11. Bölüm

Bölüm 10 | Mucizeler

Hatice
bayankimbilir

Selamlar canlarım!

Önceki bölüm sonu belirttiğim gibi kaymakamın ağzından başlayan bir bölüm okuyacağız. Heyecanlı mısınız? Sizi bilmem ama ben çok heyecanlıyım. Tepkilerinizi çok merak ediyorummm

Oy vermeyi ve yorum yapmayı bırakmayın:)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

10. BÖLÜM

 

 

 

 

 

 

 

 

MUCİZELER

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Kim bilir kaç yüz yıldır sarılmamış kolların? Sisliydi kirpiklerin ve gözlerin yağmurlu. Yorulmuşsun... Hakkını almış yılların"

 

 

ASAF BARUN KHAN

 

Kaza günü sabahı

 

Evin çıkış holünde ilerleyen adımlarımı hızlandırdım. Bazen bu dört duvar beni boğuyormuş gibi hissediyordum. Terasta babaannem ile yaptığımız konuşma geldi aklıma. Ragini’nin söylediklerini umursamamamı istiyordu. Haksız olduğunu söyleyemezdim o kadının. Bu evin huzurunu kaçırdığımın farkındaydım. Belayı çektiğimi ve onlara da bulaştırdığımı söylüyordu. Yine sadece oğlu için endişeleniyordu tabii ki bu yüzden onu suçlamıyordum.

Bu evde kalmak zorunda olmasam onları bu oyuna dahil etmek istemezdim. Ancak dedemle bir anlaşma yapmıştım. Bunun ardında anneme vermiş olduğum bir söz de vardı. O yıllarca aile hasreti çekmişti ve bu konuda hassastı. Annem, babam ile evlenmek için evden kaçmıştı. Dedem olacak adam onu affetmemiş hem de anneannem ile kardeşleriyle de iletişimlerini kesmesini sağlamıştı. Annem kaç defa kapısına gittiyse de hep geri çevirmişti.

Babamla evlendiği için pişman değildi ama ailesiyle bu durumda oldukları için hep çok üzgündü. Bizim de ne olursa olsun ailemize sırt çevirmememizi tembihlemişti. Bu yüzden ne kadar istesem de onları bırakamıyordum.

Hayat denen bu yolda ilk annem gittiğinde sendelemiştim. Sonra babam bırakmıştı elimi. Gittikçe kaybolmuştum ve beni hayatta tutan tek şey Aisha’nın varlığıydı. Onun da bir gün beni yanında istemeyeceğini düşünmemiştim hiç.

Demek ki hiçbir şey için imkânsız dememek lazımmış. En yakınına bile gözü kapalı güvenmemeliymiş insan.

O da gittiğinde tam anlamıyla kaybolmuştum. Yaşamak için bir sebebim kalmamıştı. Kendimi hiçbir yere ait hissedemedim. Yalnız kalmak neymiş işte o zaman anlamıştım.

Kendi canıma kıymaya cesaretim yoktu. Devam edebilmek için insanlar hayallerine tutunuyordu ama benim hayallerim hiç tek kişilik değildi ki... Öylece yaşamanın da hiçbir anlamı yoktu. Annemin mezarının başında sabahladığım bir gün uzun zaman sonra rüyama girmiş ve devam edebilmek için bir amaç vermişti bana.

“Bu dünya; kadınlar, çocuklar ve hayvanlar için bir cehennem oğlum”

Elimden geldiğince onları korumamı istemişti annem. Ülkemizde bu konuda zenginlerin yoksulları ezdiği bir sistem vardı ve bunu bozmak istedim. Bu kolay olmayacaktı çünkü zenginlerin arkasını kollayan devlet adamları vardı. Sıradan bir insan olarak bu düzeni bozmam zordu. Bu yüzden devlet adamı olmaya karar verdim. Annem bu konuda babama benzediğimi, çalışkan ve bir liderlik vasfım olduğunu söylerdi.

Küçükken herkesin babama saygıyla yaklaşmasını hayranlıkla izler bende onun gibi olmak isterdim. Ancak yıllar sonra bu kararı vermem de onun hiçbir etkisi yoktu. Onun ise bundan haberi seçimlere katıldığımda olmuştu belki de.

İlk seçimlerde kaybetmiştim. Sonrasında da… Yaşım küçüktü, tecrübesizdim. Bir kesim de Müslüman olduğum için istemiyordu beni. İnsanları aynı anda memnun etmek çok zordu. Vazgeçmek istemedim çünkü vazgeçmek demek yine kaybolmak demekti.

Denemeye devam ettim. Bu sırada dedem araya girmişti. Ne kadar hırslı ve kararlı olduğumu görmüş bana bir teklifte bulunmuştu. Benim için güvendiği eski bir devlet adamının danışmanlığını sağlayacaktı. Bende o evde kalacaktım. Babaannem ve onun isteğiydi bu sadece biliyordum. İstenmediğim bir yerde durmak zor olacaktı ama yardım etmek istediğim insanlar için gururumu bir kenara bırakıp tekliflerini kabul ettim.

Roshan Bey ve tecrübeleri ile bir yol çizmiş sonraki seçimleri kazanmıştım. Bu yürümek istediğim bu yolda küçük bir adımdı sadece. Rütbemi yükseltmek ve yetki alanımı arttırmak için çabalıyordum. Bu konumda şimdiden birkaç önemli iş adamının önünü kesmiştim. Onların düşmanlığını kazanıyordum ama bu yolda ölsem bile bir amaç uğruna öleceğim için içim rahattı.

Kapının ağzına çıktığımda yüzüme vuran rüzgâr daha iyi hissettirdi. Yerimde durdum ve gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Havanın iyi gözükmesine rağmen gökyüzünün birden bulutlanmasına anlam veremedim yine. Bu durum birkaç gündür beni uykularımda da yoklayan huzursuzluğumu hatırlattı. Kafamı iki yana salladım ve güzel şeyler düşünmek istedim sadece.

Terasta avukatım Virjay ile yaptığım konuşma geldi hemen aklıma. Babaannem tam Mohan Bey ve Lila ile ilgili beni sıkıştırmaya başlamıştı ki ondan beklediğim telefon gelmişti. Yarın duruşmamız vardı. Tüm delillerin hazır olduğunu ve davayı yüzde doksan kazanma olasılığımız olduğunu söylemişti.

Günler sonra içimde bir heyecan hissetmiştim. Babaannemin hakkımdaki endişelerini bile umursamadım o an. Hatta babamın benden sakladıklarını öğrenmem bile bu habere gölge düşürememişti.

Korumalarımdan biri yanıma gelip arabanın hazır olduğunu söylediğinde bakışlarımı gökyüzünden alıp basamakları indim. Aynı düşünceli ifademle şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdım ve bahçeden çıktım.

Bundan tam bir yıl önce umudumu kaybedip yine kaybolduğumu hissettiğim bir dönemde karşıma küçük bir kız çocuğu çıkmıştı. Nisha…

Korunmaya ihtiyacı olan çocuklardan yalnızca biriydi…

Başta onu kimsesiz sanmıştım. Ancak hasta bir annesi ve sorumsuz bir babası vardı. Annesi Satvari Hanım bir iş kazası geçirmiş ve yatağa mahkûm hale gelmişti. Aynı zamanda geçmeyen bir akciğer enfeksiyonu vardı. İyileşememesinin sebebi iyi bakılmaması ve beslenmemesiydi elbette.

Babası Virat ise sözde tamircilik yaparak kazandığı parayı da etraftan topladığı üç beş kuruşu da içkiye ve kumara yatırıyordu. Bu da yetmiyormuş gibi Nisha’yı bilezik satarak çalıştırıyordu.

Maddi anlamda yardım teklif etmiştim ancak kabul etmemişti. Başta gurur yaptığını düşünmüştüm ama değildi. Tek düşündüğü kendisiydi. Satvari Hanım ile konuşmuştum ama o da korktuğu için yardımımı geri çevirmişti. Bu durumda ne yapacağımı bilemedim ama Nisha bana vazgeçmemem gerektiğini hatırlatmıştı.

Bir şekilde annesine güvence verdim ve o adamdan boşanmasını sağladım. Ardından bakımı için onu bir bakımevine götürdüm. Hesaba katmadığım şey ise Nisha’nın velayetinin Virat’a verilmesi olmuştu. Annesinin geliri olmadığı ve hasta olduğu için bu karar verilmişti. Virat’ın bana olan öfkesi iki kat artmışken Nisha’yı onun eline bırakamazdım.

Hiç aklımda olmayan bir karar almıştım böylelikle. Nisha’nın velayetini üzerime almak için dava açtım. Tek istediğim Nisha’yı özgür kılmaktı. Yarın ise bunu görecektim. Virat köşeye sıkışmıştı. Kaybedecekti.

Bu haberi hemen Nisha ile de paylaşmak istemiş ve onu izlettiğim korumalarımdan nerede olduğunu öğrenmiştim. Düğünden beri de görmüyordum onu zaten. Özlemiştim.

Bu düşünceyle içimdeki huzursuzluğu bir kenara attım ve uzanıp radyoyu açtım. Bu dün akşamki anın gelmesine sebep oldu gözümün önüne birden. Sabah o arabayı babam kullanmış ve frekansı değiştirmişti. Bu beni bile şaşırtmıştı. Hala Türkçe şarkılar dinlediğini bilmiyordum.

Ezgi’nin kendinden geçmişçesine şarkıya eşlik edişi geldi aklıma sonra. Dudağımın kenarının kıvrılmasına engel olamadım. İnanılmaz bir kadındı gerçekten.

Neydi aşk diye bahsettiği adamın adı? Burkay? Bursay?

Her neyse. Şarkı güzeldi evet ama bunu ona söylememe fırsat vermemişti. Başından beri deli olduğunu düşünmem boşuna değildi.

Kafamı iki yana sallarken onu düşünmeyi bırakıp radyonun ayarını yaptım. Çoğunlukla dinlediğim kanalı açarken şanslıydım ki Arijit Singh'in bir şarkısına denk gelmiştim. Keyfim biraz daha yerine geldi.

Ana yola çıkarken telefonumun melodisi şarkıya karıştı. Ranvir arıyordu. Şarkının sesini kıstım. Ardından çağrıyı kulaklığıma bağladım ve yanıtladım. "Evet?"

"Sana da günaydın kardeşim" diye konuştu alınmış bir sesle.

"Günaydın" dedim göz devirirken. Ben böyle deyince aymış mıydı şimdi günü? "Bir sorun mu var?"

"Yok. Seni aramam için illa bir sorun mu olması gerekiyor?”

Göz devirdim yine. “Hayır elbette”

“Senin sesin niye böyle geliyor? Asıl sende bir sorun var gibi?” diye sordu, sesi anında ciddileşmişti. Beni tanıyordu bu yüzden ondan bir şey saklamak pek mümkün değildi.

“Sorun yok”

“Yoksa törende yine bir sorun çıkacağından mı endişeleniyorsun?” Sesli bir nefes bıraktı “En güvendiğim ekibi ayarladım ve damadın evine gönderdim. Onlarla mabede gelecekler. İstersen bende gidebilirim?”

Bir de bu vardı. Huzursuzluğum bu yüzden miydi? Dün akşam Ezgi’nin yanından ayrılıp odama geçtiğimde telefonum çalmış ve Navin aramıştı. Konuşmak istediğini ama yarını beklemek istemediğini söylemişti. Ailesini ikna etmiş bunun için. Bende babaanneme söyledim ve o da halama çağırdı. Birlikte onların evine gittik.

Annesi ve babası oldukça endişeliydi. Düğünü atlatsalar bile sonrasında o adamın çocuklarının başına musallat olacağından korkuyorlardı. Zor olsa da onlara ikisini de koruyacağıma dair güvence verdim. Navin de bana destek çıktığında en sonunda kabullendiler. Bugün de uğurlu bir saat seçip töreni tekrarlayacaklardı. Ortalık durulunca da isterlerse düğün olacaktı. Kavita adına mutluydum.

Halam yaşananlar için oldukça mahcuptu. Benden özür dilerken törende olmamı istedi. Aynı zamanda Kavita da. Onlara katılmayacağımı söyledim ve Kavita’ya mutluluklar diledim yalnızca.

Kalabalık ortamlar beni boğuyordu. Daha yalnız hissediyordum. Oraya ait olmadığım daha çok yüzüme vuruluyordu sanki. Onlar için de bir sorun olacağını sanmıyordum. Onlara garip gelen genelde yokluğum değil varlığımdı.

O gün ben gittikten sonra ne olmuştu bilmiyordum. Babaannem ve babam konuşmuş olmalıydılar halamla muhtemelen ama ne düşündüklerini merak etmiyordum. Bu yüzden öğrenme girişiminde bulunmadım.

O gün ilk evden kovuluşun değildi ne de olsa…

“Barun, orada mısın? Gideyim mi?”

Ranvir’in sesiyle derin düşüncelerimden sıyrılırken yutkundum “Gerek yok. Sen aradığımda eve git ve Geeta’yı alıp kaymakamlığa gel”

“Sen nereye gidiyorsun?” dedi, şaşkın sesiyle. Ardımdaki korumalar evden ayrıldığımı henüz ona iletmemişti anlaşılan. Korumalarımın başında o vardı ve genelde emirleri ondan alıyorlardı.

“Nisha’yı görmeye”

“Özledin değil mi? Ben bile şaşırdım bu kadar dayanmana” sesinden güldüğünü anladım. Nisha ile neden böyle bir bağ kurduğumu Ranvir de dahil kimseye anlatamamıştım. Bu konuda nedense hep bir çekincem vardı ama onunla her anımıza şahitlik eden tek kişi de Ranvir’di “İnsan beni de çağırır bende özledim valla bıcırığı”

“Yarından sonra buna gerek kalmayacak” dedim buna inanmak isteyerek.

“Yoksa Avukat Virjay mı aradı, dava hakkında bir şey mi söyledi?” derken arkadan çocuk gülüşme sesleri geldi. Onlara hitaben "Kız rahat durun bir beş dakika" diye konuştu Ranvir sessizce. Dudaklarım kıvrıldı istemsizce.

İki kız çocuğuna sahipti ve bence dünyadaki en şanslı insanlardan biriydi.

"Her şeyin hazır olduğunu ve artık kazanma olasılığımızın çok yüksek olduğunu söyledi"

"E bu süper bir haber!" dedi neşeyle yükselerek.

"Öyle"

“Senin canını sıkan başka bir şey mi var, Virat hakkında mı?” diye sordu o da durularak.

"Bilmiyorum" sıkıntılı bir nefes alıp verdim. Ondan saklamak istemedim. "İçimi huzursuz eden bir şey var"

“Kötü düşünme dostum, her şey yolunda gidecek" dedi cesaret verircesine. Bu huyunu seviyordum. Güçlü hissettiriyordu.

Yalnız olmadığımı hissettiriyordu.

Yüzümü sıvazlarken "Sen yine de adliyeye gidip Virjay ile bir görüş. Bir de sen bak dosyalara" diye konuştum.

Virjay ile uzun zamandır çalışıyorduk ama yine de kimseye tamamen güvenemiyordum. Ranvir ise güvendiğim tek insandı. O kontrol ederse içim daha rahat olurdu.

"Tamamdır, haber ederim sana" dedi hemen.

Ardından Neha'nın sesini duydum. Onu çağırıyordu. "İyi hadi sen git kahvaltını et, bekletme hanımları" dedim.

Neha onun eşiydi. Ağırbaşlı ve sıcakkanlı bir kadındı. Ondan fikir almayı severdim. Bir abla edasıyla yardımını hiçbir zaman esirgemezdi o da.

"Sorma, yoksa beni yiyecekler şimdi" dedi gülerek ve devam etti "Kapatıyorum o halde ben kardeşim, görüşürüz "

"Görüşürüz"

Yolun geri kalanında içim biraz daha rahattı. Evden büyük mabede yol tam olarak iki saat sürüyordu. Arabayı kaldırımın kenarına park ettikten sonra telefonumu aldım ve arabadan indim. Korumalara geride kalmalarını işaret ettim. Nisha her ne kadar onlara alışmış olsa da yabancıların yanında rahat olamıyordu.

Sabahın erken saatleri olduğu için etraf kalabalık değildi. Onu bulmam da böylece çok zor olmamıştı. Arabayı park ettiğim kaldırımın üzerinde bir kadına bilezik satıyordu. Bundan hoşlanmıyordum ama o şikayetçi değildi. O adam nasıl bir zorunluluk kıldıysa üzerinde bilezik satmaktan vazgeçemiyordu.

Dudaklarında kocaman bir gülümseme olduğunu gördüm. İç çektim. Kadın müşteri mavi ve pembe bilezikleri alırken ücretini uzattı yüzündeki tebessümle. Kadın gittiğinde yanına doğru ilerledim. Bu sırada o beni fark etmemiş bilezik kutusunu mabedin bahçe duvarına koymaya çalışıyordu.

Arkasında durdum ve kutunun kulpundan yakalayıp onun yerine duvarın üzerine koydum. Bana doğru döndü hemen. Beni görmesiyle gözlerindeki korku rahatlamaya geçerken dudaklarında kocaman bir gülümseme oluştu.

Göğsümdeki ağırlığın kalktığını hissettim. İyi olmam için gereken şey buymuş:

Onun gülümsemesi...

Konuşmak için kollarını yukarı kaldırdı. "Teşekkür ederim"

Doğuştan kulakları duymuyor ve konuşamıyordu. Satvari Hanım’ın anlattığına göre annesinde de bu durum varmış. Ondan gelmiş olabileceğini söylemişler doktorlar.

Tebessüm ettim. Önünde diz çökerek boylarımızı eşitledim sonra. Annemin gözlerinden daha açık olan yeşil gözlerine baktım yakından. İçimdeki özlem duygusu kendini belli etti hemen.

"Nasılsın Nisha?"

"İyiyim" dedi gülümsemeye devam ederek. Beni gördüğüne gerçekten mutlu olmuş gibiydi. O da özlemiş miydi beni gerçekten? “Sen nasılsın Asaf?”

İki ismim olmasını başta çok garipsemişti. Ona sebebini açıkladığımda hangisi ile sesleneceğini sormuştu bana. Bende istediği gibi seslenmesini istemiştim. O ise beni şaşırtarak Asaf’ı kullanıyordu.

Annem de genellikle onu kullanırdı.

Kollarımı kaldırdım tekrar "Seni gördüm daha iyi oldum. Yarından sonra her gün çok daha iyi olacağım ama"

Biz onun sesini duyamasak da onun etrafındakilerin sesini duymasını istemiştim. En çok da annesinin… Duymuştu da ama bu çok kısa sürmüştü. Ona bir işitme cihazı temin etmiştim ama Virat bana olan öfkesinden onu alıp kırmış. İki defa daha tekrarlanmıştı bu.

Ona böyle bir mutluluğu bile çok görüyordu. En sonunda mahkeme sonrasına saklamıştım bu durumu. O zaman hiçbir şey yapamayacak, ona dokunamayacaktı.

Kaşları merakla havalanırken "Neden?" diye sordu.

"Çünkü yarından sonra seni her gün görebileceğim" dedim. Anında gözleri parladı. Gülümsemem büyüdü.

"Gerçekten mi? Bu nasıl olacak?" diye sordu.

"Yarın son mahkeme var ve biz kazanacağız" diye açıkladım kısaca. Yaşına göre oldukça zeki ve olgun bir çocuktu. Bu yüzden bu tür bilgileri ondan saklamıyordum. Bu durum canımı sıksa da her şeyin farkındaydı.

"Artık benim babam sen mi olacaksın?"

Sorusu karşısında bocaladım. Beni bu hale düşürmeyi sevdiğini düşünüyordum bazen. Mesela bunu nasıl öğrenmişti bilmiyordum. Duymuyordu, konuşamıyordu belki ama gördükleriyle kendini geliştiriyordu. Ona olan hayranlığım da katlanıyordu böylece.

Anne baba olmak çok büyük bir sorumluluktu. Herkesin olmaması gereken bir mertebeydi. Ben iyi bir baba olabilir miydim emin değildim. Cesaretim bile yoktu böyle bir şeye. Onun vasiyetini almak istememin asıl amacı ise babası olacak o alçak heriften onu ve annesini korumaktı.

Ama eğer o beni babası olarak görmek isterse olurdum. Onun için denerdim.

"Baban, abin ya da arkadaşın... Sen nasıl istersen"

Memnuniyetle gülümsedi ardından kafasına bir şey takılmış gibi kaşlarını çattı "Peki ya annem?"

"O, bakımevinde iyileşene kadar kalmaya devam edecek. İstediğin zaman anneni görebileceksin. İstersen onun yanında da kalırsın. Artık okula da gideceksin. Orada bir sürü arkadaşın olacak hatta” Her bir cümlemde gözlerindeki parlaklığın arttığına şahit oldum. İçim ısındı “Artık özgür olacaksın Nisha"

Gözleri doldu söylediklerimi izlerken. Sağ gözünden bir damla yaş aktı sonra. Birden aramızdaki mesafeyi kapattı ve kollarını boynuma doladı. Bir an kaldım öylece. Ardından kollarımı küçük bedenine sardım bende. Şeker gibi kokuyordu. Verdiği his ise sıcacıktı. Kalbim böyle bir hissi tatmayalı uzun zaman oluyordu.

Geri çekildiğinde kafasını eğip elleriyle yanaklarını kurulamaya başladı. Kolay kolay ağlayan bir çocuk değildi. Ancak en son annesi için ağladığında ona seni böyle gördüğüm için çok üzülüyorum demiştim ve o bunu unutmayıp şimdi ben görmeyeyim diye gözyaşlarını siliyordu. İç çektim onu izlerken.

Başını kaldırıp sulu harelerini tekrar yüzüme çevirdiğinde konuşacağını anladım. Beklediğim gibi kollarını kaldırdı tekrar "Kahramanım olacaksın"

“Demek kahraman? Sen nasıl istersen” İçime yayılan his bambaşkaydı. Bunu kelimelere sığdıramazdım sanırım. Gülümsemem büyüdü. "Bak ne diyeceğim, ben çok açım sende gel birlikte yemeğe gidelim. Hatta Panipuri yeriz ne dersin?"

Kahvaltı yapmamıştım ama aç hissetmiyordum. Onunla Panipuri yemek istiyordum sadece. Onun en sevdiği yemekti, asla hayır diyemezdi biliyordum.

Gülümsemesi çizgi halini alırken dudaklarını ısırmaya başladı. Ardından önce eliyle duvarın üzerindeki bilezikleri gösterdi. Kaşlarım merakla çatılırken onun ise kolları üzgünce havaya kalktı bu sefer.

Onun sesi kollarıydı çünkü...

"Sen git lütfen, ben tokum. Hem benim bugün bunların hepsini satmam gerek"

Panipuri yemeyi reddediyordu ve bunun tek sebebi yine o adamdı. Öfkelendim ama ona bunu belli etmemeye çalıştım.

Ayağa kalktım ve bileziklerin olduğu kasaya yaklaştım. "Tamam, ben alıyorum hepsini. Haydi gel" dedim. Sonuçta yapmadığım bir şey değildi.

Yanıma adımladı ve minik eliyle bileğimi tutup kafasını iki yana salladı. Gözlerinde hala korku görmek canımı sıkıyordu. Bileğimdeki elini çekip "O, biraz sonra kontrol etmeye gelecek. Bir yere gidemem, sen git lütfen" diye konuştu.

Sıkıntıyla derin bir nefes alıp verirken tekrar önüne diz çöktüm. Gözlerinin içine baktım. "Korkmana gerek yok Nisha. Benim yanımdayken sana kimsenin zarar vermesine izin vermem"

Buruk bir şekilde gülümsedi bana bakarken. Gözlerini kaçırıp yerde gezdirdiğinde başka bir şeyden daha korktuğunu anladım. Sağ elimi kaldırdım ve yüzüne düşen kısa saçlarına dokundum. Koyu kahve saçları omuzlarına geliyordu. Sanki hızlı dokunsam canını yakacakmışım gibi bir yavaşlıkla saç tutamlarını kulağının arkasına aldım.

Bu sırada onun gözlerini yüzümde gezindiğini hissettim. Dönüp baktım bende daha fazla dayanamayarak. Burnunun ucu kızarmıştı, utanmıştı. Kolay kolay utanmazdı ama sevgi görünce utanıyordu.

Aklıma Ezgi geldi birden. Onun da saçındaki tüyleri temizledikten sonra kafasını eğip saklamaya çalışsa da yanakları ve burnunun kızardığını fark etmiştim.

Nisha'dan hiçbir farkı yoktu.

Elimi geri çektiğimde gülümsedim. Bu ona cesaret vermiş gibi kollarını kaldırdı. "Ya sana zarar gelirse?"

Kaşlarım çatıldı hafifçe. Ne yazık ki babasının bana bıçak çekmesine şahit olmuştu. Bu yüzden endişeleniyor olmalıydı. Dişlerimi sıktım içimde biriken öfkeyle. Zaten yeterince zor bir hayatı varken kendi öz babasının ona bunları yaşatıyor olması çok acımasızcaydı.

"Bana bir şey olmayacak, endişelenme" dedim hemen.

"Ranvir abi de yok ama bugün, kim koruyacak seni?" diye sordu.

Gülmeden edemedim bu haline. O gün Ranvir önüme atlayıp bıçağı elinden almıştı o adamın. Bunu da hatırlıyor olmalı ki onun yokluğunu dert ediyordu şimdi de.

Gerçekten tedirgindi bunu hissedebiliyordum. Zira şimdi dediğine güldüğüm için kaşlarını çatmış öyle bakıyordu bana. Bu yüzden üstüne gitmemeye karar verdim. O gelemiyorsa ben Panipurileri alıp buraya gelirdim.

"Tamam, bir şey demedim. Gelme. Ben kendim giderim" dedim omuz silkerek.

Gelmeyi çok istediğini gözlerinden okuyabiliyordum ama endişesi daha ağır basıyor olmalıydı ki bir şey yapamıyordu. Sarılmak istedim o an ona. Hem de sıkı sıkı. Bu uzun zaman sonra hissettiğim bir histi. Ancak onu ürkütmek istemediğim için kendimi tuttum. İç çekerek tekrar ayaklandım.

“Gidiyor musun?” dediğini gördüm. Gözlerine oturan hüzün içime yayıldı.

Buruk bir şekilde tebessüm ederken “Hemen gitmiyorum merak etme” dedim.

Aslında korumalardan birini gönderebilirdim ama hem kendim sürpriz yapmak istiyordum hem de Virat ile karşılaşmak istemiyordum. Nisha’nın önünde kendimi kaybetmekten korkuyordum. Bana yine bu yüzden küsmesini istemiyordum. Gerçi eskisi gibi babasını savunmuyordu ama onun canının yanmasını da istemiyordu.

Tebessüm etti ama düşünceli ifadesi gitmedi. “O gelmeden git ama olur mu?”

O ise onun bana zarar vereceğini düşünüyordu hala. Sıkıntıyla bir nefes bırakırken kafamı sallayarak onayladım onu.

Ona yaklaştım ardından. Temkinli bir şekilde kollarımı beline doladım ve onu kolayca kucağıma aldım. İlk tanıştığımızdan bu yana kilo almıştı. Bu beni memnun etti. Daha sağlıklıydı artık.

Ya o da beni bir gün bırakırsa?

Göğsümde bir sızı oluşturdu bu düşünce. Kollarımı sıkılaştırdım. Sevince fazla abartmıştım ben hep. Bu yüzden yalnızdım. Onu sevgimle sıkmamaya özen gösteriyordum bu yüzden. Tıpkı Ranvir’e yaptığım gibi… O gitmemişti yıllarca. Demek ki başarılı bir yöntemdi.

Nisha da gitmezdi değil mi?

Kollarını boynuma sardı. Küçük başını boynuma yasladı. Bu bir yanıt gibi hissettirdi o an. Gülümsedim yüzüne bakarak. Ancak o utandığı için başını eğmişti yine.

Duvarın önüne ilerledim. Bileziklerin olduğu kutunun sol tarafına oturmasını sağladım usulca. Kutunun diğer tarafına da ben oturdum.

Aramızda kısa bir sessizlikten sonra kollarının hareketlendiğini gördüm. Bakışlarım ona döndü hemen. "Düğünden sonra onun yüzünden mi yanıma gelemedin?"

Kavita'nın düğününden haberdardı. Virat’ın görüşmemize engel olduğunu bildiği için aklına direkt bu gelmiş olmalıydı. Gözlerim bileziklere dönerken ne cevap vereceğimi düşündüm. Aklıma Ezgi geldi yine. Bu sırada düzeni bozulmuş yeşil bileziklere uzandım ve düzelttim.

"Bir kız çocuğuna daha yardım ediyorum artık" dedim en sonunda.

Kaşları merakla çatılırken "Onun da mı annesi hasta?" diye sordu hemen. Kalbimdeki yara sızladı bu soruyla.

Anneler hep iyi kalsaydı keşke.

"Hayır, onun babası hasta”

"İyileşecek mi peki?" dedi, dudakları üzgün bir şekilde bükülmüştü.

Boğazıma oturan yumruya rağmen buruk bir şekilde tebessüm etmeye çalıştım "İyileşecek"

"O benimle arkadaş olur mu?" diye sordu birden.

Sorusu derinden üzdü yine beni. Yaşı gelmesine rağmen Virat yüzünden okula gitmiyordu. Yaşadığı mahalledeki çocuklarda ondan uzak duruyordu. Sadece uzak dursalar yine iyiydi ama zorbalık edende vardı. Sırf onlar gibi konuşamadığı için ondan kaçıyorlardı. Bu yüzden hiç arkadaşı yoktu. İçten içe buna çok üzüldüğünü biliyordum ve ne kadar çok arkadaşı olmasını istediğini de.

Ne yazık ki onunla bu yönden de ortak acılara sahiptik. Çocukken öfke problemlerim nedeniyle yanıma kimse yaklaşmazdı. Dışlanırdım. Zorbalanırdım. Hiç arkadaşım olmamıştı bu yüzden.

Kerem hariç…

Aramızda yedi yaş vardı üstelik. Yeri geldiğinde abilik yapsa da çoğu zaman bir arkadaş gibiydi. Bana uçurtma uçurmayı ve misket oynamayı öğretmişti. Küçük kız kardeşi Dilek yapboz yapmayı çok severdi. Dilek her Türkiye’den geldiğinde Aisha ve bende onlara katılır birlikte yapboz yapardık.

Yaşamayı seven ve enerjisi bitmeyen bir adamdı Kerem. Onu da abartmıştım severken… Bir oğlu olacağını öğrendiğimde kıskanmadan edememiştim hatta onu. Kerem’in tüm ilgisi onda olacaktı artık diye düşünmüştüm. Ancak şimdi biliyordum ki eğer görebilseydi oğlunu öyle bir şey olmayacaktı. O benim ilk arkadaşımdı ve öyle de kalmıştı.

Onu özlüyordum…

Nisha’nın minik elinin yüzümün önünde sallandığını fark edip irkildim hafifçe. Güldü bu halime ve elini kendine çekti. “Daldın yine”

Zihniyle de çok meşgul bir adamdım bu yüzden çok sık düşüncelere dalardım. O da bu huyuma alışmıştı artık.

"Üzgünüm" dedim kollarımı kaldırarak. Ardından sorusunu hatırlayıp ona yanıt verdim “Bence seninle arkadaş olur ama ona da bir soralım”

Birkaç saat önceki Mina ve Manu ile halleri geldi gözümün önüne. Çocukları seviyordu. Sadece mesleği gereği değil onlarla çok kolay anlaşıp kendini de sevdiriyordu.

Gözlerinde bir heyecan belirdi hemen "İsmi ne?"

"İsmi, Ezgi" dedim, ona gerçek ismini söylememde hiçbir sakınca görmemiştim.

"Ne kadar tuhaf bir isim?”

Gülümsedim bu tepkisine. "O buralı değil çünkü"

"Uzaylı mı?"

Sayılır...

Dişlerini göstererek güldü. Dalga geçiyordu bir de bacaksız.

"Başka bir ülkede yaşıyor. Bende ülkesine ve babasına dönmesi için ona yardımcı oluyorum" diye açıkladım.

"Çok mu uzak ülkesi?"

"Sana anlatmıştım ya annemin ülkesini. O da orada yaşıyor”

Kafasını salladı hatırladığını belirterek. “İsminin anlamını sen biliyor musun?”

Gülümsemem genişledi. Bunu sormasını bekliyordum bende. Ondan alışmış bende o gün biraz bu yüzden sormuştum Ezgi’ye bunu. “Şarkı demek”

Ağzı aralandı beğeniyle “Çok güzelmiş” dedi daha sonra. İfadesi durulurken aklına bir şey takılmış gibi tek kaşı havalandı "Onun da mı kahramanı oluyorsun o zaman?"

Soruları gittikçe zorlaşıyor muydu?

"Bilmem. Olmayayım mı?" dedim, bir kıskançlık sezmiştim ama konduramıyordum.

Düşünür gibi oldu. "Ol. O da babasına kavuşsun" dedi, ardından gözlerindeki merakla yüzüme baktı “O beni nasıl anlayacak?”

İçim burkuldu sorusuyla. Ezgi’nin işaret dili bilip bilmediğini bilmiyordum. “Ben yardımcı olurum” dedim tebessüm ederek.

Memnun olmuş bir şekilde gülümsedi o da. Tekrar kollarını kaldırdı sonra. “O buralı değil ya, farklı mı bizden?”

“Farklı bence” dedim emin olamayarak. Bana böyle hissettiren neydi bilmiyordum.

“Nesi farklı mesela?” diye sordu merakla.

Sağ elimi enseme atıp ovuşturdum. Nesi farklıydı? Çok fazla düşünmeden aklıma ilk gelen şeyi söyledim “İki yanağında da derin gamzesi var”

Konuştuğunda dahi belirgin olan gamzeleri.

Güldü “Ama ben gamzeli birilerini gördüm burada da”

Doğru. Bu farklılık değildi ki. “Ama kocaman onun gamzeleri, öyle de gördün mü?” diye direttim yine de.

Düşündü bir süre. “Görmedim sanırım” dedi. Ancak ikna olmamıştı.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Saçlarının bir kısmını alnında kesmiş. Gözlerine geliyor böyle” diyerek elimle alnıma dokundum. Birkaç saat önce onun saçlarına dokunduğumu hatırladım. Yüzüme kaçamak bakışlar atarken Nisha’dan bir farkı yoktu o an gerçekten.

Burada alnında kakül kesen kadın sayısı çok azdı. Ben bile denk gelmemiştim o da görmemiş olmalıydı. Evet, bundandı farklı olması.

Şaşırdı ve heyecanla yerinde kıpırdandı. Bu doğru bir yanıt verdiğimi tasdikledi tekrardan bana.

“Saçları uzun mu?” diye sordu.

Nisha’nın uzun saçlara olan hayranlığı geldi o an aklıma. Küçükken mahallesindeki çocuklar saçını kesmişler. Çok ağlamış. Annesi yamukluğunu düzeltmek için omuzlarına kadar kesmek zorunda kalmış. Ancak saçları cansız olduğundan o zamandan beri çok az uzuyorlardı.

“Evet, uzun. Hatta belini geçiyor”

Gözleri büyüdü şaşkınlıkla “Rapunzel gibi mi?”

“O da kim?” diye sordum kaşlarım hafifçe çatılmıştı.

Buna da bir hayli şaşırdı. “Rapunzel’in masalını bilmiyor musun?”

“Hayır”

Masal dinlememiştim hiç. Annem daha çok şiir okurdu bize.

“Rapunzel bir prenses. Onun da upuzun sihirli saçları var. Prens onu hapsolduğu kuleden saçlarına tırmanarak kurtarıyor”

Ne?

Masal diyor Asaf çok da mantık arama.

“Neden kuleye hapsolmuş?”

“Kötü cadı yüzünden. Onu ailesinden ayırmış” dedi kaşları hafifçe çatılarak. Sinirlenmişti. Ancak söylediği içime dokunmuştu. Kafamı salladım anladım dercesine.

Tekrar ellerini kaldırdığını gördüğümde ona baktım “Ezgi de ailesinden ayrılmış. Rapunzel’e benziyor gerçekten, belki saçları da sihirlidir onun gibi?"

Buruk bir şekilde gülümsedim bu benzetmesine "Olabilir, sorarız" dedim, ancak onun başka bir şey söylemek için bunu söylediğinin farkındaydım.

“Sende onun prensi olabilirsin,” diye konuştu tahmin ettiğim gibi. Kaşlarım havaya kalktı. “Benim kahramanım ol onun prensi, olmaz mı?”

Gözlerimin içine beklentiyle bakarken bu haline gülmeden edemedim yine. Onun yanındayken bu konuda kendimi tutamıyordum zaten. Sadece onun kahramanı olmamı istiyordu. Gerçekten kıskanmış mıydı onu?

İç geçirdim “Olur”

Gözlerindeki mutluluk tüm yüzüne yayıldı. “Onunla ne zaman tanışacağım?” diye sordu sonra.

Onu da getirecektim aslında ama Nisha genelde yabancılardan rahatsız olduğu için önce ona sormak istemiştim. Aslında Ranvir’e söylesem onu şimdi getirse ve bugün tanışsalar hiç fena olmazdı.

“En yakın zamanda” dedim muzip bir şekilde gülerken.

Ellerini çırptı heyecanla. Ardından bundan utanmış gibi yüzünü eğdi. Uzanıp kızaran burnuna bir fiske attım kendimi tutamayarak. Bana baktı tekrar ve utangaç bir şekilde gülümsedi.

Aklıma gelen şeyle tekrar kollarımı kaldırdım “Ayrıca sadece o değil, ben seni birkaç kişi ile daha tanıştıracağım. Hepsi seninle arkadaş olmak için can atan kişiler”

Gözleri büyüdü heyecanla. Dudaklarında kocaman bir gülümseme oluşurken bana da bulaştı hemen. "Gerçekten mi?"

Onun gibi ama ondan daha şanssız çocukları bir araya getirdiğim bir kurum vardı. Kimsesi olmayan çocuklar… En son ziyaretimde onlara da yeni bir arkadaş getireceğime söz vermiştim.

"Gerçekten. Onlar da sabırsızlıkla seni bekliyorlar"

"Onlarla ne zaman tanışacağım peki?" dedi, aynı coşkuyla.

Düşünmeden cevap verdim bende "Yarın mahkeme çıkışı gitmeye ne dersin?"

"Olur” dedi hiç beklemeden.

Etrafın kalabalıklaştığını fark ettiğimde kolumdaki saate baktım. Saat ona geliyordu. Zaman onunla hızlı geçiyordu. Panipuri almaya gitmek için ayaklandım. O da oturduğu yerden inmek isteyince yardımcı oldum.

Bana döndüğünde meraklı yeşilleri yüzümde dolandı. "Gidiyor musun?"

"Gidiyorum ama geri geleceğim. Hem de sana bir sürprizim olacak" dedim gülümsemeye çalışarak.

Yanından ayrılacağım için huzursuz hissetmeye başlamıştım bile. Virat gelirse onun yanında çok uzun kalmamasını umuyordum. Gerçi ana cadde çok uzak değildi. Ondan önce gelirdim belki.

Gülümsedi ama heyecanı kaybolmuştu. Kaşlarım çatıldı hafifçe. Yüzüne daha rahat bakabilmek için önüne diz çöktüm hemen. Tek kaşımı ne oldu dercesine kaldırdığımda bunu anlayıp kollarını kaldırdı o da.

"Küstün mü bana?"

"Bu da nereden çıktı, neden küseyim sana?"

Gözlerini kaçırdı "Seninle gelmediğim için" diye cevap verdi.

İç çektim. Yüzüne dökülen saçlarına dokundum kendimi alamayarak. "Hayır küsmedim. Zaten sana nasıl küsebilirim ki ben?"

"Üzgün gibisin ama?"

Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. Çocuklar çoğu şeyi hissediyorlardı gerçekten. Bunu nasıl unuturdum?

"Üzgün değilim. Heyecanlıyım" dedim ve göz kırptım.

Olmam gereken gibi.

Güldü. Göz kırpmamı komik buluyordu bu yüzden bunu kullanmıştım.

"Kahramanım olduğunda seni hiç yalnız bırakmayacağım, söz veriyorum" sağ elini bana doğru uzattı sonra. Annesinin öğrettiği bir yeminmiş bu.

Kalbime o tatlı his yayıldı yine. Sıcaktı. Sarıp sarmaladı tüm benliğimi. Ona en içten gülümsemelerimden birini sunmaya çalışırken sol elimi minik elinin altına yerleştirdim bende.

Tek kolumla "Söz mü?" diye sordum.

"Söz" dedi hiç tereddüt etmeden.

Elimi çektikten sonra "Bende sana söz veriyorum Nisha, kalan ömrüm boyunca senin yanında olacağım" dedim.

Dudaklarında bana sonsuz güvendiğine dair bir gülümseme oluşurken gözleri doldu. İki gün ayrı kalmak ve yarın tamamen kavuşuyor olacağımızı bilmek bugün ikimizi de bir hayli duygusal yapmıştı sanırım.

Virat yüzünden çok sık görüşemesek de en son ki buluşmamızda onu parka götürmüştüm. O oynarken bende oturup onu izlemiştim. Bir ara gözlerim bir baba kıza takılmıştı. Küçük kız düştüğü için babası onu kaldırıyordu. Ardından kızı onu yanağından öperek güldürüyor oyununa devam etmek için yanından ayrılıyordu. Onları izlerken fark etmeden tebessüm etmiştim.

Nisha’yı o gün annesinin yanına bakımevine bıraktığımda ayrılırken her zamanki nezaketiyle bana teşekkür etmişti. Ancak bunun yanında beni öpmek için izin istemesini beklememiştim. O baba kızı izlerken mi görmüştü beni bilmiyordum ama içime dokunmuştu bu durum. Ondan öyle bir beklentim olmamıştı hiç. Birbirimize sevgiyle temas etmeyi bile yeni aşıyorduk.

Ancak ondan gelen bu öpücük kalbime ekilen bir umut tohumu gibiydi. Çok mutlu etmişti beni farkında olmadan.

Şimdi bende onu öpmek istedim. Korkar mıydı bundan? Sormaya cesaret edemedim. Benden uzaklaşmasından korkup vazgeçtim. Bunun için zamanımız vardı hem. Birlikte aşabilirdik.

Birden aramızdaki mesafeyi kapattı ve kollarını boynuma sardı. Bir süre kalakaldım öylece yine. İlk defa bana ikinci kez sarılıyordu. Bende ona sarıldım. Temastan hoşlanmazdım, bu gibi durumlarda ilk adımı da atamazdım. Ancak onun kollarını asla geri çevirmezdim. Çünkü o bana sarıldığında bu koca dünyada yapayalnız olmadığımı hissediyordum.

İyi ki hayatımdasın Nisha...

Hissettiklerimi duymuş gibi kollarını sıkılaştırdı. İçimdeki hissi tutamadım ve saçlarının üzerine varla yok arası bir buse bıraktım. Bana sarılmaya devam etti. Kokusunu içime çekerken başımı omzuna yasladım bende.

Sekiz yaşındaki bir çocuk beni bu denli nasıl güçlü hissettirebiliyordu aklım almıyordu hala. Onun benim için gelmiş bir mucize olduğunu hissetmekte haklıydım belki de…

“İnsan umut etmekten ibarettir, oğlum” dedi annem, naif çıkan sesi daha çok mayışmamı sağlarken dizlerinde huzursuzca kıpırdandım.

Elleri saçlarımda gezinmeye devam ederken “Ya hiç umudumuz kalmazsa anne?” diye sordum merakla.

Cevabı hiç gecikmedi. “O zaman bir mucize gerçekleşir ve tekrar umut etmeni sağlar”

Dizindeki başımı çevirdim ve alttan yüzüne baktım. Kaşlarım çatılmıştı. Elleri yüzümü bulurken kaşlarıma dokunup onları düzeltmeye çalıştı. Pamuk gibi yumuşacıktı dokunuşları. Rahatladığımı hissettim tekrar ardından dudaklarımı araladım yine “Mucizeler bitmez mi?”

Kafasını iki yana sallarken omzundan dökülen saçları da onunla sallandı “Hayır, umudun her tükendiğinde yaradan sana bir mucize gönderir ve tekrar umut edersin”

Geri çekildiğinde kollarımı gevşettim. Gözleri hala dolu doluydu. Onu böyle görmek canımı çok sıkıyordu. Parmaklarımın tersiyle yanağını okşadım. Küçük bir fiske attım sonra. Güldü hemen. Bende güldüm onunla.

Seni bana annem gönderdi değil mi Nisha? O, benim için dilemiş olmalı seni yaratıcıdan.

"Bir yere kaybolma yoksa sürprizi kaçırırsın bak" dedim gülerek.

Kafasını salladı o da gülerek. "Kaybolmam"

Ayağa kalktım usulca. Bana el salladı dudaklarındaki tebessümle. Gözlerinin içine baktım ve bende elimi kaldırdım. Ardından hiç istemeyerek ona sırtımı döndüm ve kaldırımda ilerlemeye başladım. Ana caddeye çıkıp daha önce yediğimiz yerden Panipuri alarak geri gelip burada birlikte yemeyi planlamıştım. Madem o gelemiyordu ben ona getirirdim. Eminim buna çok mutlu olacaktı.

Bakışlarını hala sırtımda hissederken dönüp baktım bende. Bıraktığım yerde aynı şekilde duruyordu hala. Gülümsedim. Dudaklarındaki gülümsemesi büyüdü bununla birlikte. İç geçirirken önüme döndüm ve adımlarımı hızlandırdım.

Ana cadde mabede yirmi dakika yürüme mesafesindeydi. Ardımda üç koruma ile ilerlemeye devam ederken telefonumu çıkardım ve Ranvir'i aradım. Ona Ezgi'yi getirmesini söyleyecektim. Üzerine Ezgi de bize katılırsa daha mutlu olacaktı Nisha.

Ancak Ranvir aramama cevap vermedi. Kaşlarım çatılırken bir kere daha aradım. Sonuç yine aynıydı. Aramamı görüp sonra geri döneceğini düşünüp telefonu cebime koydum tekrar.

Caddeye yaklaştıkça insan sayısı artıyordu. Satıcının olduğu ara sokağa girdiğimde onu kaldırımdaki yerinde göremedim. Kaşlarım merakla çatılırken başka bir yere tezgâh açmış olabileceğini düşünüp bakışlarımı sokakta gezdirdim.

"Kaymakam Bey, buyurun birini mi arıyorsunuz?"

Arkamdan gelen sesle o tarafa döndüm. Orta yaşlarda, şalvarı, başında sarığı ve önünde esnaf olduğunu anlamamı sağlayan sebze arabasıyla bir adamdı konuşan. Başını eğdiği için yüzünü net göremiyordum. Ellerini önünde kavuşturmuş ağzımdan çıkacak kelimeleri bekliyordu.

Elimle aradığım satıcının olduğu yeri gösterirken "Burada Panupuri satan bir adam vardı?" diye sordum.

"Efendim, onun çocuğu rahatsızlanmış bu yüzden bugün açmadı tezgahını" sesinden mahcupluk akarken gözleri yerde geziniyordu.

Bu canımı sıktı. Dışarıya soğuk durduğumdan ve geçmişte yaşadıklarımdan dolayı doğal olarak çoğu insan benden çekiniyor, korkuyordu.

"Anladım, sağ ol" dedim sesimin daha uysal çıkmasını umarak.

"İsterseniz başka bir satıcıya götürebilirim sizi?" dedi hemen.

Sıkıntıyla saçlarımı dağıttım "Uzak mı?"

"Çok değil efendim. Üç sokak ileride hemen."

"Pekâlâ, göster bakalım" dedim önden geçmesini isteyerek elimle işaret ettim. Kafasını eğdi saygıyla ve arabasıyla birlikte önden ilerlemeye başladı.

Onu takip ederken arkamda ilerleyen korumalar yüzünden diğer insanların dikkatini daha çok çekiyordum. Kimisi nefretle bu tarafa bakarken kimisi saygıyla başlarını eğiyorlardı. Mesleğimde alışmam gereken şeylerden biri de bu olmuştu. İnsanların bana olan saygısı. Nefretlerine alışıktım ama saygı duyulmak ve en önemlisi sevilmek hala alışmakta zorluk çektiğim bir getiriydi.

"Burası efendim" Adamın durup tekrar konuşmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım ve gösterdiği yere baktım.

Ardından ona dönüp "Sağ ol" diye konuştum.

Ellerini yukarı kaldırıp önünde birleştirirken "Ne demek efendim" dedi.

"Senin var mı bir ihtiyacın? Bende sana yardım etmek isterim" dedim.

Duruşunu bozmazken "Siz bana en büyük iyiliği yaptınız zaten efendim. Karımın hastane masraflarını karşıladınız, ilgilendiniz. Benim yaptığım sizinkinin yanında ne ki? Tanrı sizi korusun"

Kaşlarım merakla çatıldı “Başını kaldır” dedim aynı düz ses tonumla.

Yanlış bir şey yapmış gibi telaşla başını kaldırdı. Yüzüne dikkatli bir şekilde baktığımda kim olduğunu hatırlamam çok uzun sürmemişti.

İki ay kadar önce buraya gelip halkın isteklerini ve şikayetlerini dinlemiştim. Bu benim görevim değildi elbette. Kendi isteğimle yaptığım bir şeydi. Yardıma ihtiyacı olan halk içindi tüm çabam bu yüzden elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyordum.

Gopal Bey ile o zaman tanışmıştık. Eşi diyabet hastası olmuştu ve tedavisi için maddi durumları yeterli değildi. Biri sekiz diğeri on yaşında iki tane oğulları vardı bir de. Annelerinin hasta olduğunu biliyor ve çok üzülüyorlardı. Gözlerinin içine baktığımda bana çok da yabancı olmayan o korkuyu görmüştüm ve elimden geleni yapıp annelerine kavuşmalarını sağladım. Şimdi evde ilaç tedavisi görüyordu.

"Şimdi hatırladım sizi Gopal Bey. Eşiniz nasıl, bir sorun yoktur umarım?"

"Kusura bakmayın efendim” dedi başını eğdiği için. Sorun yok dercesine kafamı iki yana salladığımda devam etti “Eşim sayenizde daha iyi efendim. Hiçbir sorun da yok tanrıya şükür. Zaten olursa sizi aramamı söylemiştiniz, sağ olun ilginiz için" diye konuştu minnet dolu sesiyle.

Başımı eğdim sadece. Bu iyiydi işte. Onlar adına sevinmiştim.

Bu sırada başka bir adam yaklaştı yanımıza "Efendim, bir sorun mu vardı?" diye sordu.

Gopal Bey ona dönerken "Kaymakam Bey Panupuri almak istiyor, Maheş" dedi.

Maheş denilen adamın bakışları bana döndüğünde saygıyla önümde eğildi. "Tabii efendim, buyurun oturun lütfen. Ben hemen getireyim" tezgahını gösterdi bir yandan da.

"Paket olacak. İki tane" dedim, gösterdiği yere ilerlerken. Sonra aklıma Ezgi'nin de geleceğini düşünüp tekrar dudaklarımı araladım "Üç olacak"

"Hemen hazırlıyorum, efendim. Şöyle oturun ayakta kalmayın" diyerek tezgahının yanındaki sandalyeleri gösterdi. Oraya ilerleyip birine oturdum sabırsızca. Çok fazla oyalanmıştım. Hemen geri dönmek istiyordum.

Korumalarımdan biri yanıma gelirken kulağıma doğru eğilip "Efendim bir sorun varmış" diye konuştu.

Kaşlarım çatılırken ensemde tüylerim dikeldi. "Ne sorunu? "

"Mabedin yanında bıraktığımız arkadaşlardan biri aradı. Birileri koruma aracını taşlayıp olay çıkarmış. Polis gelmiş ve bizimkileri de ifade için karakola götürüyorlarmış"

Sıkıntıyla nefes verdim. Bir bu eksikti. Kolumu dizime yaslarken sıkıntıyla burun kemerimi sıktım. Umarım beni ifade vermeye çağırmazlardı.

"Tamam, gelişmelerden haber edin" dedim, kafamı kaldırdığımda. Başını eğip geri yerine çekildi.

Siparişlerin hazırlanmasının çok uzun sürmeyeceğini düşünerek başka bir adam göndermemeye karar vermiştim. Tahminim doğru çıkmış çok beklememiştim. Yerimden ayaklandım hemen. Satıcı adam yüzündeki kocaman gülümsemeyle paketlerin olduğu poşeti bana doğru uzattı. Elinden alıp cebime uzandım ve cüzdanımı çıkardım.

Ücretini eline verdim. Dönüp gideceğim sırada "Efendim iki rupi fazla burada" diye seslendi.

"Demek ki o da senin hakkınmış. Kolay gelsin" derken çoktan caddeye doğru yürümeye başlamıştım. Orada bir gözümde kalmayınca adımlarım iki kat hızlanmıştı.

Mabede doğru yaklaşırken telefonum çaldı. Ranvir geri dönüyordu sonunda.

"Buyurunuz Kaymakam Bey" dedi alayla.

"Neden açmadın telefonlarımı?" sesim gayet ciddi çıkmıştı.

Bunu fark etmiş boğazını temizlemişti "İstediğiniz gibi avukatla görüşmeye gelmiştim. Telefonumda arabada kalmış"

“Nisha!”

Bu ses…

Ezgi’nin sesiydi.

Onun evde olması gerekiyordu? Yanlış duymuş olmalıydım. İçimde tekrar bir huzursuzluk baş gösterdiğinden adımlarımı hızlandırdım.

"Siz neden aramıştınız?" Ranvir'in sesiyle tekrar ona kulak kesildim.

"Ben," Ben onu neden aramıştım? Yanımdan son sürat bir kamyon geçti. Bu yolda bu kadar hız yapmasına şaşırdığım sırada adımlarım yolda gördüğüm kişilerle duraksadı.

Gözlerimi kıstım yanlış gördüğümü düşünerek. O sırada Ranvir'in sesi kulaklarımdaydı ama ne dediğini işitmiyordum. Gördüklerimi anlamlandırmaya çalışırken aramayı kapatmadan telefonu cebime koydum.

Ezgi buradaydı. Ağlıyordu… Neden ağlıyordu? Yanında Akash vardı. Onun yüzünü göremiyordum ama hareketleri telaşlıydı. Yerde... Kaşlarım çatıldı. Yerde kan vardı. Aklımdan bin bir düşünce geçti o an.

Birine bir şey olmuştu...

Düşünmeden oraya doğru koşmaya başladım. Yaklaştıkça görüntü netleşti ve yerde yatan birini gördüm. Yola dağılmış bilezikleri fark ettiğimde nefesim kesildi. Kalbim korkuyla çarptı göğüs kafesime. Adımlarım durdu.

Nisha...

Bu... Bu nasıl olabilirdi?

"Hayır" Elimdeki poşetin yere düştüğünü hissettim. Ezgi'nin yaşlı gözleri bana dönmüştü. Kaşları hafifçe çatıldı. Beni gördüğüne şaşırmış gibiydi.

Bu an gerçek olamazdı. Hayır. Yanlış görüyor olmalıydım.

Bacaklarımda ilerlemek için güç bulamadım. Bakışlarım yerdeki mor bileziklere değdi.

Kırılmış kanlı bilezikler…

“Bir yere kaybolma yoksa sürprizi kaçırırsın bak"

"Kaybolmam"

Bakışlarım yerde yatan bedene değdi. Usulca kafamı iki yana salladım. “Hayır, o değil”

Akash bedeninde bir şeyler yaparken Ezgi’yle konuştu. Üzerimdeki gözleri hissettim. Ev halkı buradaydı. Kavita’nın düğün töreni… Aastha abla ile göz göze geldik. Korkuyla dolmuş gözleri irkilmemi sağladı.

Oydu…Nisha.

Ayaklarıma gelen güçle oraya koştum. Akash varlığımı fark etti ama odağını bozmadı. Elleri dikkatli ve seriydi. Kalp atışlarım kulaklarımdayken bakışlarım yerdeki küçük bedene döndü.

Onun bedeniydi.

Kalbim sıkıştı. Nefes alamadığımı hissettim bir an. Akash müdahale ettiği için yerimde kalakaldım. Yüzü ve başının etrafı kan içindeydi. Ezgi yüzünü diğer tarafa çevirmiş elindeki şalıyla kafasına tampon yapıyordu.

“Barun…” Koluma dokunan eli hissettim. Aastha ablaydı.

Dönüp bakamadım ama sesindeki hüzün boğazımı düğümledi. O biliyordu. Onun kim olduğunu biliyordu. Gözlerimin önüne bana el sallayan hali geldi. İçimden bir şeyler koptu.

"Arabam… Hastaneye götürelim" dedim zar zor. Tüm bedenim uyuşmuş gibi hissederken beynimin de ondan kalır bir yanı yok gibiydi. Tek hissettiğim korkuydu. Beni tekrar harekete geçiren bu oldu ve arkalarına dolanarak ona doğru bir hamle yaptım “Çekilin!”

Vakit kaybediyorduk! Hastaneye gitmeliydik!

“Barun geri çekil! Nabzı düşüyor vaktimiz yok!” Akash’ın ikazıyla dururken bu defa koluma dokunan babaannemdi. Dönüp bakmadım. Gözlerim şimdi ona kalp masajı yapmaya başlayan Akash’ın ellerindeydi.

Ne olur bırakma.

Ambulansın sesi kulaklarımda çınladı. Başka bir anı tekrar yaşıyor gibiydim. Kerem'i buluşum ve kollarımda can verdiği an geldi gözümün önüne. Kalbimdeki sızı büyüdü.

Onu da kaybedemezdim, hayır.

“Asaf…” diyen sesinde hem acı hem mutluluk vardı. Beni gördüğüne sevinmiş gibiydi.

Kalbimin sesi kulaklarımdayken “İyi olacaksın… Dayan… Ambulans çağırmışlar” dedim titreyen sesimle.

Bakışlarım korkuyla etrafımızda toplanan insanlara döndüğünde birinin bir şey yapmasını istedim. Canım yanıyordu. Ranvir ile göz göze geldik. Dolan gözlerinde gördüğüm hüzün yutkunmamı sağladı ancak boğazımdaki düğüm geçecek gibi değildi.

Kerem’in kendi kanına bulanmış eli elime değdiğinde tekrar ona baktım. “Asaf… Kardeşim”

Elimi tuttu. İçim titredi. Eline tutundum sıkıca. Gözleri buğuluydu. Bakışları ise çok tanıdık. Tıpkı annemin son bakışları gibi…

“Eğer bana… bir şey… bir şey olursa… Onlar sana emanet” dedi zar zor konuşarak. “Arda… Arda’nın yanında… ol”

Neden böyle konuştuğunu anlamadım.

Anlamak istemedim.

Ambulanstaki görevliler indiğinde Akash hala kalp masajı yapıyordu. “Hemen bir boyunluk hazırlayın! İç kanması var”

Sesi kulağımda uğultuya dönüşürken Aastha ablanın Ezgi’yi kaldırmak için yanına gittiğini gördüm.

“Elini bırakmak istemiyorum” diyen onun sesiydi. Hıçkırıyordu. Başka bir görevli onun yaptığı tampon işini devralınca Aastha ablaya direnmedi ve ayağa kalktı.

Göğsümdeki ağırlık artarken tek yapabildiğim olanları izlemekti. Ambulanstaki görevliler sedyeyi indirirken Akash onları yönlendiriyordu “Çok dikkatli olun, omuriliği zedelenmiş olabilir. Sarsmadan ilerleyin”

Onu ambulansa aldılar. Akash'ta onun yanına bindi hemen ve arabanın kapıları kapandı. Ardından hareket etti. Ezgi'nin hıçkırık sesini duymam beni tekrar kendime getirirken hızla arabama doğru koştum. Arabaya binip çalıştırdım ve yolda geri dönüp ambulansın peşine takıldım. Kalan koruma aracının arkamdan geldiğini gördüm ama umursamadım.

Ya ona bir şey olursa?

Kafamda dönüp duran tek düşünce buydu. Camımı sonuna kadar açtım. Nefesim daralıyordu. Sol elim gömleğimin yakasına gitti ve yakamı çekiştirdim. İlk iki düğme açıldı. Telefonum çalıyordu ne zamandır ama bu şu an umurumda olan son şey bile değildi.

Hastaneye vardığımızda her şey daha ağır ilerlemeye başladı yine. Sedyenin arkasında onları takip ederken küçük eline tutundum sıkıca. "Nisha..."

Yutkundum ama boğazımdaki yumru geçmedi. Ellerindeki kan elime bulaşmıştı. Ameliyathaneye girdiklerinde Akash'ın önümde durmasıyla elini bırakmak zorunda kaldım.

Bakışlarım yüzüne döndü kayıtsızca "Burada kal, o iyi olacak merak etme" diye konuştu. Gözleri üzgün bir şekilde yüzümde geziniyordu. Rahatsız hissettim ve bakışlarımı kaçırdım.

Kim olduğunu biliyordu. Neden şaşırıyorsam? Muhtemelen ya babam söylemişti ya da haberlerde görmüştü. Sağ olsun Virat sayesinde milletin ağzına düşmüştük.

Yanımızdan geçen hemşirelerden birine "Acil ameliyata Doktor Kanvar'ı çağırın" dedi. Hemşire onu başıyla onaylarken koşarak yanımızdan uzaklaştı.

Ameliyathaneye gireceği sırada bu defa kolundan tutan bendim. Bana doğru döndü. İçimdeki korkuyla yüzüne bakarken yutkundum "Gerçekten... iyi olacak mı?"

Gözlerimde her ne gördüyse çatılan kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı ve gözlerini kaçırdı. Onun da yutkunduğunu fark ettim. "Durumu ağır. Elimden geleni yapacağım" diye konuştu sonunda.

Kolundaki elim düştü. Göğsüme çöken ağırlık tonlarcaydı artık. Üzerimdeki bakışlarından kaçınıp yüzümü çevirdim. Bu sırada çağırdığı doktor geldi yanımıza ve Nisha'nın durumu hakkında konuşarak hızla içeri girdiler.

Durumu ağır...

Elim boynuma gitti. Bir düğme daha açtım. Bu az gelince üzerimdeki ceketi fark edip bir hışımla çıkarıp yan taraftaki koltuklara attım sonra. Nasıl her şey bir anda böyle altüst olmuştu? Sadece yarım saat olmuştu yanından ayrılalı.

Bu nasıl olmuştu?

Ben ne yapardım? O da giderse ben ne yapardım?

Sırtımı duvara verip yaslandım. Derin bir nefes çektim içime. Aldığım soluk ciğerlerime batarken hastanelerden bir kere daha nefret ettim. Çocukluğumun uzun bir dönemi burada geçmişti. Her köşesinde acılarımın izleri vardı sanki.

Ben burada hep kaybetmiştim…

Bu gerçek dizlerimin bağını çözdü ve daha fazla ayakta duramadım. Usulca yere bıraktım kendimi. Bacaklarımı kendime doğru çekerken kafamı dizlerime yasladım. Anılar zihnime doluştu hemen. Yüreğim sıkıştı bunun ağırlığıyla. Yıllar geçmesine rağmen acıları hala tazeydi.

Hastaneye giriş yaptığımızda “Abi, babam kızmaz değil mi ona haber vermeden geldiğimiz için?” diye sordu Aisha. Okulu ekmiş ve hastaneye annemi görmeye gelmiştik. Babamın bundan haberi olmadığı için endişe ediyordu.

Ancak benim içim de ona dair bir endişe yoktu. Son birkaç gündür huzursuzdu babam. Dalgındı bu yüzden. Sessizdi. Ondan bana geçmiş gibi bende huzursuz hissediyordum kendimi. Bizden bir şey saklıyor gibiydiler. Neyi olduğunu sormuştum ama sadece yorgun olduğunu söylemişti.

Aisha’nın elini daha sıkı tutarken “Kızmaz merak etme” diye konuştum güven verircesine. Bu dün annemle yaptığımız konuşmayı getirdi aklıma.

Annem yaklaşık iki yıldır bu hastanede tedavi gördüğü için hastanedeki çoğu kişi bizi tanıyordu. Kimisi başıyla selam vermişti bu yüzden bana. Kimisi de Aisha’nın başını okşamıştı. Ancak dün olduğu gibi bugün de bakışlarında bir tuhaflık vardı herkesin. Hep üzgün bakıyorlardı ama son günlerde daha üzgün gibiydiler.

Asansöre bindik. Aisha yerinde heyecanla kıpırdandı “Annem sürprizimize bayılacak”

Bu hali kasvetli düşüncelerimden sıyrılıp gülümsememi sağlamıştı. Tepkisini bende merak ettiğim için bir heyecan kıpırtısı sardı içimi.

“Nereden buldun abi bunları gerçekten?” diye tekrar konuştuğunda diğer elindeki kutuyu göğsüne bastırmıştı.

Birkaç gün önce annem canının ülkesinde yediği lokumdan çektiğini söylemişti. Bu öylesine bir muhabbet arasında geçmişti ve konu kapanmıştı. Ancak babam durmamış lokum aramıştı onun için ancak onun istediği gibi bir şey burada bulamamıştı. Babamla konuşmuştum ve Kerem’den bu konuda yardım isteyebileceğimiz fikrini sunmuştum. Babam annemin yanından ayrılmadığı için ben konuşmuştum onunla. Başta kargo yoluyla getirtmeyi düşünmüştü o da ama sonra buna gerek kalmamıştı.

“Halil amca geldi ya o getirdi bizim için. Kerem’ e söylemiştim daha önce. O da onun geleceğini öğrenince ondan rica etmiş”

“Kerem abiyi çok seviyorum ya” diye şakıdı hemen.

Kaşlarım hafifçe çatılırken ona döndüm. Bakışlarımı fark edip bana baktı o da. “Ne kadar çok mesela?”

Kerem’i seviyor olmam kız kardeşimin onu çok sevmesine izin vereceğim anlamına gelmiyordu elbette.

Bu sırada asansörden indik ve annemin odasının olduğu koridora doğru ilerledik. Aisha sırıttı bu halime ve başını koluma yasladı. “Senin kadar değil tabii ki abi. Kimseyi senin kadar sevmem”

Dudaklarımda memnun bir tebessüm oluştu.

Koridor boştu. Üç oda vardı. Diğer hastaların aksine annemin tek ziyaretçileri bizdik. Onun bu konuda ne kadar yalnız hissettiğini ve üzüldüğünü biliyordum. Benim bazı zamanlar anneme çok ihtiyacım olduğu gibi onun da annesine, ailesine ihtiyacı vardı.

Babam onlara ulaşmaya çalışmıştı ama olmamıştı. Annem dayanamayıp onun gidip haber vermesini istedi ancak babam onu bırakmak istemediği için güvendiği bir adamını gönderdi. Buna rağmen ne gelen oldu ne de bir not bırakan. Onu hastayken dahi ağlattıkları için hepsinden nefret ediyordum.

Odanın önüne geldiğimizde kapıyı tıklattım. İçeriden bir ses duymadan kapı açıldı. Babam karşımızda göründü.

“Çocuklar, bu saatte ne arıyorsunuz burada?”

“Annemi görmeye geldik baba” dedim. Lokumu vermeye geleceğimizi biliyordu ama yine akşam onun adamlarıyla geleceğimizi düşünüyordu. Biz akşamı beklemek istememiştik.

Kaşları hafifçe çatıldı. Benim okulu asmama alışıktı ama Aisha’yı da yanımda getirmem onu daha çok şaşırtmış gibiydi. “Her neyse bunu daha sonra konuşalım, gelin”

Tahmin ettiğim gibi kızmadı. Geri odaya girerken biz de onu takip ettik. Annem ilaçlardan dolayı genellikle uyuyordu ama şu an uyanıktı. Bu yüzden ayrı sevindim. Bizi gördüğünde dudaklarında şaşkın bir tebessüm oluştu.

“Bu ne sürpriz böyle? Babanız geleceğinizi söylemedi” dedi, sesi yorgun ama bizi gördüğüne mutlu olmuş gibiydi. Yatağında yatıyordu. Aisha onun yanına ilerledi hemen.

“Bana sürpriz oldu hayatım” diye konuştu babam.

Annemin baş ucuna gelip yatağının ayarını yaptı ve baş kısmını biraz yukarı kaldırdı. Babamın yanına annemin diğer tarafına ilerledim bende. Babam ardımda kalırken bir elini omzuma koydu. Birlikte annem ve Aisha’ya baktık.

Annem Aisha’yı kendine çekip sarılırken yüzüne öpücükler kondurdu. “Canım benim, güzel kokulum” kokusunu derince içine çekti.

Aisha da aynı özlemle ona sarılıp öpücüklerine karşılık veriyordu. Dudaklarımda derin bir tebessüm oluştu.

Onlar ayrıldıktan sonra Aisha’yı yatakta yanına oturttu. Gözleri bana döndüğünde içim titredi. Diğer taraftaki boş kısma elini vurup beni yakınına çağırdı. İkiletmeden oraya oturdum ve eline uzandım.

Yüzü daha solgundu bugün. İster istemez aklıma dün yaptığımız konuşma geliyordu. Yalnız konuşmuştuk. Sanki buradan bir daha hiç çıkamayacakmış gibi konuşmuştu.

Doktorlar durumunun iyi olduğunu birkaç aya taburcu olabileceğini söylemişti ama. Korkmama gerek yoktu. Bizi daha fazla yalnız bırakmamak için savaştığını biliyordum.

Hem daha fazla o evde kalmak istemiyordum. Annem hastalandığından beri kendi evimizden babaannemlerin yanına geçmiştik. Annem varken daha katlanılabilirdi orası. Ancak tedavisi için hastaneye yatırılmıştı ve babam da çoğunlukla onunla kalırken biz o evde kalmaya devam ediyorduk.

Çok büyüktü o ev… Soğuktu… Gereksiz kuralları vardı… Annem ve babam olmadan ev gibi hissettirmiyordu.

Yine düşündüklerimi anlamış gibi bakarken gülümsedi. Bende ona gülümsedim ve eğilip saçlarının tepesine bir öpücük kondurdum. Hastane kokusunun yanında onun içimi ısıtan kokusunu çektim içime. Geri çekildiğimde gülümsemesine can gelmiş gibiydi.

Benim bu tarz sevgi gösterilerime alışık değillerdi ama onlara gelince kendimi tutmadığımı biliyorlardı. Kıymetliydiler benim için.

“Çok yorgun görünüyorsun, iyi misin?” diye sordum.

“İyiyim oğlum. Sizi gördüm ya aksi mümkün değil zaten” Ellerimi okşarken bakışları bizi izleyen babama döndü. “Doktor yavaş yavaş dışarı çıkmamı istedi ya. Babanızla dışarı çıkmıştık yine. Bu yüzden yoruldum biraz”

Babam ona buruk bir şekilde tebessüm ederken kahvelerinin dalgalandığını gördüm. Onu böyle görmeye bizim gibi çok üzüldüğünü biliyordum. Doğru düzgün işe gitmiyor, eve gelmiyor sadece onunla ilgileniyordu. Bende annemi burada yalnız bırakmak istemediğim için babamın yanında olması güven sunuyordu bana da.

Aisha heyecanla yerinde anneme doğru döndü ve elindeki hediye paketindeki kutuyu ona doğru uzattı “Bu sana hediyemiz anne”

“Aa hediye mi?” dedi annem şaşkınlıkla. Meraklı bakışları bana değdi. Gülümsedim ve açması için paketi gösterdim.

Ellerini bizden çekip paketi eline aldı. Babamın da meraklı bakışlarla onu izlediğini gördüm. Annem lokum kutusunu gördüğünde dudaklarından küçük bir kahkaha çıktı “İnanamıyorum size! Bunu nereden buldunuz?”

Dudaklarımdaki gülümseme genişlerken onun heyecanla parlayan yeşil gözleri bize döndü.

“Birlikte bulduk. Nasıl olduğu sır” dedim keyifle.

Aisha’ya baktığımda o da bana baktı. Onu da işin içine kattığım için mutlu olmuş gibi gülümsemişti. Babamın da memnun bir şekilde gülümsediğini gördüm.

Annem babama baktığında “Senin bu işte bir parmağın var mı?” diye sordu.

Babam ona gülümserken bakışları bize değdi “Ucundan olabilir”

Annem şaşırmadı buna. Gözlerinin dolduğunu gördüm. Bu dudaklarımdaki gülümsemenin çizgi haline dönmesine sebep oldu. Onu böyle görmekten hoşlanmıyordum.

“Beni o kadar çok mutlu ettiniz ki… Canımsınız. Sizi çok seviyorum” diyerek ellerimize öpücükler kondurdu.

Ardından kollarını açtı sarılmak istediğini belirterek. Bekletmeden girdik kanatlarının altına. Dünyanın en güvenli yeriydi. Hiç ayrılmak istemedim yine oradan.

Aisha benden önce ondan ayrılırken “Hadi anne bir tane ye, istediğin gibi mi bakalım?” diye konuştu heyecanla. Bunun üzerine bende istemeyerek de olsa geri çekildim.

Annem onun yanağını sıkarken güldü ve kucağındaki kutunun kapağını açtı usulca. Beyaz ve üzeri fındıklı lokumlardı. Önce bize doğru uzattı almamız için. Yine önce bizi düşünmesi içimi okşadı.

Kafamı iki yana sallarken kutuyu ona doğru ittim “Önce sen”

Gülümsemesi genişlerken lokumlardan birini aldı. Bir ısırık aldığında merakla vereceği tepkiyi izliyorduk.

“Beğendin mi anne?” dedi Aisha her zamanki sabırsızlığıyla. Güldüm. Benimle birlikte annem ve babam da güldü.

“Bayıldım, tam istediğim gibi” dedi annem onu bekletmeyerek. Gözleri yaşarmıştı. “Çok teşekkür ederim canlarım”

Aisha ellerini çırptı sevinçle. Annem tekrar kutuyu bize doğru itti “Alın siz de”

“Hepsini sen ye diye aldık”

“Huysuzluk etme Asaf, sizin de tadına bakmanızı istiyorum. Bakalım beğenecek misiniz?” dedi alınmış tatlı sesiyle.

İkiletmedik. Aisha’nın ardından bende bir lokum aldım. Annem kutuyu babama kaldırdı sonra. Birbirlerine gülümserken babam da bir tane lokum almıştı.

Bir ısırık aldım elimdeki lokumdan. Tatlıydı. Çok fazla tatlı sevmesem de annem sevdiği için yemeye devam ettim. Bu onun yaptığı yemekleri ne kadar çok özlediğimi hatırlattı bana tekrar.

Aisha da beğendiğine dair mırıltılar çıkarırken babam da sevdiğini söylemişti.

Annem durgunlaşırken bakışlarını üzerimizde gezdirdi “O halde itiraf vakti” diye konuştu. Merakla ona baktığımızda ne itirafından bahsettiğini merak ettim.

“İkinize de hamileyken lokum aşermiştim” dedi buruk bir sesle. Bakışları bende durduğunda güldü. “Özellikle sende Asaf. Tatlıyla aram pek iyi değildi ama sana hamileyken öyle çok tatlı aşermiştim ki baban artık bana yetişemiyordu”

Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken Aisha’yla anneme eşlik edip güldük. Bakışlarım babama değdiğinde onun kaşlarını hafifçe çatmış anneme bakıyor olduğunu gördüm. Annem bunu hissetmiş gibi bakışlarını ona çevirdi.

“Bana canının lokum çektiğinden hiç bahsetmedin?” diye konuştu şaşkınlıkla.

Annemin dudaklarında buruk bir tebessüm oluşurken uzanıp onun elini tuttu “Çünkü bulana kadar durmayacağını biliyordum, hayatım. Zaten benim için yeterince şey yapıyordun. Bir de bunun için uğraşmanı istememiştim”

Babam başını sağa doğru eğdi. Onu o zaman anlamadığı için pişman gibiydi. Kahveleri hüzünle dalgalandı bu defa. Aralarında anlamlandıramadığım bir bakışma geçti. Ardından babam annemin tuttuğu eline dudaklarını bastırdı.

“Bana hamileyken en çok ne yedin anne?” Aisha merak ve heyecanla annemi o bakışmadan kopardığında çoktan elindeki lokumu bitirdiğini gördüm.

İkimiz de onların tanışma hikayesinden bu yana olanları dinlemeyi çok seviyorduk. Yine eski günleri andığımız bir sohbete daldık böylelikle. Her şeye rağmen bu anları seviyordum.

Tamamlanmış hissediyordum.

Annem hem anlatıyor hem de elindeki lokumu yiyordu. Oldukça yavaştı bu konuda. Bize tekrar almamızı söyledi ama reddedip geri kalan hepsini onun yemesini istedik. İtiraz etmedi ve hepsini bitireceğini hatta onlar bittiğinde buradan çıkmış olacağımızı söyledi. İçim umutla doldu.

Annem ikinci lokumunu yediği sırada babam o yorulduğu için konuşmayı devralmış Aisha’nın birinci sınıfın ilk gününden bahsediyordu. Hepimiz gülerken annem duruldu birden. Elindeki lokum kucağına düştü. Bakışları önündeyken diğer eli göğsüne gitti.

“Anne?” diye yaklaştım yanına. Seslenmemle irkilip gözleri bana dönerken bu halini saklamaya çalışır gibi gülümsemeye çalıştı. Ancak bakışlarındaki korkuyu görmüştüm.

Babam ona doğru eğilip yüzüne dokundu “Hayatım, iyi misin?” dedi, sesinde aynı korku vardı. Aralarında bakıştıktan sonra annem kafasını salladı ama iyi gözükmüyordu. Rengi soluyordu sanki gittikçe.

Babam kucağındaki kutuyu alıp yatağın yanındaki masaya bırakırken yerinde doğruldu “Anneniz biraz dinlensin olur mu çocuklar?” diye konuştu. İçim huzursuz olsa da dediğini onayladım. Zaten yoruldum demişti ama bizim için dinlenmekten vazgeçmişti.

Yatağın üzerindeki elini tuttuğumda teninin soğukluğu kaşlarımı hafifçe çatmama sebep oldu. Eğilip öptüm yine. Yüzümü okşadı sevgiyle ve gülümsemeye zorladı kendini.

Aisha ona uzanıp yanağını öptü kocaman “Akşam yine geleceğiz anne, iyice dinlen tamam mı?” diye konuştu.

“Evet, anne” dedim onu destekleyerek. İkimiz de gitmek istemiyorduk aslında ama onu düşünüyorduk.

Yataktan kalktık. Aisha’nın yanına ilerlediğim sırada babam da ardımdan geliyordu. Bize eşlik edeceğini anladım böylelikle.

Bu sırada annemin kesik bir nefes aldığını duydum. “Çetan!” dedi babama seslenerek.

Sesi canı yanıyor gibi çıktığından korkuyla bakışlarım ona döndü. Göğsü hızla inip kalkarken tavanda olan gözlerinden yaşlar akıyordu.

“Sümeyra!” Babam ona doğru atıldı anında.

“Anne!” Aisha ile korkuyla ona seslenirken geri yanına koştuk biz de.

Babam annemin yanaklarındaki yaşları silerken “Canım, dayan tamam mı doktoru çağırıyorum hemen” diye konuştu telaşla. Sesi titremişti ve bu içimdeki korkuyu harlamıştı.

Ne oluyordu ona?

Babam yatağın yanındaki düğmeye bastı. Bu acil çağrı içindi. Aisha ağlamaya başlayarak anneme seslenmeye devam ederken annem bize bakmadı.

Yerinde kıvranırken zar zor “Çetan çocuklar…” dediğini duydum.

Birkaç defa kriz geçirdiğine şahit olmuştuk ve annem onu böyle görmemizi istemiyordu. Yine kriz geçirdiğini düşündüm. Bu her seferinde olduğu gibi canımı yaktı. Gözlerimin buğulandığını hissettim.

“Anne” elinden tuttuğumda Aisha da eline tutundu hemen. Ona seslendi benim gibi.

Annem daha fazla dayanamayıp bize baktığında gözyaşları hızlandı. Ellerimizi sıktı ve bize sorun yok dercesine gülümsemeye çalıştı yine.

Bu sırada babam araya girip onu görmemizi engelledi. Ardından bizi kolları arasına aldı “Hadi çocuklar dışarı, lütfen” sesindeki çaresizlik kalp atışlarımı hızlandırdı. Bizi kapıya ilerletti.

“Baba” dedim içimdeki korkuyu sesime de yansıtarak. Aisha da ağlıyor ve anne diye sayıklıyordu hala.

“Kardeşinin yanından ayrılma oğlum” dedi sadece.

Bu sırada kapı açıldı ve bir erkek doktor ile iki hemşire girdi içeri. Hemşirelerden biri annemin özel bakıcısı Taara ablaydı. Doktor ve diğer hemşire hızla annemin yanına adımlarken Taara abla endişeli bir şekilde bizim yanımıza adımladı.

“Taara onları dışarı çıkar lütfen” Babam bizi ona bırakıp annemin yanına dönmek istedi.

Kafamı iki yana sallarken babamın kolundan kurtulmak için hareket ettim ama buna izin vermedi. “Baba”

“Üzgünüm Çetan Bey ama sizi de dışarı almalıyım” Taara abla onu yönlendirmek için elini koluna koydu ancak babam geri adım attı. Bu sırada beni duymazdan gelip kollarını sıkılaştırmıştı.

“Hayır, ben onun yanında kalacağım. Söylediğimi yapın” diyerek diretti.

Arkadan birtakım sesler gelirken doktorun sesindeki telaşı duyabiliyordum. İçimdeki korku azalmak yerine artıyordu.

“Çetan Bey lütfen zorluk çıkarmayın” Taara abla daha katı bir sesle konuştuğunda aralarında kısa bir bakışma oldu.

Babamın bakışları bize döndü. Sanki bizim ya da annemin yanında kalması için bir seçim sunulmuş gibiydi ve o pes ederek bizimle dışarı çıkmıştı. Kapı ardımızdan kapandı. Babam bir an olsun kollarını gevşetmedi. Bıraksa kaçıp gidecektik sanki.

“Baba… Annem” Aisha ağlamaya devam ederken babama daha sıkı sarıldı. Bakışlarımı kaçırdım onu böyle görmek istemeyerek. İçim daralıyordu.

Alnımı babamın göğsüne yaslarken “Annem iyi olacak değil mi baba?” diye sordum kısık bir sesle. Boğazıma oturan bir yumru vardı. Annemi görmek istiyordum.

Babam titrek bir nefes alıp verdi. “İyi olacak dua edin çocuklar, dua edin”

Allah’ım lütfen… Lütfen annem iyi olsun. Daha fazla canı yanmasın artık.

Ne kadar süre öyle durduk bilmiyordum. Babamın sırtı hala kapıya dönük bize sarılıyordu. O an bizden güç aldığını hissettim. Son zamanlarda aramız pek iyi değildi ama üzgün olduğu için öyle davrandığını biliyordum. Kırgınlığımı bir kenara bıraktım ve bende kolumu aradan çıkarıp ona sardım.

Kapı açıldığında yerimizde kıpırdandık. Babam başını kaldırdı ama bizi bırakmadı.

“Çetan Bey” doktor ona seslendi ancak babam ona dönmedi. Kolumdaki elini sıkarken nefesini tuttuğunu hissettim.

Ne oluyordu?

Bir kadının burnunu çektiğini duydum. Kim ağlıyordu?

“Size tüm olasılıklardan bahsetmiş ve hazır olmanızı söylemiştim… Çok üzgünüm…” diye konuştu doktor. Kaşlarım çatıldı. Başımı kaldırıp babama baktım. Başını öne eğmiş ve gözlerini sıkıca yummuştum. “Onu kaybettik”

Kaybettik mi? Neyi?

Ağladığını düşündüğüm kadından bir hıçkırık koptu. Taara abla mıydı o?

Yerimde hareketlendim ancak babam öyle sıkı tutuyordu ki bu mümkün olmadı. “Baba?”

“Baba annemi görebilir miyiz artık?” Aisha da benim gibi başını kaldırmış ona bakıyordu.

Babamın gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Bacaklarının titrediğini hissettim. Kötü bir şey mi olmuştu? Annemin hastalığı tekrar mı artmıştı yoksa?

“Onu… Göremezsiniz. Anneniz…” Babam titreyen sesiyle konuştuğunda devam edemedi ve omuzları sarsılmaya başladı. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim.

Bu nasıl bir saçmalıktı böyle, neden göremezdik onu?

Daha fazla buna katlanmayıp kolunun arasından çıktım. Kolay olmuştu çünkü tüm gücü gitmiş gibiydi. Öyle ki ben geri çekilir çekilmez dizlerinin üzerine çökmüştü. Aisha ağlarken minik ellerini onun yanaklarına koymuş gözyaşlarını siliyor ve neden ağladığını soruyordu.

Taara abla gözyaşları içinde onların yanına doğru ilerledi. Kapının önünde dikilen doktorla göz göze geldik. Hüzünle baktı yüzüme. Kaşlarım daha çok çatıldı.

Önüne ilerledim “Annemi göreceğim” dedim Hintçe konuşarak. Kötü bir şey olmuştu ama anlamıyordum. Kalbim kulaklarımda atıyordu artık. Ben daha önce hiç bu kadar korkmamıştım.

Onun bir şey söylemesine kalmadan kapıya ilerliyordum ki omzuma dokunup önüme geçti “Onu şimdi göremezsin delikanlı” diye konuştu.

“Şimdi göreceğim!” elini ittim tekrar ve engel olmasına izin vermeden açık kapıdan içeri girdim.

Gördüklerim karşısında kan beynime sıçradı. Ne ara içeri girdiklerini görmediğim iki hastane görevlisi annemin yatağının yanında onu götürmek için hareketlenmişlerdi. Beni görünce durdular. Annemin yüzü de dahil üzerine beyaz bir çarşaf örtmüşlerdi.

“Ne yapıyorsunuz!” dedim bağırarak.

Doktor tekrar kolumdan tuttuğunda “Delikanlı dur” diye konuştu.

“Bırak!” diye bağırırken elinden kurtulmam zor olmadı.

Hızla yatağın yanına geldim ve annemin yüzünü açtım. Uyuyordu. Öfkeyle sağımdaki adama döndüğümde bana bakan üzgün gözlerini umursamayıp onu göğsünden ittim “Delirdiniz mi siz! Nefes alamaz öyle neden yüzünü kapattınız!”

Boyu benden birkaç santim uzundu yalnızca. Neye uğradığını şaşırmış gibi yüzüme bakakalırken yerinde sendeledi. Arkasında kalan masaya çarptığında lokum kutusu yere düşmüş ve lokumlar yere dağılmıştı. Göğsüm hızla inip kalkarken bakışlarım zemindeki lokumlarda kaldı.

Ardından eğilip kutudan dışına çıkanları aldım ve masanın üzerine koydum. Annem nimetin ayak altında kalmasının çok günah olduğunu söylerdi. Kutuda kalan lokumları görünce rahatladım. Annemin üzülmesine gerek kalmayacaktı.

Hem onlar bitince eve geleceğini söylemişti. Onların azalması sayılı günlerinde azalması demekti değil mi?

Kutuyu tekrar yerine koyarken doktor pes etmiş olmalı ki diğer iki adamla birlikte dışarı çıkmıştı. Kapıyı kapatmamış olmalılar ki hala Aisha ve babamın ağlayan seslerini duyuyordum.

“Anne” diye seslendim tekrar onun yanında durduğumda.

Çarşafın altından elini çıkardım ve sıkıca tuttum. Elini ısıtmaya çalıştım. Diğer elimi başının tepesine yaslarken saçlarını okşadım. Yüzü bembeyazdı. Dudaklarının bile rengi gitmişti.

“Anne... yorgun olduğunu biliyorum ama sadece bir kere baksan olur mu? Sana söylemek istediğim bir şey var”

Ne söyleyeceğimi bilmiyordum aslında. Sadece gözlerini görmek istiyordum. İçimdeki korku ancak böyle geçer gibiydi.

Yüzüne yaklaştım. Dudaklarımı gözlerinin yanına bastırdım “Anne”

Uyanmadı. Kirpikleri dahi oynamamıştı. Bu sırada solumda birini hissettim. Bakışlarım oraya döndüğünde babamı gördüm. Gözlerinden hala yaşlar akarken onun bakışları annemin yüzündeydi. Omuzları düşmüş ve ayakta zor duruyor gibiydi. Yanımda durduğunda dizlerinin üzerine çöktü tekrar.

“Baba, annemi uyandırır mısın? Sen söylersen uyanır eminim. Çok yormayacağım onu. Kısa bir şey söyleyeceğim” dedim, sesim titremişti. Babamın bu hali daha çok korkuttu beni.

Babam başını onun karnına yaslarken gözlerini kapattı. Canı yanıyor gibiydi. “O… Bir daha… uyanmayacak Barun” dedi boğuk sesiyle.

Kaşlarım çatılırken yerimde doğruldum. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. “Ne? Tekrar mı hasta oldu?”

Kafasını iki yana sallamaya çalıştı. Omuzları sarsılmaya başlamıştı tekrar. “O… gitti”

Sesli bir şekilde ağlamaya başladığında kalbimde bir sızı oluştu. Nereye gitmişti? Elini sıktım. O buradaydı. Bizi bırakıp bir yere gitmezdi. Annemle ne zaman yaptığımızı hatırlamadığım bir konuşma geldi aklıma.

“Ölüm ne demek anne? Ölünce nereye gidiyoruz?”

“Yaratıcı bize iki hayat sunmuş. Biri bu dünyada. Ölüm de buradaki hayatımızın son bulması, oğlum. Ölen insanlar derin bir uykuya dalıyor… Bu uyku diğer hayata geçecekleri zamana kadar sürecek. O zamana kadar yaratıcının yanında sevdiklerini bekliyorlar”

Boğazım düğümlendiğinde gözlerim yaşardı. Kafamı iki yana salladım “Hayır, o ölmüş olamaz. Anneler ölmez. Onlar çocukları için hep yaşar demişti” saçlarındaki elimi yüzüne indirdim. Sol gözümden bir yaş süzüldü yanağıma doğru.

Olamazdı… hayır. Daha az önce gülmüştü bize. Elimden öpmüş yüzümü sevmişti.

“Anne” diyerek ona seslenmeye devam ettim.

Babamın hıçkırıkları sesli bir hal almıştı. Aisha’nın bize seslenen ağlayan sesini duyuyordum dışarıdan ama yerimden kıpırdayamadım. İliklerime kadar hissettiğim tek duygu korkuydu.

O giderse biz ne yapardık?

Ona seslenmeye devam ederken sanki kalması için onu tutabilirmişim gibi titreyen kollarımı bedenine sardım. Cevap vermediği her an içimden bir şeyler kopuyor gibi canımı yakıyordu. Başımı göğsüne yaslarken gözyaşlarım hızlandı. “Anne gitme”

O zaman ölüm nedir biliyordum ancak daha önce hiç ölen birini görmemiştim. On beş yaşındaydım ama anneler ölmez lafına inanmıştım. Ölen kişi canından çok sevdiği biri olunca da kolay kabullenemiyordu insan.

Çocuktum ve ölümün bize çok uzak olduğuna inanıyordum.

"Oğlum!"

Babamın sesini duyduğumda düşüncelerimden güçlükle sıyrıldım. Gözlerim nemlenmişti. Yanıma gelerek önüme çöktüğünü hissettim. Bu halimi görmesini istemediğim için birkaç saniye kaldırmadım kafamı. Bakışlarını üzerimde hissettim.

Nereden haber almıştı? Daha da önemlisi neden gelmişti?

Başımı kaldırdığımda endişeli kahveleriyle göz göze geldim. Yanıma biraz daha yaklaşırken koluma dokundu “Bırakma kendini oğlum, gel”

Yüzüne kayıtsızca bakmaya devam ederken hiçbir tepki vermedim. Alışkındı bu halime ama her seferinde aynı keder yer alıyordu yüzünde.

Annem gittikten sonra babamın varlığına tutunmuştum. Cenazeden sonra birkaç ay ortadan kaybolmuştu. Kötü göründüğü için endişeyle onun eve dönmesini beklemiştim. Kimse nereye gittiğini bilmiyordu. Babaannem çılgına dönmüştü. Yeterince üzgünken döndüğünde bizim için de üzülmesin diye Aisha ile bir süre ben ilgilenmiştim.

Babam annemin hastalanmasının sebebini ailesine bağlamıştı hep. Dedem onları affetmediği için annem bu duruma çok üzülüyordu. Bize yansıtmasa da bazı namaz sonraları birkaç defa ağladığına şahit olmuştum. Onlara olan üzüntüsünden çok yıpratmıştı kendini ve sonunda hasta olduğunu öğrenmiştik.

Dedem buna bile kayıtsız kalmıştı. İnadı ve kör öfkesini huy olarak edinmem babamın hiç hoşuna gitmiyordu bu yüzden. Valinin oğluydum çünkü ben, herkese örnek olmalıydım.

"Bu yaştaki bir çocuğun gözlerinde nasıl böyle bir öfke olabilir? Aynı baban gibi işte, utanıyorum onun bu halinden"

Okulda ettiğim kavgaların birinden sonra odalarında tartışırken benim yüzümden ilk defa birbirlerine seslerini yükselttiklerini duymuştum.

Annemde mi öyle düşünüyor diye çok üzülmüştüm bunu duyduktan sonra. Cevabından korktuğumdan soramamıştım. Ama Annem utanç duyarak bakmazdı bana hiç. Aksine her şeye rağmen özlem dolu olurdu bakışları. O bana baktığında kendimi dünyanın en değerli insanı gibi hissederdim.

Babamla son zamanlarda bu olaylardan aramız eskisi gibi olmasa da onu tanıyordum. Annemin hastalığı yüzünden stresli ve yorgundu. Bu yüzden benim çıkardığım olaylara patlıyordu. Kendisi de bunu doğrulamış özür dilemişti. Onu seviyordum. Ve benim yüzümden annem ile aralarının bozulmasını asla istememiştim. Bu yüzden kırgınlığımın üzerini kapatmıştım.

Ancak tekrar eve döndüğünde ise o artık benim tanıdığım babam değildi.

“Oğlum, duymuyor musun beni? Kalk hadi oradan, gel”

Koluma girmek için yeltendiğinde geri çekildim “Bırak”

Pişmanlıkla bakışlarını gözlerimden kaçırdı. Başını eğdi sesli bir nefes bırakarak. Sabahki olaya içerlediğimi düşünüyor olmalıydı ama ben eskisi gibi üzülmüyordum artık, alışmıştım.

“Barun!” Ranvir’in koridorda yankılanan sesiyle bakışlarım koridorun soluna döndü. Yüzünde telaşlı ifadeyle yanıma doğru koşmaya devam etti.

Gözlerim arkasında kalan kümelenmiş insan kalabalığına çarptı. Haber nasıl bu kadar hızlı yayılmıştı?

Yerden destek alarak ayaklandığım sırada Ranvir yanıma gelmişti. Kalkmamla birlikte babam da ayağa kalkmıştı. Bakışlarını üzerimde hissetsem de dönüp bakmadım.

“Kardeşim iyi misin? Nisha’nın durumu nasıl?” Ranvir koluma dokunup bana sokulduğunda gözleri endişeyle yüzümde gezindi.

“Ameliyata aldılar” yutkundum, boğazıma oturan yumru geçmedi. “Sen nereden öğrendin?”

Sorumla birlikte babama döndü bakışları. Kaşlarım çatıldı hafifçe ve benim de bakışlarım ona döndü böylelikle. “Sana kim söyledi?” diye sordum.

“Bende oraya geliyordum tören için. Geç kalmıştım. Geldiğimde annemler hala oradaydı öyle öğrendim olayı. Sana ulaşamayınca Ranvir’in yanında olduğunu düşünüp onu aramıştım” dedi, sesi çekingen geliyordu şimdi. Ne tepki vereceğimi kestiremiyor gibiydi.

Ranvir birden kolumdan çektiğinde kayıtsız bakışlarım ona döndü “Kardeşim sen gel şuraya bir otur. İyi gözükmüyorsun” diyerek beni koltuklara çekiştirdi. Karşı koyacak gücü bulamadım bu sefer kendimde.

Koltuğa oturduğumda omuzlarımdaki yük daha ağır geldi sanki. Elimden hiçbir şeyin gelmiyor oluşu iliklerime kadar çaresiz hissettiriyordu. Nefes alamıyordum.

“Barun, dışarı çıkalım mı? İyi gelir biraz sana” Ranvir bu halimi fark etmiş gibi tekrar konuştuğunda kafamı eğdiğim yerden kaldırmayıp başımı iki yana salladım. Dayanmak zorundaydım, hiçbir yere gidemezdim.

Üstelemeyip babamı da koltuklara yöneltti. Aramızda bir koltuk boş gelecek şekilde yanıma oturdu. Ranvir ayakta bir ileri bir geri yürüyüp duruyordu. Öyle ne kadar bekledik bilmiyordum. Bir asır gibi hissettirmişti.

Ameliyathanenin kapısı açıldığında babamla aynı anda ayaklandık. Üçümüzde oraya doğru yöneldiğimizde önde adını hatırlamadığım diğer doktor ve hemşire çıktılar. Hemen arkalarından Akash geliyordu. Diğer doktor ve hemşire ona ve bize başını eğip yanımızdan uzaklaştılar.

Akash önümde durduğunda gözleri ben hariç her yerde dolandı. Yorgun ve üzgün gözüküyordu. Bu bakışı biliyordum.

Annem ve Kerem’in doktoru gibi bakıyordu.

Göğsümdeki ağırlık artarken ağzımı açıp soramadım bir şey. Başındaki ameliyat bonesini çıkarıp gözlerini bana çevirdi sonunda.

“Kafasındaki yara çok derindi, kanamayı durdurduk ama hasar çok büyüktü…” Yutkunmaya çalışırken gözlerini yüzümde tutmaya zorlanıyor gibiydi. “Ben çok üzgünüm, Barun. Elimizden geleni yaptık ama…Kurtaramadık onu”

Başımı iki yana salladım “Yok, hayır. Çok güçlü bir kız o, dayanmıştır”

Ranvir koluma dokundu “Barun” sesi titrediğinde ona döndüm hemen ve kolumu tutan kolunu yakaladım.

“Ranvir sende biliyorsun söylesene. Ne kadar güçlü bir çocuk olduğunu gördün değil mi?” dedim, sesim kendimi de buna inandırmaya çalışır gibi güçsüz çıkmıştı.

Gözleri doldu bana bakarken. Başımı iki yana salladım tekrar. Hayır, doğru değildi. Bu defa değildi. Hayır. Annesini bırakamazdı o.

Beni bırakamazdı…

“Son ana kadar iyi direndi zaten ama yaşı gereği hiçbir çocuk bunu kaldıramazdı Barun. Üstelik yaşasa bile omuriliğinin zarar görmesi sebebiyle felç kalacaktı. Yaşaması bir mucize olurdu.”

Bir mucize olurdu…

Son sözleri kulağımda yankılandı. Vücudumdaki bütün hislerin çekildiğini hissettim. Bağırmak, haykırmak istedim içimde dolup taşan duyguları ama sustum. Göz pınarlarım acıyla yandı tekrar ama tek bir damla yaş dökemedim.

Ranvir bir şeyler söyleyerek tekrar beni koltuklara yöneltmeye çalıştı. Hareket etmedim. Kolumu kurtardım elinden.

Akash’a döndüm tekrar “Onu görmek istiyorum” dedim, sesim o kadar yabancı geldi ki o an. Bir başkası konuşuyordu sanki, ben değildim.

O da üzgün olduğu kadar şaşkın duruyordu bu halime. “Morga götürecekler az sonra. Orada görebilirsin” diye konuştu.

“Şimdi göreceğim” dedim ve ileri doğru adımladım. Bu sefer babam yolumu kesti.

Yüzünde görmeyi beklemediğim bir hüzün varken “Oğlum bak iyi görünmüyorsun, bir toparlan orada da görürsün zaten”

“Çetan amca haklı Barun, gel bir dışarı çıkalım” Ranvir de ona arka çıktığında sinirle bir nefes bıraktım.

Söylediklerini umursamadım. Kendim düşüneceğim son şeydi. “Karışmayın” diye konuştum ve ilerlemeye devam ettim. Neyse ki Akash uzatmayıp önüme geçti ve ameliyathane koridorunun kapısını açtı.

Kısa loş ışıklı koridoru aştıktan sonra ameliyat yerine geldik. Kapının önünde kaldım. Oradaydı. Ameliyathanenin ortasında sedyede yatıyordu. Üzerini başı da dahil boydan boya yeşil örtüyle örtmüşlerdi. Nefesimi tuttum. Bir süre adım atamadım içeriye. Dikildim öylece. Duvarlar üstüme gelmeye başladı. Nefes almaya çalıştım.

“Barun-”

“Yalnız kalmak istiyorum” lafını kestiğimde kısaca gitmesini söyledim.

Başka bir şey söylemeden geri dönüp çıktı ameliyathaneden. Ağır adımlarla sedyeye doğru ilerledim. Yanında durduğumda bir süre yeşil örtüde gezindi gözlerim.

Burası çok soğuktu. Üşürdü o…

Bu an gerçek olamazdı, o ölmüş olamazdı.

Örtüyü çekmek için elimi uzattığımda elimin titrediğini fark ettim. Üstelik hala elimde onun kanının izleri vardı. Dişlerimi sıktım içimdeki acıyla.

Örtüyü göğsüne doğru indirdiğimde onun masum yüzüyle karşılaştım. Titrek bir nefes döküldü dudaklarımdan. Teni hiç olmadığı kadar solgundu. Yüzünün sol tarafında hala kan izleri vardı. Gözlerimi kapattım sıkıca.

Lütfen bu bir kâbus olsun, lütfen.

“Nisha”

Titreyen sesim boşlukta yayıldı. Yüzüne dokundum usulca. Açmadı gözlerini. Yanakları kızarmadı ona dokunuyorum diye…

Yapamamıştım… Koruyamamıştım onu.

Yapamadın, çok sevdin onu.

“Özür dilerim…”

Kahramanım olduğunda seni hiç yalnız bırakmayacağım.

Söz mü?

Söz.

Canım yanıyordu... Canım çok yanıyordu.

Daha fazla ayakta duramadım. Dizlerimin üzerine çöktüm. Oysa birkaç saat önce boylarımızı eşitlemek için önünde diz çökmüştüm.

Çarşafın altından minik elini elimin içine aldım. Soğuktu elleri. Anneminkiler gibi… Yüreğimde yanan bir şey vardı yine. Acıyordu. Başımı eğdim. Derin bir nefes almaya çalışırken alnımı eline yasladım.

“Hepsi benim yüzümden. Seni yalnız bırakmamalıydım… Çok özür dilerim… Seni sevdiğim için… özür dilerim Nisha” göz kapaklarım kapandığında sol gözümden bir damla yaş ellerimizin üzerine düştü.

Bu rahatlatmak yerine içimdeki ateşi harladı. Yorgun bir nefes bıraktım. Minik elinin üzerinden öptüm sonra.

Veda etmek istemiyordum.

Ne kadar süre öyle orada durdum bilmiyordum. Nefesim sıklaştığında daha fazla kalamadım orada. Geri çekildiğimde yüzüne bakamadım bir daha. Elini bedeninin yanına yavaşça yerleştirip üzerini örttüm tekrar. Yüzümü kuruladım güçsüzce.

Aynı ağır adımlarla çıkışa ilerlerken ameliyathaneden çıkıp koridorda ilerlemeye devam ettim. Koridorun çıkış kapısına yaklaştığımda dışarıdan birtakım bağrışma sesleri duydum. Bu sırada gözümün önü karardığında yerimde sendeledim. Sağımda kalan duvara tutundum.

Elim boynuma gitti. “Sırası değil, dayan”

“Ailemi dağıttı! Beni tehdit etti!”

Bu Virat’ın sesiydi? Utanmadan bir de hastaneye mi gelmişti? Yine neyin peşindeydi bu adam? Yerimde toparlanırken dişlerimi sıktım öfkeyle.

“Yalan söylemeyi kes! Barun öyle biri değil!” diyen babamın sesini duydum daha sonra.

Yüzümü sıvazladım ve duruşumu dikleştirdim. Dışarı çıktığımda anında yüzüme patlayan kamera ışıkları ile karşılaştım. Koridorun başındaki gazetecilerin kameraları bana doğru dönmüştü. Benim gözlerim ise tek bir kişideydi: Virat.

Gözyaşlarının yanaklarını ıslattığını gördüm. Hiçbir tepki vermedim. Üzülmüş müydü gerçekten? Hiç sanmıyordum.

Babam onun önünde ve kolunu tutuyordu. Virat beni görünce onun elinden kurtuldu ve kameralara doğru döndü hemen. “İşte geldi kendisi de!” dedi hiddetle. “Bu adam yüzünden kızım ve karım benden korkuyor. Asıl korkulması gereken kişi oyken üstelik! Şiddet eğilimli ve öfke kontrolü olmayan bir adam olduğunu hepiniz duymuşsunuzdur. Kendisinin öyle bir kibri var ki sırf ona sesimi yükselttim diye kinlendiğinden dolayı benim ve ailemin peşini bırakmıyor!” Elini acı çeker gibi göğsüne vururken gözyaşlarını dökerek oynamaya devam etti. “Şimdi onun bu öfkesi yüzünden kızımı kaybettim ben!”

Ranvir ve diğer korumaların kameraları uzaklaştırmaya çalıştığını gördüm ama aşırı bir kalabalık vardı. Virat oyununa devam etti ve yaşlı gözlerini bana çevirdi. “Mutlu musun artık, onu benden tamamen aldın! İstediğin oldu!”

“Bir daha ona elini kaldırırsan seni kimse elimden alamaz duydun mu?”

Yüzünde iğrenç bir gülümseme oluşurken dudaklarını araladı “Kazanamayacaksın kaymakam. O, benim kızım ve bu hep böyle kalacak.”

Aklıma gelen an ile nefesim kesilir gibi oldu.

“O biraz sonra kontrol etmeye gelecek, hiçbir yere gidemem”

Nisha’nın korku dolu hali geldi gözümün önüne… Kaşlarım çatıldı iyice ve yumruklarımı sıktım.

“Mabedin yanında bıraktığımız arkadaşlardan biri aradı. Birileri koruma aracını taşlayıp olay çıkarmış. Polis gelmiş ve bizimkileri de karakola götürüyorlarmış"

Yanımdan hızla geçen kamyonu hatırladım.

Yapmış olabilir miydi?

Kendi öz kızının canına kıymış olabilir miydi gerçekten?

Ona doğru hızla ilerlediğimde bağırmayı bıraktı. Nasıl bakıyordum bilmiyordum ama birkaç adım geriledi olduğu yerde. O an hiçbir şey umurumda değildi. Ne kameralar ne halkın düşündüğü… Şu an sadece o ve ben vardık. Bir de patlamak için bekleyen öfkem.

Önünde durduğum an yakasını iki elimle kavradım ve bedenini sert bir şekilde arkasındaki duvara çarptım. Kısa boyundan dolayı yüzüne doğru eğilirken “Sen yaptın değil mi?” diye konuştum, sesim sert ve soğuktu.

Gözlerinde bu halimden zevk almanın yanında bir korku peydah oldu. Dudaklarından kısa bir tebessüm geçerken kanımın donduğunu hissettim. Sert ifadem bocaladı.

Yapmıştı…

“Ben değil, sen yaptın”

Lafını bitirmesiyle sol elimle yüzüne yumruğumu indirmem bir oldu. Flaşlar patlarken bir kargaşa koptu. Babam ve Akash kolumdan tutup beni uzaklaştırmak istediler ama buna izin vermedim.

“Sen o kadar aşağılık bir herifsin ki seni en başında gebertmeliydim!”

Elimden kurtulmak için çırpınmasını umursamayıp yakasını daha sert kavradım ve tekrar duvara vurdum bedenini. Elleri koluma yapıştı.

Bir yumruk daha attım. Sonra bir yumruk daha. Sırf Nisha’nın sağ elimdeki kanına onun kanı bulaşmasın diye sol elimi kullanmaya devam ettim.

Ben ona sarılmaya dahi kıyamazken o… bunu nasıl yapardı?

Burnundan akan kan yüzünü kaplarken yüzümü yüzüne yaklaştırdım iyice. “Eğer beni böyle korkutabileceğini düşünüyorsan bu saatten sonra sen benden kork Virat Shankar! Çünkü artık seni koruyan bir kızın yok!” dedim tıslayarak.

Kızı, onu yaptıklarına rağmen canının yanmasına razı olmazken o bir inat uğruna ona bunu nasıl yapardı?

Babamın gazeteciler ile uğraşan Ranvir’e seslendiğini duydum o sırada. Beni zapt edebilecek tek güce sahip olan kişi oydu çünkü. Kim bilir bana ne zamandır sesleniyordu ama onları duymuyordum. Öfkem etrafımdaki sesleri algılamamı engelliyor, içimden taşmak için yanıp tutuşuyordu.

“Devam et, durma. Halka oynadığın iyi adam değilsin sen, asıl bu adamsın işte!” sesi boğuk çıkarken zar zor konuşmaya çalıştı.

Öfkeyle burnumdan solurken iki elimle kavradım yakasını. “Sen..!” sanki kendi boğazımı sıkıyordum. Aklım almıyordu! Bunu yapmış olamazdı! “Henüz nasıl bir adam olduğumu göremedin ama üzülme, misliyle tanıtacağım sana kendimi”

Böyle bir insanın nefes almaya hakkı yoktu. Geberip gitmeliydi. Yüzü tanınmayacak hale gelmesine rağmen gülümsediğini gördüğümde çenesine sert bir yumruk daha indirdim.

“Barun, bırak adamı. Barun!” Ranvir omzumdan kavradığında gür sesiyle koridoru inletti.

Sesiyle birlikte irkildiğimde babamın “Öldürecek misin adamı oğlum, bırak!” dediğini duydum hemen sonra.

Virat’ın elleri üzerimden düşerken Ranvir kollarımı kavrayıp aramıza girdi ve beni ondan uzaklaştırdı. Virat dizlerinin üzerine yığıldı ve acıyla inledi. Akash onun yanına çökerken yardım etmeye çalıştı.

Ranvir yüzümü kavradığında göğsüm hızla inip kalkıyordu. “Kendine gel!”

“Bırak!” ellerini iterken ondan kurtulmaya çalışıp Virat’a doğru gitmeye kalktım. Öfkem dinsin istemiyordum. Onu mahvetmek istiyordum. Onun canını yakmak istiyordum.

Tekrar önüme geçip kollarımdan tuttuğunda delici bakışlarım onun gözlerini buldu. Endişeyle bana baktı. Kafasını iki yana sallarken “Çözüm bu değil, kardeşim. Böyle yaparak ona istediğini veriyorsun. Seni yenmesine izin verme” diye konuştu hızla.

Nisha geldi gözümün önüne. Gülümseyerek el sallıyordu.

Ben zaten yenilmiştim.

Omuzlarım düştü. Ranvir bu anı fırsat bilip beni hemen sağımızda kalan ilaç odasına soktu. Derin bir nefes alıp verdim. Ranvir’in kollarını üzerimden ittim ve sakinleşmeye çalıştım.

Ancak bu mümkün değildi. Kafamda onun cümleleri ve Nisha’nın yüzü dönüp duruyordu. Elimi saçlarıma attığımda çekiştirerek geri bıraktım.

Ben değil sen yaptın!

Öfkeyle bağırıp masanın üzerinde duran ilaç şişelerini devirdim. Gücümü kontrol edemediğim için masada devrildi onlarla. Ardından sandalyeleri, paravanı, sedyenin yanındaki ilaç kutularını…

“Barun!”

Deliler gibi etrafıma saldırdığım için yanıma yaklaşmasına izin vermiyordum. Öfkemi çıkaracak başka bir şey kalmadığında duvara yumruk attım. Eklem yerlerimden koluma yayılan acı umurumda bile olmadan hırsımı duvardan çıkarmaya devam ettim.

Ranvir bu sefer belime sarılıp beni zapt etmeye çalıştığında kollarını sinirle üzerimden itmeye çalıştım.

“Dur artık tanrı aşkına” dedi, beni köşedeki sedyenin yanına doğru itip hareket alanımı kısıtladı.

Göğsüm hızla inip kalkıyordu hala. Gözlerim acıyordu. Bakışlarım yerdeyken zemindeki kan dikkatimi çekti. Sol elimden aktığını fark etmem çok uzun sürmedi.

“Şu elinin haline bak, kendine zarar vermek hoşuna mı gidiyor anlamıyorum ki?!” Ranvir de elimi gösterip bana söylenmeye devam etti.

Umursamadım. Yerdeki kanlı mor bilezikler geldi gözümün önüne. Elimden akan kanı izlemeye devam ederken içimdeki öfkenin durulduğunu hissettim.

“O yaptı,” sesim buz gibiydi, irkildim kendi sesimi duyunca. Ranvir’in dikkatli bakışlarını yüzümde hissettim ama bakışlarımı ona çevirmedim “Nisha’nın ölümüne… o sebep oldu”

“Bu… Sen bunu nereden çıkardın?” sesinden bariz bir şaşkınlık akarken buna inanmak istemediğine emindim.

O da bir babaydı ve bir babanın bu kadar acımasız olabileceğine aklı almıyordu belki de.

Yutkunurken gözlerimi kapattım acıyla. Bunu nasıl anlatacaktım? Başım döndü tekrar. Sabahtan beri bir şey yemiyordum ve bir şey yemediğim için ilaçlarımı da almamıştım. Bedenim bunun etkilerini göstermeye başlamıştı.

Dayan dayan dayan.

Gözlerimi açarken usulca kafamı kaldırdım. Gözlerine baktığımda bu sefer ağır basan duygu endişe değil hüzündü. Şu an ne kadar kötü bir durumda olduğumu en iyi o anlıyordu.

“Sana anlatmıştım, bakımevinde ona vurduğu gün söylediklerini. O gün ciddiye almamıştım tehdidini. Bugün Nisha’yı… Panipuri yemeye götürmek istedim ama onu nasıl korkuttuysa gelmeyi reddetti… Ben kendim almak için yanından ayrıldığımda korumalardan ikisini yanında bıraktım. Ancak kazadan… birkaç dakika önce haber geldi… Koruma aracına biri saldırıyor ve o kişiler ile korumaları polis karakola götürüyor. Bunların hepsi tesadüf mü?” Kafamı iki yana sallarken bu cevabını bildiğim bir soruydu “O yaptı… Belki de başından beri oradaydı… bizi izliyordu. Benim gitmemi bekledi… onun orada kalmasını sağladı. Sonra olay çıkarmak için tuttuğu adamlar arabayı taşladı. Kamyon şoförünü de o ayarladı.”

Kafamda dönüp duran düşüncelerin sesli bir şekilde ağzımdan dökülüşü öfkemi harladı yine. Delirecektim! Yumruklarımı sıktım. Sol elimin uyuşmaya başladığını hissettim.

“Benim kızım olarak kalacak…” diye fısıldadı düşünceli sesiyle. Onun beni tehdit ederken söylediği cümleden bahsediyordu. “Köşeye sıkıştığını ve mahkemenin velayeti sana vereceğini nereden anlamış olabilir?”

Bu hiç aklıma gelmemişti. Şu an sağlıklı düşünebildiğim pek söylenemezdi zaten. “Bilmiyorum”

“Belki de önünde sonunda açık verip kaybedeceğini anlamıştı”

“Virjay başka birine bir şey demiş mi bu konu hakkında?” diye sordum kuru bir sesle.

“Hayır, benden başka kimseyle konuşmadı diye biliyorum”

Yumruğumu sıktım “Senin dediğin gibi oldu belki de o zaman”

Bakışları bana döndüğünde yüzündeki artan şaşkınlığının yanında öfkenin parladığına şahit oldum. “Bu adam delirmiş olmalı gerçekten! Sırf sen kazanma diye kendi kızını…”

Devam edemeyip bir küfür savurduğunda ellerini saçlarının arasından geçirdi. Nisha’nın yanından hiç ayrılmamalıydım. Beni öldürebileceğini bile düşünmüştüm ama ona böyle bir şey yapacağı aklımın ucundan geçmemişti.

Ranvir temkinli adımlarla bana yaklaşırken yüzünde düşünceli bir ifade vardı. “Önce araştıralım ve kanıt bulalım. Bu şekilde zararlı biz çıkarız, Barun” Haklıydı. Karşımda dururken ve onun hakkında konuşurken gözümün dönmesine engel olamamıştım. “Anlaştık değil mi? Her şey kanunen ilerleyecek. Kendini ve olabilecekleri düşün. Bak olayın büyümesi polisler ile yüz göz olmak demek. Geeta ile oynadığın oyunda tehlikeye girebilir.”

Sağ elimle sertçe yüzümü sıvazlarken sinirle sesli bir nefes bıraktım. Kafayı yememek mümkün mü bu durumda?!

Yüzüme beklentiyle baktığında “Tamam” dedim teslim olarak.

Bu sırada odanın kapısı açıldı ve önde babam arkasında Akash içeriye girdiler. Bakışları odada gezindikten sonra ikisinin de kaşları çatılırken babamın gözleri endişeyle bana döndü. Sol elimin halini görünce yanıma adımladı hızla.

“Bu halin ne oğlum?” elime dokunmaya kalktığında geri çektim.

Bakışlarımı yüzünden çekerken “Önemli bir şey yok” diye konuştum. Akash’ın yanıma yaklaşma cesareti vermemi bekleyen bakışlarını görsem de ona karşılık vermedim.

“Hala kanıyor oğlum ne demek önemli değil?” ısrarla uzatmaya devam ettiğinde sesli bir nefes bıraktım.

“Neden hala buradasın?” diye sordum, düz bir sesle.

Gözlerindeki korku azalmazken “Senin için buradayım” dedi.

“Ne oldu, birini öldürürüm diye mi korktun yine?”

Gözlerini kapatıp açarken yorgun bir nefes bıraktı “Barun” dedi, yapma der gibiydi daha çok.

Neden yapmayacaktım? Herkes gibi beni suçlamamış mıydı o da daha önce? Pişman olmuştu, öyle söylüyordu ama bu artık neyi değiştirirdi?

Tekrar gözlerime baktığında orada tanıdık ve özlem duyduğum duyguları görmek canımı acıttı ama geri adım atmadım. Boşuna çabalıyordu, biz eskisi gibi olamazdık.

“Ne hissettiğin umurumda değil, sana da ihtiyacım yok”

Akash öne doğru çıkarken “Barun, geçmişe olan öfkeni bir kenara bırak artık. Neden ısrarla anlamak istemiyorsun? O sadece seni düşünüyor ve yanında olmak istiyor” diye konuştu hemen. Kayıtsız bakışlarım ona döndü. Mavilerinde hüzün vardı. Babam için üzülüyor olmalıydı.

Ona cevap vermedim. Buna gücüm yoktu. Burası iyice daraltmıştı beni. Benim acilen dışarı çıkmam gerekiyordu.

Babam Akash’ın koluna dokunup onu geri çekerken “Tamam, nasıl istiyorsan öyle olsun ama Akash’ın yarana bakmasına izin ver. Sonra da eve geçelim, iyi görünmüyorsun” diye konuştu. Kahveleri tekrar yüzüme dönmüştü.

Sağ elimle alnımı ovuşturdum. Başım ve boynum ağrıyordu. Sol elimin parmaklarını hareket ettirmeye çalıştım bir yandan ama tamamen uyuşmuşlardı.

“Çetan amca haklı Barun” Ranvir de ona destek çıktı hemen.

Akash benim bir şey söylememe kalmadan aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalıştı “Merhem sürüp sarmazsan iyice enfeksiyon kapar ve geç iyileşir, bir bakayım ayrıca ne kadar derin gel” derken elime uzanmak istedi.

Elimi geri çekerken yüzüne bakmadım “Gerek yok dedim, rahat bırakın beni” bir şey söylemelerini beklemeden aralarından geçtim ve kapıya doğru ilerledim.

“Oğlum”

Babam arkamdan çağırırken durmadım. Koridor boşalmıştı. Korumalardan ikisi bekliyordu hala merdivenlerin başında. Onları geçip giriş kata çıktım. Ranvir bana yetişmiş yanımda yürümeye başlamıştı.

“Böyle yapma, Barun” sitemle konuştuğunda onu duymazlıktan geldim.

Gazetecilerin ön çıkışta doluşmuş olduklarını bildiğim için yangın merdivenlerine ilerledim. Aklıma yine Nisha gelince yumruğumu sıktım. Sol bileğimdeki ağrı tüm koluma yayıldı.

Dışarı çıktığımızda yerimde durdum ve kafamı hafifçe gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapatıp birkaç defa bunu tekrarladım. Yetmiyordu hiçbir şey. Gökyüzü bile iyi gelmiyordu artık bana.

Bırakma kendini. Yeri değil, bırakma…

Gözlerimi açıp yanımda ses etmeden beni izleyen Ranvir’e döndüm “Eve mi gideceksin, bırakayım?” diye konuştu benden önce.

“Yalnız kalmak istiyorum. Bir süre ulaşamazsan merak etme”

Kaşları çatıldı hafifçe. Gözlerine endişe tohumları eklenmişti. “Tamam, bende geleyim seninle. Rahatsız etmem biliyorsun”

“Biliyorum ama senden başka bir şey isteyeceğim” dedim, acıyı kısa bir süreliğine unutup zihnimi toparlamaya ve mantıklı düşünmeye çalıştım. “Komiser Subraj ile iletişime geç. Ona şüphelerimden bahset. Ona göre arabayı taşlayan adamları tekrar sorguya alsın ve mabedin önünde bir arama başlatılsın”

Ne kadar ciddi olduğumu görüp sesli bir nefes bıraktı ve boyun eğdi. “Tamam, haberleşiriz”

Kafamı ağır ağır sallarken “Unutmadan, karakola ifade vermeye giden adamlarımız ile de konuşmayı unutma. Olayı bir de onlardan dinle. Belki dikkatlerini çeken bir şey olmuştur” diye konuştum.

“Benim duyduğuma göre kaza gerçekleştiğinde caddede kimse yokmuş. Herkes mabette törendeymiş”

Zamanını bile ayarlamış olabilirdi. Ona yakalanmayacağını ve bana açık açık sen yaptın deme cesareti veren şey neydi?

Tek başına değildi… Kesinlikle ona ya da onlara güvendiği birileri vardı. Daha öncesinde şüphelendiğim ama kanıtlayamadığım bir durumdu bu.

Onun da müşterisi olduğu kumarhaneye yaptırdığım baskın geldi aklıma. Belge yetersizliğinden kapatılmamıştı orası. Büyük bir güç vardı. Devletin içine bile sızmıştı. O kişilerle bağlantısı olabilir miydi Virat’ın da? Onlara mı güveniyordu?

Yumruğumu sıktım "Tören için orada olan korumalar... Onlar hiçbir şey görmemiş mi?"

"Direkt caddeyi korumaya aldık. Beşi caddenin başında diğer beşi sonundaydı. Mabedin içinde dört kişi vardı. Onlarla henüz konuşmaya fırsatım olmadı. Yine de olay kaza gibi olduğundan bir şey görmeleri çok düşük. Yine de konuşacağım hepsiyle merak etme"

Bende çok ümitli değildim bir şey gördüklerinden ama küçükte olsa bir şeye tutunmaya ihtiyacım vardı. İhanet eden mi vardı yoksa aralarında? Birkaçını devlet atamış olsa da çoğunu özenle ben almıştım yanıma. Hepsi eğitimli ve sadece geçinmek için değil devlete hizmet etmek için de bu yolda yürümeyi kabul etmiş adamlardı. Buna inanmak istemedim.

Bu nasıl bir oyundu böyle?

Kısa bir sürede planlanmadığı belli.

“Barun” koluma dokunan Ranvir ile irkildim. “Seninle gelmemi istemediğine misin?”

Sesindeki hüzün yüzüne bakmamı engelledi. “Eminim. Çok uzun sürmez toparlanmam merak etme. Sana verdiğim görevleri yap, yeter benim için. Bu konuda da bir tek sana güvenebilirim”

Başını salladı başka bir şey söyleyemeyip. Bende veda eder gibi hafifçe kafamı eğdim ve arkamı dönüp yürümeye başladım.

“Bir delilik yapma sakın, sana ihtiyacı olan başka çocuklar da var!” diye bağırdı arkamdan.

Sözleriyle göğsüm daraldı. Virat’a ya da kendime bir şey yapacağımdan endişeleniyor olmalıydı. Keşke o kadar cesur olabilseydim.

Bazen... her şey anlamsız geliyor ve hayata tutunmak için sarıldığım dallar bile önemsiz geliyordu.

Hastanenin yakınlarındaki başka bir sokağa girdiğimde adımlarım hızlandı. Aklıma Nisha’nın annesi Satvari Hanım geldi. Ona ne diyecektim? Ona bunu nasıl söyleyecektim?

Göğsümdeki ağırlık artarken hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Koşmaya başladım birden. Ana caddeye çıktığımda birkaç bakış bana dönse de çok göze batmadan kalabalıkta ilerlemeye devam ettim.

Kaybolmuştum işte. Kendi karanlığıma hapsolmuştum yine. Bunu hak ediyordum belki de. Aydınlıkta yaşayabileceğimi umut etmem saçmalıktı.

Hastaneden çıktığımda nereye gideceğimi bilmiyordum. Ranvir’le konuşurken bile kafamda hiçbir yer yoktu ama şimdi siyah demir kapıya bakarken gidebileceğim tek yerin onun yanı olduğunu anlıyordum.

Nefes nefese kalmıştım ama bu engel olmadı bana. Büyük kapıyı itip mezarlıktan içeri girdim. Yoldayken atıştırmaya başlayan yağmur hızlanmaya başlamıştı. Bu yağmuru bilirdim, bir saat anca yağardı.

Ayaklarım aşina olduğu yolda ilerlemeye devam etti. Etrafa kısa bir göz attığımda kimsenin olmadığını görmek daha rahat hissettirdi. Karşısında durduğumda ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesimi bıraktım. Eş zamanlı olarak omuzlarım çöktü. Ondan hiçbir şey saklamazdım, çalışsam bile o anlardı hemen.

Sümeyra Khan.

“Anne, ben geldim” sesim titrediğinde yutkunmaya çalıştım.

Gerçek mezarı İzmir de memleketindeydi. Vasiyeti öyle olduğu için babam hiç istemesek de onun isteğini yerine getirmişti. Türkiye'deki cenazesinde bizden başka kimse yoktu. Babam oradaki arkadaşlarına sonra haber verebilmişti. Dedemlere daha önce gitmişti haber ama yine yoktular.

Bu mezar ise boştu. Sürekli oraya gidemeyeceğimiz için kazdırmıştı babam. Ruhu bizimleydi. Önemli olanın bu olduğunu söylemişti. Sadece özel günlerde onun yanına İzmir’e gidiyorduk. Ben İngiltere’ye gittikten sonra imkânım olmasına rağmen onu ziyaret etmeye gitmemiştim. Gidememiştim. Aisha’dan öğrendiğime göreyse onlar ben yokken de babamla gitmeye devam etmişlerdi.

En son beş yıl önce gitmiştim yanına. Aisha da beni o evde istemediğinde gidecek tek yerim orası kalmıştı. Ait olduğum yerin orası olduğunu düşünmüştüm. Özür dilemiştim yalnızca. Onun istediği gibi bir evlat olamamıştım. Üstüne geride bıraktığı ailesi paramparça olmuştu.

Mezar taşındaki gözlerimi kapattığımda dizlerimin titrediğini hissettim. Göz kapaklarım geri aralandığında bakışlarım toprağına Nisha ile ektiğimiz Nergis çiçeğine değdi. Annemin en sevdiği çiçekti.

Umut demekti… Tohum olarak ekmiştik. Büyümüştü. Açmasına az kalmıştı belki de ama Nisha bunu göremeyecekti.

Yutkunmaya çalıştım. Diğer açmış olan Nergislere baktım. Çoğalmışlardı. Babamın ektiğinden emindim. Biz de Aisha ile ekmiştik birer tane.

İçinde ölü bulunduran bir toprağın üzerinde capcanlı ve göz alıcı duran çiçeklere baktım uzun uzun.

Mucize gibi…

Acı dolu bir nefes döküldü dudaklarımdan. Canım gibi gözlerimin içi de yanıyordu. Daha fazla ayakta duramayıp yerin çamur olmasını umursamayarak mezarın sol tarafına doğru sırtımı verip yere oturdum. Bir süre sessizliği dinledim öylece. Bir rüzgâr esti. Nergis kokusu sardı etrafımı. Tenimi okşadı. Bu iyi hissettirdi.

Yalnız olmadığımı hissettirdi…

Bugün yıllar sonra ilk defa yokluğunu bu kadar derinden hissediyordum. Çünkü ona ne zaman bu kadar ihtiyacım olsa koşarak yanına gelirdim. Çocukken de böyleydim ve o bu sabırsız halime hep tebessüm ederdi.

Başımı geriye doğru mermere yasladım. Sanki dizine başımı yaslamışım gibi hissettirirdi bu. En çok özlediğim şey buydu. Dizlerine yatmak ve ellerinin varla yok arası saçlarımda gezinmesi… Bir orada sakinleşirdim. Çoğu zaman uykum yoksa bile öyle uykuya dalardım. Burnumun direği sızladı özlemle.

Gözlerim kapalıyken “Hani onu bana göndermiştin anne? Neden bu kadar erken aldın yanına?” diye konuştum. Sesim kırgın ve yorgun çıkmıştı. Derin bir nefes aldım, aldığım her nefes ciğerime batmaya devam ediyordu.

“Ben artık mucize istemiyorum anne” Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. En son ne zaman ağladığımı hatırlamıyordum. “Yanına gelmek istiyorum”

Yutkunmaya çalıştığımda kendimi tamamen bırakmıştım. Sağ elimi gözlerime yaslarken içimdeki acının gözlerimdeki yaşlar gibi bedenimi terk etmesini istedim. Bacaklarımı iyice kendime çekip yerimde küçülmeye çalıştığımda bedenimle birlikte yüzümü ona doğru döndüm. Yanağım soğuk mermerle buluşunca irkildim. Gözyaşlarım hızlandı.

Kolumu yüzümden indirip ismine baktım buğulu gözlerimle. Boğazımdaki yumru konuşmamı engellese de onun beni böyle de anlayacağını biliyordum. Ona bile anlatamazdım çoğu zaman her şeyi ama o anlardı bir derdim olduğunu.

Yapayalnızlık hissi sardı etrafımı. Nisha’nın varlığından bu yana yarasını hissetmediğim bir duyguydu. Acıyan gözlerimi kapattım. Yağmur tahmin ettiğimden kısa sürmüştü. Rüzgâr sert bir şekilde esmeye devam ederken gözyaşlarım çenemden ellerime doğru akmaya devam ediyordu. Titredim yerimde. Üşüyordum. Ruhum üşüyordu.

Ne kadar süre öylece durdum bilmiyorum. Ağlamam iç çekişlere dönmüştü. Bu halimden nefret ediyordum. Ona bu kadar güçsüz olduğumu göstermekten nefret ediyordum ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Yapamıyordum.

Beni bu şekilde görmek kim bilir onu ne kadar üzüyordu. Bu düşünceydi tekrar toparlanmamı sağlayan. Onun üzülmesine dayanamazdım.

“Özür dilerim” çatallaşan sesimle konuştuğumda kafamı kaldırmış ismine bakıyordum. “Çok özür dilerim anne”

Beni affedip affetmediğini hiç öğrenemeyecek olsam da ne kadar üzgün olduğumu söylemeye her geldiğimde devam ediyordum.

Yanaklarımı kuruladım sertçe. Bu sol elimin acısını hatırlattı tekrar. Ayağa kalkmaya çalışırken ondan da destek almam gerekmişti. Bu biraz zor oldu bu yüzden. Acıyla yüzümü buruşturmadan edemedim. Pantolonumun toprak içinde kaldığını gördüm. Umursamadım.

Güçlükle birkaç adım atıp isminin yazılı olduğu taşa yaklaştım. Dokunmak istedim her zamanki gibi ama ellerim kanlı olduğu için bundan vazgeçtim. Eğilip bir buse kondurdum sonra. Bir veda ritüeli gibiydi bu bizim için.

Ağır adımlarla ayrıldım oradan. Boş kaldırımda ilerlerken gitmem gereken yer belliydi aslında. Satvari Hanım’a söylemem gerekiyordu.

Bunu nasıl söyleyecektim?

Bacaklarımdaki güç çekilmiş gibiydi. Bu gerçeği ben kaldıramıyordum annesi nasıl dayanacaktı?

İç çektim. Bu sırada karşı taraftan gelen taksi dikkatimi çekti. Boş olduğunu görünce elimi kaldırdım. Yanımda durdu. Arka tarafa geçip oturdum. Araba hareket ettiğinde taksi şoförü dikiz aynasından bana baktı. Gözleri en son yüzümde durduğunda kaşları hafifçe çatıldı.

“Kaymakam Bey siz misiniz gerçekten?”

Oldukça şaşkın gözüküyordu. Korumasız dışarıda dolaştığım yoktu. Yanımda mutlaka birileri olurdu, kimse olmasa Ranvir olurdu. O kadar araba dururken taksiye binmem ona imkânsız gelmiş olmalıydı.

Kafamı salladım sadece ve bakımevinin adresini söyledim. Halimdeki garipliği fark etmiş üzerine ağzını açmaya cesaret edememişti. Telefonumun melodisini duydum tekrar. Bu defa kayıtsız kalmayıp kimin aradığına baktım. Halil amca arıyordu. Haberi almışlar mıydı? Babam söylemişti belki de. Arama sonlandı. Geri dönmedim. Konuşacak gücüm yoktu şu an.

Satvari Hanım ile nasıl konuşacaktım onu da bilmiyordum. Diğer arayanlara bakmadan ekranı kapatıp telefonu tekrar cebime koydum. Ellerimi kucağımda birleştirdim ve bakışlarımı oradan ayırmadım. Yol boyu kafamda dönüp duran düşüncelerin esiri oldum.

Hepsi Nisha’nın gidişine dairdi.

Göğsümün daraldığını hissedip başımı kaldırdığımda gelmiş olduğumuzu fark ettim. Arabadan indiğimde taksici de benimle birlikte indi.

“Efendim, siz iyi misiniz?” diye konuştu. Bakışları sol elimden yüzüme çıktı tedirgin bir şekilde.

Elimi arka cebime atarken “Sorun yok” dedim, cüzdanımı çıkardım ve ücretin ne kadar olduğunu bilmeden elime gelen yüzlük rupileri uzattım. Her hareketim de kolumdaki ağrı artıyordu sanki.

Yanından geçip girişe doğru adımlarken ‘bunlar fazla oldu’ söylenmelerini duymazlıktan geldim. İçeri girmeye can attığım söylenemezdi ama kimseyle de muhatap olmak istemiyordum. Öyle ki bahçedeki güvenliğin yanında olan üç korumamın beni görüp yanıma doğru adımladıklarını gördüğümde elimi havaya kaldırıp buna engel olmuştum. Virat yüzünden bırakmıştım onları da burada. Boşanmış olsalar dahi buna bile ökesi hala diriydi.

Binaya girdiğimde her zamanki sessizlik ve sakinlik karşıladı beni. Beş katlı olan binanın ikinci katındaydı onun odası. Hemen karşımda olan merdivenlere yöneldim.

Basamakları ağır ağır çıktım. Koridora çıktığımda Doktor Bhadra (Badra) Hanım’la karşılaştık. Satvari Hanım’ın da doktoruydu aynı zamanda. Otuzlarının sonunda olduğunu ve yaklaşık beş yıldır burada çalıştığını biliyordum. Yüzünde kederli bir ifade varken beni gördüğüne şaşırmış gibi durmuyordu. Aksine beni bekliyor gibiydi.

“Kaymakam Bey, hoş geldiniz” diye konuştu ellerini önünde birleştirerek. Kafamı eğdim sakince. Ellerini indirdiğinde üzgün gözleri yüzümde dolaştı “Haberi vermeye mi geldiniz?”

“Siz nereden duydunuz, ona söylediniz mi yoksa?” şaşkınlığım sesime de yansırken midem kasılmıştı.

Kafasını iki yana salladı umutsuzca “Tesadüfen haberlerde gördüm bende. Ancak sizle konuşmadan ona söylemeyi doğru bulmadım. Sizi de aradım ancak ulaşamadım.”

Haberlerde mi görmüştü? Kaza anından mı bahsediyordu yoksa hastanedeki görüntüler mi yayınlanmıştı?

“İyi gözükmüyorsunuz, üstelik yaralanmışsınız. Odama geçelim isterseniz biraz dinlenin, yaranıza bakayım bende?” dedi, ben konuşmayınca.

Üstüm başım toprak içindeydi. Gözlerim ise ağlamaktan kıpkırmızı olmalıydı. Ne kadar berbat bir halde olduğumu tahmin etmek zor değildi.

Sol elimin tekrar kanamaya başladığını gördüm. Üzerindeki yaranın çok kötü durduğunu fark ettim. Böyle herkesin dikkatini çekiyordu. Kapatıp bu bakışlardan kurtulmak istedim.

“Sağ olun. Ben kendim halledebilirim. Tentürdiyot ve sargı bezi alabilir miyim?” diye konuştum. Üstelemedi ve başını sallayıp yanımdan ayrıldı.

Onu beklerken koridordaki bekleme koltuklarına oturdum. Koridor sessizdi. İlaç saatinde olmalıydık muhtemelen. İlaç içtikten sonra çoğu hasta uyuyordu çünkü. Kolum tonlarca ağırlıktaymış gibi bir yavaşlıkla sağ kolumdaki saate baktım. Öğleni geçiyordu. Doğru tahmin etmiştim.

Bu sırada Bhadra Hanım elinde istediğim eşyalarla yanıma geldi. Ellerindekini sağımdaki koltuğa bırakırken “Satvari Hanım ilaç aldı mı, uyuyor olmalı?” diye sordum ruhsuz bir sesle.

Geri karşıma dikilirken yüzünde tedirgin bir ifade oluştu “Aslında bende onun yanından geliyordum. Bugün öğle yemeğini yememiş. İlaç içmeyi de reddetti. Tedirgin bir hali vardı.” Sesi sonlara doğru kısılırken boğazını temizledi. “Sizi görmek istediğini söyledi bana da”

Hissetmiş miydi?

Anneler hisseder, derdi annem.

Ezgi de böyle söylemişti ona içini dökerken...

Bakışlarımı yere eğerken yutkundum. Göz pınarlarım acıyla sızladı. Dişlerimi sıktım.

“Ben gidip sizin geldiğinizi söyleyeyim ona. Yardım istemediğinize emin misiniz?” tekrar konuştuğunda bakışlarım kanayan elime döndü. Kan gömleğime de değmişti. Beyaz gömleğin bir kısmı kırmızı olmuştu.

“Evet, işim bitince gelirim” dedim, sesim boğuk çıkmıştı.

Yanımdan uzaklaşıp on adım ilerimdeki çapraz kapıdan içeri girdi. Bakışlarım elimdeki yaraya dönerken iç çektim. Ağır hareketlerle tentürdiyot ve sargı bezine uzandım. Pamuğun üzerine damlattığım tentürdiyot ile gelişigüzel eklem yerlerimdeki kanı temizledim.

Yara olan yerler sızlarken yanması dayanılmaz bir acı sundu bana. Yüreğimdeki yara kadar acıtamazdı yine canımı. Gözlerim donuk bir şekilde yaraların üzerinde gezinirken Nisha’yı düşündüm.

Onun da canı çok yanmış mıydı?

Diline vuran acısını haykıramamıştır bile…

Bir damla yaş düştüğünde elime gözlerimi kırpıştırdım ve kendime geldim. Kolumun içiyle yüzümü sildim hemen. Koridorda kimsenin olmayışı işime gelmişti. Sargı bezini aynı savurganlıkla sardım elime ve sabitledim. Kalan malzemeleri koltukta bırakırken ayaklandım ve Satvari Hanım’ın odasına ilerledim.

Derin bir nefes alıp kapıyı tıklattım ve içeriye girdim. Satvari Hanım beni görünce oturduğu yatağından doğruldu güçsüzce. Zar zor bakışlarım yüzüne döndü. Onun gözleri ise endişeyle üzerimde geziniyordu.

Ona her baktığımda annemin hastanedeki hali geliyordu gözümün önüne. Genç bir anneydi o da ama hem yaşadıkları hem de hastalığı onu bir hayli yıpratmıştı. Satvari Hanım’ın durumu daha iyiydi ama anneme göre. Enfeksiyonu atlatmıştı ama hala bazen nefes almakta zorluk çekiyordu. Ciğerleri fazla hasar görmüştü. İlaç tedavisi devam ediyordu bu yüzden. Bhadra Hanım fizik tedavisine devam ederse de birkaç aya yürüyebileceğini söylemişti.

“Kaymakam Bey, hoş geldiniz. Bende sizi görmek istemiştim” sesi titredi konuştuğunda. “Siz iyi misiniz?”

Gözlerimi kaçırdım. Hayır, ben yapamayacaktım. Söyleyemeyecektim. Bhadra Hanım'la buluştu gözlerimiz. Anlamış gibi hafifçe kafasını salladı ve yatağa onun yanına oturup dikkatini çekti.

“Satvari, sana söylememiz gereken bir durum var” dedi gayet soğukkanlı bir sesle. Mesleği gereği bu haberleri vermeye alışıktı. Nefesimi tutup Satvari Hanım’ın yüzünü izledim.

Gözlerindeki korku büyüdü hemen “Nisha! Nisha’ya bir şey mi oldu?” diye soluduğunda kirpiklerim titredi acıyla. Yataktan kalkıp ona koşmak istermiş gibi hareketlendi birden.

Bhadra Hanım onu kollarından yakaladı. “Lütfen, bırakma kendini. Nisha… bir kaza geçirdi” Satvari Hanım’ın duyduklarıyla yüzündeki dehşet ifadesi artarken dudakları titremeye başlamıştı. Bhadra Hanım bir süre bekledikten sonra kafasını eğdi “Onu… kaybettik Satvari”

“Hayır” çırpınmaları dururken onun yüzüne bakakaldı bir süre. Gözlerinden yaşlar akmaya başlarken kafasını iki yana salladı. “Hayır, yalan söylüyorsun”

Gözleri bana döndü birden. Nisha’nın ondan aldığı açık yeşil gözlerinde gördüğüm acı göğsüme bir hançer daha sapladı sanki. Yutkunmaya çalışırken geriye bir adım attım.

“Doğru olmadığını söyleyin” dedi bana. Sesi yalvarır tondaydı ve bu daha fazla çaresiz hissettiremezdi bana. “Kızım… Kızım nerede? Bana onu getirin lütfen”

Gözlerimi yere indirdiğimde yumruklarımı sıktım. Bununla birlikte ondan acı dolu bir feryat yükseldi. “Hayır, ölmüş olamaz! Benim kızım yaşıyor! Hayır!”

Sesi tüm odayı doldurduğunda Bhadra Hanım’ın onu telkin etmeye çalıştığını duydum. Ardından onu zapt etmek zorlaşmış olmalı ki hemşirelerden birini çağırdı. Gelen hemşire onu tutma görevini üstlenirken Bhadra Hanım serumuna bir iğne yaptı. Olduğum yerden milim kıpırdamayarak onları izledim.

“Yaşayamam… Ben o olmadan yaşayamam! Bana kızımı getirin!” Bunları sayıklarken kolları güçsüzce yanına düştü en sonunda. Ona sakinleştirici vermiş olmalıydı.

Yaşlı gözleri ağır ağır kapanırken gözlerini gözlerimden ayırmadı. Kızımı getir der gibiydi hala. Nefesimin daraldığını hissettim yine. Sanki biri boğazıma sarılmış nefesimi kesiyordu. Sırtımı döndüm hemen ve odadan dışarı çıktım. Koşar adımlarla merdivenleri indim.

Dışarı çıktığımda bahçenin ortasında durdum. Soluk soluğa kalmıştım. Başımı gökyüzüne çevirdim ihtiyaçla. Derin nefesler alıp verirken gözlerimi kapattım.

Sakin ol, sakin ol.

Bahçeden çıktığımda kaldırımda ilerlemeye başladım. Bu sefer gerçekten nereye gideceğimi bilmiyordum. Çok bir seçenekte yoktu. Eve gitmek istemiyordum ama kaymakamlığa gitmektense orası daha mantıklı geliyordu şu an.

Dibimde çalan korna sesiyle irkildim. Soluma döndüğüm sırada Ranvir de camını aşağı indirmişti. “Tam vaktinde” diye konuştu, rahat bir nefes bırakırken.

Bir şey söylemeden yüzüne baktım sadece. Ardından diğer tarafa adımlayıp kapıyı açtım ve yanına oturdum. Burada olduğumu nereden bilmişti bilmiyordum. Belki de dışarıdaki korumalar haber vermişti.

Bakışlarını üzerimde hissettim ama yola bakmaya devam ettim. “Komiser Subraj ile konuştuktan sonra dayanamadım. Yanında olmak istedim. Baban annenin yanına gittiğini söylemişti. Oradaysan rahatsız etmek istemedim bende. Gitmemişsen nereye gidebilirsin diye düşündüm. Kaymakamlığa gittim önce. Apnanan Köprüsü geldi aklıma sonra, oraya gittim.”

Orası benim nasıl aklıma gelmemişti?

Peki babamın annemin yanına gittiğimi düşünmesi?

Derin bir nefes alıp verdim. Daralmıştım. Camımı indirdim yarısına kadar. Rüzgâr yüzüme vurdu. Virat’ın durumunu sormadım. Geberip gitse dahi umurumda olmazdı.

“Orada da olmayınca aklıma en son burası geldi. Burası aklıma önce gelmişti ama gideceğini düşünmemiştim.” Sesli bir nefes alıp verdi ben konuşmamaya devam edince “Söyleyebildin mi?

Kafamı salladım sadece.

“Cenazeye katılabilecek durumda mı?” diye sordu.

Çatık duran kaşlarım düzelirken bakışlarım ona döndü. Ben bunu hiç düşünmemiştim.

Çünkü sende hala kabullenemiyorsun…

“Akash ve Çetan amca hastanede geri dönersin diye seni bekliyordu en son. Akash saat üçe doğru cenaze işlemleri hallolur, onu alabilirler demişti.”

Sol elim boğazıma gitti. Kim alacaktı onu, ben mi?

Aklıma gelen başka bir düşünceyle nefesimin bu sefer gerçekten kesildiğini sandım. Satvari Hanım Hinduizm dinine inanıyordu. Onların cenaze töreninde ölüleri yakıyorlardı. Yutkundum. Ateş yutmuşum gibi boğazım yandı.

Buna nasıl dayanırdım? Asla izin veremezdim… asla.

“Şu an kendinde değil… uyanınca ararlar beni” diye konuştum en sonunda. Başını salladı beni onaylarcasına.

Uyandıktan sonra onunla konuşup bir şekilde onu ikna etmeliydim. Onu bir de yakmalarına… izin veremezdim.

“Barun” Ranvir emin olmayan bir sesle ismimi seslendiğinde gözlerimi yoldan ayırmayıp söyleyeceklerini dinledim. “Bize gidelim mi? Neha da çok merak ediyor seni, arayıp duruyor. Bulursan al getir bize dedi”

Ne istediğimi bilmiyordum ama kimseyle konuşmak istemediğimi biliyordum. Şimdi bir de bu halimle ne Neha’yı ne de çocukları üzmek istemezdim.

“Sağ ol, ona iyi olduğumu söyle ama beni eve götür” dedim. Üstelemedi. Bundan sonra da eve varana kadar konuşmadık.

Arabadan kaçarcasına inerken varla yok arası bir görüşürüz çıktı ağzımdan. O da duymamış olmalı ki karşılık vermemişti. Diğer bir kapı çarpma sesinden onun da arkamdan indiğini anladım. Bir şey söylemeyip girişe doğru ilerlerken ismimi seslendi.

Yerimde durdum ve derin bir nefes alıp verdim. Ona doğru döndüm sonra. Gözlerindeki o üzgün bakış tanıdıktı. Kerem’i kaybettiğimde yanımdaydı, annemden uzakta onun için ağlarken de ve tüm ailemi kaybettiğimde de…

Hızlı adımlarla aramızdaki mesafeyi kapattı ve kollarını omzuma sarıp beni kendine çekip sarıldı. Omuzlarım düştü iyice. Bir şey söylemedi ama sırtıma vurduğu elleri ne olursa olsun yanımda olduğunu söylüyordu.

İç çektim. Boğazım düğümlendi yine. Beceriksizce sarılışına karşılık vermeye çalıştım. Omzuma vurup geri çekildi çok sürmeden. Bu tarz şeylerden hoşlanmadığımı biliyordu.

“Biraz dinlen, güç toplaman gerek” diye konuştu. Kafamı salladım öylece. “Ben bir gelişme olunca haber veririm sana”

Kederli bir tebessümle bana bakarken kafasını eğerek veda etti. Ardından geri arabaya doğru ilerledi. Bende sırtımı dönüp eve doğru adımladım.

Babamların hala beni hastanede mi beklediklerini düşünürken salona girer girmez onları görmeyi beklemiyordum. Anlaşılan onlarda yeni gelmişti.

Tekli koltuklardan birine yaslanmış Ezgi’yi fark ettim. Gözlerimiz kesişti anında. Hafifçe kaşlarım çatıldı. Neden ağlıyordu?

Kollarındaki yeşil bilezikleri gördüğümde kalbimde ince bir sızı oluştu. Onunla tanışmışlar mıydı? Törenin o saatte yapıldığından haberim yoktu. Onu da bu yüzden getirmiş olmalıydılar oraya. Bakışlarım elbisesinin uçlarındaki kana değdi.

Nisha’nın kanı…

Yutkundum. Acıyan gözlerimle tekrar gözlerine baktığımda onun da kaşlarının merakla çatıldığını görmüştüm. Omuzlarım daha ne kadar çökebilirse o kadar çöktü duygu yüklü yeşillerine bakarken. Buna daha fazla dayanamayarak gözlerimi kaçırdım.

Bu sırada babamın yanında olduğunu gördüğüm King de beni fark etmiş bir şaşkınlık nidası bırakmıştı. Onunla beraber babamın da bakışları bana dönünce yerinde hareketlendi hemen.

“Oğlum” yanıma doğru hareketlendiğinde çoktan ağır adımlarla merdivenlere ilerlemeye başlamıştım. Onu umursamadım. Yüzüne bile bakamadım. Gözlerindeki o beni anladığını düşünen ifadeyi görmek istemiyordum.

Onu ardımda bırakıp merdivenleri çıktım. Peşimden gelmek için ısrar etmemesine içten içe sevindim. Adımlarımı hızlandırdığımda babaannem ile de karşılaşmak istemiyordum. Yoksa ondan kurtulmam bu kadar kolay olmazdı.

Çalışma odasına girdim ve kapıyı kilitledim. Boş bakışlarımı odada gezdirip öylece dikildim bir süre. Anılar boş durmadı.

Nisha’yı buraya getirdiğim gün geldi aklıma. Gökyüzüne hayranlıkla bakışı… Ona takımyıldızlarından bahsedişim… Birlikte uyuyuşumuz…

O artık yoktu... Onu kaybetmiştim… Geriye sadece onun bile haberinin olmadığı hayallerim ve verilen sözler kalmıştı.

Masamın önüne gelirken ellerimi masaya yaslayıp eğildim. Bunda o adamın parmağı olduğundan emindim ama elim kolum bağlı eve gelmiştim. Bunu kaldıramıyordum. O, belki de zafer kazanmış edasıyla sokaklarda gezinirken Satvari Hanım’ın acı çekmesine katlanamıyordum.

“Ben değil, sen yaptın”

Burnumdan soluyarak yerimde doğruldum ve masanın üzerindeki eşyaları yere fırlattım. İçimde depremler yaşanırken hiçbir şeyin düzenli durmasına tahammülüm yoktu. Ardından yan taraftaki vitrindeki eşyaları, raflardaki kitapları… Nefes nefese kalmış bir şekilde etrafıma baktım. Ellerimi saçıma daldırıp çekiştirdiğimde gözlerimi kapattım.

Bütün bunlar bir kâbus olsun Allah’ım, lütfen.

Kapının tıklatıldığını duydum. Babaannemin telaşlı sesini duydum daha sonra. “Barun iyi misin oğlum?”

Sesli bir nefes bıraktım “Sorun yok, rahat bırakın” diye konuştum sadece.

Bir süre daha fikrimi değiştiririm diye bekledi ardından uzaklaşan adım seslerini duydum. Yüzümü sıvazladım sertçe. Güçlükle pencereye doğru ilerledim sonra. Kapalı olan panjurlarımı kaldırdım ve boydan camlarımı tamamen açtım. Gökyüzünü odamda hissetmemi sağlıyordu bu. Artık iyi hissettirmese de sakinleşmemi sağlasın istedim. Sık nefeslerim düzene girdi gökyüzüne bakınca.

Kolumun ağrısına rağmen koltuğu oraya doğru yaklaştırdım ve yere çöküp sırtımı ona yasladım usulca. Bir bacağımı kendime çektim. Bedenimde güç kalmamış gibi hissediyordum. Göğsümdeki ağırlığa bir de bedenimin ağırlığı ekleniyordu. Yorgun bir nefes vererek başımı geriye doğru yasladım ve gözlerimi kapattım.

“Dayanmak zorundasın, Asaf” diye fısıldadım. İçimdeki yanan ateşe bir odun daha attım. Kendimde yandım ama sesimi çıkarmadım “Onu senden alanlara bunun bedelini ödetmeden kendini bırakamazsın.”

Nisha için dayanmak zorundasın…

 

EZGİ KAYHAN

Gözüme ilk çarpan odanın dağınıklaydı. Koltuk pencereye yaklaştırılmış ortadaki sehpa devrilmişti. Üzerindeki sürahi ve bardağın parçaları etrafa saçılmıştı. Kaşlarım çatıldı. Ne olmuştu burada böyle?

İçeriye tamamen girip kapıyı yavaşça kapattığımda bakışlarım masasına kaydı. Oradaydı. Ancak kafasını masadaki kollarının arasına gömmüştü. Geldiğimi duymadığına göre uyumuş olduğunu düşündüm. Bu görüntü içimi daha çok burktu.

Yemekte de çok yorgun ve solgun gözüküyordu zaten bu yüzden rahatsız etmemeyi düşündüm başta ama burada da böyle uyması doğru değildi. Her yeri tutulurdu.

Yerdeki boşluklardan yürüyerek masasının yanına geldim. Onun tarafına doğru geçtiğimde yüzünü gördüm. Uyurken bile kaşları çatıktı. Sağ kolunun üzerine yatmıştı diğer kolu da masanın üzerindeydi. Uykuya öyle aç duruyordu ki onu uyandırmaktan vazgeçtim o an.

Bu sırada sol elinin altındaki fotoğraflar gözüme çarptı. Görmek için masaya biraz daha yaklaşıp eğildiğimde elinin üzerindeki yarada takılı kaldım. İçimdeki dokunma duygusunu bastıramadım yine. Parmak uçlarımla eklem yerlerine dokundum. Yaralarının etrafı morarmaya başlamıştı. Yüzüne kısa bir bakış attığımda uyanmadığını görmek rahatlamamı sağladı.

Elinin yanındaki fotoğrafları yavaşça elime aldım. İki taneydi sadece zaten. Niyetim bakıp hemen yerine koymaktı ama gördüklerim yerimde donakalmama sebep oldu. Bunlar Nisha’nın fotoğraflarıydı.

İlkinde kucağında bir kediye sarılmış kocaman gülümseyerek kameraya bakıyordu. Büyük, maviye kaçan yeşil gözlerini tekrar gülerken görmek canımı acıttı. Gözlerimin dolduğunu hissettim.

İç çekerken diğer fotoğrafa baktım. Bunda yalnız değildi. Barun da vardı. Habersiz çekilmiş gibiydiler. Barun onu kucağına almıştı. Bakışları onun gözlerindeyken dudaklarında eşsiz bir gülümseme vardı. Nisha da ona utangaç bir şekilde gülümsüyordu. Gerçeği bilmesem onların gerçekten baba kız olduklarını düşünürdüm. Bu düşünce kalbimi daha çok kırdı.

Onun şimdi oldukça yakınımda olan uyuyan yüzüne döndü bakışlarım. Kim bilir o ne kadar üzülmüştü? Ağlamış mıydı acaba? Onu ağlarken düşünemiyordum. Sol gözümden bir damla yaş düştü. Ardından bir damla daha onu takip etti.

Çeneme doğru yol alan yaşlardan biri onun gözünün altına düşünce yerimde titredim. Damla yanağına doğru yol alırken sanki o ağlıyor gibi gözüküyordu. Kaşları daha çok çatıldı birden. Eyvah, uyanacaktı!

Kafasını oynattı. Hızla geri çekildim ama zaten çok geçti. Kafasını kaldırırken sol eliyle yüzündeki ıslaklığa dokundu. Önce etrafına anlam veremez bir şekilde baktı. Sonra beni gördü. Kalbim yakalanmanın korkusuyla hızla göğsüme vurdu. Yutkundum.

“Ezgi” pürüzlü çıkan sesiyle şaşkın bir şekilde konuştuğunda gözleri üzerimde gezindi.

Dudaklarımı yaladım. “Özür dilerim, uyandırmak istememiştim. Aslında istemiştim ama sonra vazgeçmiştim. Yanlışlıkla oldu.” saçmalamaya başladığımı fark edip daha fazla devam etmedim.

Kaşları daha çok çatıldı. Gözleri ellerime takıldı o sırada. Benim de bakışlarım ellerime döndüğünde fotoğrafların hala elimde olduğunu hatırladım.

Aferin Ezgi, aferin. Gerçekten.

Telaşla fotoğrafları masanın üzerine koydum. Mahcup bakışlarım yüzüne döndü. Onun kahveleri yüzümdeydi zaten. “Ben, özür dilerim gerçekten”

Kafamı bir yere gömesim vardı şu an.

Hiçbir şey söylemedi bunun hakkında. Gözlerini fotoğraflara bakmamaya gayret ederek kolundaki saate çevirdi. Ardından boğazını temizlerken o da ayaklandı. “Neden bu saatte buradasın, bir şey mi oldu?” diye sordu.

“Hayır, bir şey olmadı” kafamı iki yana sallıyordum aynı zamanda. “Ben… Ben uyuyamadım, sizinle konuşmadan içim rahat etmedi çünkü”

Bakışlarında onunla hala konuşmak istediğime dair bir şaşkınlık gördüm. Gerçekten beni kırdığı için bir daha onunla konuşmayacağımı düşünüyordu.

“Ne konuda?” diye sordu.

Sadece kendini suçlu görüyor olamazdı değil mi? Benim söylediklerimin ondan aşağı kalır yanı mı vardı?

“Özür dilemesi gereken tek kişinin sen olmadığını düşünüyorum. Benim söylediklerimde tamamen öfkeyle söylenmiş şeylerdi. Cenaze törenin nasıl olacağını oraya varınca hatırladım ve tabii onun kimsesi olmadığını düşündüğüm için böyle bir şey yapılabileceğini düşünmemiştim… Hiç gelmemeliydim. Onun için çok üzülmüştüm sadece ve senin bir şey yapmadığını düşündüğüm için öfkeme yenilip seni kırdım”

Neden onun için çok üzüldüğümü biliyordu. Annem ile konuşmalarımızı duymuştu. Bunu gördüm gözlerinde. Sesli bir iç çektim ve gözlerini gözlerinden ayırmadım “Bir faydası olmayacak belki ama çok özür dilerim”

Her geçen saniye daha çok şaşırıyormuş gibiydi. Kafasını iki yana salladı “Önemli değil. Bu kadar dert etmene gerek yok” dedi.

Ne demek önemli değil?

Kaşlarım hafifçe çatıldı “Önemli. Canını acıttı çünkü. Yoksa sende benim canımı acıtmazdın” bakışları derinleştiğinde tekrar dudaklarımı araladım “Seni suçladım… hem de çok kırıcı bir şekilde. Sende yalnız olduğumun hissettirilmesinden korktuğum için bunu yüzüme vurdun”

“Ben-”

“Bence hiç yaşanmamış sayabiliriz o anları. Zira hatırlamanın kimseye bir faydası yok” gülümsemeye çalıştım.

Bakışları yumuşadığında “Denerim ama ben hiçbir şeyi kolay unutmam” diye konuştu.

“Kin mi tutacaksın yani bana?”

Dudağının kenarı kıvrılır gibi oldu “Hayır, sana kin tutmam. Genel söylediğim bir şeydi”

“Anladım. Söylediklerimde samimi olmadığımı da unutma o zaman olur mu?”

İhtiyatla kafasını salladı. “Bu kadar kolay affedilmeyi beklemiyordum”

“Kin tutamadığımı söylemiştim.” dedim. Gülümser gibi oldu yine. Belki de ben öyle sandım.

“Hatırlıyorum. Sadece kendimi affettirmem için bir şeyler yaparım diye düşünmüştüm” dedi. Gerçekten kendini affettirmek için uğraşacak mıydı?

Tek kaşım havalanırken “Ne gibi?” diye sordum.

“Ne istersen”

Bana dert etme diyordu ama kendisi pek dert etmiyor değildi. Bu onun da en az benim kadar pişman olduğunun bir diğer kanıtıydı. Dudaklarım kıvrıldı.

“Zaten senden istediğim tek şeyi yapıyorsun. Aileme kavuşma umudum varsa bu senin sayende. Bunun da benim için ne kadar önemli olduğunu tahmin edemezsin”

Kafasını eğdi sadece. Aisha’nın onun hakkında söyledikleri çınladı kulağımda. Onun hislerini belli etmediğinden, aslında ne kadar yıkılmış olduğundan…

“İyi misin?” diye sormadan edemedim bu yüzden.

Gözlerime aynı yoğun ifadeyle bakmaya devam ettiğinde bunu beklemediğini görebiliyordum. Omuzlarını kaldırıp indirdi, umurumda değil der gibi. “Bilmiyorum”

İçinde dolup taşan duygularını anlatmasını istedim ama söyleyemedim. Onu buna zorlamak istemiyordum. Kendi istediği zaman anlatsın istiyordum. Ona onu dinleyeceğimi söylemiştim, unutmamıştı.

Gözlerini kaçırdı ve ellerini masaya yaslayıp öne doğru eğildi. Kafasını da eğerken gözlerini kapatıp derin bir nefes alıp verdi. Bir şey söyleyip söylememek arasında kalmış gibiydi.

“Aslında benim sana sormak istediğim bir şeyler var” diye konuştu en sonunda. Sesi sabırsız geliyordu. “Yarın konuşuruz diye bekleyecektim ama madem geldin, şimdi konuşabilir miyiz?”

Bakışlarım sol profilinde gezindi. “Tabii ki. Bu yüzden geldim”

Kafasını eğdi hafifçe. Yerinde doğruldu ve bana baktı tekrar. Ardından arkasını dönüp pencerenin önündeki koltuğa ilerledi. Bu sefer dile getirmese de bakışlarıyla gel der gibiydi.

Peşinden ilerledim. Aramızda bir kişilik boşluk kalacak şekilde koltuğa oturduk. Onun bakışları karşımızda kalan gökyüzündeyken benim bakışlarım ondaydı.

“Kaza olduğu an sende mabette miydin?” diye sordu.

Kaşlarım çatıldı hafifçe. Neden bunu merak ediyordu ki?

Kaza anı tekrar aklımda film sahnesi gibi dönerken yutkundum. “Ben aslında arabada bekleyecektim. Sizinkiler mabede çıkmışlardı. Nisha’yı gördüm. Mabede giden kadınlardan biri elindeki bilezik kutusunu devirdi ve hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Dayanamayıp yanına gittim ve bilezikleri toplamasında ona yardım ettim. Tanıştık sonra onunla.”

“Neden işaret dili biliyorsun?”

Sorusu beni hazırlıksız yakaladı. Yutkundum. “Konuşamayan iki tane özel öğrencim var bu yüzden. Başta onlar için öğrenmiştim ama sonra aslında herkesin öğrenmesi gerektiğini anladım” dedim. Yalan değildi ama asıl gerçeği şu an anlatmak istemedim.

Anladım dercesine kafasını salladı usulca. Kaza anını sorduğu için Nisha ile olan tek anımı ona anlatmaya devam ettim bende “Nisha bana teşekkür etmek için bu yeşil bilezikleri verdi… Tabii ben o zaman onun kimsesiz olduğunu düşündüğüm için buna gönlüm razı gelmedi ve ona mor olan bilezikleri satın alacağımı söyledim. Mabede çıkıp Akash’tan borç istiyordum. O sırada Nisha da yola ne zaman saçıldığını anlamadığım bileziklerini topluyordu… Birkaç saniye sonra da hızla üzerine gelen kamyonu gördüm… Koştum ama yetişemedim… Hiç ayrılmamalıydım yanından...”

“Elinde olan bir şey değildi” dedi tek düze bir sesle. Daha çok kendini suçluyormuş gibi hissettim. O neredeydi o zaman gerçekten? Yerinde dikeldi sonra ve tekrar konuştu “Peki dikkatini çeken başka bir şey oldu mu o an?”

“Ne gibi?”

Dudaklarını birbirine bastırdı gergin bir şekilde. “Tuhaf olan herhangi bir olay? Mesela şoförü gördün mü ya da o Nisha’yı gerçekten görmedi mi?”

İma ettiği şey ile gözlerim büyüdü. “Ne demek istiyorsun?”

Gözlerini kaçırdı yine “Ben onun öldüğünü değil öldürüldüğünü düşünüyorum” diye konuştu tek nefeste.

“Kim? Kim ne istesin ki küçücük çocuktan?” diye soludum.

Yutkundu. Yanımda koltuğun üzerinde duran sol elinin yumruk olduğunu gördüm. “Babası... Virat denen o adam” Sesi ürkütücü derecede soğuk geliyordu şimdi.

“Sana böyle düşündüren ne? Tamam, ona iyi davranmadığını söyledin ama neticede öz kızı. Bunu nasıl yapabilir?” dedim sesimdeki dehşeti saklamayarak.

Saniyeler sonra gözleri gözlerime döndü. İç çekti. İşin içinden çıkamıyor gibi bakıyordu.

Boğuluyordu.

Elimi uzatıp hala yumruk olan eline dokunmak istedim ama tuttum kendimi. Bakışlarımla ona destek olmaya devam ettiğimde direnmekten vazgeçip omuzları düştü. Göz temasımızı kesip sırtını geriye yasladı. Başını da koltuğun sırtına yaslayıp bakışlarını tavanda gezdirdi.

“Birkaç gündür içimi rahatsız eden kötü bir his vardı. Sabah avukatım arayıp yarınki mahkeme günü için kazanacağımızın garantisini verince biraz olsun hafiflemişti o his. Hem onu görüp hem de bu haberi vermek istedim” Yutkundu. Sabah birden neden keyiflendiğini şimdi daha iyi anlıyordum. Anlatırken aynı zamanda bugünü baştan yaşıyor gibiydi. “Tahmin ettiğimden daha çok sevindi. İki defa sarıldı bana… Normalde pek sıcakkanlı bir çocuk değildir, kolay kolay sevgisini gösteremezdi bu yüzden şaşırmıştım. Bu da insanlardan korktuğu içindi aslında… Sadece annesinin sevgisine güveniyordu”

“Bir de sana belli ki” Bakışları bir anlığına dönüp gözlerimde durdu.

Gözlerini tekrar tavana çevirdiğinde iç çekti “Öyleydi belki de. Sevgisini ve güvenini hissediyordum. Bugün onda da bir gariplik vardı ama. Ben bunun sebebini geç fark ettim tabii. Onu Panipuri yemeye davet ettim. Panipuri onun en sevdiği yemekti ama benimle gelmedi. Virat’ın kontrol etmeye geleceğini söyledi. Ondan korktuğu belliydi. Ondan hep korkuyordu ama bu defa başkaydı. Israr ettim ama ikna olmadı. Bende daha fazla üstelemedim. Panipuriyi alıp onun yanına gelmeye karar verdim. Ona da sürprizim olduğunu söylemiştim”

Göğsü inip kalkerken ciğerleri havasız kalmış gibiydi. Gözlerimin önüne mabedin önünde onun yerdeki bedenine hayret içinde bakan hali geldi. Elinden düşen paket ona yapacağı sürprizdi demek. Gözlerimin içi acıyordu hala ama onun yanında Nisha için ağlamak istemiyordum.

“Oradayken adamlarımdan biri Nisha’nın yanında bıraktığım iki korumanın karakola götürüldüklerini söyledi. Birileri koruma aracına saldırmış. Yakınlardaki bir polis memuru bunları fark ediyor ve olay içindeki herkesi ifade vermeye karakola götürüyor. O zaman bunun bir oyunun parçası olduğunu düşünmemiştim ama içimdeki huzursuzluk devam ettiği için hareketlerimi seri tutmuştum. Ancak yetişemedim yine…” sesi kısıldı sonlara doğru. Boğazını temizledi ve o yumruyu geçirmeye çalıştı yine işe yaramasa da. “Virat, bundan günler önce davadan geri çekilmem için tehdit etmişti beni ama onu ciddiye almamıştım. Onu fazla hafife almışım… Hırsının gözünü bu kadar kör edeceğini düşünmemiştim. Bugün hastanede bunu doğruladı. Nisha… benim kızım ve hep de öyle kalacak demişti. Ve öyle de oldu…”

Aklıma polis arabasına bindirilen adamlar geldi. Onlar Barun’un adamları olmalıydı. “Ben polislerin sizinkileri götürdüğünü gördüm”

“Biliyorum, en son senin onun yanında olduğunu söylemişler”

“Hastanede… O adamın seni suçladığını söyledi Aisha?” diye sordum.

Bu sırada ona sen diye hitap ettiğimi fark ettim. Bu konu hakkındaki konuşmamız geldi aklıma. Başındaki o şaşkınlığın sebeplerinden biri de buydu belki de. Bozuntuya vermedim.

Gözlerini kapatırken yumruklarını sıktığını gördüm tekrar “O tamamen beni kışkırtmak içindi. Üzerime oynadı, istediğini aldı. Nisha’yı da aldı benden… Bana ‘Ben yapmadım, sen yaptın’ dedi. Açık açık beni bu işten geri çekilmediğim için Nisha’nın ölümüyle suçladı. Gözlerinde hiçbir pişmanlık belirtisi yoktu Ezgi… Bir insanı geç, insan kendi canından birine bu şekilde bir soğukkanlılıkla kıyamaz.”

Ben onu kalpsiz diye suçlarken asıl suçlanacak kişi bambaşka biriymiş meğer. Dilimi ısırdım yine pişmanlıkla ve bakışlarımı kaçırdım. Cenaze törenindeki halleri geldi gözümün önüne.

“O an aklıma hemen Nisha’nın oradan ayrılmamak için gösterdiği çaba ve sonrasında korumaların başına gelen şaibeli olay geldi. Bunlar kesinlikle tesadüf olamaz. Ancak elimde hiçbir kanıt yok. Sadece arabaya saldıran kişiler polislerin elinde ama onlar da hala ötmüş değil. Polislerde ellerinde başka bir kanıt olmayınca hareket edemiyorlar. Buna benden başka inanan kimse de yok zaten”

Bu o kadar çıkmaz bir durumdu ki şüpheleniyorsun hatta bir o kadar eminsin ama bunu kanıtlayacak somut bir delilin yok elinde. Gözlerim tekrar çehresine dönerken elimden bir şey gelmesini çok istedim.

Bu sırada zihnimde beliren an ile başımın üstünde bir ampul yandı “Aslında bir şey var” diye konuştum sesimdeki heyecana engel olamayarak.

Kahveleri yorgunca bana döndüğünde yüzümdeki ifade onu da canlandırmış yerinde doğrulmuştu. “Ne var?”

“Bu ne kadar yararlı olur bilmiyorum ama Nisha’ya doğru koştuğum sırada bir ara nefesim kesildi. Duraklar gibi oldum. Sonra yetişemeyeceğimi fark edip belki şoför beni görür de durur diye ona el kol yaparak dikkatini çekmeye çalıştım. Beni gördü… Tam emin değilim ama bir anlıktı. Ancak durmadı.”

Bu durum gerçekten dikkatini çekmiş gibi ilgiyle yönünü bana doğru döndü “Yüzünü hatırlıyor musun ya da plakasındaki numaraları?”

Gözlerim hafif kısılırken adamın yüzünü hatırlamaya çalıştım. Önümde hayal meyal canlandı bazı şeyler. “Başında bir şapka ve gözlerinde kare çerçeveli bir gözlük vardı. Gözleri çekikti, buralı değil gibiydi. Bu kadar sanırım yani görsem bu adamdı derim ama detay olarak bunları hatırlıyorum sadece.”

“Bunlar bile ne kadar çok şey ifade ediyor bilemezsin” sesi daha güçlü gelirken düşünceli gözüküyordu “Peki ya plaka?”

Ona yardım edecek bir şey bulmak içten içe sevindirmişti beni.

“Ona hiç dikkat etmedim ama Akash’ta yanımaydı. O görmüş olabilir” diye yanıtladım onu.

Bundan pek hoşnut olmadı. Yüzü düştü adeta. “Kalsın” diye mırıldandı.

Kaşlarım çatıldı hafifçe. Böyle bir durumda küslüklerini düşünmemeliydi bence. Acaba yardım etmeyeceğini mi düşünüyordu? Belki de gerçekten bulaşmak istemezdi?

“Ben ifade veremem değil mi?” dedim kafamdaki diğer düşünceleri bir kenara atarak.

Sağ eliyle sıkıntılı bir şekilde yüzünü sıvazlarken “Hayır, kimliğin yok. Her şey mahvolur” dedi.

Sıkıntıyla iç geçirdim bende. “Peki nasıl kullanacağız bu bilgiyi şimdi?”

Gözlerinden kısa bir şaşkınlık geçtiğinde tam neye şaşırdığını sorgulayacakken cümlemdeki biz hitabımı fark ettim ve buna gerek kalmadı. “Yardım edebileceğim bir şey varsa elimden ne gelirse yapmak isterim” dedim samimiyetle.

“Sağ ol” dedi sıcak bir sesle. Ellerini önünde kavuşturdu. “Şu anlık benim bile elimden gelen bir şey yok. Bir yol bulup bu adamın robot resmini çizdireceğim. Onu teyit ettiririm sana. Şoförü bulursak her şey açıklığa kavuşabilir”

Kafamı salladım anladım dercesine. “Umarım adalet yerini bulur”

“Umarım”

Bir süre sessiz kaldık. Onun gibi penceredeki manzaraya dönmüştüm bende. İlerideki karanlık orman tüyler ürpertici dururken gökyüzü onun aksine ışıl ışıldı. Gece ayaklarımızın altındaydı sanki.

“Gökyüzünü izlemeyi çok seviyorsun sanırım?” diye konuşup sessizliği bozan ben oldum.

Gözlerini üzerimde hissettim ama dönüp bakmadım “Çocukluğumdan beri beni rahatlatan tek şey.”

“Ne konuda rahatlatıyor?”

“Her insanın korkuları vardır, Ezgi. Benim de var” diye konuştuğunda ona bakmadan alamadım kendimi. O da aynı anda gözlerini çevirdiğinde göz göze geldik.

Bu gece kahvelerinde bir perde yoktu. Birçok derin duygu vardı gözlerinde. Hüzündü en ağır basan. Belki de hep hüzünlü bakıyordu ama göstermiyordu hiç. Bir diğer duygu ise kırgınlıktı.

Ne olduğunu sormak istedim. Dilimin ucuna geldi ama bunu anlamış gibi gözlerini sorma der gibi kaçırdı benden. Bu yüzden “Nisha kaç yaşındaydı?” diye sordum usulca.

“Sekiz yaşına yeni girmişti.”

Koltukta biraz geri kayıp yüzüne daha rahat bakarken “Onunla nasıl tanıştınız?”

Bunu çok merak ediyordum. Birbirlerine nasıl bu kadar bağlanmışlardı, bu duruma böyle nasıl gelmişlerdi? Onları hatırlamak onu üzeceği kadar rahatlatacaktı da eminim. Tabii anlatmak istemeyebilirdi de anlardım.

“Bu biraz uzun bir hikâye, sıkılabilirsin” dedi anlayışla.

Başımı hızla iki yana salladım “Sıkılmam aksine çok memnun olurum. Onunla çok kısa bir süre vakit geçirdim ama onu daha yakından tanımak ve daha fazla vakit geçirmek isterdim.”

Dudaklarında buruk bir gülümseme oluştuğunu gördüm. Bu anlatmaya karar verdiğini anlamama sebep oldu. Bakışları gökyüzüne dalıp giderken derin bir nefes alıp verdi ve anlatmaya başladı.

“İki yıl olmadı sanırım. Yağmurlu bir gündü. Annemi ziyaret etmiş arabayla eve geri dönüyordum. Muhtemelen bilmiyorsundur bunu da annemin gerçek mezarı memleketi İzmir de ama burada da bir mezarı var”

Kaşlarım hafifçe çatılırken “Bana Türkiye’ye gitmediğini söylemiştin?” diye sordum.

Sesli bir nefes bıraktı. “En son beş yıl önce gittim… hiç gitmemiş olmayı istediğim ve bundan sonra gidemeyeceğim için öyle söylemiştim sana da”

“Neden bir daha gidemezsin?”

Bir süre sustu. “Cesaretim yok” dedi en sonunda.

Neden böyle söylüyordu? Annesi ile araları kötü mü ayrılmışlardı yoksa? Bu kalbimi sızlattı. Annesinin ailesi ile ilgili bir durum da olabilirdi aslında? Sevilay teyzenin onların küs olduğuna dair bir şey söylediğini hatırladım.

“Annenizin ailesi yaşıyor mu?” diye sordum temkinli bir sesle. Başka bir yarasına daha dokunuyordum, hissettim. Bu yüzdendi çekincem.

“O zaman anneannemi görmüştüm sadece. Hala yaşıyor mu bilmiyorum. Dedem ve diğerleri de aynı şekilde”

“Diğerleri?”

“Bir teyzem ve bir dayım var. O zaman belki de gördüm onları ama tanımadım. En son çok küçükken görmüştüm çünkü onları. Hayal meyal hatırlıyorum yüzlerini. Teyzemi görsem tanırdım ama… Annem ile çok benziyorlardı. Annem de ikiz sanıldıklarını söylerdi hep zaten” diye konuştuğunda sesindeki özlem tınısı kalbimi kırdı. Onlarla da görüşmüyorlardı. Neden küsmüşlerdi?

Sormak istedim ama o da uzun bir hikâye gibi duruyordu. Şimdi konumuz Nisha olduğu için oraya girmedim daha fazla. “Kusura bakma böldüm, devam et lütfen”

Bir süre zaman verdi yine kendine. Sabırla bekledim. “Yola önüme biri atladı birden. Birine çarptığımı düşünüp korkarak aşağı indim. Nisha yavru bir kedinin peşinden yola atlamış. Üzerindeki yamalı hırkanın altına saklamıştı onu. En az onun kadar kendisi de soğuktan titriyordu. Sonra korkuyla bana baktı. Senin gibi bende onu sokak çocuğu sanmıştım. ‘Daha dikkatli ol’ demiştim ama o yüzüme bakmaya devam etmişti. Beni duyamadığını bilmiyordum. Titreyen kollarını kaldırıp özür dilemişti. Bunu beklemediğim için şaşırmıştım ama bozuntuya vermeyip onu evine götürmeyi teklif ettim”

Hafifçe tebessüm ettiğini gördüm. Sanki karşısında o halini görüyor gibiydi. Bende onları o şekilde hayal ederken buldum kendimi. Nisha’nın ıslanmış kısa saçları yüzüne yapışmış, yeşil gözleri korkulu ve meraklı bir şekilde Barun’un üzerinde. Minik elleriyle kendini ifade etmeye çalışıyor. Barun’un yüzünde ise şefkat ve şimdiki gibi sıcak bir tebessüm var.

“Başta reddetti beni. Korktuğunu anlamıştım. Herkese güvenmemesi hoşuma gittiği kadar o yaşta bir çocuğun bu kadar tetikte olması da ayrı üzmüştü beni. ‘Bak hem kedin hem sen de hasta olacaksın’ dedim en son. Kendisine değil de kediye üzülmüş gibi kafasını sallayıp onayladı beni. Ardından onu arabaya bindirdim. İsmini öğrendim, o da benim iki ismim olmasına çok şaşırmıştı. Anlamlarını sormuştu. Bu konuda ilgiliydi. Bende onun isminin anlamını sormuştum. Sebebini öyle öğrendim. İsmini çok seviyordu. Nisha… gece demek. Annesi kendi ismiyle aynı anlama gelen bir isim koymuş. Bunu anlatırken ilk defa dudaklarında saf bir gülümseme görmüştüm”

Nisha... Gece demek.

Gülümsedim buruk bir tebessümle. Onu hiç unutmayacaktım. Benim ismimin anlamını sormadığı geldi aklıma. Merak etmemişti belki de.

“Sonra evinin adresini bilip bilmediğini sordum. Olduğumuz yere yakın olduğunu söyledi. Eliyle döneceğim yerleri tarif etti ve çok sürmeden evine geldik. Eski gecekondulardan biriydi evleri. Kapılarından biraz uzağa park ettim arabayı. Teşekkür etti. O kadar tatlıydı ki o an. Eve girene kadar beklemek istedim. Kimlerle kaldığını merak ediyordum. Bahçe kapısını açarken Virat çıktı birden dışarı. Tabii o zaman babası olduğunu bilmiyordum. ‘Nereye kayboldun sen?!’ diye bağırdı ona. Nisha sesini duyamasa bile bakışlarından korkmuş olmalı ki yerinde titremişti. Virat kolunun altındaki kediyi fark etti ‘Kedi avına mı çıktın yine? Hayvan barınağı mı bu ev?’ diyerek tek hamlede kediyi onun elinden aldı ve kapıdan dışarı attı. Ardından aynı hızla onun kolundan tutup kapıdan içeri soktu. Arabadan indim ve etrafa göz atarak kapıya yaklaştım. Şüpheli herhangi bir ses yoktu ama içime kurt düşmüştü bir kere. Kızın ailesinden biri mi yoksa çocukları çalıştıran o iğrenç insanlardan biri mi olduğunu öğrenmek istedim. Adamlarımdan ikisini gizlice evi izlemek için görevlendirdim. Sonra duvarın dibine sinen kediyi aldım ve arabaya geri binip oradan uzaklaştım. İlerleyen günlerde adamlarım evden başka bir çocuk çıkmadığını söyleyince adamın ailesinden biri olduğunu anladım.”

Bir süre susup soluklandı. Virat denen o adamdan bahsederken ses tonu anında değişiyordu. O ses tonu korkutuyordu beni. Öfke beni korkutan bir duyguydu zaten. İnsanın gözünü kör ettiği zaman yapabileceklerinden korkuyordum. Bende ilk defa öfkeme yenilmiş birinin kalbini kırmıştım. Pişmanlığım hiç geçmeyecek gibiydi.

Devam etmeden önce derin bir nefes alıp verdi yine. Zorlanıyor ama anlattıkça açılıyor gibiydi. “Başka bir gün bu mabede babaannemi bırakmaya gelmiştim. O zaman gördüm onu yine. Üzerinde hala aynı eskimiş kıyafetler vardı ve yanında durduğu kutudaki bilezikleri satmaya çalışıyordu. Şaşırdım. Bir o kadar da öfkelendim. O adam gayet sağlıklı görünüyordu. Buna rağmen onu çalıştırmasına anlam verememiştim. Onunla konuşmaktan alamadım kendimi. Beni görünce şaşırdı. Hala uzak davransa da artık temkinli değildi. Geçen geceki adamın kim olduğunu sordum. Babası olduğunu söylerken aklına başka bir şey gelmiş gibi üzülmüştü. Kediyi hatırlamış olabileceğini düşünüp onun iyi olduğunu söyledim. Alıp eve götürmüştüm çünkü. Gözlerindeki mutluluğu görmen gerekirdi. Bana ilk defa o gün gülümsemişti”

Dudakları usulca kıvrılmıştı şimdi. Onu öyle hayal edince gözlerim doldu tekrar. Çocuklar öyle saf duygulara sahiptirler ki sevgileri en katı insanın kalbini bile yumuşatabilirlerdi.

“O kedi şimdi nerede?” diye araya girdim.

Bakışları yüzüme döndü usulca “Kocaman oldu. Hatta dört tane yavrusu var. Denk gelmemişsindir belki genelde arka bahçede dolanıyorlar” İçim ısındı. Fotoğraftaki kedi de o olmalıydı. “Ben olmadığım zaman King bakıyor onlara. Tam bir hayvanseverdir, bunun için anlaşmadık bile kendi kendine sahiplendi. Benden daha çok vakit geçiriyorlar desem yalan olmaz. Sanırım King’e güvenebileceğim tek konu bu”

Gülümsedim. Bunu bilmiyordum. King daha aklı havada bir tip gibi gelmişti bana ama anlaşılan tam olarak öyle değildi. Bakışları tebessümüme değip tekrar gözlerime çıktı.

“Virat’ın çalıştığını ama annesinin ilaçlarına paraları yetmiyor diye onun da bilezik sattığını öğrendim. Annen hasta mı diye sorduğumda onun yürüyemediğini ve rahat nefes alamadığını söyledi. Bu beklemediğim bir şekilde sarsmıştı beni. Benim annemde hastaydı çünkü” Yoğun bakan kahveleri hüzünle parlamaya başlamıştı. Bundan çekiniyormuş gibi gözlerini kaçırdı yine “Ona yardım etmek istedim. Bilmiyorum... Beklemediğim bir zamanda çıkmıştı karşıma ve gözlerinde gördüğüm parıltı uzun zaman sonra kendimi iyi hissettirmişti… Sana garip gelebilir belki ama... onu annemin gönderdiğine inanmıştım. Onunla karşılaşmadan önce anneme yolumu kaybettiğimden yakınmıştım biraz…”

Garip gelmemişti. Aslında onu çok iyi anlıyordum. Ayakta kalmak için tıpkı annemin bana, benim abim için Nisha’ya umut bağlamam gibi o da devam edebilmek için ona umut bağlamıştı...

“Bana neden orada olduğumu sordu. Anneme bilezik almaya geldim derken buldum bende kendimi. Hangi renk istediğimi sorunca hepsini alacağımı annemin bütün renkleri sevdiği bahanesini uydurdum. Hepsini koyacak büyük bir torbası olmadığı için bende onu tekrar görme bahanesi yaratıp yarın sabah kutuyu evine getireceğimi söyledim. Bu sırada Nisha’nın garip bakışları biraz ilerimizde bekleyen korumalara kayıp duruyordu. En son dayanamayıp kim olduklarını sordu. Benim için çalıştıklarını söylediğimde kaşlarını çatmış ‘ama hiçbir şey yapmıyorlar ki?’ demişti. Beni koruduklarını açıkladığımda bu sefer daha çok şaşırmıştı. Bana ‘Sen büyük biri misin?’ diye sormuştu.” Güldü ama bu keyifsiz bir gülümsemeydi. Hikâye çok tatlıydı ama geçmiş zaman olması kalbimi kırmaya devam ediyordu. “Kaymakam olduğumu o zaman öğrenmişti ve şaşkınlığının katlanmasını izlemek çok keyifliydi. Ertesi gün söz verdiğim gibi erkenden kutusunu vermek için evine gittim. Virat yoktu. Annesi Satvari Hanım ile de o gün tanışmıştım. Nisha benden bahsetmiş ona bu yüzden tanıyordu beni. Tedirgindi benimle konuşurken. Bir şeyden korkuyor gibiydi. Bunun kocası olacak o adam yüzünden olduğunu sonra anladım.”

“Nisha bir ara yanımızdan ayrıldığında annesiyle yalnız konuşma fırsatı bulmuştum. Ona hastalığını sordum önce. Temizliğe gittiği evde bir iş kazası geçirmiş, balkondan düşmüş. Şanslıymış ki birinci katmış sadece bacaklarını kullanamaz duruma gelmiş. Ayrıca akciğerleri enfeksiyon kapmış ama ilaçlarını düzenli kullanamadığı için hastalığı ilerlemiş. Eşinin ne iş yaptığını sorduğumda tamircilik yaptığını söyledi. Ona bu yaştaki bir çocuk için sokakların ne kadar tehlikeli olduğundan bahsettim ve eğer kabul ederlerse onlara yardım edebileceğimi söyledim. Ancak kabul etmedi, daha çok karasız ve korkuyor gibiydi. Ardından kibar bir şekilde gitmemi ve onlardan uzak durmamı istedi benden”

Sesli bir nefes bıraktı. Bekledi yine bir süre. Dolu gözlerim bir an olsun yüzünden ayrılmazken Nisha’nın gidişine olan üzüntüme annesine olan üzüntüm de eklenmişti. Bir annenin en çaresiz olduğu durumlardan biriydi belki de: Çocuğunu koruyamamak…

Kim bilir haberini alınca nasıl yıkılmıştı... Törende sesli bir şekilde ağlayan kadını hatırladım. Oydu.

“O günden sonra bu durumu çok mu büyüttüğümü düşündüm kendimce. Onların hayatına karışmam ne kadar doğruydu bilmiyordum. Ama hayat onu karşıma tekrar çıkarmaya devam ediyordu. Nereye gittiğimi ya da geliyor olduğumu hatırlamıyorum. Arabayla seyir halindeyken yol kenarında gördüm onu. Hemen sağa çekip arabayı park ettim ama ben yanına gitmeden birkaç çocuk gelmişti yanlarına. İki kız bir erkek. Üçü de ondan birkaç yaş büyük duruyordu. Arkadaşları sandım. O da öyle sanıyormuş… Onların gitmesini bekledim. Nisha’nın sırtı bana dönüktü diğer çocukların yüzünü görüyordum sadece. Ancak hemen yanındaki kızın onu itmesiyle yüzünü kısa bir saniye de olsa gördüm ve ağladığını… fark ettim”

Benim de kaşlarım çatıldı o an. İçimi bir korku sardı. Onun ağladığını söylerken sesinin kısılması da gözümden kaçmamıştı. Bu durum onu çok üzüyormuş gibiydi. Aisha onun üzerine titriyordu derken çok haklıymış.

“Kaşlarım çatılmış orada ne döndüğünü çözmeye çalışırken biraz yaklaşıp konuşmalarını dinledim. Bu sırada Nisha o kıza neden böyle yaptığını soruyor arkadaş olduklarını söylüyordu. Oğlan olan onu iten kıza Nisha’nın ne söylediğini sordu. Bir tek o kız anlıyordu içlerinden onu. Gerçekten arkadaş mısınız diye sordu oğlan çocuğu sonra o kıza. Sanki bu büyük bir aptallık gibiymiş gibi bakıyordu. O zaman anladım diğer ikisi başka biriydi ama Nisha o kızı arkadaşı sanıyordu. Onun aksine o kız ‘kim onun gibi biriyle arkadaş olmak ister’ gibi bir şeyler gevelemişti. Nisha onları duymuyordu ama dudaklarını okuduğundan eminim. Sonra diğer kız onu onaylayıp Nisha’yı omuzundan itti. Oğlan çocuğu da elindeki kasayı devirip ‘alın parasını da gidelim’ deyince kendimi daha fazla tutamadım. Yanındaki kız çoktan onun üzerini aramaya başlamış Nisha da ellerinden kurtulmaya çalışıyordu. Hızla onlara doğru adımladım ve Nisha’nın arkasında durup onu yanıma çektim. Beni gördüklerinde korkup gerilediler. Bir daha onun yanına yaklaşmamalarını yoksa çok kötü olacağını söyledim. Çocuk olmaları o an beni durdurmadı. Hiçbir şey söylemeden arkalarına bile bakmadan kaçıp gittiler zaten”

“Önüne eğilip diz çöktüğümde gözyaşlarını benden saklamaya çalışmıştı... Ona yardımcı olmak istemiştim ama dokunmaya çekinmiştim… Onları tanıyıp tanımadığını sorduğumda arkadaş olduklarını düşündüğünü söyledi. O kadar üzgündü ki… Tek arkadaşı oymuş. Konuşamadığı için kimse onunla oynamak istemiyormuş. Mahallesindeki çocuklarında ona böyle kötü davrandığından bahsetmişti sonra. Bir çocuğun başına gelebilecek en kötü şeylerden biri de buydu belki de: Farklılıkları yüzünden dışlanması ve zorbalık görmesi. Üstelik bu onun elinde bile değilken…”

Nisha’nın minik kalbinin yaşadığı hayal kırıklığını düşündüm. Bende çok konuşuyorum diye laf eden ve benimle oynamayan çok kişiyle karşılaşmıştım. Ne kadar kırılsam da ben onun aksine beni dinleyen birilerini bulmuştum. Nisa öğretmenim vardı, Melike vardı, babam vardı…

Sesindeki garip bir tını sanki onun da yaşadığı bir şeyden bahsediyor gibi hissettirmişti. Bu içimi daha çok burktu. Bakışlarım koltukta aramızda duran eline indi. Bileğindeki kahverengi boncuklu bileklikte gezindi gözlerim bir süre.

Elinin üzerindeki yaralara baktım sonra üzgünce. Elini tutup sıkarak destek olsam rahatsız olur muydu? Kafamı iki yana salladım. Ben gerçekten iflah olmaz bir temas bağımlısıydım.

“Keyfini yerine getirmek için onu yemek yemeye götürmek istedim. Gelsin diye de bugün yalnız olduğumu ve tek başıma yemek yiyemediğimi söylemiştim. Ne söyleyeceğini bilememiş gibi yerdeki bileziklerine bakmıştı üzgünce. Onlar için de üzüldüğünü anlamıştım. Tabii onları satması gerektiğini de. Bu yüzden ondan önce davranıp bilezikleri yerden kasaya topladım ve yine hepsini aldığımı söylemiştim. Şaşkın bir şekilde beni izlemişti. Onu Kerem’in restoranına götürmüştüm. Panipuri sevdiğini o gün öğrenmiştim. Sevilay teyze ile farklı bir dil konuştuğumuzu fark edip bunu söylemişti. Dudak okuduğunu o zaman öğrenmiştim. Gerçekten çok yetenekli ve zeki bir çocuktu. Annemin Türk olduğunu ilk tanışmamızda söylemiştim. İsmimi söylerken Asaf ismini onun koyduğunu söylemiştim. O gün yıllar sonra geçirdiğim en güzel günlerden biriydi. Onun için de öyle gibiydi…”

Asaf ismini annesi koymuştu… Bu beklediğim bir şeydi zaten. Onun hakkında daha çok meraklanmama sebep oluyordu bu detaylar.

Aklıma gelen başka bir şeyle merakla dudaklarımı araladım. “O masaya mı oturmuştunuz onunla da? Bu yüzden mi bugün masanın ayağının kırılması… seni bu kadar üzdü?”

Gözleri bana döndü usulca. Yemekteki gibi baktı bana. Derin bir kırgınlıkla… Hiçbir cevap beni bu denli üzmemişti. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Sabahki his yayıldı içime. Ona sarılma isteği büyüdü içimde. Bir süre sustuk öylece. Devam etmeyeceğini düşündüğüm sırada sesli bir nefes bıraktı ve zemindeki bakışlarını gökyüzüne çevirdi.

“O gün onu evine bıraktıktan sonra adamlarıma Virat’ı araştırmalarını istedim. Annesi uzak durmamı istemişti ama korktuğunu biliyordum. İyi ki hislerimin peşinden gitmişim yoksa onun gerçek yüzünü öğrenemeyebilirdim. Onun çalıştığı falan yoktu. Nisha’ya yalan söylemiş. Satvari Hanım bunu biliyormuş ama sesini çıkaramamış. Bir mekânda düzenli olarak kumar oynuyormuş. Onunla konuşmak için bir akşam mekâna gitmiştim. İçeri girmem kolay olmadı. Yanımda Ranvir ve bir adamım vardı. Nisha’yı da bir sürü adam ve içkilerle dolu bir ortamın içinde görünce kan beynime sıçramıştı. Aklımdan geçen düşünceleri sana anlatamam… ” Çenesi kasıldı öfkeyle. Sinirle dikeldim bende yerimde.

Bu adam gerçekten delirmiş miydi? Kendi o pislikte batarken kızını neden yanında tutuyordu?

“Beni tanıyan kişiler olunca ortalık karıştı. Benim öfkemin sahibi ise yalnızca Virat’tı. ‘Sen kimsin?’ diye diklenmeye kalktı bana. Sarhoştu. Bu daha da öfkelendirmişti beni… Vurdum ona”

Bu nasıl bir babaydı böyle? Ne yalan söyleyeyim gram üzülmemiştim onun için. Az bile yapmıştı Barun.

“Ranvir araya girmese o gün elimde kalabilirdi. Keşke öyle olsaydı” diye konuştu. Kafamı iki yana salladım. Az yapmış derken katil olmasından bahsetmiyordum. Öyle bir adam için değmezdi. Ancak onun da bunu Nisha’nın yaşaması için istediğini biliyordum… “Polis çağırtmış ve oradaki herkesi toplatmıştım. Virat da dahil. Nisha’yı dışarı çıkardığımda ağlıyordu… Virat’a vurduğum için kızdı bana...”

Sesli bir şekilde güldü. Onu ilk defa böyle gülerken görüyordum ama bu da acı bir gülüştü. Babasının onun öldürdüğünden emindi ve Nisha’nın onu korumuş olması canını acıtıyordu. Canım yandı benim de. Dudaklarım üzgünce bükülmüştü.

“Ona Virat’ın orada çalışmadığını söylediğimde bile inanmadı bana. Daha çok inanmak istemiyor gibiydi. Üzerine gitmedim. Evine götürdüm. Arabada uyuyakalmıştı. Savitra Hanım’a olanları anlatmıştım. Tahmin ettiğim gibi annesinin her şeyden haberi vardı. Çaresiz olduğunu söyledi. Onu Nisha ile tehdit ediyormuş hep. Yardım teklifimin hala geçerli olduğunu söyledim. Önce o adamdan boşatacaktım onu ama kabul etmedi. Gidecek kimsesi olmadığını söyledi. Bir de söylemese de komşularının neler düşüneceğinden korkuyordu. Endişelerini gidermeye çalıştım. Ancak onu ikna edemedim. Zorlayamazdım da. Ertesi gün Nisha evinin önündeki korumalarımdan birine eve getirttirmiş kendini. Ağlayarak babasını bırakmamı istedi benden. Ona anlatmayı denedim ve sakinleştirmeye çalıştım ama olmamıştı. Bana çok öfkeliydi. Daha fazla direnemedim. Karakola gitmiş ve onun çıkarılmasını talep etmiştim. Zaten nasıl sahte belgeler hazırladılarsa mekân kapatılmadı. Diğer adamlar serbest kalmıştı. Virat’ı da ben istediğim için tutuyorlardı. Onu Nisha için uyarmıştım o ise bana bunun bedelini ödeyeceğimi söylemişti”

Gözlerim doldu yine. Ona öfkeli olduğunu söylediğinde sesi kırgın bir hal almıştı.

Bazen bir çocuğun sevgisini kazanmak kadar öfkesini kazanmakta çok kolay olabiliyordu…

“O olaydan sonra uzun bir süre görmedim Nisha’yı… Karşısına çıksam bile benimle konuşmayacağını düşünmüştüm... Öfkesini görmek çok… dokunmuştu. Bu yüzden benim de karşısına çıkmaya cesaretim yoktu. Bir gün mezarlığın kapısında karşılaştık. Ben farkında değildim bile yanımda durduğundan, dalmışım. ‘İyi misin’ diye sormuştu bana. Şaşırmıştım. Orada satış yapıyormuş o gün. Bende annemi ziyaret etmeye geldiğimi söyledim ona. Eğer isterse onunla tanışabileceğini söylemiştim sonra da. Temkinli yaklaşmıştım yine de. Olur dedi, hiçbir şey olmamış gibi davrandı o gün. Çünkü yalnızdı… Bende öyle. Bunu hissetmiş gibi yine yanıma gelmişti…” Sağ eli hareketlendi. Gömleğinin yakasından bir düğme daha açtı. Sesli bir nefes bıraktım bende. “Elindeki kutuyu arabaya koyduk. Elinden tuttum sonra ve onu annemin mezarına götürdüm. Neden toprağın altında olduğunu anlamadı. Korktu hatta. Öldüğünü söylediğimde çok üzülmüştü. Ağlamaya başladığındaysa çok şaşkındım, beklemiyordum. Ona toprağın altında olma sebebinden bahsetmiştim. Ağlamasına katlanamıyordum… zaten yeterince zor bir hayatı vardı…”

Onun cenaze töreni geldi aklıma istemsizce. Yutkundum. Şimdi çok daha emindim o törene engel olmak için elinden geleni yaptığına… Ama o an bilemezdim bunu.

“Oradan çıktığımızda bana Panipuri yemeyi teklif eden oydu bu sefer. Annesiyle konuşmam işe yaramıştı. Nisha’ya Virat’ın orada çalışmadığını söylemiş. Bana kızdığı için özür dilemişti… Babasını sevdiğini söylemişti dolu gözlerle. Ona bir şey olmasından korkuyordu… Bende ona zarar vermeyeceğime dair söz vermek zorunda kaldım. O gün Virat ile konuştum. Ona bir iş ayarlayabileceğimi ve Nisha’nın kazandığı paranın iki katını vermek şartıyla onun çalışmamasını istedim. Ama beyefendi gurur yaptı sözde, kabul etmedi”

Bu adamın derdi neydi böyle? Kendi ve ailesinin hayatının yola sokmak için önüne bir fırsat sunuluyordu ama o bunu elinin tersiyle geri itiyor umursamıyordu. O, adam bu iyiliği hak etmiyormuş gerçekten. Barun’un da bunu bildiğinin ama Nisha için buna göz yumduğunu görebiliyordum.

“Nisha bir gün yine korumalarımdan biriyle eve gelmişti, ağlıyordu. İçimi saran korkuyu asla unutmam. Annesi fenalaşmış ve hastaneye kaldırmışlar o yokken. Benden onu annesine götürmemi istedi. Birlikte gittik. Doktor düzenli beslenmediğinden ve ilaçlarını da düzenli kullanmadığından akciğerlerinin enfeksiyon kapma riskinden bahsetti. O gün kafama koymuştum. Onu eve geri göndermeyecektim. Nisha annesinin uyanmasını beklerken onu teselli etmeye çalışmıştım. Bana babasının ilaç alması gereken parayı başka bir şey için harcadığını gördüğünü anlatmıştı. Bu onu çok kırmış aynı zamanda öfkelendirmişti. Her şeyi yoluna koyacağımı söylemiştim ona"

"Bir bakımeviyle anlaştım ve hastaneden çıkar çıkmaz Satvari Hanım’ı oraya yerleştirdim. Başta tereddütlüydü korkuyordu Virat’ın onlara zarar vermesinden ama sonra Nisha’yı düşünmüş olmalı ki sessiz kalıp bana güvenmeyi seçmişti. Hemen bir boşanma dilekçesi hazırlattım. Nisha o ilk gün biz de kalmıştı. Sonra annesini yalnız bırakmak istemedi. Virat da haberi duyup yanlarına gelmeye kalktı ama izin vermedim. Bunu yediremedi kendine. Ondan asla boşanmayacağını söyledi. Boş tehditler savurup durdu. Nisha’ya söz vermiş olmasaydım ona vurmak için tutmazdım kendimi”

“Boşandılar mı peki?” dedim merakla tekrar araya girerek.

Kafasını salladı ihtiyatla “Evet. Sancılı bir süreçti ama boşandılar. Her şey daha kolay olur sanmıştım öyle ama yanılmışım. Nisha’nın velayeti babasına verilmişti çünkü. Annesi hasta olduğundan ona bakamayacağı için. Nasıl olur da onca şeyden sonra Nisha’yı o adamın yanına bırakabilirdim? Bana olan öfkesini ondan çıkarır diye… ödüm kopmuştu. Haklıydım da… İki kat daha zalimleşmişti. Artık o tamamen umurunda değildi. Mahvettiğim hayatı ve bana olan öfkesi vardı. Onu bilezik satmaya devam ettirdi. Tekrar bir velayet davası açtırdım. Onun kötü bir baba olduğunu kanıtlarsam velayeti tekrar anneye geçebilir diye düşünmüştüm ama avukatım eğer bunu kanıtlarsak annesi ona bakamayacak durumda olduğu için onu yetiştirme yurduna vereceklerini söylemişti. Onu annesinden ayırmalarına da izin veremezdim. Elim kolum bağlanmış bir çaresizlikle ne yapacağımı düşünürken o zaman karar vermiştim onun velayetini üzerime almayı.” Oturduğu yerde öne doğru eğilip yüzünü ellerinin içine aldı. Sesli bir nefes alıp verip devam etti konuşmaya. “Avukatım bunun daha zor olacağını ama imkânsız olmadığını söyledi. Uzun ve zorlu bir yoldu. Onun zaten bir ailesi vardı. Benim evli olmamam da dezavantaj sağlıyordu bize. Tek umudum maddi durumum ve Virat’ın kötü biri olmasıydı.”

“Çetan amcalar bu duruma ne söylediler?” diye sordum.

Başını ellerinden çekip yere eğdi “Haberleri yoktu başta. Sonra bu velayet kararını alınca dedem ve babaanneme söyledim. Babaannemi ikna etmek ayrı zor bir süreçti. Babam ondan duymuş. Diğerleri de. Şaşkınlardı çünkü böyle bir karar alabileceğimi asla düşünmemiş olmalılar. Kırk yıl düşüşünsem bende beklemezdim açıkçası. Babam, çok büyük bir sorumluluk aldığımı doğru karar verdiğimden emin olmamı istedi. Her şeyin farkındaydım. Ne istediğimin de… Bu sadece bir formalite olacaktı. Yeter ki o adam onun üzerinde hak iddia edemesin ve ona daha fazla zarar vermesin istemiştim… ”

Bilmem kaçıncı kez yutkundu. Kalbimde ince bir sızı oluştu son sözleriyle. Yalan yok bende böyle bir şey beklemezdim ondan ama düşündüğümden daha ince düşünceli bir adamdı.

“Virat buna çok öfkelendi ve o da boş durmadı. Üzerime oynadı. Özellikle beni istemeyen kesime karşı oynadı. Onları kışkırtıp bana düşman etmeye çalıştı. Hala da öyle. Bundan şikayetçi değildim, öfkesini Nisha’dan çıkarmasındansa benimle uğraşmasını yeğliyordum. Bu yüzden Nisha’ya artık bulaşmaz diyordum ama yanılmışım…”

“Sen onun başına gelen en büyük şanslardan biriymişsin” derken buldum kendimi birden. Başını kaldırmadan bakışlarını bana çevirdi.

Senin için de öyle…

İç sesimin fısıldadığı kelimeler içimi titretti. Öyleydi.

Sanki yüzüme daha rahat bakmak istermiş gibi göz temasımız kesmeden yerinde doğruldu. İç geçirirken “Hiçbir şeyin bir anlamı yok artık” diye konuştu. Böyle düşünmesi kalbimi kırdı yine. Üzgünce alt dudağımı sarkıttım.

“Kahramanım der ki sana iyilik yapana da kötülük yapana da iyilikle karşılık ver. Bu iyilik sonunda hep sana geri dönermiş"

“Kahramanın çok doğru söylemiş. Kim bakayım o?"

"Bir yere gitti, biraz sonra gelir”

Aklıma düşen o anla gözlerim doldu. “Senden bahsediyordu…" diye mırıldandım kırık bir sesle. "Bir kız çocuğu için ilk aşkı ve ilk kahramanı babasıdır… Sende onda öyle bir etki bırakmış olmalısın ki seni kahramanı olarak görüyordu”

Gözlerindeki şaşkınlıkla güçlükle yutkunurken “Sen… Bunu nereden çıkardın?” diye sordu.

“Bir kahramanı olduğundan bahsetti bana. Ona kendisine iyilik yapana da kötülük yapana da iyilikle karşılık vermesini öğütleyen bir kahramandan” sol gözümden bir damla yaş aktı.

Gözlerimi kaçıran bu sefer bendim. Başımı hafifçe eğip akan yaşımı sildim hemen. Onu daha fazla zor durumda bırakmak istemiyordum.

“Ona senden bahsetmiştim” diye konuşmasıyla bakışlarım yüzüne döndü tekrar. Kaşlarım havalandı şaşkınlıkla. Kahveleri ihtiyaçla gökyüzüne döndü yine “Düğünden sonra neden yanına gelmediğimi sordu. Senden bahsettim biraz. Onunla arkadaş olup olmayacağını sormuştu... Bende olabileceğinizi ama sana da sormamız gerektiğini söylemiştim. Hatta Ranvir’i arayıp seni getirmesini isteyecektim sizi tanıştırmak için… Ancak hayat yine benden önce davrandı”

"Senin ismin ne?"

"Benim ismim Ezgi"

"Sen o olmalısın!"

Kendimi daha fazla tutamadım ve gözyaşlarımın yanaklarımı ıslatmasına izin verdim “Beni tanımış gibiydi… bu nasıl olur?”

“İsminden ya da…” gözleri yüzüme döndü ardından kısa bir süreliğine kaküllerimde ve saçlarımda gezindi “Saçlarından.”

“Benimle arkadaş olur musun?”

“Elbette olurum”

Gözyaşlarım hızlanırken “Belki de yapacağın sürprizi ben sandı” dedim, sesim titremişti. Kader yine farklı bir oyun oynamıştı.

Böyle olmamasını Barun’un bizi tanıştırmasını çok isterdim…

Yutkunduğunu gördüm “Ağlama” gözlerini zar zor gözlerimde tutarken sesinin yalvarır tonda çıkması canımı daha çok acıttı.

Yanaklarımı kurulamaya çalıştım. “Özür dilerim, tutamadım kendimi”

İç çekti. Keşke o da tutmasaydı kendini.

İlk defa bu kadar uzun konuştuğuna şahit olduğumu fark ettim. Kendisi de bunun farkında mı diye merak etmeden edemedim. Aisha Nisha’nın onu değiştirdiğini, herkese daha ılımlı yaklaştığını söylemişti. Belki de ondandı…

Başını koltuğun arkasına yaslarken yorgunca gözlerini kapattı. Gözyaşlarım dinerken burnumu çektim üzgünce. Bu hali bile kalbimi kırıyordu.

“Rapunzel masalını biliyor musun?” diye sordu birden. Kaşlarım çatılırken bunu neden merak ettiğini sorguladım.

“Evet” En çok sevdiğim masallardan biriydi üstelik.

“Senin saçlarının çok uzun olduğunu söylediğimde ona benzetmişti seni. Sonra masalı bilmediğimi öğrenince bir hayli şaşırmıştı” Güldü yine yorgunca. “Bana anlatır mısın o masalı?”

“Saçların ne kadar uzun. Gerçekten Rapunzel gibiymişsin”

Bahsettiği kişi bendim gerçekten. Gözlerim doldu tekrar. Benim hakkımdan böyle konuşmuş olmaları içime dokunmuştu. Bilmiyor olduğuna bende şaşırsam da çok üstünde durmadım.

“Anlatırım” dedim, aynı zamanda başımı sallıyordum. “Bir varmış bir yokmuş. En güzel diyarların birinde birbirlerini çok seven bir çift, bir kız çocukları olmasının hayaliyle yaşıyorlarmış. Günün birinde kadın hamile kaldığını öğrenmiş ve çok mutlu olmuşlar. Kadın, bir gün yan bahçedeki marullardan aşermiş. Ancak o bahçe cadıya aitmiş. Kocası, kadının bu isteğini yerine getirmek isteyerek gizlice bahçeye girmiş ve birkaç tane marul almış"

"Ertesi gün tekrar almaya gittiğinde cadı birden karşısına çıkıvermiş. Adam çok korkmuş ve tam kaçmaya yeltenirken cadı seslenmiş ‘Benim marullarımı neden koparıyorsun, üstelik izin bile almadan’ demiş. Adam onun kötü bir cadı olduğunu ve ondan korktuğu için izin isteyemediğini söylemiş. Cadı buna daha çok sinirlenmiş. Benden marul çalmanın bir cezası var demiş ve çocuğunu doğar doğmaz bana vereceksin demiş. Adam korkuyla bunu kabul etmek zorunda kalmış. Her gün marullardan almaya devam etmiş. Anlaşmaya göre karısı dilediği kadar marullardan yiyebilecekmiş.”

Nefeslenmek için sustuğumda o ise aynı pozisyonda gözlerini kapatmış bir şekilde beni dinlemeye devam etti.

“Gel zaman git zaman kadın doğum yapmış ve cadı gelip bebeği almış. Çift gözyaşlarına boğulmuş. Aradan yıllar geçmiş. Rapunzel büyüyüp çok güzel bir genç kız olmuş. Cadı onu yüksek bir kuleye hapsetmiş. Hiç kimsenin onu bulmasını istemiyormuş. Burada yaşadığı süre boyunca altın sarısı saçlarını hiç kesmemiş. Bir gün camın önünde şarkı söylerken, ormanda avlanan prens onun sesini duymuş ve bu güzel sesin sahibini mutlaka görmeliyim diyerek sesi takip etmiş. Bir de bakmış ki kız yüksek bir kulede yaşıyor. Onu tam olarak görememiş bile. Merakla bakarken annesinin geldiğini ve ona ‘Rapunzel, uzat o altın sarısı saçlarını’ diye seslendiğini duymuş. Rapunzel upuzun saçlarını camdan aşağı uzatmış ve annesi saçlarına tutunarak yukarı tırmanmış.”

“Bunu gören prens çok sevinmiş ve ertesi akşam Rapunzel’in kulesine gelerek sesini değiştirip cadının söylediklerini tekrar etmiş. Rapunzel de saçlarını uzatmış ve prens kızın saçlarına tutunarak yukarı tırmanmış. Rapunzel karşısında prensi görünce çok korkmuş. İlk defa annesinden başka bir insan görüyormuş. Prens ona ne kadar güzel bir sesi olduğunu söylemiş. Rapunzel ürkek ve çekingen bir şekilde teşekkür etmiş. Prens bunu fark edip kendisinden korkmamasını söylemiş. O gün prens ilk görüşte Rapunzel’e âşık olmuş ve Rapunzel de prense. Böylece sürekli görüşür olmuşlar. Bir gün cadı prensin kuleye çıktığını fark etmiş ve buna çok sinirlenmiş. Prens gider gitmez Rapunzel’in yanına çıkarak ondan gizli buraya nasıl birini aldığı için Rapunzel’e kızmış. Eline bir makas almış ve Rapunzel’in saçlarını kesmiş. Ardından onu uzak bir çöle göndermiş”

Saçlarının kesildiğini söylediğim kısımda zorlukla yutkunduğunu gördüm. Aynı şekilde bende. İçim titredi.

Boğazımı temizledim hafifçe ve anlatmaya devam ettim. “Sıra prensi cezalandırmaya geldiğinde kuleye giderek prensi beklemeye koyulmuş. Prens geldiğinde cadı kestiği saçları uzatmış ve prens de tırmanmış. Yukarı çıktığında bir bakmış ki karşısında cadı varmış. Korkarak geri dönmek isterken cadı onu aşağı itmiş. Prens çalıların üzerine düşmüş ve kör olmuş. O günden sonra her gün her yerde Rapunzel’i aramış. Önüne çıkan hiçbir engel onu durdurmaya yetmemiş. Onu bulacağını umut etmekten hiç vazgeçmemiş çünkü. Üzerinden aylar geçmiş ve sonunda çöle gelmiş. Çölde yürürken o güzel sesi duymuş ve Rapunzel olduğunu anlamış. Rapunzel prensi görünce ona doğru koşup sarılmış. Mutluluktan ağlarken gözyaşları prensin gözüne damlamış. Bununla birlikte bir mucize olmuş ve prensin gözleri görmeye başlamış. Prens de ona sımsıkı sarılmış. Birlikte prensin sarayına gitmişler ve gösterişli bir düğünle evlenmişler. Yıllar boyu huzur ve mutlulukla yaşamışlar”

Her masal gibi mutlu sonla bitirdiğimde bir süre sessiz kaldık. Gözlerini açtı usulca ve yerinde doğruldu hafifçe. “Dinlediğim en saçma hikâye olmasına rağmen beni bu kadar etkilemesi normal olmamalı”

Buruk bir şekilde gülümsedim bu yorumuna. “Daha önce hiç masal dinlemedin mi?”

“Hayır” dedi kuru bir sesle.

“Masallar biraz böyledir. Asıl verdiği mesaja odaklanmamız gerekir çoğu zaman”

Kaşları merakla çatılırken “Bu masalın mesajı neydi?” diye sordu.

“Kişiye göre değişir”

“Senin için neydi o halde?”

“Umut etmekten vazgeçmemek… Bazen insanı içten içe öldürse de ayakta tutan yine umut etmektir” diye konuştum buruk bir sesle. Aklıma abim geldiğinde gözlerim sızladı. “Ve elbette sevginin gücü. Sevgi ile her şey çözülebilir. Hatta bazen masallardaki gibi mucizelere sebep olabilir”

Koyu kahveleri derinleşti. Kaşları düzelirken bakışlarından anlamlandıramadığım bir şaşkınlık geçti. Ardından gözlerini kaçırdı yine. Kafasına bir şey takılmış gibiydi. Kollarını dizlerine yaslarken ellerini önünde kavuşturdu. Bir süre sessizce ellerini izledi. Söylediklerimi düşünüyor gibiydi.

Dağılmış saçlarına değdi gözlerim. Ruh halini yansıtıyorlardı sanki. Sesli bir nefes bıraktığında konuşacağını anlayıp yüzüne baktım tekrar.

“Keşke her kız çocuğu senin gibi şanslı olsa… Ben bunu çıkardım bu masaldan” diye konuştu, onun da bakışları yüzüme döndü “Üzerine düşen bir ailen ve senin için her şeyi göze alabilecek bir baban var”

İçim burkuldu bu söylemine karşı. Bunu görmüş olmasına ise şaşırmadan edememiştim. Haklıydı, biliyordum. Bunun için hep şükrediyordum. Ne diyeceğimi bilemedim. Anlamış gibi baktı gözlerime ve dudağının ucu kıvrılır gibi oldu.

“Cadıya ne olmuş peki?” diyerek konuyu yine anlattığım masala getirdi.

“Masal da onun için bir son yok” dedim dudak bükerek. “Filmini izleyebilirsin ama bu sorunun cevabı için. Hem masaldan çok daha güzel”

Sesimdeki hayranlığı gizleyememiştim çünkü çok sevdiğim animasyonlardan biriydi kendisi. Kim bilir kaç defa izlemiştim.

“Filmi mi var?”

“Evet, animasyon filmi var”

(Bu resim o kadar onlar ki :')

Başını eğdi hafifçe sadece. Derin bir nefes alıp verdi. “Teşekkür ederim, Ezgi” diye konuştu birden. Kahveleri gerçek bir minnet ve hayranlıkla parlıyordu şimdi. “Dinlediğin için… Anlattığın için ve tabii affettiğin için”

Yanaklarım ısındı. Son söylediğiyle hoşnutsuzlukla kaşlarımı çatmadan edemedim ama. Bunun için teşekkür etmemeliydi. O da beni affetmişti. Bakışları bir şey söylememe izin vermedi.

“Saat geç oldu iyice, uykundan etme daha fazla kendini” dedi durgun bir sesle.

Kafamı salladım. “Aynı şey senin için de geçerli biliyorsun değil mi?”

Ben gitsem o hala burada kalacak gibi duruyordu. Dudağının kenarı kıvrıldı tekrar “Biliyorum, beraber kalkalım o halde”

Onu onaylar gibi yerimden ayaklandım yavaşça. O da kalktı. Sola doğru dönüp yürüyeceğim sırada kolumdan tuttu birden. Bakışlarım ona dönerken o da gözlerime baktı “Bu taraftan gel, orada cam kırıkları var”

Midemdeki kıpırtıları hissettim. Şaşırsam da yönlendirmesine uyup onun olduğu taraftan ilerledim. Kapıya ilerlemeden aklıma gelen şeyle odanın ortasında durup arkamda duran ona döndüm.

“Aisha olanlar için çok üzgün. Onunla konuşacak mısın?” diye sordum. Akash ile olan yanlış anlaşılmadan ve Aisha’nın onunla konuşmak istediğinden bahsettiğimi anladı.

İç çekti sıkıntıyla. Bu kendisinin de henüz düşünmediği bir konuydu galiba. Bu yüzden üstelemedim ve dudaklarımı araladım tekrar “Sabah görüşürüz o halde”

“Yarın kaymakamlığa geç gideceğiz. Erken kalkmana gerek yok haberin olsun”

Başımı salladım yine onu onaylayarak ardından hafifçe tebessüm ettim. Sessizce birbirimize baktık birkaç saniye. Dönüp odaya geri dönmem gerekiyordu ama hareket etmedim.

O ise bakışları zemindeyken dalmıştı yine. Omuzları düşmüştü. Yolunu kaybetmiş ve annesine anlatmıştı kendini. Nisha’yı da onun gönderdiğine inanmış bu umuda tutunmuştu. Şimdi vazgeçmiş gözüküyordu.

Bu düşünce kalbimde ince bir sızıya sebep oldu yine. Ona doğru bir adım attım. İçimdeki sesi dinledim bu defa. Bakışlarımı göğsüne indirdim. Açık yakasından gözüken kahverengi lekesine odaklandım. Yüzüne bakarsam cesaretimi kaybedebilirdim.

Kokusu burnuma geldiğinde artık aramızda bir adım bile yoktu. Boyu tahmin ettiğimden daha uzun olduğu için parmak uçlarımda kalktım ve kollarımı boynuna sardım. İrkildi hafifçe. Omuzlarının kollarımın altında gerildiğini hissettim.

“Çok zor biliyorum… Ama lütfen kendini suçlama. Sen en doğru olan neyse onu yaptın, Asaf. Nisha… senden bahsettiği an gözlerinin nasıl parladığını gördüm. Bu da bunun bir kanıtı”

O bana gerçek ismimle seslendiğinde kendimi iyi hissediyordum. Belki bende ona ilk ismiyle seslenirsem ona da iyi gelir diye düşündüm.

Omuzları düşerken sesli bir nefes bıraktı. Rahatsız olduğunu düşünüp geri çekileceğim sırada kolları bedenimin yanında hareketlendi. Ellerini sırtımda hissettim. Varla yok arası bir dokunuştu bu. Buruk bir şekilde tebessüm ettim. Sıcak nefesini saçlarımda hissediyordum. Midem garip bir şekilde kasıldı.

Gözlerimi kapatırken sırtını sıvazladım hafifçe “Her şey yoluna girecek... Sen umut etmekten vazgeçme lütfen… İmtihanı büyük olanın mükafatı da büyük olur der babam. İyi olacaksın. Geçecek, Asaf”

İç çektiğini duydum. Ellerinin baskısını hissettim. Ben gerçekten ona sarılmıştım ve o da sarılışıma karşılık vermişti… Onun da ihtiyacı olduğunu biliyordum.

Neden bilmiyorum ama tanıdık bir duyguydu ona sarılmak...

Bu şaşkınlığımı atlatıp yavaşça kollarımı ondan ayırdığımda o da hafifçe kendini geri çekti. İlk defa yakınım olmayan bir adama sarılmıştım. Kızardığıma emindim bu yüzden yüzüne bakamadım.

“Ben gideyim o zaman artık. İyi geceler” diye mırıldandım ve sırtımı dönüp seri adımlarla kapıya doğru ilerledim.

“İyi geceler” dediğini duydum. Adım sesleri duyduğumda onun da arkamdan geldiğini anladım.

Bu midemde tuhaf hareketlere sebep oldu yine. Ne oluyor ya buna gece gece!

Acıkmıştım galiba. Benin midenin bir de gece mesaileri vardı.

Kapının kulpunu kavrarken ona kaçamak bir bakış attım “Sen nereye?”

“Odama?” dedi, sesinde şaşkınlık vardı.

Hani zaten beraber odalara dağılıyorduk ya Ezgi!

“Ha, evet doğru. İyi geceler tekrardan” dedim geveleyerek.

Gözleri üzerimdeydi hala. “Sana da”

O odasının kapısına doğru yanaşırken bakışlarım önümdeki koridora kalktı. Ben koridorun loş olduğunu unutmuştum. Anlaşılan koşmam gerekecekti. O odasına girene kadar bunu becersem fena olmazdı. Bir şey olursa o beni duyardı muhtemelen.

Planımı devreye sokarak koşar adım Aisha’nın odasına ilerledim. Hatta bir yerden sonra koşmuş bile olabilirdim. Onun arkamdan bakışlarını hissetsem de dönüp bakmadım. Odaya girip kapıyı ardımdan kapattığımda biraz fazla ses yapmış olmalıyım ki Aisha yatakta kıpırdanıp diğer tarafa döndü. Elimi hızla atan kalbime koydum ve soluklandım.

Aisha uyanmadığı için içten içe sevinirken yavaşça yatağa doğru adımladım. Bakışlarım kollarımdaki yeşil bileziklere döndü. İç çektim. Bilezikleri yavaşça çıkarmaya başladım sonra. Nisha’nın ellerine dokunuyormuş gibi her birini okşadım ve yanımdaki şifonyerin üzerine bıraktım.

Yerime geri uzandığımda derin bir soluk alıp verdim. Bedenim bu anı bekliyormuş gibi gevşedi. İçim biraz olsun daha rahattı şimdi. Soluma doğru döndüğümde elimin üzerine yattım. Ağlamaktan acıyan gözlerim abajurun ışığının çarpmasıyla gözlerime battı. Umarım sabaha şişmezlerdi.

Günün ağırlığı çöktü üzerime anında. Her anlamda yorucu bir gündü. Düşünmemeliydim. Gözlerim kapandı usulca ve uykunun beni içine çekmesini bekledim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BÖLÜM SONU

 

 

Evett bölümü nasıl buldunuz?

Olaylar iyice karışıyor bunlar iyi günlerimiz diyormuşum:)

Yeni bölümde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın:)

Sevgilerimle...

Bölüm : 21.02.2025 22:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...