60. Bölüm

BÖLÜM -57

Rabia
bayanclara

Herkese merhabalar!

Watty kapanalı keyfim de yazma hevesim de epey kaçık doğrusu. İnternette kitap yayınlamanın bana göre en güzel tarafı yorum okuyabilmek, özellikle de paragraf arası yorumlarını. Az çok tanıyordum sürekli yorum yapanları, şimdi kim nerede (yani hangi platformdan okuyor, dahası, okuyabiliyor mu?) kestirmek epey zorlaştı :/

Yine de bitirmem gereken bir kitap var, o yüzden yazmaya devam ediyorum. ♥

Severek yazdığım bir bölüm oldu, umarım siz de severek okursunuz. Keyifli okumalar!

“Tuana’yı orada bırakarak ayıp etmedik mi sence?”

Radyoya bağladığım telefonumda hoşuma giden bir parça bulmak için ekranı kaydırırken kafamı kaldırmadan “Niye olsun ki?” diye sordum. “Biz orada kalmaya devam etmesini istemedik sonuçta.”

“Evet, biz istemedik ama muhtemelen biz yalnız kalalım diye eve dönmek yerine bu geceyi de amcanlarda geçirmek istedi.”

“Gayet farkındayım,” diyerek başımı salladım. “Oldukça patavatsız olsa da düşünceli bir kızdır.”

“Ve muhtemelen amcanlar, Tuana’nın bu gece de orada kalmak için yarın arkadaşlarıyla buluşacağı yerin amcanlara daha yakın olduğunu söylemesinin sadece bir bahane olduğunu biliyorlar.”

Tek nefeste söylediği bu uzun ve dolaylı cümlenin ardından daha fazla dayanamayıp başımı kaldırdım ve Aral’a baktım. Sahiden de gergin görünüyordu. İstemsizce gülümsedim.

“Niye bu kadar gerildin ki? Sonuçta asker arkadaşı olmadığımızı amcam da dahil olmak üzere herkes çok iyi biliyor.”

Gözlerini kırpıştırdı. “Elbette biliyor ama daha yeni yeni beni kabullenmeye başlamışken onu kızdıracak bir şey yapmak istemiyorum.”

Sohbetimiz oldukça cezbedici bir noktaya doğru kaydığı için şarkı bulma işini erteleyerek telefonu kucağıma bıraktım ve koltukta Aral’a doğru döndüm.

“Yalnız kaldığımızda amcamı kızdıracak şeyler yaptığımızı mı düşünüyorsun?” diye sorarken sesim, konudan ne kadar zevk aldığımı yansıtıyordu.

Bakışlarını, gecenin geç saatleri sebebiyle trafiğin olmadığı yoldan ayırıp bana çevirdi ve gayet ortada olan bir şeyi göremiyormuşum gibi “Bu zamana kadar hep kızdı,” diye homurdandı. Surat ifadesi o kadar komikti ki kendimi tutamayıp hafifçe kıkırdadım.

“Evet, çünkü bizi kabullenmesi uzun sürdü. Ayrıca nikah kıymış iki insanın neler yapmış olabileceğini bilmemesi pek mümkün görünmüyor.” Başımı omzuma doğru eğip kocaman sırıttım. “Kısacası ilk mercimeği fırına vermemizin üzerinden uzun zaman geçtiğinin oldukça farkındadır, yani bu kadar gerilmene gerek yok.”

Gözleri kocaman açılırken amcam sanki arka koltuktaymış da konuştuklarımızı duyuyormuşçasına aceleyle “Ne biçim konuşuyorsun?” diye azarladı beni. “Bir de gerilmeme gerek olmadığını söylüyorsun, şu an daha da gerildim!”

Kendimi asla tutamayıp gülmeye devam ederken “Sadece gerçekleri söylüyorum,” dedim. “Haftaya ailelerimiz tanışacak, bunun farkındasın değil mi? Resmi olarak nişanlanacağız falan?”

“Farkındayım elbette ama tedbiri elden bırakmamakta fayda var.”

“Aral… Tuana evdeyken de sevişebiliriz ve bunu da amcam başta olmak üzere etrafımızdaki herkes, bak altını çizerek söylüyorum, herkes, biliyordur. Emin olabilirsin.”

Burnundan sert bir soluk alarak başını salladı.

“Canımı sıkmakta üstüne yok gerçekten.”

“Ben de seni çok seviyorum,” derken sırıtışım hala yüzümdeydi. Bu kadar utangaç olmasına bayılıyordum. Beni çok eğlendiriyordu.

“Sen beni değil, benimle alay etmeyi seviyorsun,” diye homurdandı.

“Seninle alay etmeyi değil ama şakalaşmayı çok seviyorum, evet.”

Başını çevirip ters ters baktı yüzüme.

“Kelime oyunu yapma bana. Sinirlerim bozuk.”

“Senin bozulan sinirlerini yerim. Sahi, bu utangaçlıkla nasıl polis oldun ki? Suçlulardan da utanırsın şimdi sen.”

“Benimle biraz daha dalga geçersen çok kötü şeyler yapacağım, haberin olsun.”

Koltukta ona doğru yaklaşarak cilveli bir sesle “Ne gibi kötü şeyler mesela?” diye sordum. “Biraz daha açabilir miyiz, başkomiserim?”

Bana yandan bir bakış attıktan sonra hiçbir şey söylemeden ani bir hareketle sinyal verip arabayı kenara çektiğinde kemerim takılı olmasına rağmen savrularak torpidoya tutunmak zorunda kaldım.

Başımı hızla kaldırıp dehşete düşmüş bir şekilde ona bakarak “Ne yapıyorsun Aral ya-” demiştim ki kendi kemerini çözüp üzerime geldiğini gördüğümde cümlemi yarım bırakmak zorunda kaldım. Zorunda kaldım, çünkü üzerime eğilmesiyle çenemi tutup dudaklarıma yapışması sadece birkaç saniye sürmüştü.

Şaşkınlıktan karşılık bile veremediğim öpücüğün ardından çenemi bırakmadan geri çekildiğinde gözlerimi kırpıştırarak “Bu da neydi böyle?” diye soludum.

Başparmağını altdudağımın üzerinde gezdirerek “Beni kışkırtmanın bedeli,” diye cevap verdi.

“Ah.”

Diyebildiğim tek şey buydu, çünkü hala başım dönüyordu. Şaşkınlığımı bir kenara atarsak haşinliğinden oldukça etkilenmiştim aslında. Ve bu da başımı döndüren bir başka etkendi.

Kendime gelmeye çalışırken şaşkın bir tavırla ona bakmaya devam etmem hoşuna gitmiş gibi yamuk bir sırıtışla “Ne oldu?” diye sordu ve yanaklarımı parmakları arasında sıkıştırıp büzüşerek öne çıkan dudaklarıma küçük bir ısırık bıraktı. “Biraz önceki halinden eser yok.”

Çenemi avucunda tutmaya devam ettiği için büzüşük dudaklarımla “Pisliksin,” demeyi başardım ama homurdanma gibi çıkan sesim sırıtışını büyütmekten başka bir işe yaramadı. Çenemi sıkı tutmuyordu, yani istesem geri çekilebilirdim ama bunun için herhangi bir hamlede bulunmuyordum. Çünkü tam anlamıyla dibim düşmüştü ve Aral da bunu çok iyi biliyordu.

Dudaklarımı ağzına götürüp beni biraz daha öptükten sonra çenemi serbest bırakarak kasıntı bir tavırla geri çekildi ve koltuğuna yaslandı. Yüzünde uzun zamandır görmediğim kadar çekici bir gülümseme vardı. Kendinden ne kadar memnun olduğunu anlamak için alim olmaya gerek yoktu.

“Mest olmuş gibi bir halin var.”

Gözlerimi kısarak ona kötü kötü baktım -daha doğrusu bakmaya çalıştım- ve omuzlarımı dikleştirerek “Sadece sana âşık olduğum için bu delice tavrın hoşuma gitti,” diye söylendim. Kuyruğu dik tutmalıydım ama benim kuyruğun dik durma anlayışı biraz farklıydı.

“Âşık olmasan gitmezdi yani?”

“Âşık olmasaydım,” deyip düşündüğümü belirten birtakım sesler çıkardım ve dürüstçe itiraf ettim. “Muhtemelen bu hamlenle olmuş olurdum.”

Böyle bir karşılık beklemiyor olacaktı ki şaşkınlıkla güldü ama gülüşünden memnuniyetini açık bir kitap gibi okuyabiliyordum. Onu böyle görmeyeli gerçekten uzun zaman olmuştu.

Dudaklarım buruk bir tebessümle kıvrılırken “Özlemişim,” diye mırıldandım. “Uzun zamandır böyle içten güldüğünü görmemiştim.”

“Çünkü o sansürsüz çenen yüzünden utanmayalı uzun zaman olmuştu,” diyerek başını salladı.

“İtiraf et, benim yüzümden utanmayı bile seviyorsun.”

“Utanmayı değil ama sonrasında yaptığımız şeyleri seviyorum.”

“Sonrasında yaptığımız şeyler?”

“Böyle dürüstçe konuşabilmeyi, seni öperek susturabilmeyi, yüzündeki bu içten gülümsemeyi görebilmeyi… Hepsini seviyorum işte.”

“Devam etmesen iyi olur,” diye sızlandım. Gözlerimin sızladığını hissedebiliyordum. “Çünkü şu anda hiç ama hiç ağlamak istemiyorum.”

“Ben de ağlamanı istemiyorum. Hem de hiç.”

“O zaman niye beni ağlatmak ister gibi konuşuyorsun?”

“Seni ağlatmak ister gibi değil, sadece içimden geldiği gibi konuşuyorum. Çünkü bunu yapamamanın nasıl can acıttığını öğrendim.”

Bunu söyledikten sonra yüksek sesle çektiği iç, kalbimi kırmıştı.

“Hafızanı kaybettiğini öğrendiğimde, yapabiliyorken seni daha çok öpmediğim için kendime kızdım günlerce. Günlerimin her saniyesini sana daha çok sarılmış olmayı dilemekle geçirdim. Öyle bir şeydi ki bu, benden rahatsızlık duyar mı duymaz mı diye düşünmeden yüzüne bakabilmenin ne kadar büyük bir lüks olduğunu fark ettim. Gözlerinin içine doya doya bakmadığım her saniye için delicesine pişman oldum.”

Konuşurken o kadar sakin duruyordu ki sözlerinin canımı daha fazla acıtmasına neden oluyordu. Bunları defalarca kez düşündüğü, canının benim yüzümden yüzlerce kez acıdığı ortadaydı.

“Kokunu alamamak içime öyle dert olmuştu ki,” diyerek başını salladı. “Bir bağımlı gibi yoksunluk çekiyordum sanki. Sana dokunamayacağımı kabullenmiştim, bu yüzden sarılmak koca bir hayaldi. Bari diyordum kendi kendime, bari kokusunu alabileyim. Ama ne yazık ki yüzüne bile özgürce bakamamama rağmen kokunu biraz olsun duyabilmek için yanına yaklaşmaya çalışmak büyük cesaret istiyordu.”

Gözyaşlarım yanaklarımdan akarken “Yapma,” diye mırıldandım. “Ne olur…”

Ağladığımı gördüğünde gözlerini kısa bir süre için kapatıp derin bir nefes çekti içine. Sakin görüntüsünün altında büyük fırtınalar koptuğu belliydi.

“Bunları bir daha yapamayacağım sandım, Tamay,” diyerek yeniden araladı gözlerini. O güzel yeşillerine kızıllık bulaşmıştı. “Sana bir daha böyle bakamayacağım sandım. Seni bir daha öpemeyeceğim, sana sarılamayacağım, bundan sonraki hayatımı kokunu duyabilmek için çıkardığın kıyafetleri karıştırmak zorunda kalarak geçireceğimi sandım.”

Kemerimi açıp koltukta ona doğru eğildim ve kucağında duran ellerini avcumun içine alıp sıkıca sardım.

“Ama yapabilirsin. Hepsini tekrar tekrar yapabilirsin.”

Başını hafifçe sallayıp “O yüzden bırak konuşayım,” dedi. “Bırak, canımızı acıtsa da içimden gelenleri dile dökeyim. Çünkü ben artık böyle yaşamaya karar verdim. Aklıma her geldiğinde seni ne kadar sevdiğimi söyleyeceğim. Seni sıkmaktan korkmadan, sadece yapabiliyor oluşumun tadını çıkarmaya odaklanacağım. Canım araba sürerken seni öpmek mi istedi? Gideceğimiz yere varmayı beklemeyeceğim, arabayı bulduğum ilk boşluğa çekip dudaklarına yapışacağım. Kimseyi umursamayacağım. Sen bana izin verdiğin sürece hep içimden nasıl geliyorsa öyle davranacağım.”

Tek elimle yanaklarımı kurularken başımı salladım hızla.

“Tamam, nasıl istiyorsan öyle davran. Sana söz, hepsine ayak uyduracağım.”

“Biliyorum,” diyerek avucumun içinde duran ellerinden birini kaldırıp yanağımdaki yaşları kuruladı nazikçe. “İstediğim her şeyi yapmama izin vereceğini, bundan memnuniyet duyacağını çok biliyorum. Ve bu en büyük şükür sebebim.”

Gözyaşlarımı sildikten sonra yanağıma yasladığı eline bıraktım kendimi ve gözlerimi kapayıp sakinleşmeye çalıştım. Son günlerde o kadar çok ağlamıştım ki gözyaşlarım nasıl tükenmiyordu, cidden anlayamıyordum. Ağlamaktan sıkılmıştım da artık. Gülerken bile ağlamak istemiyordum ama kendimi durduramıyordum. Bir türlü olmuyordu.

Camdan gelen çarpma seslerini duyduğumda gözlerimi yavaşça araladım ve Aral’ın büyük bir özlemle beni izlemeye devam ettiğini görünce burukça gülümseyerek başımı çevirdim. Yağmur çiseliyordu.

“Yağmur yağıyor,” diye haber verdim, deminden beri gözleri kapalı olan tek kişi ben değilmişim gibi.

“Hımm,” diyerek bakışlarını dışarı çevirdi. “Çoğalmadan gitsek iyi olur.”

Bileğini tutup avuç içine uzun bir öpücük kondurduktan sonra geri çekilip “O halde gidelim,” diye mırıldandım ve kucağımdan koltuk kenarına kayan telefonumu alıp müzik karıştırma işime geri döndüm. “Eğlenceli bir şeyler açayım ki gidene kadar da şu ruh halinden sıyrılalım.”

“Hadi aç bakalım,” diyerek koltuğunda doğruldu ve arabayı çalıştırıp tekrar yola girdi. Ben de oynak bir parça buldum ve telefonu konsola bırakıp şarkının modumu yükseltmesini bekleyerek yolu izlemeye koyuldum.

Saatin etkisiyle boş olan yollar, bizi kısa sürede eve götürmüştü. Gelene kadar dinlediğimiz şarkılar gerçekten de hüzünlü halimi dağıtmış, arabada sergilediğim birkaç kıvrak figür Aral’ı bile güldürmüştü. Açıkçası onu eğlendirmek modumu ciddi anlamda yükseltmişti ve şu an kendimi daha iyi hissediyordum.

Aral, arabayı evin bahçe kapısından içeri sürdüğünde telefonumun bağlantısını kesip çantama attım ve arabadan inmek için hazırlandım. Aral, motoru kapatmadan önce açık kalan radyoyu kapanmak için elini uzatmıştı ki radyoda çalmaya başlayan şarkıyı duyunca hızla elini tutarak durdurdum onu.

“Dur, kapatma! Bunu dinlememiz lazım!”

Ani çıkışım karşısında irkilerek bana döndü ve şaşkın bir gülümsemeyle “Tamam,” dedi. “Sakin ol, Doktor.”

Ama sakin olamazdım, çünkü Tarkan çalıyordu ve şarkıyı ben açmamıştım. İstediğim an istediğim şarkıyı açma şansım olsa da radyoda şans eseri çalan sevdiğim şarkıyı dinlemeye bayılıyordum. Aynı tadı hiçbir şey vermiyordu.

Vücudum büyük bir enerjiyle dolarken radyonun sesini iyice yükselttim ve dans etmeye başladım.

Kalpten kalbe bir yol varsa

Bu aşktır elbet

Şarkıya eşlik ederek oturduğum yerde sağa sola salınırken arabanın bana dar geldiğini fark edip kapıyı açtım ve biz gelene kadar hızını artıran yağmuru hiç düşünmeden kendimi dışarı attım.

“Tamay, üşüteceksin!”

Aral’ın endişeyle arkamdan seslenmesini umursamadan evin verandasına doğru koşturdum. Basamakları atlayarak çıkıp üstü kapalı olan bölgeye ulaşınca arkamı döndüm ve Aral’a baktım. Daha doğrusu bakmaya çalıştım, zira arabanın gözüme vuran farı o kadar şiddetliydi ki elimi gözlerime siper etmek zorunda kaldım.

Zeki kocam bunu fark ederek farları kıstı. Artık çoğunlukla bacaklarıma vuran düşük seviyedeki ışık sayesinde koltuğunda oturmuş beni izleyen kocamı net bir şekilde görebiliyordum. Bu yüzden büyük bir coşkuyla kaldığım yerden şarkıya eşlik ederken dilediğimce dans etmeye başladım.

Kuş sütüyle beslerim seni

Mis yerine koklarım seni

Kalbimin sarayları senin

Sen ağlat ben severim seni

Son kısımda işaret parmaklarımı ona doğrultup aşağı yukarı salladığımda yüzünde oluşan yamuk gülümsemesiyle arkaya yasladı başını.

El üstünde tutarım seni

Dizimde uyuturum seni

Kalbimin sarayları senin

Ben seni yaşatırım seni

Kollarımı havaya kaldırıp salınarak etrafımda döndüm ve şarkının püf noktası gelince Aral’ın gözlerinin içine bakmaya özen göstererek kendimi işaret ettim.

Tut kolumdan çek götür beni

Hüp diye içine çek beni

Gözlerinin kısıldığını gördüğümde cilveli bir şekilde kıkırdayarak tekrar etrafımda döndüm. Eski pozisyonuma dönerek ileriye baktığımda Aral’ın arabadan inmiş olduğunu fark ettim. Daha da hızlanan yağmura aldırış etmeden ağır adımlarla bana doğru geliyordu.

Ve kalbim, onu ilk kez görüyormuşum gibi heyecanla takla attı.

Her adımında aramızdaki mesafenin biraz daha azalması heyecanımı öylesine artırıyordu ki hareketlerim tökezlemeye, ayaklarım birbirine dolanmaya başladı.

Şarkının sonuna geldiğimizin farkındaydım ama şu an bunu umursayacak halim yoktu. Aslına bakarsanız şarkıyı çoktan unutmuştum bile. Şu an odaklanabildiğim tek şey Aral ve aramızda bırakmadığı mesafeydi.

Basamakları usulca çıkıp tam karşımda dikildiğinde dans ederken salladığım kollarım havada asılı kalmıştı. Ne yapacağımı bilemeyerek öylece kalakaldığımda bundan faydalandı ve tek elini belime dolayıp beni kendine çekti. Göğsüm onunkine yaslandığında ağzımdan çıkan sert soluk çenesine çarptı ve bir an sonrasında dudakları benimkilere yapışmıştı.

Bu durumdan neden bu kadar etkilendiğimi açıklamam mümkün değildi. Sanki beni ilk kez öpüyormuş gibi hissediyordum ve bu dehşet vericiydi. Ona bu kadar âşık olmak, yaşadığımız onca şeyden sonra bile bu kadar kolay bir şekilde ayaklarımı yerden kesmeye devam edebilmesi, beni bu kadar heyecanlandırabilmesi gerçek olamaz gibiydi ama gerçekti işte. Dört nala koşan kalbim de bunun en büyük kanıtıydı.

Öpücüğüne karşılık verebilecek kadar kendime geldiğimde kollarımı boynuna doladım ama hamlemi yapamadan dudaklarımızı ayırıp başını hafifçe geri çekti. Mızmızlanmak için ağzımı açmıştım ki benimle dans etmeye başlamasıyla neye uğradığımı şaşırarak susuverdim.

“Bu şenlikte sana eşlik etmezsem olmazdı.”

Belime doladığı kollarını iyice sıkıp kulağıma eğildikten sonra söylemişti bunu. Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım ve kocaman gülümsedim.

“Birlikte dans etmeyeli de uzun zaman olmuştu zaten.”

Gülümsemem, onun yüzüne de bulaşırken dudaklarını alnıma bastırdı ve sıcacık bir öpücük kondurdu. Sıcak temasıyla gözlerimi kapayıp kendimi ona bıraktım ve çalan şarkıya uymamasını umursamadan ağır ağır salındık. Arabanın farı üzerimize vurur; daha da şiddetlenen yağmur sesi, çalan parçaya karışırken evin önünde uzun uzun dans ettik. Soğuk hava tenime işledikçe Aral’ın sıcaklığına daha çok sokuluyor ama salınmayı bırakmıyordum. Çünkü soğuk bile bu küçük mutluluktan vazgeçmemi sağlayamıyordu.

Birkaç şarkı değişti; bazılarının hızlı temposuna ayak uydurmaya çalıştık, bazılarını hiç umursamadan ağır ağır sallanmaya devam ettik.

Şakağıma küçük bir öpücük kondurup “Titriyorsun,” diye fısıldadı. Kollarımı boynuna daha sıkı sarıp yüzümü göğsüne gömdüm.

“Üşüyorum.”

“İçeri geçelim mi?”

Başımı kaldırmadan iki yana salladım. “Geçmek istemiyorum.”

“İçerde de dans etmeye devam edebiliriz?”

Çenem göğsüne yaslanacak şekilde kafamı yukarı kaldırıp gözlerinin içine bakmaya çalıştım. Geceleyin bir başka güzel görünüyorlardı.

“Aynı tadı vermez ki.”

“Vermesi için bir yolunu bulurum. Üşümeyeceğin bir yol.”

Dudaklarım sıcak bir gülümsemeyle kıvrılırken “Seni seviyorum,” diye fısıldadım. “Çok seviyorum hem de.”

Bunu beklemediğinden olsa gerek bir anlığına sessiz kaldıktan sonra başını eğip alnını yavaşça benimkine vurdu ve “Yalancı,” dedi.

Kaşlarım derhal çatılırken “Sensin yalancı,” diye karşılık verdim. İçimi titreten bir sesle güldü ve alnıma bir kez daha vurdu.

“Biraz daha dışarıda kalırsak zatürre olacağız ve ben ikinci baharımın başındayken hastalıklarla uğraşmak istemiyorum.”

Dansımıza son vermeyi hiç istemediğimi belli eden bir iç çekişin ardından “Peki,” diye kabullendim, çünkü haklıydı. Giderek üşüme seviyem artıyordu ve bu hayra alamet değildi.

Salınmayı bırakıp “Sen içeri geç,” dedi. “Ben de arabayı kapatıp geleyim.”

“Geçemem, çünkü anahtarım çantamda, o da arabada kaldı,” diyerek tatlı tatlı sırıttım.

Bakışlarını dudaklarıma indirip sesli bir şekilde iç geçirdi ve cebinden çıkardığı anahtarları bana uzattı.

“Elimden bir kaza çıkmadan git hadi.”

Ne kadar üşüsem de bu, Aral’a cilve yapmama engel olamıyordu maalesef.

Omzumu koluna vurarak “Nasıl bir kaza?” diye sordum. “Bazıları çok ilgi çekici oluyor.”

“Sözümü dinleyip hemen eve girersen nasıl bir kaza olduğunu göstereceğim, anlaştık mı?”

Kocaman sırıtıp başımı salladım. “Anlaştık.”

Halime gülerek başını iki yana sallayıp diğer tarafa döndü ve yağmura şöyle bir bakış atıp arabaya doğru koşturdu. Yağmura adım atar atmaz ne kadar ıslandığını görünce eve döndüğünde sırılsıklam olacağını anlamıştım. Bu yüzden hızla kapıya yönelip açtım ve içeri geçip Aral’ı beklemeye başladım.

Önce radyoyu ardından da motoru kapatıp koltukta bıraktığım çantamı alarak tekrar yanıma koşması birkaç dakika sürmüştü. Ancak içeri girdiğinde üzerinden sular damlıyordu.

Elindeki çantayı alıp “Hemen banyoya koş,” dedim. “Çabuk!”

Kafasını sallayarak beni onayladığını gösterdikten sonra merdivenlere doğru bir adım attı. Sonra bir şeyi unutmuş gibi hızla geri döndü ve beni kucaklayıp bir çuval gibi omzuna attıktan sonra hızlı adımlarla tekrar merdivene yöneldi.

Ani hamle yüzünden tiz bir çığlık attıktan sonra dengemi sağlamak için beline sımsıkı sarıldım ve “Ne yapıyorsun Aral ya!” diye bağırdım. Ona sarıldığım an ben de ıslanmıştım.

Beni umursamadan hızlıca merdivenleri çıkmaya başladığında başımı sabit tutmaya çalışırken “Kime diyorum ben?” diyerek kalçasını hiç de hafif olmayan bir şekilde mıncırdım.

İrkilerek “Acıttın be!” deyip kalçama şaplak attığında bir çığlık daha attım.

“Asıl sen acıttın! DELİRDİN Mİ YA?”

“Elimden çıkan kazayı görmek isteyen sen değil miydin?”

“Ben böyle bir kazadan bahsetmiyordum!”

“Nasıl bir şey bekliyordunuz doktor hanım?”

Sorusuna cevap vermek yerine “Hiç değilse kucağına al,” diye sızlandım. “Midem bulanmaya başladı. Yemekte yediğim her şeyi sırtına çıkaracağım bak şimdi.”

“Sakın!” diyerek beni hızla kucağına indirdiğinde kızgın bir ifadeyle suratına bakıp alnına fiske attım.

Yatak odasının kapısında duraksayıp kaşlarını çattığında çatık kaşlarının arasına bir fiske daha attım.

“Harbiden acıyor ama.”

“Acısın diye yapıyorum zaten. Şu halime bak, her tarafım sırılsıklam oldu sayende.”

“Ne olmuş? Banyoya gireceğiz zaten.”

“Banyoya mı gireceğiz?” diye sordum gözlerimi kocaman açarken. “Ben değil, sen girecektin. O da ısınmak için.”

“Beraber ısınırız işte ne güzel,” diyerek yamuk bir sırıtış sundu. O sırıtışa vurmak da öpmek de çok cazip geliyordu şu an.

“Bu yaptığına üçkağıtçılık derler.”

“Hayır, benim anlamadığım az önce kabul ettiğin olaya şu an neden karşı çıkıyorsun?”

“Bir çuval gibi sırta atılmak hoşuma gitmedi ve midem kalktı,” diyerek kaşlarımı çattım. “Benim kazadan kastım iki öpüşmek, elleşmek falandı. Bu değil.”

Yatak odasının kapısını ayağıyla ittirip içeri girdikten sonra bana ışıl ışıl bir gülümsemeyle bakarak banyoya doğru ilerledi.

“Banyoya ne için girdiğimizi sanıyorsun acaba?”

Alnına yapışmış ıslak saçlarıyla laf anlatmaya çalışmasına daha fazla tepkisiz kalamayıp güldüm. Konu Aral Ertem olunca bende irade diye bir şey kalmıyordu zaten.

Yumuşadığımı görünce keyifle sırıttı ve banyo kapısını da tekmeleyerek açmaya kalktı. Kapı büyük bir gürültüyle duvara çarptığında “Yavaş!” diye çığırsam da kahkaha atıyordum. “Kapıyı kıracaksın.”

“Şu an hiçbir şey umurumda değil, çünkü her ne kadar belli etmesem de donuyorum.”

Bunu dedikten sonra hiç duraksamadan duşa kabine girip sıcak suyu açtığında yaşadığımız şeyin saçmalığına gülerek alnımı onunkine yasladım.

“Önce kıyafetlerimizi mi çıkarsaydık?” diye alay etsem de sıcak su sayesinde vücudumun gevşemeye başlamasıyla memnun bir şekilde iç çekmeyi ihmal etmedim.

Dudaklarıma hızlı bir öpücük kondurduktan sonra beni kucağından indirdi ve kısık bir sesle “Hayhay,” diye mırıldanarak üzerimdeki ceketi kavradı. “Hemen çıkaralım.”

Yüzüme kondurduğu sıcak öpücükler eşliğinde üzerimdeki her şeyi ultra bir yavaşlıkla çıkarmasına izin verdim. Beni nasıl baştan çıkaracağını çok iyi biliyordu, bu yüzden kendimi tamamen ona bıraktım. Ve her zamanki gibi bundan bir an olsun pişman olmadım.

“Diplerinde yaş bir yer kalmadı, değil mi?”

“Bakayım,” diyerek parmaklarımı saç diplerimde gezdirdim. “Hafif nemli ama yeter bu kadar, saçlarımı yakmak istemiyorum. Sen kendi saçlarını kurut.”

“Benimkiler kendi kendine kurudu bile.”

“Olsun,” diye inat ettim. “Bir iki dakikalığına olsa da tut.”

Aral, sözümü dinleyip makineyi kendi saçlarına tutarken ben de makyaj masasının çekmecesinden çıkardığım tarakla saçlarımı taramaya başladım. Aral’ın elinden çıkan kaza (!) bizi saatlerce banyoda tuttuğu için bir hayli yorgundum. Saçlarımı tarayıp direkt uyumak istiyordum bu yüzden.

Kendi saçlarını da kuruttuktan sonra makineyi banyoya bırakıp geri gelen Aral, tarağı elimden alarak saçlarımı kaldığım yerden taramaya başladığında bunu memnuniyetle karşılayıp masanın üzerindeki nemlendiriciye uzandım ama kutunun içini açtığımda bitmiş olduğunu görerek ofladım.

Tarağı aldığım çekmeye uzanıp sürebileceğim bir şeyler aramaya başlamıştım ki Tuana’nın birkaç hafta önce indirimde görüp benim için de aldığı nemlendiriciyi hatırladım. Kız kardeşler bu gibi durumlarda bir nimet oluyordu gerçekten.

Nereye koyduğumu hatırlamadığım için çekmeceleri teker teker karıştırmaya başladım.

“Bu şekilde saçını tarayabileceğime inanman şahane.”

Aral, birkaç denemenin ardından başarılı olamayacağını anladığında ellerini saçlarımdan çekip oturduğum sandalyenin başına yaslayarak beklemeye başladığında kıkırdadım ve “Bir dakika,” dedim. “Nemlendirici arıyorum.”

Son bir umutla en alttaki çekmeceyi açıp nemlendiricinin orada olduğu görünce “Hah, buldum!” diye yükseldim. Nemlendiriciyi kapıp çekmeceyi kapatmak üzereyken ters çevrilmiş çerçeveyi görünce duraksayıp merakla uzandım. Çerçevenin diğer yüzünü çevirdiğimde gördüğüm şeyle bir burukluk yüklendi üzerime.

“O ne?”

Aral, çenesini omzuma yaslayarak fotoğrafa daha yakından bakmaya çalıştığında usulca yutkunup “İlk fotoğrafımız,” diye mırıldandım. Bakışlarım fotoğrafın üzerinde gezinirken o anı tekrar yaşıyormuşum gibi hissetmiştim. “Sevgili değildik henüz. Bize gelmiştin, Tuana da yengemle birlikte yaptıkları pastadan ikram etmişti sana. Sonra arkadaşlarına seninle hava atmak istediğini ama hiç fotoğrafın olmadığını söyleyip bizi çekmişti.”

Yüzümdeki sahte gülümsemeyle gizlemeye çalıştığım gerginliğime bakarak iç çektim. Beni bu hale düşürdüğü için içten içe Tuana’yı dövme planları yaptığımı anımsayabiliyordum.

“Hatırladım,” diyerek geceliğimin üzerinden omzuma bastırdı dudaklarını. “Ama başucundaki komodinin üzerinde durmuyor muydu bu fotoğraf? Çekmecede ne işi var?”

Bakışlarımı aynaya çevirdiğimde Aral’la göz göze geldik. Beni izliyordu.

“Hastaneden eve ilk geldiğimde gördüğüm bütün çerçeveleri bir yerlere saklamıştım,” diye itiraf ettim utana sıkıla. “Onları görmek beni sinirlendiriyordu, çünkü ne kadar çabalarsam çabalayayım hiçbir şey anımsatmıyorlardı bana.”

Bir anlık duraksamanın ardından anlayışlı bir ifadeyle başını salladıktan sonra doğrulup saçımı tarama işine geri döndü. Hiçbir şey söylememesi beni üzmüştü ama söyleyecek ne vardı ki?

Çerçeveyi masanın üzerine bıraktıktan sonra nemlendiricinin kutusunu açıp ellerime sürmeye başladım. Oyalanacak bir şey bulmak iyi gelmişti.

Dakikalar sonra “Tamam herhalde?” diyerek tarağı masanın üzerine bıraktığında başımı ona çevirip küçük bir tebessümle teşekkür ettim.

“Ne demek,” diyerek başımın üzerine uzun bir öpücük bıraktı. “Hadi yatalım.”

Başımı salladıktan sonra nemlendiriciyi kenara bırakıp ayaklandım ve çerçeveyi de aldıktan sonra yatağa doğru ilerledim. Çerçeveyi eski yerine yerleştirdikten sonra yarın ilk iş diğer fotoğrafları sakladığım yerlerden çıkarmayı aklımın bir köşesine not ederek sabahlığımı çıkardım ve yatağa girdim.

Aral da ışığı kapatıp yatağın diğer tarafına yattıktan sonra beni kollarının arasına çektiğinde ona sıkıca sarıldım ve kötü hissettiğim için “Özür dilerim,” diye mırıldanmaktan alıkoyamadım kendimi.

Beni daha sıkı sarıp “Özür dilemeni gerektirecek bir durum yok,” dedi.

“Yine de üzgünüm.”

“Senin suçun değildi, güzelim. O yüzden üzülme.”

Tişörtünün üzerinden göğsünü öpüp inanmayacağını bile bile “Senin de değildi,” diye mırıldandım. “Acı bir tecrübeydi ama geçmişte kaldı.”

Burnunu saçlarıma sürtüp “İyi ki kaldı,” diye fısıldadı. “Kalmasaydı ne yapardım bilmiyorum.”

Gözlerimi sıkıca yumup gözyaşlarımı geri göndermeye çalıştım. Buna daha ne kadar devam edebilecektik? Bu durum ne zaman gerçekten geçmişte kalıp canımızı acıtmayı bırakacaktı?

Kalbindeki tüm kırgınlığı ve acıyı alabilmeyi dileyerek “Seni çok seviyorum,” diye mırıldandım. “Her şeyden çok.”

Göğsü derin bir nefesle yükselip alçaldı.

“Ben daha çok doktor, inan bana ben daha çok.”

Gözlerim kendiliğinden araladığında odanın hala karanlık olduğunu fark ederek iç çektim. Beni uyandıran şeyin ne olduğunu anlayamamıştım ama uykuma geri dönmeden önce kuruyan boğazımı ıslatmam gerektiğinin farkındaydım.

Aral’ı bulmak amacıyla kolumu ileri attığımda elimin denk geldiği boşluk, beni uykudan tamamen ayıran şey olmuştu. Başımı çevirip yatağın diğer tarafına baktım ama yatakta yalnızdım.

İçimden “Nereye gitmiş bu?” diye söylenerek başımı kaldırıp banyo kapısına baktım ama ışığı kapalıydı. Artan merakım, uyku mahmurluğumu iyice yok ederken usulca doğrulup yataktan kalktım ve sabahlığımı giyerek odadan çıktım.

Mutfağa inmeden önce üst kattaki banyoya ve sonrasında da alt kattakine baktım ama hiçbir yerde yoktu. Benim açtığım ışıklar haricinde ışık da yanmıyordu ve telaşlanmaya başlamıştım.

Mutfağa girip ışığı yakarak orada da olmadığına emin olduktan sonra evde olmadığına kanaat getirerek telefonla aramaya karar verdim ancak öncesinde boğazımdaki kuruluğu gidermem gerekiyordu.

İzinde olmasına rağmen görev için çağrılmış olabilir mi, diye düşünerek su doldurduğum bardaktan birkaç yudum almıştım ki bahçeden ses geldiğini işitince duraksadım. Sesi daha net duyabilmek için dikkat kesildiğimde birinin konuştuğunu fark ettim. Omuzlarım büyük bir rahatlamayla çökerken kalan suyumu tek yudumda içip hızlı adımlarla mutfağın bahçe kapısına yöneldim.

Cam kapıdan dışarı baktığımda bahçenin ışıkları yanmadığı için görmem başta zor olsa da dikkat kesildiğimde Aral’ın havuz başındaki silüetini görebilmiştim. Havanın soğukluğuna aldırmadan tişörtle yerde oturması kaşlarımı çatmama neden oldu. Daha birkaç saat önce sağanak yağmurun altında kalmış biri için fazla cesurca bir hareketti.

Geri dönüp koridordaki vestiyerden kendime ve Aral’a birer mont aldım ve kendiminkini giyinerek tekrar mutfağa geçtim. Bahçe kapısını açıp dışarı çıktığımda yüzüme vuran soğuk, ayak parmaklarıma kadar titrememe neden olduğunda gecenin bu saatinde beni dışarı çıkmak zorunda bırakan Aral’ı bir güzel benzeteceğimi çok iyi biliyordum.

Titreyen çenemi sabit tutmaya çalışıp hızlı hızlı Aral’a doğru ilerlerken soğuğa odaklanmaktan gözden kaçırdığım bir detay olduğunu fark ettim. Herhangi biriyle konuşmuyordu, şarkı mırıldanıyordu. Bu soğukta ve saatte şarkı söylemek için bahçeye mi çıkmıştı yani? Kaşlarım iyice çatılırken ne söylediğini anlamak için dikkat kesildim.

Bana cefa ediyorlar, bilmem nedendir

Benim korkum senden değil, kaderimdendir

Öyle mutsuz ve hisli bir şekilde söylüyordu ki kalbimin sıkıştığını hissettim. Ne olmuştu? Kâbus mu görmüştü? Niye bu soğukta boş havuzun başında oturmuş şarkı söylüyordu?

Her şeyden önemlisi… Onun yanında gördüğüm şişe, düşündüğüm şey miydi?

Herkes bana deli diye gülüp geçiyor

Senin aşkın beni kara gözlüm deli ediyor

Daha fazla sakin kalamayacağımı hissederek hızlı adımlarla yanına varıp beni fark etmesini sağladım. Bakışlarını boş havuzun dibinden ayırmasa da şarkı söylemeyi bıraktı ve mahcup bir ses tonuyla “Demek seni uyandırdım,” diye mırıldandı. Kelimeleri öyle dağınık dökülmüştü ki ağzından istemsizce alkol şişesine baktım ama ağzı kapalıydı ve ay ışığının yardımıyla görebildiğim kadarıyla ağzına kadar da doluydu.

Başka şişe var mı diye etrafına bakındım ama hiçbir şey göremedim. Yani sarhoş değildi. O halde bu hali neydi?

Hiç üşür gibi bir hali olmasa da elimdeki montu omuzlarına örttüm ve “Delirdin mi?” diye sordum kızgın bir ses tonuyla. “Ne yapıyorsun bu saatte burada? Üşümüyor musun?”

Dediklerimi duyup duymadığını anlayamamıştım çünkü en ufak bir harekette bulunmamıştı. Havuza bakmaya devam ediyordu. Şimdiden buz kesilen bacaklarımı umursamadan yanına çömelip “Aral,” dedim. “Kime diyorum ben?”

“Hava çok soğuk,” dedi, ağzımdan hiçbir şey çıkmamış gibi. “Üşürsün sen. İçeri geç.” Kısa bir an duraksayıp başını çevirir gibi oldu ama çevirmedi. “Mont için teşekkür ederim. Gerek yoktu. İçim yanarken dışımın üşümesi pek mümkün olmuyor.”

Sinirim tepeme çıkarken kızmak için ağzımı açtım ama ne diyeceğimi bilemediğim için tek kelime edemedim. Kafayı mı yemişti? Şu an ne yaşanıyordu tam olarak?

“Sarhoş musun?” diye sordum, emin olmak istediğim için. “Niye sorduğum şeylere cevap vermek yerine başka şeyler söylüyorsun?”

Herhangi bir tepki vermeden boş boş havuzu izlemeye devam ettiğinde daha fazla dayanamayacağımı fark edip uzandım ve çenesini pek de nazik olmayan bir şekilde tutup kendime çevirdim.

“İyi olduğuna emin misin? Beni endişelendiriyorsun.”

Hüzünlü bakışları dudaklarıma kaydıktan birkaç saniye sonra gözlerime çıktı.

“Hiç içki içmediğim halde sarhoş olmuş olabilir miyim? Dudaklarının kıpırdadığını görüyorum ama ne söylediğini anlayamıyorum.”

“Ne?”

Söyleyebildiğim tek şey buydu.

“Sağır mı oldum?” diye sordu kaşlarını çatıp. Sağır olmuşsa bile o kadar sakin duruyordu ki kafayı yemek üzereydim.

“Bir anda sağır mı olunur, saçmalama,” diye homurdanarak ellerimi geri çektim. Öyle sinirli ve şaşkındım ki soğuğu hissetmemeye başlamıştım.

Aral birkaç saniye daha yüzüme baktıktan sonra iç çekip tekrar önüne döndü.

“Yatağına dön, Doktor. Beni merak etmene gerek yok.” Kendi kendine gülümsedi ama alaycı bir gülüştü bu. “Daha doğrusu benim yüzümden vicdan azabı çekmene gerek yok. Tüm bu dertleri başıma ben açtım.”

“Neden bahsediyorsun?” diye yakındım ama bir kez daha beni duymadı. Ya da duymamış gibi yaptı. “Cidden şu an hiçbir halt anlamıyorum ve sinirleniyorum.”

“İçki içmemden korktuğun için gitmiyorsan onu da yanında götürebilirsin,” diyerek önündeki şişeyi alıp bana uzattı. “İçebilirim sanmıştım. İçip yaşanan her şeyi unutmak istiyordum ama yapamadım. Bir kadın yüzünden ettiğim tövbeyi yine bir kadın için bozacaktım ama anneme kıyamadım. Sonuçta beni gerçekten seven tek kadın o. Onu tekrar perişan hale düşüremem.”

Şok içinde onu dinliyordum. Ne saçmalıyordu şu an gerçekten?

Şişeyi elinden almadığımı fark edince nihayet kafasını çevirip bana bakma zahmetine girdi ve yüzü, beni görmek ona acı veriyormuşçasına buruklaştı.

“Hatırlamıyorsun değil mi?” diyerek başını salladı. “Bunu da hatırlamıyorsun.” İç çekti uzun uzun. “Boş ver, hatırlama. Hatırlanmaya değecek bir şey değil zaten.”

Ani bir dürtüyle “Hatırlıyorum,” dedim. “Hafızam yerine geldi, unuttun mu?”

Yine duymadı. Beni sahiden de duymuyordu.

Bakışları, dudaklarımla gözlerim arasında gidip gelirken “Sanırım halüsinasyon görüyorum,” diye mırıldandı. “Ya da soğukta uyuşup kaldım ve rüya görüyorum. Dudakların kıpırdadığı halde seni duyamamamın başka bir açıklaması olamaz çünkü, değil mi?”

Ağlamak üzereydim. Niye böyle acınası haldeydi? Niye beni duymuyordu?

“Belki de benim için bir fırsattır bu. Yüzüne doya doya bakabilmem içindir.”

“Aral…”

“Yüzüne karşı asla söyleyemeyeceğim ama günlerdir içimde birikip beni delirten şeyler var. Merak ettiğim şeyler… Sorabilir miyim?”

Bir şey söyleyemedim. Söylesem de duymuyordu ki zaten.

“Kendime ne kadar kızgınsam sana da bir o kadar kırgınım, biliyor musun?” diyerek başını salladı. “Bunu nasıl başardın, Tamay? Yani biliyorum, bile isteye yapmadın. Sadece hafızandan sildiğin zaman diliminin içinde olmam beni kurban durumuna düşürdü ama… ama ben yapamazdım ya. Unutamazdım seni. Herkesi, her şeyi unuturdum; kendimi bile unuturdum da seni unutamazdım. Sen nasıl yaptın? Nasıl kıydın bana?”

Yeşil gözleri yaşlarla dolduğunda nefes alamadığımı hissettim. Canımdan can koparıyordu sanki.

“Hadi kıyacaktın madem, neden aşık ettin ki beni kendine? Niye uğraştın o kadar? Kendi yolumda düşe kalka bir şekilde gidiyordum ben. Nefes almadan yaşamanın bir yolunu bulmuştum kendimce. Niye elimden aldın bunu? Bundan sonra nasıl ayakta duracağım ben? Nasıl devam edeceğim? Tamay’ın Aral’ı olmanın nasıl bir şey olduğunu bildikten sonra Tamay’sız Aral olmaya nasıl geri döneceğim?”

Gözlerimden yaşlar damlarken ona doğru uzandım istemsizce.

“Aral… Tekrar hatırladım ya ben her şeyi. Niye böyle şeyler söylüyorsun?”

Ona uzanan elime baktı uzun uzun. Tutmak istiyormuş da cesaret edemiyormuş gibiydi. Tutamamak canını yakıyor gibiydi.

“Beklemek sorun değil, biliyor musun? Beklerim ben. Beni tekrar aynı şekilde seveceğini bilsem ölene kadar beklerim hatta. Acı içinde kavrula kavrula beklerim ama ya başkası girerse aklına?” Acıyla yumdu gözlerini. Söylemek bile canını yakıyordu, belliydi. “Ya kalbin boş kalmışken başkası yerleşirse oraya? Başkası doldurursa zihninin her bir köşesini? Ne yaparım o zaman? Söylesene… Nasıl yaşarım?”

Yüzünü avuçlarımın arasına alıp “Yapma böyle,” diye yalvardım. “Zaten ne olduğunu anlamadığım için delirmek üzereyim, bir de bu şekilde konuşarak kırma kalbimi.”

Yanağını elime yaslayıp “Bana acıdığın için böyle yakın davrandığını biliyorum,” diye fısıldadı. “Ama buna bile razıyım. O kadar çaresizim, o kadar muhtacım ki sana.”

“Ne olur sus,” derken hıçkırarak ağlıyordum artık. Böyle şeyleri hiç yüzüme bakarak söylememişti. Acı çektiğinin farkındaydım ama onu böyle görmek işin ciddiyetini kavrayamadığımı fark ettirmişti bana. Aral’ın yerinde bir başkası da olsa hafıza kaybım yüzünden acı çekerdi ama onun geçmişi zaten yaralıydı. Kendine güveni olmayan, sevilmeyeceğine inanan ve hayatı boyunca hayal kırıklıklarıyla yaşayacağını sanan bir adamdı. Onun kalbine girebilmek için kendimden çok ödün vermiştim ama istediğimi elde etmiştim. Onun kendinden verdiği ödünleri hesaba katmamıştım ama. Kendini güvenli alanından çıkarıp bana teslim ettiğini unutmuştum.

Avucumun içine konan yaralı bir kuş olduğunu, onu tedavi etmenin de yarasını daha beter hale getirmenin de benim elimde olduğunu unutmuştum.

Kapalı gözlerinin arasından sızan gözyaşlarına takıldı bakışlarım. Onu ağlarken görmek canımı daha beter acıttığı için uzanıp öperek yok ettim o yaşları. Rüya gören o muydu ben miydim bilmiyordum ama burada dönen saçmalığı daha sonra düşünecektim. Şu an için istediğim tek şey onu bir şekilde içeri sokmak ve göğsümde uyutmaktı. Rüyada da olsa onu mutlu etmek istiyordum, benim yüzümden ağladığını görmek istemiyordum.

Gözyaşlarını öptüğümde gözlerini daha sıkı yumdu. Sanki gözlerini aralayıp bana baktığında kaybolacağımdan korkuyordu.

Ani bir rüzgâr dalgası saçlarımı uçurduğunda istemsizce titreyerek “Hava çok soğuk,” diye mırıldandım. “Hadi içeri girelim.”

Gözlerini kırpıştırarak aralayıp yeşillerini yüzüme dikerek şaşkınca baktı bana.

“Rüya değil miydi bu? Az önce söylediklerini duydum.”

Hevesle başımı dikleştirip “Sahi mi?” diye sordum. Beni duymasını beklemeden konuşmuştum. “Duydun mu beni?”

Gözlerini şaşkınca kırpıştırmaya devam edip “Evet,” dedi. “Duyuyorum.”

Omuzlarım rahatlayarak gevşerken “Çok şükür,” diye mırıldandım. “Hadi, içeri geçelim o zaman. Hasta olacağız.”

Güç bir şekilde yutkunup başını ellerimin arasından çekti ve bakışlarını havuza dikip “Sen git,” dedi. “Benim uykum yok.”

“Uykun olmasa da içeri girmen gerek,” diye çıkıştım. Niye bu kadar inat ettiğini bir türlü anlamıyordum. “Buz gibisin Aral. Zatürre mi olmak istiyorsun?”

Kaşlarını çattı ve düşünceli bir ifadeyle “Hayır ama olsam daha iyi olurdu belki,” diye mırıldandı. Delirmişti herhalde.

“Eğer sözümü dinleyip benimle içeri geçmezsen seni gerçekten döverim,” dedim sinirle. “Küçük bir çocuktan betersin.”

İç geçirerek bana döndü ve “Niye anlamıyorsun?” diye sordu. “Senden ayrı bir şekilde uyumak zorunda kalmak sinirlerimi bozuyor. Uyuyamıyorum. Duramıyorum. Yapamıyorum.”

“Aral…”

“Başka bir evdeyken sorun olmuyor. Emniyet’in o bel kıran koltuklarında ya da devriye arabasında bile bir şekilde idare ediyorum ama senin olduğun yerde senden ayrı kalmaya dayanamıyorum. Yokluğun daha hissedilir, daha acı verici oluyor.”

Amasya’ya ilk gittiğimizde kendi odasında uyuyamadığı için gecenin bir yarısı yanıma geldiği günü hatırladım. O zaman da böyle söylemişti. Aynı çatı altındayken benden ayrı uyuyamadığını söylemişti.

“Benden ayrı uyumak zorunda değilsin,” dedim hızlıca. “Birlikte yatabiliriz.”

Şaşkınca kaşlarını kaldırıp kekeleyerek “Sa-sahi mi?” diye sorduğunda başımı salladım. Ona şu an hafızamın yerinde olduğunu söyleyip sabaha kadar bu soğukta kalmamıza neden olmak istemiyordum, zira birazdan buz keseceğimden emindim.

Yüzümü dikkatlice inceleyip “Bu kesinlikte bir rüya,” diye mırıldandı. “Bana ne kadar acırsan acı, tanımadığını düşündüğün bir adamla birlikte yatmak istemezsin.”

Doğru, istemezdim ama onu tanıyordum. Onu, herkesten çok daha iyi tanıyordum.

“Rüya bile olsa benimle uyumak istemez misin?”

Alaylı bir nefes fırladı dudaklarının arasından. “Şu anda bundan daha fazla istediğim hiçbir şey yok.” Bir anlık duraksamanın ardından devam etti. “Beni hatırlaman dışında tabii.”

Onun için ne olduğu hakkında bir fikrim olmasa da ben rüya görüyor olmalıydım. Belki kendimi mıncıklasam uyanırdım ama rüya görüyor olsam bile şu an uyanmak istemiyordum. Aral’ı mutlu etmek istiyordum.

“Hadi o zaman,” diyerek ayağa kalkıp elimi ona uzattım. “İçeri girelim.”

Uzattığım elime uzun sayılabilecek bir bakış atıp çekinerek tuttu ve ayağa kalktı. Ani hareketiyle omuzlarından sıyrılan montu diğer eliyle yakaladığı sıra ona içten bir gülümse sundum ve elimi avcunun içine kaydırıp parmaklarımızı birbirine geçirdikten sonra onu eve doğru çekiştirdim.

Mutfağa girip bahçe kapısını ardımızdan kapattıktan sonra içerinin sıcağının beni etkisi almasını büyük bir memnuniyetle karşılayarak Aral’a döndüm. Gözlerini bile kırpmadan beni izliyordu. Benim aksime sıcak onu hiç etkilememiş gibiydi. Sanki şu an algılayabildiği tek şey bendim.

Hali istemsizce hoşuma gittiği için kendimi tutamayıp gülümseyerek “Bana bu kadar âşık olduğunu belli etme,” dedim.

“Hı?”

Şaşkınca büyüttüğü gözlerine bakıp keyifle gülümsemeye devam ettim. Bayılıp kalmayacağından emin olsam dudaklarına küçük bir buse bile kondurabilirdim ama eğer bayılırsa onu üst kata taşıyamayacağım için böyle bir riske girmek istemedim.

“Hadi,” diyerek önüme döndüm ve onu üst kata kadar peşimden sürükledim. Yatak odasına girdiğimizde elini bırakıp montumu çıkardım ve duvara yaslı olan koltuğun üzerine fırlatıp ona döndüm. Düşünceli bakışlarını az önce bıraktığım eline dikmişti.

Dudaklarımı büzüp ona doğru ilerledim ve yamuk bir şekilde omuzlarında durmaya devam eden montunu kapıp benimkinin üzerine fırlattıktan sonra elini tekrar tutup yatağa doğru çekiştirdim.

“Uyandığımda seni yanımda bulamadığım için ne kadar telaşlandım, haberin var mı?” diye söylenirken yatağın onun tarafındaki yorganı kaldırıp yatmasını işaret ettim.

Açtığım alana oturup şaşkın bakışlarını yüzümden ayırmadan “Beni yanında bulamadığında mı?” diye sordu.

“Evet,” diyerek yatağın üzerine çıktım ve emekleyerek diğer tarafa geçip yorganın altına girdim. “Oh, sıcacık!”

Birazdan buharlaşıp yok olacağımdan şüpheleniyormuş gibi oturduğu yerden şaşkınca beni izlemeye devam ettiğinde iç geçirip koluna uzandım ve onu kendime doğru çektim.

“Şu yorganın altına gir ve bana sarıl ki seni ısıtabileyim, koca şapşal.”

Hiç hareket etmeden beni izlemeye devam ederken “Bu kesinlikle bir rüya,” diye mırıldandı. “Uzun zamandır görmediğim kadar güzel bir rüya hem de.”

Söylediklerini umursamadan kollarımı iki yana açıp “Geliyor musun, yoksa gelmiyor musun?” diye sordum.

Çekintisi yüzünden belli olsa da başını salladı ve yatakta bana doğru geldi. Kollarımı kapatmadan yatar pozisyona geçip onu beklemeye devam ettiğimde dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı ve kollarımın arasına girdi.

Tek kolumu sırtına doladıktan sonra yorganı üzerimize örttüm ve başını göğsüme yasladım. Kollarımın arasında kaskatı kesilmişti. Öyle gergindi ki onu rahatlatmak isteyerek sırtındaki elimi aşağı yukarı hareket ettirmeye başladım.

Gevşemesi sandığımdan uzun sürse de nihayet kendini rahat bıraktı ve kollarını sıkıca belime doladı. Geceliğimin açık yakasında hissettiğim ıslaklığı idrak ettiğim sırada “Keşke rüya olmasaydı,” diye fısıldadığını işittim zar zor. “Keşke uyandığımda da yanımda olsaydın.”

“Olacağım,” dedim. Olacaktım çünkü.

“Olmayacaksın,” dedi buruk bir ses tonuyla. “Ama buna da razıyım. Sana rüyamda da olsa tekrar böyle sarılabildiğim için çok şanslıyım.”

Saçlarını öpüp “İster inan ister inanma,” diye mırıldanarak gözlerimi yumdum. “Ama olacağım.”

Bu bir sözdü.

Hayır, yemindi.

Gözlerimi araladığımda hissettiğim ilk şey, yanaklarımdaki yaşlar oldu.

Daha sonra belli aralıklarla şakağıma vuran nefesi fark ettim. Nefesin sahibinin kim olduğunu çok iyi biliyordum. Az önce yaşadığım şeylerin bir rüyadan ibaret olduğunu da öyle.

Kalbim öyle kırıktı ki gözlerimden yeni yaşlar akmaya devam etti. Aral, karşıma geçip bana ne kadar kızgın ve kırgın olduğundan bahsetmemişti hiç. Sadece kendinden ne kadar nefret ettiğini ve yaşanan her şey için kendini ne denli suçladığını biliyordum. Ama düşününce bana kırılmaya da kızmaya da hakkı vardı. Mantıken yoktu belki ama vardı işte.

Sessiz kalmaya çalışarak başımı geri çekip yüzüne baktım. Kaşlarının arasındaki izler görünmüyordu. Huzurlu bir uykuda olduğu belliydi. Onu böyle gördüğüm için içimin rahatladığını hissettim.

Bedenimi sıkıca sarıp sarmalamış, hareket yetimi kısıtlamıştı. Normalde rüyanın da etkisiyle ona sıkıca sarılmak ve uzun süre o şekilde kalmak istiyordum ama gözyaşlarımın durmaya niyeti yoktu. Bu da muhtemelen onu uyandıracağım anlamına geliyordu ki uyandığında ona herhangi bir açıklama yapacak güce sahip değildim.

Bu yüzden yavaş hareketlerle kollarının arasından sıyrılmaya çalıştım. Biraz zorlansam da yataktan kalkmayı başardığımda komodinin üzerindeki telefonumu da alarak hızlı adımlarla banyoya geçtim. Kapıyı ardımdan sessizce kapattıktan sonra gidip çamaşır sepetinin üzerine oturdum ve sakinleşmeyi bekledim.

Rüyamda, rüya gördüğümü fark ettiğim halde uyanmak istememiştim. Ne gerçekte ne de rüyada Aral’ın benim yüzümden mutsuz olmasını istemiyordum. Aslında hayır, onun hiçbir şekilde mutsuz olmasını istemiyordum ve bir de üstüne mutsuz olma sebebi bensem kahrolurdum. Şu an olduğu gibi.

Biraz daha iyi hissetmeye başladığımda elimin tersiyle yanaklarımı kuruladım ve telefonumun tuş kilidine basarak saate baktım. Dördü geçiyordu. Günün aydınlanmasına az kalmıştı.

Tekrar kararan telefon ekranıma uzun uzun baktım. Bir yandan da düşündüm. Uyumak için hazırlandığımız sırada yaşadıklarımız Aral’ın hala ne kadar hassas olduğunu kanıtlıyordu. Üstüne gördüğüm bu rüya da beni daha önce aklıma gelmeyen şeyleri düşünmeye itmişti.

Hafızam yerine gelmişti, evet. Gelmeseydi de onu bırakmaya hiç niyetim yoktu ve bunu Aral da biliyordu. Ama yine de eksik olan bir şeyler vardı. Burukluğunu atamamasına neden olan, onu hala fazlasıyla hüzünlendiren şeyler.

Geçmişi değiştiremezdim, kendime de fazla yüklenmemeye çalışıyordum çünkü Aral’ın rüyamda da söylediği gibi tanımadığımı düşündüğüm bir adamı kısa sürede bağrıma basmak pek de mümkün değildi. Bu yüzden geleceğe odaklanmalıydım. Bir haftadan daha kısa bir süre sonra ailelerimiz tanışacak ve biz resmi olarak nişanlanmış olacaktık ama yeterli değildi sanki. Daha büyük bir şey istiyordum. Aral’a; onu ne kadar çok sevdiğimi gösterecek, aynı zaman da mutluluktan havalara uçuracak bir şey.

Aklıma bir fikir geldi. Daha doğrusu arada bir düşündüğüm bir şeydi zaten ama ilk kez böylesine kararlı bir şekilde düşünüyordum ve mümkün gibiydi. Tek başına gerçekleştirmeye gücüm yetmezdi ancak bir sağ kolum vardı neyse ki. Gerçi tamamen kendi hayatına odaklanabilmesi için onu rahat bırakmaya karar vermiştim ama bunu onsuz başaramazdım. Bu yüzden son bir seferliğine bana yardım etmek zorundaydı. Zaten en büyük kısmı ben halledecektim. Yani onu çok yormayacağımı umut ediyordum.

Telefonumun kilit tuşuna bir kez daha bastım ve mesaj uygulamasına girdim. Bu saatte arayamazdım sonuçta ama mesaj atmak için de sabahı bekleyemeyecek kadar heyecanlıydım. Bu yüzden uygulamada ismini buldum ve hızla mesajımı yazmaya koyuldum.

Kime: Arel İbrahimoğlu

Arel, selam. Öncelikle sakin ol. Bu saatte yazdığım için korkacak bir şey olduğunu düşünmeni istemem, çünkü yok. Sadece bir rüya gördüm ve beni çok etkiledi. Bu yüzden bir şey yapmak istiyorum. Biraz delice olabilir ama şimdiden beni heyecanlandıran bir şey. Ve tabii umuyorum ki Aral’ı da çok mutlu edecek bir şey. Bunun için de yardımına ihtiyacım var. Bizden bıktığını biliyorum ama söz veriyorum, bu son olacak. Çünkü bunu sensiz başaramam.

Mesajla söyleyebileceğim bir şey değil. Oturup konuşmamız gerek. Ve tabii asla Aral’ın haberi olmamalı. Bana mümkünse yarın, değilse en kısa zamanda görüşebilmemiz için zaman ayırabilir misin?

Şimdiden teşekkür ederim.

Bu arada, Tuana’dan sonra en sevdiğim kardeşimin sen olduğunu biliyorsun, değil mi? <3

Mesajı gönderdikten sonra birkaç kez daha okudum ve kendi kendime onay verircesine kafamı salladıktan sonra çamaşır sepetinin üzerinden kalktım. Telefonu bir kenara koyduktan sonra tuvalet ihtiyacımı giderip ağladığım için kızaran yanaklarıma su çarptım ve telefonumu da alıp banyodan çıktım.

Sessiz adımlarla yatağa doğru ilerleyip telefonumu eski yerine bırakıp yatağa tırmandım ve Aral’ın kollarının arasındaki yerime geri döndüm. Onunla bir bütün olmak isteyerek göğsüne gömülüp kollarımı sıkıca beline doladığımda başımın tepesindeki dudaklarını hissettim.

“Üşümüşsün,” diye mırıldandı uyku mahmuru sesiyle. Sonra da yorganı tepemize kadar çekip bana, aynı benim gibi sıkıca sarıldı. “Tuvalete mi gitmiştin?”

Kokusunu derince içime çekerek “Hı hı,” diye mırıldandım.

Benimle konuşmasından korkuyordum, çünkü sesimin çatlaklığından ağladığımı anlardı ama neyse ki başka bir şey söylemedi. Saçlarımdan bir kez daha öptükten sonra yanağını başıma yaslayarak uyku moduna geçtiğinde gözlerimi kapatıp göğsünün sıcaklığının tadını çıkardım. O bilmiyordu belki ama sözümü tutmuştum. Uyandığında yanındaydım.

Ve her nasılsa böyle düşünmek uykuya daha rahat bir şekilde dalmamı sağladı.

Muhtemelen Tamay’ın ne yapacağını biliyorsunuzdur ama yine de tahminleri alabilir miyim lütfen?

Umarım beğenmişsinizdir. ♥

Yeni bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın!

İnstagram: rabiaclr / dolunayinvechi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 04.12.2024 22:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...