüştü, nasıl buraya kadar geldi?”

Genç Kaptan omuzlarını silkti. “Burası İç Sınır burada her şeyi görebilirsin. Ayrıca kara veba nadirde olsa görülebilen bir hastalık ama Sur İad*’da maalesef pek nadir görülmüyor.”

“Sur İad?”

“İç Sınır halkı buraya ‘Sur İad’ adını verdi. İad eski dilde ‘cehennem’ demek.”, diyerek cevapladı Onbaşı’nın sorusunu. Çağrı daha fazla soru sormak istese de sormadı. Alaca çok ters bir kadındı, ona hayran olmuştu olmasına ama ona karşı iyi hissetmiyordu.

“Merak ediyorsan söyleyeyim burada çok fazla hastalık var. Geçenlerde biri cüzzamdan* dolayı öldü.”, Alaca onu şaşırtarak konuşmaya başlayınca o da sohbeti sürdürdü.

“Buralarda hiç doktor yok mu?”

“Var ama çok değil. Zaten onlarda lüks yaşamak için fırsatçılık yapıyor. Kim iyi para verirse onlara bakıyor. Sırf lüks hayat için para vermeyen ailelerin çocuklarına veya sokaktaki çocuklara bile bakmadıkları olmuştu. Zavallı küçük yavrucaklar! O yaşta ölümü tadan oldu.”, bu sefer Umay cevaplamıştı Çağrı’nın sorusunu. Söyledikleri ve daha fazlası aklına geldikçe hem üzülmüş hem de sinirlenmişti. Ne de olsa o da anneydi böyle şeyleri düşünüp acısını çok iyi hissedebiliyordu.

Çağrı kaşlarını çattı. “Onları sokağın ortasında asıp sallandırmak lazım ki fırsatçılık neymiş görsünler!”

“Evet bunu yapmayı düşünüyorum.”, Alaca öfke ve ciddiyetle söylenerek eski bir ağırın kapısının önüne geldi. Onbaşı anlamıştı sonunda geldiklerini. Alaca ağırın kapılarını açıp içeriye girdi. Ellerindeki siyah deri eldivenleri çekiştirerek kahverengi bir ata yaklaştı. At, sahibini tanıdığı gibi kişneyerek başını eğip sahibinin, yelesini okşamasına izin verdi. Atından gözlerini ayırmadan konuştu Alaca. “Umay atını Onbaşıya ver, sen kendine yeni bir at bul. Bizim yolumuz uzun. Baran Komutan’a da yazdığım kağıdı vermeyi unutma ve bizim yolu uzatacağımızı ona söyle.”

“Emredersiniz Efendim.”

Alaca, atını yerinden çıkarıp sağ ayağını üzengiye basıp atın yukarısına çıkıp sol ayağını diğer tarafa attığı gibi eyerin üzerine oturdu. At o anlığına hareketlense de atın dizginlerinden tutup hafifçe çekerek sakinleşmesini sağladı. Umay’da kendi atını çıkarıp Çağrı’ya teslim etti. Çağrı’da aynı şekilde ata bindikten sonra Alaca atını hareketlendirip Umay’a yukarıdan baktı. “Yol boyunca dikkat et. Biri sana sataşırsa kimin yandaşı olduğunu onlara hatırlat.”

Genç kadın duruşunu dikleştirip başını tek sefer salladı. “Emredersiniz Efendim.”

“Senin söyleyeceğin bir şey yoksa gidelim Onbaşı.”

“Var aslında. Umay Hanım tekrardan görüşmek üzere. Buluşana kadar sizi özleyeceğim.”, deyip başını eğdi ve gülümseyerek onunla vedalaştı. Umay’da gülümsemesine aynı şekilde karşılık verip bir şey demeden ağırdan çıktı.

“Beni takip et Onbaşı. Deh!”, üzengilerle atına vurup hızla yol almasını sağlayarak ahırdan beraber çıktılar.

Yol boyunca konuşmadılar. Çağrı bir yandan Alaca’yı arkadan takip ederken bir yandan da etrafa bakınıyordu. Yıllardır duvarların arasında olan Kozlov resmen çağın gerisinde kalmış, hastalıklı ve pis bir şehir olmuştu. Cidden Kozlov’a yazıktı. Bu kadar büyük bir şehri sırf ülkenin ortasında duvar örüp suçluları koymak büyük bir haksızlıktı. Ayrıca ilk kadın padişah olan Sultan Deniz tahtayken buraya ‘Devletin Kalbi’ adını vermişken buranın böyle bir amaçla kullanılması Sultan Deniz’e büyük saygısızlıktı.

Ne kadar zamandır yoldalardı bilmiyordu Onbaşı ancak tahminlerine göre iki saat olmuştu. At sürmekten cep saatini de çıkaramıyordu ki saatin kaç olduğuna baksın. Son dinlenmeden on beş dakika sonra sonunda bir tabelada yazana göre ‘Bezmaksas* ’ adında bir ilçeye gelmişlerdi ve yarım saat sonra bir meyhanenin önünde durmuşlardı. Meyhanenin arka tarafındaki ahıra girdiklerinde Alaca, atından inip hala atında olan Çağrı’ya kısa bir bakış attı.

“Tarafsız bölge Bezmaksas’a hoş geldin Onbaşı.”

Çağrı atından inip ciddiyetle başını salladı. “Hoş buldum Kaptan.”

Bölüm : 22.12.2024 00:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...