
Selamlar canlarım!
Öncelikle hayırlı bayramlar dilerim. Size bayram şekeri tadında bir bölüm getirdim. Umarım siz de öyle düşünürsünüz:)
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, keyifli okumalar dilerim:)
12. BÖLÜM
BURADAYIM
Yolcuyum gezerim
Evrenin tozu zerresiyim
Bu dünya değil evim
Bir rüyanın peşindeyim
Nisha etrafına attığı şaşkın bakışlarla odayı incelerken “Burası senin odan mı?” dedi kollarını kaldırarak.
“Çalışma odam. Evde çoğunlukla vaktim burada geçiyor” diye yanıtladı Asaf onu.
Küçük kızın çekingen tavrının farkındaydı. İlk defa onu eve getirmişti Asaf. Satvari Hanım’ı bakımevine yatırmış o kendine gelene kadar da Nisha’yı yanında tutmaya karar vermişti.
Usulca küçük elini kavradı ve onu odanın ortasına ilerletti. Elini bırakıp tekrar kollarını kaldırdığında “İstediğin gibi inceleyebilirsin, sorun yok” dedi. Normalde asla hoşlanmayacağı bir şeydi ama Nisha kendini saklamak istediği biri değildi.
Nisha ona tebessüm ederken etrafına yine kısa bir bakış atıp minik adımlarla boydan pencerelerin önüne ilerledi. Ellerini cama yaslarken Asaf yansımasından gözlerindeki hayranlığı görüyordu. Dudakları kıvrıldı usulca.
Nisha ona doğru dönüp “Evin gökyüzüne çok yakın” diye konuştu.
Asaf’ın tebessümü büyüdü “Beğendin mi?”
“Çok güzel”
Nisha tekrar pencereye döndüğünde Asaf gözlerini ondan ayırmadan yanında kalan koltuğa oturdu. Sağ dirseğini dizine yaslarken çenesini avucunun içine aldı ve onu öyle izlemeye devam etti.
Gökyüzü, yıldızlar ve Nisha vardı karşısında. Umudu… İçinin hafiflediğini ve huzur hissinin sıcaklığını hissetti.
Nisha onun bakışlarından habersiz yeşil harelerine eklenen hayranlıkla yıldızları izliyordu. Dudaklarında ise kocaman bir gülümseme vardı. Bakışları bahçedeki havuza indiğinde ince kaşları merakla çatıldı.
“Bu küçük deniz de mi senin?” diye sordu arkasına dönüp.
Asaf havuzdan bahsettiğini anlayınca güldü hafifçe “Hayır, bu evdeki herkesin” diye yanıtladı onu.
Onun havuz olduğunu öğretmesine kalmadan Nisha başka bir soru sormuştu “Orada mı yıkanıyorsunuz?”
Gülmeden edemedi yine Asaf. Kafasını iki yana sallarken “Hayır, ona havuz deniyor. Sadece yüzmek için kullanılıyor” diye açıkladı.
“Sende yüzebiliyor musun?”
“Evet” dedi Asaf gözlerinin içine bakarken “İstersen sana da öğretebilirim?”
Yerinde kıpırdandı hemen Nisha. Heyecanlanmıştı. “Gerçekten mi?”
“Evet”
Nisha’nın dudaklarındaki gülümseme çizgi halini alırken “Ya yapamayıp boğulursam?” diye sordu, gözlerinden geçen korkuyu gördü Asaf.
Ona güvenmesini isteyerek gülümsemesini bozmadı. “Ben yanında olacağım. Buna izin vermem”
“Tamam” dedi hemen Nisha ve tekrar gülümsedi. Asaf ona gerçekten güveniyor olduğunu gördüğü için şaşırmadan edememişti yine.
Nisha onun bu mutluluğundan habersiz onun yanına adımladı. Koltukta sağ tarafına oturdu. Birlikte gökyüzünü izlerken Asaf ona bildiği takım yıldızlarından bahsetti. İşaret diliyle hem gösterip hem anlatmak zordu ama asla gocunmadı bundan. Nisha da onu büyük bir ilgiyle dinlemiş kafasına takılan her şeyi sormaktan çekinmemişti.
Kapının çalınması sohbetlerini böldüğünde Asaf ayaklanıp kapıya baktı. Bir çalışan onları yemeğe çağırıyordu. Asaf Nisha’nın diğerlerinden rahatsız olacağını bildiği için yemeklerini yukarı istedi. Ardından Nisha’nın yanına geri döndü.
“Annem iyi olacak değil mi?” diye sordu Nisha. Gözlerindeki endişe Asaf’ın da çok iyi bildiği bir histi. İçi burkuldu bu yüzden ona bakarken.
Güven veren tebessümünü kuşanırken “Evet, iyi olacak. Uyandığı zaman beni arayacaklar ve bende hemen seni ona götüreceğim. O zamana kadar benim misafirim ol, olur mu?” diye konuştu.
Nisha’nın yüzündeki ifade dağılırken sevimli bir şekilde kafasını sallayıp onayladı onu.
Ardından yemekleri geldi ve birlikte yemek yediler. Sadece babaannesine haber vermişti onu eve getireceğinden diğerleri de ondan öğrenmişti.
Nisha’nın uykusunun geldiğini fark ettiğinde onun elinden tuttu yine Asaf ve onu yan taraftaki yatak odasına götürdü. Bugün küçük bedeninin kaldıramayacağı kadar çok şey yaşamıştı. Yorulmuştu bu yüzden.
Aisha odaya ilerlerken gördü onları. Yanlarına gidip abisinin uğruna haberlerde adının çıktığı bu küçük kızla tanışmak ve neler olduğunu öğrenmek istedi ama cesaret edemedi.
Ancak uzun zaman sonra abisinin dudaklarında gördüğü gülümseme sağ gözünden bir damla yaş akmasına sebep oldu. Ellerine baktı. Sıkıca tutmuştu küçük kızın elini zira kız da aynı şekilde tutunmuştu ona.
Küçüklüklerini hatırlattı bu görüntü Aisha’ya. Abisi küçükken onun da elini böyle tutardı hep. Sıkı sıkı. Hiç bırakmayacakmış gibi… Ancak büyüyünce o bırakmıştı abisinin elini.
Asaf kız kardeşinin bu halinden habersiz odaya girdiklerinde kapıyı kapattı. Nisha aynı şaşkın ve hayran bakışlarla bu odayı da inceledi. Asaf yine sabırla tüm sorularını cevapladı. Ardından yatak örtüsünü kaldırıp onun yatmasını istedi.
Nisha tereddüt dolu bakışlar attı yatağa. İlk defa başka birinin evinde kalıyordu. Ayrıca hiç yalnız uyumamış hep annesiyle uyumuştu.
Asaf onun çekindiğini düşünürken yanına diz çöktü usulca “Uyumayacak mısın?” diye sordu.
“Uyuyacağım. Ya sen?” dediğinde onun yanından gideceğinden korktuğunu anladı Asaf.
Tebessüm ederken “Bende uyuyacağım. Hemen şu koltukta. Eğer bir şey olursa bana seslenmen yeterli tamam mı?” diye konuştu.
Nisha’nın minik kalbi gitmeyeceği için mutlulukla çarparken utangaç bir şekilde gülümsedi “Tamam”
Ayakkabılarını çıkarıp yatağa girdi sonra. Asaf büyük yatakta bedeninin küçücük kaldığını gördü. Üzerini örttü usulca. Daha sonra kendini tutamayarak temkinli bir şekilde elini yüzüne gelen saçlarına uzattı ve omzundan geriye doğru taradı.
Nisha ona gülümserken kollarını kaldırıp “İyi geceler, Asaf” diye konuştu.
Asaf’ın da dudaklarındaki derin tebessüm büyüdü. Elini kendine çekti. “Sana da iyi geceler, Nisha”
Banyoya girip üzerini değiştirdikten sonra o da koltuğa uzandı. Nisha ise çoktan gözlerini kapatmış uykuya dalmıştı. Asaf o tarafa doğru dönüp elini yanağının altına sıkıştırdı ve onun uyuyan yüzünü izledi bir süre. Göz kapakları ağır bir şekilde kapandı.
Nisha rüyasında babasının onu zorla bir yere götürdüğünü görür. Annesi ve Asaf ona sesleniyordur. Ancak onları duymasına rağmen onlara seslenemez. Ağlar ve babasının elinden kurtulmaya çalışır. Annesi ve Asaf’ın ona doğru koştuğunu görür sonra ama ona yetişemezler.
Ağlayarak uyandığında minik kalbinin korkuyla göğsüne vurduğunu hissetti. Asaf’ın yatağında olduğunu ve her şeyin rüya olduğunu fark etti sonra.
Korktuğu için bir daha uyumak istemedi. Annesiyle uyusaydı korkmayacağını düşündü. Yataktan çıkıp sessiz adımlarla Asaf’ın önüne geldi. Onun koltukta kolu yana doğru açılmış bir şekilde uyuduğunu gördü. Bir şey olursa uyandır dediği aklına geldi ancak uyandırmaya kıyamadı.
Yaşlı gözleri Asaf’ın uyuyan yüzünden koluna kaydı tekrar. O da onu her şeyden korurdu. Kötü rüyalardan bile… Bunu düşünerek onu uyandırmamaya dikkat edip yanına kıvrılmaya çalıştı.
Asaf yanında bir hareketlenme hissettiğinde irkilerek gözlerini araladı. Tanıdık şeker kokusunun yanında Nisha’nın başı görüş alanına girdi hemen. Nisha başını koluna yaslamış yanına uzanmıştı. Şaşırmadan edemedi Asaf. Korkmuş muydu? Kâbus görmüştü belki de.
Ne olduğunu merak etti ama onu utandırıp kaçırmak istemediği için bozuntuya vermeyip hareketsiz kalmaya devam etti. Düzenli nefes alışverişlerini duyduğunda uyuduğunu anlayıp ayak ucundaki örtüyü açarak üzerlerine örttü iyice.
Ardından kolunu hareket ettirdi ve küçük bedenini sardı dikkatle. Uyurken düşebilirdi. Bununla birlikte Nisha daha çok sokuldu göğsüne. İçine yayılan sıcaklığa anlam veremedi Asaf. Annesi ve Aisha dışında daha önce kimseyle uyumamıştı ancak ondan da rahatsız olmadı.
Onun düzenli nefes alışverişlerini dinlerken yıllar sonra derin bir uykuya daldı.
ASAF BARUN KHAN
Hayat kimine göre sahip olduklarından ibaretken kimine göre de kaybettiklerinden ibaretti. Ben ise ikisi arasındaki o ince çizgideydim sanki. Ne sahip olduklarım yanımdaydı ne de kaybettiklerim ile yola devam edebiliyordum. Tek bildiğim kaybettiklerimin hayat sevincimden bir parça götürdüğüydü.
Bana bu hayattaki en zor şey ne diye sorsalar insanın yolunu kaybetmesi derdim bu yüzden.
Ben yolumu kaybetmiştim. Çünkü gün geçtikçe bir parçamı kaybediyordum.
Önce annemi… Sonra Kerem’i… Köpeğim Sirius’u ve şimdi de Nisha…
Sabah yataktan kalkıp giyinmemdeki gücü sadece Nisha’yı benden alan o adamı içeri tıkma arzusunda bulmuştum. Ezgi ile ayrılıp odama geçtikten sonra gözüme doğru düzgün uyku girdiği söylenemezdi. Zaten derin uyuyabilen biri değildim. Sabah dağıttığım odanın çalışanlar tarafından toplandığını görünce canım sıkılmıştı. İznim olmadan alanıma müdahale edilmesinden hoşlanmıyordum.
Hastanede Virat ile çıkan haberleri izledikten sonra odanın düzeni tekrar bozulmuştu. Öfkem içimde yanan bir ateşti ve onu çıkarmaya yer arıyordum. Çalışma odasını tekrar dağıttıktan sonra Nisha’nın fotoğraflarına bakarken bedenim daha fazla dayanamamış ne zaman kafamı koyup uykuya daldığımı bilmiyordum.
Ezgi ile yaptığımız konuşma geldi aklıma. Ben daha önce kimseyle bu kadar uzun konuşmamıştım. Farkında olmadan her şeyi olduğu gibi anlatmış ve hislerimden bahsetmiştim. Söylemesem de bu konuşmanın aramızda kalacağını biliyordum.
Onun bana sarılışı ise beklenmedikti. Şaşırmıştım ama bu bana sarılışından çok rahatsız olmayışıma ve buna ihtiyacımın olduğunu fark etmemeydi.
O da farkında değildi belki ama öyle cümleler kurmuş öyle içimde bir yerlere dokunmuştu ki bütün gece sesi kulağımdan gitmemişti. Kendimi onun sesiyle teselli ettiğimi fark ettim sonrasında. Garipti. Tıpkı birden hayatıma girmesi gibi…
Bakışlarım dikiz aynasından ona döndü. Arkasına yaslanmış sağ pencereden bakarak akıp giden yolu izliyordu. Bir şeyler yedikten sonra solgun yüzüne renk gelmişti biraz. Göz altındaki mor halkalar artarken onları saklama gereksinimi duymuyordu artık. Abisinin durumu yüzünden ne kadar kötü hissettiğini görüyordum. Yemekte de bu yüzden kötüleşmişti. Onun için elimden başka bir şey gelmesini isterdim ama gelmiyordu.
Arda ile bu kadar kolay iyi anlaşmaları ise beni gerçekten şaşırtmıştı. Sevgilerini nasıl bu kadar çabuk kazanabildiğine hayret edemeden edemiyordum.
Nisha bile sevmiş onu…
Aklıma onun düşmesiyle yüzüne dalmış olan bakışlarımı yola çevirdim. Tahmin ettiğimden daha büyük bir oyunun içindeydim. Korumalarımı dahi zehirlemişlerdi. Yetmiyormuş gibi tanımadığım ama tehlikeli olduğundan emin olduğum bir adamın Nisha’nın yanında olduğunu öğreniyordum.
Virat o adama mı güveniyordu gerçekten?
Ya Nisha? O bu oyunun neresindeydi?
Ne vardı o poşette?
Aklıma çok kötü şeyler geliyordu. Mesela poşetin içinde madde olması gibi… Virat bir de böyle bir pisliğin içine onu sokmuş olamazdı değil mi?
Hem öyle bir şey olsa Nisha bana söylerdi… Söylemese bile anlardım! Anlamam gerekirdi! Hiç böyle bir şeyden şüphelenmemiştim.
Nisha’nın mabedin önündeki tedirgin hali geldi gözümün önüne yine.
Bu yüzden mi benimle gelmedin Nisha? Nasıl korkuttular seni?
“Tanrım, bunlar yine mi burada?” Ranvir’in sesiyle daldığım düşüncelerimden sıyrıldım. Sol elimi sıktığımdan eklem yerlerim sızlamaya başlamıştı.
Kaymakamlığa gelmiş olduğumuzu gördüm. Bahçe gazeteci kaynıyordu. Dün hastaneden kaçtığım için merakları giderilmemişti.
Başımdaki ağrı kendini belli etti. Uykumu alamadığım için migrenim ataklara geçmişti. Başımı eğerken elim alnıma gitti “Bir bunlar eksikti gerçekten”
Ranvir yüzünü sıvazlarken bana yandan bir bakış attı. Yerimde doğruldum “Hiçbir açıklama yapmayacağım. Herkesi gönder”
Gözlerindeki tedirginliği gördüm. O açıklama yapmamı istiyordu. Aisha söyledikten sonra bakmıştım çıkan haberlere. Virat yine yapmıştı yapacağını ve gazetecilerin varlığını kullanmıştı. Ancak ben bu sefer onun istediğini yapmayacaktım. Kim ne isterse onu düşünebilirdi, şu an hiçbir şey umurumda değildi.
Emniyet kemerimi çözüp arabadan indim. Kalabalık hareketlendi bununla birlikte. Ranvir gazetecileri engelleyen korumaların yanına giderken arabanın önünde Ezgi’nin yanında durdum.
Restorana girmeden yaptığımız konuşma geldi aklıma. Oynadığımız oyun tehlikeye girecek diye çok korkuyordu. Endişesini okuyabiliyordum gözlerinden. Ancak o kendim için de endişelenmem gerektiğini vurgulamıştı. Benim için de endişeleniyor olamazdı değil mi?
“Sebep her ne olursa olsun insan ailesiyle arasını açarsa hayatındaki çoğu şey yolunda gitmez”
Onun böyle konuşmasıyla buna benzer bir şeyi annemin de söylediğini hatırlamıştım.
“Ailene sırtını dönmek bu hayatta yapacağın en büyük hata, oğlum”
Kaşlarım çatılmıştı hafifçe. “Peki ya ailen sana sırtını dönerse anne? Dedemler gibi…”
Annemin gözlerine bir hüzün çöktüğünde dudaklarımı birbirine bastırdım. Bunu söylememeliydim. Onu üzmüştüm. Buna rağmen dudaklarında bir tebessüm oluştu.
“Büyükler de hata yaparlar, oğlum” diye konuştu dalgın sesiyle.
Kaşlarım daha çok çatılırken “Sen niye özür diliyorsun o zaman dedemden? O özür dilesin” dedim diklenerek.
Tebessümü büyüdü. Parmaklarını uzatıp kaşlarımın arasına dokundu yine. “Bazen ilk adımı senin atman gerekir, Asaf. Bu konuda inat etmek ve gurur yapmak kimseye bir kazanç sağlamaz. Aksine en büyük kaybı verirsin, zaman gibi…”
Yüzümdeki bir şeyleri çözmeye çalışan ifadeyi görmüş onu büyüyünce daha iyi anlayacağımı söylemişti.
Bu anı hatırlamak göğsüme yediğim bir darbe etkisi yaratmıştı. Söylediği gibi şimdi demek istediğini anlıyordum. Babam ve Aisha gelmişti aklıma. Onlarla ileride bu duruma düşeceğimizi hissetmiş olabilir miydi? Bu yüzden mi böyle konuşmuştu benimle?
Kafam öyle karışmıştı ki içime adını koyamadığım kötü bir his çöreklendi. Kafamı iki yana sallarken şu ana dönmeye çalıştım.
Bakışlarım hala Ezgi’nin üzerindeydi. Tedirgin bir şekilde kalabalığa kaçamak bakışlar attığını gördüm. Boğazımı hafifçe temizleyip “Sakin ol, hemen gireceğiz içeriye” diye konuştum.
“Bu kadar insanı kamerayla bana bakarken en son 23 Nisan gösterisinde görmüştüm herhalde” diye konuştu.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramından bahsettiğini anladım. Uzun zaman olduğunu vurgulamasından gösteriye çıktığı zaman çocuk olduğunu düşündüm. Çocuk halini hayal etmeden edemedim. Şu an ki halinden pek farklı olduğunu düşünmüyordum. Sadece boyu uzamış gibiydi.
Bu düşünceyle dudaklarımın ucu kıvrılırken gözlerim kalabalığa kaydı benim de. “Eminim onlar bu kadar rahatsız edici değillerdir” dedim, belki de bu meslekten en hoşlanmadığım ve en zorladığım durum bu olabilirdi.
“Onlarda işini yapıyor sadece”
“Öyle, bu konuda saygım sonsuz ama bazen o kadar katlanılmaz oluyorlar ki insanı bunaltıyorlar” diye konuşurken sesimden bundan ne kadar rahatsız olduğumu saklayamamıştım.
Ranvir adamları ayarlamış olmalı ki yanımıza gelip onu takip etmemizi söyledi. Onun ardından ilerlediğimizde başta rahatsız olacağından tereddüt etsem de yönlendirmek için elimi beline koydum. Geri çekilmedi ya da rahatsız olduğuna dair bir işaret vermedi. Kameralardan rahatsız olmuş olmalı ki kafasını eğip öyle yürümeye devam etti. Patlayan flaşların arasından Ranvir’in açtığı yolda onu takip ettik.
“Virat Bey’e neden vurdunuz Kaymakam Bey?”
“Sizin hakkınızda söylediği suçlamalar hakkında bir açıklama yapmayacak mısınız efendim?”
Muhabirler buna benzer sorularla korumaları aşıp mikrofonunu bana uzatmaya çalıştılar.
“Geeta Hanım ile birlikte misiniz?”
“Geeta Hanım ile Nisha’yı evlatlık almak için evleneceğiniz söyleniyor, doğru mu?”
Kaşlarım çatıldı duyduklarım karşısında. Olayı ona da bağlıyor olduklarını duymak daha çok öfkelenmeme sebep oldu. Ancak bunu yüzüme yansıtmadım.
Ezgi’ ye mikrofon uzatan bir muhabir “Siz bu durumu nasıl kabul ettiniz Geeta Hanım? Kaymakam Bey’i gerçekten seviyor musunuz?” diye sordu. İyi ki Ezgi konuşulanları anlamıyordu yoksa bir de buna canı sıkılacaktı.
Soruları yanıtsız kalınca her yola başvurma kapasiteleri oldukları için birkaçı yanlardaki korumaları aşıp Ranvir’in önünü kestiler. Bunun üzerine yerimizde duraklayınca üzerimizdeki baskı iyice arttı. Ezgi korkup bana doğru sokuldu birden. Belindeki elimi sıkılaştırırken ona güven vermek istedim.
Kaymakamlıktan üç koruma daha destek için çıkıp buraya geldi. En sonunda kargaşayı çözmüş kalabalıktan çıkmıştık.
Ranvir gazetecileri uzaklaştırmak için diğer korumalarla kalırken ben aynı seri adımlarla onu kaymakamlığa ilerlettim. İçeri girdiğimizde meraklı birçok bakış üzerimizdeydi ama bu umurumda olmadı. Alışık olduğum bir durumdu. Elimin hala belinde olduğunu hatırlayınca geri çektim. Sesli bir nefes alıp verdim. O da sessizliğini korurken yüzünde bir rahatlamanın yanında bu duruma ne kadar şaşırmış olduğunu gördüm.
Asansöre doğru ilerlediğimde beni takip etti. Asansörün gelmesini beklerken Ranvir içeri girdi ve bize doğru adımladı. Bu sırada o da üzerimizdeki birkaç bakışı fark etmiş benim aksime çok öfkelenmişti. “Herkes işinin başına dönsün!” diye bağırdı. Kimse onu ikiletmedi.
Muhtemelen herkes Ezgi ile hakkımda çıkan haberleri konuşuyordu. Virat’ın olaylarını bildikleri için onun ne tür suçlamalarla üzerime oynadığının çoğu farkındaydı. Ancak Ezgi bu zamana kadar yanımda bu kadar uzun gördükleri tek kadındı. Onların da aklına sadece misafirim olmadığı düşmüştü belli ki. Gerçekte kim olduğunu merak ediyorlardı.
Başıma saplanan ağrıyla sırtımı duvara yasladım ve burun kemerimi ovuşturdum. Ranvir yanımıza geldiğinde bakışlarım yerdeydi. “Sanırım Geeta için yeni bir açıklama yapmamız gerekecek, şuna bak olayı nereye çekmişler” diye konuştu öfkeyle.
İngilizce konuştuğu için Ezgi onu anlarken “Ne? Ben ne alaka?” diyerek şaşkınlığını ortaya koymuştu.
Kafamı kaldırıp Ranvir’e bir şey söylememesi için işaret vereceğim sırada o benden önce davrandı “Barun’un Nisha’nın velayetini almak için seninle bir ilişkiniz olduğunu söylüyorlar”
Ezgi’nin gözleri hayretle büyürken yerimde doğrulup çatılan kaşlarım altından Ranvir’e baktım. Bakışlarımı fark ettiğinde yaptığı hatanın farkına varıp dudaklarını dişledi.
“Yok artık!” Bakışlarım tekrar Ezgi’ye döndüğünde siniri bozulmuşçasına güldüğünü gördüm. “Bir anlaşmalı evliliğimiz eksikti”
“Ne o, hoşuna gitti herhalde bu söylenti?”
Dudaklarındaki gülümseme anında soldu “Ne? Hayır! Ne münasebet!”
Telaşlanmıştı çünkü saçmalamaya başlamıştı. Onu yanlış anlayacağımdan korkuyordu. Bu halinden keyif alarak ellerimi ceplerime yerleştirdim “Ha o kadar kötü bir şey yani birlikte olmamız?” diyerek üstüne gittim.
“Ne, hayır! Öyle değil”
Ranvir dayanamayıp küçük bir kahkaha atarken şaşkın bakışları ona döndü hemen. Onunla uğraştığımı anlayınca kaşları çatıldı iyice. Omuzları düşerken kaküllerinin altından Ranvir’e kötü kötü bakmaya çalıştı.
Ranvir gülmeye devam ederken “Geeta öyle bakma. Öfkeli gözükmekten çok sevimli bir kediye benziyorsun” diye konuştu.
Bu sırada asansör gelmiş kapısı açılmıştı ancak ben Ranvir’in söylediklerinde takılı kalmıştım. Şu göz kulak olma meselesinden sonra diline düşmüştük beyefendinin ve onun diline düşmektense gazetecilerin sorularını yanıtlamayı tercih ederdim.
O günün akşamı Navin ve ailesi ile konuştuktan sonra Ranvir bizi eve bırakmıştı. Babaannem ve babam eve girerken ben arabadan inmemiştim. Ne konuştuğumuzu sormuş ve düğün işini tatlıya bağladığımızı söylemiştim bende. Daha sonra konu nasıl olduysa Ezgi’ye gelmiş ve nereye gittiğimizi sormuştu.
“Emanet etmek ha? Göz kulak ol?”
“Bunu gidip ona sorduğuna inanamıyorum” yüzümü ellerimin arasına alıp sıvazladım. Ezgi bir tuhaflık olduğunu sezmişti kesinlikle.
“Nereden bileyim böyle bir anlamı olduğunu?” dedi Ranvir keyiflenen sesiyle. “Gerçekten farkında olmadan mı söyledin bunu?”
Kaşlarım çatıldı iyice “Ne demeye çalışıyorsun?”
“Seni ilk defa bir kadına karşı bu kadar kibar görüyorum?” dedi hemen.
Göz devirdim “Gören de diğer kadınlara karşı beş para etmez bir herif olduğumu sanır”
“Öyle demek istemediğimi biliyorsun. Daha önce hiçbir kadına bu kadar ılımlı yaklaştığını görmedim deme istiyorum ya da yüzüne bu kadar uzun baktığını. Hem onu Kerem’in restoranına da götürmüşsün” diye devam ettiğinde elimi alnıma atıp ovuşturdum. Ne saçmalıyordu? “Ben sevdim bu kadını hem. Bence harika bir ikili olursunuz”
“Ne ima etmeye çalışıyorsun sen?”
“Tanrı aşkına Barun! Sevgili, eş, ilişkiden bahsediyorum” diye yükseldi.
Kaşlarım havalandı hayretle. “Sen delirmişsin. Yok öyle bir şey”
“Neden olmasın?” dedi muzip bir sesle.
Bıkkın bir nefes verirken “Bir de soruyor musun gerçekten? Ayrıca o birlikte olduğumu düşüneceğin son kadın bile olamaz” diye konuştum kesin bir dille.
Onun da kaşları çatılmıştı hafifçe. “Neden, tipin mi değil?” Ona ters bir bakış attığımı görünce “Ne var?” diye bir savunmaya geçti hemen. O kadar eğleniyordu ki şu an benimle. Kafamı iki yana salladım memnuniyetsizce.
“Bizim ne için bir arada olduğumuzu unutuyorsun herhalde. Bundan ötesi yok. Olamaz” dedim ciddi bir sesle.
Dertli dertli başını iki yana salladı. “Tanrım, insanın bakış açısı hiç mi değişmez? Bütün emeklerim boşa gitti”
“Ne emeği?”
“Sana kız tavlamak için verdiğim emeklerden bahsediyorum. Unuttun mu, sayemde kızlar peşinden nasıl koşmuştu zamanında?” dedi Ranvir, iç çekti o günlere dalmış gibi.
Göz devirdim yine “Senin yüzünden başıma açılan belalardan bahsediyorsun yani?”
“Nankör” diye tısladı bana doğru. “Eğer seninle olmak isteyen kadınlardan birine bir şans verseydin şu an evli ve çocukluydun. Ayrıca o yaşanan olayların hepsi senin odunluğun yüzünden yaşandı”
Gülerken kafamı iki yana salladım. Üniversite yıllarımı katlanılabilir kılan tek şey Ranvir’in yanımda olmasıydı. Onun için aynı şeyi söyleyemeyecektim tabii.
“Sen niye orada konuştuğun kızlardan biriyle evlenmedin o zaman?” dedim onunla uğraşmak için.
“Ben o zamanlar sadece flört etmek için doğduğumu düşünüyordum. Ciddi ilişkiler bana göre değildi” dedi geniş bir şekilde.
Kafamı iki yana sallarken dudaklarımda küçük bir tebessüm vardı. “Hatırlamaz mıyım? Her mekânda farklı bir kız vardı masamızda”
“Kızlar vardı kardeşim. Sen işine gelmediği için muhatap olmuyordun” dedi huysuzca. Ardından o günlere dalmış gibi tekrar bir iç geçirdi. “Ah ah ne günlerdi. Müzik, dans ve kızlar”
Güldüm “Bunu Neha’ya da söyle istersen?”
Ters bir bakış attı. “Gençlikte olur öyle şeyler kardeşim. Sonra asıl kadın girer hayatına ve asıl seni tanıtır sana. İnandığın her şeyin yanlış olduğunun farkına varmanı sağlar” diye konuştu.
Önümde birleştirdiğim ellerimle oynarken “Ne yalan söyleyeyim bir aile babası olacağını düşünmemiştim hiç. Demek ki bu söylediğinde bir doğruluk payı var” dedim.
Ben değişmek istemiyordum. Sevda dedikleri duygudan korkmuyordum ya da varlığını reddetmiyordum. Yalnızca bana çok uzak bir duyguydu. Ne ben o şekilde birini sevebilirdim ne de bir başkası beni. Bu yüzden bir aile kurmanın da hiçbir anlamı yoktu benim için.
“Ne sandın oğlum, biliyoruz da konuşuyoruz” dedi Ranvir hemen böbürlenerek. “İşte ben şimdi senin için asıl kadının Geeta olabileceğini söylüyorum sana”
Konuyu tekrar ona bağladığında sıkıntıyla bir iç geçirdim. Diline düşmüştük bir kere kaçış yoktu. “Bende yanıldığını söylüyorum ama anlatamıyorum”
Aklına bir şey gelmiş gibi güldü birden “Düğün günü dışarıda karşına dikilip bağırdı ya sana hayretler içerisinde kaldım. İlk defa bir kadın sana dikleniyordu. Özellikle o gün sana öfkeyle söyledikleri” devam edemeyip sesli bir kahkaha attı bu defa.
İlk anlattığında da o gün gülemediği için böyle sesli gülmüştü. Kafamı iki yana sallarken gözlerimin önünde Ezgi’nin yüzü belirdi. O gün gözleri yaşlarla dolu olmasına rağmen bakışlarıyla ateş saçıyordu gerçekten. Öndeki kısa saçları yüzüne dağılmış yanakları kızarmıştı. İçten içe bende şaşırmıştım o haline.
Onu zaten terasta öyle ardımda bıraktığım için vicdanım ile münakaşa halindeyken bir de tehlikeli bir anda onu karşımda görmek beni iyice çıkmaza sokmuş farkında olmadan onu daha çok kırmıştım.
Anand’ın ne yapacağı belli olmadığı için Ranvir’i uzaklaştırmak adına onun peşinden göndermiştim. Ranvir’e kalp kırmayı tercih eden aptal herifin teki olduğumu söylemişti benim için.
“Keşke o tepsiyi kafana geçirseymişim, o kadar pişmanım ki!”
Giderken söylediği şeyi hatırlayınca dudaklarımın ucu kıvrıldı. Gerçekten tuhaf bir kadındı. Ve de deli.
“Ne o korktun mu yoksa o halinden? Ona gerçekten yardım etme sebebin bu mu yoksa?” dedi dalga geçerek.
İfadem değişmedi. Düşünceli bakışlarım ellerimdeydi. “Benim aksime öfke o kadar yabancı duruyor ki onun üzerinde”
O kırılgan bir kadındı. Ben ise kırıp dökmekten başka bir şey bilmeyen adam…
“Korkunç değil, sevimli duruyor değil mi?”
Kafamı salladım ağır bir şekilde. Ranvir’den bir kahkaha yükselince neye onay verdiğimi anlamam uzun sürmedi. En ters bakışlarımla ona baktım.
“Nasıl da onaylıyor. Demek onu sevimli buluyorsunuz Kaymakam Bey? Sadece sevimli mi, güzel de buluyor musunuz?” diye konuşarak gülmeye devam etti.
“Defol git, gözüm görmesin!” diye yükseldim ve arabanın kapısını açıp indim. O hala gülmeye devam ederken kapıyı hızla çarptım.
Boğazımı temizleyip onu susması için uyardığımda gözlerinden bundan ne kadar keyif aldığını görmemek elde değildi. Sıkıntıyla bir nefes bıraktım.
Bakışlarım Ezgi’ye döndü. Göz göze geldiğimizde yanakları iyice pembeleşti. “Ben gidiyorum” dedi hızla ve arkasını dönüp geldiğimiz yöne ilerlemeye başladı. Panikleyince ne yaptığını bilmiyordu gerçekten.
Dudağımın kenarı kıvrılırken “Nereye?” diye seslendim.
Yanlış yöne gittiğini o zaman fark etmiş olacak ki aynı hızla geri döndü. Kafasını eğse de yüzünü buruşturduğunu görmüştüm. Alt dudağımı dişledim bu halinden keyif alarak. Aramızdan geçip asansöre doğru ilerledi.
Ranvir’e baktığımda bakışlarının üzerimde olduğunu gördüm. “Her neyse delilerin ne yaptığını çok sorgulamamak lazım” dedim Ezgi’nin de duymasını sağlayarak.
Yerinde duraksadığını gördüm. Ranvir’in gülerek başını eğdiğini gördükten sonra bende Ezgi’nin arkasından ilerledim ve onu geçip asansöre bindim. Bakışlarını sırtımda hissettim.
Hemen ardımdan öfkeyle soluyarak asansöre bindi. “Demek öyle Kaymakam Bey?”
Sesi gerçekten öfkeli geliyordu. Tekrar Kaymakam Bey’e dönmüştük bir de. Bu dün geceki Asaf deyişini getirdi kulaklarıma. O daha çok hoşuma gitmişti.
“Paala” dedi birden kendi kendine konuşur gibi. “Deli ha deli. Bu deli senin o çok güvendiğin aklını nasıl çelecek sen gör”
Kaşlarımın şaşkınlıkla hafifçe havalanmasına mâni olamadım. Aklımı mı çelecekti? O da ne demek?
Bunun üzerinde duramadan aklım diğer söylediği kelimeye kaydı. Ona geçen gün paala diye seslenmemi unutmamıştı. Kelimenin anlamını bu kadar çabuk öğreneceğini düşünmemiştim.
Gazetecilerin bozduğu moralim birden yerine geldi o an “Alınma hemen. Şaka yapıyorum” diye konuştum.
“Siz ve şaka yapmak?” dedi huysuz bir şekilde. Hala sinirli olduğu için resmi konuşuyordu ve bunun farkında değil gibiydi.
“Evet”
“Hiç komik değildi o halde”
Gülümsememe engel olamadım “Şaka biraz gerçeği yansıtınca komik olmuyor, evet”
“Ya bak!” beklediğim gibi sinirle bana doğru dönünce güldüğümü gördü. Çatılmış biçimli kaşları hafifçe kalktı. Afallamış gibiydi. Öfkeyle parlayan rengini hala tam çözemediğim gözleri gülümsememe bakıp tekrar gözlerime çıktı.
Tombul, gamzeli yanaklarına ve sinirden bükülmüş dudaklarının oluşturduğu görüntüye bakarken “Ranvir’e bu konuda hak vermemek elde değil” derken buldum kendimi. Sevimliydi…
Kaşları merakla çatılırken “Hangi konuda?” diye sordu. Ne söylediğimi o an idrak edip yutkunduğum sırada asansör ses çıkararak durdu.
İneceğimiz kata geldiğimizi düşünüp bunun kaçmak için güzel bir bahane olduğunu düşünmüştüm ki bakışlarım kapıya döndüğünde açılmadığını görmek kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Kat numarasına baktığımda sekizde kaldığını gördüm. Küçük bir arıza olmalıydı.
“Neden durdu?” onun tedirgin sesini duyduğum sırada tuşlara ilerleyip dokuza basmayı denedim tekrar. Hiçbir şey olmazken burada kaldığımızı haber vermek için alarm düğmesine bastım.
Gerçekten bütün aksilikler beni bulmak zorunda mıydı? Bıkkınlıkla duvara yaslandım ve ona baktım “Sakin ol, bir sorun var sanırım hallederler şimdi” diye konuştum.
Başını sallayarak beni onayladığında derin bir nefes alıp verdi. Gözlerini kaçırmıştı bu sırada. “Çok uzun sürmez değil mi?” diye konuştu bir süre sonra.
Bakışlarım yüzünde yoğunlaşırken omuz silktim ve ondan doğruyu saklamamayı tercih ettim. “Sorunun ne olduğuna bağlı. Çok sık olan bir durum değil, ne oldu anlamadım bende”
Tedirgin bir şekilde dudaklarını dişlerken sol kolunu okşadı. Cevabımdan pek hoşnut olmamıştı sanırım. Belki de kapalı kalmaktan hoşlanmıyordu. Bende hiç hoşlanmazdım ama buradan çıkacağımızı biliyordum, uzun süreli bir esaret değildi.
“Merak etme, havalandırma kapağı var, oksijenimiz bitmez bu sürede” elimle tavanı gösterdim. Rahat olmasını ve bunun için endişelenmemesini istedim.
Ancak bu bir işe yaramadı. Bedeninin titrediğini gördüm “Ya düşerse?” sesi de titremişti şimdi.
Gözlerimiz kısa bir anlığına kesiştiğinde gözlerindeki korkuyu gördüm. Bu kaşlarımın daha çok çatılmasına sebep oldu. Bir terslik olduğunu anlayıp yerimde doğruldum ve yanına ilerledim.
“Güvenlik halatları var, çoktan devreye girmişlerdir. Aklına böyle şeyler getirme” diye konuştum. Biraz olsun rahatlamış gibiydi. Sesli bir nefes alıp verdi.
Asansörün ışıkları gitti birden ve karanlığa gömüldük. Onun çığlık atmasını bekledim ama hiçbir ses vermeyince korkmadığını düşündüm. “Arıza elektrik sistemiyle alakalı sanırım, biraz uzun sürebilir çözmeleri” ona açıklama yaparken bir yandan da kolumu uzatıp tavandaki havalandırmayı açtım. Anında sıcak basmıştı sanki. Gömleğimin ilk iki düğmesini açtım.
Bu sırada ondan herhangi bir ses gelmedi. Gözlerim karanlığa alışmış her şeyi seçerken onun bedenini olduğu yerde göremedim. Kaşlarım çatıldı “Geeta?”
Yine hiçbir yanıt alamadığımda anlaşılmaz birkaç mırıltı duydum. Elimi onun olduğu yere uzattığımda boşlukla karşılaştım. Etrafa kısa bir göz attığımda tekrar ismini seslendim. Yerdeki duvara sinmiş bedeninin seçmem ise çok uzun sürmemişti. Bana cevap vermeyişinden bayılmış olduğunu düşünürken yutkundum.
Yanına diz çöktüğümde kafasını dizlerine gömdüğünü ve sol elinin hareket edip boğazında gezindiğini gördüm. Bayılmamıştı. Neden cevap vermiyordu o zaman bana?
“Geeta?”
“Baba. Baba. Baba” kesik nefesler içinde mırıltısını duyduğumda kaşlarım daha çok çatıldı.
Elimi omzuna koyduğumda bedeninin titrediğini fark ettim “Beni duyuyor musun-” kısa bir duraksamanın ardından “Ezgi?” diye devam ettim. Gerçek ismini seslenmem işe yaramış gibi başını kaldırdı. Burnunu çektiğinde ağladığını anladım. “Ezgi-”
“Ne olur çıkar beni buradan! Çok karanlık burası, ben… çok korkuyorum” titreyen sesiyle konuştuğunda içimin de titrediğini hissettim.
Kapalı alandan değil karanlıktan korkuyordu. Dün gece loş koridora attığı tuhaf gelen tedirgin bakışlarını hatırladım. Ardından odaya doğru koşusunu… Korktuğu içindi.
İçime düşen sıkıntıyla derin bir nefes aldım “Korkma Ezgi, ben buradayım. Çıkaracağım seni tamam mı?”
Başını belli belirsiz salladığını gördüm ardından yukarı baktı. Nefes almakta zorluk çektiği için böyle yaptığını düşünmüştüm başta ama bir şey görmeyi bekler gibi birkaç defa bu hareketini tekrarladı. Bu sırada asansörün dışından birtakım sesler gelmeye başlamıştı.
“Bak Ezgi, geldiler. Çıkacağız az sonra buradan” diye konuştum içini rahatlatmak için ama beni pek anladığını sanmıyordum.
“Çok soğuk burası. Ben çok üşüyorum” dediğinde titreyen bedeninin korkudan olduğunu düşünmüştüm ama o üşüdüğünü söylüyordu. Ben sıcaktan terlemeye başlamıştım o nasıl üşüyordu?
Üzerimdeki ceketi çıkardım hemen ve ona giymesinde yardımcı oldum. Ağlaması şiddetlendiğinde hıçkırması artmıştı. Zor nefes alıyor gibi kesik nefesler alıp veriyordu hala. Şakağımdan akan teri hissettim. Gerginliğim ise hat safhadaydı.
Aklıma telaştan önce gelmeyen fikirle elim hızla cebime gitti ve telefonumu çıkarıp fenerini açtım. Telefonu ters çevirip yere yanımıza koyduğumda yüzünü şimdi daha net görüyordum. Yaşlı gözleri ışığa döndü hemen.
“Barun! İyi misiniz ses ver?” Ranvir’in sesiydi bu.
Kapıya yöneleceğim sırada yerdeki elimi tuttu birden. “Gitme – Hıçkırık- Ne olur gitme”
Teninin soğukluğu beni bir kez daha afallatırken hızla ona doğru döndüm tekrar “Şşş tamam, gitmiyorum. Buradayım” diye konuştum. Elimi sıktı. Gözyaşları boncuk boncuk yanaklarından akarken küçük bir kız çocuğundan farksızdı bakışları.
Çaresiz hissettiriyordu.
Bu basit bir korku gibi değildi. Kriz geçiriyor gibiydi ama panik ataktan çok daha farklıydı.
Hiçbir şey yapamıyor olmak öfkelenmeme sebep olurken kapıya doğru dönüp “Acele edin! Ranvir çabuk çıkar bizi buradan!” diye bağırdım.
Birtakım başka yabancı sesle ve makine sesleri geldi. Ezgi tekrar elimi sıktığında bakışlarım ona döndü. Diğer eli kalbine gitmişti. Boş bakışları ışıktayken gözlerini kapatmamak için mücadele ettiğini fark ettim.
Bu yerimde irkilmeme sebep oldu “Ezgi, dayan biraz daha bak çıkacağız” diye konuştum. Elini sıktım ama ondan hıçkırıkları dışında bir yanıt alamadım. “Ezgi, konuş benimle”
Bu sırada asansörün kapısını araladılar. İçeriye gün ışığı sızdı ve sesler çoğalmaya başladı. “Bak açtılar kapıyı” ona dönerek tekrar konuştuğumda başının omzuna doğru düştüğünü gördüm.
Telaşla öne atılırken yüzüne dokundum “Ezgi!” dudakları hareket eder gibi olurken ona biraz daha yaklaştım “Ezgi, benimle kal”
Kapıyı tamamen açtıklarında asansörün önüne toplanan çalışanların sesini umursamayıp Ranvir’e baktım. “Kalabalığı dağıt hemen!”
Endişeli gözleri bizim üzerimizdeyken başıyla beni onayladı. Tekrar Ezgi’ye döndüm. Yarı açık gözlerle bana bakıyordu. Beni görmediğine emin olduğum bakışlardı bunlar ve içimdeki korkuyu alevlendiriyordu.
Elimi elinden çekip beline sardım hızla. Diğer elimi de bacaklarının altından geçirip kucağımda onunla ayağa kalktığımda başı göğsüme düştü güçsüzce. Asansörden çıktığımda Ranvir ve görevli adamlar hariç koridor boşalmıştı. Yukarı çıkan merdivenlere yöneldiğimde Ranvir arkamızdaydı.
“O iyi mi?” diye sordu.
Ezgi’nin kafasının hareket ettiğini hissettim. Boynuma doğru sokulmuştu. Kollarım sıkılaşırken merdivenleri çıkmaya başladım.
“Bilmiyorum” dedim, dilim damağım kurumuş gibi hissediyordum.
Başımı Ezgi’ye eğip yüzüne bakmaya çalıştım “Ezgi, duyuyor musun beni? Bak çıktık dışarıya” diye konuştum. Nefesim kaküllerini hareket ettirdi. Ancak ondan hıçkırıkları ve sık nefesleri dışında herhangi bir ses gelmedi.
Odama yaklaştığımızda Ranvir öne geçip kapıyı açtı. Bilincinin hala açık olduğunu düşündüğüm için onu oturur pozisyonda sağdaki koltuğa bıraktım yavaşça. Tıpkı duvar dibindeki hali gibi bacaklarını iyice kendine çekti koltukta hemen. Başı yan bir şekilde dizlerine düştü. Aydınlıkta yüzünün bembeyaz kaldığını gördüm. Göğsü hala hızla inip kalkıyordu.
Boydan pencerelere doğru ilerleyip onları açmaya başladım. Ranvir ne yapmaya çalıştığımı kavrayıp diğerlerini açmayı o devraldı. “Panik atak mı geçirdi? Ne oldu?” diye sordu.
Gömleğimin yakasını genişletirken “Onun gibi bir şey” dedim.
Ardından Ezgi’nin yanına adımladım hemen. Koltukta yanına oturup bakışlarımı ona çevirdim. Gözleri aralıktı. Ağlamaktan kızarmışlardı. Hala korkuyla parlıyorlardı.
Yeşildi şimdi işte gözleri. Ağladığı zaman hep böyle oluyordu. Ona çirkin olduğunu ima ediyordum ağladığında ama bu gerçekten öyle düşündüğüm için değildi. Zaten ağlayan insanlara dayanamıyorken bir de yaşlı yeşilleriyle baktığında bana annemi hatırlatıyordu. Buna katlanamadığım için daha fazla ağlamasın diye öyle bir şey uydurmuştum. İşe yaramadığı da söylenemezdi.
“Ben ineyim aşağıyı halledeyim, gelirim” Ranvir’in sesiyle gözlerimi ondan ayırıp ona baktım. Kafamı salladım onu onaylayarak.
Telefonumu uzattı bana. Biz çıktıktan sonra asansörden almış olmalıydı. Elinden telefonu aldım. Ardından odadan çıktı o da.
Tekrar Ezgi’ye döndüğümde o hala aynı boş bakışlarla koltuğu izliyordu. “Ezgi” ismini seslendiğimde gözleri bana döndü yine. “İyi misin? Konuş benimle lütfen”
Gözlerini kapattığında sol gözünden akan yaş yanağına süzüldü. Ona doğru eğilirken baş parmağımın tersiyle yaşını sildim. Tepkilerinden çekiniyordum bu yüzden temkinli yaklaşıyordum.
Dokunuşumla birlikte gözlerini geri açtığında yeşil hareleri gözlerimi buldu. “Bir şey söyle. Korkutuyorsun beni” diye konuştum saklamadan.
Gözlerini kaçırırken titreyen dudakları aralandı “Ben… Karanlıktan çok korkarım” dedi, sesi pürüzlüydü. Gözünden akan yaşı süzülmeden sildim bu sefer. Küçük bir kız çocuğu gibiydi.
Elimi ondan uzaklaştırmadım, biraz rahatlaması için işaret ve orta parmağımın tersiyle yanağını okşamaya başladım. İşe yaramış olmalı ki tekrar konuşmuştu “Beş yaşındaymışım. Abimlerle saklambaç oynarken bahçeden çıkıp… Kaybolmuşum.”
Kaşlarım üzgünce çatıldı. Gözleri o anları hatırlar gibi dalmıştı. Yerinde titredi korkuyla. Burada olduğunu hissetmesi için bu sefer elimi karışmış kaküllerine götürdüm. Titrek bir nefes verdi. Ellerim bir yol izliyormuş gibi oradan saçlarına uzandı.
“Karanlık tarlaya girmişim. Sonra da bir su kuyusuna… düşmüşüm” titreyen sesiyle konuşmaya devam ettiğinde şaşkınlıkla saçlarındaki elim duraksadı. Kuyuya düşmüştü ve belli ki bir süre de orada kalmıştı. İçimdeki korku daha ne kadar büyüyebilirdi bilmiyordum.
“Baban mı buldu seni?” diye konuştum. Asansördeyken yanına geldiğimde ona seslenmişti birkaç defa. Bu yüzden böyle düşünmüştüm.
“Evet” burnunu çekti üzgünce. Elimi usulca saçlarında gezdirmeye devam ettim. Nefes alışverişleri yavaş yavaş düzene giriyordu.
Dudaklarımı yalarken “Dışarı çıkmak ister misin? İstersen balkonda var çıkabiliriz?” diye sorduğumda kafasını iki yana sallamaya çalıştı hafifçe.
“Doktor çağırayım mı peki?”
Tekrar başını salladı olumsuz bir şekilde. Gözlerini açık tutmak için direniyor gibiydi hala. Derin bir nefes alıp verdim “Kullandığın bir ilaç var mı? İsmini biliyorsan söyle alalım” diye sordum bu sefer de.
Belli ki travmatik bir durumdu. Psikolojik destek almış olabilirdi. Bu yüzden bunu da sormak istemiştim.
“Hayır, yok” dedi cılız sesiyle.
Gözleri bana döndü sonra yavaşça. Yorgun ve dalgın bakıyorlardı “Geçti, Ezgi… Ben buradayım” diye konuştum. Artık korkmamasını istiyordum. Yanında olduğumu hissetsin istedim çünkü öyleydi.
Bir şey söylemedi. Bana bakmaya devam ederken elim hala saçlarını okşuyordu. Gözleri kapandı usulca. Nefesi tamamen düzenli bir hal alırken bayılmış mıydı yoksa uyumuş muydu emin olamadım. İçimdeki tedirginlik hala geçmemişti bu yüzden.
Ne kadar zaman ayılacağını bilmediğim için onu içerideki odaya götürmeyi düşündüm. Ayağa kalkıp önce odanın kapısını açtım. Ardından dikkatli bir şekilde onu tekrar kucağıma aldım. Odada ortada duran tekli uzun koltuğa dikkatlice yatırdım onu. Koltuğun sırtını ayar kısmından indirip düz hale getirdikten sonra ayakucundaki battaniyeyi açtım ve üzerine örttüm.
Bazen eve gitmek istemediğim zamanlar oluyordu ve o zaman burada kalıyordum. En başında yani İngiltere’den döndükten sonra kendime ev tutmak istemiştim ama dedemle yaptığımız anlaşma her şeyi bozmuştu. Bu yüzden bende bu odayı kendime ait bir ev gibi düzenlemiştim. İhtiyacım olan her şey burada da vardı. Bu odadan Ranvir dışında kimsenin haberi de yoktu.
Karşısındaki sehpaya oturup ona doğru döndüm. Örgüsünden çıkan saçları yüzüne düşmüştü hep. Eğilip elimi uzattım ve saçlarını arkaya doğru taradım. Yanakları ve burnu ağlamaktan kızarmıştı. Kalın ufak dudakları ise hala üzgünce bükülmüş duruyordu.
“Barun?” Ranvir’in sesiyle yüzüne dalmış bakışlarımı kırpıştırdım. Yerimde doğrulup kapıya baktım. Tam bu sırada o da kapıda göründü. Ayağa kalktım o içeri girerken. “Nasıl oldu, iyi mi?”
Yanında durup masaya yaslandım. Onun bakışları Ezgi’ye dönerken bende ona baktım. “Çok korkmuş. Zor sakinleşti.”
“Klostrofobisi mi varmış?”
“Hayır, daha kötü” yüzümü buruşturdum ve sıkıntıyla bir nefes bıraktım “Çocukken kuyuya düşmüş”
Bakışlarını üzerimde hissettim “Bildiğimiz su kuyusundan mı bahsediyorsun?” diye konuştu şaşkınlığı sesine de yansırken.
Başımı salladım usulca. “Sen iyi misin?” diye sordu daha sonra.
“İyiyim”
Ona baktım. Bunu teyit etmek ister gibi bakışlarını üzerimde gezdiriyordu. Kaşlarının ortasındaki çizgi belirginleşince aklından bir şeyler geçtiğini anladım.
Düşüncemde konuşmak için dudaklarını aralamasıyla doğrulandı “Ortak noktalarınız da varmış bak. Belki imkansızmışsınız gibi konuşmaktan vazgeçersin bundan sonra”
Kaşlarım çatıldı hemen. Neyden bahsettiğini anlamaya çalışırken çok düşünmeme gerek kalmamıştı. Yine malum yakıştırma imalarında bulunuyordu.
Ona bakan bakışlarım sertleşirken “Sana bu konuyu bir daha açma demiştim” dedim, sesim son derece hoşnutsuzdu.
“Yalan mı?” diye savundu kendini.
Kafamı sen adam olmazsın der gibi iki yana sallayıp bakışlarımı burayı da boydan kaplattığım pencerelerden gözüken gökyüzüne çevirdim. “Aynı şey değil. Ben kapalı alanda kalmaktan hoşlanmıyorum. O ise karanlık ve kapalı ortamdan kriz geçirecek kadar korkuyor”
“Sende korkuyorsun” dedi kararlı bir sesle. Amacı artık beni çözmekti. Şu an hiç sırası değildi. Aklım ondaydı ve şu an geçmişten bahsetmek isteyeceğim son şeydi. Bu yüzden kaçtım. Yine.
Bakışlarımı yavaşça ona çevirirken “Bir daha özellikle onun yanında bu konu hakkında ağzını açarsan gerçekten bozuşuruz” dedim.
Ezgi zaten işkillenmişti. Eğer yanlış anlarsa bu durumu rahatsız olabilirdi. Bunu istemiyordum.
Ellerini havaya kaldırdı teslim olmuş gibi “Tamam sustum” dedi, ellerini indirdi sonra ve benim gibi sırtını masaya verip Ezgi’ye kısa bir bakış atarak bana döndü “Ne yapacaksın şimdi?”
“Hala doktor çağırıp çağırmamakta emin değilim. Kendisi istemedi ama içim pek rahat değil bu konuda. Herhangi bir ilaçta kullanmıyormuş” diye açıkladım konuştuklarımızı.
Düşünceli bir şekilde çenesini sıvazladı “Aslında fiziksel olarak bir şeyi yok gibi görünüyor. Psikolog çağırmamız daha mantıklı. Belki uyandıktan sonra konuşmak ister”
Bu benim de aklımdan geçmişti ancak hem oyunumuz açısından riskli hem de Ezgi Hintçe bilmiyordu. İngilizce konuşurken de kendini daha iyi ifade edebileceğini düşünmüyordum.
Aklıma gelen şey ile gözlerim zeminden hızla Ranvir’e döndü “Doğru ya”
“Ne oldu?”
Yerimde doğruldum ve pantolonumun cebinden telefonumu çıkardım “Bu benim de aklıma gelmişti ama kendi dili olmadığı için kendini rahat ifade edemez diye düşünmüştüm. Ancak Dilek’in psikolog olduğunu tamamen unutmuşum. Hem tanıdığı biri, konuşurken daha rahat olur”
Ranvir söylediklerimi onaylarken bende rehberimde Dilek’in numarasını arayıp buldum. Onu arayıp telefonumu kulağıma yaslarken camın önüne doğru ilerledim.
“Alo Asaf” sesi onu aramama şaşırmış gibi geldi.
“Dilek müsait misin?” diye konuştum hemen.
“Şu an yoldayım. Arda’yı annesinin yanına götürüyorum. Bir sorun mu var?”
Doğru ben oraya gideceklerini unutmuştum tamamen.
“Biz ufak bir kaza geçirdik-”
“Ne! Sen iyi misin, hastanede misin?” endişeyle lafımı böldüğünde sesli bir nefes bıraktım.
“Hayır, öyle değil sakin ol. Asansörde kapalı kaldık” rahat bir nefes aldığını duydum hemen. Dudaklarımı ıslattım “Ben iyiyim ama Geeta değil… Çocukken travmatik bir olay yaşamış ve şimdi ona benzer bir durumla karşılaşınca kriz geçirdi. Ben ne yapacağımı bilemediğim için seni aramak geldi aklıma”
“Anladım, çok geçmiş olsun öncelikle. Şu an ne durumda Geeta peki?” diye sordu ilgiyle.
Gözlerim onun bedenine kaydı birkaç saniyeliğine “Bilinci kapalı, uyanmasını bekliyorum” dedim kuru bir sesle.
“Ne kadar süredir bilinci kapalı?”
“Yarım saat olmamıştır” diye yanıtladım onu hemen.
“Bu gibi durumlarda baygınlık geçirmesi çok normal, endişelenme” dedi, sakin bir ses tonuyla. “Ben Arda’yı bıraktıktan sonra direkt kaymakamlığa geleyim. Ancak onu görüp konuşursam yardımcı olabilirim.”
“Haklısın. Bende daha doğrusu uyandığında burada olmanı istediğim için aradım zaten seni. Sen varınca konum at istersen, ben araba göndereyim seni almaya?” diye konuştum.
“Sağ ol ama gerek yok. Ben kendim gelirim”
“Peki, nasıl istersen. Tekrar haberleşiriz o zaman”
“Tamam. Görüşürüz”
“Görüşürüz” diyerek çağırıyı sonlandırdım.
Arkamı döndüğümde “Gideyim mi almaya?” diye konuştu Ranvir hemen.
Derin bir nefes alıp verirken elimi saçlarıma atıp karıştırdım. “Yok, kendisi gelecekmiş”
Kafasını sallayıp beni onayladı. Bu sırada onun telefonu çaldı. “Ben gidiyorum, bir şey lazım olursa ararsın” dedi ve aramayı cevaplayarak odadan çıktı.
Ben bu sırada ailesine haber verip vermemeyi düşünüyordum. Eminim uyansa bunu istemeyecekti. Bana da pek mantıklı gelmiyordu açıkçası. Babası zaten kalp krizi geçirmişti. Bunu öğrenirse ne olur hiç kestiremiyordum. Ancak içim böyle de rahat etmiyordu. Sıkıntıyla bir nefes bıraktım.
Bu sırada diğer odadan ofis telefonumun çaldığını duydum. Gerildim. Onlar arıyor olabilirler miydi?
Diğer odaya geçtim ve çağrıyı yanıtladım.
“Efendim, yarım saat sonraki toplantınızı hatırlatmak için aramıştım” diyen Sanch’nin sesiyle tuttuğum nefesimi bıraktım.
Sol elimi saçlarımın arasında gezdirirken “Bugünkü toplantıları ertele, daha sonra bir ayarlama yapacağım ben” diye konuştum.
Onun yanında kalsam daha iyi olacaktı. Uyandığında yalnız olduğunu görürse korkabilirdi.
“Peki efendim”
Aramayı sonlandırdım ve telefonu yerine koyup tekrar onun olduğu odaya geçip kapıyı kapattım. Yüzüne kısa bir bakış attım. Ardından masamın arkasına doğru ilerledim. Koltuğa oturup masamın üzerindeki su şişesine uzandım. Dilim damağım kurumuştu gerçekten. İyi gelmişti. Bu sırada cebimde telefonumun titrediğini hissettim.
Hasan Bey arıyor…
Ekrana bakakaldım bir süre. Korktuğum başıma gelmişti gerçekten. Açarsam yalan söylemem gerekecekti, açmazsam da daha çok endişelenecektiler. Arama sonlandı bu sırada. Ardından tekrar çalmaya başladı. Açacaktım mecbur. Ancak ben yalan da söyleyemezdim. Özellikle böyle bir konuda. Arama tekrar sonlanmadan yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüm.
“Alo”
“Kaymakam Bey oğlum benum Meryem, Ezgi’nin annesi”
Rahat bir nefes bıraktım. Babasındansa annesine söyleyebilirdim değil mi? Bunun rahatlığıyla dirseğimi masaya yaslayıp elimi alnıma götürdüm.
“İyi günler Meryem Hanım. Nasılsınız?” diye konuştum.
“İyi olmaya çalışiyruz oğlum, buna da şükür. Sen nasilsun? Ailen nasildur?” sesi çok yorgun geliyordu ama buna rağmen canlı ve sıcaktı. Konuşmasındaki farklılığın sebebini bilmiyordum ama tuhafıma gidiyordu. Aynı zamanda iç okşayan bir yanı da vardı. Gerilen kaslarım gevşedi hemen.
“İyiyim. Ailemde iyiler, sağ olun.”
“Allah razi olsun yavrum hepunuzden, çok selamumi ilet ananla babana” diye konuştu sesi titrerken.
Her defasında bunu söylemekten geri durmuyorlardı ve bu bana doğru bir karar verdiğimi daha çok inandırıyordu. Onlara annemin vefat ettiğinden de bahsetmemiştim. Daha doğrusu öyle bir vakit olmamıştı.
“İletirim. Teşekkür ederim” Şimdi de bozmak istemedim. Onlar açısından her şey yoluna bir girse elbet daha yakından tanışmaya fırsatımız olacaktı. “Hasan Bey ve oğlunuz nasıl?”
“Yiğit’umin durumu hala aynı, bekleyrux... Hasan’un da ablası burdaydi, şimdi yemeğini yemesine yardum eyliy” dedi durgunlaşan sesiyle.
“Anladım. Siz de Hasan Bey’e selamlarımı iletin lütfen”
Onaylayan sesler çıkardıktan sonra “Ezgi’m yaninda değil mi oğlum?” diye sordu.
Evet asıl meseleye gelelim. Gözlerim onun uyuyan yüzüne döndü “Meryem Hanım siz şu an Hasan Bey’in yanında mısınız? Eğer öyleyse ona belli etmeden başka bir yere geçme şansınız var mı?”
“Ben başka bi odadayum zaten oğlum onlar yok. Ezgi’ye bi şey mi oldi? Nerde o?” diye telaşla soluduğunda yutkunmaya çalıştım.
“O iyi sakin olun. Yanımda burada. Ancak… baygın” diyebildim.
Kesik bir nefes aldı “Ne diyisun bayğun? Ne oldi?” sesi yükselmişti şimdi.
Dudaklarımı yaladım “Buraya gelirken asansörde kapalı kaldık. Karanlıkta da kalınca kriz geçirdi”
“Yavrum…” Bir burun çekiş sesi geldiğinde ağladığını anladım. “Çok korkmiş olmalu-” ağladığı için nefesi yetmedi ve devam edemedi. İçime bir şey oturdu.
“Merak etmeyin ben yanındaydım. Ciddi bir şey olmadı, çok uzun kalmadık zaten” diyerek bu sefer ben onun içini rahatlamaya çalıştım.
“İyi ki oradaymissun oğlum. Kendi başuna kalduğunda korkusunu zapt etmek daha zor oluya… Kalp krizi geçirme riski var deydu doktoru” ağlamaya devam ederken konuşmaya devam etti “Çocukken… oyun oynayruken su kuyusina düşti... Saatler sonra bulduk onu. Çok kan kaybetmiş… donmak üzreydu yavrum… Yaşamasi mucizeydi… Rabbim bi daha bağışladi onu bize”
Kalp krizi riski mi? Yutkundum. Düşündüğümden daha büyük bir yara açmıştı bu olay onda. Belli ki sadece onda değil ailesinde de öyleydi.
“Uyanır uyanmaz sizi aramasını sağlayacağım, aklınız burada kalmasın lütfen” diyebildim sadece.
“Uyaninca bi süre konuşmazsa üstüne gitme oğlum. O olaydan sonra bi müddet babasi hariç kimseye yanaşmadi. Bi yıl kadar da sesine hasret koydu bizi…” İçli bir şekilde iç çekti. O günleri hatırlamak ayrı bir ızdırap yaşatmış gibiydi ona. Sesindeki keder içime dokundu. Şu an duyduklarımı sindirmek benim için bile zordu.
Belli bir süre konuşamamıştı… Yoksa… işaret dili öğrenmesinin gerçek sebebi bu muydu?
“Bir şeyler anlatmayı çok severim, babamın da en sevdiğim özelliğim budur” diyen sesi yankılandı kulağımda. Babasıyla olan bağına duyduğum hayranlık daha çok arttı o an.
Yaşananları hatırlamıyor olmalıydı. Bana bahsederken de duyulan geçmiş zaman kullanmıştı. Konuşamadığını mı da hatırlamıyordu yoksa bana anlatamadığı için mi gerçeği saklamıştı?
“Daha dikkatli olacağım ve emin olun tekrarının yaşanmaması için elimden geleni yapacağım. Lütfen siz de ağlamayın. Ezgi güçlü bir kız. Çabuk toparlayacaktır” dedim.
Birkaç saniye nefes alışverişlerini dinledim. Toparlanmaya çalışmak için kendine süre tanımıştı. Konuştuğunda sesi daha güçlü geliyordu. “Var ol oğlum, Allah razi olsun senden. Sen benum gönlume bi ferahlık verdun, Allah da senun işlerini rast getire. Belalardan korusun inşallah.”
Ne diyeceğimi bilemedim bir süre. Babaannem en hayırlı dua bir annenin ettiği duadır derdi. Sesi gibi içimde bir yerlere dokundu bu duası da.
“Sağ olun, eksik olmayın” diyebildim en sonunda.
“Ben kapatayum o zaman artık oğlum. Senun işun gücün vardur, daha fazla tutmayayum seni. Allah’a emanet olun”
“Siz de öyle” aramayı sonlandırdığımda derin bir nefes alıp verdim. Yüzümü ellerimin içine alırken içimin biraz hafiflediğini hissettim. Annesiyle konuşmak bana bile iyi gelmişti.
Ellerimi indirdim usulca. Belli ki bir süre buradaydım. Masanın üzerindeki okuduğum kitap dikkatimi çekti bu sırada. Düşünmemek ve vakit geçirmek için yapılacak en iyi şey olabilirdi kitap okumak. Kitabı elime aldım ve kaldığım yeri açtım.
İngiliz yazar Stephen King’in Yabancı kitabıydı. İngilizce baskısıydı. Üniversite yıllarımdan beri severek okuduğum yazarlardan biriydi. Roman okursam ya tarih ya da polisiye okumayı tercih ediyordum. Daha çok şiir okumayı seviyordum tabii. Annemin bu konuda bize miras kalan hatırı sayılır bir koleksiyonu vardı. Aisha’nın pek ilgisini çekmediği için benim kitaplığımda yer ediniyordu hepsi.
Gözlerim onun yüzüne döndü. Uyandıktan sonra nasıl olacağına dair endişelerimi düşünmeden edemiyordum. Ona nasıl yaklaşacağımı da bilmiyordum. İç çektim. Yanağımı elime yaslarken bakışlarımı ondan zar zor ayırıp odağımı önümdeki kitaba yoğunlaştırmaya çalıştım.
EZGİ KAYHAN
Göz kapaklarımın üzerinde tonlarca ağırlık vardı sanki. Güçlükle onları araladığımda görüşümün netleşmesi için kirpiklerimi kırpıştırdım. Bedenim uyuşmuş gibiydi ve kendimi çok yorgun hissediyordum. Bakışlarımı asla tanıdık gelmeyen odanın tavanında gezdirdim.
Neredeydim ben? Ne olmuştu?
Tanıdık bir koku geldi sonra burnuma. Barun’un kokusuydu bu ve daha yoğundu. Üzerimdeki örtüye kaşlarımı hafifçe çatarak bakarken hemen ileride masada oturan adam görüş alanıma girdi. Önünde duran kitabı okuyordu. Arkasındaki duvarı kaplayan kitaplığa baktım.
Neresiydi burası?
Birden gözlerimin önünde bir an canlandı. Asansörde kalmıştık. Çok karanlıktı… Barun’un buradayım diyen sesini duydum. Bana ceketini giydirdiğini hatırladım. Elini tutmuştum. Onunla konuşmamı isteyen sesini hayal meyal hatırlıyordum. Sonrası yine karanlık…
Korkuyla titredim. Bacaklarımı iyice kendime çekip yerimde küçüldüm. Bileğime bağlı olan fulara dokundum. Gözlerimi kapattığımda bir damla yaş süzüldü yanağımdan. Burnumu çektim. Uyandığımı fark edip bakışları yüzüme döndü hemen. Endişeli kahvelerini görmeyi beklemezken gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım.
“Ezgi”
Koltuğundan ayaklandı hemen. Yanıma doğru adımladığında bende yerimde güçlükle doğrulmaya çalıştım. Başım döndü bir an. O kadar halsiz hissediyordum ki kendimi aralıksız üç gün uyuyabilirdim.
Yanımda duran sehpaya bana dönük bir şekilde oturdu. Gözlerimi yüzüne çevirdim. Onun kahveleri de endişeyle yüzümde geziniyordu. “İyi misin?” diye sordu, bu sefer bakışlarındaki şefkat sesine de yansımıştı.
Boğazım kurumuştu sanki. Konuşursam sesim çıkmayacakmış gibi hissettim. Başımı salladım hafifçe. Kriz geçirip bayılınca onu korkutmuş olmalıydım.
Normalde her girdiğim ortamda kendimi yakın hissettiğim birine mutlaka bu travmamdan bahsederdim ki eğer öyle bir durum yaşanırsa hazırlıklı olsun ve babamlara haber versin diye. Tayland’dayken Taliw’e söylemiş ve babamın numarasını vermiştim mesela. Gezerken ne olacağı belli olmaz diye düşünmüştüm. Ancak buraya geldiğimde babamların durumunu düşünmekten bu durum başta hiç aklıma gelmemişti. Sonra da evden kaymakamlığa gidip geldiğimiz için böyle bir durumla karşılaşabileceğimizi düşünmemiştim.
“Ezgi” onun sesiyle yerimde irkilirken dalmış bakışlarım gözlerine döndü tekrar. “Su ister misin?”
Yutkunmaya çalıştım. Yine başımı sallayarak onayladım onu. Ayağa kalkıp masasına ilerledi ve bir bardağa su doldurup tekrar karşıma oturdu.
Uzattığı bardağı elinden aldım ve birkaç yudum içtim. Onun bakışları hala üzerimdeydi bu sırada. Bardağı koymak için sehpaya uzanacağım sırada buna müsaade etmeyip elimden aldı. Soğuk parmakları tenime değdi.
Ellerimi kucağımda birleştirdiğimde bana hayli büyük gelen ceketi yüzünden ellerimin içinde kaybolduğunu gördüm. Elimi fularıma attım ve ondan güç aldım.
Ona bir açıklama borçlu olduğumu biliyordum. Anlatabilirdim de ama nasıl başlamam gerektiğini bilmiyordum. Zaten çok bir şey hatırladığım da söylenemezdi bu yüzden direkt konuya girmeye karar verdim.
“Ben,” dudaklarımı yaladım. Sesim boğuk çıkıyordu. Üzerimdeki dikkatli bakışlarına karşılık vermemek için çok direnemedim ve başımı kaldırıp gözlerine baktım “Ben karanlıktan… çok korkarım. Bir de kapalı alan olunca… kriz geçirebiliyorum. Küçükken bir kaza geçirdim”
Sesli bir nefes aldım. Tahmin ettiğimden daha zordu. Kaşlarının çatıldığını gördüm. “Sen… Hatırlamıyor musun?” diye sordu, sesinde şaşkın bir tını vardı.
Benim de kaşlarım hafifçe çatıldığında “Neyden bahsediyorsun?” diye sordum. Olaydan bahsediyordu sanırım.
“Bayılmadan önce bana neden bu halde olduğundan bahsettin. Abinlerle saklambaç oynarken bahçeden dışarı çıkıp kaybolduğundan ve… kuyuya düştüğünden” hüzünlü bakışları derinleşti “Bunları hatırlamıyor musun?”
Yutkunurken gözlerimi kaçırıp ellerime çevirdim. “Hayır” dedim, buna şaşırmamıştım aslında. “Kriz geçirdikten sonra olanları pek hatırlamam. Bir sürü şey saçmalamış olabilirim. Başka ne anlattım sana?”
Kendimi daha çok mahcup hissederken hala yüzüne bakamıyordum. Her şeyi anlatmış mıydım?
“Sadece bunları ve sana sorduklarıma cevap verdin o kadar” diye konuştu. Neden daha fazlasını biliyormuş gibi bakıyordu? Kahveleri öyle içtendi ki göğsümde bir şeylerin hareket ettiğini hissettim.
“Ben… Özür dilerim” sesimin titremesine engel olamadım.
Kendimi çok kötü hissediyordum. Babama o kadar çok ihtiyacım vardı ki… Ona sarılsam içimdeki huzursuzluk hemen geçerdi biliyordum. Her kriz sonrası ona koşmaya alışmıştım ve şimdi bunun mümkün olmaması canımı çok yakıyordu.
Yine de şükret Ezgi. Temelli değil bu ayrılık…
“Ezgi” sesi beni yine o ana çekerken burnumu çektim ve ona baktım. Bunu istiyormuş gibi kahveleri gözlerime sabitlendi “Özür dilemene gerek yok. Bu senin elinde olan bir şey değil”
Bir şey söyleyemedim çünkü boğazımda bir yumru vardı ve ağzımı açarsam hüngür hüngür ağlayacakmış gibi hissediyordum. Bunu anlamış gibi o konuştu tekrar. “Korktuğun için utanma ya da çekinme. Ben seni bu yüzden yargılamam”
“Teşekkür ederim” zar zor dudaklarımı araladığımda sesimdeki minneti gözlerime de taşıdım.
Gözlerini kapatıp açarken bir süre öylece sessiz kaldık. Sanki bu süreyi biraz toparlanayım diye vermişti. Gözlerimi odada gezdirdim. Evdeki çalışma odasını andırıyordu.
Kahverengi tonları ağırlıktaydı. Kapının sağında bir vestiyer vardı. Hemen yanında ise ahşap, altı dolap olan bir şifonyer duruyordu. Onun üzerindeki duvarda bir tablo vardı. Ebru sanatıyla çizilmiş olduğunu düşündüğüm bir lale demetiydi resimdeki. Bakışlarım odanın diğer ucuna değdiğinde ufak bir mutfak tezgahının olduğunu görmem şaşırmama sebep oldu.
“Neredeyiz?” diye bozdum sessizliğimizi.
Ellerine gömdüğü yüzünü kaldırdı ve gözlerime baktı “Kaymakamlıktayız hala” bakışları kısa bir an kafamın ardından muhtemelen gökyüzüne kaydı “Burayı benim evim olarak düşünebilirsin, gizli bir yer”
Burası o odaydı. Buraya geldiğim ilk gün merak edip kapısından baktığım ama ona yakalanıp öfkelenmesine sebep olduğum odaydı. Demek bu yüzdendi. Önemli bir yerdi.
“Orası” ne düşündüğümü anlamış gibi konuştuğunda gözlerim gözlerine döndü. “Özel alanlarıma müdahale edilmesinden hoşlanmam, biraz hassasımdır bu konuda. O gün bu yüzden sert çıkmıştım sana”
Anladım dercesine kafamı salladım hafifçe. Bu artık bana güvendiği anlamına mı geliyordu yoksa zorunda kaldığı için mi buraya getirmişti beni?
“Sen uyurken annen aradı” dedi birden.
Kalp atışlarım korkuyla hızlandı. “Abim… Ona-”
“Hayır, abine bir şey olmadı. O sadece seninle konuşmak için aramış” dediğinde tutmuş olduğumu fark etmediğim nefesimi bıraktım. Hafifçe bana doğru eğilirken gergince dudağını yaladı “Ona olanları anlattım. Saklayamazdım, üzgünüm. İyi olduğunu ve uyanınca arayacağını söyledim. Seni bekliyor”
Kim bilir olanları duyunca ne kadar korkmuştu. Bunu düşünmek gözlerimin dolmasına sebep oldu. Bakışlarımı kaçırdım.
Ben olsam üzülmemeleri için söylemezdim. Bunun için onu da suçlamadım yine de. Tedirgin olmuş ve haberdar olmaları gerektiğini düşünmüş olmalıydı. Başımı hafifçe eğip onu onaylarken annemle başka ne konuştuklarını merak ettim.
Annem mi anlatmıştı yoksa ona bir şeyler? Bu yüzden mi öyle bakıyordu?
“Gel, önce elini yüzünü bir yıka istersen?” diye konuştu ilgiyle.
Yüzümdeki yaşlar kuruduğu için onun sertliğini hissediyordum yüzümde. Bir su vurmak iyi gelebilirdi.
Üzerimdeki örtüyü kaldırırken gitmek istediğimi anlayıp ayaklandı benden önce. Yavaşça ayağa kalktığımda bir an gözlerim kararır gibi oldu. Yerimde sendeledim. Tansiyonum falan mı düşmüştü? Onun elini kolumda hissettim birden.
Acıyan gözlerim yüzüne dönerken “İyiyim, başım döndü bir an” dedim.
“Gel” Koyu kahveleri yüzümü aynı ilgiyle tararken elini kolumdan çekip sırtıma koydu ve beni kapıya doğru yönlendirdi. Bir şey söylemeyip bana destek olmasına izin verdim ve onun adımlarına ayak uydurdum.
Diğer odaya geçtiğimizde bir rüzgâr esti. Bütün camların açık olduğunu gördüm. Hava hala aydınlıktı. Anlaşılan çok uzun bir süre baygın değildim.
Dışarı çıktığımızda daha önce de gittiğim koridorun sonundaki lavaboya ilerledik. Bakışlarımı özellikle asansörün olduğu taraftan kaçırmıştım. O içeri girmezken ben kadınlar için ayrılan kısma yöneldim.
Aynada kızarmış gözlerimden sonra gözüme ilk batan şey saçlarımın birbirine girmiş olmasıydı. Örgüm çözülmüş omzumdan tutamlar sarkmaya başlamıştı. Kaküllerimde elektriklenmiş havaya kalkmıştı. Ceketinin ıslanmaması için kollarımı sıvadım. Burnumu çekip suyu açtım ve yüzümü yıkadım. Boynumu ıslatırken gömleğimin yakası da ıslanmıştı.
“Ezgi?” sesini duyduğumda bakışlarım kapıya döndü. Dışarıdan sesleniyordu hala.
“İyiyim” dedim, hemen çıkmayınca merak etmiş olmalıydı.
Elimi arkaya atıp örgümü yakaladım ve önüme getirdim. Ucundan düşmek üzere olan yeşil tokayı çıkardım. Örgüyü tamamen çözdüm, tekrar örmeye uğraşamayacağım için tepeden gelişigüzel bir at kuyruğu yaptım hemen. Kaküllerimi de düzelttiğimde aynaya baktım son kez.
Yüzüm ortaya çıkmıştı iyice. Burnum ve yanaklarım kıpkırmızıydı. Sesli bir nefes bıraktım. Ardından onu daha fazla bekletmeyip dışarı çıktım.
Karşı duvara yaslanmış bir şekilde beni bekliyordu. Beni görünce doğruldu ve bakışlarını üzerimde gezdirdi. Bu tavrı garip hissettirdi.
“Gidebiliriz” dedim bakışlarımı ondan kaçırıp yere çevirdim.
Yan yana odasına ilerledik. Bu sefer destek olmasa da ihtiyacım olursa diye oldukça yakınımda yürüdü. İçeri girdiğimizde tekrar o odaya yönelmesiyle bende onu takip ettim. Kapısının önünde durup onu izlediğimde ilerleyip önce boydan cam olan kısmın yarım perdelerini tamamen araladı. Ardından kolonun önünde kalan yattığım kitap okuma koltuğuna benzeyen uzun koltuğu tek eliyle camın önüne sürükledi.
Hafifçe kaşlarımı çatmış ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken bana döndü birden.
Kapıda dikildiğimi görünce kaşları çatıldı “Gelsene” dedi sonra.
“Burada da konuşurdum” dedim elimle olduğum yeri göstererek.
Sesli bir nefes bırakırken başını hafifçe sol omzuna yatırdı “Sorun değil, gel”
Israr etmeyip içeri girdim. Farklı bir havası vardı bu odanın. Tamamen onu yansıtıyordu sanki. Eski kokuyordu. Hem renk seçimleri hem de eşyaların tasarımı bunda etkiliydi. Öyle bir adama benziyordu zaten.
Benim için ayarladığı koltuğa istediği gibi sırtımı kapıya verip gökyüzüne bakacak şekilde oturdum. Gökyüzünün ona iyi geldiğini söylediğini hatırladım. Onun korkusuna olan merakım daha çok arttı.
Sağ omzuma doğru dönüp ona baktığımda masasının arkasına ilerlediğini gördüm. Masanın üzerindeki telefonunu aldı ve yanıma adımladı. Telefonu bana uzattığında elinden aldım. Yanımdan geçip arkama doğru ilerleyen adım seslerini duyunca beni odada yalnız bırakacağını düşündüm. Kalbim korkuyla hızlandı.
Bir süre yalnız kalmak istemiyordum. Aklım hislerime kayıyordu ve kendimi kaybetmekten korkuyordum.
Bu sefer oturduğum yerde dönüp ona baktım. Göz göze geldik hemen. Masasının önüne yaslanmış ellerini pantolonun ceplerine yerleştirmişti.
Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken benim aksime onun çatık olan kaşları normale döndü. Gideceğini düşünmüştüm ama o gitmemişti. Ne hissettiğimi anlayan bir şekilde baktı gözlerimin içine.
“Buradayım” dedi, güven aşılayan ses tonuyla.
İçimdeki o rahatlama hissiyle dudaklarım kıvrıldı. “Teşekkür ederim”
Aynı ifadeyle başını eğdi sadece. Tekrar önüme döndüm bende. Telefonu açtım. Ardından rehberinden babamın ismini buldum. Açmış olduğu pencereden giren rüzgâr saçlarımı havalandırdı.
Derin bir nefes aldım ve numaranın üzerine bastım. Telefonu kulağıma yasladığımda ikinci çalışta arama yanıtlandı.
“Alo” annemin sesini duymamla içimdeki ağlama isteği tekrar kendini gösterdi.
“Anne benim”
“Yavrum! Eyi misun?” diye konuştu titreyen sesiyle. Burnunu çektiğinde ağlıyor olduğunu anladım. Ne kadar korkmuş olduğunu sesinden bile hissedebiliyordum.
İç çektim özlemle. Sanki böyle kokusu gelecekmiş gibi hissettim. “İyiyim anne, gerçekten”
“Çok şükür kızçem, çok şükür”
Sol elimle yanağımdan akan yaşı silerken “Ağlama ne olur.” dedim boğuk çıkmasını önleyemediğim sesimle. Onun ağlaması beni daha çok üzüyordu. En son konuşmamızda onu üzdüğüm için bayıldığını hatırladım. Bu gözyaşlarımı hızlandırırken tekrar dudaklarımı araladım. “Özür dilerim anne, seni üzmek istememiştim gerçekten. Ben sadece… sizi çok özledim”
Neyden bahsettiğimi anlayıp “Biliyorum yavrum biliyorum. Senin bi suçun yok. Üzme ha bunun için kendini” diye konuştu o da çatallaşmış sesiyle. “Merak etme kuzum sen burayı. Hele abin bir iyileşsin ben babanı ikna edip birini seni alması için gönderecem”
Başımı iki yana salladım o görmese de “Hayır, anne. Babam nasıl isterse öyle olsun. Size bir daha bu konuyu açmayacağım, söz veriyorum”
“Canum benim… zaman her şeyi gösterey. Sen sabretmeye ve dua etmeye devam eyle yavrum” aynı özlemle iç geçirdi o da. “Bana asıl orda kendine iyi bakacağına söz ver”
Doğru düzgün uyuyamadığımı, yemek yiyemediğimi hissediyordu sanki. Bu canımı acıttı. Dudaklarımı birbirine bastırırken “Söz, kendime iyi bakacağım” diye konuştum.
“Yemeklerini yiyiyosin ha oranın?” diye sordu merakla.
“Burada Türk olan bir ailenin işlettiği bir restoran var anne. Aynı zamanda Kaymakam Bey’in yakınları. Oraya gidiyoruz. Bunları merak etme yani”
Rahat bir soluk bırakırken “Rabbime böyle iyi insanları karşına çıkardığı için şükrediyom Ezgi’m. Allah onlardan razi olsun, içum az da olsa daha rahat” diye konuştu.
Gerçekten öyleydi. Ben de şükrediyorum anne…
Rüzgâr saçlarımı uçurmaya devam ederken başımı eğdim ve kucağımdaki elime baktım “Anne, babama yakın mısın? Onun sesini de duymak istiyorum”
Burada olsaydın keşke baba… Güçlü kollarınla sarsaydın beni…
“Ben Alperen’in bana ayarladığı odadayum kızum. Babanın yaninda halan vardı. Öğlen içtiği ilaçlari yeni aldı, büyük ihtimal uyumuştur” diye konuştu artık daha canlı gelen sesiyle. Bu sırada bir kapının açılıp kapanma sesi geldi. Onun odasına gidiyor olmalıydı.
“Uyuyorsa kalsın anne. Sonra konuşuruz” dedim hemen.
Başka bir kapı açıldı ve geri kapandı. “Uyumuş yavrum. Dert etme uyanınca sorar zaten seni”
“Ona söyleme olanları, üzülmesin boşuna olur mu?” dedim içimdeki buruklukla.
Derin bir nefes alıp verdi “Tamam kızçem söylemem”
“Ben kapatıyorum o halde anne, abim için bir gelişme olursa arayın mutlaka” aklıma Hicran yengem gelmişti. Onunla hala konuşamamıştım. Şimdi de onunla konuşacak güçte hissetmiyordum kendimi. Bu yüzden sormadım onu.
“Tamam kızum. Sende kalma ha orda. Eve geç dinlen biraz. Bi şey olursa Kaymakam Bey oğluma söyleriz biz” diye konuştu.
“Tamam anne. Görüşürüz, Allah’a emanet olun”
“Siz de yavrum”
Arama sonlandığında elimi kucağıma indirip boş bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Sanki ciğerlerimdeki temiz hava bitmiş gibi nefes alıp veriyordum. Soluduğum havaya onun ceketinden gelen kokusu karışıyordu. Bu iyi hissettiriyordu.
Birden yanımdaki varlığını hissettim. Sağımda kalan boşluğa oturdu sessizce. Ona bakmadım. O da üzerimdeki bakışlarını kısa tutup gökyüzüne baktı benim gibi. Ne düşündüğünü merak ederken buldum kendimi.
Nerden aldım başıma bu belayı diyordur kesin.
Haksız sayılmazdı. Pişmanlık duyuyor muydu acaba bana yardım ettiği için?
Kucağımdaki telefonu çalıp düşüncelerimi ve aramızdaki sessizliği böldü. Telefonunu ona geri verirken Dilek’in aradığını görmüştüm. Neden arıyordu acaba? Bir şey mi olmuştu? Belki de öylesine aramıştı.
Benim yaşanılanları düşünmemek için düşündüğüm şeylere ne demeli peki? Beni ne ilgilendiriyordu onu neden aradığı?
Barun onun aramasını yanıtlarken yanımda oturmaya devam etti. “Tamam. Ben hemen birini yönlendiriyorum, sen girişte bekle”
Kaşlarım hafifçe çatıldığında bakışlarımı ona çevirmiştim. Ne oluyordu, buraya mı gelmişti?
Onunla olan aramayı kapatıp söylediği gibi başka birini arayıp Hintçe konuştu.
Saçma gelebilirdi ama her dili farklı ses tonlarıyla konuştuğunu düşünüyordum. Çok farklı tonlamalar değildi ama hepsinin ayrı çekiciliği olduğunu inkâr etmeyecektim. Normal ses tonu zaten güzeldi.
Konuşması bittiğinde bana doğru dönmesiyle göz göze geldik. O an ne kadar yakın oturduğumuzu fark ettim ve bunda yalnız olmadığımı gördüm. Utandığımı hissederken o da boğazını temizleyip başını tekrar önüne çevirdi.
“Dilek psikolog” diye konuştu düşünceli bir şekilde ellerinin arasındaki telefonu çevirirken. “Annenle konuşmadan önce onu aramıştım. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ve ona üstü kapalı olayı anlatıp sordum. Uyandıktan sonra belki konuşmak istersin diye de onu çağırmıştım. Gelmiş”
Kaşlarım havalandı şaşkınlıkla. Onu gerçekten korkutmuş olmalıydım. Kendimi daha kötü hissettim. Bu şekilde ince düşünmesi de ona olan mahcupluğumu her geçen saniye daha çok arttırıyordu.
Bakışlarımı suçlulukla kucağımda oynadığım ellerime çevirirken “Ben çok üzgünüm gerçekten seni endişelendirdiğim için” diye konuştum kısık çıkan sesimle.
“Üzülme” bakışlarının bana döndüğünü hissettim “Yeterince üzülecek şeyin var zaten”
Sesi içime dokunmuştu yine. Ancak sanki onun için üzülmeme değmezmiş gibi konuşmuştu. Bu hiç hoşuma gitmemişti. Bakışlarına karşılık verirken kaşlarımı çatmamak için tuttum kendimi.
Tekrar telefonu çaldığında ekranda gördüğü isimle ayaklandı ve kapıya doğru ilerledi. Dilek gelmiş olmalıydı.
Telefonu kapatıp odanın aralık kapısını tamamen açtı. “Dilek” diye ona seslendiğinde tahminlerimin doğru olduğunu anladım.
Dilek kapıda göründüğünde oturduğum koltuktan ayaklanmıştım. Sabahki günlük kıyafetleri yoktu üzerinde şimdi. Siyah kumaş bir pantolon ve yavruağzı bir gömlek giymişti. Omuzlarını biraz geçen saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmış, yüzündeki makyajı yenilemişti.
Onun da bana dönen bakışları kısa bir an beni süzdü. Üzerimde olan Barun’un ceketinde takılı kaldı bir süre bakışları. Ardından yüzüme bakıp hafifçe tebessüm etti.
Ona karşılık verirken Barun içeri davet etti. Bu sefer bakışlarının şaşkınlıkla odanın içinde gezindiğini görünce onun da bu odaya ilk defa girdiğini anladım.
Açık renk kahveleri en son bende durduğunda bana doğru adımlayıp karşımda durdu “Çok geçmiş olsun Ezgi. Nasılsın?” diye sordu.
“Teşekkür ederim. İyiyim. Kusura bakma seni de buraya kadar yordum”
“Hayır, böyle düşünme lütfen” dedi gülümseyerek.
Barun yerinde hareketlenip masasının arkasındaki sandalyeyi aldı ve Dilek’in arkasına koydu “Buraya oturabilirsin” diye konuştu ona bakarak.
Dilek gülümseyerek başını sallarken teşekkür etti. Elindeki çantasını koyarak sandalyeyi bana doğru düzeltip oturduğunda bende koltuğa geri oturdum. Gökyüzü arkamda kalmıştı şimdi.
Bu sırada Barun’un kapıya doğru ilerlediğini gördüm. Bakışları bize döndüğünde “Ben sizi yalnız bırakayım” dedi. Dilek ona doğru döndüğünde Barun’un gözleri onda durdu “Diğer odada olacağım bir şey olursa seslenmen yeterli” dedi ona sonra.
Dilek’in onu başını sallayarak onayladığını gördüm. Gerildim ve yerimde dikleştim hemen. Kahveleri ona baktığımı hissetmiş gibi bana döndü “Buna gerek yok, kalabilirsin” dedim.
Aslında kal diyordum. Ne konuşacağımı bilmiyordum ve o anlara dalıp kendimi kaybedersem diye korkuyordum. Yanımda olması daha rahat hissettiriyordu.
Bunu anlamış gibi baktı gözlerime. Fularımı okşarken Dilek’e de kısa bir bakış atmıştım. “Aslında konuşacak pek bir şey yok. Olaya dair çok bir şey hatırlamıyorum zaten” dedim.
Dudaklarını birbirine bastırırken başını eğdi hafifçe. Ardından geri dönüp masasının önüne geçip yaslandı. Hafifçe tebessüm ederken teşekkür edercesine baktım gözlerinin içine. Bunu anlayıp dudağı sola doğru kıvrıldı. Bunun bana gerçek anlamda güç verdiğini hissettim.
Bakışlarımı Dilek’e çevirdiğimde o da bana doğru dönmüştü. “Rahat ol lütfen. İstemediğin hiçbir şey cevaplamak zorunda değilsin. Ne zaman istersen o zaman da konuşmaya son verebiliriz” dedi ilgiyle. Başımı sallayıp onu onaylarken teşekkür ettim.
Ellerimi kucağımda birleştirip bakışlarımı onlara sabitlerken “Dediğim gibi çok bir şey hatırlamıyorum. Hem travmanın hem de yaşımın etkisiyle olduğunu söylediler. Babamların anlattığı kadarıyla biliyorum” diye konuştum.
“Uzun süre bir yerde kapalı mı kaldın?” diye sorduğunda Barun’un belki konuşmak istemem diye ona olanları gerçekten üstü kapalı bahsettiğini anladım. Bu içimi okşadı.
Dudaklarımı birbirine bastırırken “Kuyuya düşmüşüm” dedim. Yutkundum. Yüzüne kısa bir bakış attığımda gözlerindeki kısa süren şaşkınlığı görebilmiştim.
“Kaç yaşındaydın?”
“Beşinci yaşıma iki ay falan varmış” diye yanıtladım onu. O doğum günümü yalnız babamla kutladığımı söylemişti annem. Olaydan sonra birkaç ay ondan başka kimseye yaklaşmamışım çünkü.
“Anladığım kadarıyla o güne dair çok bir şey hatırlamasan da sana hissettirdikleri hala taze” diye konuştu, sesindeki hüznü hissettim. Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde kaşlarının merakla çatıldığını gördüm.
“Öyle” dedim durgunlaşan sesimle. “Hissettiğim korku ve kapana kısılmış hissi o kadar gerçek ki bu çoğu zaman kontrolümü kaybetmeme sebep oluyor”
Onun bakışları yüzümde gezinirken derin bir nefes aldım. “Net bir şekilde hatırladığım iki şeyden biri beni bulduklarında kuyuya fener tutmuşlardı sanırım. Onun ışığını gördüğüm an. Diğeri de… babamın sesini duyduğum an.”
“Baban mı bulmuş seni?”
Fuların üzerinde olan elim sıkılaştı “Evet. O bulmuş ve ekiplerin yardımıyla o çıkarmış beni oradan” yerimde titredim istemsizce.
Bunu fark edip tekrar konuşmadan önce kısa bir süre tanıdı bana “Olaydan sonraya dair bir şey hatırlıyor musun peki?”
Kafamı iki yana sallarken “Hayır, hatırlamıyorum” dedim. Barun’un bakışlarını üzerimde hissederken biraz gevşedim ve konuşmaya devam ettim. “Bir süre hastanede kalmışım. Donmak üzereymişim hastaneye getirdiklerinde. Üstelik düşerken başımı vurmuşum. Çok kan kaybetmişim” sağ elim usulca kaküllerimin bitiminde kalan yere değdi. Durgun bakışlarım bir an onun kahveleriyle kesişti. “Yara derin olduğu için dikiş atmışlar. Ben hatırlamasam bile izini hala taşıyorum”
Sağ taraftan şakağıma yakın ve oraya doğru uzanıyordu iz. Saç bitimimin biraz daha içinde kaldığı için gözükmüyordu. Yakından bakmadıkça anlaşılmazdı bile. Bunun için saçlarımın ön kısmını kestiklerini söylemişti annem. Bir tarafı kısa bir tarafı uzun kaldığı için sonra diğer tarafını da babam kesmiş. Fotoğraflarda gördüğüm kadarıyla o zamandan önce saçlarım omuzlarıma geliyormuş. Sonra kulaklarıma kadar kesmek zorunda kalmışlar. Sanırım saçımın en kısa olduğu dönem o zamandı. O yaşımdan sonra da bir daha o kadar kısa kesmemiştim. Babamda hoşlanmıyordu zaten hiç.
“Ezgi” uzanıp elime dokununca irkildim. Dalmıştım yine. Bakışlarım yüzüne dönünce çatılmış kaşları düzeldi. Sabahki bana uzak halinden eser yoktu. Tamamen mesleğine bürünmüş ve bana yakın bir hastasıymışım gibi ilgiyle bakıyordu. “Devam etmeyebiliriz?”
“Sorun değil” dedim gülümsemeye çalışarak. Sağ gözümden bir damla yaş aktığında bakışlarımı kaçırıp elimle hemen yanağımı kuruladım.
“Hastaneden çıktıktan sonra psikolojik bir destek aldın mı?” diye sordu yumuşak bir ses tonuyla.
Gözlerimi kucağımdaki ellerimde gezdirirken “Aldım. Ancak çok uzun bir süre sonra. Birkaç ay babam dışında kimseye yaklaşmamışım. Anneme bile… Tekrar onlara alışmam zaman almış.” diye konuştum. Sesim sonlara doğru kısılmıştı. Boğazımdaki yumrunun büyüdüğünü hissettim.
“Bu beklenmedik bir şey değilmiş” bana doğru eğilip yaklaştığını hissetsem de gözlerimi ona çevirmedim. “Büyük bir korku yaşadığın ve seni oradan baban kurtardığı için sadece onun yanında güvende hissetmiş olmalısın kendini. Böyle durumlarda çocukların güvenini kazanmak hiç de kolay değildir. Sen bunu aşmışsın”
Kafamı hafifçe sallayarak onu onayladım. Haklıydı. Babamın varlığına hissetmeden hiçbir şey yapmıyormuşum. Diğerlerinin arasına karıştığımda bile soluğu hep babamın yanında alıyor o yanımda olmadan uyuyamıyormuşum. Bu yüzden sadece bende değil onlarda da derin izler bırakmıştı bu olay.
Bir sürede konuşamamıştım ama bunu söylemek istemedim. İzi başımdaki yaradan daha derindi. İşaret dili öğrenmemin gerçek sebebiydi…
“Bir ilaç kullanıyor musun?” diye sordu.
Gözlerim doldu, başımı eğdim biraz daha “Kısa süreli iki ilaç kullanmıştım. Liseden sonra bıraktım” sesim boğuk çıkmıştı ama beni anladığına emindim.
“Su ister misin?” Barun’un kısık sesini duyduğumda kulaklarımda yine ona ait başka bir cümle yankılandı.
"Ezgi, benimle kal"
Yutkundum. Gerçek miydi yoksa zihnim mi uyduruyordu bilmiyordum ama içimin titremesine engel olamamıştım.
Gözlerimi ona çevirdiğimde koyu kahveleri gözlerime tutundu hemen. “Hayır, teşekkür ederim” diye konuştum sesimi bulduğumda. Burnumu çekip bakışlarını kaçıran ben olurken Dilek’e döndüm tekrar.
Dilek, oturduğu yerde toparlanıp sırtını dikleştirdi. Konuşmamızın bölünmesinden biraz rahatsız olmuş gibiydi. Ellerini önünde birleştirirken dikkatli bakışları yüzümdeydi. “Güvendiğin insanlar arasından ayrılmak senin için zor olmuş olmalı. Eğitim hayatında bir kaybın oldu mu?”
Sanki normal bir sohbet ediyormuşuz gibi rahat davranıyordu. Benim de öyle hissetmemi istiyordu belli ki. Bu sorularında dilimi çözmek için olduğunun farkındaydım. Hayatımın bir dönemi psikologlarla geçmişti. Birçok şeyi neden sorduklarını anlıyordum artık. Bundan rahatsız olmadım. Anlatmak her zaman iyi gelmişti bana. Bu yüzden sorularını yanıtlamaya devam ettim.
“Babam ben okula başlayana kadar işlerini evde yürütmek zorunda kalmış. Dibinden hiç ayrılmıyormuşum. Bundan şikayetçi de olmadı hiçbir zaman der annem. Birbirimize olan düşkünlüğümüz o zamandan kalma olduğunu düşünürüm bende. Okula başladıktan sonra da yanımda mutlaka birinin bulunmasını sağladı. Lise bitene kadar Melike, babamın bizimle çalışan ve askerlik arkadaşı Rasim amcamın kızı, ile hep aynı sınıfta okuduk. Bütün öğretmenlerim durumumdan haberdardı. Olur da bir şey olursa yanımda olsunlar ve babama haber versinler diye. Söylediğin gibi ilkokula alışmam zor olmuş. Gitmemek için her gün ağlıyormuşum. Cemile halam hala takılır bana bu yüzden. ‘Okula gitmemek için bir tarafını yırtan kız öğretmen oldu çıktı’ diye” dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu.
“Okulu sevmem öğretmenim sayesindeydi. Nisa öğretmenim… Onu hatırlıyorum. Her öğrencisine gözü gibi bakardı. Hepimizle tek tek ilgilenirdi. Benim durumumu da biliyordu, bir gözü hep üzerimde hissederdim. Ben çok çekingen davranıyordum herkese karşı. Sınıfta sadece Melike ile konuşuyordum. Bazı teneffüslerde beni yanına çağırırdı. Birlikte bahçedeki banklardan birine otururduk. Beni konuşturmaya bir şeyler anlatmaya teşvik ederdi. Zamanla onun beni ilgiyle dinlemesi özgüvenimi geri kazanmamı sağlamıştı. Artık onun söylemesine gerek kalmadan ben onun yanına konuşmaya gidiyordum. Sınıfta da aktif hale gelmiştim. İlk senemden sonra koşarak gitmeye başlamışım okula”
Dilek’in dudaklarında da samimi bir gülümseme oluşurken “Her çocuk hayatına böyle dokunan bir öğretmenle karşılaşacak kadar şanslı olmuyor. Onu da unutmaman ne güzel” dedi, etkilenmiş gözüküyordu.
“Kendimi bulmamda ve yolumu çizmemde emeği çok büyük, nasıl unuturum onu?” sesimdeki hayranlığı gizleyememiştim. İç çektim. “Üniversiteyi İstanbul’da okuma kararımın arkasında bile onun küçük bir payı var”
İstanbul da okuyup orada yaşıyor olduğumu bilmediği için buna şaşırdı ve biçimli kalın kaşları havalandı hemen. “Sen buna nasıl karar verdin peki?”
“Aslında üzerime bu kadar düşülmesinden rahatsız olmaya başlamıştım. Babamları üzmek istemediğim için başta söylemeyip onların anlamasını istedim ancak olmadı. Özellikle babam çok katıydı bu konuda. Her düştüğümde orada olup beni kaldırmak istiyordu. Onu anlıyordum ama bende buna alışıyordum. Bu nereye kadar devam edebilirdi ki? Benim de kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrenmem gerekiyordu. Üniversite bunun için iyi bir fırsat diye düşündüm. Bu benim için çok zor bir karardı ama her şeyi göze almıştım” o zamanlar aklıma gelirken yüreğim sancıdı. Babamın gözlerinden geçen korkuyu asla unutmuyordum. Kafamı hafifçe iki yana sallarken yutkunmaya çalıştım tekrar. “İstanbul’a çocukluğumdan beri hayrandım. Orada okumak istiyordum bu yüzden. Bunu ilk Nisa hocama açtığımda bana her türlü destek olacağını söylemişti. Ailemi ikna etmek bu kadar kolay olmamıştı tabii”
“Alışkanlıklardan vazgeçmek her zaman zor olur. Sen büyük bir cesaret göstermişsin” tebessümü genişledi. “Okulun bittikten sonra geri mi döndün?”
Açık kahverengi gözlerine bakmaya devam ederken “Hayır orada yaşıyorum” diye yanıtladım onu.
“Orada okuma kararının hayatının bir dönüm noktası diyebilir miyiz o zaman?”
“Evet, öyle. İyi ki…” hafifçe tebessüm ettim bende. İçimin biraz hafiflediğini hissettim.
O da bunun farkındalığı içerisinde sorularına devam etti “Ailenden uzak olmak seni tekrar içine kapattı mı peki?”
“Pek sayılmaz çünkü ilk sene alışmam için ortanca abim Oğuz benimle kaldı. Okulda yalnızdım ama onun orada olduğunu bilmek içimin daha rahat olmasını sağlıyordu” dudaklarımı yaladım o zamanları düşünürken. “Babam yine rahat durmamış rektörle konuşmuş. Birkaç hocamda haberdardı bu yüzden her şeyden”
Gözlerinden kısa bir şaşkınlık geçti. Bende bunu sonradan öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Yanımda olmasa bile gözü hep üzerimdeymiş gibi hissederdim. Benim kahramanımdı o. En büyük şansımdı… Dudaklarım kıvrıldı.
“O bir yıl içerisinde kriz geçirdin mi peki?” diye konuştu sesini daha yumuşak bir tona geçirirken.
“Geçirdim.” Derin bir nefes alıp verdim. “Seminer için konferans salonunda toplanacaktık. Kütüphanede ders çalışmaya dalıp son dakika yetişmiştim salona. En arkalarda bir yere kalmıştım bu yüzden. Ortamın loş olması ister istemez geriyordu beni ama eskisi kadar etkilenmiyordum bundan. Ancak birden salon karanlığa büründü. Okulun o katındaki elektrik şalterleri atmış. Dört bir yanımda bir kargaşa meydana geldi. Hoca bir şeyler söylüyordu ama ben anlayamadım ne dediğini. En önden telefonun fenerini açıp dışarı çıkmaya başladılar. Ben aceleyle geldiğim için telefonum çantamda dolapta kalmıştı. Etrafımdaki her şey hızla dönüyordu sanki. Yerimden hareket edemiyordum. Kriz anında kendimi kaybetmemek için psikoloğumun önerdiği yöntemi denedim. Mutlu olduğum bir anı düşündüm” Yerimde kıpırdandım sanki o anları tekrar yaşıyormuş gibi hissettim.
“Ben nefes alışverişlerimi kontrol etmeye çalışırken biri elimden tuttu. Rüya… Şu an ki ev arkadaşım. Onunla da öyle tanışmıştık. Yanımda oturuyormuş o da. Arka taraf hala kalabalık olduğu için kargaşa hala sürüyordu. Benim halimi fark edip benimle konuşmaya çalışmıştı. Onun sesine tutundum ve sorularına cevap vermeye çalışmıştım. Kalabalığı yarıp beni de beraberinde götürerek dışarı çıkmamı sağlamıştı. Hocalardan birine seslendi yardım etmeleri için. Son hatırladığım şey de oydu sonra bayılmışım. Gözlerimi revirde açmıştım. Rüya yanımdaydı. Abime de haber vermişlerdi. Rüya’yla bu olaydan sonra daha yakın olduk. O hukuk okuyordu. Onun da ailesi memleketinde Rize’deydi. Yurt da kaldığını öğrenince ona benimle yaşamasını teklif ettim daha sonra. Oda arkadaşlarıyla anlaşamadığı için bunu seve seve kabul etmişti. Babamlarla tanışıp onların da güvenini kazandı. Böylece sonraki yıllarda onların da içi daha rahat etti. Onun ailesiyle arası bozuktu, birebirimize destek olduk. Sosyalleşmesinde de ben ona yardımcı oldum ve şu an hala dostluğumuzun devam ettiği bir arkadaş grubumuz var”
“Ne kadar güzel” dedi beni dikkatle dinlerken. Dudaklarını birbirine bastırdı. “Anladığım kadarıyla seni asıl o korkuya iten yalnız hissetmek değil mi?”
Sesli bir nefes bırakırken gözlerimi kaçırdım ondan. Bu ona yeterli bir cevap olmuştu. Öyleydi. Yanımda birinin olması daha iyi hissettiriyordu.
Dudaklarımı dişledim. Bakışlarımı tekrar ona çevirirken Barun’un hala üzerimde olan gözlerine değdi gözlerim kısa bir süre. Onun da ne düşündüğünü merak ettim. Yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyordu.
Dilek’te sesli bir nefes bırakırken koyu tonlarda renklendirdiği kalın dudaklarını yaladı. Konuşup konuşmamakta kararsız kalmış gibiydi. Dudakları aralandı “En son ne zaman kriz geçirdin peki?”
Neden tereddütte kaldığını şimdi anlamıştım. O anları anlatmamın bile beni ne kadar etkilediğini fark etmiş olmalıydı. Gözleri istemezsem cevaplamam için özgür olduğumu hissettirecek şekilde bakıyordu. Bunu anladığımı belirtircesine tebessüm ettim.
Bakışlarımı ellerime çevirirken bir süre düşündüm. Konuşmaya karar verdiğimde gözlerim yüzüne döndü tekrar “Aslında uzun zaman oldu. İki seneye yakındır. Çocuklarla projeksiyonda ders işleyecektik. Sınıfın perdelerinin gün ışığı sızmayacak şekilde hepsini kapatmıştık. Dersin ortasında ekran söndü birden ve etraf karanlığa büründü. Okulda elektrikler gitmişti. Panikledim. Ancak çocukların korkuyla bana seslenmesi orada kalmamı sağladı. Kendime onların bana ihtiyacı olduğunu hatırlattım. Onları kalbimin göğsüme hızla vurmasına inat sakinleştirmeye çalıştım. Karanlık ilk defa işime yaradı ve bedenimin titrediğini görmediler. Çok geçmeden öğretmen arkadaşlarımdan Özge sınıfa geldi. Korkumu biliyordu. Kendimi yakın gördüğüm birine mutlaka söylerdim bunu. Çocukları ona bıraktıktan sonra hızla çıktım sınıftan. Zaten giriş kattaydık, direkt dışarı attım kendimi ve merdivenlere oturdum. Titrememi durdurmaya çalıştım. İlk defa bilincimi kaybetmeden bir kriz atlatmıştım. Bu da tamamen öğrencilerimin bana verdiği güç sayesindeydi”
Başını salladı ağır ağır. “Bu da çok büyük bir gelişme senin için” dedi, düşünceli gözüküyordu şimdi. “Burada bilincini kaybetmen yalnız hissettiğin için miydi yoksa uzun zaman sonra başına geldiği için miydi sence?”
Bakışlarım usulca Barun’a döndü. O zaten bana bakıyordu. O yanımda olmasaydı daha kötü olacağımı biliyordum. “Her ikisi de etkili diyebilirim.” Bakışlarımı kaçırıp Dilek’e baktım “Ancak Barun yanımda olmasaydı bu kadar çabuk toparlanacak bir durumda olmayabilirdim”
Dudaklarını birbirine bastırırken başını salladı yine ve konuşmamız boyunca ilk defa o gözlerini kaçırdı benden. Benim de bu ihtimali düşünmemle içimi bir kasvet sararken derin bir nefes alıp verdim. Geçmişti. Buradaydım. Korkmama gerek yoktu.
Dilek tekrar bakışlarını bana çevirdiğinde gözleri kısa bir süre yüzümde gezindi. Beni rahatlatmak ister gibi dudaklarını samimi bir gülümseme sardı. “Seni daha fazla zorlamayalım istersen. Henüz her şey tazeyken çok bile konuştun benimle” Uzandı ve güven verircesine elimi tuttu “Ne zaman istersen gelip konuşabilirsin benimle, bunu unutma sakın”
“Unutmam. Çok teşekkür ederim, geldiğin ve dinlediğin için” dedim, gülümsemesine aynı içtenlikle karşılık vermeye çalışırken elini sıktım bende.
Geri çekilirken “Biraz dinlen istersen ya da sana iyi gelen bir şey varsa onu da yapabilirsin” diye konuştu. Gülümsemeye devam ederek başımı salladım.
Barun’a baktığında aralarındaki kısa bakışmadan sonra “Konuşabilir miyiz biraz?” diye sordu Barun ona.
“Tabii”
Dilek koltuğundan ayaklanırken Barun’un bakışları bana döndü. “Hemen geliyoruz” dedi ve odanın kapısını açtı Dilek’in geçmesi için. Başımı salladım onu onaylayarak. Ne konuşacaklardı?
Kapıyı hafifçe aralık bırakmıştı. Derin bir nefes alıp verdim. Geçmişe dalmak her zaman güzel olmuyordu. Ellerimle yüzümü sıvazladım.
Çok geçmeden tekrar odaya döndüler. Bakışlarımı kaldırdım. Bu sırada Dilek’in telefonu çaldı. Ekranda gördüğü isimle hafifçe kaşları çatılırken ikimize de bakıp “İzninizle” diyerek aramayı yanıtladı. Başımı eğdiğim sırada konuşmak için yanımızdan ayrılacağını düşünmüştüm ama gerek duymadı.
“Müsaidim, Arda iyi mi?” dedi Türkçe konuşarak. Sesindeki endişe tınısı benim de tüylerimi diken diken ederken Barun da Arda’nın ismini duymasıyla yaslandığı yerden doğrulmuştu.
Arda annesinin yanında olmalıydı. Bu yüzden onunla konuşuyor olduğunu düşündüm. Ancak Türkçe konuşması kafamı karıştırdı. Belli ki annesi Türkçe biliyordu.
“Gelirim, tamam sorun değil” dedi Dilek ve aramayı sonlandırdı. Oturduğu sandalyeden ayaklandı sonra “Kusura bakmayın ama benim gitmem gerekiyor”
Barun yanımıza gelip ona kaşları çatık bir şekilde bakarken “Bir sorun mu var?” diye sordu.
“Mitali’nin acil eve dönmesi gerekiyormuş Arda’yı erken alabilir misin diye aramış” diye açıkladı.
Barun’un bakışları bana değip tekrar Dilek’e döndü “Biz de gelelim seninle. Hem Arda’ya bir park sözümüz vardı” diye konuştu sakince ve soru soran bakışları yüzümü buldu.
Bunu beklemediğim için şaşırmıştım. Aslında yorgun hissediyordum. Ancak Arda’nın bizi karşısında görünce yüzünde oluşan şaşkınlığı ve üzerine parka gideceğimizi öğrenince ki mutluluğunu düşündüm.
Dudaklarım kıvrıldı bununla birlikte. “Olur” dedim.
“Gidelim o halde” diyerek eliyle bizi yönlendirirken birlikte diğer odaya geçtik.
Bu sırada kapı tıklatıldı ve içeriye Ranvir girdi. “Çıkıyor musunuz efendim?”
“Evet, arabayı getirsinler” diye konuştu Barun hemen.
Ranvir onu başıyla onayladı ve telefonunu çıkarıp haber verirken bir yandan bize de kapıyı tuttu. Gözlerimiz kesiştiğinde iyi misin der gibi baktı. Kafamı salladım. Gözlerindeki endişe kendimi tuhaf hissettirdi. Asansörden çıkarken o da oradaydı muhtemelen. Tebessüm ettim. Aynı şekilde o da karşılık verdi.
Dilek asansöre ilerlediğinde adımlarım yavaşladı. Duraksadığımı belli etmemeye çalışıp merdivenlere doğru yöneldim. Kaç kat inmem gerekiyorsa inecektim ama asansörle değil. Özellikle bugün hiç değil. Barun bunu fark ettiğinde göz göze geldik.
Ben ağzımı açmadan o Ranvir’e döndü “Sen Dilek’e eşlik et, biz merdivenlerden ineceğiz”
Kaşlarım hafifçe çatıldığında Ranvir onu başıyla onaylayıp Dilek ile birlikte asansöre bindiler.
“Sen niye kaldın? Kendim inerdim ben”
Söylediğimi çok umursamayıp merdivenlere doğru yürümeye başladı “Eşlik etmek istedim. Hala iyi bir misafirperver olduğumu düşünüyorum”
Arkasından ilerlerken kaşlarım biraz daha çatıldı. İlk günlerdeki tartışmamıza atıfta bulunduğunu anladığımda şaşırmadan edemedim yine. Misafirperverliğine laf etmeme içerliyor olmazdı hala değil mi? Kendimi gülümserken buldum.
“Belki benim de fikrim değişmiştir o konuda” diye konuştum, sesim kısık çıkmıştı ama beni duyduğunu biliyordum. Değişmemesi mümkün müydü? Özellikle bugünden sonra?
Çünkü artık birbirinizi tanımaya başlıyorsunuz…
Ona yetişmiş yanında merdivenleri inmeye devam ederken iki kat inmiştik bile. Bu katlar genellikle çok dolu değildi. Aşağı indikçe insan sayısı artmaya başladı. Birkaç bakışı üzerimizde hissettim. Bu gazetecilerin dedikodularını getirdi aklıma. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve onlara bakmamaya gayret ettim. Bu sırada onun ceketinin hala üzerimde olduğunu fark ettim. Dudaklarımı birbirine bastırdım.
Ceketini çıkarıp bir basamakta durduğumda. Bunu fark edip iki basamak altımda o da durup bana döndü. Bu durumda bile hala benden uzundu. Elimdeki ceketi ona uzatıp gülümsedim “Teşekkür ederim” sadece bunun için değil yaptığı her şey içindi bu ve öyle baktım gözlerinin içine.
Ceketini alırken sanki bunu bana vermiş olduğunu unutmuş gibi baktı bir süre. Tekrar gözlerime baktığında bakışları yumuşaktı. Dudaklarını birbirine bastırıp başını eğdi. Ceketini sağ eline alırken tekrar merdivenleri inmeye devam ettik.
Biz çıkışa geldiğimizde Ranvir ve Dilek çoktan arabanın yanına gelmişlerdi. Mahcup bakışlarım ikisinin de yüzünde dolanırken onlar bu durumu dert etmemişlerdi bile. Barun arabaya binmek için diğer tarafa dolanırken Ranvir de bize arka kapıyı açmıştı. Dilek ona teşekkür ederek arabaya bindiğinde bende aynı şekilde yaparak yanına bindim.
Emniyet kemerimi bağlayıp arkama yaslandığımda Ranvir de şoför koltuğuna yerleşmiş arabayı çalıştırmıştı. Bahçede artık gazetecilerden eser kalmadığı için bu sefer kolaylıkla bahçeden çıkabilmiştik.
“Neredelermiş Dilek?”
“Meydandaki alışveriş merkezinde” diye yanıtladı Dilek Barun’u.
Bu konuşmadan sonra arabadaki sessizlik Arda’yı alacağımız alışveriş merkezinin önüne gelene kadar devam etti. Burası Aisha ve King ile geldiğimiz yerdi. Ranvir hariç arabadan indiğimizde arabanın önüne ilerledik. Dilek telefonla Arda’nın annesini arayıp geldiğimizi haber verdi bu sırada.
Barun sol yanımda durduğunda “Bizi görünce çok mutlu olacak” diye konuştum, sesimdeki heyecanı saklayamamıştım. Annesi gitmek zorunda kaldığı için muhtemelen çok üzgün olmalıydı şu an. En çok da bu yüzden mutlu etmek istiyordum onu.
“Evet” bakışlarını bir an üzerimde hissettim.
Bakışlarımız giriş kapısındayken çok geçmeden bir kadının elinden tutmuş Arda orada göründü. Tahmin ettiğim gibi annesinden erken ayrılacağı için yüzü asık duruyordu. Ancak halasının yanında bizi de görmesiyle bu ifadesi birden yok oldu ve yüzünde çiçekler açtı. Dudaklarım iki yana kıvrıldı.
Yanımıza geldiklerinde “Asaf abi! Geeta!” diye şakıdı şaşkınlıkla.
Ellerimi iki yana açarken “Sürpriz” dedim sondaki harfi uzatarak.
Arda bize bakıp kocaman gülümserken elindeki poşetlerle Barun’un bacağına sarıldı hemen. Benim de gülümsemem büyüdüğünde sağ elimi uzatıp saçını okşadım.
Bakışlarım gülümseyerek onları izleyen yabancı kadına döndü. Üzerinde pembe ve sarı işlemeli oldukça gösterişli bir sari vardı. Buradaki kadınların günlük hali bile olabilirdi bu gerçi. Bakışlarım yüzüne çıktığında onun açık kahverengi gözleri bana dönmüştü. Hafifçe tebessüm ettim. Aynı şekilde karşılık verdi bana.
Arda geri çekildiğinde Barun annesine dönüp elini uzattı. El sıkıştılar. Barun’un bakışları bana dönerken “Geeta, misafirim” diyerek tanıttı beni.
“Biliyorum, Arda bahsetti” dedi. Benden annesine bahsetmesi içimi okşadı. Kadının bakışları tekrar bana döndüğünde aynı anda elimizi uzattık. “Mitali bende”
Arda’nın yüzünün yuvarlaklığının ona ne kadar benzediğini fark ettim. Onun aksine Mitali’nin büyük gözleri ve kemerli bir burnu vardı. Gözlerine baktığımda dış görüşüne nazaran ne kadar yorgun ve çökmüş olduğunu görebiliyordum. Eşi vefat ettikten sonra neler yaşadığını merak ederken buldum kendimi o an.
Başımı salladım ağır bir şekilde “Memnun oldum”
Gülümsedi ve başını eğdi. Bakışlarını Dilek’e çevirdiğinde “Ben gideyim artık, Sevilay annem ve Halil babama selam söyle” diye konuştu bozuk Türkçesiyle. Hala onları anne ve babası olarak görmesi içime dokunmuştu.
Arda konuşmasıyla ona dönmüştü. Mitali onun önünde eğilirken iki yanağından da öptü. Geri çekilip ona sevgiyle gülümsediğinde Arda ileri atılıp ona da sarıldı sıkıca “Yine geleceksin değil mi?” diye sordu.
“Geleceğim elbette” yanağını okşadı ve tekrar öptü onu. Yerinde doğrulduğunda bize bakıp bir baş selamı verdi. Ona aynı şekilde karşılık verdiğimizde Dilek ile de el sıkıştılar.
Arda’ya el sallayıp yanımızdan ayrılarak yeni fark ettiğim biraz ilerimizdeki beyaz arabaya doğru ilerledi. Beyaz takım giymiş bir adam ona arka kapıyı tutuyordu. Sevilay teyzenin ailesinin ne kadar zengin olduklarından bahsettiğini hatırladım bununla birlikte.
“Haydi arabaya” Barun konuştuğunda bakışlarımı arabadan çekip onlarla birlikte arabaya binmek için hareketlendim.
Arda da arkaya Dilek ve ikimizin ortasına oturmuştu. Kendi emniyet kemerimi takmadan onunkini takmak için dönmüştüm ki Dilek ile aynı anda elimizi uzatmış olduk. Arda bu halimize gülerken bende bozuntuya vermeden Arda’ya gülümsedim ve ellerimi geri çektim.
“Eve gitmeyelim beraber restorana gidelim” dedi Arda hevesle.
Yüzüne bakmak için ona doğru döndüğümde onun da bakışları bana dönmüştü. “Eve gitmiyoruz zaten. Parka gidiyoruz” dedim.
Gözleri anında mutlulukla büyüdü “Gerçekten mi?”
“Gerçekten”
Yüzündeki mutluluğu izledim. Dudaklarındaki kocaman gülümseme tebessüme dönerken hafifçe kaşlarının çatıldığını gördüm. “Sen yine yüzüne hızlı mı su çarptın Geeta? Gözlerinin içi kızarmış”
Birkaç saniye yüzüne bakakaldım. Sanki ağladığımı anlamış gibiydi ama ben sakladığım için o da oyunumu devam ettiriyordu. Ellerim yüzüme giderken gözlerimi kaçırdım. “Öyle mi olmuş? Hiç fark etmedim” diye konuştum.
Tekrar bakışlarım ona döndüğünde gülümseyerek ellerimi birbirine vurdum. “Sen neler yaptın annenle, eğlendin mi?” diye konuşarak konuyu değiştirdim. Bu işe yaramış dikkati hemen dağılmıştı.
“Çok eğlendim! Annemle oyun alanındaki bütün oyuncaklara bindik. Annem benim için bir yarışma kazandı biliyor musun ve bize oyuncak hediye ettiler.” Gülümsemem büyüdü. Bu onu gerçekten çok mutlu etmişe benziyordu. Yüzündeki heyecanla anlatmaya devam etti “Bende silah atışı yaparak ona hediye kazanmak istedim ama hedefi vuramadım hiç. Annem de denedi ama çok zordu, kazanamadık.”
Yüzü düşer gibi olduğunda gözleri dalıp gitti bir süre “Bir tane çocuğun babası tek seferde vurdu hedefi” sesi durulduğunda neye içerlemiş olduğunu anlamış oldum. Bu içimi burktu. Dilek’in ona bakan gözleri de durgunlaşmıştı şimdi. İç geçirdim üzgünce.
Arda’nın yüzüme dönen bakışlarıyla ona dönerken “Babam olsaydı o da kesin tek seferde vururdu. Dedem anlatmıştı, askerde keskin nişancıymış babam biliyor musun Geeta?” dedi, hayranlığı sesinden belliydi. Tebessüm ettim. “Bana da öğretirdi hem nasıl vurulacağını”
“Ben öğretirim sana Arda”
Bakışlarımız konuşan Barun’a döndü. Dikiz aynasından gözleri ikimizin üzerinde gezindi. Onun kahvelerinde de aynı hüznü görmüştüm.
“Sen de keskin nişancıydın değil mi Asaf abi?” Arda yeni hatırlamış gibi heyecanla öne doğru atıldığında bakışlarımız ayrıldı. Başını sallayarak onayladı onu.
“O da bir şey mi, kendisini askerden dönmeye zor ikna ettik” Dilek’te sohbetlerine katıldığında sırtımı geri koltuğa yaslamıştım. Söylediği şeyle hafifçe kaşlarım çatılırken Arda gibi meraklı gözlerim onun üzerindeydi.
Başını sola çevirirken “Öyle bir şey yok, abartma” diye konuştu sakince.
“Babama kalacağını söylemişsin ama. Sonra ne olduysa geri döndün” onun da sesindeki merakı sezmiştim şimdi.
Bu durum bana Akash’ı hatırlatmıştı. Şehit olan babasına rağmen asker olmak istemesi ama annesini düşündüğü için bundan vazgeçmesi… Barun tüm o yaşananları biliyor muydu acaba?
Neden askerliğini uzatmak istemiş sonrasında vazgeçmişti?
“Asaf abim arabaları çok seviyor, araba yapmak için geri dönmüştür değil mi?” Arda ondan önce davranıp konuştuğunda bakışları ona döndü. Dudağının kenarı hafifçe kıvrılırken ona göz kırptı.
Sebebi bu muydu gerçekten? Burada askerlik yaşı kaçtı ya da kaç ay yapıyorlardı bilmiyordum ama eğer üniversiten sonra yaptıysa sebebinin bu olma olasılığı yüksekti tabii.
Dilek bu konunun açılmasından hoşlanmadığını anlamış gibi daha fazla üstelemedi. Arda tekrar konuştuğunda asıl heyecanlı olduğu konuya tekrar dönmüş oldu “Ben gitmeden öğretir misin Asaf abi? Gitmeden anneme hediye kazanmak istiyorum”
“Tamam, öyle yaparız”
Yaşına rağmen bu durumu bu kadar olgun karşılaması beni hayran bırakmasının yanında bir o kadar da üzüyordu. Kim bilir o küçük kalbini nasıl ikna etmişti annesinden ayrı kalmaya. Mitali’nin zorunluluk olarak onunla görüştüğünü düşünmüştüm ama bugün onu gördükten sonra öyle olmadığından emin olmuştum.
O zaman madem Arda’yı bu kadar seviyordu neden onu da yanına almak için savaşmıyordu?
Bir süre Arda onunla silahlar hakkında konuştu. Ne Dilek ne de ben sohbetlerine katılmadık. Arda zaten sadece konuya odaklanmıştı bizi bile unutmuş olabilirdi. Barun da aynı sükûnetle onun sorularını cevaplamıştı.
Barun’un telefonu çaldığında sohbetlerine ara verdiler. Arayan kişiyi gördüğünde yüzünün gerildiğini fark ettim. Bizimkilerden biri olabileceğini düşünüp yerimde dikleştim hemen. Ancak karşı taraf ile Hintçe konuşmaya başlayınca kasılan bedenim gevşedi anında. Konuşması çok uzun sürmezken Ranvir’e döndü ve yine Hintçe konuşarak bir şey söyledi.
Genelde İngilizce konuştuklarını gördüğüm için şaşırmadan edemedim. Ranvir’in arkasında kaldığım için yüzünü net göremesem de sesindeki endişeyi hissetmiştim. Ne oluyordu?
Konuşmaları bittikten sonra düz ilerlediğimiz yoldan sağa saptık. Bakışlarımı dikiz aynasından yüzünden ayırmadım ama fark ettiyse bile dönüp bakmadı. Ranvir geniş bir caddede arabayı kaldırım kenarına park ettiğinde Barun’un bakışları arkaya döndü.
“Benim çok kısa bir işim var, hemen geleceğim ve sonra gideceğiz parka tamam mı?” diye konuştu.
Kaşlarım çatıldı. Arda onu başını sallayarak onaylarken Dilek hafifçe ona doğru eğildi “Burası karakol değil mi Asaf? Bir sorun mu var?”
Karakol mu? Ensemdeki tüyler dikeldi.
Bakışları bana değdiğinde “Sorun yok merak etme” dedi Dilek’e. Ardından gözleri tamamen bana döndü “Dışarı gelir misin?”
Ne olmuştu? Oyunumuz tehlikeye mi girmişti yoksa? Nisha’nın olayı ile ilgili miydi ya da?
Tedirginliğim artarken onu onaylayıp kapımı açtım ve arabadan indim. Ranvir ve o da ardımdan indiler. Arabanın önüne doğru geçtik. Karşıma geçtiği sırada elindeki ceketini giyiyordu.
“Ne oldu? Neden buraya geldik?” diye sordum hemen.
Yakasındaki düğmeleri iliklerken bakışları yanımdaki Ranvir’den bana döndü “İfade vereceğim. Kamyon şoförünü tekrar anlatabilir misin? Belki aklına yeni şeyler gelir”
Kendim vereceğim derken gerçekten ciddiymiş. Ranvir bu yüzden huzursuzdu yine. Dudaklarımı yaladım. İstediği gibi o anı hatırlamaya çalıştım.
“Beyaz tenliydi. Başında şapka vardı… Turuncu. Evet, turuncu renkti şapkası. Saçları yanlardan biraz gözüküyordu sadece rengini hatırlamıyorum ama koyu gibiydi. Gözleri çekikti ve siyah kare çerçeveli gözlükleri vardı” alt dudağımı dişlerken hafızamı zorladım ama daha fazlası yoktu. “Bu kadar”
Başını salladı ardından gözlerimin içine baktı “Teşekkür ederim”
“Umarım işe yarar” dedim buruk bir şekilde tebessüm ederek.
Dudaklarını birbirine bastırdı. Gergin gibiydi ama bunu iyi kamufle ediyordu. Ranvir’e döndü “Sen burada kal” diye konuştu.
“Barun-”
“Burada kal” diye diretti ve eliyle arkamızdan birine bir işaret yaptı. İki koruma geldi yanımıza. Ranvir ve onun bakışmaları arasında sözsüz bir diyalog geçti bu sırada.
Ardından korumalar ile karşı kaldırıma ilerlediler. Uzun demir kapı bir bahçeye açılıyordu. Bahçede ayrı bir insan kümesi ve polisler vardı. Barun’u görünce çoğu bakış ona dönmüştü şimdi.
“Neden bu kadar endişelisin?” diye sordum Ranvir’e.
Bakışları hala oradayken Barun çoktan büyük binadan içeri girmişti. Sesli bir nefes bıraktı “Karakol ile pek iyi anıları yok… Daha kötü hissetmesinden korkuyorum”
“Neden… Ne oldu ki?” dedim.
Bana doğru döndü ve yüzüme baktı. Omuzları düşerken “Bunu benim anlatmam doğru olmaz. Hiç hoşuna da gitmez” diye konuştu.
Söylemek istediğini anladığım için üstelemeyip başımla onayladım onu. İçimde bir korkunun filizlenmesine engel olamadım ama. Bakışlarım bahçe kapısına döndü. Ne yaşamıştı karakolda? Yine böyle bir olay mı gelmişti başına?
“Arabaya geç, ayakta bekleme boşuna.” Ranvir’in sesiyle düşüncelerimden sıyrıldığımda yönlendirmesine uydum. Kapımı açtı nezaketen. Teşekkür ettim ve arabaya geri bindim.
O ise binmek yerine arabanın yanında dikilerek onu beklemeye devam etti.
Dilek’in bakışlarını üzerimde hissedince dönüp ona baktım. “Senin meselen ile ilgili bir sorun mu var?” diye sordu hemen. Gözleri tedirgindi.
“Hayır, yok”
“Nisha ile ilgili mi?”
Omuzlarım çöktü üzgünce “Evet”
Kaşları hafifçe çatıldı. Arda bu sırada bakışlarını ikimiz arasında gezdirirken sessizdi. “Sen olay yerinde miydin?” diye sordu bu defa. Kafamı sallayarak onayladım onu.
“Sen tanıyor musun Nisha’yı?” diye sordum bende.
“Annemlerin anlattığı kadarıyla. Bizzat tanışmadım” dedi. Anladım dercesine kafamı eğdim. Barun bile bahsetmemişti yani. Bu durumu garipsesem de çoğunlukla Türkiye de olmasına yormuştum bunu.
Sesli bir nefes bırakıp kafamı öndeki koltuğa yasladım. Sessizce bir süre öyle bekledik.
“Asaf abim çıktı!” Arda sevinçle şakıdığında kafamı kaldırdım hemen ve sağımdaki pencereye baktım.
Arda’nın bu kadar uzaklıktan gördüğü gibi Barun dışarı çıkmış binanın önünde bir polis memuru ile konuşuyordu. Elleri ceplerindeyken duruşu dikti.
“Başı beladan bir türlü kurtulmuyor” diye mırıldanan Dilek’in üzgün sesini duydum.
Beni de kastederek söylemediğini biliyordum ama gerçekten öyleydi. Uğraştığı onca derdi varken bir de ben vardım. Kendimi kötü hissetmeden edemedim.
Yanındaki korumalar ile arabanın yanına geldiler. Ceketini çıkarıp eline aldıktan sonra onu izlediğimi anlamış gibi bakışları bir an arabanın içine kaydı. Ardından Ranvir ile bir şeyler konuştular. Yüz ifadesinden hiçbir şey okunmuyordu. Arabaya bindiklerinde hemen yola çıktık.
“İşin bitti mi Asaf abi? Parka gidiyoruz değil mi?” dedi Arda hevesle.
“Bitti, evet gidiyoruz”
Gözleri dikiz aynasından ona bakan gözlerime döndü. Kaçmadım. Nasıl geçtiğini merak ediyordum. İyi görünüyordu. Ranvir’in korktuğu gibi bir şey olmamış gibiydi.
O hep iyi görünüyor Ezgi…
Öyleydi. Zorlanmış ya da kötü hissetmiş olsa bile onu yansıtmazdı. Kahvelerindeki durgunluk belki de bu yüzdendi. Bakışlarını kaçıran o olurken yolculuğumuz Arda ve benim oyuncaklar hakkında konuşmamız dışında sessiz geçmişti.
Parkın girişi olduğunu tahmin ettiğim oldukça büyük bir kapının önünde durduğumuzda arabadan indik. Barun Ranvir’e bir baş hareketi yaptı. Ranvir diğer araçlardan inen korumaların yanına adımladı. Arda neşeyle yerinde zıplayıp girişe yöneldiğinde Dilek onu takip etmişti. Biz de bir adım arkalarından ilerlemeye başladık. Ranvir iki koruma ile girişte kalmış diğer korumalar ise bizimle geliyordu.
Bakışlarım ona döndü. Sorgunun nasıl geçtiğini ve bundan sonra ne olacağını sormak istedim. Ancak ben ağzımı açamadan Arda heyecanla elimden tutarak beni öne doğru çekiştirmişti.
Anlaşılan karakol meselesini konuşmayı yalnız kaldığımız bir ana ertelemeliydim.
Ne olduğunu anlamaya çalışırken eliyle biraz ilerimizde kalan kısa boylu bir ağacın dalını işaret etti. “Sincap var Geeta, bak”
Gerçekten de bir sincap vardı. Daha önceki gördüğümden küçüktü. Yüzü tam yola dönük olduğu için bize bakıyor gibiydi. Yürümeye devam ettiğimiz için ondan uzaklaşırken ona doğru el salladım. Arda da bana uyduğunda birbirimize bakıp güldük.
Nihayet oyun alanına geldiğimizde etrafa kısa bir göz attım. Kocaman bir alandı. Sağ tarafta daha çok makineli oyuncaklar ve büyük bir trambolin vardı. Bu yüzden kalabalığın büyük bir kısmı oradaydı. Sol tarafta ise kaydıraklı kısım vardı. Orada da tek tük çocuk gözüküyordu.
Arda yine birden elimi yakaladığında bu sefer beni çekiştirerek peşinden ilerletmeye başladı. “Salıncaklar boş Geeta, koş!” ona ayak uydurup adımlarıma hız kattım.
Salıncakların yanına geldiğimizde soldaki salıncağın arkasına geçip korumasını açtım ve Arda’nın binmesini bekledim. Bu sırada Barun ve Dilek’e göz attığımda alana çok uzak olmayan oturma yerlerinden tam karşımıza yerleştiklerini gördüm.
“Hazır mısın?” diye sordum ona dönerek. Sesimdeki coşku bana kendimi hatırlattı. Ben buydum.
“Evet!”
“Sıkı tutun öyleyse uçuşa geçiyoruz” diyerek onu sallamaya başladım.
Yavaş yavaş hızına hız katarken yanımızdaki salıncağın yanına bir kız çocuğu geldi. Taş çatlasın dört yaşında falandı. Üzerinde pembe bir tayt ve aynı renk bir tişört vardı. Teni oldukça esmerdi. Koyu renk saçları tepeden at kuyruğu şeklinde bağlanmıştı.
Birkaç saniye Arda’ya bakıp ardından önündeki salıncağın korumasını kaldırıp binmeye çalıştı. Ancak o binemeden koruma düşüyor ve ona engel oluyordu.
Etrafıma kısa bir göz attım. Annesi ya da babası gelir belki diye bekledim. Aslında direkt yardım etmek için atılmak isterdim ama bu artık Türkiye de bile çekindiğim bir durumdu burada yapsam ne işler alırdım başıma kim bilir.
Bazı ebeveynler koruma işini biraz abartıp insanların iyi niyetini bile kötüye yorup olay çıkarıyorlardı. Çocukları için endişelenmekte ve bir yabancıya güvenmemekte haklıydılar elbette ama önce bir durup dinlemeleri hemen savunmaya geçmemeleri gerektiğini düşünüyordum.
Bu taraftaki oturma yerlerinde birkaç yetişkin vardı ama hiçbiri bir atılımda bulunmamıştı. Diğer taraftan da gelen olmayınca kendimi daha fazla tutamayıp ona doğru bir adım attım. Korumayı kaldırıp yüzüne baktım. Ne yaptığımı görünce gözleri bana döndü. Minik yüzü aydınlanırken salıncağa bindi.
Bu bana Nisha’yı hatırlattı. Onunla parkta oynama imkânımız bile olmamıştı… Dudaklarımdaki gülümseme buruk bir hal aldı.
Korumayı indirdiğimde bile kimse gelmemişti hala yanına. Kendi başına sallanamayacaktı. Gözlerim karşıya baktığında Barun ile göz göze geldik. Bunu beklemediğim için anlık şaşırdım. Bizi mi izliyordu?
Gözlerime bakarken bir sorun olup olmadığını ölçer gibiydi. Kafamı hafifçe iki yana salladım bunun üzerine. O buradaydı. Bir sorun olursa yardım ederdi. Bu düşüncemle bakışlarımı tekrar önümdeki kız çocuğuna çevirip onu yavaşça sallamaya başladım.
Aynı zamanda Arda’nın da salıncağı yavaşlamıştı. Onun da bakışlarının üzerimizde olduğunu gördüm. Bana darılacağını düşünmüştüm ama o gülümsedi birden. Onun da yanında annesi ve babası yoktu ve bu yüzden onu anlıyor gibiydi. İçim burkuldu.
Korkup korkmadığını bilmediğim için onu orta bir hızda sallayıp tekrar Arda’nın arkasına geçtim. Onu yine hızlandırdım. Bu esnada 11-12 yaşlarında bir erkek çocuğu kızın arkasında bitti. Kızın abisi olabileceğini düşündüm çünkü ter içinde kalmış yüzü onu andırıyordu. Bana garip kısa bir bakış atıp salıncağın demirlerini yakaladı ve durdurdu. Arkadan yüzüne doğru eğilerek ona bir şeyler söyledi. Kız da ona bir şeyler söylediğinde şakağına bir buse kondurup geri çekildi.
Bu içimi burkarken bana abilerimi hatırlattı. Gözlerimin buğulandığını hissettim.
Kızın abisinin bakışları birden bana döndüğünde ister istemez gerildim ve yandan Barun’a kısa bir bakış attım. Hala bizi izliyordu. Neyse ki bu çok uzun sürmedi çünkü çocuk birden içten bir şekilde gülümsedi bana.
Hintçe bir şeyler söyledi ardından. Kız kardeşi benim ona yardım ettiğimi söylemişti belki de. Onun da kardeşine yardım ettiğim için teşekkür ediyor olduğunu düşündüm. Bende gülümseyerek başımı eğdim sadece.
Bu sefer o salladı kardeşini. Bende Arda’yı sallamaya devam ettim. Arda Bey halinden çok memnun olmalı ki inmeye hiç niyeti yoktu. Kızın sallandığı salıncak dururken abisi onu kucağına aldı. Gidiyorlardı. Bizden uzaklaşmakta olan abisinin omzuna çenesini yaslayan kız çocuğunun siyaha yakın koyu renk gözleri şimdi parlayarak bana bakıyordu. Kocaman gülümsedi ve Hintçe bir şey söyleyerek bana el salladı. Bu içimi sıcacık ederken bende aynı şekilde gülümseyip ona el salladım.
Derin bir nefes alıp verirken Arda’ya yoğunlaştım tekrar “Seni bulutlara çıkarayım mı?” diye bağırdım. Hızından dolayı beni duyamayabilirdi.
Cevabı hiç gecikmedi. “Evet!”
Hızına hız katmışken coşkuyla anlamsız sesler çıkardığını duydum. Daha fazla sallarsam çocuk ters dönüp ger gelecekti Allah korusun. Bu yüzden onu sallamayı bırakıp diğer salıncağın korumasını kaldırmadan üzerine oturdum. Ayaklarım yerden kesilse de bu sallanmam için bir engel olmadı.
“Yetiş bana Geeta!” Arda sanki az önce onu sallayan ben değilmişim gibi bana meydan okuduğunda gülmeden edemedim.
“Geliyorum!”
Bir süre daha salıncakta sallandıktan sonra inmek istediğini söyledi. Kendi salıncağımı durdurup indim ve onunkini de tamamen durdurup korumasını açarak inmesini bekledim. Salıncaktan indikten sonra tıpkı Barun’a baktığı gibi hayran dolu bakışlarını yüzümde dolaştırdığını gördüm.
Bu tebessüm etmeme sebep olurken “Ne oldu?” diye sordum.
“Sen çok iyi birisin”
Birkaç saniye afallayıp ne diyeceğimi bilemeyerek yüzüne baktım. Bunu onunla oynadığım için mi yoksa o kıza yardım ettiğim için mi söylüyordu bilmiyordum.
Elimi siyah saçlarına atarken dudaklarımdaki tebessüm büyüdü. “Teşekkür ederim, böyle düşünmen benim için çok kıymetli”
Onun da yüzündeki gülümseme büyürken saçlarından inen elimle elini tuttum ve bu sefer ben onu peşimden ilerlettim. “Tahterevalliye binelim mi?”
“Olur!” dedi hemen coşkuyla.
Salıncakların hemen sağında kalan tahterevallilere ilerledik. Öndeki mavi olanın aşağıda kalan tarafına oturduğunda karşısına geçip diğer tarafına binmek için aşağı indirmeye çalıştım. Bu biraz zor oldu. Hayır, kilolu bir çocukta değildi ama bir hayli zorlandım onu aşağı çekerken. Karşısına oturduğumda tahterevallinin ne kadar uzun olduğunu o zaman fark ettim. Uzaktan gülümseyerek bana bakıyordu.
Bir aşağı bir yukarı derken sıkıldım ve aklıma gelen fikirle sırıtarak ağırlığımı verip onu tamamen yukarıda asılı bıraktım.
“Ya Geeta ne yapıyorsun?” diye çığırdı hemen. Yüzünün aldığı şekle kahkaha atmadan edemedim.
Yüksekten korkmuyordu yoksa başta teklifimi kabul etmezdi. Ayrıca o kadar salıncakla uçurmuştum onu, gayet kahkaha atıyordu.
Sadece havada kalmak sinirlendirmişti beyefendiyi. “İndir beni!”
Gülmeye devam ederken ona el salladım. Onun söylenmelerini dinlerken rahat bir şekilde bacaklarımı tahterevallinin ön kısmına doğru uzattım sonra. Bu hareketimle dehşet içinde kalırken aklıma bana birkaç saniye önce iyi biri olduğumu söylediği geldi.
Artık öyle düşünmüyor olma ihtimali yüzde kaçtı?
Bana çatılmış kaşlarıyla umutsuz bir bakış attıktan sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı. Artık sağ tarafımızda kalan Barun ve Dilek’e doğru dönüp “Asaf abi! Kurtar beni!” diye bağırdı.
Onların bakışları bize dönerken Barun’un oturduğu yerden ayaklanmasıyla sırıtmam dudaklarımda asılı kaldı. Hafif çatılı kaşlarıyla bize doğru adımladı. Onu çağırmamızı mı bekliyordu?
Arda’ya baktığımda bana ‘şimdi görürsün’ bakışları atıyordu. Tırsmalı mıydım?
O yanımıza geldiği sırada “Ne diye abini çağırıyorsun hemen, eğlenelim diye şaka yapıyorduk şurada” dedim tatlı tatlı. Alttan masum bakışlar attım ona ama pozisyonumu da hala bozmamıştım.
“Asaf abi, beni böyle havada bıraktı indirmiyor” Arda beni takmayıp sanki topunu patlatmışım gibi bir abartıyla beni ona şikâyet etmeye devam etti.
Barun ona bakarken gülümsedi ama bu hiç masum bir gülümseme değildi. Daha çok sinsisindendi. Bunu da onda ilk defa görüyordum.
“Biraz da biz eğlenelim o halde” diye konuştu ve Arda’ya yaklaştı iyice. Bir eli cebindeyken diğer koluyla onun ön kısmına yüklendi ve bu sefer ben birden havalandım.
Şakasız tek koluyla havaya kaldırmıştı adam beni!
Anlık şokla bocaladım ve dengemi sağlamak için bacaklarımı geri sarkıttım. Eğlenen bir ifadeyle yüzüme bakarken elini çekip yerine sağ ayağını koydu ve yerinde doğruldu.
Tamam en güçlü sensin.
Arda kahkaha atarak benim ona yaptığım gibi bana el salladı.
“Bu haksızlık” dedim bozulmuş bir sesle.
Diğer elini de cebine yerleştirirken “Ha senin küçük çocuğu havada bırakman çok adildi?” diye konuştu.
Tamam haklı olabilirdi ama geri adım atmayacaktım elbette. Kaşlarımı çatmış bir şekilde bakışlarımı ikisi arasında gezdirdim.
“Hadi sende abini çağırsana, hadi” Arda’nın hava atmak için söylediği söz benim içime oturdu o an. Çatılan kaşlarım gevşedi.
Benim abim senin abini yer bu arada.
Evet, bende küçükken o tiplerdendim. Her olayda büyüğünü çağıran…
Ben net hatırlamıyorum o zamanları ama annemin anlattığına göre 3-4 yaşlarındayken ilk defa eve çok uzak olmayan bir parka abimlerle oynamaya gitmişim. Abimler parkın hemen yanındaki sahada top oynuyormuş. Yiğit abim biri bir şey derse hemen beni çağır diye tembihlemiş beni. Ben olayı yanlış anlayıp bana her ağzını açana abimi çağırmışım.
Abim sonraki günlerde uyarısını düzeltmeye çalışmış ama ben pek dinlememişim onu. Onun dediğine göre de işime geldiği için dinlemiyormuşum. Onu çağırma bahanesiyle salıncakta sallandırıyormuşum kendimi.
O yaşta bile kafa zehir maşallah.
Gözlerim Barun’a döndüğünde onun zaten bana bakıyor olduğunu gördüm. Sadece bakmıyordu, ne hissettiğimi görüyordu. Bunu beklemediğimden biraz şaşırdım.
Bakışlarımı kaçırdım ve yerimde hareketlenerek “Kendimde inerim ki ben” diye geveledim. Çok yüksek değildi zaten atlayacaktım.
“Bekle. Bir sakatlık çıkarırsın sen şimdi, belli olmaz sana” diye konuşarak beni engelledi Barun.
O da biliyordu atlayabileceğimi ama laf çarpmadan duramıyordu. Kötü kötü bakmaya çalıştım yüzüne ama bu korumacı tavrı içime dokunmuştu yine.
Ayağını çekip kontrolün tekrar bende olmasını sağladı. Gözlerimi çekemedim gözlerinden. Bakışları burada yalnız hisseden yanıma dokunuyordu. Ona sarılıyordu adeta.
Yine sarılmak dedin?
Sus Allah aşkına, hiç sırası değil!
Yüzümün kızardığını hissettim yine de. O da bakışlarını çekmemişti. Yanıma doğru adımladı.
Yere inmiştim tekrar ama neden kalkmıyordum?
Yanımda durduğunda elini uzattı. Afalladım. Gözlerimi kırpıştırırken eline baktım. Bunu mu bekliyordum?
Kendime şaşırırken daha da şaşıracağım bir şey yaptım. Elini tuttum. Bu dün yine onun elini uzattığı ama benim tutmadığımı hatırlatmıştı. Rüyamdaki gibi değildi, soğuktu teni. İçimi saran güven hissi sıcacıktı ama. Midemin kasıldığını hissettim.
Eline tutunarak oturduğum yerden kalktığımda ‘tak!’ diye bir ses ve hemen ardından gelen acı feryatla ikimizin de bakışları oraya döndü.
“Ah! Popom!”
Eyvah! Arda’yı unuttuk!
Ben aniden kalkınca çocuk yere çakılmıştı. Hemen yanına doğru koşarken Barun’un “Oğlum sen inmedin mi ya?” diye sitem ettiğini duydum arkamdan.
Ben gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken o önüme geçmiş Arda’yı düştüğü yerden kaldırmıştı.
Dilek’te endişeli yüz ifadesiyle yanımıza geldiğinde “Ardacım iyi misin?” diyerek yüzüne dokundu.
“İyiyim. Popom acıdı biraz” dedi, yüzünü buruşturmuştu. Eli hala poposundaydı.
Barun bir elini omzuna koyarken “Ben sen in diye aşağı indiriyorum aleti, sen ne diye inmiyorsun?” diye konuştu hafif çatılmış kaşlarıyla. Kızgın gözükmek istiyordu ama şu an pek becerebildiğini söyleyemezdim. Bu halleri çok komikti.
Arda’nın bakışları bana döndüğünde “Geeta atlayabilecek mi diye ona bakıyordum” dedi masum bir sesle.
İşte Allah’ın sopası…
“Hep abin yüzünden” diyerek topu Barun’a attığımda bana tek kaşını kaldırarak baktı. Şirince sırıttım.
Arda da başını sallayarak beni onayladığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Yüzünde yalandan olduğu belli olan küsmüş ifadesiyle ona bakıp “Bize pamuk şeker alırsan seni affedebilirim” dedi.
Bende diyorum bu çocuk onu yukarıda bıraktıktan sonra nasıl benim yanımda duruyor?
Barun’un çatılan kaşları düzelirken dilini dudaklarında gezdirdi. “Demek öyle?”
“Ardacım madem şeker istiyorsun bana neden söylemiyorsun?” Dilek azarlar bir tonda konuşarak onu yanına çekmeye çalıştığında Barun ona bakıp sorun yok dercesine kafasını iki yana salladı. Böyle düşünmesinden hoşlanmamış gibiydi.
“Ben Asaf abimden istiyorum. Bana borcu var” dedi Arda hiç istifini bozmadan. Gülümsedim bu haline.
Barun da ona bakıp tebessüm ederken “Doğru doğru. Borçlu kalmayalım şimdi. Gidelim o halde” diye konuştu.
Arda’nın yüz ifadesi gevşerken gözleri bana döndü. Yanıma gelip elimden tuttu. Beni yine çekiştirdiğinde oyun alanın diğer tarafına ilerledik. Pamuk şeker satan genç adamı o zaman yeni fark ettim. Barun ve Dilek’te hemen arkamızdan geliyorlardı.
Satıcı adamın yanına geldiğimizde adamın bakışları bize döndü. Bu tarafta daha çok çocuk olduğu için etraftaki sesler artmıştı hemen. Barun sağ tarafıma geçerken satıcı ile selamlaştı. Adam onu tanıyor olmalı ki onu görünce yüzündeki gülümseme büyümüştü
Bunun üzerine satıcı adam hepsi pembe olan pamuk şekerlerden iki tanesini çıkarıp ona doğru uzattı. Onları alıp bize döndüğünde birini sağ eline alırken onu Arda’ya uzattı. Arda heyecanla pamuk şekerini aldı ve teşekkür etti.
Sol elindeki pamuk şekeri de bana doğru uzattığında kaşlarım hafifçe havalandı.
“Tatlı seviyorsun diye sormadım ama istemiyorsan sorun değil” dedi, yumuşak bir sesle.
Şaşkınlığımdan kurtulup kafamı iki yana salladım “Hayır, severim. Teşekkür ederim” Usulca uzanıp pamuk şekerini aldım elinden. Neden yanaklarımın yandığını hissediyordum?
Memnun bir şekilde başını eğdikten sonra bakışları arkamızda durduğunu düşündüğüm Dilek’e dönerken “Sende ister misin?” diye sordu. Bu sanki cevabını bildiği bir soruymuş da nezaketen sormuş gibiydi.
“Hayır, teşekkür ederim” dediğini duydum Dilek’in. Kafasını eğip onaylarken tekrar satıcı adama dönüp arka cebinden cüzdanını çıkardı ve ödemeyi yaptı.
Tekrar salıncakların olduğu tarafa ilerlerken Dilek solumda duran Arda’nın yanına geçmişti. Barun ise sağ tarafımda duruyordu hemen. Arda usulca elini elimde çektiğinde daha fazla bekleyememiş olmalı ki pamuk şekerinin paketini açmaya başladı. Bende onu taklit ettim.
“Mavi pamuk şekeri de var biliyor musun Geeta?”
“Biliyorum, yedim” diyerek yanıtladım onu.
Heyecanlı bakışları bir anlık yandan yüzüme döndü. “Tadı nasıldı? Güzel miydi?”
“Aslında tatlarında pek bir değişiklik yok. Hepsi güzel anlayacağın”
Bu sırada pamuk şekerimin çubuğundan çıkmaması için ayrı bir savaş vererek paketin son kısmını da çıkardım. Paketi elimde buruştururken etrafta bir çöp kovası aradım. Hemen yanından geçecek olduğumuz sağ tarafta kalan birini gördüm. Arda’nın da paketini çıkardığını görünce elimi uzatıp onun çöpünü de aldım. Önüme döndüğümde aynı şekilde Barun’un elini bana uzattığını gördüm. Ona baktığımda kaşlarıyla elimdeki çöpleri işaret etti.
Bakışlarım eline değdiğinde aklıma birkaç dakika önce elini tuttuğum an geldi. Midem kasıldı hafifçe. Elimdeki çöpleri ona verdiğimde o sırada yanına geldiğimiz çöp kovasına verdiklerimi attı. Kendimi garip hissetmeden edemedim.
O tekrar yanımıza gelirken ilerlemeye devam ettik. Pamuk şekerden küçük bir parça kopardığımda Arda’nın da iştahla büyük bir parçayı kopardığını gördüm. Elimdeki parçayı ağzıma atarken o da kopardığı parçayı ağzına tıktı. Ona baktığımı fark edip bana döndüğünde dudaklarının kenarında kalan şekerleri görmemle gülümsemem büyüdü. Kocaman sırıttı.
Mutluluğa bakın, bir pamuk şekere tav oldu hemen. Ay bu çocuk ben!
Pamuk şekerlerine bayılırdım. İki haftada bir yemeye çalışırdım mutlaka. Canım çekiyordu artık ister istemez. Özlemiştim.
Oturma yerlerine yaklaştığımız sırada Barun’un telefonu çaldı. Geride kalıp aramayı yanıtladığını duyduğumda biz yan yana oturup pamuk şekerlerimizi yemeye devam ettik. Arda’nın solunda oturan Dilek’e göz ucuyla baktığımda onun da telefonuyla ilgilendiğini gördüm.
“Senden önce bitireceğim bak gör” Arda gülerek konuştuğunda bakışlarım ona döndü. Yine büyük bir parçayı ağzına sokmaya çalışıyordu.
Bende büyük bir parça koparırken elimde hafifçe ezerek küçülttüm ve yedim. Ağzıma yayılan güzel tatla tebessüm ettim.
Barun konuşmasını bitirip yanımıza geldiğinde önümüzde durdu. Ellerini ceplerine koyarken dudaklarındaki hafif tebessümle Arda’ya baktı “Affedildim mi bari?”
Arda yaramaz bir şekilde gülerken kafasını salladı. Bakışlarım ikisi arasındayken güldüm bende. Aynı zamanda pamuk şekerimin geri kalanını da büyük parçalarla koparak yemeye devam ettim. Ellerim yapış yapış olmuştu ama umursamadım. Barun’un üzerimde olan bakışlarıyla karşılaştığımda gülümsemem tebessüme dönüştü.
Elimdeki pamuk şekerini hafifçe havaya kaldırırken “İster misin?” diye sordum.
“Sağ ol” dedi, yüzündeki keyifli ifade değişmemişti.
Güneş ışıkları vurunca rengi açılan gözlerine baktım bir süre. Bu birkaç saat önce olanları nasıl unuttuğumu fark etmeme sebep oldu. Daha iyi hissediyordum. Derin bir nefes alıp verdim.
Arda nasıl hırs yaptıysa gerçekten benden önce bitirmişti. Dilek çantasından çıkardığı ıslak mendille onun ellerini ve ağzını silerken Arda ona yemek istemediği için pişman olacağından bahsediyordu.
Ona güldüğüm sırada Barun, Dilek’in Arda ile aralarına koyduğu ıslak mendil paketine uzandı ve içinden bir tane çekip aldı.
Tekrar önümde durduğunda elindeki mendili bana uzattı “Sizden çok eliniz yüzünüz yemiş şekeri” dedi, laf atarak.
“Ne varmış ya azıcık bulaştıysa” diyerek kaşlarımı hafifçe çattığımda uzattığı mendili almıştım.
Ellerimi sildikten sonra dudaklarımın kenarını da silerken onun “Aynen azıcık” diyen sesini duydum.
Bana doğru adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattığını gördüm sonra. Kokusu sardı hemen etrafımı. Oturduğum için boyu iki kat uzamıştı şu an gözümde. Bakışlarım yüzüne çıktığında yakınlığından dolayı yüzümdeki elim duraksadı.
Koyu kahverengi gözleri gözlerimdeyken elini uzatıp elimi tuttu birden ve hareket ettirip yukarı kaldırdı. “Burnuna kadar bulaştırmayı nasıl becerdin anlatsana biraz” diye konuştu, burnumun üzerini nazikçe silip elini üzerimden geri çekti usulca.
“Anlatayım mı?” dedim gülerken. Bir adım geri atıp aramızdaki mesafeyi açtığında ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi geri bıraktım.
Dudakları bu zamana kadar gördüğüm en samimi şekilde kıvrılırken “Anlat” dedi.
“Geeta! Hadi örümcek ağına gidelim” Arda hemen ayaklanmış karşıma dikildiğinde bakışlarımız ayrılıp ona döndü.
“Arda” Dilek sitemle ona seslendi “Yorma ablanı, git kendin oyna artık”
Kafamı iki yana sallarken “Ne yorması? Öyle düşünme lütfen. Ben çok eğleniyorum” dedim. Gerçekten de öyleydi. Arda kocaman gülümseyerek yüzüme bakıyordu. Ona göz kırptım ve onunla gitmek için ayaklandım.
“Sende bu sefer canlı canlı nasıl tırmandığımı izleyebilirsin Asaf abi” Arda bu sefer Barun’a bakıp konuştuğunda benim de gözlerim ona dönmüştü.
Bu sırada Dilek’in telefonu çaldı ve izin isteyerek yanımızdan uzaklaştı.
Barun ellerini pantolonun ceplerine yerleştirirken “Görelim bakalım” diye konuştu.
Birlikte oyun alanının sağına doğru ilerledik. Diğer tarafın ortasında kalıyordu örümcek ağı. Bir hayli de büyüktü. Ayrı bir kalabalık vardı orada. Arda heyecanla elimden tutup ileri doğru atılırken boş bir taraf bulmaya çalıştık. Nihayet bir yer bulduğumuzda Arda hemen tırmanmaya başladı.
“Haydi Geeta, en tepeye ulaşalım!”
“Dikkat et”
Onun heyecanına gülüp bende tırmanmak için iplere tutunduğumda Barun’un arkamdan “Dikkat et” diyen sesini duydum.
Ellerim istemsizce ipi daha sıkı kavrarken tırmanmaya başladım. Bu uyarısı başına bela açacağımdan korktuğu içindi sanırım.
Adam haklı.
Kaşlarım çatılırken dudak büzdüm. Benim ne suçum vardı?
Onu düşünmemeye karar verdim ve tırmanmaya devam ettim. O kadar çocuğun arasında tırmanan tek yetişkinin ben olmam dışında hiçbir sıkıntı yoktu.
Yetişkinler parkta eğlenemez diye bir kural mı vardı ayrıca?
Arda’ya yetişip birlikte en tepede yan yana durduğumuzda birbirimize bakıp güldük. Elimi vurması için ona doğru kaldırdığımda bir beşlik çaktı.
“Asaf abi!” Barun’a dönüp el salladığında bende ona bakmıştım. Güneş tam yüzüne vuruyordu şimdi. Kısılmış gözleriyle tebessüm ederek bize baktı.
Arda’nın bakışlarının ileriye doğru kaydığını gördüğümde Dilek’e baktığını gördüm. Dilek’in telefon konuşması hala bitmemiş gözüküyordu.
“İnmeyecek misin?” diye bağırdım, kalabalıktı ve etraf çocuk sesiyle doluydu.
Bakışları bana döndü. “Halam fotoğrafımızı çekseydi keşke”
“Ben çekiyorum hemen, bakın buraya” Barun’un sesiyle ona doğru döndüğümüzde telefonuyla uğraştığını gördüm. Kamerayı arıyor olmalıydı. Şaşırmadan edemedim. Bizi mi çekecekti gerçekten?
Ardayla bakışıp gülüştüğümüzde Barun telefonunu bize doğru kaldırmıştı. Sağ elimi ipten çekip zafer işreti yaptığımda Arda da beni taklit etti hemen. Kocaman sırıtarak kameraya baktım. Telefonunu indirip çektiklerine baktığında biz de yerimizde hareketlenip geri aşağı inmeye başladık.
Yere indiğimizde Arda vakit kaybetmeden park alanına geri koşup kaydıraklara ilerledi. Onun ardından yanına ilerlerken solumda yürüyen ona bakıp “Fotoğrafa bakabilir miyim?” diye sordum.
“Tabii” Kaydırakların oraya geldiğimizde durduk. Telefonu hala elinde olduğu için hemen resmi açıp bana verdi.
Fotoğrafta zafer işareti yaparken Arda ile birbirimize bakıp sırıtıyorduk. Dudaklarım kıvrıldı hemen. Onun bana yaklaştığını hissederken eli ekran ile aramıza girip fotoğrafı kaydırdı. Ben bir tane çekmiş olduğunu düşündüğüm için ve tabii özel fotoğrafları olabileceği için çevirmemiştim.
Bu fotoğrafta ikimizde kameraya bakıp gülümsüyorduk. Çok güzeldi. Bir kere daha kaydırdığında bunda gözlerimiz gittikçe kısılmış gözüküyordu. Gülümsemem daha çok büyüdü. Keşke telefonum olsaydı da bu fotoğrafları bana atmasını söyleyebilseydim. İç çektim usulca.
“İnat edip telefon almama müsaade etseydin sana da atabilirdim” diye konuştuğunda kaşlarım havalandı ve bakışlarımı ona çevirdim. Bunu düşündüğümü nasıl anlamıştı?
Dudaklarımı yalarken bakışlarımı kaçırdım “Olsun, sorun değil. Önemli olan bu anı yaşamam ve bunu unutmayacak olmam” diye konuştum.
Evime geri döndüğünde onları unutmayacaktım, bunu biliyordum. Nasıl unutabilirdim ki? Vefa göstermeyi önemseyen bir insandım, karakterime tersti bir kere.
Buraya tekrar gelir miydim ondan pek emin değildim ama Arda Türkiye’deydi. Eğer o da isterse onu ziyaret edebilirdim.
Bakışlarını hala üzerimde hissederken bir şey söylemedi. Bu sırada Arda önümüzdeki uzun boru kaydırağın içinden süzülerek dışarı çıktı. Coşkulu sesler çıkarırken kaydırağa bakıyordu “Bu çok uzunmuş, ilk defa bu kadar uzunundan kayıyorum”
Gerçekten öyleydi. Belli bir yerde kıvrılıp tekrar düzleşiyordu. İçim ürperdi istemsizce. Ben korkumdan hiç kayamamıştım bu kaydıraklardan.
“Geeta sen de gelsene, aşırı güzel” Arda bana dönüp konuştuğunda benim de bakışlarım kaydıraktan ona döndü. Yutkundum.
Onu reddedeceğime üzülürken alt dudağım kendiliğinden sarkmıştı “Ben kaymaktan pek hoşlanmam, sen keyfine bak”
“Ama bak bundan çok hoşlanacaksın”
Hiç sanmıyorum Arda…
Barun hafifçe boğazını temizleyip kendini belli ettiğinde “Biz Geeta ablanla muhabbet ediyoruz şu an hem Arda. Bölme lütfen. Sen eğlenmene bak” diye konuştu.
Arda ikimize bakıp kafasını salladı tamam dercesine. Bozulmuş gözükmüyordu. Gerçekten çok anlayışlı bir çocuktu. Sanki büyümüşte küçülmüş derler ya onun bir örneğiydi.
Arda kaymak için yanımızdan uzaklaştığında ona dönüp “Teşekkür ederim” dedim tebessüm ederken.
Konuşmamla onun da gözleri bana dönerken düşünceli bakışları yüzümde dolandı. “İyi misin?”
Neden birden bunu sorduğuna anlam veremedim ama “İyiyim” diye yanıtladım onu.
Hala kriz yüzünden kötü hissettiğimi mi düşünüyordu acaba? Ya da bu kaydırakları görmemin beni kötü etkileyeceğini mi düşünmüştü?
Arda yüz üstü bir şekilde kaydırağın ucunda biterken ağzıyla garip efektler yapıyordu. Bu sesli bir şekilde güldürdü beni. “Şimdi buradan geri tırmanıp yukarıdan çıkacağım, izleyin” diye bağırdı bize. Söylediği gibi kaydıraktan içeri tırmandı sonra.
Aklıma Dilek’in hala yanımıza gelmediği gelirken omzumun üzerinden oturma yerlerine baktım. Göz göze geldik hemen. Telefon konuşması bitmişti. Ancak yanımıza gelmek yerine orada kalmayı tercih etmiş gözüküyordu. Hafifçe tebessüm ettiğim sırada Arda’nın sesiyle tekrar önüme döndüm. Kaydırağın tepesinden bize el sallıyordu gülerek. Dudaklarımdaki gülümseme büyürken bende aynı coşkuyla ona el salladım.
“Asaf abi kaydırağın üstünden de kayabilir miyim?” Arda tekrar kayıp önümüze çıktığında kaydırağın ağzında ayağa kalkmıştı. Heyecanlı gözleri Barun’un üzerindeyken istediği şey üzerine hafifçe kaşlarım çatıldı. Aynı şekilde Barun’un da öyle.
“Hayırdır Arda Bey, içi sizi kesmedi mi?” diye konuştu Barun alayla ama sesinde o azarlayan tonu hissetmemek mümkün değildi.
Arda da bunu anlamasına rağmen kafasını iki yana sallayıp “Sadece şuraya kadar” diyerek şansını denedi yine. Kaydırağa dönüp eliyle önden az bir kısım gösterdi.
Zaten ilerisine kimsesinin boyu yetmezdi. İşini biliyordu kerata.
“Hayır Arda, bu tehlikeli. Yüksekte olmayı çok istiyorsan örümcek ağına tekrar tırmanabilirsin” diye konuştu Barun kesin bir dille.
Arda dudak büzdü ama yalandan olduğu çok belliydi. Bakışları bana döndü sonra. Sanki onu ikna etmemi ister gibiydi ama maalesef ki bende onunla aynı fikirdeydim.
Omzumu kaldırıp indirirken “Abin haklı canım” dedim.
“Bari yürüyeyim?”
Gülmeden edemedim. Çocuğun kaydırağın üst tarafıyla bir derdi vardı. Barun benim aksime ciddiyetini koruyarak aynı olumsuz bakışlarla ona baktı.
“Sadece oturayım o zaman?” Arda uslanmıyordu.
O kaydırağın üstüne çıkılacak arkadaş!
“Bak bu olur” dedim gülüşümün arasından. Arda benim ona destek çıkmamla yerinde kıpırdandı hemen.
Barun’un gözleri bana dönerken bende ona baktım. Bakışları birkaç saniyeliğine gülüşümde takılı kalırken tekrar gözlerime baktı. “Olmaz mı” diye sordum.
Bakışlarını kaçırır gibi Arda’ya döndüğünde “İyi madem, gel” diye konuştu. Ellerimi çırptım sevinçle. Arda bana dönüp kocaman gülümsedi.
Kaydırağın yan tarafına geçtiklerinde Barun onu kucağına aldı ve dikkatli bir şekilde kaydırağın üzerine oturttu. “Sakın ayağa kalkma girişiminde bulunma” diye uyardı onu.
Arda keyifli bir şekilde güldü “Tamam”
İkisini izlerken gülümsemekten yanaklarımın acımaya başladığını hissettim. Eğer parka gelmek yerine eve gidip dinlenmek isteseydim düşünmekten kolayca uykuya dalamayacak ve daha kötü hissedecektim kendimi. Sonra içimde dağılan parçalarımı toplamam da zor olacaktı, biliyordum.
Kafama bir şeyin dank etmesiyle bakışlarım Barun’un üzerinde durgunlaştı. Arda’nın yanında dikilip bir şey olursa diye bir eli hazırda beklerken onu dinliyordu.
Beni buraya bilerek getirmiş olabilir miydi? Dilek sana iyi gelecek şeyler yapabilirsin demişti. Bana Arda ile vakit geçirmenin iyi geleceğini düşünmüş olabilir miydi?
Belki de sadece Arda’yı düşünmüştü, beni de nezaketen çağırmıştı? Her ne olursa olsun bana iyi gelmediğini inkâr edemezdim. Bunun için ona teşekkür etmeyi aklımın bir köşesine not ettim.
Arda’yı indirip yanıma geldiklerinde Arda kaymaya devam edeceğini söyleyip tekrar uzaklaştı bizden. Biz de Dilek’in yanına döndük. Dilek ikimiz üzerinde de minnettar bakışlarını gezdirirken tebessümüne aynı şekilde karşılık verdim.
“Biz artık eve dönsek iyi olur” oturduğu yerden kalkarken bakışları kısa bir süreliğine bana dönüp tekrar Barun’a baktı “Hem Geeta biraz dinlense iyi olur”
Barun bana baktığında sorun yok dercesine kafamı iki yana salladım ancak o Dilek’i kafasını sallayarak onayladı. Dilek Arda’yı çağırırken hareketlerinde ayrı bir acelelik sezdim. Önemli bir işi çıkmıştı sanırım.
“Tekrar geliriz ama değil mi?” Arda’nın gidiyor olduğumuz için yüzü bir hayli asılmışken umutla Barun ve benim yüzüme bakmaya başladı.
Bende Barun’a baktım böylelikle. Ben elbette isterdim ama benim elimde olan bir şey değildi bu durum.
Bana kısa bir bakış atıp yine ona baktığında “Geliriz” diye konuştu.
Arda’nın dudakları mutlulukla kıvrılırken bakışları bana döndüğünde bende gülümsedim hemen ona.
Birlikte çıkışa doğru aynı yolda ilerledik. Arda bu süreçte benim elimden tutup bana arkadaşıyla olan bir çarpışan araba anısını anlattı. Can kulağıyla onu dinlerken heyecanı elle tutulur cinstendi. Sanki tekrar o anı yaşıyordu.
Parkın çıkışına geldiğimizde hemen kaldırım kenarında duran Barun’un siyah Range Rover’ını fark ettim. Hemen arkasında yine cip model ama farklı markadaki iki siyah koruma aracı duruyordu. Parkta yanımızda olan korumalar en arkadaki aracın etrafına dizilirken öndeki aracın yanında duran Ranvir bizi görünce yerinde doğruldu. İş başındayken sempatik yapısından çok uzaktı. Oldukça ciddi ve soğuk duruyordu.
Göz göze geldiğimizde dudağının kenarıyla bana hafifçe tebessüm ettiğini gördüm. Bende ona gülümsedim hemen.
“Bizim ev ters kalıyor size Asaf. Hiç zahmet etmeyin oraya kadar, ben bir taksi çeviririm” Dilek arabaların yanına geldiğimizde ona dönüp konuşmuştu.
Barun’un kaşları çatılırken “Buna gerek yok. Ranvir diğer arabayla bırakacak sizi” dedi kesin bir dille.
Karşımda duran Ranvir’e baktım. Arda’ya göz kırparken gördüm onu. Arda da ona gülümsedi hemen. Onun da iki tane kız çocuğu olduğunu hatırladım. Nasıl bir baba olduğunu merak ederken buldum kendimi.
Barun Ranvir’e dönüp “Onları bıraktıktan sonra haber et” diye konuştuğunda Ranvir onu başını eğerek onayladı. Ardından yanında durduğu aracın arka kapısını açtı.
Arda Barun’un bacağına sarıldı hemen. “Teşekkür ederim Asaf abi”
Barun bir eliyle onun omzunu okşarken diğeriyle saçlarını karıştırdı. Arda ondan ayrılıp bana yöneldiğinde kollarını belime sardı birden.
Şaşkınlığımı üstümden atar atmaz kollarını çözüp önünde eğildim ve onu kendime çekip sarıldım. Kollarını rahat bir şekilde boynuma sardı o da. Bu o kadar iyi hissettirdi ki iç çektim usulca.
Geri çekildiğimde şefkatle yanağını okşadım “Teşekkür ederim” dedim gülümseyerek. Neden teşekkür ettiğimi anlamasa da sorgulamayıp gülümsemekle yetindi sadece. Yerimde doğrulduğumda o da halasının yanına ilerledi.
Arabaya binmeden önce ikimize de bakıp el salladı “Akşam görüşürüz” diye seslendi. Restorana yemeğe geleceğimizden bahsediyordu.
“Görüşürüz” derken bende ona el salladım.
Barun hareketlenip aracının diğer tarafına sürücü koltuğuna doğru ilerlerken bende öndeki yolcu koltuğunun kapısını açıp oturdum. Emniyet kemerimi bağlarken o da aynısı yaptı. Yolda Ranvirlerin gittiği yönün aksine dönüp ilerledik.
Saçımdaki tokanın iyice gevşediğini hissederken elimi atıp tokayı çıkardım ve saçlarımı serbest bıraktım. Tokayı sağ bileğime taktım sonra. Yerimde tekrar geri yaslandım.
Bakışlarım onun yan profiline dönerken “Ben çok teşekkür ederim, Barun” dedim aramızdaki sessizliği bozarak.
“Ne için?”
“Beni de davet ettiğin için. Direkt eve gitseydim daha kötü hissedecektim kendimi. Arda ile vakit geçirmek iyi geldi. Çocuklar bana hep iyi gelir zaten”
Bana kısa bir bakış attığında ona bakıyor olduğum için o kısa an gözlerimiz kesişti. “İyi gelmesine sevindim, bu yüzden gelmeni istemiştim. Hem Arda da seni görünce mutlu olacaktı. Başarılı bir plan ama seni yoracağı konusunu hesaba katmamışım, kusura bakma”
İçime bir sıcaklık yayılırken gülümsedim. “Sorun değil, güzel vakit geçirdim. Bu tatlı bir yorgunluk benim için. Sağ ol tekrardan”
Kafasını eğdi hafifçe. Gözlerimi önüme çevirip akıp giden yola baktım. Aklıma gelen şeyle dudaklarımı araladım tekrardan “Sorgu… Nasıl geçti?”
“İyi” dedi, sesli bir nefes bıraktı sonra. Bakışlarım yine yüzüne döndü. “Resim çizildi. Kopyasını alıp sana da doğrultacaktım ama bunun için beklemem gerekti. Sizi daha fazla bekletmemek için sonra alacağımı söyledim”
“Kamyona dair bir iz bulamamışlar mı peki hala?”
“Hayır. Sadece modeli var ellerinde. Cadde boyu kamera yok zaten sonraki yollar içinde kameralara bakıp iz bulmak zaman alıyor haliyle” diye konuştu.
Anladım dercesine kafamı salladım. “Ya çoktan ülke dışına kaçtıysa?”
“O zaman diğer adamı bulacağım” dedi kararlı ses tonuyla.
Umarım şoför bulunurdu. O kel olan adamın yanına gitmesini istemiyordum. Ranvir tehlikeli olduğunu söyledi ama bu onun umurunda değildi. Vazgeçmeyecekti.
“Virat’tan bir haber var mı peki? Nerede olduğunu biliyor musun? Belki şoförle buluşmuştur?” diye sordum.
Onun ismini duymasıyla direksiyondaki ellerinin sıkılaştığını gördüm “Hastaneden çıktıktan sonra kayboldu. Elbet çıkacak yine karşıma ya da ben onu bulacağım. Polis yüzünden şu an bir şey yapamıyorum” diye konuşurken hızını arttırdı. “Şoförle buluşacağını da sanmam. Bu kadar ince işlediği bir planda böyle bir aptallık yapmaz”
Umutsuzca bir iç geçirdim. Bu sırada telefonu çaldı. Göz ucuyla arayanın ismine baktığında önemli biri olmalı ki arabayı sağ şeride aldı. Telefonunun yanındaki bluetooth kulaklığın birini alıp sağ kulağına takarken aramayı ona bağladı. Hintçe konuşuyordu bu yüzden ne konuştuğunu anlamadım.
Sesinde bir duraksama sezerken birine kötü bir şey olma ihtimali düştü aklıma. Bakışlarım yüzüne döndü. Gergin ve düşünceli gözüküyordu. Arama çok uzun sürmezken konuşmaları biter bitmez vites değiştirdi ve tekrar sol şeride geçip hızını arttırdı.
“Bir sorun mu var?” diye sordum dayanamayarak.
“Hayır” derin bir nefes alıp verdi. “Acil bir durum çıktı. Eve biraz daha geç gideceğiz üzgünüm”
İşle alakalı bir durum olabileceği için başka bir şey sormadım. “Sorun değil”
Yarım saat kadar sonra bir binanın önünde durduk. Açık gri renginde olan bina beş katlı gözüküyordu. Bahçesinde hepsi boş olan çardaklar ve banklar vardı. Kapıya yakın yerde iki tane beyaz önlüklü kadın arasında yürümeye çalışan yaşlı bir amcayı fark ettim.
Burası bakımevi olabilir miydi? Ona doğru döndüğümde ne ara sıvadığını fark etmediğim gömleğinin kollarını indirmiş düğmelerini iliklediğini gördüm. “Nisha’nın annesini mi görmeye gidiyorsun?”
“Evet” derin bir iç çekerken omuzları düştü. Ardından alnını direksiyona yasladı. “Az önce konuştuğum doktoruydu. Annesi benimle konuşmak istediğini söylemiş.”
Bu hali içimi burktu. Gitmek istemiyor gibiydi. Buraya en son geldiğinde Nisha’nın ölüm haberini vermiş olmalıydı…
“Seninle gelmemi ister misin?” diye sordum bir cesaretle. Belki yanında birinin olması onu biraz daha rahat hissettirirdi bilmiyordum. Ancak bir şey yapmak istedim.
Yerinde doğrulup yüzünü bana döndüğünde gözlerime baktı direkt. Koyu kahvelerine hüzün oturmuştu şimdi. Neden onunla gelmek istediğimi anladı. Tebessüm ettim burukça.
“Olur” dedi usulca.
Bakışlarını kaçırıp önüne çevirdi sonra. Bir süre sessiz kalırken arabadan inmek gibi bir girişimde bulunmadı. Dalmış gibiydi.
Koluna dokundum çekinerek. İrkildi. Bakışları yüzüme döndü “Haydi, gel Barun” dedim ve onu hareket etmek için teşvik ettim.
Arabadan birlikte indik ve sessizce bahçe kapısından içeri girdik. Binanın merdivenlerini tırmanıp içeri girdiğimizde bir uğultu sardı etrafımızı. Sağ ve solda iki uzun koridor uzanıyordu. Tam karşıda bir danışma masası vardı. Sağ tarafında kalan merdivenlere yöneldiğinde peşi sıra onu takip ettim.
Adımları hiç olmadığı kadar yavaştı. Yüzüne yandan bir bakış attığımda renginin attığını fark ettim. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Bu sırada ikinci kata gelmiştik. Yukarı kat merdivenine devam etmek yerine solda kalan koridora girdi. Bir kapının önünde durduğunda geldiğimizi anladım.
Ondan geri durdum. İçeri girmeyecektim. Yalnız konuşmak isterdi kadın belki de. Arkada kalan koltukların yanına gelmiştim ki Barun’un hala kapının önünde dikildiğini fark ettim. Sol eliyle ensesini ovuyordu. Yanına gittim tekrar.
Koluna dokundum yine “Barun” sesimle birlikte gözleri yüzüme döndüğünde varlığımı yeni fark etmiş gibi baktı. “İyi misin?”
Ademelmasının hareket ettiğini gördüm. Gözlerini kaçırıp alnına dokundu “Sorun yok”
Yanımızdan birileri geçerken bakışlarının kafamın arkasında bir yere sabitlendiğini gördüğümde bende dönüp koridora baktım. Üzerinde beyaz önlük olan esmer tenli bir kadının ondaki bakışları kısa bir süre bana dönerken yanımıza adımladığını fark ettim.
Bu sanırım Satvari Hanım’ın doktoruydu.
Kadın tahmin ettiğim gibi yanımızda durup bize hafifçe tebessüm etti. Bir şeyler söylerken Barun’a elini uzattı ve el sıkıştılar.
Barun’un gözleri bana döndüğünde kadın da bana baktı. “Bhadra Hanım, Satvari Hanım’ın doktoru”
Hafifçe tebessüm ettiğim sırada Barun ona bir şeyler söyledi. İsmim geçmişti, muhtemelen beni tanıtıyordu. Kadın elini uzattığında bende elini sıktım.
Ardından Barun ile bir şeyler konuştular. Bu çok uzun sürmezken Bhadra Hanım önden odaya girdi. Barun kapıyı tutarken yüzüme baktı. Geçmem için bekliyordu. Şaşırsam da toparlandım ve odaya girdim.
Gözlerim hemen sol taraftaki duvara yaslanmış yataktaki kadını buldu. Sırtını başlığa yaslamış boş gözlerle karşısındaki duvarı izliyordu. Bhadra Hanım konuştuğunda bakışları bize döndü.
Şimdi yüzünü daha net görüyordum. Nisha’ya olan benzerliği içimi burktu. Esmer teniyle uyumlu kahverengi saçları tek örgü şeklinde omuzundan önüne sarkıyordu. Açık yeşil gözlerinin içi kızarmış göz altları şişmişti. Genç olmasına rağmen ruhu yaşlanmış gibiydi.
Barun’u görünce gözleri dolsa da bir şey söylemedi. Bakışları bir anlığına bana da dönmüştü. Bhadra Hanım bir şeyler söyleyip odadan çıkarak bizi onunla yalnız bıraktı sonra.
Barun yatağın diğer tarafına ilerleyip ayakucunda durdu öylece. Ben kapının yanında kalmayı tercih ettim. Rahatsız olabilirdi.
Satvari Hanım’ın bakışları ondayken Barun onun yüzüne bakmıyordu. Kendini suçladığı için olduğunu biliyordum. Satvari Hanım da bunun farkında gibiydi. Bir eliyle yatakta yanına vurdu. Oturmasını istedi. Barun istediğini yaparak yanına oturdu.
Satvari Hanım’ın bakışları tekrar bana döndüğünde bu sefer bakışlarındaki merakı görmüştüm. Barun da bunu hissetmiş gibi bana baktı “Geeta” dedi beni tanıtarak. Ardından Hintçe bir şeyler söyledi. Ademelmasının hareket ettiğini gördüm.
Ne söylediyse Savitra Hanım’ın gözünden bir damla yaş aktı. Üzgünce baktım gözlerine. Tebessüm etmeye çalışıp başını eğdi hafifçe. Bende aynı şekilde karşılık verdim.
Barun’un konuşmasıyla bakışları ona döndü. Barun ise gözlerini yatak örtüsünden ayırmamıştı. Sesi durgundu. Satvari Hanım’ın gözyaşları hızlandı. Uzandı ve yatağın üzerindeki yaralı elini tuttu. Bilerek onu tuttuğunu hissettim. Neler yaşandığını biliyor gibiydi. Barun daha fazla direnemeyip gözlerini onun yüzüne çevirdiğinde omuzlarının çöktüğünü gördüm.
Satvari Hanım konuştu bu defa. Konuştukça gözlerinde ona olan minneti arttı. Barun bunu göremiyor olamazdı. Boşuna suçluyordu kendini.
Ona bakarken kafasını iki yana salladığını gördüm Barun’un. Ne konuştuklarını deli gibi merak ettim.
Satvari Hanım onu dinlemeyip titremeye başlayan sesiyle konuşmaya devam etti. Barun en sonunda gözlerini kaçırırken yutkunmuştu. O da bir şey söyledi. Sesi boğuklaşmıştı. Satvari Hanım’ın gözyaşları şiddetlendi.
Ona ne söylediyse Barun’un omuzları dikleşti ve bakışları anında ona döndü tekrar. Virat demişti. Nisha’nın babasından bahsediyor olmalıydı. Barun bu yüzden öfkelenmişti anlaşılan.
Konuştuğunda sesinin sertleşmesi de bunu doğruladı. Satvari Hanım bir şeyi kabullenmek istemez gibi kafasını şiddetle sallarken sesi daha yüksek çıkmıştı. Barun’un boynu büküldü. Yapma der gibiydi. Gözlerim doldu.
Barun konuştuğunda sesi daha yumuşakken yine de Satvari Hanım’ı vazgeçirememiş gibiydi. Satvari Hanım’ın gözyaşları şiddetlendi. Canı yanıyor gibiydi. Bu görüntü benim de canımı yaktı.
Buna daha fazla kayıtsız kalmayıp yatağa yaklaştım. Benim tarafımda kalan şifonyerin üzerindeki sürahiden bir bardağa su doldurup Satvari Hanım’a uzattım. Bakışları bana dönerken bardağı aldı ve sudan içti. Teşekkür edercesine gözlerimin içine baktığında buruk bir tebessüm ettim.
Barun’un bakışlarını da üzerimde hissettiğimde ona baktım. Kahvelerine oturan hüzün o kadar yoğundu ki yine onu boğduğunu hissettim. Öyle bakıyordu yine gözleri. Bakışlarını kaçıran o olurken bende iç çekerek geri yerime döndüm.
Bu sırada Satvari Hanım tekrar konuşmuştu. Barun’a baktığımda kaşlarının merakla çatıldığını gördüm. Ona doğru eğilirken bir şeyler söyledi. Satvari Hanım olumsuz bir şekilde kafasını iki yana salladı. Tekrar konuştuğunda sesindeki korkuyu hissetmemek mümkün değildi.
Barun’un bakışları düşünceli bir şekilde dalmışken Satvari Hanım’ın gözyaşları tekrar hızlandı. Elini tuttu tekrar. Titreyen sesiyle konuştuğunda endişeli gibiydi.
Virat’ın kendisine de zarar vereceğinden mi korkuyordu acaba? Barun’u neye ikna etmeye çalışıyordu?
Barun diğer elini onun elinin üzerine koyarken kararlı bir şekilde konuştu yine. Bu ses tonunu biliyordum. Benim durumum için babaannesi ile konuşurken de bu sesle konuşmuştu. Bu iyi şeyler konuşmadıklarının bir kanıtıydı.
Satvari Hanım’ın boştaki eli göğsüne giderken nefes alışverişleri sıklaşmaya başlamıştı. Titreyen sesiyle yine konuşmaya devam etti. Barun ne söylediyse bir anlık yerinde duraksamıştı. Bu konuşma hiç iyi yerlere gitmiyordu. Endişeyle bir adım attım onlara doğru.
Satvari Hanım iyice fenalaştığında Barun yerinden ayaklandı ve hızla odanın dışına çıktı. Bende hemen tekrar yatağının yanına yaklaştım. Yanına oturduğumda o geriye yaslanmıştı güçsüzce. Uzandım ve üzerinde açık pembe hastane elbisesinin ilk iki düğmesini açıp yakasını genişlettim.
Yaşlı yeşil hareleri yüzüme döndüğünde dudakları aralandı. “Aisa mat hone do. Apana haath mat chhodo”
Sürekli bunu tekrar ederken bir şey istiyor gibiydi. Bakışlarım kapıya döndü. Endişe ve panik bedenimi esir aldı. Barun gelmeliydi. Onu anlamıyordum. Tekrar ona baktığımda hala aynı şeyi söylüyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Uzanıp örtünün üzerindeki elini tuttum.
Yaşlı yeşilleri gözlerime beklentiyle bakarken elimi sıktı. Gözlerinde tarifi imkânsız bir acı vardı. Ona doğru eğilirken diğer elimle gözyaşlarını sildim. O gördüğüm en güçlü kadınlardan biriydi. Her şeye rağmen pes etmemiş kızı için savaşmak istemişti. Uğruna savaştığı can parçasını kaybetmişti, kolay değildi. Gözyaşlarımın yanaklarımdan süzüldüğünü hissederken onun yüreğindeki yangının biraz olsun hafiflemesi için Rabbime dua ettim.
Barun odaya Bhadra Hanım ve bir hemşireyle geri döndüğünde yerimde doğruldum. Satvari Hanım elimi sıktığında ayaklanmaktan vazgeçtim. Bhadra Hanım diğer yanından onu muayene ederken hemşirenin de serumuna iğne vurduğunu gördüm. Nefes alışverişleri yavaşça düzene girerken Bhadra Hanımla birlikte onun tamamen uzanmasında yardımcı olduk.
Sonra Bhadra Hanım Barun’a dönüp bir şeyler söyledi. Barun kafasını salladı sadece. Ardından eski yerine oturup diğer elini tuttu. Şimdi yüzünde ayrı bir hüzün vardı sanki. Ona bakarken annesini görüyor olabilir miydi? O da hastaydı ve muhtemelen belli bir dönemi hastanede geçmişti. Bu ihtimal içimi hiç olmadığı kadar burkmuştu.
“Bana bir şey söyledi ama anlamadım. Bir şey istiyor gibiydi” dedim yüzüne bakarak.
Bakışları kısa bir an bana dönerken kaşları çatıldı hafifçe. Ardından Satvari Hanım’a dönüp bir şey söyledi. Bunun üzerine Satvari Hanım’ın yorgun gözleri bana döndü. Yine az önceki gibi baktı. Dudaklarını aralayıp kısık sesiyle konuştu. Ancak söylediği öncekinden farklı bir şeydi, anlamıştım.
Önceki söylediğini Barun’un duymasını istemiyordu…
Barun bana döndü “Teşekkür ediyor. Nisha ile arkadaş olduğun için” diye konuştu.
Sol gözümden bir yaş daha akarken Satvari Hanım’a döndüm ve diğer elimi de eline sardım. Haklıydım. Onun duymasını istemiyordu. Söylediğini aklımda tutmaya çalıştım. Aastha ablaya çevirtirdim yine. Ona onu anladığımı belirtircesine baktım. Gördü. Başımı eğerken buruk bir şekilde tebessüm ettim.
Elimi sıkarken sağ gözünden bir damla süzüldü. Bhadra Hanım bir şey söyledi. Satvari Hanım’ın bakışları ondan Barun’a döndü. Barun ona doğru eğilip bir şeyler söyledi yine. Sesi yumuşaktı.
Yerinden ayaklanırken bana baktığında gideceğimizi anladım. Elini usulca bırakıp bende ayaklandım. Ona veda edip birlikte odadan dışarı çıktık. Kapı kapanana kadar bakışlarını sırtımda hissettim.
Benden ne istemişti? Neden Barun’un bilmesini istemiyordu?
Barun ağır adımlarla ilerleyip karşıdaki sandalyelerden birine oturdu. Öne doğru eğilip kollarını dizlerine yasladı. Başını da eğerken sıkıntıyla ensesini ovmaya başladı. Sesli bir nefes bırakırken omuzlarım düştü. Onun yanına adımladım ve yanındaki sandalyeye oturdum bende.
Bhadra Hanım odadan çıkana kadar ikimizde konuşmadık. Onun odadan çıktığını görünce birlikte ayaklandık ve yanına ilerledik. Yüzünde üzgün bir ifade vardı. Barun konuştuğunda dikkatli gözleri onun üzerindeydi. Bhadra Hanım ciddi bir ifadeye bürünürken ona cevap verdi. Ardından ikimize birden baş selamı verip yanımızdan ayrıldı.
“Durumu iyi mi?”
Durgun bakışları kapıdayken “İlacını içmemiş. Ciğerlerini de zorlayınca nefes almakta zorlandı. İlaç verdiler. Dinlenmesi gerekiyormuş” diye konuştu. Kafamı salladım yavaşça anladım dercesine.
Öylece kapıya bakmaya devam ettiğinde sanki gitmek istemiyor gibiydi. Oysaki gelirken tam tersiydi.
Koluna dokundum. Dikkatini çektiğimde gözlerinin dalmış olduğunu anladım. “Gel, dışarı çıkalım” dedim gözlerinin içine bakarak. Bir şey söylemesini beklemeden kolundan tutup peşimden ilerlettim onu. Neyse ki bu konuda bana ayak uydurmuştu yoksa onu yerinden zor oynatırdım.
Bu halde giriş kattaki çalışanların dikkatini çekmiştik. Onu tanıyor olmalılar ki meraklı bakışları üzerimizden ayrılmadı. Dışarı çıktığımızda kolunu bıraktım ve merdivenleri indik. Hava kararmak üzereydi. Bahçe boştu. Banklara doğru ilerlediğinde onu takip ettim. Birine zorla taşıyormuş gibi bedenini bıraktığında bende yanına oturdum.
Bir süre sessizce karşıyı izledik. Derin bir nefes bırakıp geriye yaslandığını duydum. Omzumun üzerinden ona baktığımda başını da geriye yaslayarak gökyüzüne çevirmişti. Gözlerini kapatmıştı. Sağ bacağımı katlayarak yönümü ona doğru dönüp oturdum. Bankın sırtına başımı yaslarken gözlerim yüzünde gezindi.
“Ne konuştunuz?” diye sorarak sessizliğimizi bozdum.
Ademelması hareket etti yavaşça. “Hastanede Virat ile aramızda yaşananlardan haberi olmuş. Televizyonda gördü muhtemelen. Onun peşini bırakmamı istedi”
Alt dudağım sarktı üzgünce. Aralarında kan bağı olmamasına rağmen birbirlerine verdikleri değer çok güzeldi.
“Bende bilmesi gerektiğini düşündüğüm için ona gerçeği söyledim. Virat’ın birilerine çalıştığını doğruladı o da” diye devam etti konuşmaya. Şimdi o hallerinin sebeplerini daha iyi anlıyordum.
“Tanıyor mu? O kel adam mıymış?”
Bankın üzerinde olan sol elinin yumruk olduğunu gördüm. Kafasını iki yana salladı hafifçe “Tanımıyor. Birkaç adam görmüş evin önüne gelen ama onlar da onun adamları değil”
Başka kişiler de mi vardı? Ne işler çeviriyordu bu adam?
“Beni suçlayacağını ve bir daha yüzümü görmek istemeyeceğini düşünmüştüm” dedi bir süre sonra.
Aksine ona minnetle bakmıştı, görmüştüm.
Kaşlarım çatıldı üzgünce “Senin bir suçun yok, Barun”
Gözlerini açtı ve gökyüzüne baktı. Derin bir iç geçirdi. Dudaklarını yalarken bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi. Bu şekilde kendine vicdan azabı çektirmesi hiç hoşuma gitmiyordu.
“Ne yapacaksın peki? Ya düşündüğümüzden daha tehlikeli bir adamsa? Yine de vazgeçmeyeceksin değil mi?” dedim cevabını bildiğim bir soruyu sorarak.
Başını kaldırmadan bana doğru döndü. Gözlerime baktı “Öylece dolaşmasına izin mi vereyim?” diye sordu. Biliyordum.
“Haklısın” diyebildim yalnızca. Ancak Aisha’nın endişeli yüzü içimi burkuyordu. Ona bir şey olacağından korkuyordu. “Yine de seni seven insanları düşün Barun ve kendine dikkat et lütfen. Yapması gerekeni polis yapsın sen sadece yardımcı ol”
Sanki seven kişilerden kastım olarak Aisha’dan bahsettiğimi anlamış gibi baktı. Yorgun bir şekilde iç geçirdiğinde bu konuyu konuşmak istemediğini anladım.
O da benim gibi yan döndü olduğu yerde. İkimizde başımızı yasladığımız yerden birbirimize baktık. Garipsemeden edemedim bu durumu. Bir süre sessiz kaldık o şekilde.
“Abinler ile aran nasıl?” diye sordu birden. Sesi sohbet havasındaydı ama gözlerinde gerçek bir merak görmek içten içe şaşırmama sebep olmuştu.
Ne söyleyeceğimi düşündüm kısa bir süre. “En küçük abim Alperen. Onunla aramızda çok yaş farkı yok. Çocukluktan beri çok iyi anlaştığımız söylenemez. Sürekli didişiriz”
Kaşları hafifçe çatıldı “Neden?” Sesi o kadar masum çıktı ki buruk bir şekilde gülümsedim.
“Tanısan ne kadar gıcık biri olduğunu görüp bana hak verirdin” dedim gülerek. Gözleri gülümsememden tekrar gözlerime çıktı “Onunla anlaşma dilimiz bu aslında. Evde birbirimiz kan kustururuz ama başka biri canımızı sıksa ilk biz koşarız yanına. Bence ideal bir ilişki”
Yüzündeki ifade gevşerken dikkatli bakışları garip hissettiriyordu. Derin bir nefes alıp verdim. Heyecanlanmış mıydım? Ne alakaydı?
“Ortanca abim Oğuz ile çoğu zaman arkadaş gibiyizdir. Ufak tefek derdimi bile anlatırım, o da dinler ve destek olur hep. Diğerlerinden daha kibardır. Eskiden deli dolu hatta serseriydi biraz ama artık öyle değil. Daha sessiz ve içine kapanık bir adam oldu”
“Neden?” diye sordu yine usulca.
Sıkıntıyla bir iç geçirirken bakışlarımı banka çevirdim. “Sevdiği kadını kaybetti çünkü”
Dilan abla… Oğuz abimin ilk ve tek aşkı. Onlar bu dünyada kavuşamayan aşıklardı. O günleri hatırlamak gözlerimin dolmasına sebep oldu.
“Üzgünüm” dedi mahcup bir sesle. Buğulu gözlerimi yüzüne çıkardım tekrar. Üzgünce baktı kahveleri “Nasıl vefat etti?”
“Vefat etmedi… Onun ailesi de bizim gibi köklü bir aile. Dedemlerin çok eskiden kalma toprak meseleleri yüzünden aramız pek iyi değildi. Babası evlenmelerini istemedi bu yüzden”
Kaşları çatılırken “Kaçırsaymış o zaman” diye bir çıkış yapmasını asla beklemiyordum.
Gülmeden edemedim ama yine buruktu. “Sen nereden biliyorsun onu? Sizin burada da kaçıyorlar mı?”
“Türkiye de olduğu gibi meşhur değil ama yapıyorlar sanırım”
Doğru ya. Onun annesi de babasına kaçmıştı. Buradan biliyor olmalıydı meşhur olduğunu. Gülümsemem çizgi halini aldı.
“Abim istedi bunu ve babamlara söyledi zaten. Ancak annem karşı çıktı bu fikre. Kızın ailesi onların peşini bırakacak kişiler değildi ve bu işin sonu ölümdü… Abim bunu göze alıp ona kaçmayı teklif etmiş. Dilan ablam da istememiş. Ailesi yüzünden değil onların abime zarar vereceğinden korktuğu için…” diye konuştum üzgünce. “Adları çıkınca babası hemen başka bir adam ile evlendirdi Dilan ablayı. Babam abim için arayı bulup konuşmaya çalıştı ama nafile. Babası dinlemedi ve dalga geçer gibi davetiye gönderdi bir de”
Kaşları çatıldı bu noktada. “Abin ne yaptı?”
“Hiçbir şey yapamadı. Abimin… babama bir şey yapması için ağlayarak yalvardığı günü hiç unutmam” Boğazıma oturan yumru birkaç saniye konuşmama engel oldu. “Babam annemi dinlemeyip güvenli bir yer ayarladı onlara kaçmaları için ancak abim Dilan ablayı ikna edemedi bu defa”
“Neden?”
“Onlar giderse aileler birbirine girecek ve kan dökülecek diye korkuyordu. Bunun vicdan yüküyle mutlu olamayız demiş abime. Vazgeçmesini istemiş… Abim öyle kötü bir haldeydi ki ben onu ilk defa bu kadar yıkılmış görmüştüm. Genelde hayatı çok ciddiye almaz gülüp geçerdi ama bu defa öyle olmamıştı. O kadar zor bir durum ki… Birbirlerini çok seviyor olmalarına rağmen kavuşmak nasip olmadı. Babam bir delilik yapacağından korkup düğünden önce abimi benim yanıma gönderdi. İstanbul’a gittiğim ilk yıl işte. Benim oraya alışmam için yanıma gelmesi bahaneydi anlayacağın”
Dilan abla ile nasıl tanıştıklarından tut aralarında geçen son konuşmaya kadar yalnız bana anlatmış dizlerimde içli içli ağlamıştı abim. Onunla birlikte ağlarken onu dinlemek ve sarılmak dışında hiçbir şey yapamamıştım.
“Şu an nasıl peki?” diye soran sesiyle geçmişten sıyrıldım.
Gözlerim buğulanmıştı yine. Burnumun direği sızladı özlemle. “Atlatmış gibi gözüküyor ama eski Oğuz’dan eser yok. Abimde evlendi. O da apayrı bir olay” dedim iç çekerek.
Evli olmasına şaşırmış gibiydi. Kaşları havalandı hafifçe. “Neden öyle söyledin?”
“Abime kalsa ömür boyu yalnız olacaktı ama annem bu haline üzüldüğü için halamlarla birlikte ona bir eş aradılar. Abim başta kabul etmedi ama sonra ne olduysa razı geldi bu evliliğe” dudaklarımı birbirine bastırdım. “Eşi Nurefşan yengemin de sevdiği bir adam varmış o zaman. Onu evlenme vaadiyle kandırmış bu adam ve ortadan kaybolmuş. Üstelik yengem iki haftalık hamile olduğunu öğrenmiş” sesli bir soluk bıraktım. Çok konuşmuştum. Ancak o şikayetçi gibi durmuyor dikkatle beni dinliyordu. “Daha onu sevdiğini sandığı adamın ihanetini atlatamamış ve çocuğun gerçekliğine şaşıramadan ailesi onu abim ile evlendirmek istemiş”
“Yengem de istememiş bu evliliği. Bebeği de aldırmak istemiyormuş ama. Kıyamamış. Ancak varlığı belli olduktan sonra ailesi gerçeği öğrenirse tepkilerinden korkmuş. Üstelik iki abisi var ve ikisi de birbirinden beter. Evin tek kızı olunca onu sürekli eziyor ve şiddet uyguluyorlarmış. Eğer bir de evlilik dışı hamile kaldığını öğrenirlerse onu öldüreceklerinden korkmuş. En son abime ağlayarak anlatmış olanları. Ona yardım etmesini istemiş. Abim buna kayıtsız kalamamış. Böylece göstermelik bir evlilik yaptılar işte ve şu an babam, annem, iki abim ve benim dışımda Efe’nin abimin öz oğlu olmadığını kimse bilmiyor” duraksarken dudaklarımı ıslattım “Artık sende bu kişilere dahilsin”
Arkadaşlarım hatta Melike dahi bilmiyordu bu gerçeği. Ona neden söylemiştim bilmiyordum. Bir pişmanlık da duymadım. O da bana kimseye anlatmadığı Nisha ile olan anılarını anlatmıştı. Kimseye anlatmayacağıma güvenmişti. Bende ona güveniyordum bu konuda.
Oğuz abim Efe doğduktan sonra anlatmıştı bize gerçeği. Babam başta söylemediği için kızmıştı ama çok üstüne gitmemişti. Onun bu işe sessiz kalmasından bir şeyler olduğunu baştan anlamışlardı zaten. Abim Efe’yi oğlu gibi büyüteceğini söylemiş bizim de öyle hissettirmemizi istemişti. İtiraz etmedik. Onun için üzülüyorduk zaten o böyle bir yol çizmişse kendine olması gereken gibi onun yanında olduk yine.
Yengeme de ayrı üzülmüştüm öğrendiklerimden sonra. Gerçeği bildiğimizi biliyordu, uzun bir süre yüzümüze bakamamıştı bu yüzden. Annem onunla konuşmuş bu duruma bir son vermişti en sonunda.
Efe ise sadece abime değil bize de çok iyi gelmişti. Abimin kanını taşımıyordu belki ama onun soyadını taşıyordu. İleride gerçeği ona da söyler miydi bilmiyordum. Abim muhtemelen bu kararı da Nurefşan yengeme bırakırdı.
“İyi misin?” diyen sesiyle dalmış olduğum düşüncelerimden sıyrıldım.
“Dalmışım, sorun yok” dedim hafif tebessüm ederek. Ardından başımı kaldırdım ve yerimde doğruldum. “Ne kadar çok konuştum öyle, kusura bakma”
Kaşları hafifçe çatılırken pozisyonunu bozmadı “Sorun yok. Üşüdün mü neden hareketlendin?” diye sordu. İfadesi yerimden kalkıp konuşmaya ara verdiğimden hoşlanmamış gibiydi.
Kesinlikle yanlış anlıyor olmalıydım.
“Hayır, üşümedim”
Hava tamamen kararmış bahçedeki lambalar yanmıştı. Rüzgâr daha sert ve sık estiği için böyle düşünmüş olmalıydı ama üşümemiştim.
“O zaman devam et, dinliyorum” dedi güzel sesi. Evet, bu ses tonu güzeldi. Sıcaktı.
Dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım. Tekrar yönümü ona dönerken kafamı yaslamadım. Hem boynum ağrımıştı öyle. Bu şekilde daha rahattı ona bakmak. Sarı ışık kahvelerinin tonunu açmıştı. Parlıyorlardı sanki.
Nerede kaldığımı düşündüm.
Yiğit abim de…
Derin bir nefes alıp verdim “Yiğit abim… İsminin hakkını veren bir adam. Mert, gözü kara ve merhametli. Babama çok benzetirim onu bu yüzden. Zaten babam gibidir. Sadece benim için değil diğer abilerim için de öyle olduğuna eminim. Hatta çoğu zaman yediğimiz haltları ilk Yiğit abime söyler ondan yardım isteriz. O da önce kızar eder sonra yardım eder. Aşırı korumacıdır. Az insan sever ama öz sever. Bu yüzden bu korumacı tavırları da”
“Bazen öyle huysuz bir adam oluyor ki görsen bu adam nasıl otuz küsür yaşında dersin. Adeta çocuk sanki” buruk bir şekilde gülerken gözlerim doldu. Çok özlemiştim. Öyle böyle değildi. Boğazıma oturan yumru devam etmemi engelledi.
Bunu fark etmiş gibi o dudaklarını araladı “Evli mi o da?” diye sordu.
Kafamı salladım evet anlamında. Hicran yengemi düşünmek göğsümdeki yarayı sızlattı tekrar. Sol gözümden akan yaş kaçınılmaz oldu. Bakışlarımı kaçırırken yanağımı kuruladım aceleyle.
“Hicran yengemle çocukluktan beri seviyorlar birbirlerini… Fındık bahçesinde tanışmışlar ama daha öncesinde hep birbirlerini görüyorlarmış tabii” sesim boğuklaşırken boğazımı temizledim hafifçe. “Annem Ordulu benim. Orada çoğu kişinin Fındık bahçesi olur ve hasat zamanı toplanır. Dayım abimleri amele olarak her yaz alırdı yanına. Abimler hayıflana hayıflana giderlerdi ama her döndüklerinde başka eğlenceli anılar anlatırlardı bize. Zaten dayımla çalışıp da eğlenmemek mümkün değildir”
“Yengen de mi Ordulu?” diye sordu.
“Evet. Hatta anneannemler ile bir akrabalıkları söz konusu. Yengemin annesi Gül teyze köyde düğün yemekleri ya da yaşlı insanların yemeklerini yaparak para kazanıyor. Bu yüzden onları tanımayan da yok köyde zaten. Abim onunla tanıştıktan sonra aşkla gidiyordu her yaz köye” dedim hafif tebessüm ederek. Aşk neler yaptırıyordu insana. Abimi adam ettiği belliydi.
“Sonra mesafeler aşıldı, evlendiler. Bir yıl kadar sonra da hamile kalmıştı yengem ama birkaç ay sonra düştü bebek. Yengemin hasta olduğunu öğrendik. Şimdi tedavi oluyor. İkisinin de tek istediği çocuklarını sağlıkla kucaklarına almak… Onların imtihanı da buydu…”
Gözyaşlarımı durduramadım. Her şeyi mahvetmiştim. Ya ona bir şey olursa? Ben nasıl bu yükle yaşayacaktım? Nasıl bakacaktım yengemin yüzüne tekrar?
Yüzümü ellerime gömerken gözyaşlarımı ondan saklamaya çalıştım. Rahatsız olduğunu biliyordum bu halimden.
Valla bende sürekli ağlamaktan zevk almıyordum ama gelsin kendisi söz geçirsin göz pınarlarıma.
Bu gidişle bir göz pınarın kalırsa tabii.
Omuzlarım daha çok çöktü. Önümde Nisha’nın yüzü belirdi o an. Abimin kız çocuğu hayaline tutunmuştum onun yüzüne bakarken. Şimdi o yoktu… Abim de gider miydi?
“Nisha… Abimin hayalindeki kız çocuğuna benziyordu” dedim boğuk çıkan sesimle. Yanaklarımı usulca kurulamaya çalışırken gözlerimi banktan ayırmadım. “Senin gibi onun karşıma çıkmasını bir umuda bağlamıştım… Bu yüzden onu kaybetmek… beni de en az senin kadar üzdü. O gün bu yüzden öfkeme yenildim”
Üzerimdeki gözlerine daha fazla kayıtsız kalamayıp bakışlarımı ona çevirdim. O günkü kırgın bakan gözleri düştü zihnime. Şu an öyle değil sıcak bakıyordu “Seni kırmayı asla istemezdim. Hem de o şekilde. İlk defa o denli kaybettim ben kendimi gerçekten”
Annemle konuşurken bu gerçeğe şahit olmuştu aslında ama ben kendim de dile getirmek istemiştim. Anlamıştı. Yaşlı gözlerimden kahvelerini ayırmazken yerinde doğruldu usulca. İç geçirdi. Rüzgâr daha kuvvetli estiğinde kokusuydu bana doğru esen. İçime derin bir nefes çekmeden edemedim.
“Bende öyle Ezgi” diye konuştu, gerçek ismimi söyleyişi midemde birtakım kıpırtılara sebep oldu. “Ben daha önce çok defa kaybettim kendimi ama hiçbiri bu kadar pişman hissettirmedi bana. Özür dilerim”
Midemdeki kıpırtılar arttı. Kafamı iki yana sallarken burnumu çektim. Özür dilemesini istemiyordum.
Yorgunca bir nefes bırakırken bakışlarını ardımızda kalan binaya çevirdi “Denedim. Yalvardım hatta Satvari Hanım’a o törenin gerçekleşmemesi için… Ancak izin vermedi. Annesiydi. Bana daha fazla söz hakkı düşmüyordu. Üstelik hasta kalbini daha fazla zorlayamadım. Olmadı” dedi, sesi durgunlaşmıştı. Hüzün çökmüştü omuzlarına.
“Biliyorum” dedim gözyaşlarım hızlanırken. Sesim titredi. “Şüphem yok”
Nasıl şüphem olabilirdi ki? Nisha için her şeyi yapabilirdi. Bu konu için de ne kadar çabaladığını ve üzüldüğünü biliyordum.
Kahveleri bana döndüğünde yanaklarımı kurulamakla meşguldüm yine. Toparlanmalıydım. Bu musluklarda ikidir onun yanında açılıyordu zaten. Hiçbir türlü anlaşamıyorduk kendileriyle.
“Sanırım sohbet için çok yanlış bir konu seçimi yaptım. Onları tanımak istemiştim sadece” dedi üzgün bir şekilde. Bu merakını görmüştüm. Şaşırsam da içime dokunan sıcaklığı hissettim.
Başımı iki yana sallarken gülümsemeye çalıştım ama zordu “Senlik değil ben tutamadım kendimi, üzgünüm”
O da bunu kabullenmedi. Kaşları çatılmıştı hafifçe. Rüzgâr bu defa ters estiğinde saçlarım aramıza girip yüzüme doluştu. Onları hizaya sokmaya çalışırken rüzgâr buna hiç yardımcı olmadı. Bu çabama başka bir el daha katıldığında saçlarımdaki parmaklarım duraksadı.
Ona baktığımda ciddi yüz ifadesiyle saçımın bir kısmını omzumdan geriye atıyordu. Şaşkınlıkla yüzüne bakmaya devam ettim. Bakışlarımı fark ettiğinde gözleri yüzüme döndü. Kirpiklerini kırpıştırdığında en az o da benim kadar şaşkın gibiydi şimdi. Rahatsız olduğumu düşünmüş gibi elini çekti hemen.
Böyle düşünmemesi için “Teşekkür ederim” dedim.
Duruşunu dikleştirirken dudaklarını birbirine bastırıp kafasını eğdi hafifçe. Gözlerini kaçırırken derin bir nefes alıp verdi. “Gel, gidelim artık” dedi daha sonra. Birlikte banktan ayaklandık.
Yanında ilerlerken arkamızda kalan binaya bakmadan edemedim. Çoğu odanın ışıkları yanıyordu. Satvari Hanım’ın hangi odada olduğunu bilmiyordum ama her birinde o varmış gibi baktım. Tek temennim ise onun acısının biraz daha hafiflediği yeni bir güne uyanmasıydı.
Önüme döndüğümde geride kaldığımı fark ederek biraz ilerimde onun da durmuş olduğunu gördüm. Bakışları binadan benim yüzüme döndü.
Hepimiz için umutlu günlerdi tek temennim…
Yanına ilerledim ve bahçeden çıktık. Arabaya bindiğimizde emniyet kemerimi bağladım. O da aynı şeyi yaparken önümüzdeki koruma aracı yola çıktı. Barun da arabayı çalıştırıp onu takip etti.
Klimayı açmış olmalıydı ki araba sıcaktı. Üzerime bir ağırlık çöktü anında. Ruhumdaki ağırlıkla eş değerdi. Abimi düşünmeden edemedim yine. Annemler aramamıştı bir daha. Beklemekten başka bir şey yapamıyordum. Sesli bir nefes bırakırken sırtımı iyice koltuğa yaslayıp başımı sağa doğru çevirdim ve yolu izledim.
Arabadaki sessizliği radyodan gelen şarkı bozdu. O açmış olmalıydı dönüp bakmadım. Bir adam şarkıya giriş yaptı. Hintçe’ydi. Aynı adamdı. Onun sürekli dinlediği. Huzur veren bir tını vardı. Adamın sesinden mi yoksa şarkının melodisinden mi bilmiyordum.
Evin giriş merdivenlerini çıkarken “Sen biraz dinlen. Acıktığın zaman gel, gidelim restorana” diye konuştu.
“Sen ne zaman gidersen o zaman gidelim, yemek yemeye değil daha çok Arda için gelmek istiyorum”
Bana baktığını hissetsem de bir şey söylemedi. Eve girdik. Oturma gruplarından çocukların ve Saras abinin sesinin geldiğini duydum. Bakışlarım oraya döndüğünde onların yanında Barat amca ve Çetan amcanın da oturduğunu gördüm.
Onların bakışları da bize döndüğünde Çetan amca ile göz göze geldik. Abimin durumunda bir değişiklik olsa söyleyeceğimi bildiği için durumunun hala aynı olduğunu anlamış gibi baktı gözlerime. Başımı eğerken buruk bir şekilde tebessüm ettim. Ondan da aynı şekilde karşılık aldım.
“Geeta!” Mina kocaman gülümseyip bana el salladı. Manu sadece bakmakla yetindi ama bakışlarında herhangi bir düşmanlık yoktu artık. Gülümsemem genişledi. Üzerlerinde okul formaları vardı hala.
Mina aynı şekilde Barun’a da selam vermişti. Kız çocuklarının ayrı ilgisini çekiyor olabilir miydi bu adam?
Saras abi ve Barat amcaya da başımı eğerek selam verirken Barun durmayıp ilerlemeye devam etmişti. Kalindi Hanım ve diğer hanımlar gözükmüyordu. Aisha evde miydi acaba?
Merdivenleri çıkmaya başladığımda Barun’un ikinci katın düzlüğünde durmuş olduğunu gördüm.
“Geeta nerede abi?” diyen Aisha’nın sesiydi. Onu göremedim oradan. O da beni görmemiş olmalıydı bu yüzden.
Adımlarımı hızlandırıp Barun’un yanına geldim. “Buradayım”
Bakışları bana döndüğünde yalnız olmadığını fark ettim. Nalini, King, Aastha abla ve Akash da oradaydı. Sehpanın üzerindeki fincanlara bakılırsa çay içiyor olmalıydılar. Hepsinin gözleri üzerimizdeyken ben tekrar Aisha’ya baktım. Oturma grubunun köşesinde kalmıştı ve diğerlerine nazaran ayaktaydı. Onun da gözleri yüzümde dolandığında kaşları çatıldı hafifçe.
Bize doğru adımlarken “İyi misin Geeta, bir şey mi oldu? Abin…” diye sordu temkinli bir şekilde.
Dışarıdan nasıl gözüküyordum bilmiyordum ama iyi olmadığım belliydi. Kaymakamlıkta olanları hatırladığımda dudaklarımdaki tebessümü tutmakta zorlandım. “Abimin durumu hala aynı” dedim, olanları anlatmak istemedim. Mümkünse unutmak istiyordum.
Dudakları üzgünce bükülürken önümdeydi artık. Koluma dokunup okşadı hafifçe. Tebessüm etmeye çalıştım. Diğerlerinin de bakışlarından da aynı hüznün geçtiğini gördüm.
Aastha abla oturduğu yerden ayaklandı. Barun ile bana bakarken “Bize katılmak ister misiniz? Çay getireyim size de?” diye sordu sakince. Bu hüzünlü havayı dağıtmak ister gibiydi.
Bu aklıma Satvari Hanım’ın istediği şeyi getirdi. Aisha’ya da sorabilirdim ama ne istediğini kestiremiyordum. Aisha bunun peşini bırakmaz bir sürü soru sorabilirdi. Ancak Aastha ablanın üstelemeyeceğini düşünüyordum. Bu yüzden onunla yalnız kaldığım bir an yaratmalıydım. O an ise şu an değildi maalesef.
“Ben odaya çıkacağım, sağ ol yenge” dedi Barun ve başını hafifçe eğip yanımızdan ayrıldı. Önüme döndüğümde Aisha’nın arkasından bakan nemlenmiş gözleriyle karşılaştım.
Bakışların bana döndüğünü hissettiğimde “Aslında bende odaya çıksam iyi olur. Yorgun hissediyorum biraz. Teşekkür ederim yine de. Size afiyet olsun” dedim izin isteyerek.
Beni başlarıyla onayladılar. Aisha bana biraz daha yaklaşırken “Gelmemi ister misin seninle?” diye sordu. Gerçekten o kadar kötü mü görünüyordum?
“İyiyim, teşekkür ederim. Sen keyfine bak lütfen”
“Peki. İyice dinlen. Acıktığında aşağı inersin” dedi buruk bir şekilde tebessüm ederek. Sanırım restorana gideceğimizden haberi yoktu. Başımı sallamakla yetindim sadece.
Dalgındı bakışları. Aklının Barun da kaldığını biliyordum. Onun da yanında olmak istiyordu.
Onların yanından ayrılıp odaya çıktım. Yorgundum ama uyumak istemiyordum. Kâbus görmekten korkuyordum. Yatakta oturup boş boş etrafı izledim bir süre. Sonra ayakkabılarımı çıkarıp yatağa girdim. Üzerimdekileri çıkarmaya üşenmiştim. Işıkları kapatmadım. Sol tarafıma dönüp cenin pozisyonu aldım.
Komidinin üzerindeki Aisha ve annesinin fotoğraf çerçevesi tam karşımaydı. Annesinin gülen gözlerine baktım.
Acaba ailesinin bu halini görüp çok üzülüyor muydu?
İçim bir de bu düşünceyle sıkılırken göz pınarlarım sızladı. Derin bir nefes alıp verdim. Yanağımı iyice yastığa sürterken gözlerimi kapattım ve uyumaya çalıştım.
*********
Düşüyormuş hissiyle yerimde titrediğimde gözlerim aralandı. Bununla birlikte sayısız iğne battı gözlerime sanki. Bordo renginde uzun perdeler görüş alanıma girdiğinde kaşlarım çatıldı.
Neredeydim ben?
Hızla yatıyor olduğum yatakta doğrulduğumda bir çift yeşil göz ile göz göze geldim.
“Geeta iyi misin?” Aisha makyaj masasının önündeki koltukta oturuyordu. Aynadan göz temasımızı kesip bana doğru döndü.
Bir an nerede olduğumu unutmuştum. Elimi alnıma vurdum nefeslenirken. Ter içinde kaldığımı fark ettim bu sırada. Kafayı yiyordum galiba? Kabuslar peşimi bırakmıyordu. Yiğit abim vardı bu defa. Hicran yengem ağlayarak ona sarılıyordu. Bende ağlıyordum. Bir yere gidiyor gibiydi. Devamını hatırlamıyordum. Yerimde titredim birden
“İyiyim, sorun yok” gülümsemeye çalıştım. Yine kâbus gördüğümü anlamış gibi daha fazla üstelemedi. “Saat kaç?”
Ne çabuk uykuya dalmıştım? Az önce gözümü kapatmıştım sanki.
“Dokuza geliyor tatlım”
Gözlerim büyüdü “Ne?”
Biz eve geldiğimizde saat yediye geliyordu. O kadar saat uyumuş olamazdım!
Tekrar önüne dönerken yüzüne bir krem sürmeye başlamıştı. “Ne oldu?”
Barun neden çağırmamıştı beni? Belki de uyuduğumu öğrenince mecbur kendisi gitmişti. Umarım Arda bana küsmezdi bunun için.
“O kadar uyuduğuma şaşırdım sadece” dedim yatakta toparlanırken.
Gülümsedi bu halime “Acıkmış olmalısın. Abim uyanınca yanıma gelsin demişti” dediğinde kaşlarım çatıldı.
Gitmemiş miydi? Bu daha kötüydü. Arda ikimize birden küsecekti.
“Kerem abinin restoranına gittiğinizi bilmiyordum. Beğendin sanırım Sevilay teyzenin yemeklerini?” diye sordu buruk bir ses tonuyla.
Yataktan kalkarken “Sevmemek mümkün değil” dedim samimiyetle. “Sana Barun mu söyledi oraya gittiğimizi? Konuştunuz mu?”
“Pek sayılmaz” yüzü düşer gibi oldu ama tebessüm etmeye çalıştı “Sen uyurken geldi. Oraya gidecekmişsiniz sanırım. Uyuduğunu öğrenince uyandırmamı istemedi. Sonra da gitti. Ben Dilek’ten öğrendim oraya gittiğinizi daha önce”
Sessiz bir iç çektim. İnat etmese ölürdü sanki. Onun da onunla konuşmaya ihtiyacı vardı biliyordum. Sinirlendim yine bu konuda ona karşı.
“Anladım” onun yanına doğru ilerlerken bozulmuş saçımı çözdüm ve tekrar bağlamaya başladım “Dilek ile yakınsınız sanırım?”
“Hım hım. İyi anlaşırız. Her ne kadar uzak kalmak zorunda kalsak da yakın arkadaşlarımdan biri” diye konuştu. Keyifli hali yerine gelmiş gibiydi. “Senin gibi cana yakındır. Hoş sohbettir de. Bilmiyorum o kadar konuşma şansınız oldu mu ama?”
“Yani henüz pek sayılmaz ama iyi biri” dedim. Onu tam tanımadan hakkında başka bir yorum yapmak istemiyordum.
“Evet, öyledir” gülümsediğini gördüm. Şimdi saçlarına bir şey sürmeye başlamıştı. Anlaşılan bakım yapıyordu.
Adımlarımı banyoya yönlendirirken “Ben bir yüzüme su vurayım” dedim. Tuvalet ihtiyacımı fark edip onu da giderirken elimi yüzümü yıkayıp çıktım banyodan.
Üzerimi değiştirmeden gidip Barun ile konuşmayı düşündüm. Bu saatten sonra gitmezdik herhalde restorana? Yani daha önce gitmiştik ama bugün Arda için gidecektik. Çocuk bizi beklemekten ağaç olup muhtemelen eve gitmişti çoktan. Ne kadar üzülmüş olabileceğini düşününce canım sıkıldı.
Aisha’ya onunla konuşmaya gittiğimi söyleyip odadan çıktım. Aşağıdan yabancı konuşma sesleri geliyordu. Konuşmalarını anlamasam da seslerini seçebiliyordum artık. Kalindi Hanım konuşuyordu şu an.
Acaba Barun da aşağıda mıydı?
Balkona doğru yanaşıp göz ucuyla bakmaya çalıştığımda tahmin ettiğim gibi Kalindi Hanım vardı. Yüzü bana dönük tekli koltukta oturuyordu. Elinde bir çay fincanı vardı. Sağındaki koltukta Çetan amca ve Barat Bey varken kapıya yakın olan koltukta da İndu Hanımı gördüm. Elbette aralarında Barun yoktu.
Adımlarımı hızlandırıp çalışma odasının önüne geldim ve kapıyı çaldım. Hintçe konuşan sesini duyduğumda içeride olduğunu anlayıp odaya girdim.
Gözlerim masasının arkasında sırtı dönük ayakta olan ona döndüğünde yerimde mıh gibi kalmama sebep olacak bir manzarayla karşılaştım.
Gömleğini çıkarıyordu!
Çıplak omuzları görüş alnıma girerken gözlerim şokla büyüdü ve küçük çaplı bir çığlık kaçtı dudaklarımdan.
Sesimi duymasıyla irkilirken elleri duraksadı ve başı omzunun üzerinden bana döndü. “Ben… pardon…” Baştan aşağı kızardığımı bildiğim için arkama döndüm hemen. Panikle kapının kolunu aradım.
Nerede bu kol?
“Geeta”
“Özür dilerim gerçekten” dedim aynı panikle.
“Bir durur musun?”
Tekrar ona dönmek gibi bir hata taptım ve bu defa yönünü bana dönmüş gömleğinin önünü iliklemeye çalıştığını gördüm. Açıkta kalan esmer teni gözler önündeydi. Yutkundum.
“Duramam!” diye yükselip tekrar kapıya döndüm. Az daha kapıya kafa atmam dışında bir sorun yoktu.
Neyse ki bu işkence fazla sürmeyip kapıyı açtım ve kendimi dışarı attım.
Allah’ım bir bu rezilliğim eksikti gerçekten!
Balkon korkuluklarının yanına ilerlerken ellerimi yanan yüzüme kapattım.
Hintçe müsait değilim mi demişti acaba?
E be adam belki ben geldim, insan bir altyazı geçerdi!
Kapı sesiyle ensemdeki tüyler dikelirken yerimde durup o tarafa döndüm. Utançla dudaklarımı dişlerken gözlerim ayaklarından yukarı çıkamıyordu. Karşımda durduğunda bakışlarım zar zor direkt yüzüne çıktı.
Ellerim önümde havaya kalkarken “Ben hiçbir şey görmedim valla” diye konuştum sesimi bulduğumda.
Valla deme bari çarpılacaksın.
“Tamam ucundan gözükmüş olabilir ama azdı yani” diye panikle devam ettiğimde ne saçmaladığımı bende bilmiyordum. Kafasını eğdiğinde yüz ifadesini göremedim.
Çenesini sıvazlarken tekrar bakışlarımız buluştuğunda dudakları kıvrılacak gibi duruyordu. “Sen sakin olur musun önce”
Olamam! olamam!
Koyu kahveleri yüzümde geziniyordu. Bu daha çok utanmama sebep oldu. Gözlerimi kaçırdım “Ama yani sen de odanda giyinsene ben nereden bileyim öyle şey olacağını” diye açıklama yapmaya devam ettiğimde sonlara doğru sesim kısılmıştı.
Bu sırada yanımıza çalışanlardan biri geldi. Elinde temizlik malzemeleri varken Barun’a bakıp bir şeyler söyledi. O da kafasıyla onu onayladı. Tekrar bana baktığında göz göze geldik.
“Üzerimi değiştiriyor olsaydım odama geçerdim zaten ya da kapı kilitli olurdu” Eliyle üzerindeki beyaz gömleği tuttuğunda utana sıkıla baktım üzerine. Karın bölgesindeki büyük lekeyi görmemle kaşlarım çatıldı “Kahve döktüm üzerime bu yüzden çıkarıyordum. Seni de ortalığı temizlemesi için çağırdığım çalışan sandım”
Gömleği beyaz olduğu için gözüken tenine göz ucuyla bakıp gözlerine baktığımda yanaklarım alev alevdi “İyi misin peki? Çok yandın mı?”
Hafifçe tebessüm etti. Bu tavrı biraz rahatlamamı sağlamıştı. “Biraz ama mühim bir şey yok”
“Varsa bir yanık merhemi sürmen de iyi olur aslında”
“Dedim ya ciddi bir şey yok, dert etme” dedi.
Kafamı eğdim hafifçe “Sen öyle diyorsan”
“Ben üzerimi değiştireyim sonra çıkarız”
Bu sefer kaşları çatılan bendim “Nereye?” diye sordum saf saf.
“Restorana”
“Restoran demişken” gözlerine baktım dik dik “Benim uyuduğumu öğrenince neden uyandırmadın? Saat geç olmuş. Arda çok üzülmüş olmalı. Bari sen gitseydin” dedim, sesimde bariz bir azar tonu vardı.
Gözlerini yüzümden çektiğinde “Uyandırmadım çünkü yeterince yoruldun bugün. Dilek’i arayıp haber verdim. Geç geleceğiz dedim. O da zaten bu akşam yoğun olduklarını bu yüzden restorana yardıma kaldıklarını söyledi. Arda hala bizi bekliyor yani” diye konuştu.
Kabuslar görüp uyuyamadığımı biliyor gibiydi. Hazır uykuya dalmışken de beni uyandırmamış gitmek için de beni beklemişti. İçime o sıcak hissin yayıldığını hissettim yine.
Gözlerini tekrar gözlerime çevirdiğinde tebessüm ettim “Teşekkür ederim”
Hafifçe başını eğdi. Bakışları bir an üzerimdeki gömleğe kaydığında “Sen de üzerini değiştir istersen. Hava soğuk bu akşam”
Benim de bakışlarım üzerimdeki gömleğe döndü hemen. Hem ince hem de yarım koldu. Hava soğuksa kesinlikle donmam garantiydi.
“Teşekkür ederim”
“Çok fazla teşekkür ediyorsun. Sana teşekkür etmeyi yasaklıyorum artık” dedi, huysuz bir sesle.
Kaşlarım yalandan çatıldı “O zaman minnetimi nasıl göstereceğim?”
“Öyle bakman yeterli ben görüyorum” dediğinde sesi yumuşaktı şimdi. Bunu beklemiyordum. Ne söyleyeceğimi bilemeyerek kısa bir süre daha gözlerine bakmaya devam edip bakışlarımı yere çevirdim.
“Sen git artık o zaman. Üzerini değiştir” dedim kaçar gibi. Bir şey söylemediğinde kafasını salladığını düşündüm.
Onun adımları odasına doğru yöneldiğinde bende geri Aisha’nın odasına döndüm. İçeri girdim hızla.
“Bir şey mi oldu?” Aisha beni tekrar odasında görünce şaşırdı. Yüzündeki maskeyi yıkamıştı. Havluyla yüzünü kurulurken gözleri yüzümde gezindiğinde kaşları çatıldı “Ne oldu? Kıpkırmızı olmuşsun?”
Ellerim yanaklarıma kapanırken gözlerimi kaçırdım. Neden tekrar hatırlatıyorsun Aisha ya?
“Sıcak bastı birden… öyle ondan. Dışarısı soğukmuş ama üzerimi değiştirmeye geldim”
Garip bakışları biraz daha sürdü ardından başıyla onayladı beni. Dolabının önüne geçtiğim de o da yanımda durdu. “Şu gömleklerim daha kalın. Üzerine ceket alabilirsin yine. Şu rafta da kazaklarım var canım. İstediğini giyebilirsin” dedi bir eliyle söylediği yerleri gösterirken.
“Tamam, çok teşekkür ederim”
“Ben aşağı ineceğim, istediğin başka bir şey var mı?” diye sordu sonra.
Kafamı iki yana sallarken gülümsedim. O da içten bir şekilde gülümsedikten sonra odadan ayrıldı. Tekrar önüme dönüp dolabına baktım. Kazaklarından en üsttekini aldım hemen. Bordo renginde düz yün bir kazaktı. Onu yatağın üzerine bırakırken üzerimdeki gömleği çıkardım. Kazağı üzerime geçirdiğimde yumuşaklığı tenimi ısıttı hemen.
Bileğime bağladığım fularımı çözerken dolabın kapağındaki aynanın önüne geldim. Kaküllerimin bitimine doğru ayarlayıp başıma bağladım. Aynadaki görüntüme bakarken gözlerimin dolduğunu gördüm. Derin bir nefes alıp verdim.
Hiç sırası değildi Ezgi.
Odadan çıkıp kapıyı kapattığımda onun merdivenlerin başına gelmiş olduğunu gördüm. Başını kaldırdığında göz göze geldik. O da üzerine temiz, başka bir beyaz gömlek giymişti. Beni beklediğini fark ettiğimde adımlarımı hızlandırarak yanına ilerledim.
Yan yana merdivenleri inmeye başladığımızda “Onu bu kadar beklettiğimiz için bize küsmüş müdür?” diye sordum.
“Arda mı?” dedi şaşırmış bir sesle. “Küsme huyu olan bir çocuk değil. Yine en fazla pamuk şeker ister işte”
Pamuk şekeri yerken ki mutluluğu gözümün önüne geldiğinde sırıtmadan edemedim. “Anladım” dedim, buna sevinmiştim işte. Gönlünü almak zor olmayacaktı.
Aşağı indiğimizde salonda oturanların bakışları bize döndü. Saras abi ve diğer hanımlar da katılmıştı onlara. Aastha abla çay servisi yapıyordu.
Aisha mutfaktan çıkarak önümüze geldiğinde Barun’a kısa bir bakış atıp bana baktı. “Selam söyleyin Sevilay teyzelere benden. Arda’yı da benim yerime öpersin”
Anlaşılan ne kadar yakınlaştığımızı da anlatmıştı Dilek ona.
“Bunun yerine sende katılsana bize?” diye sordum.
Yani Barun’un davet etmesi daha uygundu ama tutamamıştım kendimi. Sonuçta yabancı birini çağırmıyordum. Kardeşiydi.
Barun’a kaçamak bir bakış daha atarken çekingendi “Benim Akash abime sözüm var bu akşam”
Neden ona böyle baktığını da anlamış oldum. Üzgünce baktım gözlerinin içine. Barun’un bunu öğrenmesini istemezdim.
Buruk bir şekilde gülümsedi. “Başka zaman artık. Siz keyfinize bakın”
Barun sırtını dönüp gitti. Onun arkasından kısa bir bakış atarken Aisha’ya döndüm tekrar “Özür dilerim” dedim mahcupça. Kendimi çok kötü hissediyordum.
“Hayır hayır. Senlik bir şey yok üzülme canım” dedi koluma dokunurken. Gülümsedi sonra bunu kanıtlamak ister gibi. Elini tuttum bende.
Onunla vedalaşıp dışarı çıktığımda Barun’un arabayı çalıştırmış beni beklediğini gördüm. Merdivenleri inip arabaya bindiğimde hemen hareket etti. Emniyet kemerimi bağladım bende.
“Ranvir yok mu?”
“Hayır, başka işi var” dedi, tek düze bir sesle.
“Kızdın mı Aisha’yı çağırdığım için?”
Gayet sakin duruyordu oysa. Sanki birkaç saat önce bakımevindeki o adam değilmiş gibiydi. Zırhını kuşanmıştı yine. Bu kadar çabuk toparlanmayı nasıl beceriyordu bilmiyordum. Bence ders vermeliydi bu konuda. İlk öğrencisi ben olurdum.
“Biliyordum zaten. Senden önce teklif etmiştim” dediğinde kaşlarım havalandı istemsizce. Beni çağırmaya geldiğinde konuşmuşlardı belli ki.
Ona bu teklifi yapması bile onun adına büyük bir adımdı. Eminim Aisha da bunu reddetmek istemezdi ama Akash’a söz vermişti. İkisi adına daha çok üzülmüştüm şimdi.
Ne söyleyeceğimi bilemediğim için sustum. Yüzüne baktım yandan. İfadesizlik maskesi yüzündeydi yine. Geçen akşam Akash onları yanlış anlayıp konuştuğunda Barun’un Aisha’ya baktığı kısa bir an gözlerindeki kırgınlığı görmüştüm. Yine öyle bakmış mıydı merak ediyordum.
“Akash dünkü olay için konuştu mu seninle? Pişman olmuştu öyle çıkıştığı için” dedim.
Sesli bir nefes bıraktı “Konuşmak istedi ama gerek duymadım”
Ona neden böyle davrandığını soracağım sırada telefonu çalıp buna engel oldu. Sağ şeride geçerken çağrıyı yanıtlayıp telefonu kulağına götürdü.
“Bitti mi sorgu?” diye İngilizce konuştu. Ranvir ile mi konuşuyordu?
Ne sorgusu?
“Tamam, bekliyorum. Hazır oradayken şoförün robot çiziminin kopyasını al. Yarın kaymakamlığa getirirsin”
Ranvir için başka işi var demişti. Karakolda mıydı? Eğer öyleyse dosya hakkında ben uyurken gelişmeler olmuş olmalıydı.
Aramayı sonlandırdığında koltukta ona doğru döndüm hemen “Kamyon bulunmuş mu? Bir gelişme mi var?” diye sordum.
Hızını arttırırken tekrar sol şeride ilerlemişti. “Korumalardan biri plakayı hatırlamış. Karakola gidip tekrar ifade verdi. Ranvir de gitmişti onunla. Halletmişler. Şimdi polislerin işleri daha kolay. En azından aracı bulmak için”
Anladım dercesine kafamı salladım ağır ağır. Tahmin ettiğim gibi Ranvir ile konuşmuştu ve karakoldaydı. Ondan robot çizimi de benim için istemişti. Umarım araç ve şoförde kısa sürede bulunurdu artık.
Telefonu tekrar çaldığında ekrana kısa bir bakış atıp bana uzattı. Babam arıyordu. Yolculuğun geri kalanı da onlarla konuşmakla geçmişti. Bugün Fatma halam vardı babamın yanında. Ağlarken güldürmüştü yine yüzümü. Öyle çok özlemiştim ki hepsini.
Abimin durumu hala aynıydı. İki test sonucu açıklanmış. Temizlermiş. Diğer sonuçları bekliyorlarmış hala. Yengemi sorduğumda bugün yine fenalaştığını söylediler. Zor sakinleşmiş. Onun durumunu annemden dinlerken gözyaşlarıma hâkim olamamıştım yine.
Restorana gelmiştik. Yanaklarımı kurulayıp kendime gelmeye çalışırken Barun sessiz kalmış arabadan inmek için beni beklemişti.
İki koltuğun arasındaki bir yeri açıp küçük bir su şişesi çıkardı. Ardından onu bana uzattığını gördüm “İster misin?” diye sordu usulca. Teşekkür ettim ve şişeyi elinden aldım. Bir yudum aldım.
Ne kadar sürecekti bu durum? Abim ne zaman uyanacaktı? Daha ne kadar ayrı kalacaktık?
“İyi misin?”
Sesini duyduğumda eğdiğim başımı kaldırıp koltuğa yasladım. Arabanın tavanına bakan gözlerim buğuluydu. Dudaklarımı dişledim sesli ağlamamak için “Bu belirsizlik… çok zor” dedim boğuk çıkan sesimle.
“Zor ama sen gayet iyi idare ediyorsun. Şimdi bırakamazsın kendini. Umut vadeden bir kadın olarak bu sana hiç yakışmaz” diye konuştu, sesi o sıcak tondaydı. Ona sarıldığımda söylediklerim geldi aklıma. O da bu yüzden umut vadettiğimi söylüyordu.
Kafamı kaldırıp bakışlarımı ona çevirdim. Onun da bedenini tamamen bana doğru dönmüş olduğunu fark ettim. Göz göze geldik.
“Barun” dedim, sesim titredi. Sesli bir nefes alıp verdim. Gözlerime baktı beklentiyle. “Ben korkuyorum… hem de çok korkuyorum”
Kötü bir haber almaktan deli gibi korkuyordum.
Bunu sesli itiraf etmekten de korkuyordum ama ona söylemek istemiştim. Gözlerim dolarken sol yanağıma yuvarlanan yaşı hissettim.
Yutkunduğunu gördüm. Gördü içimdeki fırtınayı. Elini yüzüme uzattığında işaret parmağının tersi tenime değdi. Akan yaşımı sildi. Varla yok arasıydı dokunuşu. Göz kapaklarım titredi bu defa.
Zihnimde buna benzer bir an canlandı. Onun gözyaşlarımı sildiği… Bu ne zaman olmuştu? Asansördeyken mi?
Rahatsız olacağımdan çekinir gibiydi yine. Elini geri çekerken “Ne olursa olsun… Ben burada olacağım” dedi, bir söz verir gibi.
Bu öyle iyi hissettirmişti ki yüreğimi saran kara bulutların dağılmış, o sızının ağırlığı hafiflemişti sanki.
Bir cümle insanın hayatını bu denli değiştirebiliyordu. Kelimeler bu yüzden sihirliydi zannımca. Yeri geldi mi bir kurşun kadar yaralayıcı yeri geldi mi en etkili bir merhem olabiliyorlardı.
“Teşekkür ederim” dedim kısık çıkan sesimle. Yasaklamıştı teşekkür etmeyi ama o benim için alışması biraz zor bir durumdu.
Sessiz kabullenişini gerçekleştirdi yine. Yerinde doğrulurken bende dikleştim. Kucağımdaki şişeyi alıp tekrar bir yudum aldım sudan.
Toparlan Ezgi, toparlan.
O haklıydı. Pes edemezdim. Henüz kendimi bırakmam için çok erkendi. Yapabilirdim. Abim hala mücadele ediyordu. Bende umut etmeyi bırakamazdım.
“Gidebiliriz” dedim hala beni beklediği için.
Emniyet kemerlerini çoktan çıkarmış olduğumuz için aynı anda kapıları açıp arabadan indik. Korumalardan biri gelip anahtarı aldı ondan. Arabayı başka bir yere çekecekti muhtemelen.
Restoranın giriş basamaklarını tırmanırken yanaklarımı kuruladım. Arda yine anlayacaktı muhtemelen. Giriş kapısından girmeden durup ona doğru dönerken “Çok belli oluyor mu ağladığım?” diye sordum. Ellerim yanaklarımdaydı hala.
Gözleri yüzümde gezinirken en son gözlerimde durdu. Anlam veremediğim o parıltı belirdi yine kahvelerinde. “Çok değil” dedi ama gözleri farklı konuşuyordu sanki.
Bakışlarımı kaçırdım yutkunarak. “Tamam, o halde girebiliriz”
Arda masamızda kendi başına oturmuş resim çiziyordu yine. Sırtı bize dönük olduğu için yanına gelene kadar bizi fark etmemişti.
“Sonunda geldiniz!”
Sitem etmesine rağmen ikimize de sarılmıştı. Gülümserken karşısındaki sandalyeye oturdum. Barun da ceketini çıkarıp onun yanındaki yerine aldı.
Elimi çeneme yaslarken kaşlarımla önündeki defteri gösterdim “Çizimin bitmemiş miydi?”
“Bu yeni resmim. Sizi beklerken başladım”
“Öyle mi? Ne çiziyorsun?” diye sordum merakla. Boyalı bir yeri yoktu, henüz çizim aşaması bitmemiş gibiydi.
Sırıttığında “Sürpriz” dedi. Kaşlarım havalanırken gülümsemem büyüttüm.
“Sürprizlere bayılırım” diye şakıdım hemen. Tüm hüznümü sakladım ondan. Masada hafifçe ona doğru eğilirken “Ucundan ipucu veremez misin ama ben meraktan çatlarım”
“Çatlar” diye onayladı beni Barun.
Kirpiklerimi kırpıştırarak baktım ona. Bu bana ilk paala dediği akşamı hatırlattı. Ona da meraktan çatlayacağıma dair ısrar etmiştim. Onun da aklına gelmiş olmalıydı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
Arda onun aksine hemen ikna olmuştu. “Bugün çok güzel bir gündü. Onunla ilgili bir anı çiziyorum”
“Hımm” dedim düşünürmüş gibi. Annesiyle oyuncaklara bindiği anlardan birini mi çiziyordu acaba? Belki de onu salladığım anı da çiziyor olabilirdi? Çok merak etmiştim gerçekten şimdi.
Dilek ve Sevilay teyze yanımıza geldiler. Dilek’in üzerinde garson önlüklerinden vardı. Şimdi doğru dürüst göz atıyordum etrafa da gerçekten bu saat olmasına rağmen restoran da boş yer yoktu.
Hoş geldin faslından sonra Dilek çok yanımızda durmayıp işine döndü. Sevilay teyzeye kriz geçirdiğimi söylememiş olmalıydı ki bunun hakkında bir şey sormadı. Abimi sorduğunda bir değişiklik olmadığını söyledim. Bu üzerime yine bir durgunluk getirmişti.
Bu sırada Arda’nın meraklı bakışlarını üzerimde hissetmiştim. Ona bakıp gülümsemeye çalıştım “Abin hasta mı?” diye sordu masumca.
Kafamı salladım sadece. Sevilay teyze araya girip konuyu dağıtmak amaçlı ne yiyeceğimizi sordu. Arda biz gelmeden çoktan yemeğini yemişti bu yüzden tatlı istedi. Bende bir şey yemek istemiyorken ona eşlik etmek isteyerek tatlı istedim ancak Sevilay teyze tarafından kesin bir dille reddedildim. Önce yemek yememi söyledi.
Gözlerim mecbur menüye döndüğünde canım gerçekten hiçbir şey çekmiyordu. “Bize spagetti getir sen Sevilay teyze” Barun’un konuşmasıyla ona döndüğümde onun da bakışları bana dönmüştü. Gözlerindeki soru işaretini gördüm.
“Olur” dedim onu onaylayarak en sonunda.
Makarna sevmeyen var mıydı? O önce davranmasa ben rastgele bir yemek söyleyecektim. Bu işime gelmişti. Ona hafifçe tebessüm ettim.
Sevilay teyze yanımızdan ayrıldıktan sonra biz Arda’yla sohbet etmeye devam ettik. Abimin durumu hakkında başka bir şey sormamıştı. Sanki o da bunun beni daha çok üzdüğünü fark etmiş gibiydi. Barun bizi izlerken daha çok dinlemeyi tercih etti.
Yemeklerimiz geldiğinde konuşmayı bırakıp onlarla ilgilendik üçümüzde. Yedikçe acıkmış olduğumu fark etmiştim. Ancak tadı yoktu yine de. Şükür ki herhangi bir kusma vakası yaşanmadan tabağımı bitirmiştim. Sevilay teyze çaylarımızı getirirken bana tatlı getirmeyi ihmal etmemişti. Revani tatlısıydı getirdiği.
Arda’nın da benim gibi tatlı canavarı olduğunu fark etmiştim aynı zamanda. Bir tabak da benimle yemişti çünkü. Barun sadece çay içmişti. Bugün sonunda siyah çay içiyorduk. Çay tabağının yanındaki iki şekeri de açıp çayın içine atarken Barun’un kendi şekerlerini masanın üzerinden bana doğru sürüklediğini gördüm.
Bakışlarım ellerinden yüzüne çıktığında o bardağını alıp dudaklarına götürdü. Önüme dönüp gülümsedim. Uzanıp şekerin birini aldım ve onu da bardağıma atarak karıştırdım.
Tatlılarımızı yerken sohbetimize devam ettik. Bu sefer Barun da katılmıştı arada bize. Halil amca mutfaktan geldi bir ara. Yorgun bir şekilde masanın başına başka bir sandalye çekip oturdu. Arda’nın başını okşadı bir yandan da. Sohbetimize o da katılmış oldu.
Mekân yavaş yavaş boşalırken sadece biz kaldığımızda kim bilir saat kaç olmuştu. Arda’nın gözleri gidiyordu ama hala uyumamak için direniyordu. Sevilay teyze ve Dilek’te bize katılınca sohbet uzadığından kalkamamıştık biz de.
Arda’nın okul anılarından, Türkiye gündeminden girmiş Sevilay teyze ve Halil amcanın tanışmasından Barun ve Kerem’in anılarından çıkmıştık. Arada bende bir şeyler anlatmış sohbete katılmıştım.
Barun sadece dinlemiş, arada dudakları samimi bir şekilde kıvrılmıştı. Kerem ile olan anılarını ondan dinlemek isterdim.
İlk tanıştıkları sıra ona misket oynamayı öğretmiş Kerem. Sevilay teyze gözleri dolu dolu, sesindeki özlemle anlatmıştı onların misket oynarken ki hallerini. Barun oyunu çok çabuk kavrayıp bütün misketlerini alınca Kerem’in öfkeli isyanına hepimiz gülümsemiştik.
O misketleri hala saklıyormuş Barun. Arda kendisine de misket oynamasını öğretmesini isteyince ona da söz verdi öğretmek için. Babasının misketlerini ondan almak için de kazanması gerektiğini söylemişti Barun eğlenerek. Arda’nın yüzünde oluşan hırs ise görülmeye değerdi.
Geçmişten konuşmuştuk ama Barun'un ailesi ile ilgili hiçbir anı geçmemişti konuşmalarda. Aralarının iyi olmadığını biliyor olmalıydılar bu yüzden bilerek değinmiyor gibiydiler. Arda bile bu sessiz anlaşmanın içinde gibiydi.
Bilmem kaçıncı bardağımız bittiğinde Barun gitmek için izin isteyerek ayaklandı. Hep birlikte ayaklandık. Mekânı birlikte kapatıp dışarı çıktığımızda Halil amcanın da bir arabası olduğunu öğrendim.
Arda ile sıkıca sarılırken Aisha’nın da isteği üzerine iki yanağından da öptüm. Uykulu halinden eser kalmazken alnı kızardı hemen. Utanmıştı kıyamam. Güldüm bu haline. O kadar tatlıydı ki…
Barun’a sarıldığında Dilek’in onları gülümseyerek izlediğini gördüm. O da yorulmuş gözüküyordu. Sevilay teyze gelip bana da kollarını sardığında bende ona sarıldım. Başımı omzuna yaslarken kokusunu içime çekmeden edemedim. Bu çok iyi gelmişti yine.
Halil amca ve Dilek ile el sıkıştım ve arabaya bindim. Barun onlara baş selamı vererek veda etmişti. Sürücü koltuğuna geçtiğinde Arda’ya el salladım, o da bana el salladı hemen.
Gösterge panelinden baktığımda saatin on ikiyi geçtiğini gördüm. Barun uzanıp radyoyu açtığında Hintçe slow bir şarkı doldurdu arabayı. Başımı geriye yaslarken bana da bir yorgunluk çökmüştü. Bu ruhuma çöken ağırlıktan da olabilirdi.
Yollar dolu olmadığı için eve daha çabuk varmıştık. Arabadan inip evin girişine yan yana yürürken “Arda sana hayran gerçekten” dedim gülerek.
“Artık sana da öyle gözüküyor. Hatta pabucum dama atılmış olabilir” dediğinde sesindeki huysuzluk gülüşümü büyüttü.
Yerimde geri geri yürümeye başlayarak yüzüne bakarken “Ne o? Kıskandın mı?” dedim gıcıklık yaparak.
Tek kaşını kaldırdığında sırıttım. Ceketini giymemiş elinde taşıyordu. Gömleğinin kollarını da sıvamıştı. Şu an sanki karşımda dergilerden fırlamış bir manken gibi duruyordu.
Ne? Ne mankeni?
Tövbe estağfurullah.
“Basamaklara dikkat et” diyerek beni uyardığında gözlerini gözlerimden çekmemişti.
Sanki aklımdan geçenleri duymuş gibi yanaklarım ısınmıştı.
Salaksın Ezgi!
Önüme döndüğümde gerçekten basamaklara geldiğimiz gördüm. Tepetaklak gidiyorduk valla yine.
Eve girdiğimizde herkes odasına çekilmiş ve muhtemelen uyumuşlardı. Işıklar kapanmış meşale aydınlatmaları yanmıştı. Karşılaştığım loşluk yerimde irkilmemem sebep oldu. Adımlarım yavaşlarken kalp atışlarım hızlandı.
“Ezgi”
Bakışlarım ona döndü hemen. Korktuğumu anlamış gibi yanıma adımladı “Ben buradayım, sorun yok”
Normalde bu kadar çok etkilenmezdim ama bugün kriz geçirdikten sonra içimdeki o kötü his tazeliğini koruyordu.
Önüme döndüğümde “Buradasın” diye mırıldandım kendi kendime. İlerlemeye devam ettiğimde hemen yanımdaydı.
“Bugün bahsettiğin anın var ya hani küçükken dedenin göbeğine takmışsın. Karpuz mu yuttun diye darlıyormuşsun onu” Kaşlarım çatıldı hafifçe. Bahsettiği şeyi hatırlarken bu konuyu neden açtığını anlamamıştım. “Benim de küçükken buna benzer bir anım geldi aklıma”
Dikkatim ona yönelmişti şimdi “Barat amcam da bir ara baya göbekliydi. Ona nasıl büyüttüğünü sormuştum bende. Babam da King’i yemiş ondan demişti bana. King küçük olduğu için cidden oraya girebileceğini düşünmüştüm o zaman. Saras abi de inanmış ağlamıştı hatta.”
Güldüğüm sırada onların çocukluklarını hayal ederken buldum kendimi. Sesindeki özlemi hissetmemek mümkün değildi. O zamanlar daha mutluyduk.
“Meğer King birkaç günlüğüne teyzesine kalmaya gitmiş bu yüzden evde yokmuş. Biz bunu bilmiyoruz. Ben artık nasıl etkilendiysem birkaç gün Aisha’yı babamla yalnız bırakmamıştım.” Güldüğüm sırada onun da gülümsediğini düşünerek dönüp ona baktım.
Göz göze geldik hemen. Tahmin ettiğim gibi dudakları kıvrılmıştı. Maskesini indirmiş gibiydi yine.
“Annem garip davranışlarımı fark etmişti tabii. Ona anlatmıştım olanları. Gerçeği bana inandırana kadar sürekli gülmüştü” gözleri kısa bir an gülümsememe kaydığında midemde garip kıpırtılar hissettim “Gülünce dünyanın en güzel insanı oluyordu”
Çok mu yemiştim? Ne oluyordu yine bu mideme benim? Umarım çıkarmazdım.
İkinci katı çıkmayı bitirdiğimizi fark ettiğimde neden bunları orada değil de şimdi anlattığını anlamıştım. Dikkatimi onda toplamamı sağlamıştı. Gülümsemem genişledi.
Özlem dolu bakışlarına başka bir duygu daha oturmuştu; Kırgınlık. Kime veya neye olduğunu bilmiyordum ama onu daha çok merak etmeme sebep olmuştu bu.
Telefonu çaldığında gözlerimiz ayrıldı ve cebinden telefonunu çıkardı. Ekranda gördüğü isim yüzündeki ifadenin donmasına sebep oldu. Adımlarının durduğunu gördüğümde iki basamak üstte durup ona doğru döndüm bende tamamen.
Neydi gözlerindeki şimdi? Korku mu? Neden?
Kalp atışlarım hızlandı. Abim?
Kaşlarımı çatmış merakla ona bakarken o aramayı yanıtlayıp kulağına götürdü. Hintçe konuştuğunda sesi donuktu. Bakışları yerdeyken yutkunduğunu gördüm.
Abim değildi.
Virat ya da onun çalıştığı adam mı aramıştı yoksa? O zaman öfkelenirdi. Şu an öfkeli gözükmüyordu.
Karşısındakini dinlerken bakışları tek bir noktaya kitlenmişti. Elindeki ceketi yere düştüğünde iki adım geriledi ve korkuluklara yaslandı. Endişelenirken basamakları inip yanına adımladım.
Neler oluyordu?
Telefonu kulağından çektiğinde aynı boş gözlerle zemini izledi. Bakımevindeki halinden daha kötü gözüküyordu.
Koluna dokunurken “Barun” diye seslendim. Gözleri gözlerime döndüğünde koyu harelerinde karşılaştığım saf acı afallamama sebep oldu. Yüreğimde ince bir sızı hissettim. “İyi misin?”
“Satvari Hanım” dedi kuru bir sesle. Yutkunmaya çalıştı. Hissettiğim sızı arttığında o tekrar dudaklarını aralamıştı. “Ölmüş"
BÖLÜM SONU
Beni dövmeyin lütfen:)
Uzun bir bölümdü, nasıl buldunuz?
Barun'un ağzından okumayı sevdiniz mi?
Bazı bölüm başlarında geçmiş sahneler koyacağım. Bu bölümde Nisha ve Barun için koyduğum gibi...
Satvari Hanım ne söyledi sizce Ezgi'ye? Çevirisini bilerek vermedim bir sonraki bölümde öğreneceksiniz. Tabii sabredip beklerseniz:)
Oğuz hakkındaki gerçekler hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir de onun ağzından okumak ister miydiniz bu hikayeyi?
Yiğit ve Hicran'ın fındıkta başlayan hikayesine ne demeli:)
Yeni bölümde görüşmek üzere. Sağlıcakla kalın, Allah'a emanet olun:)
Sevgilerimle...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 818 Okunma |
150 Oy |
0 Takip |
17 Bölümlü Kitap |