10. Bölüm

7.BÖLÜM “Şahika”

Berra Beyazoğlu
batininhanimi

“Sana bir masal anlatayım mı Onbaşı? Bir zamanlar küçük bir oğlan çocuğu varmış. Çocuk o kadar tatlı o kadar güzel bir çocukmuş ki kökleri güzellikler ülkesi Avgust’a dayandığı söylenirmiş. Çocuğun ne anası ne babası varmış, bi başına sokaklarda yaşarmış. Şeytan halkı bu çocuğu almak istemiş hatta herkes bunun için kavgalara tutuşmuş. Kimisi çocuğu kötü emeller için kullanacakmış, kimisi ise çocuğu kendi büyütecekmiş. Halk arasında arbede yaşanmış. Herkes çocuğu o kadar sahiplenmek istemiş ki kana kan dişe diş demişler. Oysa herkes çocuğun bir köle çocuğu olduğunu biliyormuş. Neyse işte herkes birbirine girişmiş gece vakti. Birbirlerine silahlarla vururlarken çocuk arada kaynamış. Maalesef çocuk oracıkta ölmüş. Herkes çok üzülmüş ancak çocuğa bir mezar yapmaktan başka yapacak bir şey yok. İşte demişler ki, ‘Ya biz bu çocuğa mezar yapacağız da çocuğun ismi yok. Mezar taşına bir şey yazmak gerek o yüzden ona bir ad koyalım.’, oradan yaşlı bir kadın çıkmış demiş ki, ‘Ey gidi bir köle değerli olduğunda bile yaşamı başkaları tarafından çalınır. Çocuğun adı Rifu olsun ayrıca bu ilçenin adı da o olsun. Ölüm demektir. Bir çocuğun canını alan bir yere ölümden başka isim hiç bu kadar yakışmaz.’, sözlerini bitirdikten sonra da oradan uzaklaşmış ve bir daha görünmemiş.

Bu yüzden bu ilçeye ölüler şehri denir. Burada ya ölür ya da öldürürsün çünkü lanetlidir burası. Bir çocuğun kanını döken kirli topraklardır Rifu. Sur İad, Sur Cehennem yani İç Sınır’ın en tehlikeli toprağıdır Rifu. Bazı kimselerde der ki ‘Burada herkes hak ettiğini yaşar. Yer, içer, gezer, yaşar ama günün sonunda nasibinde ölmek varsa ölür, öldürmek varsa öldürür. Kaçış yok.’, öyle işte buranın hikayesi böyledir.”

“Ya Alaca sen manyak mısın? Ne anlatıyorsun be kadın?! Koşsana!”

Onbaşı, Alaca’nın elini tutup en yakındaki binaya girdi ve hızla merdivenlerden çatıya doğru çıkmaya başladılar. Nefes nefese kalsa da dizleri ağrısa da umursamadan koşmaya devam etti. Alaca ise elinin izinsiz tutulmasından sinirlenip hızla elini çekti ve onunla koşmaya devam etti. Beraber çatıya çıktıklarında Alaca dişlerini sıkıp kaşlarını çattı. “Yandaki çatıya atlayalım bir fikrim var.”, bu sefer kendisi Çağrı’nın elini tuttu ve onunla koşup binanın dibindeki çatıya atladılar ama beklenmedik bir şey olmuştu.

~•~•~•~•~•~•~•~•~

1 SAAT ÖNCE

~•~•~•~•~•~•~•~•~

“Sonunda geldik.”, Alaca atını ilçenin girişinde durdurup çatılı kaşlarının altındaki duygusuz bakışlarla karşısındaki sisli, siyah yere baktı. Sessizdi hem de fazlasıyla. Daha fazla orada durmayarak atını ilerletince Çağrı’da onu takip etti. Öfke, Alaca’nın damarlarında gezinirken kalbinin hızlı atmasıyla öfkesi de artıyordu. Kafasında nereye gideceklerini planlarken…

PAT!

Atının hızla şaha kalkmasını engelleyemedi. Çağrı’nın atı ise onu dinlemeyerek kaçmaya başladı. Alaca atın ani şaha kalkmasından dolayı dengesini kaybederek sırtının üzerine düşmesiyle acıyla inledi. Atı ise hızla oradan kaçınca Alaca karnının üzerine yatıp sanki dinleyecekmiş gibi elini kaldırıp durmasını işaret etti ancak çok geçti. Atın geride bıraktığı tozu yutunca öksürerek yerden kalkmaya çalışsa da yüzüne yediği tekmeyle tekrardan yere düştü ve aynı şehirdeki evler gibi karanlığa gömüldü.

Aniden yüzüne yediği yumruk ve soğuk suyla hızla gözlerini açtı. Neler olduğunu anlamak için etrafa bakarken nefesini kontrol altına almaya çalışıyordu. Şu an ayakta ayakları ve elleri birbirinden uzakta kalacak şekilde zincirlenmişti. Dişlerini sıkıp içten içe küfür etti. Çağrı onu terk etmişti. Aptal, bir atı kontrol edemedi.

“Alaca, Alaca, Alaca. Seni böyle ağırladığımız için üzgünüm ama ne yapacaksın kader işte!”, karşısındaki adam sırıtmasına karşılık gözlerini kıstı. “Sen az yaklaşsana bana.”

Gencer uslu bir çocuk gibi söz dinleyip ona yaklaşınca Alaca sert bir şekilde karşısındaki adamın burnuna kafa attı. Adam burnuna yediği kafayla geriye doğru sendeleyip dengesini kaybederek yere düştü. Eli kanayan burnuna giderken kendisine gelmek için yere oturdu. Çok geçmeden tekrardan sırıtarak genç kıza baktı. “Bi rahat durmayı öğrenemedin! İnsan büyüklerine saygılı davranır.”

“Konuya gelelim. Buraya seni öldürmek ve Umay’ı almak için geldim.”

“Peki.”, ayağa kalkıp ileride duran adamlarına baktı. Başıyla işaret verince iki adam Umay’ın cansız bedenini getirip yere koydu. Gencer birkaç adım atıp yerde yatan bedene yaklaştı ve çömelip genç kadının saçlarını okşadı. “Büyükannem ben küçükken bana ne demişti biliyor musun Alaca? Kadın dengeyi, umudu, kusursuzluğu, erkek ise özgürlüğü, gücü, dayanışmayı simgeler. Bu iki cinsiyet birleştiğinde cenneti, ayrıldığında ise cehennemi oluşturur.”, bakışlarını Umay’dan Alaca’ya çevirdi. “Dışarıdakiler haklı, biz cehennemiz. Ben bir kadını, sen bir adamı öldürdün, ikimizde cehennem ateşiyiz.”

Alaca kaşlarını çattı. “Vicdanlı kişiyi mi oynuyorsun?”

Genç adam dolan gözleriyle başını salladı. “Asla. Biz cehennemde yanacak ruhlar asla vicdanlı kişi olamaz hatta oynayamayız bile. Ne? Niye öyle bakıyorsun? Ben ağlayamaz mıyım?! Ah tamam anlatacağım. Rifu’nun başına başkası geçti beni de köpeği yaptı oldu mu?”

“Kimin köpeği oldun?”, tek kaşını kaldırarak sormuştu sorusunu. Gencer utanarak dişlerini sıktı sonunda çok bekletmeden söyledi. “Şahika.”

“Şahika mı?”

“Evet, bu kadın seni geçmek istiyor. Zengin ve çok güçlü bir kadın.”, yerden kalkıp Alaca’ya yaklaştı ve Umay’ı işaret etti. “Onu da seni yakalamak için bize öldürttü.”

“Ya not?”

“Hasan benim adamımdı bu yüzden bana kendi adımı kullanmamı söyledi.”, fısıldayarak konuşurken bir yandan da etrafa endişeyle bakınıyordu. Sanki evde bir suç işlemişte annesinin gelip o suçu göreceğinden korkan bir çocuk gibiydi şu an. Alaca daha önce onu hiç öyle görmemişti. Bu Şahika denilen kadın kimdi neyin nesiydi bilmiyordu ama Gencer’i bile korkuttuysa sağlam kadındı.

Genç kız iç çekip önündeki adama fısıldayarak konuştu. “Umay’ı alıp buradan çıkarabilir misin? Beş dakikan var.”

“Ne?”

“Duydun işte çabuk dediğimi yap. Sonradan Bezmaksas’da buluşalım orada kimse sana bir şey yapamaz.”

Gencer hızla Alaca’yı kollarından tutup sarstı. “Delirdin mi sen? Ya elimde cesetle Hasded Meyralardan biriyle karşılaşırsam?”

“Sanki daha önce onlardan kaçmadın! Dediğimi yap dört dakikan kaldı. Acele et!”

“Peki!”, Gencer koşup Umay’ın cansız bedenini kucakladığı gibi dışarıya koşmaya başladı. Bunu gören adamlar onun peşinden koşarken Alaca saniyeleri sayarak son dört dakikanın geçmesini bekliyordu. Eğer yanlış görmediyse Çağrı’yı elinde ev yapımı el bombasıyla saldırıya hazırlandığını görmüştü ve beş dakika içerisinde onları patlatacağını tahmin etmişti. Onun planını az çok tahmin etse de yine de merakla bekliyordu. Şimdi aklında sadece Şahika denilen kadın vardı. Onun kim olduğunu bilmiyordu ama ona ne yapacağını iyi biliyordu çünkü şu an kendisi onun yüzünden zincirliydi.

Birden duyulan üç patlama sesinden saliseler sonra kapı geriye doğru uçunca Alaca’nın gözleri kocaman açıldı. Dumanların arasından Çağrı bir yandan koşarken bir yandan da koluyla ağzını kapatıp öksürerek Alaca’nın yanına geldi. Öksürmeye devam ederken titreyen elleriyle Alaca’nın ellerindeki ve ayaklarındaki zincirleri teker teker anahtarla açıyordu. Sonunda zincirlerden kurtulunca el bileklerini ovuşturdu. “Hemen gidelim.”, deyip Çağrı ile koşmaya başladı. Beraber arka kapıdan çıkıp ara sokaklara girdiklerinde peşlerinden adamların geldiklerini fark ettiler.

“…Bu yüzden bu ilçeye ölüler şehri denir. Burada ya ölür ya da öldürürsün çünkü lanetlidir burası. Bir çocuğun kanını döken kirli topraklardır Rifu. Sur İad, Sur Cehennem yani İç Sınır’ın en tehlikeli toprağıdır Rifu. Bazı kimselerde der ki ‘Burada herkes hak ettiğini yaşar. Yer, içer, gezer, yaşar ama günün sonunda nasibinde ölmek varsa ölür, öldürmek varsa öldürür. Kaçış yok.’, öyle işte buranın hikayesi böyledir.”

“Ya Alaca sen manyak mısın? Ne anlatıyorsun be kadın?! Koşsana!”

Onbaşı, Alaca’nın elini tutup en yakındaki binaya girdi ve hızla merdivenlerden çatıya doğru çıkmaya başladılar. Nefes nefese kalsa da dizleri ağrısa da umursamadan koşmaya devam etti. Alaca ise elinin izinsiz tutulmasından sinirlenip hızla elini çekti ve onunla koşmaya devam etti. Beraber çatıya çıktıklarında Alaca dişlerini sıkıp kaşlarını çattı. “Yandaki çatıya atlayalım bir fikrim var.”, bu sefer kendisi Çağrı’nın elini tuttu ve onunla koşup binanın dibindeki çatıya atladılar ama beklenmedik bir şey olmuştu.

O binanın çatısında olan adam onlara ateş açmaya başladı. İkisi hızla silahlarını çıkarıp karşılık verirken Alaca kolundan vurulmasıyla dengesini kaybedip geriye gidince çatının sonuna gelince arkasına baktı ve sırıtarak çatıdan aşağıya atladı.

“Alaca!”, Çağrı’nın sesini duysa da umurunda olmadı. Beklediği gibi çamaşır iplerine düşünce hızla iplerin bağlı olduğu demire tutundu sonra kendisini yukarı çekip bir elini yumruk yapıp önündeki camı kırdı. Camı iyice kırıp kendisini içeriye çekti ve içeriye düştü.

“Ha?”, suyun içine düşünce gözlerini kırpıştırıp yanına baktı. Şu an bir küvvetteydi ve küvetin içinde intihar etmiş biri vardı. İntihar ettiği bileklerini kesip kestiği yerden çıkan kanın tüm küvetteki suyu kaplamasından belliydi. Birden içeriden adım sesleri duyduğu gibi kendisini küvetin içine, kanlı suya attı. Kapının açılmasıyla sırt üstü dönüp küvetin önündeki lavabonun üzerindeki aynadan gelen kişiye baktı. Bu Çağrı değildi. Daha fazla nefesini tutamayacağını an tabancalarını çıkarıp hızlı bir şekilde küvetten kalkıp gelen kişiye ateş açtı. Vurulan kişi yere düşüp son nefesini verirken kapıdan yeni birinin gelmesiyle Alaca ona silah doğrulttu.

“Hop hop hop hop! Benim dur!”, Çağrı’nın gelmesiyle silahını indirip küvetin içinden çıktı Alaca. Onbaşı baştan aşağıya ona bakarken gülmemek için kendisini zor tutuyordu. “Kırmızı sana çok yakışmış.”

Alaca lavabonun üstündeki aynadan kendisine bakınca iç çekerek gülümsedi. “Sanırım bana yakışan tek kırmızı; kan kırmızısı.”

Beraber banyodan çıkarken neler olduğunu anlatmaya başladı Alaca. “Gencer’in patronu varmış bu işi ona o yaptırmış. Patronunun adı Şahika.”

“Ya yalan söylüyorsa?”

“Emin ol onun gibi bir suçlunun yalan söylemesi için bir sebep yok.”, merdivenlerden dikkatli bir şekilde inerken Çağrı birden Alaca’nın kolunu tutup onu durdurdu. “Yaranı temizlememiz gerek, zaten kanlı bir sudan çıktın mikrop kapacaksın.”

Bu sefer Alaca uslu bir çocuk gibi söz dinlemişti. Beraber bir odaya girdiklerinde Alaca kurşunun sıyırdığı kolunu uzatınca, Onbaşı kolunun gömleğini sıyırıp yarasını açtı. “Neyse ki gömleğin yaranı kapatmış ama ne olur ne olmaz alkol bir şey dökelim oraya.”, ondan uzaklaşıp odadaki dolapları karıştırırken dolapta bulduğu alkol şişesini alıp açtı ve Alaca’nın koluna dökmeye başladı. Alkol kolunu feci bir şekilde yaksa da tek bir ses bile çıkarmadan alkolün bitmesini bekledi. Sonunda şişede tek bir alkol kalmayınca Çağrı dolapları bir daha karıştırıp bir kıyafet bulunca onu bıçakla ortadan ikiye ayırıp Alaca’nın koluna sıkıca sardı.

“Bitti şimdi ne yapacağız?”

“Gencer ile Bezmaksas’da buluşup Şahika denilen kadından bilgi alacağız. O kadın neyin nesidir öğrendikten sonra işini bitirip gerisine bakacağız.”, oturduğu yerden kalkıp yanıyormuş gibi hissettiği kolunu tutup derin bir nefes aldı. Onbaşı onu izlerken kollarını göğsünde birleştirdi. “Peki ne zaman halkın dışarıya çıkabilecek durumda olup olmadığını öğreneceğiz?”

“Öne içerdeki çakalları temizlememiz lazım.”

“Onlara cezasını devlet verir.”

Alaca alayla sırıttı. “Tabi sonra bizi tekrardan tıksınlar içeri. Hadi yürü.”, cevap bile beklemeden kapıdan çıkarken Çağrı peşinden gitti. “Sizi bir daha buraya tıkmayacaklar. Dışarının durumunu bilmiyorsun.”

Hızla durup ona döndü genç kız. “Hayır biliyorum ve hepsini hak ettiğinizi düşünüyorum.”

Onbaşı kaşlarını çattı. “Nereden biliyorsun?”

“Hepsini öğreneceksin.”, deyip beraber dikkatlice evden çıktılar. Karşılarına birkaç kişi daha çıksa da onları da halledip kendilerine yeni at aramaya başladılar.

~•~•~•~•~•~•~•~•~

“Bana bir viski koy Uygar.”

“Tabi Alaca Hanım.”, garson yanlarından ayrılınca Alaca kolunun acısını umursamadan esneyerek arkasına yaslandı. Neyse ki at bulmak çok sıkıntılı olmamıştı da hemen bulabilmişlerdi. Bezmaksas’a geldiklerinde Gencer’in orada Umay’ın cenazesiyle olduğunu görmüşlerdi. Daha fazla beklemeden Umay’ı gömüp beraber İmparzi meyhanesine gelmişlerdi. Çağrı, Alaca’nın hiç ağlamamasına bozulmuştu. İnsan hiç arkadaşının ölümüne ağlamaz mıydı?

“Evet Gencer anlat bakalım kimmiş bu Şahika?”, çatık kaşları altında karşısında oturan adamla göz teması kurarak söylemişti cümlesini. Gencay iç çekip öne eğilip ellerini masanın üzerinde birleştirdi.

“Bir anda çıkan bir kadın. Otuzlu yaşlarında, sarışın, mavi gözlü, şeytan bakışlı biri. Parası olduğu için herkes onun köpeği.”

“Para kaynağı belli mii?”

Başını iki yana sallayıp devam etti. “Belli değil ama bok gibi parası var. Kimse ona karşı çıkamıyor. Bilirsin şu koca duvarların içerisinde tanrı paradır, kul yine insandır.”

“Maalesef öyle.”, garsonun şimdi getirdiği viskiden birkaç yudum içip bardağı masanın üzerine koydu. Burası İç Sınırdı burada para kimdeyse efendi oydu ve efendiden kaçış yoktu ancak Alaca bunu umursamıyordu. Kendine güveniyordu onu tahtından kimse indiremezdi. Sonuçta küçüklüğünden beri bu hayatla mücadele ediyordu hem de herkesin edemeyeceği bir şekilde.


 

Bölüm : 22.04.2025 21:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...