Bak bak bak güzel bir gün ölmek için
Herkesin bir gün bırakacağını bile bile seviyorduk birbirimizi. Sanki sonsuza kadar sürecek gibi uzun uzadıya hayaller kuruyorduk. Ama daha belki biri bile gerçekleşmeden bitiyordu o arkadaşlık, o sevgi, o güzel günler. Hayat akıp geçerken seni beklemiyordu. O akan bir nehirdi sen bekliyordun bir şeyleri. Her şey birer birer giderken bakıyordun öylece. Ta ki gitmeyi öğrendiğin güne kadar.
İzleyecektin insanların boş hayallerini, sonra da hiçbir veda etmeden gidişlerini... Bir vedayı bile çok göreceklerdi sana. Boğazına düğüm olacaktı söylemek isteyip sustuğun onlarca kelime. Ve yine sustuğun için onlar haklı görecekti kendini. Düzen buydu, son de ona ayak uyduracaktın.
Herkes gidecekti, sen izleyecektin, sonra sen gidecektin onlar sana dönüp bakmayacaktı bile... Onlar için bir hiç olduğunu gitmeden bilemeyecektin. Onlar da bunu sana asla söylemeyecekti. Sen arkanı dönüp giderken kimse dönmeyince onların sana vermediği değeri görecektin. Gözün dolacaktı ama ağlayacak gözyaşın olmayacaktı...
"Anlamıyorsun belki ama hala bir hayatın var... "
Zihnimde dönüp duran cümle her tekrar edişimde içimde daha derin bir yara oluştururken daha fazla yaksın canımı diye inatla tekrarlıyordum. Sahiden var mıydı bir hayatım? Kendi içimde hapsolmuşken bir hayatım hala var mıydı gerçekten? Her nefes alışımda ciğerlerime batan o acı varken hala var mıydı?
Kimi kandırıyorum. Tabi ki de var! Ama sorun var olması değil. Sorun benim herhangi bir hayat yaşamak istemiyor oluşum. Evet, gerçek sorun bu. Peki, insan bunu nasıl söyleyebilirdi ona bu kadar çok değer veren kişilere? Nasıl söylerdin ki zaten? Düşündükçe deli eden bir düşünce dilden dökülmek ister miydi sahiden? Kandırmıyorum kendimi. Çünkü o sözler benim dilimden dökülmez, dökülemez. İçimde beni yakan o ateşin başkalarını da yakmasına izin veremem. Korkarım ömrüm boyunca bu acıyı yanlışlıkla da olsa akıtırım diye ama yine de yapamam bunu kimseye. Buna hakkım yok bir kere.
Gözlerimde kuruyan yaşlar gözlerime batarak hafif bir ağrı veriyordu. Bakışlarım donuk, içim ayrı bir soğuktu. Sanki şubatı yaşamıyordum da şubat benim içimde yaşıyordu. Öylesine bir soğuk...
Kapım bir kere bile çalmamıştı. Bir kulağım kapıda beklemiştim ama yoktu. Kimse gelmemişti. Ve ben bu sefer hak etmiştim. Aslında daha önce de bu muameleyi hak etmiştim ama onlar hep bahane bulmuştu beni affetmek için. Ben onlara o bahaneyi vermesem de onlar bulmuştu işte bir yerlerden.
Melih, abime ne kadar şey söyledi bilmiyordum fakat ona iyileşmek istemediğimi ve terapilerin ben istemediğim sürece etkisiz olacağını bildiğimi söylemiştim. Muhtemelen hepsini kendi üslubuyla söylemişti. Benimki kadar kaba bir şekilde söylese zaten abim bu kadar basit bir tepki vermezdi. Kırar dökerdi, en çok da kendini...
Güneş doğmuştu gözlerimin önünde ama ben o günde kalmıştım. Benim için yeni bir gün değil yıllardır tekrar eden o gündeydik hala. O günde güneş doğmuştu bugün de öyle. Güneş hep doğardı zaten. Ama içimizdeki güneş bazen doğmazdı. Sanki bir daha doğmamak üzere çekip giderdi bizden. Bırakırdı bizi içimizdeki dipsiz karanlıkla başbaşa. Sorsan her şey güzel içim bir aydınlık derdim ama kimse görmezdi içimdeki o alacakaranlığı. Çok iyi bir yalancı olmak bazen çok daha fazla yakardı insanın canını. Ama n'aparsın işte başkalarının yanması canı...
Oturduğum yerden adeta sürüklenerek kalktım ve yavaşça gözlerimi yeni yeni aydınlanan odada gezdirdim. Kendinden geçmiş yorgan, yastık ne varsa gözüme battı bir anlığına. Ne olduğunu tam net hatırlamasam da dağıtmıştım kendimi, kendi mabedimi. Masanın üstündeki kitaplar zaten hiç toplu olmamıştı. Kitaplık da aynıydı. Ama içimde bir şeyler eksikliğini hissettiriyordu. Gözlerimi kapadım sıkıca. Çapaklar ve kuruluk canımı yaktı. Umursamadım, küçük adımlarla banyoya ilerledim. Tüm gece boyu uyumamış olmanın verdiği farklı bir bitkinlik vardı üstümde. Kapıyı kapattım ve üstümdekilerden kurtuldum bir çırpıda. Soğuk bir duş kendime getirdi belki. Kimi kandırıyorum, şu halimi sağlam bir dayak bile kendime getiremezdi.
Soğuk suyun tenime değmesiyle ürpermem bir oldu. Bir süre sonra soğuğa alıştım ve suyu vücudumda gezdirdim. Hissizlik halimden olsa gerek aniden elimden düşen duş başlığı ile titredim. Eğilip yerden aldım ama yine de çok ses çıkmıştı. Çok da umursamasam da aşağıdan duymuşlar mıdır diye merak ettim. Gerçi aşağıda oldukları nereden belliydi ki zaten?
Uyuşuk hareketlerle duşumu aldım. Bir nebze de olsa hissizliğim geçmiş sayılırdı. Dolabın içinden kendime rastgele bir sweet ve eşofman çıkardım. Ayağıma da panduflarımı giydim. Karnımdan gelen sesleri duyuyor da olsam bir şeyler yemek istemiyordum. Boşuna gurulduyordu karnım. Saçımı kuruladıktan sonra masama oturdum sakince. Bu kafayla zaten ders çalışamazdım ama kitap okumak belki üstümdeki hissizliği alırdı. Önüme kitaplardan birini aldım ve ilk sayfasını açtım.
. . .
Alt kattan gelen tıkırtı sesleri ile elimdeki kitabı kapattım. Koca evde saatlerdir tek bir ses yoktu ve bu tıkırtılar ürpermeme sebep oldu. Evde kim var bilmiyordum. Belki babam gelmiştir diye düşündüm. Fazla umursamadım ve devam etmek istedim. Yine içime düşen kuruntu yüzünden okuduğumdan bir şeyler anlamadım.
İçimdeki meraka yenik düşerek odamdan çıktım. Kim gelmiş olursa olsun merak etmiştim. Umarım babamdır, diyerek merdivenlerden aşağıya indim. Dün olanlardan sonra abimlerden korkuyordum. Bir yandan onları görmek istesem de korkuyordum işte. Aşağıya indiğimde ayak seslerime dönmüş olan babamı görünce duraksadım. Üstü başı dağılmış, adımları sarsaklayan babamı görmeyi beklemiyordum. Dün hepimize bir şeyler olmuştu. Hızlı adımlarla babamın yanına gittim ve kolunun altından tuttum yere düşmemesi için. Üstündeki ağır kokuya bakarsak kesinlikle son zamanlardan çok daha fazla içmişti. Koltuğa doğru ilerlettim babamı. Evde başka hiçbir ses yoktu. Abimler çıkmıştı büyük ihtimalle. Neyse, diyerek babama döndüm.
"Baba, iyi misin? Neden bu kadar içtin?"
Ağzında gevelediği şeylerden bir şey anlamadığım için başımı salladım iki yana. Çatlayacak durumda olan başımla derin nefesler aldım. Mutfağa gidip bir kahve yapsam iyi olurdu babama. Belki biraz kendine gelirdi. Cezveyi ocağa koydum, bir yandan da babama bakıyordum. Ellerini sallıyordu öyle etrafında. Ne olmuştu da bu kadar içecek hale gelmişti ki? İçimde bir acı da babam içindi. Annemin yokluğu en çok onu vurmuştu en çok o belli etmemek için çok uğraşsa da. Gözlerindeki o puslu ifade saklayamıyordu özlemini ama dilinde hep yalanlar dolanıyordu. Bir zamanlar çok sevmişlerdi. Küçükken masal diye anlatıyorlardı sevdalarını, anlamıyorum sanıyorlardı. Gözlerime dolan yaşları akmalarına izin vermeden sildim ve kahveye fincana koydum. İçeri geldiğimde babam hala sızmamıştı. Kaldırdım ve kahveyi verdim. Babamı hiç bu halde görmemiştim. Hiç bu kadar yıkılmış görmemiştim. Bitmiş durumdaydı. Ah be babam! Neydi bizim bu kaderimiz!
Yavaş yavaş kahveyi içerken dalgın dalgın bana bakıyordu. Çok düşünceli bir hali vardı. Belliydi bir şeyler olduğu. Anlatır mıydı şüpheli ama dinlerdim. Hep bana anlatmıştı derdini babam. Annemden sonra bir tek benimle konuşmuştu acısını. Sonrası hep içine atmıştı. Böyle büyük bir sevgi nasıl içine atılabilirse artık.
"Annene çok fazla benziyorsun."
Duyduğumla olduğum yerde bir anlığına duraksasam da hızlıca toparladım kendimi. Zaten bildiğim bir şey olmasına rağmen söylenince hala farklı bir etki yaratıyordu. Kızıl saçlarım delici bakışlarım tamamen ona aitti. Mavi gözleri yoktu bende sadece. İçimde tutuşan şeyler ile yutkundum. Onu her hatırladığımda içimde bir şeyler yanıyordu. Belki de yanan içimdeki özlemdi. Annemsiz geçen tüm zamanlarım acı veriyordu. Ona son kez sarıldığım son kez öptüğüm an canlanıyordu gözümde. Her gece de rüyalarımda. Rüyadan çok kabusa benzeyen uykularıma...
Babam söylediğinden sonra elindeki fincana bakmaya başlamıştı. Normalde içince çok konuşurken annem gittiğinden beri ağzından tek söz çıkmıyordu içince. Derin bir sessizliğe gömülüyordu. En çok da can yakan onun sessizliği oluyordu. Nefes alıp verişini dinlerken aklımın içinde kaybolmak istemiyordum.
"Hadi baba, kalk uyu biraz." dedim ama beni pek tınlamadı. Kolundan tuttuğum an aniden ayağa kalktı. İrkilsem de belli etmemeye çalıştım.
Yavaş yavaş merdivenlerden çıkarttım babamı. Odasına kadar da götürdüm. Çok sürmez birazdan sızardı muhtemelen. Daha sonrasında aşağıya indim. Fincanı ve etraftaki bulaşıkları toplayıp mutfağa götürdüm. Kendime de bir kahve yapsam iyi olurdu. Belki biraz olsun kendime gelirdim. Kahve makinesinden bir filtre kahve ayarladım kendime. Onun olmasını beklerken elimdeki telefondan sosyal medyaya takıldım biraz. Çok boştu. Vazgeçip telefonu kapattım. Kahveyi kupaya koydum ve odama geri çıkmaya karar verdim. Bardağı aldığımda kapının kilit sesini duydum. Kafamı mutfaktan uzatarak kimin geldiğine baktım. Kaan gelmişti. Duvardan sarkmış bakan beni görünce gülümsemek istedi ama yine de sabit ifadesiyle başka bir yere döndü. Bu tepkiyi elbette bekliyordum. Haklıydı, o da diğer herkes de haklıydı. İçime oturan öküzümü de alarak odama doğru ilerledim.
Masama kendimi bıraktım bir çuval gibi. Artık içimde ciddi bir bitkinlik vardı. Hayata karşı hiçbir hevesim, isteğim kalmamıştı. Bomboş yaşıyor gibiydim. Var olmamla olmamam aynı şeymiş gibi... Tek başıma ölüp gidecekmişim gibi de biraz...
Elimdeki kahve bile yaşama sevinci vermiyordu. Kolum kanadım kırılmıştı iyice. Sevdiğim tüm insanların birer birer canını yakıyordum. En sonunda bir başıma kalacaktım. Yalnız ve umutsuz kalacaktım. Herkes bana bir bir arkasını dönüyordu. Artık dayanılmaz olmaya başlamıştı. Aniden gelen kendini düzeltme isteğiyle telefonu elime aldım. Melih abinin numarasının üstüne gelince duraksadım. Bunu yapmam gerekiyordu. Kendim için olmasa bile çevremdeki insanlar için... Onlar çok üzülüyordu gözlerinin önünde hayatımı bitirmeme. Daha fazla düşünmeden numarayı çaldırdım. Daha fazla beklersem yapamazmışım gibi gelmişti. Karşıdan gelen sesle zihnimin içinden ayrıldım.
. . .
Telefondaki adresin gösterdiği binanın önünde neyi beklediğimi bilmiyordum. Hani ani bir karar verip düzelecektim ben? Benim kararlara uyma da anca bu kadar olurdu zaten. Yine de bu kadar gelmişken geri gidemezdim. Derin bir nefes aldım ve yedinci kata çıkmaya niyet ettim. Asansörlere kesinlikle güvenmiyordum.
Uzman psikolog Eda Çelik yazısını gördüğümde durdum ve soluklandım. Yedi kat çıkmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Melih abiden aldığım numara ile kendime hemen bugün içinde randevu almıştım. Emir'in ablasıydı ama bu pek sorun olmazdı. Hasta gizliliği sonuçta. Nefesim düzene girince kapıyı tıklattım. Üzerimde hışırdayan montumdan çıkan hışırtılar rahatsız etmişti. İçeriden ses gelmemişti. Tekrar vuracağım sırada elim havadayken kapı açılmıştı. Öyle komik bir şekilde kalınca gülümseyerek elimi indirdim.
Siyah düz saçları ve siyah gözleriyle gülümseyerek bana bakan kadına aynı şekilde karşılık verdim. Gerçekten Ceyda gibi tatlı bir kızdı. Yine de birbirlerine bakışlarındaki tanıdık his dışında pek benzemiyorlardı. Beni içeriye davet etmesiyle yavaşça içeri girdim.
Kırmızı, gri ve beyazın hakim olduğu bir ofisti. Krem renginde uzun bir koltuk ve yine krem renginde iki de tek kişilik koltuk vardı. Psikolog ofisi olarak çok hoş döşenmişti. Sandalyesine oturduktan sonra bende masasının önündeki tekli koltuğa oturdum. Çantamı da yandaki koltuğa bıraktım. Etrafı incelemeye devam etmek istesem de fazlasına da gerek yoktu.
Buraya gerçekten bir şeyleri değiştirmek için gelmiştim. Bu sefer kendi isteğimle gelmiştim. Ve gerçekten daha fazla çevremdeki insanları üzmek istemiyordum. İyi olmayı gerçekten istemesem de bu şekilde yaşanmıyordu.
"Buraya neden geldiğimi biliyorsunuz. Hatta belki geçmişim hakkında Melih abi bilgi de vermiştir biraz."
Hemen konuya girdiğimi fark edince bir şaşırsa da uyum sağladı bana. Burada olmak farklı hissettiriyordu. Hem de kendi isteğimle burada olmak...
"Tanısı konulmuş bir sosyal anksiyete ve sebebi hala anlaşılamayan bazı fizyolojik tepkiler var. Aynı zamanda da ilginç bir durum da var ki hiper empati sendromun olduğun yazıyordu. Bu vakayla hiç karşılaşmamıştım."
Hiper empati sendromu tanısı konulması bile çok zor olan ve nadir görülen bir sendromdur. Aşırı empati sendromu olarak geçse de sadece empatiden çok daha fazlasıdır. Kişilerin duygularını değil aynı zamanda fiziksel olarak acılarını da hissedebilir bu insanlar. Tam olarak buna sebep olan şeyin ne olduğu bilinmese de bazı kişilik bozukluklarının sebep olduğu düşünülüyor. Çocuklukta ihmal ve sevgisizlik de benzer şekilde ortaya çıkmasında etkili. Aynı zamanda da yapılan araştırmalar beynin bir kısmında bazı nöronların fazla yoğun bulunmasından kaynaklı olduğunu düşündürüyor. (Bu sendromu tam anlamıyla araştırmak vaka azlığı sebebiyle zor olduğu için fazla bilgiye sahip değilim. Yani bir kısmı tamamen kurgusal olabilir. Yani tamamen bilimsel şeyler vermiyorum burada.)
"Nasıl bir yol izlememiz gerektiğini kesinlikle bilmiyorum. Hatta ilk kez kendi isteğimle bir psikoloğa geliyorum. Tamamen size emanetim diyebilirim."
En doğru yol neyse oradan ilerlemek gerekir diye düşündüm. Yine de önce bir terapilerle başlardı her şey. Hayatımı anlatmam gerekirdi. O günü Melih'e anlatmamıştım. O bunu abimden duyduğu kadar biliyordu. Ama şimdi buraya gelerek tüm geçmişimle yüzleşmeye adım atmıştım. Umarım bu yolun sonunda üzdüğüm insanların kalbini daha fazla kırmazdım.
"Kendin için en doğru kararı verdin, canım. Sana olabildiğince yardım edeceğim. Birlikte kırdığın insanlardan özür dileyeceğiz."
Sesindeki tından aldığım güven ile birlikte içim rahatlamıştı. Bir şeyler kesinlikle değişecekti, değişmeliydi. Artık insanlara daha fazla zarar vermek istemiyordum. Gerek farkında olarak gerek farkında olmayarak...
"Peki o zaman, nasıl bir yol izleyeceğiz ?"
"Önce seni tanıyarak başlamak istiyorum. Seni ve içindeki çocuğu ve sonrasında birlikte sorunlarınla yüzleşeceğiz. Ben inanıyorum ki sen bunu başaracaksın."
"Bende inanmaya çalışırım şimdilik." dedim çünkü garantisini veremezdim.
"Peki, o zaman. Tanıştığıma memnun oldum Beril. İlk seansımızda görüşmek üzere."
Ayağa kalktım ve ilk adımı atacak cesaretim için kendimi tebrik ettim. Artık harekete geçmiştim. Bir şeyler için çabalamaya karar vermiştim. Ardımda kırıp döktüğüm tüm insanlardan büyük bir özür dilemeliydim. Belki aynı olmazdı ama yakıp yıktığım insanlar çabamı görürdü.
. . .
Uzuuun vir aradan sonra geldim. Aslında bakarsak bölümü biraz daha yazıp da paylaşmak istediğim için bekliyordu ama baktım ben devam edemedim. Aramızdaki zaman fazla olmasın da hemen varlığımı ortaya koyayım dedim.
Hala okuyucum varsa fazla bekletmeyeyim dedim. Bayram sonu atarım dedim kendimce ama mümkün olamadı. Her neyse artık. Şimdi buradayız ve önemli olan bu.
Öncelikle yeni haber. İnstagram hesabı açtım bu wattpad hesabındaki hikayelerim için. Duyurular alıntılar gilan paylaşırım diye aslında. Oradan desteklerseniz de çok mutlu olurum. Artık büyümek ve gerçekten değerli şeyler yazan diğer arkadaşlarım gibi bende bilmek istiyorum bazı şeyleri.
https://www.instagram.com/bayangizemxx_sp?igsh=em9ldXo3M2xuamJr
Linki bırakayım ben siz halledersiniz.
Şimdik bölüme gelelim. Özledik ama dimi Beril'imi. Ayy ben çok özlemişim. Yazmayı kelimelerimi her şeyii...
Beril'in karakter gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hadi benden bu kadar artık fazla uzun bir açıklama olmasına gerek yok. Hadi sağlıcakla kalın inşallah.
Bir gün görüşebilmek dileğiyle...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |