

Herkese merhaba!
Sonunda geri dönebildiğim için ne kadar mutluyum bilemezsiniz. Yokluğumla ilgili wattpad panomda bir şeyler paylaşmıştım ama oraya giremeyenler veya görmeyenler için sonda küçük bir açıklama bıraktım. Şu an kitabı çok özlediğinizi bildiğimden lafı uzatmak istemiyorum. Eğer nerede kaldığımızı unuttuysanız son birkaç bölüme şöyle bir göz atmanızı tavsiye ederim. <3
Keyifli okumalar!
“Ben sana hep üşüyordum çünkü kıştım… Nakıştım… Bakıştım… İnkâr etmiyorum da bunu. Seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım. Ve lütfen inkâr etme, sana en çok ben yakıştım.”
/Özdemir Asaf/
ღ
“Ne dedin ne dedin?!”
Arel’in bağırmadan hemen önce mutfak masasına püskürttüğü suya bakarken suratımı buruşturup “Bu kadar şaşıracak ne var?” diye söylendim. “Zaten olacak bir şeyi daha erkene çekiyorum sadece.”
Arel, dün gecenin bir yarısı attığım mesajı sabah işe giderken görmüş ve iş çıkışı müsait olacağını bildiren bir mesajla geri dönmüştü. Aral’a çaktırmadan nasıl konuşacağımızı bilmiyordum çünkü evdeyken sürekli dip dibeydik ve Arel’le yalnız konuşma konusunda mantıklı bir bahane bulamazdım. Ya tamamen farklı bir yalan söyleyecektim ya da… Eh, işte ikinci da’yı henüz bulamamıştım bile.
Neyse ki ben çözüm bulacağım diye kafayı yemeden biricik kardeşim Tuana imdadıma yetişmişti. Bugün eve dönecekti ama amcamlara sandığından fazla eşyasını taşıdığını söyleyerek onu almamı istemişti. Ben de kendim gitmek yerine Aral’ı göndermiştim ve Arel’e haber vermiştim. Akşam yemeğini hazırlarken geldiği için de mutfakta konuşmaya karar vermiştik. Ayrıca bu şekilde diğerleri geldiğinde, Arel’in iş çıkışı geçerken şöyle bir uğradığını ve yemeğe kalmasını istediğim için de gitmediğini söyleyebilecektim.
Kenardan aldığı peçeteyle masayı silerken “Hı, aynen,” diye homurdandı, Arel. “Her kadın âşık olduğu adama sürpriz düğün yapmak ister zaten.”
Gözlerimi devirdim.
“Beni doğru dinlediğinden emin misin? Düğün değil, nikah istiyorum. Bu evin salonunda kıyılacak, aile arası küçük bir nikah. Aral’ı çok seviyorum ama yıllardır hayalini kurduğum yaz düğününden vazgeçersem ölene kadar içimde kalacağını da biliyorum. Ayrıca damadın haberi olmadan düğün planlamak hem zor hem de riskli. Sonuçta bir tek benim için özel ve önemli bir gün değil. Aral’ın da içine sinen ve ömrü boyunca mutlulukla anımsayacağı bir düğünümüz olsun istiyorum.”
“O halde nikahı da yaza kadar bekletsen nasıl olur? Zaten birkaç gün sonra resmi olarak nişanlı olacaksınız. Nişanlılığın tadını çıkaramadan kendini evli barklı mı bulmak istiyorsun?”
Çorbayı karıştırmaya devam ederken “Aynen,” diye sahte bir şekilde gülümsedim. “Başıma gelen onca şeyden sonra tek derdim nişanlılığın tadını çıkarmak ya zaten.”
Arel, düşünceli bakışlarıyla uzun uzun yüzümü izledikten sonra pes ettiğini gösterircesine omuzlarını düşürdü ve “Emin misin?” diye sordu.
Hiç düşünmeden başımı salladım. Özellikle dün gece gördüğüm rüyadan sonra kesinlikle emindim.
“Emin olduğuna emin misin peki?”
“Arel-”
“Aral’ı ne kadar çok sevdiğini biliyorum,” diyerek kesti sözümü. “Sadece ileride geriye baktığında içinde kalan bir şeylerin olmasını istemiyorum. Kısa sürede yaşadığın şeyler hiç kolay değil. Önce ailenin katilini bulmaya çalıştın, ardından yanlışlıkla mafyanın içine girip Aral’ın sözde nişanlısıymış gibi davranmak zorunda kaldın. Yetmedi Aral’a âşık oldun ve onun kalbine girmek için mücadele ettin. Aral gibi oldukça kırgın ve yorgun biriyle uğraşmak normal şartlarda bile hiç kolay değilken sen pes etmeyip bütün dertlerinin yanına bir de onu ekledin. Zor oldu, vazgeçmenin kıyısından döndün ama yine de bir şekilde başardın ve sonra tam düzlüğe çıktım derken kaza geçirip hafıza kaybı yaşadın.”
Söylediklerini idrak etmemi istiyormuş gibi duraksadığında başımı salladım.
“Bunların hepsinin gayet farkındayım. Harika bir ruh halinde olduğumu iddia etmiyorum zaten. İyi olduğumu da söylemiyorum ama iyileşmeye çalışıyorum. Sana dün gece yaşadıklarımızı anlattım, gördüğüm rüyayı da öyle. Rüyada gördüklerimin gerçeğe ne kadar yakın olduğundan kendin bahsetmedin mi dakikalar önce?”
“Bahsettim ama-”
“Aması yok,” diyerek bu sefer de ben kestim sözünü. “Benim mutlu olmam için Aral’ın da mutlu olması gerek. Bu yaşananlar karşısında ben ne kadar darbe aldıysam Aral da bir o kadar darbe aldı. Hatta benden çok daha fazla üzüldüğü zamanlar oldu. Sağlıklı bir ilişkimiz olduğunu da iddia ediyor değilim ama biz de buyuz işte. Böyleyiz. Benim Aral’ı düşünmem gerek çünkü o kendini asla düşünmüyor. Daha doğrusu benden başka hiçbir şey düşündüğünü sanmıyorum.”
Güler gibi bir ses çıkarıp “Doğru,” diye onayladı. “Kesinlikle senden başka hiçbir şey düşündüğü yok.”
“İşte, gördün mü?” Sıkıntıyla iç çektim. “Ben her ne kadar öyle olmadığını söylesem de her şeyi kendi suçu sayıyor ve üzülüyor. Zamanı geri alıp yaşananları değiştirme gibi bir lüksümüz olmadığına göre en az hasarla yola devam etmemiz gerek. Acıları arkamızda bırakmamız gerek. Bunu da iyi anılar biriktirerek yapabiliriz.”
Parmaklarını senkronize bir şekilde yemek masasına vurarak bir süre sessiz kaldı. Düşünmesi ve karar vermesi için ona müsaade ettim. O yardım etse de etmese de bir şekilde nikahı organize edecektim, bunda kararlıydım ama yardım alırsam elbette ki her şey benim adıma daha kolay olurdu.
Çorbanın piştiğine kanaat getirip altını kapattım ve hazırladığım salatayı kaselere bölmek için tezgâhın başına geçtim. Bu sırada Arel hala derin düşünceler içindeydi.
İlk kâseyi salatayla doldururken “Kendimi defalarca kez sorguladım,” diye mırıldandım. İçini biraz daha rahatlatmam gerektiğini düşünmüştüm. “Aral’la şu an nikah kıymak içimde bir şey kalmasına neden olacak mı, diye. Ne kadar düşünürsem düşüneyim içimde kalacak bir şey bulamadım. Hatta benim için olumlu yanları daha fazla. Şu an ailem dışında kimseye Aral’la birlikte yaşadığımızı söyleyemiyorum, çünkü kocam olduğunu bilmiyorlar. Dini nikah kıymış olabiliriz ama sonuçta resmi olarak hiçbir geçerliliği yok bu nikahın.”
“Bu sizin hayatınız, kimseye açıklama yapmak zorunda değilsiniz.”
Başımı kaldırıp ona bezgin bir bakış attım. “Öyle elbette ama ben herkes bilsin istiyorum. Yani kocam varsa tadını çıkarmam gerekiyor, anlıyor musun? Arkadaşlarımla konuşurken ballandıra ballandıra ‘kocam şöyle, kocam böyle’ demek istiyorum. Ya da ben yanında olmadığımda gözünü ona diken kadınlar parmağındaki alyansı görüp geri çekilsin istiyorum.”
Başparmağıyla dudağının köşesini kaşır gibi yaparken “Anlıyorum,” diye mırıldandığında aslında gülmemeye çalıştığının ve söylediklerimi saçma bulduğunun farkındaydım.
“Kime ne anlatıyorsam?” diye hayıflandım. “Erkekler böyle şeyleri anlayamaz. Hele senin gibi zamparanın tekinin anlamasının mümkünatı yok.”
“Ayıp oluyor ama zampara falan.”
“Hı, aynen, oluyordur.”
Başımı iki yana sallayıp salata doldurma işine geri döndüm.
“Başkalarına yüzükle hava atmak istiyorsan bu nişan yüzüğü de olabilir, biliyorsun değil mi? İkisi de aynı anlama çıkıyor.”
“Kızmaya başlıyorum artık ama. Dönüp dolaşıp aynı şeyleri tekrar ediyoruz. Ne demek istediğimi bal gibi anlamana rağmen diretiyorsun. Öncelikle şu konuda anlaşmamız gerek; sen yardım et veya etme, ben bu sürpriz nikahı zaten yapacağım. Sen eğer yardım etmeyi kabul edersen benim adıma işleri kolaylaştıracaksın, o kadar.”
“Seni kızdırmaya çalışmıyorum,” derken ses tonu bir hayli yumuşamıştı. “Rüyanın etkisiyle çok hızlı bir karar almışsın ve ben de bunun geri dönüşü olmayacağını anlatmaya çalışıyorum sana sadece. Pişman olduğunu görmek istemiyorum.”
“Beni pişman edecek tek şey, Aral’ın bu sürprizi sevmemesi olur,” diyerek kafamı salladım. “Ailemin bu konuda sıkıntı çıkaracağını düşünsem yine vazgeçerim ama sanmıyorum, sonuçta düğün yapmayacağımı söylemiyorum. Sadece ileri bir zamana erteliyorum.”
“Böyle bir şey mümkün değil.”
“Ne mümkün değil?” diye sordum anlamayarak.
“Aral’ın sevmemesi mümkün değil,” diyerek iç çekti. “Hatta muhtemelen mutluluktan kafayı yer.”
Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken “Duymam gereken tek şey buydu,” diyerek başımı salladım. “Şu saatten sonra asla vazgeçmem.”
“Bunu söylemesem de geçmeyecektin zaten. Her neyse, yardım edeceğim. Bunu yapacağını bilirken sana yardım etmezsem her şey ortaya çıktığında Aral’dan bir ton dayak yemek istemiyorum.”
“Bunu dert ediyorsan Aral’a bildiğinden bahsetmem-”
“Sadece takılıyorum,” diyerek kesti sözümü. “Elbette seni yalnız bırakmayacağım. Sayenizde arabuluculuk konusunda çok başarılı olduğumu fark ettim. Belki sizi evlendirdikten sonra yarı zamanlı olarak başka çiftleri de bir araya getirmeye başlarım.”
Gülerek başımı salladım. “Bu konuda çok başarılı olacağından hiç şüphem yok.”
Bana bilmiş bir şekilde göz kırptıktan sonra ciddileşip “Ee,” dedi. “Sana nasıl yardım edebilirim?”
Salatalarla işim bittiği için ellerimi yıkayıp masada Arel’in karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum. “Öncelikle yakın bir zamana nikah günü almamız gerek. Kış olduğu için bu konuda çok zorluk çekeceğimizi sanmıyorum ama nikah günü almaya çiftlerin beraber gitmesi gerekiyormuş.”
“Aral olmadan gün alamıyorsun yani?”
“Maalesef. Ben de belki Aral’ın şu nikah dairesinde çalışan tanıdığından haberin vardır diye düşündüm. Hani, operasyon günü böyle hazin bir şekilde bitmeseydi Aral’ın araya sokup işleri hızlandırmayı düşündüğü kişi?”
Kaşlarını çatıp düşünmeye başladı. Kısa bir süre sonra “Sanırım kim olduğunu biliyorum,” diye mırıldandı. “Ama pek de yakın olduğumuz biri değil. Yani böyle bir durumda bize yardımcı olur mu emin değilim.” Kısa bir an duraksadıktan sonra aniden sırıttı. “Gerçi yardım etmesine gerek yok.”
Tepkisine bir anlam veremeyerek kaşlarımı çattım. “Nasıl yani?”
Omuzlarını dikleştirip boğazını temizledikten sonra elini bana doğru uzattı.
“Merhaba, ben Aral Ertem. Tanıştığımıza memnun oldum.”
Ne demek istediğini anlamam için birkaç saniyeye ihtiyacım olmuştu. Sonunda idrak ettiğimdeyse “Saçmalama,” derken gülsem mi şaşırsam mı bilememiştim. “Aral gibi mi davranacaksın? Ama bu dolandırıcılık!”
“Araya adam sokup iş hallettirince yasal bir şey yapmış olacağız çünkü, haklısın,” diyerek gözlerini devirdi. “Madem böyle bir işe karıştın, illegal şeyler yapmadan sonuca ulaşamazsın.”
“Of, dalga geçme. İkisinin de suç olduğunu biliyorum ama yani ne bileyim, sen polissin.”
“Sen de doktorsun?”
“Arel!”
“Başka bir çözüm biliyorsan söyle,” diyerek başını salladı. “Yani ilk başta adamla iletişime geçip bizim için bir kıyak yapar mı diye sorarım ama olmazsa ve sonrasında Aral numarası yapmak zorunda kalırsam dikkat çekebilir. Zaten kimlik falan da lazım olur bize. Hatta rapor da istiyorlardı sanırım.”
“Onları ben hallederim,” diyerek elimle geçiştirdim. “Sana düşen en büyük görev bu nikah günü meselesini halletmek. Ayrıca annenlere de bu durumu haber vermen lazım. Nişan için geldiklerinde söylemek için geç olabilir. Ve tabii sonrası için planlarını da ona göre yapmaları gerek. Of, bir sürü bilinmezlik var ve benim haftaya işe başlamam da gerekiyor.”
“Vazgeçmen için hala geç değil, biliyorsun.”
“Vazgeçmeyeceğim, Arel. Ne kadar zor olsa da bunu halledeceğim çünkü Aral bu mutluluğu yaşamayı hak ediyor.”
Nihayet bu konuda fazlasıyla kararlı olduğumu idrak etmiş olacaktı ki başını sallayıp “Tamamdır,” dedi. “Buradan eve geçtiğimde ilk işim annemi arayıp haber vermek olacak. Aynı zamanda şu tanıdığın numarasını bulup bir kolaçan edeceğim.”
Büyük bir minnettarlıkla “Teşekkür ederim,” dedim. “Sen olmasan işim gerçekten çok zor olurdu.”
“Ben olmasam iş direkt yatardı çünkü tek başına nikah günü alamazdın.”
“Bu kadar acımasız olmana gerek yoktu,” diyerek burnumu kırıştırdığımda güldü.
“Ben sadece dürüstüm, Jülide.”
Ona laf yetiştirmek üzereydim ki çalan zil bana engel oldu. Arel, kafasıyla girişi işaret ederek “Hadi gidip müstakbel kocana kapıyı aç,” diye mırıldandı. “Bu soğukta kapılarda beklemesin zavallıcık.”
“Sakın Aral’ın yanında da böyle konuşup pot kırma,” diyerek sandalyemi geri ittirip ayaklandım ve mutfaktan çıktım.
Dış kapıyı açtığımda ilk gördüğüm kişi Tuana’ydı ve yüzündeki kocaman gülümsemeyle bana bakıyordu. “Ben geldim!”
Abartılı neşesi karşısında dudaklarım kıvrılırken “Hoş geldin,” deyip ona sarıldım. Bakışlarım omzunun üzerinden arkaya kayarak arabadan aldığı bavulları taşırken en ufak bir zorlanma duymayan Aral’ı bulduğunda gülümsemem daha da genişledi.
Tuana’nın sırtını sıvazlayarak geri çekildim ve “Mutfakta bir misafirimiz var,” diye haber verdim. “Baş harfi Arel.”
Gözleri heyecanla parlarken “Sahi mi?” diye bağırdı ve hızla yanımdan geçip içeri koşturdu.
“Özel şoförlüğünü yapan benim ama büyük bir heyecanla karşıladığı kişi Arel,” diyerek başını iki yana salladı Aral. Artık tam karşımda dikiliyordu. “Bu gerçekten büyük bir ayıp.”
Kıkırdayarak ona uzandım ve kollarımı boynuna dolayıp çenesine sesli bir öpücük kondurdum. “Benim de senin için aynı durumda olduğum göz önünde bulundurulursa çok da önemli sayılmaz sanki?”
“Hım,” diyerek bavulları girişe bıraktı ve belime sardığı koluyla beni göğsüne çekerek şakağımı öptü. “Senden iki kişilik karşılama alırsam affedebileceğim bir ayıp olur, doğru.”
Neşeyle kıkırdadığımda şakağımdan birkaç kez daha öpüp beni serbest bıraktı.
“Arel mi içeride?”
“Hımhım, iş çıkışı bize bakmaya gelmiş. Ben de yemeğe kalmasını istedim, sensizken yemek sıkıntısı çektiğini söylediğinden beri vicdan azabı çekiyorum zaten.”
“İyi yapmışsın,” diyerek bavulları içeri soktu. Onun arkasından kapıyı kapattığım sıra “Ben bunları Tuana’nın odasının önüne bırakıp geleyim,” diye ekledi.
“Tamamdır, bende masayı hazırlayayım. Yemek yiyelim.”
Aral merdivenlere yöneldiğinde ben de mutfağa geçtim. Tuana, Arel’in karşısındaki sandalyeye yerleşmiş otuz iki diş sırıtarak bir şeyler anlatıyordu ve Arel de büyük bir dikkatle onu dinliyordu. Eğer Aral’la ikisi bir kardeşe sahip olsalardı muhtemelen dünyanın en şanslı çocuğu olurdu.
“Muhabbetinize küçük bir ara verip bana yardım edin de masayı hazırlayalım,” diye araya girdim. “Ayrıca ikinizin de yemekten önce elini yıkaması gerekiyor, sakın atlayayım demeyin.”
Arel şaşkın bakışlarını bana yöneltip “Ben de mi?” diye sorduğunda güldüm.
“Eve ilk geldiğinde direkt o sandalyeye kuruldun, yani evet sen de. Hijyenden taviz yok.”
Tuana sandalyesinden kalkarken “Senden küçük olmasına aldanma diye mırıldandı Arel’e ithafen. “Ablalar her zaman abladır.”
Arel de gülerek başını salladıktan sonra ayaklandı. “Yapacak bir şey yok, biz de abla sözü dinleyelim madem.”
Peş peşe mutfaktan çıktıklarında masayı hazırlamaya koyuldum hızla. Tabakları ve bardakları halletmiştim ki içeri Aral girdi.
“Millet nerede?”
Salataları yerleştirirken “Ellerini yıkamaya gönderdim,” diye cevap verdim. Kısa bir gülüşün ardından yanıma gelip “Yardım edebileceğim ne var?” diye sordu.
“Ekmek kesebilir misin?”
“Elbette.”
Aral ekmek keserken ben de hızla masayı hallettim. Aral, kestiği ekmekleri yerleştirdiği sepeti masaya koyarken Arel’le Tuana gülüşerek mutfağa girdiler. Üstlerinin sırılsıklam olduğunu fark edince şokla “Bu ne hal?” diye sordum.
“Tuana’nın oyun oynayası gelmişti, ben de yardımcı oldum,” diyerek sırıttı Arel. Sonra üzerine kısa bir bakış atıp “Tabii biraz abartmış olabilirim,” diye eklemeyi de ihmal etmedi.
Aral kardeşinin haline gülerek göz devirip sandalyelerden birine yerleşirken “Havadan haberiniz yok galiba,” diye söylendim. “Saçınız bile ıslak. Çabuk gidip üzerinizi değiştirin.”
Arel karşı çıkmak üzere ağzını açmak üzereyken ne diyeceğini tahmin edip Tuana’ya baktım.
“Arel’e de eniştenin dolabından bir şey verirsin. Hadi çabuk, çorbalarınızı koyana kadar dönmüş olun.”
Arel hala itiraz etmek istermiş gibi göründüğünden Tuana kolunu tutup “İtiraz etmen bize sadece daha fazla vakit kaybettirir,” diyerek mutfak çıkışına çekiştirdi onu.
“İkisi yan yana geldiğinde yaş ortalamaları onu geçmiyor.”
Aral’ın kendi kendine söylenmesi üzerine tüm sinir bozukluğumla güldüm.
“O kadar da abartmayalım. Bazen işe yaradıkları oluyor.”
Eliyle tırnak işareti yapıp “Bazen,” diye belirttiğinde biraz daha güldüm ve çorbaları koymaya başladım.
Çorbaları halledip Aral’ın karşısındaki sandalyeye yerleştiğim sırada Arel’le Tuana peş peşe mutfağa girip -bu sefer oyalanmadıkları için benden aferin almışlardı- yanımızdaki boş sandalyelere geçtiler ve yemeğe başladık.
Tuana’nın bitmeyen enerjisi ve Arel’in de onu aratmayan hali sağ olsun, masada tek bir an dahi sessizlik olmadan karnımızı doyuruyorduk.
Ana yemeklerimizi yediğimiz sıra “Annemle konuştum bugün,” diye yeni bir konuya geçti Arel. “Direkt söz günü gelip orada tanışmak yerine bir gün önceden gelip dünürlerle dışarıda yemek yesek nasıl olur diye düşünmüşler babamla. Size sormamı istediler.”
Aral bakışlarını bana çevirdiğinde “Olur bence,” diye mırıldandım. “Hatta daha iyi olur. Tabii yine yengeme müsaitler mi diye sorarım ama cumartesi söz varken cumaya plan yapacaklarını sanmıyorum.”
“Plan yapmalarından ziyade cumartesi için hazırlık yapmalarına engel olur mu?” diye sordu Aral. “İki ellerini bir pabuca sokmayalım. Zaten yeterince soktuk.”
“Nişan organizasyonu için bir yerle anlaşılacak. İkramları yengem yapmak istiyordu ama engel olacaksa hazır alırız. Başka da bir şey yok zaten. Hem olsa da ailelerin tanışması daha önemli.”
“Yüzük,” diye araya girdi Tuana. “Yüzük de almanız gerek.”
“Aa,” dedim. “Doğru, o da var.”
“En çok heveslendiğin şeyi unutman da biraz şey,” diyerek bana kendince laf soktu Arel. İmasının biraz önce konuştuklarımıza olduğunu biliyordum.
“Henüz detayları düşünmeye fırsatım olmadı,” diyerek ona kötü kötü baktım. Gerçekten de olmamıştı, çünkü daha dün amcamlara bu tanışma faslının konusunu açmıştık. Geceden beridir de tek düşündüğüm nikahı organize edip edemeyeceğimdi.
Arel, “Öyle olsun,” diyerek suyundan birkaç yudum aldığında onu umursamayı sonraya erteleyip Aral’a döndüm.
“Yarın benim kontrolüm için hastaneye gideceğiz zaten. Dönüşte yüzükleri de hallederiz.”
Aslında amcama söz verdiğim üzere hastaneye bugün gidecektik ama doktorumun izinde olduğunu öğrenince yarına ertelemiştik.
“Olur,” dedi Aral. “Aceleye gerek yok zaten. Önümüzde bir hafta var.”
“Evet ama işe de başlayacağız,” diyerek dudak büktüm. “Dönüşü bir hafta daha mı ertelesek acaba?”
“Sen erteleyebilirsin ama Asaf amiri daha fazla zor durumda bırakamam,” diyerek başını salladı Aral. “Üsttekileri benim için yeterince oyaladı zaten.”
“Kesinlikle,” diye araya girdi Arel. “Ayrıca daha fazla başkomisercilik oynamak istemiyorum. Birkaç haftada birkaç yıllık yaşlandım resmen.”
Omuzlarımı düşürerek “Peki,” diye kabullendim. “Ben kendim için uzatabilir miyim diye bir bakayım o zaman.”
Şöyle bir düşününce Aral’ın işe başlamasının benim için daha iyi olacağını fark etmiştim aslında. O ayak altında değilken nikah işlerini halletmek daha kolay olurdu. Yani kesinlikle benim bir hafta daha izin almam gerekiyordu.
“Önümüzdeki cuma aile yemeği olacağı kesin mi şimdi?” diye soran Tuana’ya döndü bakışlarımız.
“Kesin gibi bir şey,” dedim.
Düşünceli bir tavırla “Anladım,” diye mırıldandığında, “Niye ki?” diye sordum merakla. “Planın mı vardı?”
“Hımhım, bir arkadaşa kahve sözüm vardı da neyse artık, başka güne ertelerim.”
“Berfin’e mi sözün vardı?” diye sordum. Tavrı bir işkillendirmişti beni.
Yemeğine odaklanırken “Yok,” dedi. “Sınıftan biri.”
Hali, Aral’la Arel’in bile ilgisini çekmişti ki yüz ifadelerindeki ciddiyete gülmemek için kendimi kasmam gerekti.
“Bu sınıftan biri olan arkadaş erkek mi?” diye sordum yavaşça. Emir zibidisinden sonra ilk defa karşı cinsten birinden bahsettiğini duyuyordum ve şaşkındım.
Tuana, önemli bir şeyden bahsetmiyormuşuz gibi “Hı hı,” diyerek ağzına yemek tıktığında Aral’la Arel bir anlığına göz göze gelip tekrar Tuana’ya baktılar ve birden peş peşe konuşmaya başladılar.
“Bu erkek olan arkadaşın adı ne?”
“Soyadı?”
“Yaşı kaç?”
“Nereliymiş?”
“Numarası var mı sende?”
“Ya da T.C. kimlik numarası? Bu varsa diğerlerine gerek yok.”
O kadar hızlı ve senkronize bir şekilde soruyorlardı ki Tuana da ben de şok içinde baktık onlara. Başta şaka yapıyorlar sansam da telefonunu çıkararak beklentiyle Tuana’ya bakan Arel’i gördüğümde oldukça ciddi olduklarını anlamıştım. Anlamıştım anlamasına ama hallerine gülsem mi ağlasam mı bilememiştim.
Tuana’nın çok daha fazla gerildiğini fark ettiğimde boğazımı temizleyerek “Beyler,” dedim. “Sakin mi olsak biraz?”
“Biz zaten sakiniz,” diyerek elini gelişigüzel salladı Aral. “Sadece önden tedbir almak için soruyoruz.”
Tuana şaşkınca gözlerini kırpıştırıp “Tüm bunları ne yapacaksınız ki?” diye sordu. “Altı üstü sınıftan bir arkadaşımla kahve içeceğiz, bir şey olduğu yok.”
“Olsun, sen söyle yine de,” dedi Arel.
Kardeşim endişe dolu bakışlarını bana çevirdi. Bu iki deli polisten nasıl kurtulacağını anlamak için benden yardım bekliyormuş gibi görünüyordu. Bu yüzden onun yerine cevap verdim.
“İnsanlar birbirlerine kimlik numarası vererek kaynaşmaz, bunu nereden bilsin? Saçmalamayın lütfen.”
“Tamam. Adını, soyadını, telefon numarasını ve nereli olduğunu söylesin o zaman.”
“İyice saçmaladınız ama artık. Rahat bırakın kardeşimi.”
“Tuana’yı biz de kardeşimiz olarak gördüğümüz için böyle davranıyoruz zaten,” dedi Arel. Açıklamasının son derce açık ve her şeyi makul gösterdiğini düşündüğü yüz ifadesinden belli oluyordu.
“Anlıyorum ama bu mantıklı bir davranış değil. Bunlar, kurulan ilişki ilerledikçe tarafların kendilerinin paylaşması gereken şeyler. Çocuk kendisi hakkında bir şeyler paylaştığında ve Tuana bunları zaten biliyor olduğunda oluşan gerginliği bir hayal edin. Tuana’nın bundan çıkarı ne olacak?”
“Çocuğun kendisi hakkında doğru söylediğinden emin olacak işte. Bu devirde dürüstlük pek de rastlanan bir şey değil.”
“Kesinlikle,” diyerek ikizini tasdikleyen Aral’a baktım.
“Eğer aramızdaki ilişkinin ileri seviyeye taşınacağını düşünürsem size gelip yardım isteyebilirim ama şu an basit bir kahve buluşması için bu kadar maceraya gerek olduğunu düşünmüyorum.”
Tuana, nadiren bu şekilde ciddileşir ve mantıklı konuşurdu. O yüzden Aral’la Arel’in bu ciddiyet karşısında afallamasına gülmemek için yanağımın içini dişlemek zorunda kaldım.
Bu afallama halinden ilk sıyrılan kişi olan Aral usulca “Peki, sen nasıl istersen öyle olsun,” dediğinde Tuana başını salladı ve tabağındaki son lokmayı ağzına attıktan sonra ayaklandı.
“Benim ders çalışmam gerekiyor, size afiyet olsun.”
Tabağını tezgâha bırakıp kaçarcasına mutfaktan çıktığında şaşkınca arkasından bakan ikiliye dönerek kaşlarımı çattım.
“Beğendiniz mi şimdi yaptığınızı?”
Aynı anda “Biz ne yaptık ki?” diye yükseldiklerinde hallerine inanamadığımı belli etmek istercesine kafamı salladım iki yana.
“Gerçekten inanılmazsınız. Bu kız bu yaşına kadar sadece bir ebeveynle, ki bu ben oluyorum, büyüdü. Böyle hesap sormalara ve kısıtlanmalara alışık değil, çünkü onu bu şekilde yetiştirmedim. Bir anda üzerine yüklenirken aklınız neredeydi?”
“Biz hesap sormadık ki,” diye kendini savundu Arel. Suratına bir parça pişmanlık vardı.
“Aynen, sadece çocuğun sağlam pabuç olup olmadığına bakacaktık.”
“Hiç yasal suç işlememiş olması onun sağlam pabuç olduğunu kanıtlar mı, hayatım?” diye sordum Aral’a. “Ya da nereli olduğu?”
“Haklısın ama yine de… ne bileyim… Önden bilgimiz olsun istemiştim.”
“Aynen, ben de.”
“Bunlar, Tuana’ya ilişki kurduğu kişinin söylemesi gereken şeyler ama. Mesela ben senin Amasyalı olduğunu senden duyduğum ve orayı ilk seninle gördüğüm için o şehir benim için bambaşka bir anlam ifade ediyor. Bunu Tuana’nın da yaşamaya hakkı yok mu?”
Aral, örneği kendinden verdiğimde haklılığımı kabullenmiş olacaktı ki sessiz kaldı. Ancak Arel onunla aynı fikirde değil gibiydi. “Öğrenip ona söylemezdik,” diyerek dudak büktü. “O yine kendi bilgisizliğiyle devam ederdi ve bizim de içimiz rahat olurdu.”
Daha fazla ciddi duramayarak güldüm. Samimi endişeleri çok tatlıydı çünkü.
“Tamam, ben sizin için adını ve numarasını öğrenmeye çalışırım. Kendi aranızda neye bakıyorsanız bakın, ki bunun gücünüzü kötüye kullanmak olduğunu düşünmüyorum sanmayın, ama Tuana’ya karşı herhangi bir şey söylemek ya da imada bulunmak yok. Anlaştık mı?”
Yine aynı anda hevesle “Anlaştık,” dediklerinde tekrar güldüm.
“Bu senkronize olma işinde bayağı iyisiniz siz ha. Aranız iyi olunca telepatik yollarla anlaşma oranınız artıyor mu sizin?”
“Sen bizi gençken görecektin,” diye keyiflendi birden Arel. “Ağzımızdan on kelime çıkıyorsa dokuzu aynı olurdu.”
“Sahi mi?” diye sordum bakışlarım Aral’a kayarken.
Yamuk bir gülüşle başını salladı. “7/24 yan yana ve aynı ortamlardaydık. İkizlik bonusu da eklenince ister istemez böyle bir şey oluyordu.”
“Vay be,” diye sırıttım. Kız kardeşimden de Yasemin’den de oldukça memnundum ama arada bir bu denli yakın olduğum bir ikizim olsa nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyordum. Yaşadıkları tüm kötü tecrübelere rağmen birbirlerinden ayrılamayan bu iki adama baktıkça imreniyordum. İnsanın anne karnındayken en yakın arkadaşıyla tanışması ve bir ömür onunla olması… İnanılmaz bir şeydi.
Arel’in telefonundan gelen ses hepimizin dikkatini dağıttığında bir süredir herkesin sessizce kendi düşüncelerine daldığını fark edip tabağımdaki soğumuş yemeğe odaklandım. Son lokmaları hızlıca ağzıma atarken Arel telefonuna bakıp “Harun mesaj atmış,” dedi. Harun dediği kişiyi tanımadığım için Aral’a ithafen konuştuğunu anlayıp sessiz kaldım. “Halı saha ayarlamışlar ama iki adam eksikmiş. Bir saate bulabilir miyim diye soruyor.”
Aral önündeki suya uzanırken “Rıdvan’a mesaj at, gelir,” diye mırıldandı.
Arel, kısa bir baş onayının ardından mesaj yazmaya başlamıştı ki birden durup kafasını kaldırdı ve “Sen niye gelmiyorsun?” diye sordu.
Aral, su bardağıyla şaşkınca kalakalırken “Hı?” dedi sadece.
“Rıdvan yerine diyorum, sen niye gelmiyorsun? Beraber gidelim oğlum işte.”
Aral, kaşlarını çatıp bardağı tekrar masaya bıraktı ve “Yok ya,” dedi. “Ne zamandır oynamıyorum ben, hamlamışımdır. Eskisi gibi oynayamam ki.”
“Senden eskisi gibi oynamanı isteyen mi var? Hem bunun ekibindekilerin çoğu bizi tanımıyordur, eskiden nasıl oynadığını nereden bilsinler? Bana forvet bul gel diyen de olmadığına göre?”
Aral, tereddütlü bakışlarını bana çevirdiğinde ona içten bir gülümseme sundum. “İşi bırakalı evdesin, dışarı çıkmak sana da iyi gelir. Hem bu hamlığı bir gün bırakmak zorundasın, değil mi? Neden o gün bugün olmasın?”
“Aynen öyle!” diye heveslendi Arel. “Harun’a bizim geldiğimizi söylüyorum.”
Hızla mesaj yazmaya geri döndüğünde Aral “Ama-” demişti ki uzanıp masanın üzerinde duran elini tuttum. “İleride bu tür aktivitelere pek zamanın olmayabilir. O yüzden şu anın kıymetini bilsen iyi olur, başkomiserim.”
“Kesinlikle,” diyerek tekrar bana katıldı Arel. Heyecanlanmıştı. “Henüz gece uyanıp beşiğini sallamanı isteyecek bir bebeğin yokken boş vaktinin tadını çıkarmalısın kardeşim.”
Bu düşüncenin hayali bile kalbimi pır pır ettirmeye yeterliydi. Aral’ı da ikna etmiş olmalıydı ki yüz ifadesi yumuşadı ve “Peki, o zaman,” dedi. “Gidelim.”
Sofrayı el birliğiyle topladıktan -tek başıma toplamayı teklif etsem de beni dinlememişlerdi- sonra Aral hazırlanmak için üst kata çıktığında biz de Arel’le salona geçtik.
“Hala benimle gelecek olmasına inanamıyorum,” diye mırıldandı kısık bir sesle. “En son ne zaman birlikte top oynadığımızı hatırlamıyorum bile.”
Elimi uzatıp omzunu sıvazladım dostça.
“Yavaş yavaş olacak belki ama o özlediğin ikizine kavuşacaksın.”
Dolan gözlerini benden kaçırıp televizyon ünitesine bakarken “Şimdiden kavuşmuş gibi hissediyorum zaten,” diye mırıldandı. Sesinin titreyişi beni de duygulandırmıştı. Derin bir nefes alıp tekrar bana döndü. “Ve hepsi senin sayende.”
“Hepsi değil,” diyerek başımı salladım. “Sen ondan hiç vazgeçmeyerek en büyük fedakarlığı ve adımı atmıştın zaten. Ben sadece pastanın üzerindeki mumdum.”
“Hayatımda gördüğüm en parlak ve inatçı mum.”
“Bunu bir iltifat olarak alıyorum,” diyerek güldüm.
“İltifattı zaten, Jülide.”
“Hazırım ben,” diyerek içeri giren Aral’la duygusal sohbetimizden sıyrılarak ona döndük.
“Oyalanmadan çıkalım o zaman, anca yetişiriz.”
Onları uğurlamak için dış kapıya kadar gittim. Evden ilk çıkan Arel olurken bana sarılıp yemekler için teşekkür etti.
“Ne demek. Ne zaman istersen gel, burası senin de evin.”
“Tuana’ya veda etmeden gitmek gitmek istemezdim ama bu gece biraz fazla üzerine gittik sanırım. O yüzden tekrar rahatsız etmek istemedim. Selamımı söylersin.”
“Söylerim, merak etme sen onu.”
Dudaklarını birbirine bastırıp minnettar bir baş onayının ardından “Ben arabadayım,” diyerek ilerlemeye başladı. Ondaki bakışlarımı Aral’a çevirdiğimde oldukça heyecanlı olduğunu fark edip gülümsedim.
“Sakin ol bakalım şampiyon, altı üstü gol atmaya gidiyorsun.”
Suratını buruşturup “Gol atmak zorunda olduğumu düşünmemiştim,” diye homurdandı. “Şimdi bir de onu dert etmek zorundayım.”
Kıkırdayarak kollarımı beline dolayıp göğsüne sokuldum ve “Saçmalama lütfen,” diye mırıldandım. “Oraya git ve canın ne istiyorsa onu yap.”
“Yani senin için gol atayım?”
“Şapşal,” diyerek uzanıp yanağına sesli bir öpücük kondurdum. “Git ve gönlünce eğlen. İyi vakit geçir. Çıkışta bir yere gitmek isterlerse onlara katıl, saati falan dert etme.”
Kaşlarını çatıp “Emin misin?” diye sordu. Başımı salladım.
“Eminim. Sadece geç gelirsen ben seni bekleyemeden uyumuş şekilde bulabilirsin.”
Saç diplerime küçük öpücükler bırakıp “İstersen şimdi bile uyuyabilirsin,” diye mırıldandı. “Senin yanına geri döndüğüm sürece asla dert etmem.”
Bir korna sesi akşamın sessizliğini böldüğünde kıkırdayarak geri çekildim.
“Sanırım bu bir uyarı sinyaliydi.”
“Onu sinirlendirmeden gitsem iyi olacak,” dedikten sonra benden ayrılamıyormuş gibi tekrar uzanıp dudaklarıma kısa bir öpücük bıraktı. “Görüşürüz.”
Kocaman gülümseyerek el salladım. “İyi eğlenceler!”
Aral’ın bahçe yolunda koşuşturmasını gülen gözlerle izledikten sonra içeri girip kapıyı kapattım ve merdivenlere yöneldim. Pek bir sorun olduğunu sanmıyordum ama yine de Tuana’yı kontrol etsem iyi olurdu.
Odasının kapısının önüne geldiğimde uzanıp kapıyı tıklattım.
“Tuana? Gelebilir miyim, canım?”
“Gelebilirsin, abla!”
Kapıyı açıp içeri girdiğimde onu söylediğinin aksine yatağına kıvrılmış kitap okurken buldum ama bu konuda yorum yapmayarak yanına ilerleyip yatağın ucuna oturdum.
“Areller gitti.”
Kaşları çatılırken “Gittiler mi?” diyerek yerinde doğruldu. “Eniştemde mi?”
“Hımhım. Sen masadan kalktıktan sonra Arel’e bir arkadaşı mesaj atıp halı sahaya çağırdı, Aral da onunla gitti.”
“Ya,” derken suratı asılmıştı. “Arel abiyi uğurlamak için çağırsaydınız beni keşke.”
“Aslında sana veda etmeden gitmek istemediğini söyledi ama sanırım seni bu gecelik fazla rahatsız ettiklerini düşünerek çekindi. Selam söyledi ama giderken.”
Kaldığı yere ayracını koyarak kitabı kapattıktan sonra “Rahatsız olmadım,” diye mırıldandı. “Sadece… Bilmiyorum. Utandım galiba? Alışık değilim ya böyle şeylere, normal davranamadım. Daha doğrusu nasıl davranmam gerektiğini bilemedim.” Burnunu kırıştırıp bana baygın bir bakış attı. “Ben de kaçtım.”
Surat ifadesi o kadar tatlıydı ki dayanamayıp uzandım ve yanağını sıktım.
“Biliyorum tatlım. Alışık olmadığını da, çekindiğini de, bu iki deliye karşı böyle konularda nasıl davranman gerektiğini bilmediğini de… Ama işin güzel yanı bu değil mi zaten? Zamanla, yaşayarak öğrenmek?”
“Sanırım öyle,” diyerek iç çekti. “Bana kırgın ya da kızgın değiller, değil mi? İstediklerini yapmayacağımı söylediğim için hani?”
“Elbette değiller,” diyerek başımı salladım. “Ama bu araştırma işinden vazgeçmiş değiller. Sen yanımızdan gittikten sonra bile çocuğun GBT’sine bakmaları gerektiğini savunuyorlardı. Ben de gizlice senden çocuğun bilgilerini alıp onlara vereceğimi söyledim.”
Gözlerini kocaman açarak “Abla!” dediğinde ellerimi masumca iki yana açıp “Ne?” dedim. “Sonuçta gizlice yaptığım bir şey yok, değil mi? Gelip ne yapacağımı önceden yüzüne söylüyorum.”
“Ateş’in bilgilerini sana vermeyeceğim.”
Suratımı kocaman bir sırıtış kaplarken “Hım,” diye mırıldandım. “Demek adı Ateş. İsmi gibi ateşli biri mi bari?” diye kaşlarımı oynatarak sorduğumda yanındaki yastığı alıp göğsüme fırlattı.
“Dalga geçmesene ya!”
Sırıtışımı bozmadan bana attığı yastığa sarılarak “Sen bana Aral’la küsken barışmak için bazı aktivitelerde bulunmamız gerektiğini ima ederken utanmıyordun da ben altı üstü beraber kahve içmek istediğin bir çocuğun adını öğrendim diye niye utanıyorsun?” diye sordum.
Çıkışmak için ağzını açtı lakin haklı olduğumu fark etmiş olacaktı ki yerine sinip kısık bir sesle “Bilmiyorum,” diye mırıldandı. “Söz konusu kendi aşk hayatım olunca kimse hiçbir şey bilmesin ya da benimle ilgili hiçbir şey söylemesin istiyorum. Kendi kendime yaşamak bile oldukça zor çünkü.”
“Hımm, demek kendi aşk hayatın… Anlıyorum.”
“Abla ya!”
“Ne var? Daha önce aşk hayatın olduğundan bahsetmemiştin. Emir konusunda bile ağzından iki kelime zor alıyordum.”
“Öf, alma şu aptalın adını ağzına ya.”
Kıkırdayıp başımı salladım. “Haklısın, onu geçmişin tozlu kayalarının ardına gömdük. Sen bana şu Ateş’i anlat bakayım. Aynı bölümde misiniz?”
Başını iki yana salladı. “Hayır, endüstri mühendisliği okuyor ama hazırlıkta beraberiz işte.”
Merakla yerimde kıpırdanırken “Nasıl tanıştınız?” diye sordum.
“Bir sunum için aynı gruba düşmüştük, öyle tanıştık. Yapacağımız iş aynıydı, o yüzden diğerlerinden daha fazla vakit geçirdik. Daha doğrusu konuşmak zorunda kaldık.”
“Ya,” derken ağzım kulaklarıma varmak üzereydi muhtemelen. “Bu kahve işi de topluca yapacağınız bir şey mi?”
“Yok, hayır,” diyerek bakışlarını kaçırdı. “Sunumu geçen hafta bitirip sunduk. Ama biz ondan sonra da öyle havadan sudan konuşmaya devam ettik. Sonra bana bu cuma için kahve içmek isteyip istemediğimi sordu.”
“Ve sen de kabul ettin.”
Omuzlarını kaldırıp “Altı üstü bir kahve,” diye mırıldandı.
“Aksini iddia etmedim,” diyerek sırıtmaya devam ettim. Ağzım hiç kapanmayacak gibiydi. “Aslında gündüz buluşacaksanız gidebilirsin. Bu aile yemeği muhtemelen akşam olur.”
“Bilmem, Ateş’e söylerim. Yani çok vaktim olmayacağını. Eğer isterse başka bir güne erteleriz. Kahve kaçmıyor ya.”
İnatla benden kaçırmaya çalıştığı bakışlarını yakalamak için eğilip gözleriyle denk düştüm. “Fotoğrafı var mı?”
Halime şaşkınca göz kırpıştırıp “Hı?” dedi.
“Şu Ateş Bey’in diyorum, fotoğrafı var mı?”
Yatağın kenarındaki telefonuna uzanıp bir şeyler yaptı ve sonra ekranı bana çevirdi. “Bu, ödev için grupça çekildiğimiz bir fotoğraf. Şu yanımdaki çocuk da Ateş.”
Telefonu elinden alıp çocuğu bir güzel inceledim. Beyaz tenli, koyu saçlı, yakışıklı bir oğlandı ve gözleri de fotoğrafta renk oynaması yoksa koyu maviydi.
“Çocuğumuz ismi gibi alev alevmiş,” diyerek Tuana’ya göz kırpıp onu biraz daha utandırdığım sırada fotoğrafta bir detay dikkatimi çekti. Diğerleri yan yana normal bir şekilde dururken bu Ateş Bey’imiz kolunu gevşekçe kardeşimin beline koymuştu.
Ağzımdan çığlığa benzer bir nefes fırlarken “Seni belinden tutmuş!” diye yükseldim.
Tuana’nın ten rengi iyiden iyiye kırmızının en koyu tonlarına boyanırken telaşla elime uzandı ama telefonu ondan kaçırdım. “Diğer hepsi sap gibi duruyor fotoğrafta, sen de dahil! Ama o elini beline atmış.”
“Sadece fotoğraf çekilmek için, abartılacak bir şey yok.”
Suratında kırmızı olmayan tek bir nokta kalmamış kardeşime bakarken “Aynen canım,” diyerek güldüm. “Kesinlikle abartılacak bir şey yok.”
Omuzlarını düşürerek “Yine aynı şeyi yapıyorsun,” diye homurdandı. “Beni yükseltiyorsun. Emir’de de aynı şeyi yapmıştın, bak ne oldu? Hızlı davranıp yanlış anlamak istemiyorum abla. Sonra çok üzülüyorum.”
“Özür dilerim, amacım seni umutlandırmak değildi. Hem o Emir salağı senden gerçekten hoşlanıyordu ama seni kazanmak isterken hayatının hatasını yaptı. O yüzden bu ikisi bir tutma. Sadece, bilmiyorum, böyle şeylerin tadı bu şekilde çıkmaz mı? Daha çok küçüksün, yolun çok başındasın. Kim bilir nasıl kalp kırıklıkları yaşayacaksın. Ama sırf buna odaklanarak elimizdeki anların kıymetini bilmezlik yapamayız. Sonra bize ne kalır ki?”
Uzandım ve önüne gelen saçlarını bir anne şefkatiyle kulağının arkasına sıkıştırdım. “Ayrıca bu benim abarttığım bir şey değil. Çocuğun diğer tarafı boş olsaydı ve sadece sana bu şekilde uzanmış olsaydı kabul edebilirdim ama diğer tarafında da bir kız duruyor ve bu çocuk yalnızca sana dokunuyor.”
Bakışlarında bir heyecan parıltısı yakaladım. Ne kadar utangaç olursa olsun, on sekizinde genç bir kızdı ve böyle şeylere heyecanlanmamasının imkânı yoktu.
“Berfin de öyle söyledi.”
“Ya, bak, gördün mü? Aklın yolu bir işte.”
Telefonunu elimden kapıp “Tamam, abartma hemen,” dedi. “Daha yolun çok başı. Önce onu tanımam gerek.”
“Ah, evet, tanımaktan bahsetmişken şu oğlanın soyadıyla birlikte numarasını bana at bakayım.”
“Onun hakkında bu şekilde bilgi öğrenmek istemediğimi söylemiştim,” diye homurdandığında sırıttım.
“Biliyorum, öğrendiklerimizi seninle paylaşacağımızı söylemedim zaten. Sadece Aral ve Arel’in içini rahatlatması gerek yoksa başına daha büyük bela olabilirler. Alışık değilsin ama abiye sahip olmak, hem de iki tanesine birden, hiç kolay bir şey değil.”
“Senin de abin yok, nasıl bana çokbilmişlik taslayabiliyorsun?”
“Çünkü bundan sonra bu iki adam senin hayatının bir parçası olmaya devam edecek ve senin de bir yerde buna alışman gerek ama benim hayatıma abi diyebileceğim birinin girmesi pek mümkün gibi durmuyor.”
“Of, peki, atıyorum ama söyle onlara abartmasınlar. Ayrıca size bizzat gelip sormadığım sürece bu konuda en ufak bir şey duymak istemiyorum.”
“Söz veriyorum.”
Telefonundan mesaj uygulamasına girdikten sonra Ateş’in numarasını bana yolladı.
“Tam adı profilinde yazıyor zaten.”
“Anlaşıldı.”
“Şimdi izin verirsen kitabıma geri dönmek istiyorum, heyecanlı bir yerde kalmıştım.”
Odaya girdiğimde kenara koyduğu kitaba göz ucuyla baktıktan sonra başımı sallayıp ayaklandım.
“Bana ihtiyacın olursa odamdayım. Ayrıca Aral muhtemelen geç gelecek, kapı sesi falan duyarsan korkma.”
“Tamamdır.”
Yüzünü kavrayıp başının tepesine uzun bir öpücük kondurduktan sonra “Seni seviyorum,” diyerek geri çekildim.
“Ben de seni seviyorum, abla.”
Tuana’nın odasından çıkarken içimde tatlı bir heyecan ve huzur vardı. Onun adına mutluydum ve şu Ateş denen çocuğun iyi biri olmasını temenni ediyordum. İyi biri olmasını ve kardeşimi mutlu etmesini.
Kendi odama geçtikten sonra bir süre ne yapacağımı bilemeyip etrafa bakındım. Ardından yarını organize etmek için Yasemin’le konuşmam gerektiğini fark edip telefonumu alarak yatağıma serildim ve en yakın arkadaşımı aradım.
ღ
Yaklaşık bir saat sonra telefonu kapatırken hem çene çalmaktan hem de plan yapmaya çalışmaktan yorgun düşmüştüm. Yasemin, bu sürpriz nikah olayını duyunca ilk önce kulaklarımı sağır eden koca bir çığlık atmış, hemen ardından da Arel gibi kırk kere emin olup olmadığımı sorgulamıştı. Neyse ki onu ikna etmek Arel’den çok daha kolaydı. Ayrıca olaya o kadar hızlı adapte olmuştu ki ben henüz o konuya gelemeden bana yardım edebileceği bir şey olup olmadığını sormuştu. Elbette vardı.
Yarın kontrolden sonra yüzük bakmaya gitmeden bir bahane bularak Aral’ı kan vermeye ikna etmeliydim, olaylar spontane gelişeceği için detaylar biraz karışıktı ama kanı, kendi odamda ben alabilirsem Yasemin laboratuvara gönderme işini bizzat halledecekti.
Saate bakıp gece yarısına yaklaştığını fark ettiğimde yataktan kalkıp banyoya geçtim ve işlerimi hallettikten sonra odaya geri dönüp üzerime saten pijama takımımı geçirdim. Aral’dan herhangi bir arama veya mesaj gelmediği için daha geç geleceğine ikna olarak yatağa girdim ve komodindeki tabletimi alarak alanımla ilgili son çıkan makalelere göz gezdirmeye başladım. Tıp fakültesine girdiğimden beri makale okuduğum için bana zorluktan ziyade kafa dinleme terapisi gibi geliyordu bunu yapmak. Yorgun olduğumda okuduğum şeylerin yarısını anlamıyor olabilirdim ama yine de aynı makalenin üzerinden geçtiğimde aklımda kalan şeyler bana fazlasıyla yardımcı oluyordu.
Bir saate yakın süreyi de makale okumakla geçirdikten sonra tabletimi kenara kapatıp kenara koydum ve telefonumu elime aldım. Hala mesaj ya da arama yoktu. Arel de onunla olduğu için kuruntu yapmaya gerek duymuyordum ancak iyi vakit geçirip geçirmediğinden emin olamadığım için bir yanım endişelenmeden duramıyordu. Yine de bu saate kadar eve dönmemiş olması iyi bir şeydi sanırım.
Göz kapaklarımın usulca kapanmaya başladığını fark edince uyumaya karar verdim ancak uyumadan önce içmek için uzandığım sürahinin boş olduğunu fark edince iç geçirdim. Yataktan çıkmak istemiyordum ama suya ihtiyaç duyarken uyuyamayacağımı da biliyordum. Bu yüzden homurdanarak ayağa kalktım ve yatağın yanındaki terlikleri ayağıma geçirerek odadan çıktım. Koridorda gece lambası açıktı ve Tuana’nın odasından ışık gelmiyordu. Uyuduğunu varsayarak sessiz adımlarla merdivenlere yöneldim.
Aşağı kata indiğimde mutfaktan gelen cılız ışığı fark ederek kaşlarımı çattım. Tuana’nın uyuduğunu sanmıştım ancak canının gece atıştırmalığı çektiği gecelerden birindeydik anlaşılan.
Elimdeki sürahiyle birlikte mutfağa girerken “Gece atıştırmalığı saati mi-” demiştim ki aspiratör ışığının aydınlattığı sandalyede oturan kişinin Aral olduğunu fark ederek duraksadım. Onu görmeyi hiç beklemiyordum.
Dilimlenmiş ekmeğe fıstık ezmesi sürerken yakalanınca suç işlemiş gibi kalakalan kocama şaşkın bakışlar atarken “Aral?” diye mırıldandım. “Sen ne zaman geldin? Hiç haber vermedin. Ses de duymadım.”
Ekmeği masanın üzerine bırakırken “Ses olmasın diye sokağın başında indim Arel’in arabasından,” diye cevap verdi. “Sahadan ayrılırken son görülmen bir saat öncesiydi, o yüzden çoktan uyumuşsundur diye düşünüp mesaj atma gereği görmedim. Eve girerken de ekstra sessiz olmaya özen gösterdim ama görüyorum ki boşunaymış bütün çabalarım.”
Ekmeğine fıstık ezmesi sürme işine geri döndüğünde “Tabletten makale okuyordum, biraz önceye kadar telefona bakmamıştım,” diyerek tezgâha doğru ilerledim. Sürahiye arıtıcıdan su doldururken Aral’ın kısa bir baş onayının ardından iştahla elindeki ekmeği yiyişini izledim.
“Maçtan sonra birlikte bir şeyler yaparsınız diye düşünmüştüm?”
“Hepsi yarın iş başı yapacakmış, o yüzden haklı olarak oyalanmak istemediler daha fazla.”
“Anladım. Sabahtan beri hiçbir şey yememiş gibi görünüyorsun, o kadar mı acıktın?” diye sordum gülerek.
“Sorma,” deyip başını salladı. “Bu koşturmanın ne kadar efor sarf ettirdiğini unutmuşum. Tabii ben uzun zamandır gitmediğim için ekstra yoruldum ve acıktım.”
Arıtıcıyı kapatıp sürahiyi masanın üzerine bıraktıktan sonra “Doğru düzgün bir sandviç yapsaydın ya bari,” dedim. “Fıstık ezmesi yeter mi?”
“Başka bir şey yapamayacak kadar yorgun ve açtım, elime ne denk gelirse aldım dolaptan,” diyerek bir ısırık daha aldı ekmeğinden.
Kafamı iki yana salladıktan sonra “Dur, onunla doyurma karnını,” diyerek dolaba yöneldim. İçinden marul, domates ve birkaç şey daha çıkarıp hızlıca dilimledikten sonra güzel ve doyurucu bir sandviç yapıp ona uzattım. “Al bakalım.”
“Teşekkür ederim.”
Aral, uzattığım sandviçi de kıtlıktan çıkmış gibi yerken gülerek yanındaki sandalyeye oturdum ve dilimin ucunda sorulmak için bekleyen birçok soru olmasına rağmen karnını rahatça doyurması için bekledim.
Çenemi avucuma, dirseğimi de masaya yaslamış halde sessizce onu izlerken saçlarının haddinden fazla parlak durduğunu fark ederek elimi uzatıp saçlarına dokundum. Aspiratörün kısık ışığında fark edememiştim ama saçları ıslaktı.
“Saçların ıslak mı geldin?” diye sordum endişeyle. “Yaz ayında değiliz, farkında mısın Aral?”
“Dışarıda durmadım ki, duştan çıktıktan sonra direkt otoparka gidilen bir ara vardı. Oradan geçtik. Arabada da ısıtıcıyı çalıştırdı Arel.”
“Yine de kurutmalıydın,” diyerek ayaklandım ve alt kattaki banyoya gitmek üzere hızlıca mutfaktan çıktım. Banyo dolabından aldığım temiz havluyla geri döndüğümde Aral son lokmasını ağzına atmakla meşguldü.
Arkasına geçip havluyla nemli saçlarını kurulamaya başlarken bir yandan da söyleniyordum. “Şu an hasta olmanın zamanı mı sence? Önümüzdeki hafta ne kadar yorucu geçecek. Hiçbir şekilde tehlikeye atmamalıydın. Saçlarını kurutmak beş dakika sürmezdi zaten.”
Başta hıncımı almak istercesine hızlı hareket etsem de bana karşı hiçbir müdahalede bulunmayınca hırsım giderek azaldı ve hareketlerim yumuşadı. Birkaç dakika sonra saçlarının havluyla olabileceği kadar kuruduğuna kanaat getirip havluyu boştaki sandalyelerden birinin sırtına astım ve Aral’ın önüne geçerek dağılan saçlarını elimle düzelttim.
“Hah, bak, şimdi ol-”
Belimden çekerek beni kucağına oturttuğunda küçük bir çığlıkla omuzlarına tutundum.
“Tuana’yı uyandıracağız, dikkatli olsana!” diye hışımla söylensem de kıpırdanarak oturduğum yere iyice yerleşmeyi ihmal etmedim. Bunu fark edince yarım ağız gülüp çeneme hızlı bir öpücük kondurdu.
“Tuana’nın uykusunun bu çığlıkla uyanamayacak kadar ağır olduğunu benden daha iyi biliyorsundur,” diye mırıldandı. “Ayrıca onun odası ters tarafta kalıyor. Yüksek sesle çığlık çığlığa bağırmadığın sürece seni duyamaz.”
Bir kolumu boynuna dolarken “Çok biliyorsun sen,” diye söylensem de haklı olduğunun farkındaydım. Bu yüzden konuyu uzatmadım ve merak ettiğim şeylere odaklandım. “Giderken bu kadar dinç görünmüyordun, enerji içeceği falan mı verdiler size orada?” diye şaka yollu ilk sorumu sorduğumda gülerek başını salladı.
“Hayır. Fiziki olarak çok da yorgun olmam lazım aslında, bayağı koşturdum çünkü ama yorgunluğumu hissedemiyorum. Hatta bıraksalar bir o kadar daha oynardım.”
Çenesinin kenarında kalan ekmek kırıntısını alırken “O kadar mı özlemişsin?” diye sordum. Kırıntıyı tuttuğum parmağımı yakalayıp kendi ağzına götürürken “Özlemişim ama futbol oynamayı değil,” dedi.
Kırıntıyı parmağımdan alıp yediğinde kaşlarım hafifçe çatılmıştı. “Neyi özlemişsin?”
“Böyle hissetmeyi,” diyerek iç çekti. “Psikoloğum bir keresinde benim için üzüldüğünü, çünkü bile isteye hayatı tüm renkleriyle yaşamayı askıya aldığımı söylemişti. O zaman bu söylediğini pek umursamamıştım ama meğer ne demek istediğini anlamamışım. Akşam Arel’le çıkmadan önce sorsaydın birkaç yıldır topa el sürmemenin benim için pek de bir şey değiştirmediğini söylerdim sana. Ancak mevzu benim gidip birkaç adamla top peşinde koşmam değilmiş.”
“Neymiş peki?”
“O renklerin bana hissettirdikleriymiş. Benim kaçırdığım şey, bunlarmış. Top oynamak değil, top oynadığım sırada hissettiklerim. Beynimin düşünmeyi bırakması, bütün her şeyi arka planda bırakıp bir süreliğine sadece oyuna odaklanmam, nefesimin sıklaşması ve başarı anında yaşadığım o müthiş duygular.”
Hafifçe iç çekti. “Bu sadece bu akşam yaşadığım şey üzerine varmış olduğum aydınlanma ama bunu her yere çekebilirim. Sevdiğim birinin doğum gününde gerçekten isteyerek bulunmak, o doğduğu ve hayatıma girdiği için gönülden minnettar hissetmek mesela. Ya da bir yaz günü sahile inip dondurma yiyerek yürürken hissedilen o özgürlük. Ya da ne bileyim, karlı bir günde sevdiğin insanlarla birlikte kartopu oynarken hissettiğin mutluluk. Bunlar çok basit şeyler gibi geliyor. Fiilen sahilde dondurma yemeden ya da kartopu savaşı yapmadan da yaşayabilirsin, bunları yapmamak sana hiçbir şey kaybettirmez belki ama o anlarda hissettiğin şeyleri hissedememek seni duygusal olarak köreltiyor. Hayattan zevk alamadığımı biliyordum ama bu denli yoğun hissetmemiştim hiç bunu.”
Elimi yanağına yaslayıp şefkat dolu bir sesle “Aral,” dediğimde başını hafifçe çevirip avucumun içine bastırdı dudaklarını.
“Sen hayatıma girdikten sonra her şeyin değiştiğinin farkındaydım. Beraber yürüyüş yaptığımızda, ateş başında sarılarak gökyüzündeki yıldızları seyrettiğimizde ya da senin sevdiğin pastaları denemeye gittiğimizde tekrar yaşamaya başladığımı hissetmiştim. Bu bile benim için o kadar inanılmaz bir şeydi ki bunlar bana yeter de artar sandım. Seninle birlikteyken hissettiklerim yetiyor sandım ve tek başıma kaldığımda ne yaptığımla hiç ilgilenmedim.”
Aklına bir şey gelmiş gibi kısa bir an duraksadı.
“Aslına bakarsan sen hayatıma girdiğinden beri benim için tek kalmak diye bir durum olmadı bile. Hep sen vardın. İyi ya da kötü, isteyerek veya istemeyerek hep aklımdaydın. Bu yüzden bu farkındalık uzun sürmüş olmalı.” Bir kez daha iç çekti. “Ama bu geceden anladığım bir şey varsa, o da tek kaldığımda ne yaptığımla ilgilenmem gerektiği. Kendime yazık ettiğimin hiç bu kadar farkına varmamıştım, Tamay. Kendime ne kadar eziyet ettiğimi hiç böylesine güçlü bir şekilde hissetmemiştim. En basit mutluluklardan bile mahrum bırakmışım kendimi senelerce.”
Bu büyük bir ilerlemeydi. Psikolojik destek almaya başladığından beri yaşadığı en büyük aydınlanmaydı hatta. Bu yüzden sessiz kaldım ve küçük dokunuş ve öpücüklerle anlatmaya devam etmeye teşvik ettim onu.
“İşe geri döndüğümde, çocukluğumdan beri hayalini kurduğum polisliği yaparken yani, bu mesleğe ilk adım attığım zamanki kadar istekli ve hevesli olmak istiyorum tekrar. Ekipteki çocuklarla yemeğe, eğlenmeye gitmek ve bunları yaparken eskisi gibi hissetmek istiyorum. Halı sahaya gidip hiç derdim tasam yokmuşçasına top peşinde koşmak ve bundan zevk almak istiyorum. Sadece senin yanındayken değil; sevdiğim diğer insanlarla birlikteyken ya da ortamlardayken de huzurlu, mutlu ve hevesli olmak istiyorum. Eski ben olmak, hayır, eskisinden de iyi olmak istiyorum.”
Yüzünü avuçlarımın arasına alıp dudak kenarına küçük öpücükler bıraktım ve duygu dolu bir sesle “Olacaksın da zaten,” diye mırıldandım. “Ben de bu süreçte hep yanında olacağım. Fiziken olmasam bile hep burada olacağım.”
Öptüğüm parmak uçlarımı kalbine dokundurduğumda kollarını belime daha sıkı dolayıp yüzünü omzuma bastırdı.
“Yine de her şey sana bağlanıyor. Sen olmasaydın, beni sevmeseydin, hayatına katmasaydın ben yine o hengamede sürünüp gidecek ve neler kaçırdığımın farkında bile olmayarak ölüp gidecektim.”
Sırtını nazikçe okşarken “Böyle söyleme,” diye mırıldandım.
“Ama öyle. Benim söyleyip söylememem bunu değiştirmeyecek.”
Başımı çevirip saçlarının üzerinden öptüm onu. “Bu farkındalığı yaşadığın için mutluyum ve seninle çok gurur duyuyorum. Böyle bir karşılık alacağını bilsem seni daha önce yollardım top peşinde koşmaya.”
Son cümleyi sırf onu güldürmek için söylemiştim ki duyduğum kıkırtı bunu başardığımı kanıtlıyordu.
“İnan hiç beklemediğin bir anda oluyor kuzum.”
Birkaç saniye boyunca doğru duyup duymadığımı idrak etmeye çalıştıktan sonra patlattığım kahkahanın Tuana’yı uyandırmasından korkarak ellerimi ağzıma kapattım hızla.
Başını geriye çekip bana şapşal bir sırıtmayla bakan Aral işimi pek kolaylaştırmasa da kahkahalarımı zar zor zapt ederek “Sen bunu nereden biliyorsun?” diye sordum. Bir yandan da derin nefesler almaya çalışıyordum.
“Ne bileyim,” diyerek omuz silkti. “Duymuşum bir yerden ki aklımda kalmış.”
“Çok şapşalsın,” diyerek yanaklarını sıktım. “Çok da tatlısın.”
Kaşları derhal çatılırken “Bak yine başladık,” diye homurdandığında kıkırdayarak çatılan kaşlarının arasını öptüm.
“Asla son vermemiştik ki başkomiserim.”
“Pekâlâ, şu an bu konuyu uzatamayacak kadar yorgunum. Uykumu aldıktan sonra bu saçma ve sinir bozucu hitap şekilleri hakkında tartışmaya geri dönebiliriz.”
“Biraz önce oldukça dinç olduğunu ve tekrar maç yapabileceğini söylemiyor muydun?”
“Evet ama sanırım karnımı doyurmak beni mayıştırdı,” diyerek burnunu boynuma sürtüp derin bir nefes çekti içine. “Kokun da iyice mest etti.”
“Yatalım o zaman,” diyerek saçlarından öptüm tekrar.
“Hay hay,” diyerek belime sarılı ellerinden birini dizlerimin altına kaydırıp ben kucağındayken ayaklandı.
Aspiratörün ışığını kapatmak için ilerlerken masadaki sürahiyi görünce “Dur,” diye mırıldandım. “Ben buraya sürahi doldurmak için gelmiştim, sayende su içmeyi bile unuttum.”
“Sürahiyi de sen kucağına al o zaman,” diyerek tekrar masaya yaklaştığında gülüp “Saçmalama da indir beni,” diye mırıldandım. “Kucağındayken taşımak daha zor olur.”
“Ama-”
“İndir dedim, Aral.”
İstemeye istemeye beni yere indirdiğinde sürahiyi kucaklayıp “Işığı kapat da gidelim,” dedim.
O tekrar aspiratöre ilerlerken ben de mutfak çıkışına yöneldim. Koridordaki gece lambasını açık bıraktığımız için rahatça merdiven başına gelerek Aral’ın bana yetişmesini bekledim.
Yanıma geldiğinde birlikte merdivenlerden çıkarken “Ee, maç nasıl bitti?” diye sordum kısık bir sesle. “Hiç bahsetmedin. Kim kazandı? Gol atmaya yakınlaşabildin mi?”
Gördüğüm en sevimli sırıtmalardan birini takınarak “İnanmayacaksın ama iki gol attım,” diye gururlandı.
“Hadi canım! Aferin sana! Bir de paslanmaktan bahsediyordun. Paslanmış halin buysa oho,” diyerek onu iyice pohpohladım.
Övgülerim karşısında göğsü iyice kabarırken “Hatta bir tane de asist yapmak üzereydim, diye devam etti. “Harika bir pas atmıştım ama dangalak Arel topu kaleye sokamadı.”
Sessizce kıkırdadım. “Sizi aynı takıma mı koydular?”
“Forma diye verdikleri trafik lambası görünümlü atletler o kadar pisti ki kimse giymek istemedi. Ayırt edici bir forma olmayınca da Arel’le bizi karıştırmaktan korktuklarını söylediler. O yüzden aynı takımdaydık.”
“Haklı bir sebep,” diyerek başımı salladığımda bana yan yan baksa da bakışlarından ne kadar mutlu olduğunu görebiliyordum. Sınıfındaki hoşlandığı kıza attığı golleri sayarak hava atan liseli bir oğlan gibiydi ve sürahi tutuyor olmasaydım kendimi tutamayıp üzerine atlardım.
Odamıza girdikten sonra sürahiyi eski yerine bıraktım ve kendimi eskisi gibi susamış hissetmesem de yanındaki bardağı kullanarak biraz içtikten sonra yatağa serildim. Aral, üzerindekileri pijamalarıyla değiştirdikten sonra yanıma kıvrılıp üzerimizi örttü ve kollarını etrafıma sararak beni göğsüne çekti. Ona iyice sokulup gözlerimi kaparken “İyi geceler,” diye mırıldandım. Yarın başarmam gereken büyük bir görev vardı ve nasıl yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama nedense içim çok rahattı. Öyle ya da böyle başaracağıma inanıyordum. Başarmak zorundaydım, çünkü şu an göğsüne sığındığım adam bunu hak ediyordu.
“İyi geceler, Doktor.”
ღ
Herkese tekrar merhaba, umarım sevdiğiniz bir bölüm olmuştur. <3
Geçmiş günlerde sadece wattpad panomda bir açıklama yapmıştım, açıklamadan ziyade bir iç dökmesiydi aslında ve bu yüzden her yerde paylaşarak dillendirmek istemedim. Kısacası özetlemem gerekirse de yazmanın beni eskisi kadar heyecanlandırmadığı, ara verdiğim için yazmakta zorluk çektiğim, sağ olsun okulumun da bana bu süreçte pek yardımcı olmadığını söylemiştim. Yine de başka bir sorun olmadıkça kitabımı bitirmeyi çok istediğimi ve bunun için uğraşacağımdan bahsetmiştim. Nasıl oldu bilmiyorum, hatta bu konuda oldukça şaşkınım ama bölümün yaklaşık ilk yarısını, bir önceki bölümden beri yazıyor olmama rağmen son yarısını tek bir günde yazdım. Bunda elbette ki bu geçen uzun süreçte fiziken yazıyor olmasam da aklımın sürekte kitapta olması ve bölümleri ya da olayları kafamın içinde yazmaya devam ediyor olmamın büyük payı var ama yine de kendimden bu performansı beklemediğimi de itiraf etmeliyim. Ne diyeyim, nazar değmez inşallah :’)
Daha fazla uzatmadan kaçayım, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.97k Okunma |
441 Oy |
0 Takip |
61 Bölümlü Kitap |