
Dışarıdaki insanlar ne yapıyordu? Onların sıcak evleri, beraber oturup çay içebilecek aileleri var mıydı? Onlarda birbirleriyle savaşıp kan döküyor muydular? Birbirleriyle güç mücadelesi içerisinde miydiler? Yoksa sakin bir hayatları mı vardı? Neydi bu hasret bırakılan sakin hayat? Mücadele etmemek miydi? Savaşmamak mıydı? Yoksa kaçmak mıydı?
Alaca’nın aklından bunlar geçmişti genel eve girerken. Kendisi şu an bir adamın alnının tam ortasına ateş ederken onun yaşıtı dışarıda ne yapıyordu? O da şu an kendisine doğru gelen adamı kolundan tutup odanın diğer köşesine mi fırlatıyordu? Yoksa yanına gelen başka bir adamın kolunu mu kırıyordu? Belki de sese gelen diğer adamlarla mücadele ediyordu, olamaz mı? Neydi huzurlu hayat? Ne demekti sakin bir yaşam?
Alaca öfkeyle bağırarak boynunu tutup kırmaya çalışan adamın bacağına tekme attı. Bu işe yaramayınca elinden geldiğince eğilip kendisini geriye doğru atarak adamın sırtının duvara çarpmasını sağladı. O sırada karşısındaki adamın ona silah doğrulttuğunu görünce dişlerini sıkarak hızla eğildi ve adamın, arkadaşına vurmasını sağladı. Alaca başından vurulan adamın kollarından kurtulduğu gibi yanındaki resepsiyon masasının arkasına atladı ve sırtında duran tüfeği çıkarıp tüfeği masanın üzerine koyup elinde silah olan adama ateş etti. Sırtından üç saçma yiyen adam yere düşünce Alaca hızla yerinden kalkıp masanın üzerindeki gaz lambasını aldı ve üzerine koşan adama doğru koştu.
Adam tam ona vuracağı sırada kenara çekilip gaz lambasını onun sırtına vurup adamın alev almasını sağladı. Çığlık çığlığa koşan adamı tutup arkadaşına doğru atınca iki adamında yanmasına sebep oldu. İkisi de çığlık çığlığa dışarı kaçışınca sadece dört adam kalmıştı. Kolu kırık olan adam dışarıya kaçınca geriye üç adam kalmıştı. Alaca hızla yerde yatan adama bıçak fırlatıp yerde acı içinde kıvranmasını sağladı. Kalan iki adam ise aynı anda ona saldırınca Alaca öfkeyle bağırarak ikisini de duvara itti. Birinin bacak arasına tekme atarken, yedek bıçağını diğerinin kalbine saplayıp çıkardı.
Bacak arasının acısından kıvranan adamı saçlarından tutup çekerek bıçağı adamın boğazına dayadı. Şeytansı sırıtışını yüzüne yerleştirip bıçağı iyice adamın boğazına yapıştırdı. “Kaçacak bir yerin kalmadı. Acaba sana ne yapsam? Dilini koparıp süs diye mi saklasam yoksa bıçağımla boğazına güzel bir kolye mi yapsam? Ha? Ne dersin şerefsiz piç kurusu?!”
“Lütfen yapma!”, adam ağlamaya başlamıştı. Göz yaşları, Alacanın eldivenli elini ıslatıyordu. “Özür dilerim Alaca lütfen! Lütfen bana zarar verme! Bende emir kulu-”
“Aklın mı yok senin? O kafanın içinde bir beynin illaki vardır kullansana! Şimdi gelmiş bana yalvarıyor musun? Bu kadınlar, bu adamlar acı çekerken, bedenleri kullanılırken sen neredeydin? Hiçbir şey yapmadın değil mi? Şimdi gelmiş bana yalvarıyor musun? Son sözlerini söyleyeceksen söyle. İşin bitti.”
“A-Anlaşma! Anlaşma yapalım! Beni bırak bende hayatımı sana adayayım! Lütfen Alaca!”
Adamdan daha genç olan Alaca kaşlarını çattı. “Ne hakla anlaşma talep edersin? Senin öyle bir hakkın yok.”, diye tısladı. Daha fazla onu dinlemeyerek işini hızla bitirip yerde kıvranan adamın yanına gitti. Ona ifadesiz bir yüzle tepeden bakarken iç çekti. “Acımasız bir şeytan gibi görünüyorum değil mi? Şiddetle bir şeyler çözülemez demeyi isterdin dimi? Ama sana acı bir haberim var, dünya çoktan toz pembe olmaktan çıktı biz doğduğumuz andan itibaren hem de.”, tabancasını çıkarıp adamın başına doğru tuttu sonrada çok geçmeden tetiği çekti. İşte bu kadar kolay, bu kadar acımasızca halletmişti işini. Ne yazık ki haklıydı bu konuda. Dünya toz pembe olmaktan çıkmıştı, insanlar kulaklarını kapatmış kendilerinden başka birilerini dinlemeyi reddetmişti ve içindeki canavarın herkesi yiyip bitirmesine izin vermişti.
Peki ya insanı canavara çeviren çevre ise gerçek katil kimdi? Onu canavara çeviren çevre mi? Onun canavar olmasına yol gösteren hayat mı? Yoksa canavar olmasına izin veren kendisi miydi katil? Zaten katil bu yüzden hem çevresini hem de kendisini cezalandırmıyor muydu? Katiller bir zaman sonra kendilerini de dinlemeyi bırakmışlardı, yapayalnız kalmışlardı.
Peki Alaca ve Alaca gibiler? Onlara katil diyebilir miydik? Masumları koruyan, kurtaran, adaletsiz dünyada adaleti sağlayan birine katil diyebilir miydik? Peki amacı neydi Alaca’nın veya onun gibilerin? Duvarın içindekiler huzur nedir bilmezlerdi. Her gün yaşamaya çalışır bin bir gece ölürlerdi çünkü dışarıdaki insanlar burayı cehennem olarak görerek cehennemden farksız bir yere çevirmişlerdi.
Buna öfkeliydi Alaca. Oysa o da, onun için bu hayattaki her şeye katlanan, ölümü bile kabullenen bir babanın kızıydı. Bu öfkesi onun içini yakıp kavururken merdivenlerden yukarıya çıktı. Öfkesini merdivenlerden çıkarırcasına sert adımlar atarak ilerliyordu. En üst kata ulaştığında Hasan’ın olduğunu düşündüğü odanın kapısına tekme atarak içeriye girdi. Doğru odaydı. Hasan denilen herif endişeyle ayağa kalkıp üzeri kanla kaplı Alaca’ya tepeden tırnağa baktı.
Sertçe yutkunarak korkmuyormuş havası vermeye çalıştı. “Sende kimsin?”
“Cellat derler bana, Cellat Alaca duymuşsundur illaki. İnsanlara ölüm cezası vermekle meşhurumdur.”, kıyafetinin üzerindeki büyük kan lekeleri, ölümcül bakışlarıyla birleşince Hasan’a verdiği tehdit havası artıyordu. Alaca kılıçlarını çıkarıp elleriyle döndürüp arkasındaki kapıyı tekme atarak kapattı. “Son sözlerini söylesen iyi edersin.”, diyerek karşısında titreyen adama doğru ilerledi.
~•~•~•~•~•~•~•~•~
Silah sesleri kesildikten sonra oradaki müşteriler bağırarak kaçışırken, orada zorla tutulan erkekler ve kadınlar saklandılar. Onbaşı ve Eyşan odadan çıktıklarında dar koridorda hala kaçanlar vardı. Kimisi yarım bir şekilde giyinmiş kimisi de korkudan giyinemeden kıyafetlerini alıp kaçmaya başlamışlardı. Eyşan, Çağrı’nın elini tutup onu merdivenlere yönlendirerek beraber yukarıya çıktılar. Hasan’ın odasının önüne geldiklerinde Çağrı, Eyşan’ın önüne geçip tabancasını çıkardı. Kendinden emin bir şekilde hızla kapıya omuz atarak içeri daldı ve tabancasını direkt karşısına doğrulttu.
Karşıdaki masanın arkasındaki sandalyede ayaklarını bir yere uzatmış, bir elinde gazete tutan diğer eliyle sigarasını içen Alaca duruyordu. Alaca içeriye girenlere bakarak ağzındaki sigara dumanını yavaşça üfledi. “Hoş geldiniz.”, nazikçe onu selamlayarak elindeki gazeteye döndü. “Çağrı az gelsene bu harf neydi?”
Onbaşı kaşlarını çatarak kapıda durmaya devam etti. Birincisi bu kadar kişiyi Alaca tek başına mı halletmişti? İkincisi üzerini ne ara değiştirmişti ve kıyafeti nereden bulmuştu? Üçüncüsü ve en önemli soru Hasan neredeydi?
Eyşan sanki Çağrı’nın aklını okumuş gibi birkaç adım öne çıkarak kendisini ve arkadaşlarını kurtaran kadına yaklaştı. “Acaba Hasan denilen herifin nerede olduğunu sorabilir miyim?”
Alaca sırıttı ama cevap vermek yerine sadece önce sol ayağını masanın üzerine koydu sonra da sağ ayağını kaldırıp diğerinin üzerine koyduğu gibi öne doğru Hasan’ın cansız bedeni düştü. Boğazı kesilmiş, karnında delik açılmış ve bacak arasına da bıçak sokulduğuna dair kanlı bir iz vardı. Eyşan öne attığı adımları bu sefer geriye doğru attı. Ne kadar şerefsiz olursa olsun bir insanın bunu hak edip etmeyeceğini düşünüyordu. Ona çok öfkeliydi ve öfkesiyle hak ettiğini söyleyebilirdi peki ama ya mantığıyla sakince düşünürse de hak ettiğini söyler miydi?
Onbaşı, Alaca’nın yanına gidip başında dikildi. “Birincisi o harf ‘m’ harfi ikincisi burada işler böyle mi yürüyor?”
“Öldürmezsen ölürsün. Yani evet işler böyle yürüyor.”, diyerek başını salladı genç kız sonra da gazete okumasına geri döndü. “M harfi demiştin dimi? Nefret ederim o harften.”, adeta kusarcasına söyledi o harfi.
Çağrı bir şey demek yerine iç çekti sonra da Hasan’ın bedenine yaklaşıp ona doğru eğildi. “Hasan’ı öldürdün anladık. Peki Zehra nerede?”
Aniden gazetesini bırakıp oturduğu yerde doğruldu. Bunun cevabını bilmiyordu ve Onbaşı bunun cevabını bilmediğini anlamıştı. Birden odadaki dolabın içinden hıçkırık sesi gelmesiyle Çağrı dolaba ilerledi. Dolabın kapaklarını açtığında ilk önce kıyafetten başka bir şey göremese de kıyafetleri kenara çekince küçük kızı gördü. Ağlama sesi duyulmasın diye eliyle ağzını kapatmıştı. Eyşan üzülerek kızın yanına gitti. “Ah hayır babasının ölümünü görmüş olmalı.”
“Babası mı?”, diye sordu Alaca. İçten içe yanlış anlamış olmayı dua ediyordu ancak küçük kızla ilgilenen kadının verdiği cevap onu yıkmıştı. “Hasan, Zehra’nın babası. Babasını çok severdi vah zavallı yavrum.”
Alaca hızla yerinden kalkıp yutkundu. Böyle bir şeyi beklemiyordu. Böyle bir şey yaptığına inanamıyordu. Bir kızın tek ailesi olan babasının canını almak… Midesinin bulandığını hissetti. Nasıl böyle bir şey yapabilmişti ki? Hasan’ın Zehra’nın babası olduğunu bilseydi yine de yapar mıydı merak etti. Buna bir cevap bulamıyordu çünkü kendisi her ne kadar acımasız kararlar verse de o da babasını küçükken gözleri önünde kaybetmiş bir kızdı.
Yutkunarak kıza doğru bir adım atınca kızın ağlaması şiddetlendi ve Eyşan’ın kollarına sığındı. Alaca o anda kendisini bir canavara olarak görmüştü. Bu zamana kadar her zaman zor kararlar vermiş ve o kararları gerçekleştirirken acı çekmişti ama asla bu acısını dışarıya yansıtmamıştı çünkü yasaktı, dışarıya en ufak zayıflığını gösterdiğin an ölürdün.
~•~•~•~•~•~•~•~•~
“Merhaba Zehra, benim adım Aykan. Annenin eski bir dostuyum, tanıştığımıza memnun oldum.”, Aykan içten bir gülümsemeyle küçük kızın minik elini tutarken, Eyşan kızın saçlarını okşadı. Alaca ve Çağrı ise onları uzaktan izliyorlardı.
Bezmaksas’a dönmeden önce Galiç’te iki gün kalarak genel evi temizlediler. Evi temizledikten sonra Galiç’te sokakta yaşayan kişileri oraya almışlardı. Alaca oradan ayrılmadan önce Hasan’dan kalan kıyafetleri, sigaraları, alkolleri ve silahları almış Bezmaksas’a getirmişti. Alkolleri Aykan’a verirken diğer şeyleri kendisine almıştı. Yalnız silahların hepsini almamış eve yerleştirdikleri kişilere kendilerini korumaları için dağıtmışlardı. Galiç’te işleri bittikten sonra çok geçmeden Bezmaksas’a Eyşan ve Zehra ile dönmüşlerdi. Zehra artık Aykan ile kalacaktı, Eyşan ise ailesine dönmeye çalışacaktı. Eğer ailesine geri dönemezse Aykan’ın kapısı ona hep açıktı.
Aykan, Zehra ile ilgilenirken Eyşan, Alaca ve Çağrı’nın yanına gitti. Gülümseyerek Alaca’ya yaklaştı. “Her şey için teşekkür ederim Alaca.”
“Önemli değil. Kendine iyi bak olur mu?”
“Sende.”, diye dedikten sonra aniden Alaca’ya sarıldı. Alaca buna karşılık donakaldı. Yıllar olmuştu birinin ona sarılmayışı. Bir an için kendisini fazlasıyla güvende hissetti. Yine de bunu belli etmeyerek sadece tek eliyle sırtını sıvazlayarak karşılık verdi. Çok geçmeden ayrıldıklarında Alaca, Eyşan’ın Çağrı’ya baktığını fark edince onların yanlarından ayrılarak odadan çıktı meyhanede her zaman oturduğu yere oturdu. Garsondan bir konyak isteyip arkasına yaslandı.
Otuzlu yaşlarında olan Eyşan ellerini arkasında birleştirip genç bir kız gibi Çağrı’nın gözlerinin içine baktı. “Kurtuldum söz verdiğin gibi.”
“Söz verdiğim gibi.”, gülümseyerek tekrar etti Onbaşı.
Yüzünün önüne düşen saçlarını kulaklarının arkasına atıp gülüşünü büyüttü. “Özgürüm olması gerektiği gibi.”
“Özgürsün olması gerektiği gibi.”, güldükten sonra devam etti. “Kendine dikkat et olur mu? Bundan sonra hayatını sadece kendin için yaşa.”
“İç Sınır ne kadar izin verirse.”, diye mırıldandı. “Ama merak etme dediğin gibi bundan sonra sadece kendim için yaşayacağım.”
Onbaşı memnuniyetle başını sallayınca Eyşan ona uzanıp yanağını öptü. “Her şey için teşekkür ederim Onbaşı.”, Çağrı gülümseyerek ellerini tuttu. “Kendine dikkat et. İç Sınır’da yaşasan bile her zaman gönlünce yaşamaya çalış.”
“Deneyeceğim. Sende kendine dikkat et Onbaşı.”, Çağrı başını sallayınca Eyşan daha fazla durmayarak odadan çıktı ve onu yalnız bıraktı.
~•~•~•~•~•~•~•~•~
Aykan, Zehra’ya bir oda ayarladıktan sonra Alaca’nın yanına geldi. Büyük koltuğun sağ tarafına oturup bir sigara yakınca Alaca ona bakarak iç çekti. “Bir kızın oldu ve sen hala sigara içiyorsun.”
“Ne yapayım Alaca alıştık artık bu pisliğe.”
“Artık yaşamak için bir sebebin var dikkat etmelisin.”, deyip bardağındaki son konyağı içip boş bardağı masanın üzerine koyup eldivenli elinin tersiyle ağzını sildi. “Hasan’ın, Zehra’nın babası olduğunu biliyor muydun?”
Aykan gözlerini kocaman açarak şaşkınlıkla baktı. “Sen ciddi misin? Bunu bilmiyordum.”
“Bende sonradan öğrendim. Hasan’ı öldürürken kız oradaymış beni görmüş. Eğer bilseydim…”, durdu iç çekerek elleriyle yüzünü ovuşturup ellerini alnına koyarak öne doğru eğildi. “Eğer bilseydim daha dikkatli olurdum. Hiçbir çocuğun gözleri önünde babasının ölmesini istemem.”, karşısındaki adam bir şey demeyince boğazını temizleyip arkasına yaslandı. “Biz bir süre burada kalacağız bize bir oda ayarla.”
“Sen nasıl istersen. Hemen bir oda ayarlıyorum.”, biraz düşününce aklına gelen soruyla karşısında sigara yakan kızı izledi. “Alaca sen bu adama güveniyor musun? Şahsen benim gözüm hiç tutmadı.”
Sigarasını yakıp biraz içine çekip usulca dudaklarının arasından verdi dumanı. “Ben kimseye güvenmem, Onbaşına da güvenmiyorum. En ufak hatasında onu mahvedeceğimi söyledim.”
“Sen yine de dikkat et. Bu hayatta güven bir bomba gibidir, patladığı an altından kalkamazsın.”
Güven bu hayattaki en büyük kumardır. Ya bu kumarı kazanır rahata erersin ya da kaybeder ruhunun çöküşünü izlersin. Hayat böyledir bundan asla kaçamazsın.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |