14. Bölüm

Bölüm 13 | Kanayan Yaralar

Hatice
bayankimbilir

Selamlar canlarım!

Vizeler, gündem, deprem derken işin içine benim bölüm içindeki tıkanıklığım da baş gösterince bölümün gelmesi bir hayli uzadı, üzgünüm. Umarım bu bölümle affettirebilirim kendimi.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız, keyifli okumalar dilerim:)

 

 

 

 

 

 

13. BÖLÜM

 

 

 

 

KANAYAN YARALAR

 

 

 

 

 

 

 

 

"Al beni bas yaralarına

 

 

 

 

Ne yükler var omuzlarında"

 

 

“Sürprizini ne zaman göstereceksin?” diye sordu Nisha beklentiyle Barun’un yüzüne bakarak. En az onun kadar Satvari’nin de meraklı bakışları onun yüzündeydi şimdi.

Bakımevinde Satvari Hanım’ın odasındaydılar. Artık burada kalacak ve tedavi görecekti. En kısa zamanda da boşanma davası başlatılacaktı. Satvari’nin bu kararı vermesi çok zor olmuştu. Nisha için her şeyi göze almış ve Barun’u dinlemişti bu defa.

Barun anne kıza kısa bir bakış atarken alt dudağını ıslattı. Garipti ama o da heyecanlı hissediyordu. Yanlarında ayakta dikilen Bhadra Hanım’a baktı. O biliyordu ne olduğunu ve Barun onun yardımına ihtiyacı olduğu için onu da çağırmıştı. Onun da dudaklarında bir gülümseme vardı.

Barun onları daha fazla bekletmeyerek arkasına sakladığı küçük kutuyu çıkardı ve Nisha’ya doğru uzattı.

Nisha şaşkınlıkla eline aldığı kutuya baktı. Bakışları kısa bir süre annesine dönüp tekrar Barun’a baktı.

“Açsana” diye konuştu Barun, gözleriyle kutuyu işaret etmişti.

Nisha gülümsedi. İlk defa birinden hediye alıyordu ve çok heyecanlanmıştı.

Kutuyu açtı. Onu iki dinleme cihazı karşıladı. Ancak o bunu bilmediği için ne olduklarını anlamadı. Kaşları çatıldı usulca.

Satvari Hanım şaşkınlıkla eliyle ağzını kapattı. Gözleri dolarken bakışlarını yatağının ucunda oturan adama çevirdi. Kesinlikle tanrı gönderdi onu bize diye düşündü.

Nisha kutuyu yatağın üzerine bırakırken kollarını kaldırdı “Bunlar nedir?” diye sordu.

“Bunlar işitme cihazı” dedi Barun hafifçe tebessüm ederek. Oysa bir ağırlık vardı içinde bunları söylerken. Onu tamamen iyileştirmeyi hatta konuşabilmesini sağlamayı çok isterdi. “Bunları kulağına taktığımız zaman her şeyi duyabileceksin”

Gözleri büyüdü anında “Gerçekten mi?”

Tepkisi dudaklarındaki gülümsemeyi büyüttü Barun’un. Satvari Hanım ise çoktan gözyaşlarına boğulmuştu.

Barun başını eğerek onu onayladı. “Eğer izin verirsen Doktor Bhadra Hanım onları kulaklarına takacak şimdi?” diye konuştu daha sonra.

Nisha Bhadra’ya baktı. Ardından annesine baktığında onun gözlerinden akan yaşları gördü. Ağlamasına rağmen dudaklarında kocaman bir gülümseme vardı.

Annesinin sesini mi duyacaktı? Minik kalbinin hızlandığını hissetti.

Satvari kafasını eğerek kabul etmesini istedi. En az onun kadar heyecanlıydı bu durum için.

Nisha kutuyu aldı tekrar ve Bhadra’ya uzattı. Barun oturduğu yerde dikleşti hemen. Merakla sonucu bekledi. İşe yaramama ihtimali de vardı. İçinde ince bir sızı vardı bu yüzden. Hayatı yeterince zordu en azından fiziksel olarak sıkıntı çekmemesini her şeyden çok istiyordu.

Bhadra Nisha’yı karşılarındaki tekli koltuğa oturttu. Ardından cihazları dikkatli bir şekilde kulağına takıp ayarlamaya başladı. Bu biraz uzun sürdü. İşi bittiğinde geri çekildi.

Şimdi test vaktiydi. Nisha ayağa kalktı yerinde duramayarak. Bhadra Hanım dudaklarını aralayacağı sırada Barun’un elini kaldırması ile durdu.

Eliyle Satvari’yi işaret etti Barun. İlk önce annesinin sesini duymasını istiyordu. Bhadra isteğini anlayarak gülümsedi ve başını eğdi.

Satvari’nin gözyaşları hızlanırken ellerini kaldırdı “Nisha… kızım… duyuyor musun beni?” diye konuştur zar zor. Elleri titriyordu. İlk defa bu kelimeleri duyacağı için anlaması adına işaret dili kullanmıştı aynı zamanda.

Nisha yerinde irkildi. Bu annesinin sesi miydi? Titrek bir nefes alırken sağ gözünden bir damla yaş aktı. Annesinin yanına doğru ilerledi.

Satvari onu duyduğunu anlayınca sevinci iki kat arttı. Onu kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı.

“Canım… canım… Nisha’m” kokusunu içine çekerken saçlarına buseler kondurdu.

Nisha da ağlarken sıkıca sarılmıştı annesine. Bu gerçekti. Onu gerçekten duyabiliyordu. Annesinin sesinin ne kadar güzel olduğunu düşündü.

Barun içi giderek baktı bu manzaraya. İçinin hafiflediğini hissetti. Bundan sonraki günlerinin hep böyle huzur içinde geçmesini diledi.

Satvari ile göz göze geldiler. Yaşlarla dolu yeşil gözlerinde büyük bir minnet vardı. Bir elini uzatıp Barun’un elini tuttu. Gülümsedi Barun ve o da elini tuttu.

Bundan sonra her şey daha zor olacaktı belki de ama bu an için her şeye değer diye geçirdi içinden Barun.

Nisha annesinden ayrılırken Barun’a döndü. Onun da gözleri yaşlarla doluydu. O da küçük elini onların ellerinin üzerine koydu.

Barun’un dudaklarında içten bir gülümseme oluştu. Uzandı ve usulca gözyaşlarını sildi.

Nisha da ona gülümserken elini çekip “Senin de sesini duymak istiyorum” diye konuştu.

Barun bu isteğine şaşırsa da bunu belli etmedi. Ne söyleyeceğini bilemedi başta. Aklına ilk geleni söyledi bu yüzden. “Nisha… İyi ki varsın”

Nisha’nın gözleri tekrar dolmuştu. Onun sesinin annesinden daha kalın olduğunu fark etti. İsmini daha çok sevdi o an.

Kollarını kaldırdı “Tekrar söyler misin ismimi?” diye sordu ona biraz daha yaklaşırken.

İçi burkulurken bunu belli etmeyip güldü Barun. “Nisha” diye tekrarladı istediği gibi.

“Sesin çok güzel”

Barun kafasını iki yana salladı “Sen daha güzelsin”

Satvari yanaklarını kurularken uzun zaman sonra kocaman gülümseyerek izledi onları. Ben olmasam bile Barun onu yalnız bırakmaz diye düşündü. Artık korkmasına gerek yoktu. Belki de bu gece ilk defa gözüne rahat bir uyku girecekti bu yüzden. Kızı güvendeydi.

Nisha dayanamayarak içindeki sevinçle kollarını Barun’a sardı. Barun buna hazırlıksız yakalandı yine. O da kollarını küçük bedenine sardı. Şeker kokusu doldu burnuna hemen. İçine yayılan his huzurdan başka bir şey değildi.

 

 

 

 

 

 

*********

 

“Bu… nasıl?” titreyen sesimle konuşabildiğimde fısıltı şeklinde çıkan sesim kirpiklerine çarpmış gibi titrediler. Acıyla gözlerini yumduğunda kolundaki elim yanıma düştü. Yüzüne baktım ve kaldım bir süre. “Durumu iyi demişlerdi?”

Gözlerimin dolduğunu hissettim. Daha birkaç saat önce yanındaydık. Yaşlı, yorgun bakan yeşilleri geldi gözümün önüne. Elinin elimi tutan sıcaklığı çok uzak değildi.

Daha fazla ayakta duramıyormuş gibi olduğu yere çöktü yavaşça. Donuk bakışları karşıda boşluktaydı. Eli göğsüne gidip ardından boynuna çıktı ve gömleğinin ilk iki düğmesini açtı. Düştüğüm boşlukta kendimi bulmaya çalışırken onun önüne çömeldim bende. Endişeyle tekrar koluna dokunduğumda ismini seslendim.

“Kriz geçirmiş yine. Kalbi durmuş. Geri döndürememişler” Her bir kelimeyi güçlükle tane tane söylerken sesi hiç duymadığım bir donukluktaydı.

Duyduklarım gerçekti. O gerçekten ölmüştü. Gözyaşlarım yanaklarıma doğru süzüldü.

Benim yüreğimdeki ateş beni bu denli yakıyorsa onun içinde bir cehennem olmalıydı ve kim bilir canı ne kadar yanıyordu… Kaçmak istedi sanki ama gücü olmadığı için bunu yerinde yaptı. Sırtını korkuluklardan ayırıp ayaklarını benim de olduğum bir alt basamağa attı. İki kolunu dizlerine yaslarken birinin üzerine başını gömdü.

Ağlıyor muydu? Bunu düşünmek içimdeki sızıyı arttırdı.

İç çektiğim sırada teselli etmek istedim onu. O bu konuda iyi olmadığını iddia etse bile bana hep iyi hissettirmeyi başarmıştı. Bende ona iyi hissettirmek istedim.

Gözlerim önümdeki yaralı sol elinde durdu. Burnumu çekerken bir kere daha düşünmedim ve uzanıp usulca eline dokundum. Geri çekilmedi ya da hiçbir tepki vermedi. Bundan cesaret alarak parmaklarımı avucuna kaydırıp elini tuttum. Teni soğuktu ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Baş parmağımla yaralarının üzerini okşadım kendimi alamayarak.

Eli hareketlendiğinde rahatsız olduğunu düşünüyordum ki soğuk parmakları tenimi sardı. Elim tamamen avucunun içindeydi artık. Bakışlarım yukarı kalktığında başını hala kaldırmadığını gördüm.

“Buradayım” dedim sesim fısıltı şeklinde çıkmıştı.

Beni duyduğunu biliyordum. Yanında olduğumu hissetmesi onu nasıl etkilerdi bilmiyorum ama ben yine de bunu bilmesini istemiştim.

Bir süre öylece durduk. Kafasını kaldırdı sonra. Kısa bir an göz göze geldik. Kaçırdı gözlerini benden ama ben göreceğimi görmüştüm çoktan. Ağlamıyordu. Ancak gözlerinin içi kızarmıştı. Diğer eliyle saçlarını dağıttı.

“Her şeyi mahvettim” dediğini duydum, sesi boğuk geliyordu. “Benim yüzümden”

“Sen hiçbir şey yapmadın, Barun”

Gözleri gözlerime döndüğünde iyice koyulaşan kahvelerinde gördüğüm çaresizlik beni bozguna uğrattı. Küçük bir çocuk gördüm bakışlarında. Ağlıyordu. Annesini tekrar kaybetmiş gibi… Boğazım düğümlendi. Sol gözümden bir damla aktı yanağıma.

“Sorun da bu, hiçbir şey yapamamış olmam”

Gözlerini tekrar kaçıracak gibi olduğunda elini sıkıp buna engel oldum “Sen elinden geleni fazlasıyla yaptın onlar için” sesim onu buna da ikna etmek için güçlü çıkmıştı. “Satvari Hanım zor şeyler yaşadı. Birçoğuna sen şahit oldun ama evlat acısı hiçbir acıya benzemez, Barun. Göğüs germesi zordur. Hasta bedeninin bunu kaldıramaması çok normal. O kızı için mücadele eden bir anneydi. Onun yokluğu mücadelesini de bitirdi. Kim olduğumuz ya da mevkimiz hiç fark etmez, ölümün önüne geçemeyiz”

Bu gerçek en az onun kadar benim de canımı yakıyordu. Aklıma Yiğit abim gelirken gözyaşlarım hızlandı. Başını eğdi güçsüzce. Onun da kendi içinde bir kabullenişte olduğunu hissedebiliyordum.

“Eminim şimdi daha mutludur. Hem artık acı çekmiyordur hem de Nisha’nın yanındadır” diye konuştum.

Nisha’nın annesine sarıldığı bir an canlandı gözümde. Gözyaşlarım arasından tebessüm etmeye çalıştım.

Elimi sıktı. Aynı şekilde tutundum eline. “Öyle midir gerçekten?” diyen cılız sesini duydum. Sesinde de hissettiğim çaresizlik canımı acıttı tekrar.

Burnumu çektim. Diğer elimle yanaklarımı kuruladım gelişigüzel. “Elbette öyle. Şu an belki de bizi izliyorlar ve kendini suçladığını duyarlarsa çok üzülecekler”

Başını kaldırdı ve doğrudan gözlerime baktı. Bu düşünce hoşuna gitmemişti. Mutlu olduklarına inanmayı çok istiyor gibiydi. Biliyordum. Görüyordum. Derin bir nefes alıp verdi.

Bu sırada telefonu çaldı. O duymuyor gibi istifini hiç bozmazken ben elimi çektim elinden usulca. Bakışları kısa bir an eline dönerken yerinde toparlanıp susup tekrar çalmaya başlayan telefonunu çıkardı cebinden.

Telefonu kulağına yaslayıp başını eğdi ve diğer eliyle saçlarını dağıttı tekrar. “Yeni gelmiştik” İngilizce konuştuğunda Ranvir ile konuştuğunu düşündüm. “Sen orada mısın?”

İç çekti huzursuzca “Kim?” diye sordu. Onun cevabından sonra gerildiğini hissettim. Eli yumruk olmuştu. “Hangi savcı var?”

Neler oluyordu? Ne savcısı?

“Gerek yok, gelebilirim” dedi bir süre sonra da.

Nereye gidecekti?

Hafifçe kaşlarım çatıldığında başını kaldırdı ve ben zaten ona bakıyor olduğum için göz göze geldik. “Yanımda” dedi telefondaki kişiye. Onun da kaşları çatılmıştı.

Birden telefonu bana uzattı. Şaşkınlığımı üzerimden atarak telefonu elinden aldım ve kulağıma götürdüm.

“Geeta?” Tahmin ettiğim gibi Ranvir ile konuşuyordu.

“Efendim?” gözlerim hala Barun’un üzerindeydi. Yüzünü ellerinin arasına almıştı.

Yorgun bir nefes bıraktı “Senden bir şey rica etsem yapabilir misin? Barun’a çaktırmamaya çalış ama” son cümlesiyle kaşlarım daha çok çatılırken gözlerimi ondan kaçırmıştım.

“Nedir?”

“Şimdi bakımevine gelecek. Şu an pek sakin olduğunu düşünmüyorum. Bu yüzden araba kullanmasına güvenmiyorum ama gelmemi istemiyor. İnadını kırmak asla mümkün değil zaten beyefendinin. Rica etsem sende onunla gelebilir misin? Yanında biri olursa kontrolünü kaybetmemesi için bir sebebi olur”

Duraksadım. Göz ucuyla ona baktığımda onun bakışları hala yerdeydi. Ranvir arayana kadar çok da öfkeli durmuyordu aslında. Bir şey canını sıkmıştı yine belli ki. Kendini kaybedip üstüne zarar vermesini bende istemezdim.

“Nasıl?” onun anlamaması için ne söyleyip onunla geleceğimi sormaya çalıştım.

Ranvir’in onay aldığı için rahat bir nefes bıraktığını duydum. Onun ne diyerek benimle konuşmak istediğini düşünmeden edemedim o an. Bu konuda gerçekten çok endişeliydi. “Sen gelmek istediğini söyle. Karşı çıkmayacaktır. Çıkarsa da diret ve bir yolunu bul. Orası sana ve oyunculuğuna kalıyor”

“Tamam, çok sağ ol” dedim iğneleyici bir sesle.

Direkt onu ele verip Barun ile gitme fikri çık aklımdan.

Telefonu geri ona uzattım. Biraz daha Ranvir’in söylediklerini dinledikten sonra aramayı sonlandırdı.

“Benim işlemler için bakımevine gitmem gerekiyor” donuk bir sesle konuşmaya başladığında yerinde ayaklandı yavaşça. Bende kalktım onunla birlikte.

Etrafa kısa bir göz attığında gözlerinde bir aydınlanma oldu. Bakışları direkt bana dönerken “Sen iyi misin? Kaç dakikadır buradayız. Korktuğun halde niye durdun yanımda?” diye soludu.

O farkındalık bana da çökerken ensemdeki tüyler dikeldi. Onunla ilgilenirken etrafın loşluğunu tamamen unutmuştum. Böylece korkumu da. Yutkundum.

“İyiyim, sorun yok” dedim gözlerine bakarken.

Kafasını iki yana salladı “Gel odaya kadar eşlik edeyim sana, sonra giderim”

“Barun” seslenmemle yönünü tekrar kendime döndürdüğümde “Bende gelsem seninle olur mu?”

Kaşları çatıldı hafifçe. Gözlerini kaçırdı sonra “Saat epey geç oldu zaten. Polislerde oradaymış soruşturma için. Benim işim ne kadar sürer bilmiyorum bu yüzden. Uykusuz kalma boşuna. Ben cenaze töreninden önce onu görmeni sağlarım merak etme” diye konuştu.

“Sorun değil, uyuyamayacağım zaten. Gelmek istiyorum” dedim hemen.

Satvari Hanım’ı görmemi istiyor olduğumu düşünmesi işime gelmişti. Bunu kullandığım için kendimi kötü hissetmeden edemedim. Normalde böyle bir isteğim olmazdı. Yapamazdım çünkü. O kadar cesaretim yoktu.

Gözlerime bakarken kaşları çatıldı. Anlayacak ve kızacak diye ödüm koptu bir an. “Tamam gel” dedi ve merdivenleri inmeye başladı. Yerdeki ceketini elime alıp bende peşinden indim.

Adımları bir an önce kendini dışarı atmak ister gibi aceleciydi ama beni geride bırakmadı. Yanına geldiğimde elimdeki ceketini uzattım ona giymesi için. Hava iyice soğumuştu ve o üzerinde ince bir gömlekle duruyordu. Ceketi giymedi. Arabasının yanına gelmiştik bu sırada.

Takım elbiseli başka bir adam geldi yanımıza. Korumalarından biriydi. Bir şeyler konuştuktan sonra başını eğip yanımızdan ayrıldı ve yandaki aracın yolcu koltuğuna bindi. Araç çalıştığında irkildim. Onların çoktan haberleri olmuş gibiydi gideceğimizden. Arabaya bindik. Biz önde onlar arkada yola çıktık.

Bakışları yoldayken camını indirdi yarıya kadar. Rüzgâr saçlarımı uçurdu. “Senin onu bu şekilde görmek isteyeceğini düşünmezdim” dedi durgun bir sesle.

“Bende” bakışlarının bana döndüğünü hissetmemle ne söylediğimi idrak edip “Bende yeni fark ettim anlamında yani. Ansızın içimde belirdi” diye toparlamaya çalıştım. Dudaklarımı dişlememek için zor tuttum kendimi.

Niye geriliyorsam? Şu saatten sonra anlasa ne yapacaktı sanki, arabadan mı atacaktı?

Bakışlarının tekrar yola döndüğünü hissettiğimde ona baktım. Kaşları çatılmıştı iyice ve düşünceli gözüküyordu. “Biz varmadan morga götürmüş olabilirler”

Umarım öyle olurdu… Yoksa bir de bunun acısıyla mücadele edecektim. Yaşaran gözlerimi yola çevirdim bende “Sorun değil”

Kısa bir sessizliğin ardından sesli bir nefes bıraktı “Ranvir istedi değil mi benimle gelmeni?” diye konuştu. Kalp atışım hızlandı. Anlamıştı. Bakışları kısa bir an bana dönüp tekrar yola baktığında direksiyondaki ellerinin sıkılaştığını gördüm “Neymiş, ona önemli bir şey sormuşsun da onu cevaplaması gerekiyormuş”

Böyle mi söylemişti gerçekten? Başından beri yememiş miydi yoksa ben mi belli etmiştim?

Dudaklarımı dişledim hissettiğim suçlulukla. Adam öfkesini kontrol etsin demiştik ama asıl biz onu daha çok öfkelendirmiştik.

“Seni düşünüyor sadece” diyebildim en sonunda.

İç çekti sıkılgan bir şekilde. Başka bir şey söylemedi bu konu hakkında. Sağ dirseğini camına yaslarken direksiyonu tek eliyle çevirmeye başladı. Hızını arttırmıştı. Saat gece yarısını geçtiği için yollar boştu. Çok sürmeden bakımevinin önüne gelmiştik bu yüzden.

Arabayla bahçenin içine girdiğimizde karşılaştığım kalabalıkla gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bakımevinin önünde bir ambulans vardı. Birkaç tane polis aracı ve birkaç tane de sivil araç vardı. Sol tarafa onun koruma aracı olduğunu düşündüğüm bir aracın arkasına park etti o da.

Bakımevi çalışanlarından çoğu girişe dizilmiş etrafa ürkmüş ve üzgün bakışlar atıyorlardı. Bahçe kapısının sağ tarafındaki insan kalabalığına baktığımda ellerinde büyük kameralar görmem şaşkınlığımı ikiye katladı. Gazeteciler buradaydı. Birkaç polis önlerinde durmuş onları dizginliyorlardı.

Barun nereye baktığımı görüp sesli bir nefes bıraktı. Gömleğinin açmış olduğu düğmelerini ilikledi sonra. Saçları da dağılmıştı ama onlara dokunmadı. Sanırım bu toparlanma savcı içindi.

“Sen bekle” dedi yüzünü bana dönmeden.

Arkasından iş çevirerek onu kırmış mıydım? Neden bakmıyordu bana?

Kendimi kötü hissederken “Tamam” diyebildim sadece.

O arabadan inerken onu izledim üzgünce. Bahçenin ortasına doğru ilerledi. Daha birkaç saat önce ona abimleri anlattığım bahçe… Satvari Hanım’ın eline tutunduğum bu bina… Gözlerim doldu.

Daha birkaç saat önce gördüğün birinin artık bu dünyada olmadığını bilmek o kadar garipti ki… İnanmak çok güçtü.

Bakışları Barun da olan adamlara baktım. Biri uzun boylu takım elbiseli bir adamdı. Yüzünde hiç hoşnut olmayan despot bir ifade vardı. Barun ve Ranvir’in bahsettiği savcı olmalıydı. Diğer ikisi polis memuruydu.

Aralarında olan Ranvir yanlarından ayrılıp buraya doğru adımladı. Onlara sırtını döner dönmez yüzündeki ciddi ifade değişmiş üzgün ve endişeli bir hal almıştı.

Barun da ona doğru ilerlerken onun yüz ifadesini göremiyordum. Kısa bir an bir şeyler konuştuktan sonra Barun onu bekleyen diğer adamların yanına giderken Ranvir benim olduğum tarafa doğru geldi ve camımı tıklattı hafifçe.

Camı indirdiğimde göz göze geldik. Dudaklarını samimi bir tebessüm sardı “Teşekkür ederim Geeta. Bu iyiliğini unutmayacağım”

“Rica ederim” dudaklarımı dişledim endişeyle “Yakalandık ama”

Dudaklarını birbirine bastırdı “Biliyorum, küçük çaplı azarını yedik az önce. Sen endişelenme bunun için. Bu kadar kolay kanacağını düşünmem benim aptallığımdı ama bak ikinizde sapasağlam buradasınız. Plan başarılı” dedi ve göz kırptı.

Neticede doğruydu ancak içim hiç rahat değildi. Tebessümüne karşılık vermeye çalıştım yine de. “Haklısın”

Yüzü tekrar ciddileşirken yerinde doğruldu “Ben yanına gideyim artık” dedi. Başımı sallarken o da sırtını dönüp onların yanına ilerledi. Camımı geri kaldırdım.

Ranvir onun yanında durdu hemen. Yüzünde duyguya dair hiçbir iz yoktu şimdi. Sempatik ve oldukça güler yüzlü olan bir adam birden robota dönüşüyordu sanki. Bu mesleğe bürünmüş haliydi ve bana hala çok tuhaf aynı zamanda hayranlık uyandırıcı geliyordu.

Barun’un normalde de ifadesi bu olduğu için o kadar garipsemiyordum. İki eli cebinde, omuzları dik ve sert duruyordu. Kaşları ciddiyetle çatılmış soğuk bakan gözleriyle karşısında konuşan savcıyı dinliyordu.

Evde teselli ettiğim adamla şu an karşımda gördüğüm adam arasında dağlar kadar fark vardı. Şunu daha iyi anlıyordum ki o sevincini, acısını gösteremediği için çoğu zaman içinde yaşayanlardandı.

Herkese yıkılmazı oynuyordu ama içinde harabeler vardı.

Birden bahçe kapısının orada bir hareketlilik oldu. Herkesin bakışları oraya dönerken bende başımı çevirip baktım. Girişteki meraklı insan kalabalığını koşarak geçen bir adam ambulansa doğru ilerledi. Orta boylarda normal giyimli bir adamdı. Yüzünü tam seçememiştim.

Ambulansa varamadan olduğu yere dizlerinin üstüne çökerken omuzlarının sarsıldığını görmemle ağladığını düşündüm. Alt dudağım bu görüntüyle üzgünce sarktı. Kimdi bu adam? Satvari Hanım’ın akrabası olmadığını sanıyordum.

Zihnime düşen gerçekle bakışlarım adamın üzerinde donakaldı.

O eşi, Virat mıydı?

Nisha’nın cenaze töreninde görmüştüm onu ama yüzünü net hatırlamıyordum. Bakışlarım hemen Barun’a döndüğünde gözlerinde çakan öfkeyle o adama baktığını görmem düşüncemi payladı. Virat’ın sesini duydum sonra. Bağırıyordu. Ne söylüyordu anlamıyordum ama başını Barun’ların olduğu tarafa çevirmişti. Flaşlar daha çok patlamaya başlarken gazetecileri dışarı çıkarmaya başlamışlardı.

Yine ona oyun mu oynuyordu? Eşi ve kızı ölmüştü ama o hala ne derdindeydi? Bu adam kafayı yemişti gerçekten! Ona olan öfkemin damarlarımda gezindiğini hissettim.

İki polis memuru Virat’a müdahale etmeye çalıştıklarında Virat onları umursamayıp Barun’a doğru konuşmaya devam etti. Barun yumruk olmuş elleriyle ileri doğru atıldığında Ranvir kolundan tuttu ancak Barun durmadı. Yüzü öfkeden kaskatı kesilmişti. Sadece o adamı görüyor gibiydi karşısında, diğer hiç kimse umurunda değildi.

Polisler ondan önce Virat’ı yerden kaldırıp dışarı sürüklerken Virat konuşmaya devam ediyordu. Bu sırada yüzünü görebilmiştim. Gerçekten ağlıyordu ve yüzünde acı çeker gibi bir ifade vardı. Barun’un aksine o öfkeli bakışlarını sadece onda değil yanındaki polislere ve o takım elbiseli adamlara da değdiriyordu. Resmen Barun’u onların yanında kışkırtıyordu. İnanamıyordum!

Polislerden kırk küsür yaşında gözüken diğerinden yaşlı olanı Barun’un önüne geçmeye çalıştı ama Barun onu pek dinlemedi. Hızlı adımlarla Virat’ın üzerine yürürken bir şeyler söyledi ona. Onu yakalarsa ne yapacağı içime bir korku düşürürken elim kapı koluna gitti. Onu durdurmak istedim. Şu an yapacağı her şey onun zararına olacaktı çünkü.

Arabadan inerken onu nasıl durduracağımı düşünüyordum. Bu kadar öfkeliyken iki katım olan adamı önüne geçerek durduramazdım. Öfkesi beni de yıkıp geçebilirdi. Başka bir yol bulmalıydım.

Neyse ki bana kalmadan Ranvir tekrar önüne geçip onu kollarından yakalamıştı. Gözleri Ranvir’e dönerken öfkeyle soluyup ona dişlerinin arasından bir şeyler söylediğini gördüm. Ranvir yerinden kımıldamazken Barun onun kollarından kurtulmaya çalıştı. Bu sırada Virat’ı bahçeden çıkarmışlardı. Sesi diğer seslere karıştı. Şimdi dışarıda kalan gazetecilerinde azaldığını gördüm. Muhtemelen Virat’ın peşinden gitmişlerdi.

Savcı onların yanına gelirken öfkeli gözüküyordu. Ranvir onun gelmesiyle kollarını çekti Barun’un üzerinden. Barun hala sinirle soluyor bakışlarını bahçe kapısından ayırmıyordu. Savcının konuşmasıyla ona döndü ve kayıtsız bir şekilde yüzüne baktı. Hiçbir şey söylemedi.

Savcı arabaların olduğu sol tarafa bir işaret yaptığında çok geçmeden parlak siyah renk bir Mercedes yanında durdu. Şoförü inip kapısını açtı. Ardından bahçeden ayrıldılar.

Gözlerim tekrar onlara döndüğünde yaşlı olan polisin Barun ile konuştuğunu gördüm. Aralarında tuhaf bir kıvılcım vardı. Sanki birbirlerini tanıyor ve nefret ediyor gibiydiler. Hadi Barun Virat’a öfkesinden bu haldeydi ama polisinde gözlerinde Barun’a karşı bir öfke vardı.

Kaşlarım çatıldı onları izlerken. Polis ne söylüyorsa Barun’un bakışları soğudu ve yüzü ürkütücü bir hal aldı. Ona cevap verdikten sonra yanından geçip hızla bu tarafa ilerlemeye başladı.

Kafasını kaldırdığında göz göze geldik. Gözlerinden gerçekten ateş fışkırıyor gibiydi. Bakışlarını çekip yere dikti. Bu sırada yaşlıca olan komiser arkasından bir şeyler söyledi bağırarak. Bir an sinirle kapayıp açtı gözlerini ama durmadı.

Arabanın önüne geçtiğinde ellerini kaputa yaslayıp üzerine doğru eğildi. Göğsü hızla inip kalkıyordu.

Ranvir biraz ilerimde durup ona bakarken “Tanrı aşkına sakin ol biraz” diye konuştu.

“Nasıl sakin olayım ha! Söyle!” birden ellerini altındaki kaputa sertçe vurduğunda yerimde irkildim “Nasıl sakin olayım!”

Yerinde doğrulup bir eliyle yüzünü sıvazlarken ona doğru dönmüştü. Ellerini iki yana indirdi “Nasıl oynuyorlar benimle görmüyor musun?”

Neden çoğul konuşuyordu?

Bakışlarım o yaşlı polise kaydı istemsizce. Yanındaki diğer polis memuruyla konuşuyordu şimdi.

O muydu bahsettiği kişi?

“Görüyorum. Bu yüzden kendini kaybetmemeni istiyorum ya!” Ranvir’in sesiyle tekrar onlara döndüm.

Virat’ın gittiği yönü işaret ederek “O şerefsizi içeri tıkmadan bana gün yüzü yok!” diye bağırdı.

Onu ilk defa bu denli öfkeli görüyordum. Gömleğinin açıkta bıraktığı teni ve boynu kızarmış damarları belirginleşmişti. Yüzündeki kaslar bile seğiriyordu.

“Evet amacımız bu zaten ama bu şekilde değil! Tutmasam adama saldırıyordun, böyle konuşmamıştık!” Ranvir de artık öfkesini gizlemiyordu.

“Saldırmak mı?” Barun siniri bozulmuşçasına histerik bir şekilde gülerken ellerinin yumruk olduğunu gördüm. Sanki keşke daha fazlasını yapabilseydim der gibiydi. “Söylediklerini yalnız ben mi duydum? Resmen bu yaşananlar için bana hesap soruyor? Bunları sineye çekmemi bekleme benden!”

Ranvir derin bir soluk bıraktı “Oyunlarına geliyorsun Barun. Savcının gözü önünde adamın üzerine yürüdün. Tek istedikleri senin her şeyini kaybetmen ve sen onlara koz veriyorsun”

“Umurumda mı sence bu?!” Ranvir’e doğru bir adım attığında bir an ona yumruk atacak sandım. Yerinde zor duruyor gibiydi. “İstedikleri kadar üzerime oynasınlar geri çekilmeyeceğim!”

Nefesimi tutmuş sesimi çıkarmadan onları izlemeye devam ettim. Bir yandan da Virat denen adama içimden bildiğim bedduaları sıralıyordum.

Ranvir kollarını iki yana açarken “Savcı resmen sana göze battığını ima etti Barun! Üstüne dosya Amir Prabal’ın elinde. Neler yapabileceğini sen benden çok daha iyi biliyorsun!” diye konuştu sinirle. Onun öfkesini anlıyor ama ona zarar gelmesini istemiyordu. Bu yüzden sinirleniyordu onun bu tavrına.

Savcı gerçekten kızmış gibiydi en son. Bir devlet adamının böyle bir meseleye bulaşması ve muhtemelen hakkında duyduğu haberler onu rahatsız etmiş olmalıydı.

Ve tahmin ettiğim gibi o polisle bir derdi vardı. Neden Barun ile uğraşıyordu? Yoksa şu karakol ile olan kötü anıları ile ilgili miydi bu durum?

İkisi de gözlerini birbirine dikmiş öfkeyle solurken Barun onun söylediklerini sindirmeye çalışıyor gibiydi. Ranvir sakinleşmek adına derin bir nefes alıp verdi. “Bu yüzden aklını başına topla. Beni dinle ve bu meseleyi bir süre uzaktan takip et” diye konuştu daha sonra.

Barun öfkeyle bir ses çıkardığında beklemediğim bir anda soluna dönüp öndeki aracın arkasına yumruğunu geçirdi. Kendini alamayıp bir tane daha yumruk attı. Ağzımdan şaşkınlıkla bir nida dökülürken ona doğru bir adım atmıştım istemsizce. Ranvir’e baktığımda kılını kıpırdatmadan onu izlediğini gördüm. Hala dışarıda olan birkaç çalışanın şaşkın ve korkak bakışlarının üzerimizde olduğunu fark ettim.

Barun hızlı hızı soluyarak başını arabanın arkasına yasladığında yumruk olan eli bedeninin yanına düştü. Yaralanmış mı diye elini görmeye çalıştım ama bir şey gözükmüyordu buradan. Birkaç saniye öylece durup sakinleşmeye çalıştı. Ranvir’in de sol elini sağ dirseğine yaslayıp burun kemerini sıktığını gördüm. Bu hali ona yabancı değildi anlaşılan.

Çok geçmeden Barun yüzünü döndüğünde ateşi sönmemişti ama harı dinmiş gibiydi. Gözleri gözlerime değdi. Sonra bu halinden çekinir gibi gözlerini kaçırdı hemen benden ve yanıma doğru adımladı.

“Neden arabada değilsin?” dedi soğumuş sesiyle. Öfkeli olmaktan çok havası inmiş bir balon gibiydi şu an.

Üzerime yürüdüğü için geri adım attım reflekssen. Ranvir sürücü koltuğuna geçerken gidiyor olduğumuzu anladım. Barun bir şey dememişti oysa bunun hakkında.

O hala yüzüme bakmazken “Beklememi söyledin, nerede olduğunu belirtmedin” diye hatırlattım.

Yolcu koltuğunun kapısına giden eli duraksadı. Bu kısa sürerken bir şey söylemeyip kapıyı açtı. Şimdi oldukça yakınımdaydı. Bakışlarım kapının üzerindeki sağ eline indi. Eklem yerlerinde küçük kesikler vardı ve etrafları morarmaya başlamıştı.

Bir şey söylemeye çekindim. Zaten öfkeliydi. Omuzlarım düşerken tamamen geri çekildim ve bende arka kapıyı açıp bindim. Benden sonra o da arabaya bindiğinde dışarıda olan korumalarda araçlarına binmişti. Önce arkamızdaki araç çıktı bahçeden ardından biz.

Yola çıktığımızda Barun camını indirdi ve sesli bir nefes bırakırken arkasına yaslandı. Hala sakinleşmeye çalışıyor gibiydi. Ranvir uzanıp radyoyu açtı. Ekranda bir yerlere basarak bir şey ayarladı sonra. Tanıdık o adamın sesi doldurdu arabayı. Barun’un sevdiğine emin olduğum adam. Onun için açmıştı Ranvir de muhtemelen.

Eve varmamız da çok uzun sürmemişti. Ben emniyet kemerimi çözerken Barun hiçbir şey söylemeden arabadan inmişti. Ranvir’e baktığımda bunu garipsemediğini gördüm.

“İyi geceler” dedim hafifçe gülümseyerek. Gerçi artık sabah olacaktı ama neyse.

Dikiz aynasından benimle göz teması kurarken o da yorgun bir şekilde tebessüm etmişti “İyi geceler Geeta”

Barun’un beni giriş kapısında bekliyor olduğunu görürken adımlarımı hızlandırıp merdivenleri çıktım. Yanına geldiğimde konuşmadan birlikte içeri girdik. Konuşmak istiyordum ama çekiniyordum. Bugün daha fazla canını sıkmasam iyiydi.

Salon kısmının ışıklarının açık olduğunu fark ettiğimizde bakışlarımız oraya döndü. Çetan amca ve Aisha üzerlerindeki gecelikleriyle koltuklarda oturuyorlardı.

Bizi ilk fark eden Çetan amca olurken ayağa kalkmasıyla Aisha’nın da gözleri bize döndü ve o da ayaklandı. İkisi de oldukça endişeli gözüküyordu. Barun adımlarını merdivenlerden şaşırmazken onlar önümüze gelmişti.

“Abi,” Aisha onun iki kolundan tuttuğunda daha çok kendisi ayakta durmakta zorlanıyor gibiydi. Gözleri anlık bana da dönerken gözlerinin dolmuş olduğunu fark etmiştim. “İyi misin, neredeydiniz?”

Barun derin bir nefes alıp verirken “Sizin ne işiniz var bu saatte ayakta?” diye sordu kayıtsız bir sesle. Onun sorularını duymazlıktan gelmişti.

“Amir Prabal arayıp haber verdi. Nisha’nın annesi vefat etmiş.” Çetan amca onun sorusunu yanıtladığında sesi gerçekten üzgün geliyordu. Tıpkı ona olan bakışları gibi. Bu cenaze dönüşü olan hallerini hatırlattı tekrar bana. “Yeni bir savcı atamışlar dosyaya. Prabal başının dertte olduğunu söyledi. Neler oluyor oğlum?”

Bu polis memuru ne yapmaya çalışıyordu? İyi miydi kötü mü?

“Ne yapacaksın, yardım mı edeceksin?” onu tersliyordu ama sesinde en ufak bir öfke kırıntısı yoktu.

Çetan amcanın cesaretinin kırıldığını gördüm ama pes etmedi “Elimden geleni yaparım elbette oğlum. Sen gel neler olduğunu doğru düzgün anlat bana önce” dedi, sesindeki umut elle tutulur cinstendi.

Aralarının bozuk olmasına ne kadar üzüldüğü belliydi. Bunu düzeltmek için çabalıyordu. Ancak Barun’un buna pek niyetli olduğu söylenemezdi. Şimdi de öyle oldu.

Birkaç saniye yüzüne baktı öylece. Çetan amca onun gözlerinde ne görmüştü bilmiyorum ama yüzünün aldığı kederli ifade içimi burktu.

“Geç kaldın Çetan Khan” diye konuştu katı bir sesle. Oysa bu cümleden derin bir kırgınlık sezmiştim. “Sana mümkün olduğunca benimle konuşmamanı söylemiştim. Babaannem ve dedem olmasa bu evde bir dakika bile kalmayacağımı biliyorsun”

“Abi” Aisha araya girdiğinde bakışlarım ona dönmüştü. Barun’a korkuyla bakarken sol gözünden bir damla yaş aktı.

Barun ona dönüp bakmadı ama. Bu benim bile içime dokunmuşken onun ne kadar kırıldığını düşünmek canımı yaktı. Abisinin kendilerine bir duvar örüşüne en çok üzülenlerden biri de oydu. Nasıl olmuşta bu hale gelmişlerdi merak ediyordum.

Çetan amca Barun’a doğru bir adım atarken “Oğlum böyle konuşma. Her şey geçmişte kaldı. Ben sadece hatalarımı telafi etmek istiyorum” diye konuştu gözlerindeki gibi sesindeki pişmanlıkla.

“Ne değişti ki?” sesinde gerçek bir merak vardı ama geri adım atmamış yumuşamamıştı. “Benim de oğlun olduğumu mu hatırladın?”

Çetan amcanın yüzündeki keder artarken kafasını iki yana salladı. Yapma der gibi. “Asaf-”

“Ya da boş ver. Merak etmiyorum artık” diyerek sözünü kestiğinde daha çok ona böyle seslenmesi canını sıkmış gibi duruyordu. “Pişman olmanda hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Vazgeç. Geçmişte olduğu gibi”

Sözleri içime otururken kaşlarımı çatmadan edemedim. Neden böyle konuşuyordu? Bu kadar katı olmak zorunda mıydı?

“Ben senden hiçbir zaman vazgeçmedim” dedi Çetan amca kararlı bir sesle.

Bu ne demek oluyordu? Ragini Hanım ile yaptığı evliliğin bununla ne ilgisi vardı? Belli ki konu sadece bu değildi. Başka şeyler de yaşanmıştı. Çok kötü şeyler…

Barun’un yüzüne baktığımda dudağının kenarının kıvrılır gibi olduğunu gördüm. Oysa gözleri boş bakıyordu. “Sen gerçekten unutmuşsun olanları. Beni dinlemeyişini. Beni suçlayışını. Bana inanmayışını. İstemediğim halde beni başka bir ülkeye postalayışını…” dudaklarındaki gülümseme solup sesi iyice katılaşırken ekledi. “Ben ölsem unutmam”

Duyduklarım karşısında şok olmuştum. Gerçekten aralarındaki mesele benim sandığımdan çok daha farklıydı. Neden onu suçlamıştı? Ne olmuştu da ona inanmamıştı? Başka bir ülkeye gönderdin derken İngiltere’ye gitmesinden mi bahsediyordu?

“Abi, lütfen…” Aisha titreyen sesiyle konuştuğunda gözyaşlarının hızlandığını gördüm. Yanına gitmek istesem de konuşmalarının bitmesini bekledim.

Barun bakışlarını bir an olsun babasından ayırmadı. Yutkunduğunu gördüğümde “Beni o zaman umursamadın, bu saatten sonra da umursama. Benim sana ihtiyacım yok. Her ikimizde annemi daha fazla üzmeyelim en iyisi.”

Çetan amcanın gözlerinden içindeki yıkımı izledim. Yutkunmaya çalışırken suçlulukla gözlerini kaçırdı ondan. Barun başka bir şey söylemesine kalmadan yanından geçip merdivenlere yöneldiğinde Aisha vakit kaybetmeden peşinden gitti.

Ne yapacağımı bilemez bir şekilde olduğum yerde birkaç saniye dururken bakışlarım Çetan amcaya döndü. Onun gözleri donuk bir şekilde yerdeydi. Birden sendeler gibi olduğunda ileri atılıp koluna girerek destek oldum. Bana tutunurken kesik nefesler aldığını duydum.

“Gelin şöyle oturun biraz” Onu tekrar koltuklara yönlendirirken ilerlemesine yardımcı oldum.

Onu koltuğa oturttuğumda sırtını koltuğa yasladı hemen güçsüzce. Bende yanına koltuğun ucuna oturup ona doğru döndüm. Eli kalbine giderken yüzü kasılmış gözlerini kapatmıştı.

Endişeyle üzerine eğilirken “Çetan amca, iyi misiniz?” diye konuştum.

Acı çeker gibi dudaklarından fısıltı şeklinde inlerken kalp krizi geçiriyor olduğundan korkup panikledim. İleri atılıp gömleğinin ilk iki düğmesini açıp yakasını genişlettim.

Ne yapmalıydım? Akash’ı mı çağırsaydım? Evde miydi acaba? Barat Bey’i çağırsam odasını bilmiyordum. Gidip en iyisi yine Barun’u çağırmaktı.

“Ben hemen Barun’u çağırıp geliyorum”

Gitmek için ayaklandığımda Çetan amcanın elimden tutmasıyla ona doğru döndüm tekrar ve yanına geri oturdum “Çağırma… İyiyim” diye konuştu zar zor. Dokunsam ağlayacak bir ifadesi vardı yüzünde.

“Emim misiniz? İyi görünmüyorsunuz”

Ağır bir şekilde başını salladı “İyiyim. Bana bir su getirebilir misin kızım?”

“Tabii”

Tekrar ayaklanıp mutfağa doğru adımladım. Bu tarafın loşluğu içimi ürpertmişti yine. Neyse ki mutfağa girmeme gerek kalmadan yemek masasının üzerinde sürahi ve bir su bardağı görmüştüm. Suyu doldurup ona götürdüm. Döndüğümde soluk alışverişleri biraz düzelmiş gibiydi. Uzattığım bardağı alıp teşekkür etti ve dudaklarına götürdü. Ellerinin titrediğini o zaman fark ettim. İçim burkuldu bu görüntüyle. Yanına oturdum ve üzgün bakışlarımı üzerinden çekmedim.

Boş bardağını doğrulup önümüzdeki sehpaya bıraktı. Dirseklerini dizlerine yaslarken başını ellerinin arasına almıştı. Sesli bir nefes bıraktı sonra.

“Kimseyi çağırmamı mı istediğinizden emin misiniz?” diye sordum endişemi gizlemeyerek.

Başını tekrar kaldırdı “Sağ ol kızım. İyiyim”

Peki dercesine başımı eğdim sadece. Dalgın bakışları ileride zemindeydi. “Bunlar nasıl bir aile böyle, bu nasıl bir baba diyorsundur sen şimdi?” diye konuştu sonra. Sesi o kadar kırgın geliyordu ki bu içimdeki huzursuzluğu arttırmıştı.

“Estağfurullah” dedim üzgün bir sesle. Dudaklarımı yaladım. “Her ailede olur böyle kırgınlıklar, pişmanlıklar…”

“Çok kızgın bana. Hem de çok” dedi mırıldanır gibi. Sonra bir ah çekti güçlükle. Yüzündeki keder alnındaki ve gözlerinin altındaki kırışıklıkları arttırmış gibi daha yaşlı gözüktü gözüme o an.

“Nisha’nın üzüntüsünü atlatamadan annesini de kaybetmek onu sarstı. Üstüne bakımevindeyken Nisha’nın babası geldi oraya yine. Onun öfkesini sizden çıkardı” dedim onu bu konuda teselli etmek ister gibi.

“O adam başına bela oldu değil mi?” diye sorarken bakışlarını bana çevirmişti.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Ona Virat’ın arkasında başka birileri olduğunu söylemeli miydim? Hayır Ezgi dedi içimdeki mantıklı taraf. Sana güvendiği için anlattı bunları. Onun izni olmadan bunu kimseye söyleyemezdim. Karışmamalıydım bu meseleye.

Kafamı salladım sadece onu onaylayarak. Sıkıntıyla bir nefes verdi ve bakışlarını ellerine çevirmişti.

“O küçük kıza ve annesine bu kadar bağlandığını bile göremedim. Çocukken de duygularını kolay belli edemezdi ama benden bir şey saklamazdı. Şu geldiğimiz hale bak. Şimdi onun için bir yabancıdan farkım yok ve bunların hepsi benim yüzümden” Dudaklarında acı bir tebessüm oluştu.

Üzgünce dudaklarım büzüldü benim de. “Böyle söylemeyin”

Bakışlarını tekrar zemine çevirdiğinde çok şey anlatmak istiyor ama buna gücü yokmuş gibi duruyordu. “Benim babam da annemle birlikte öldü dediğinde bana olan öfkesinden böyle söylediğini sanmıştım. Ancak onu öyle çok kırmışım ki kendine bile düşman etmişim onu. Ben kendimi affedemiyorken ondan nasıl beni affetmesini isteyebilirim ki?”

Gerçekten böyle mi söylemişti? Yutkundum. Onu bu kadar silecek ne yapmıştı babası ona? Çetan amca neden zorla onu yurt dışına göndermişti?

“Ne yaşadığınızı ve bu hale geldiğinizi bilmiyorum ama zor şeyler olduğu belli. Yine de birbirinize ne kadar kızgın ya da kırgın olursanız olun o sizin oğlunuz ve siz de onun babasısınız. Bunu hiçbir şey değiştiremez. Asıl şimdi pes ederseniz onu tamamen kaybedersiniz” dedim cesaret vermek istercesine.

İç çekti. Gözleri bana döndü. Koyu kahveleri pişmanlıkla parlıyordu. Ona bakarken Barun’un yirmi sene sonraki haline bakıyor gibi hissediyordum. Bu benzerlik bile içimi burktu o an. “Gördün. Ben onu çoktan kaybettim. Geç kaldım. Onu anlamak için çok geç kaldım” dedi buruk bir sesle.

“Dedem hep der ki ölümden gayrı hiçbir şeye imkânsız demeyeceksin bu hayatta. Demek istediğim şükür ki ikinizde sağsınız. Bu yüzden hiçbir şey için geç değil Çetan amca”

Gözlerimin içine baktı düşünceli bir şekilde. Ne demek istediğimi anladığını biliyordum. “Haklısın” dedi dalgın bir sesle. Gözlerini kapatıp açarken yerinde toparlanmaya çalıştı.

Uzanıp elimi tuttuğunda bakışlarına minnet duygusu eklenmişti. “Sağ ol kızım”

Diğer elimi elinin üzerine koyarken tebessüm edip başımı eğdim bende. Hiçbir şey yapmamıştım oysa. İki çift laf etmiştim. Keşke elimden daha fazlası gelseydi. Hepsi mutlu olmayı hak eden insanlardı.

“Aisha bir değişiklik olmadığını söyledi abin için ama yeni bir haber var mı?” diye sorarak bunu tescillemiş oldu. Kendi dertlerinin yanında beni de düşünmeleri beni daha çok mahcup hissettiriyordu.

Büyük elini sıkarken gözlerine bunun için teşekkür edercesine baktım ve kafamı iki yana salladım. “Hayır yok maalesef”

“Allah’tan ümit kesilmez. Sen duanı eksik etme” dedi babacan bir sesle. Gözlerim dolarken başımı eğdim yavaşça. Elimin üzerine hafifçe vurdu sonra “Ben daha fazla tutmayayım seni kızım. Saat de epey geç oldu, uyu dinlen biraz”

O da yorgun gözüküyordu. İki cümlenin bile insanı yorabileceğini o zaman anladım. “Siz de uyuyun. Söylediklerimi de bir kere daha düşünün lütfen”

Buruk bir şekilde gülümsemeye çalışırken başını eğdi sadece. Ellerimi çekip usulca ayaklandım yanından. “İyi geceler”

“İyi geceler kızım”

O tekrar arkasına yaslanırken bende arkamı ona dönüp merdivenlere yöneldim. Üçüncü kata geldiğimde etraf loş olduğu için hızlı davranıyordum. Ancak onun odasının kapısına bakmadan edemedim. Nasıl olduğunu merak ediyordum.

İç geçirdim. Önüme dönüp koşar adım Asiha’nın odasına girdim hemen. Odasının ışığı açık olunca odaya geçtiğini düşünmüştüm ama yoktu.

Hala onun yanında mıydı?

Umarım Barun onunla konuşmuştur. Konuşmasa bile onun için ne kadar üzüldüğünü görüp yanında durma şansı vermiştir ona.

Sıkıntıyla bir nefes alıp verirken Aisha’nın dolabına ilerledim. Gece giydiğim beyaz geceliği çıkardım ve giydim. Çıkardığım kıyafetleri katlayıp yerine koydum. Kapıya dönük bir şekilde yatağa oturduğumda Aisha’nın gelmesini beklemeyi düşündüm. Gözlerim acıyordu aslında ama uyumak istemiyordum.

Boşluğa düşmüş gibi hissediyordum. Nisha ve Satvari Hanım’ın gidişinin etkisini atlatamamışken Aisha’ların bu durumunun üzüntüsü oturmuştu göğsüme.

Derin bir nefes alıp verirken elimi ihtiyaçla başıma götürdüm ve fularımı çözdüm. Elime aldığım fuları burnuma götürdüm dolan gözlerimle. Sanki babamın kokusunu içime çekebilecekmişim gibi. Ona sarılmaya çok ihtiyacım vardı.

Benim birine sarılmaya ihtiyacım vardı…

Ne zaman kendimi kötü hissetsem yanımdakine sarılırdım hemen. Bu yalnız olmadığımı hissettirirdi. Bence dünyadaki en güzel şeydi sarılmak.

Burnumun direği özlemle sızlarken elimdeki fuları şifonyerin üzerine bıraktım usulca. Gözlerim çerçeveden gülümseyen Aisha ve annesine takıldı. İçim daha çok burkuldu. Bakışlarımı kaçırdım.

Tuhaf değil miydi? Bir zamanlar yanınızda olan, sarılıp beraber güldüğünüz bir insanın artık sadece fotoğrafta görebiliyor olmanız?

Fotoğraflar anıları ölümsüzleştirirken o insanları da bizim için ölümsüzleşitiriyorlardı…

Gözümün önüne Yiğit abimle olan bir sürü anım gelirken yüreğimde derin bir sızı oluştu. Öyle ki bir an nefes alamayacakmış gibi hissettim “Allah’ım ne olur… ne olur abimi bize bağışla” daha fazla tutamadım gözyaşlarımı. Çok bile dayanmıştım.

Omuzlarım sarsılarak ağlamaya başladığımda hıçkırığımı bastırmak için elimin tersini titreyen dudaklarıma bastırdım. Çok geçmemişti ki kapı açıldı ve içeri Aisha girdi. Beni ağlarken görmesiyle anlık bir bocaladı. Onun da benden pek bir farkı yoktu. Gözlerinin içi kızarmıştı. Onu beklediğimi belli eder gibi ayaklanıp ona doğru adım attığımda o da ne yaptığımı anlayıp bana doğru adımladı hemen. Kollarımızı birbirimize doladık ve öyle ağlamaya devam ettik.

Bu şekilde konuşmadan anlaşabilmemiz içimi ısıttı. Başımı omzuna yaslarken ihtiyacım olan şey tam olarak buydu. Hıçkırığım tutmuştu hemen. Birbirimizden ayrıldığımızda bir şey konuşmadık. O benim neden ağladığımı biliyor gibiydi ben onun neden ağladığını biliyordum.

Onun ışıkları kapatmaya gittiğini görünce hemen gece lambamı açtım bende. Birbirimize dönük bir şekilde yatağa girdiğimizde buruk bir şekilde gülümsemeye çalışıp kollarımı açtım tekrar. Sarılarak uyuyabiliyor muydu bilmiyordum ama ihtiyacı olduğunu hissediyordum.

Tanışalı bir hafta bile olmamıştı ama ben onunla yıllardır dostmuşuz gibi hissediyordum. Bu yüzdendi çekinmeden ona karşı her şeyimi paylaşmam. Hiç beklemeden sokuldu yanıma. Başını göğsüme yaslarken belime sarıldı. Onun da böyle hissettiğini biliyordum. Bende kollarımı bedenine sardım. Bu gece kelimelerle değil kollarımızla teselli ettik birbirimizi.

Sabah benim namaz için çalar saatle kurduğum alarmın sesiyle uyandığımda hala aynı pozisyondaydık. Ondan kollarımı ayırıp alarmı kapattığımda yerinde kıpırdandı ama uyumaya devam etti. Onu uyandırmamaya dikkat edip yataktan kalktım ve namazımı kıldım.

Emanetim olan seccadeyi ve örtüyü özenle katlayıp geri yerine koydum. Saat beşi geçiyordu. Normalde bu saatlerde kaymakamlığa giderdik ama anlaşılan dün olduğu gibi bugün de geç gidecektik. Yoksa Barun çağırmaya gelirdi. Bu yüzden tekrar Aisha’nın yanına yatağa girdim ve acıyan gözlerimi kapattım. Uykuya dalmam bu defa zor olmamıştı.

Gözüme vuran güneşle yüzümü buruştururken birtakım sesler duydum ve gözlerimi araladım. Aisha karşımdaki penceresinin perdelerini çekiyordu. Üzerinde hala sarı renkteki geceliği vardı. Yeni kalkmış olmalıydı o da.

Uyandığımı görünce “Günaydın” dedi keyifli görünmeye çalışarak. Beceriyordu da şayet gözlerinin kızarıklığı buna tezatlık oluşturuyordu.

“Günaydın” dedim bende ona ayak uydurup. “Saat kaç?”

“Dokuza geliyor” dediğinde yerimde doğrulmuş sırtımı başlığa yaslamıştım. O da işini bitirmiş karşıma oturarak yatakta bağdaş kurmuştu.

“Barun çağırmak için gelmedi mi?” diye sordum.

Annemler hala uyanmamış mıydı acaba? Arayan olmadığına göre hala bir değişiklik yoktu. Omuzlarım düştü istemsizce.

Yüzü düşer gibi oldu. “O sabaha doğru uyudu muhtemelen. Bugün geç gidersiniz. Belki de gitmezsiniz hiç” dedi düşünceli bir sesle.

Kaşlarım hafifçe havalandı. “Yanına mı gittin?”

“Normalde bu saate kalmaz diye merak edip bakmaya gitmiştim. Gece ben yanından ayrıldıktan sonra çalışma odasına geçmiş. Orada uyuyakalmış. Uyandırmadım bu yüzden”

Dudaklarım üzgünce öne doğru büküldü. Uyuyamamıştı belli ki ve yine çalışmaya vurmuştu kendini. Neden şaşırıyorsam?

“Dün gece konuştu mu seninle?” Sormayacaktım aslında ama dayanamamıştım. Onu daha fazla üzmekten korkuyordum.

“Konuşmadık. Canı yanıyorsa pek konuşmaz zaten.” Gözleri dalgın bir şekilde kucağındaki ellerindeydi. Buruk bir tebessüm belirdi sonra dudaklarında. “Sarılmama ses etmedi ama. Uzun zaman sonra sarıldım ona”

Canı yanıyorsa pek konuşmaz…

İç geçirdim üzüntüyle. Sesindeki çocuksu sevinç içimi burkarken bende gülümsemeye çalıştım. Sarılışına karşılık vermemişti ama o yine de mutluydu. Bende kaçmadığına sevinmiştim. O da er geç anlayacaktı bu inadının gereksiz olduğunu.

Uzanıp elini tuttuğumda bakışları bana döndü. Dolmuştu yeşilleri ama dudakları gülümsüyordu. Elimi sıktı. İçim hafiflemişti bu anla birlikte. Aralarının iyi olmasını ne kadar çok istediğimi o zaman fark ettim. Gözlerinin içine bakarak gülümsedim bende.

Aklıma Çetan amcanın geceki hali geldiğinde gülümsemem çizgi halini aldı “Aisha, Barun’u İngiltere’ye gönderen Çetan amca mıydı gerçekten?”

Onun yüzündeki ifade de kedere dönüşürken “Evet… babam gönderdi onu” diye konuştu.

“Neden peki?”

Bakışları ellerimize döndüğünde iç geçirdi “Abim… çocukken öfkesini kontrol edemezdi. Annem ve babam bunun için onu psikoloğa götürmek istemişlerdi ama abim bu işe pek yanaşmadı. Annem de zorlamadı, kendisi konuştu onunla hep. Annem hayattayken burada değil başka bir evde yaşıyorduk biz. Annem tedavi için hastaneye yatırıldıktan sonra babam bizi buraya getirdi. Annem gittikten sonra da… babam kayboldu uzun bir süre”

Öfke kontrol sorunu varmış. Şu an pek öyle durmuyordu ama çocukken daha zor olmalıydı öfkesini kontrol etmek. Annesi hayattayken kendi evlerinin olduğunu Barun’dan öğrenmiştim zaten. Ancak o bilmiyordu.

“Sonra Akash abimleri getirdi buraya. Ragini ile evlilikleri herkes için beklenmedikti. Evde bir kaos başladı. Abimin aksine ben öfkelenmedim bu duruma. Hayatımız birden öyle altüst olmuştu ki hala olduğumuz durumu kabullenemiyordum. Tek yaptığım korkmak ve abime tutunmaktı”

Yutkunduğunda gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Diğer eliyle yanaklarını kuruladı. Elini sıktım destek olmak istercesine.

Bu çok zor bir durumdu. On iki yaşındaydı ve annesini kaybetmiş tüm düzeni tepetaklak olmuştu. Ragini Hanım’a sadece ismiyle seslenmesi dikkatimi çekmişti. Hala herhangi bir nefret ya da sevgi yoktu sesinde. Ona rağmen Akash’a neden saygıyla abi demeye başladığının merak ediyordum.

“Babam anlaşmalı bir evlilik olduğunu açıklasa da abim uzun bir süre onları kabullenmedi. Sürekli bir olay çıkardı. Okuldan şikayetleri artıyordu. Babamda öfkeleniyordu buna. Her gün tartışıyorlardı. Bir defasında Akash abim ve ikisi yüzü gözü kan içinde geldiler okuldan. Akash abim daha kötüydü. Ragini ona fazla düşkün olduğu için ortalığı ayağa kaldırdı hemen. Abime kızdı. Babam da araya girip neler olduğunu sordu. Akash abim başka birileriyle kavga ettiklerini söyledi ancak Ragini inanmadı buna. Abimi koruduğunu düşündü. Babam da onları getiren şoföre sordu bir şey gördü mü diye ve adam abimi Akash abimin üzerinden zor aldığını söyledi”

Duyduklarım karşısında şaşırmadan edemedim. Ne geçmişti aralarında? Kim doğruyu söylüyordu?

“Babam çok öfkelendi. Abimi cezalandırdı. Ancak bu sürtüşmeler devam etti. En sonunda ise… Bir gün telefon geldi. Akash abim hastaneye kaldırılmış. Apar topar hastaneye gittik. Abim de oradaydı. Yaralıydı. Polisler gelmişti. Babamla konuştular, onu hiç bu kadar öfkeli görmemiştim. Akash abimin yüksek bir yerden düştüğünü ve kafasındaki yara derin olduğu için ameliyata aldıklarını söylediler” Aisha’nın sesi gittikçe boğuklaşırken gözyaşlarını saklamak isteyerek başını eğdi. Ben ise katlanan şaşkınlığım ile onu dinlemeye devam ediyordum “Ragini öfkeyle abime saldırdı. Onu suçladı. Ambulansı çağıran köylülerin ifadesine göre yanında sadece abim varmış. Bu yüzden soruşturma için onu karakola götürmek istediler. Babam buna engel olabilirdi ki abim hiçbir şey yapmadığını söyledi ancak babam onu dinlemedi. Bu olay bardağı taşıran son damla oldu.”

Duyduklarıma inanamıyordum gerçekten. Barun ve Akash arasındaki olaylara mı şaşırayım yoksa işlerin bu kadar ciddiye binmesine mi şaşırmalıydım bilmiyordum. Annesinin eşyaları yüzünden Çetan amca ile tartıştıkları sabah Akash ile karşı karşıya gelmişlerdi. Ragini Hanım’ın gözlerindeki korku bu yüzden miydi?

Yutkundum. Ne olmuştu o gün? Gerçekten o yapmış olamazdı. Mutlaka başka bir şey olmuş olmalıydı.

“Akash” dedim temkinli bir şekilde “O anlatmadı mı ne olduğunu?”

Kafasını kaldırırken “Hatırlamıyordu ki… Sadece abimle aralarını düzeltmek için konuşmak istemiş ve abimi kendisi götürmüş oraya. Kaza dedi sonra, abimi suçlamadı” diye konuştu boğuk sesiyle. Dudaklarım büzüldü üzgünce.

Akash’ı çok iyi tanımıyordum belki ama yalan söylediğine inanmak istemiyordum. Dürüst birine benziyordu. Barun’un da böyle bir şey yapabileceğini düşünmüyordum. Kesinlikle bir kaza olmalıydı.

“Abim iki haftaya yakın ortalıkta gözükmedi. Yanına gitmek istiyordum ama nerede olduğunu bilmiyordum. Babamda hiçbir şey söylemiyordu. Ne kadar saklamaya çalışsa da olay bir şekilde yayılmıştı. Herkes başka bir şey söylüyordu. En sonunda eve geldiler ikisi birlikte. Ragini aynı yerde bulunmak istemedi abimle. Babam zaten çoktan kararını vermişti. Onu İngiltere’ye göndereceğini söyledi. Abim gitmek istemedi… Bende istemedim gitmesini… Babaannem de buna karşı çıkarken babamla tartıştılar”

Barun’un ne kadar kırılmış olduğunu tahmin etmek zor değildi. Babası ona inanmamış üstüne istememesine rağmen başka bir ülkeye göndermişti.

“Sen onun yaptığına inandın mı peki?” diye girdim araya. Sesi onu suçlar ya da bu olanlara inanırmış gibi değildi zaten ama yine de duymak istemiştim.

Gözlerinden yaşlar akarken başını eğdi yine. Kafasını iki yana salladı sonra “Yapmadığına eminim. Öfkesini kontrol edemiyor olabilirdi ama abim asla birini öldürecek yüreğe sahip değil. Babam da bunu biliyordu sadece onları bir süre ayrı tutmak ve abimin sadece eğitimine odaklanması için böyle bir karar aldığını söylemişti bana. Ancak abimin buna ne kadar kırılacağını hesaba katamadı”

İçim burkuldu. Çok pişman olmuştu sonra da. Kırgınlıkları onarmak zordu. Bir de Barun kadar inatçı bir adam ile karşı karşıyaysanız daha zordu belli ki.

“Neden onu daha önce çağırmadı peki? Üniversiteyi bitirmesini mi bekledi?”

İç geçirdi yine üzgünce. Omuzları çökmüştü iyice “Babam özel bir yurt ayarlamıştı ona ancak abim bir süre sonra oradan ayrılmış. Benim telefonum yoktu o zaman. Haber alamıyordum. O da diğer hiç kimsenin aramalarına dönmüyordu. Daha sonra numarasını değiştirmiş. Uzun bir süre haber alamadık ondan. Babam endişelenip kalkıp gitti onu bulmaya”

Nereye kaybolmuştu? Babasıyla konuşmasa bile diğerlerini haberdar etmeliydi en azından. İnsanları endişelendirmenin ne anlamı vardı?

“Çok geçmeden geri döndü babam. Tek başına… Abimin iyi olduğunu söyledi. O çok kötü görünüyordu ama. Sanki annemin cenazesinden sonraki haline dönmüştü… Bir süre sonra da valilikten istifasını istedi. Ne konuşmuşlardı ya da ne olmuştu bilmiyordum ama babamı sarstığı belliydi. Geri dönmeyecek mi diye sormuştum abim için. Dönmeyecekmiş dedi. İnanmadım… Zaten kızgındım ona hiç ziyarete gelmediği için… Beni öylece bırakamazdı. Benim için döneceğini biliyordum. Öyle de oldu. Benim için döndü… Ancak bende onu buna pişman ettim”

Dün gece Çetan amcanın söyledikleri geldi aklıma. Benim babam da annemle birlikte öldü demiş Barun ona. O zaman mı söylemişti yoksa bunu? Bu yüzden mi mesleğinden bile soğumuş devam etmemişti?

Gözyaşları tekrar hızlanırken burnunu çekti. Elini okşadım üzgünce ve yatakta ona doğru sokuldum biraz daha. Bir de onların meselesi vardı. Onu da anlatmasını isterdim ama bu bile onu yeterince üzmüştü.

“Böyle düşünme Aisha. O hala size değer veriyor. Bundan eminim” diye konuştum samimiyetle.

Yaşlı yeşilleri gözlerime çıktı bununla birlikte “Sana bir şey mi anlattı?”

“Hayır anlatmadı… ama bazen saklamıyor da. Gözlerinde görüyorum” dedim. Anladım dercesine kafasını salladı. Bende en az onun kadar biliyordum artık abisinin kapalı bir kutu olduğunu.

“Seninle ailen dışında konuşuyor mu?” diye sordu bu defa.

Aklıma direkt birbirimizi kırdığımız için özür dilediğimiz gece geldi. Nisha’yı anlatmıştı. Belki de farkında olmadan hislerini de…

Benim ona anlattıklarım daha çoktu elbette. Zaten ben konuşmasam onun konuşacağı yoktu pek.

“Benimleyken konuşmaması mümkün değil sanırım. Çenesi düşük bir insanım yalan yok” dedim tebessüm etmeye çalışarak. “Daha çok benim hakkımda konuşsak da o da bilmemi istediklerini söylüyor bazen. İngiltere de okuduğunu biliyordum mesela ama istemeyerek gittiğini bilmiyordum”

“Anladım” dedi kısık bir sesle.

Gözleri tekrar dolduğunda bakışlarını kaçırmak istedi ama ona engel oldum “Aisha, o şu an zor bir zamandan geçiyor. Ayrıca çok üzgün. İnsan böyle zamanlarda yanında birine ihtiyaç duyar. Düşünemez olur. Duygularının çoğu zaman önüne geçemez. Barun da böyle hissediyor. Bu yüzden daha ılıman. Belki de benimle de bu yüzden konuşuyor. Bak dün seni de davet etmiş yemeğe. Eminim bunu yaparken tek düşündüğü senin yanında olmandı. Sonrasında farkına varmıştır ne yaptığının”

Uzandım ve usulca gözyaşlarını sildim. Dudaklarımda ise buruk bir tebessüm vardı. “Ona biraz zaman ver. Olabildiğince yakınında olmaya devam et ama pes etme. Yavaşta olsa buzları eriyecek. Her şey yoluna girecek, inan bana” diye devam ettim.

Yeşil hareleri parlıyordu şimdi. Söylediklerime ne kadar çok inanmak istediğini gördüm. Burnunu çekerken aramızdaki mesafeyi kapattı birden ve kollarını boynuma sardı. Sol gözümden bir damla yaş süzüldü yanağıma doğru. Ellerim beline dolandı benim de.

Umarım ikimiz de abimize kavuşuruz Aisha…

“Ezgi” dedi titreyen sesiyle. Gerçek ismimi bilerek kullandığını hissettim o an. İç geçirdi sonra. Kollarının sıkılaştığını hissettim “Bunu nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama çok teşekkür ederim… Umudumu diri tutmamı sağladığın için…”

Gözlerim doldu ama kendimi tuttum ağlamamak için. Bende daha sıkı sarıldım ona.

“İyi ki buradasın… Keşke daha farklı bir durumda tanışmış olsaydık…” dedi içli nefeslerinin arasından.

Bende bunu çok isterdim. Babam ve abimin iyi olduğu ve benim burada kaçak bulunmadığım bir zamanda tanışmak…

İç geçirdim bende üzgünce “Sende iyi ki varsın Aisha”

Bir süre öyle kaldık. İlk çekilen o olurken yanaklarını kurulayıp toparlanmaya çalıştı. Biz ne zaman konuşsak işin sonunun bu şekilde bittiğini fark ettim.

“Ben üzgünüm Aisha olanları hatırlatıp tekrar üzmek istemezdim seni. Bazen fazla meraklı olabiliyorum, kusura bakma”

Kaşları hoşnutsuzca çatılırken “Merak etmen çok normal, lütfen böyle düşünme. Ayrıca sen kusura bakma, senin derdin başından aşkınken bir de bizimkilerle uğraşıyorsun” diye konuştu hemen.

Buruk bir şekilde tebessüm ederken bende onun böyle düşünmesini istemediğim için kafamı iki yana salladım. Gülümsememe aynı şekilde karşılık verdi.

Gerçek ismimi söylemesi aklıma başka bir şeyi getirirken “Aisha senin de abin gibi Türkçe bir ismin var mı?” diye sordum. Barun için diğer ismini kullanan vardı ama onunkini duymamıştım. Belki de yoktu.

Ellerini yüzünden indirirken bakışları yatak örtüsünde kaldı. “Var… Abim koymuş hatta. Şeyda…” dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu. “Aisha’yı babam koymuş. Annem de iki isim arasında kalmış. Leyla ve Şeyda. İkisi de şairler tarafından aşkı temsil eden isimler... Abim üç yaşındaymış o zaman. Annem hangisi olsun diye sormuş ona da. Artık söyleyemediği için mi yoksa söylemesi mi hoş geldi bilmem derdi annem Şeyda deyip durmuş. Tam söyleyemiyormuş tabii Ada diyormuş”

Ada mı? Ya çok tatlı. Barun’u çocuk olarak hayal etmek zordu ama. Gerçekten tatlı mıydı yoksa yine suratsız mıydı acaba? Buruk bir tebessüm oluştu benim dudaklarımda da.

Annesinin bu kadar ince düşünerek isim seçmesi de çok güzeldi. Asaf'ı da Özdemir Asaf'tan mı koymuştu acaba? Bu seçimler tesadüf olamazdı diye düşünüyordum.

“Sanırım onu pek kullanmıyorsun?” diye sordum bu defa.

Bakışları yüzüme çıktı. "Bizimkiler pek kullanmaz. Babam bazen öyle seslenir. Annem ve abim... daha çok öyle seslenirdi. Abim aramız bozulduğundan beri bir kez olsun öyle seslenmedi bana. İsmimi en çok seven insan bile onu kullanmayınca bende kullanmaktan vazgeçtim. Bu yüzden bende Aisha'yı kullanıyorum"

Böyle düşünmesi kalbimi öyle kırdı ki ne söyleyeceğimi bilemedim. Bunu görmüş gibi buruk bir tebessümle bana baktı.

"İstersen sende Şeyda'yı kullanabilirsin. Senin için de kolay olur"

Kafamı iki yana sallarken "İsmin çok güzel ama seni böyle üzmek istemem. Hem ben alıştım Aisha'ya. O da güzel bir isim"

Tebessümü büyüdü "Hayır, böyle düşünme. Dilek'ler de Şeyda'yı kullanıyor. Dert etme yani bunu, hangisini istersen onu kullan. İkisini birlikte de kullanabilirsin. Kulağa pek uyumlu gelmiyor gibiler ama benim için sorun olmaz"

Şeyda Aisha... Belki öyleydi ama ikinci ismi yabancı olduğu içindi muhtemelen. Söyledikçe alışılacağını düşünüyordum.

Sevilay teyzelerin Barun yanımızda olduğu için ondan bahsettiklerini hiç duymamıştım bu yüzden ona Şeyda dediklerini bilmiyordum.

Anladım dercesine kafamı eğerken tebessüm ettim bende. "Anlamları ne isimlerinin peki?"

Bu bana Nisha'yı hatırlatırken içimin burkulduğunu hissettim tekrar.

"Aisha yaşayan demek. Babam koymuş. Şeyda ise aşkla deli olmuş gibi anlamlara geliyor" diye açıkladı durgun sesiyle. "Ezgi'nin anlamı nedir?"

"Birkaç anlamı daha var ama babam ve annem müzikteki anlamını düşünerek koymuş. Melodi, kulağa hoş gelen ses dizisi anlamlarına geliyor"

Gözlerinde bir şaşkınlık belirirken "Aa Geeta da aynı anlamlara geliyor. Bilerek mi seçtin yoksa sende?" diye konuştu.

"Seçmedim ki Barun verdi bu ismi" dedim.

Şaşkınlığı ikiye katlandı. Sanırım onun seçenek sunduğu ve benim seçmiş olduğumu düşünmüştü. Belki de diğerleri de öyle düşünüyordu.

"Tesadüfe bak" dedi canlanan sesiyle.

Güldüm bu tepkisine. "Tesadüf değil. Barun'a ismimin anlamını söylemiştim" diye konuştum sonra.

"Abim isminin anlamını mı sordu yani?" dedi şaşkınlığı sürerken.

Kafamı salladım onu onaylayarak. Nisha yüzünden alışkanlık olduğunu söylemişti. Ancak ben o günde gözlerindeki merakı görmüştüm. Denk geldi Geeta ismini seçmem demişti ama onu da bilerek yaptığını düşünüyordum.

Aisha yataktan çıkmak için hareketlendiğinde “Haydi hazırlanıp aşağı inelim. Bugün kahvaltıyı bizimle yap” diye konuştu. Bu ani ruh değişimi beni şaşırtırken dudaklarımdaki gülümseme büyümüştü.

Abi kardeşin en büyük benzerlikleri kesinlikle toparlanma hızlarıydı.

Belki de Barun öğretmişti ona da…

Bende yataktan kalktım usulca. Oysa bugün hiç kalkmak gelmiyordu içimden. Öğrendiklerimi sindirmek zordu bir de. Hepsinden ayrı ayrı ne yaşandığını öğrenmek kafamdaki soru işaretlerinden kurtulmak istiyordum.

Aisha’yı banyoya gönderdiğimde odanın ortasında dikildim öylece. Bu sırada makyaj masasının olduğu duvarda asılı olan bir tabloda durdu bakışlarım. Buraya geldiğim ilk gün de fark etmiştim onları ama çok dikkat etmemiştim.

Tabloya doğru yaklaştım. Ebru sanatıyla yapılmış bir resimdi. Renkli bir lale demeti vardı. Kaşlarım çatıldı hafifçe. Aynı boyutta ama tek bir lale olanını Barun’un kaymakamlıktaki evim diye bahsettiği odada da gördüğüme emindim.

“Annem yapmış bunu” Aisha’nın sesiyle hafifçe irkilirken bakışlarım ona döndü. Banyodan çıktığını duymamıştım. Solumda durmuş o da tabloya bakıyordu.

“Çok güzel gerçekten. Bende denemiştim üniversitedeyken ama benimki hobi olaraktı”

“O da hobi olarak yapmış zaten. Bu ilk çizdiklerinden hatta” dedi, sesindeki derin özlemi hissettim.

“Baya yetenekliymiş o halde. İlk çizimden harika yapmış” dedim hayranlıkla.

Ben her yeri batırmıştım çünkü. Göründüğü gibi değil zordu Ebru sanatı. Ancak yaptıkça insanın eli alışıyordu. Sadece ben o kadar sabredememiştim.

“İlk yaptıklarını ve sevdiklerini saklamıştı. Odalarında duvara asmıştı babam hepsini. O gittikten sonra bunu bana vermişti. Bende duvarıma astım” dedi buruk sesiyle.

Çetan amca en azından bunları saklamamıştı onlardan. Barun’un odasındakini de o vermiş olmalıydı. Veremese bile göndermiş olmalıydı. Ancak Aisha’nın haberi yok gibiydi bundan. Bunu söyleyip söylememek arasında kaldım ama onu söylersem odadan da haberi olacaktı bu yüzden söylememeye karar verdim.

“Hemen diğer tarafta da benim yaptığım resim var” diye devam etti konuşmaya.

Bakışlarımı merakla aynanın diğer tarafında kalan duvara çevirdim. O tablonun önüne ilerledim sonra. Bu ilkokulda öğrendiğimiz en kolay çiçeklerden biriydi. Bir tane ve kırmızı renkteydi. Zaten ilk yaptığında genellikle ya bu çiçeği ya da lale yapmayı öğretiyorlardı.

“Seninki de çok güzel olmuş bence. Çizim yeteneğinizi annenizden almışsınız sanırım” dedim bakışlarım hala annesinin tablosunun önünde olan Aisha’ya dönerken.

Göz göze geldik. Barun’dan da bahsettiğimi anladı. Gülümsedi burukça “Teşekkür ederim. Evet, ondan almışız. Annem de anneannemden. O da güzel çizermiş”

“Onları en son ne zaman gördün Aisha?” diye sordum merakla. Türkiye’deki mezarına gittiklerini söylemişti Barun, belki karşılaşmış olabilirlerdi.

Omuz silkerken bakışlarını tabloya çevirdi “Sekiz dokuz yaşlarında falan sanırım. Dedem affetmedi annemi. Bu yüzden bizimle konuşmadılar. Cenazeye bile gelmediler. Belki de onlarda öldü. Bilmiyoruz”

Sesi durgundu. Bir kin uğruna en yakınlarıyla uzak düşmüşlerdi. Hadi büyükler hata yapmıştı, çocuklarının ne suçu vardı? En azından torunlarını görmek isteyebilirlerdi. Dudaklarım büzüldü istemsizce. Barun da ölmüş olabileceklerini düşünüyordu… Bunca zaman sesleri çıkmadığına göre belki de öyleydi.

Annesi adına gözlerim doldu bu defa. Zor günler geçirmiş olmalıydı. Onunla da empati kurmadan edemedim. Yeni bir düzen, ülkemden uzakta, ailemin bana sırtını dönüşü, çocuklarımı bile görmek istememeleri ve bunun uzun yıllar boyu sürmesi. Sevdiğim adam yanımda olsa bile yine de eksik hissederdim.

Ben asla öyle yaşayamazdım. Yapamazdım… En kötü tıpkı Aisha’nın annesi gibi üzüntüden hastalanır göçüp giderdim bu dünyadan…

“Geeta?” Aisha’nın sesiyle düşüncelerimden sıyrılırken nemlenen gözlerimi kırpıştırdım. Toparlanıp ona baktım hemen “Daldın gittin, iyi misin?”

“İyiyim, sorun yok. Bende bir banyoya gireyim” dedim oraya doğru ilerlerken. O da beni onaylayan sesler çıkarırken dolabına doğru ilerledi.

Banyoya girdim ve işlerimi hallettim. Dışarı çıktığımda hala dolabını karıştırarak yatağına elbise attığını gördüm.

Eline beraber çıktığımız alışverişten aldığımız kırmızı renkteki beyaz çiçekli elbiseyi aldığında bana doğru döndü. “Ay bunu giymedin daha. Bugün giysene” diye konuştu.

O kadar umurumda değildi ki ne giydiğim. Ben dünkü giydiklerimi giyerim diye düşünüyordum.

“Yok Aisha kalsın” Israr etmedi ama yatağın üzerine bıraktığı kıyafetleri sadece kendisi için değil benim için de olduğunu anlamamı sağladı. “Bak şu büstiyer sana çok yakışır. Çok beğenerek almıştım ama iki kere mi ne giydim daha”

Gösterdiği büstiyeri aldı ve kendi üzerine tuttu görmem için. Bebek pembesi renginde, kolları bileklerine doğru yarasa kol ve yakası çapraz olan bir parçaydı. Güzeldi gerçekten. Başka bir şey göstermesini istemediğim için bunu kabul ettim direkt.

“Altına da mavi kot İspanyol paçam vardı” diyerek yataktaki elbise yığının altından onu bulmaya çalıştı.

“Aisha gerek yok. Ben kendi pantolonumu giyerim” dedim daha fazla bunun için uğraşmasını istemeyerek. Muhtemelen o da kot ve mavi olduğu için itiraz etmedi.

O kendine kıyafet seçmeye başladığında ben banyoya geçip aldıklarımı geçirdim üzerime. Aynada saçlarıma baktığımda iki güne bakım yapmayınca ne kadar yıprandıklarını gördüm. Derin bir nefes verip onları öyle bıraktım. Örmeye bile uğraşacak gücü bulamadım kendimde.

Dışarı çıktığımda Aisha da giyinmişti. Mürdüm rengi bir sari vardı üzerinde. Aastha ablanın giydiklerinden değil de taytlı olanlarından giymişti yine. Ona yatağın üzerine dağıttığı elbiselerini toplamasında yardım ettim. Ben ayağıma spor ayakkabılarımı geçirirken o makyaj masasına kurulmuştu.

Yerimde doğrulduğumda şifonyerin üzerine bıraktığım fularımı aldım. Gözlerim onun yanında duran yeşil bileziklerde kaldı. Takmak konusunda karasız kaldım yine. Kıyafetime yakışıp yakışmaması umurumda değildi ama Barun’un aklına Nisha’yı getirip onu daha fazla üzdüğünü düşündüğüm için takmaktan vazgeçtim.

Dolabın kapağındaki boy aynasının önüne gelirken sağ elimi kaküllerime atıp gözlerimin önüne doğru taradım. Ardından iki yana ayırıp şekil verdim. Aslında buna çoğu zaman gerek kalmıyordu kendiliğinden aynı şekli alıyorlardı. Fularımı kısa bir süre okşayıp saçıma bağladım sonra.

Aisha yanıma geldiğinde yüzüne sade ama güzel bir makyaj yaptığını gördüm. Bugün bunun için bir söylemde bulunmadı. İstersem yapabileceğimi biliyordum. Saçlarını taramış açık bırakmıştı benim gibi. İki kolunda parlayan elbisesiyle aynı renkteki bileziklerine baktım. Hazır görünüyordu. Sandaletlerini ayağına geçirdiğinde odadan birlikte ayrıldık.

Aşağı inip birtakım sesler gelen mutfağa ilerledik. İçeride Aastha abla ve kadın çalışanlardan biri vardı. Aastha abla bizi fark ettiğinde Aisha’nın yanında beni görünce anlık bir şaşırıp tebessümünü büyüttü.

“Günaydın kızlar”

Bende gülümserken Aisha ile aynı anda “Günaydın” diyerek karşılık verdik ona.

Düğün günü yani buraya ilk geldiğim gün hariç mutfaklarına ikinci girişim oluyordu. O zaman orta tezgâh bile yemeklerle doluydu. Şimdi her şey yerli yerinde gözüküyordu. Odanın aslında ne kadar büyüdüğü ortaya çıkmıştı resmen.

“Geeta geç otur ayakta kalma” Aisha orta tezgâhın yanındaki sandalyeleri gösterirken kendisi ocaktaki tencereyi karıştıran Aastha ablanın yanına gitmişti.

Aastha abla ona Hintçe konuşarak bir şeyler söyledi. Aisha başını eğip dolapları karıştırmaya başladı. Kadın çalışan da tezgâhın diğer köşesinde bir şeyle uğraşıyordu. Ben hala oturmak gibi bir girişimde bulunmamışken mutfağa Ragini Hanım ve İndu Hanım girdi. Hemen arkalarında neşe saçan gülümsemesiyle Nalini göründü.

Ragini Hanım bana burada olmamı garipseyen tip bir bakış atarken İndu Hanım bir baş selamı vermişti. Tebessüm edip bende ona aynı şekilde karşılık verdim. Onlar da diğer tezgâhta bir şeyler yapmaya başlarken Nalini yanımda bitmişti.

“Günaydın Geeta” dedi coşkuyla.

“Günaydın”

“Hayırdır, bugün gitmiyor musunuz kaymakamlığa?” diye sordu o da şaşkınlıkla.

Anlaşılan olanlardan henüz kimsenin haberi yoktu. Derin bir nefes alıp verirken “Bilmem. Barun henüz uyuyor” dedim sadece.

İnce ve biçimli kaşları hafifçe çatılmıştı. Bugün üzerinde Aisha’nın sarisinden pembe renkli olanı vardı. Sırtına sarkan kahverengi saçlarını tek belik şeklinde örmüştü.

“Şaşırtıcı. O bu saate kalmazdı” dedi düşünceli bir sesle. Bir yorum yapmadım bunun üzerine.

Aisha yanımıza dönüp tezgahtaki kesme tahtalarından birini alırken “Benim de yapabileceğim bir şey yok mu?” diye sordum hemen. Boş boş onları izlemeyecektim herhalde. Hem kafamdaki düşünceleri dağıtmak istiyordum.

Aisha başta itiraz edecek gibi oldu bu isteğime ama ısrar edeceğimi görüp pes etti. İndu Hanım Nalini’yi yanına çağırmıştı bu arada. Eline bir tepsi verdi. İçinde bir fincan ve dumanı tüten bir içecek vardı. Nalini onu sahibine iletmek için çıktı mutfaktan.

Aisha da muslukta yıkadığı pırasaları önüme koyup doğramamı istedi benden. Onu onaylayıp bıraktığı bıçağı elime aldım. O da karşıma geçip başka bir tahta da biber ve domates doğramaya başlamıştı. Ne yemeği yaptıklarını bile sorgulamadım. Bana verdikleri görevlere odaklandım sadece.

Ragini Hanım Aisha’nın yanına gelip durduğunda bana düz bir bakış atıp ona döndü. Yüz ifadesi yumuşarken ona bir şeyler söyledi. Ne konuşuyorlardı anlamıyordum ama Aisha’nın yüzü düşmüştü. Dudaklarının titrediğini gördüğümde elimdeki bıçak duraksamıştı. Ragini Hanım üzgün bir şekilde baktı ona ve elini saçına götürüp okşadı.

Şaşırmadım desem yalan olurdu. Sert çehresinin bir Akash’a yumuşarken görmüştüm ama şimdi Aisha’ya da öyleydi. Barun’u anlamaya çalış mıydı acaba hiç? O gün tartışırken ne söylediyse Barun’u kırmıştı. Bunu görüştüm. İçten içe bunun için sinirlensem de Aisha ile aralarının iyi olması içimi rahatlatmıştı.

Doğrayacaklarımı bitirdiğimde Aastha abla onları önümden aldı. Başka yapılacak bir şey olup olmadığını sorduğumda yemeklerin hazır olduğunu ve başka bir şeyin kalmadığını söyledi. İndu Hanım onu yanına çağırdığında karıştırdığı tencereyi ben devraldım. Sulu, yeşil mercimek kokan bir yemek vardı karıştırdığım tencerede.

Mutfak kapısında bu sefer Kalindi Hanım gözüktüğünde dik bakışları anında ocağın önündeki bana dönmüştü. Kaşları iyice çatılırken rahatsız bakışlarını üzerimden çekmeden bir şeyler söyledi. Aisha hariç diğerlerinin de gözlerinin bana döndüğünü hissettim birkaç saniyeliğine. Ne söylüyordu deli gibi merak etmiştim. İyi şeyler olmadığını hissediyordum sadece. Aisha konuştuğunda bakışları ona döndü. İndu Hanım araya girip bir şeyler söyleyerek ona bir sandalye çekti oturması için.

Aastha abla yanıma gelip ocağın altını kapattı ve teşekkür etti. Ocaktaki diğer yemeğe bakarken ona biraz daha yaklaştım “Aastha abla senden bir şey isteyebilir miyim?”

Artık daha fazla sabredemeyeceğim için Satvari Hanım’ın söylediklerini bilmek istiyordum.

Ve tabii cümleyi unutmamak için de artık söylemem gerekiyordu.

“Elbette tatlım”

“Aramızda kalacak ama?” dedim sesimi biraz daha kısarken. Bu noktada kaşları çatıldı hafifçe. Ardından bakışları bana döndü. Gözlerimdeki kararlılığı görmüş olmalı ki başını salladı.

Tebessüm ederken yerimde kıpırdandım sabırsızca. “Sana bir şey söyleyeceğim Hintçe ve sende bana çevireceksin”

“Pekâlâ”

“Aisa. Mat. hone do. Apana. haath mat. chhodo” dedim tane tane. Kelimelerden emindim çünkü geceden beri tekrar edip durmuştum unutmamak için ama telaffuz için aynı şeyi söyleyemeyecektim.

İnce kaşları çatıldı yine usulca. Anlamadığını düşünüp endişelendiğim sırada dudaklarını araladı “Buna izin verme. Onun elini bırakma”

Ne? Bunu mu söylemişti?

Neye izin vermeyecektim?

Virat’ın peşinden gitmesine…

Barun ona Virat’ı hapse attıracağını anlatmıştı ve o da onun tehlikeli biri olduğunu bildiği için bunu yapmasını istememişti. Ancak ikna edememişti çünkü Barun kararlıydı.

Benden yardım istemişti ama ben ne yapabilirdim ki? Onu bende ikna edemezdim. Özellikle şu saatten sonra asla onu bu yoldan döndüremezdim.

Endişeyle döktüğü gözyaşları geldi gözümün önüne. Elimi tutmuştu sıkı sıkı. Onun elini bırakma…

“Geeta?” Aastha ablanın sesiyle yerimde irkilirken gözlerimin dolmuş olduğunu fark ettim. Bu halimi fark etmiş ve gözlerinde beliren endişe ile aramızdaki mesafeyi kapatmıştı “Neler oluyor? Kim söyledi bunu?”

Tebessüm etmeye çalışırken “Sorun yok Aastha abla, teşekkür ederim” dedim.

“Pek öyle görünmüyor Geeta? Önce Paala sonra da bu… Ne karıştırıyorsun sen?” dedi kuşkulu bir sesle. Sanırım Aisha endişelenir diye düşünürken Aastha abla o kadar olmaz diyerek yanılmıştım.

Eline yapıştım hızla “Endişe edecek bir şey yok Aastha abla gerçekten. Kimseye söyleme ve lütfen daha fazla ısrar etme” dedim onu ikna etmeye çalışarak.

Meraklı bakışları sürse de uzatmadı. “Yine de bir sorun varsa söyle lütfen” diye konuştu. Elimi bırakıp ocaktaki yemeğe döndü ve altını kapattı.

“Söylerim”

Kafasını salladı. Rahat bir soluk bıraktım bende. Daha sonra çalışan kadın ve Aasrha abla yemekleri masaya taşımaya başladılar. Aisha’nın tezgâhın sonunda kaşar dilimlediğini gördüm. Ragini Hanım ise Kalindi Hanım’ın karşısındaki sandalyeye oturmuş onunla konuşuyordu şimdi.

Bende elime bir tencere alırken mutfağın çıkışına yöneldim. Bu sırada Aastha abla ve çalışan kadın geri geldiler. “Köşeye diğerlerinin yanına bırak tatlım”

Aastha ablayı başımla onaylayıp mutfaktan çıktığımda masanın yanında dikilen Akash’ı gördüm. Bej rengi kumaş bir pantolon ve V yaka vücudunu tam saran beyaz bir kazak giymişti. Sandalyesini çektiği sıra beni gördü ve duraksadı. Hafifçe tebessüm ettim.

Şaşkın ifadesini silip o da gülümserken “Günaydın Geeta” diye konuştu.

“Günaydın” elimdeki tencereyi baş köşeye diğerlerinin yanına koydum.

“Bir sorun yok değil mi?”

Çok büyük sorunlar var Akash.

Düşüncelerimin aksine “Yok” diye yanıtladım onu zira o benim ailem hakkındaki bir sorundan bahsediyordu. Açık açık sorup üzmek istemediğinden böyle sormuştu. Anlamıştım bakışından.

Asıl sorun onların ailesindeydi oysa…

Dudaklarını birbirine bastırdı ve başını eğdi anladım dercesine. Geçmişte yaşanan o olayı ondan da dinlemek istiyordum. Barun ile aralarında ne geçmişti? Gerçekten bu kadar nefret mi ediyorlardı birbirlerinden? Akash’ın bakışlarında öyle bir şey görmemiştim, Barun da herkese olduğu gibi soğuk bakıyordu sadece.

“Bir şey mi söyleyeceksin Geeta?” Akash’ın sesiyle düşüncelerimden sıyrılırken bakışlarım yüzüne çıktı tekrar.

Şu an o konuları konuşmak için doğru zaman değildi çünkü merdivenden gelen seslere bakılırsa yalnız değildik. O tarafa bakmadım ama konuşan Saras abiydi.

“Hayır. Afiyet olsun” dedim bu yüzden Akash’a hemen.

Tebessüm etti hafifçe “Sağ ol”

Ona aynı şekilde karşılık verdikten sonra mutfağa geri döndüm. Aisha’nın yanına karşıdaki tezgâhın köşesine ilerlediğimde onun kare şeklinde tost ekmeklerini kenara dizdiğini gördüm.

Yanındaki varlığımı hissedince bakışları bana döndü ve gülümsedi “Umarım tost seviyorsundur ama başka bir şey istersen onu yapalım?” diye konuştu.

Onların yemeklerinden yiyemem diye bana tost mu yapıyordu?

“Aisha” dedim kaşlarım çatılmışken bunun aksine içim sıcacık olmuştu. “Zahmet etmene gerek yok, sizin yemeklerinizden de yiyebilirim”

Yani öyle umuyordum.

Zaten iştahım yoktu bu rahatlığım biraz da bu yüzdendi.

Onun da kaşları hafifçe çatılırken önüne dönüp tost makinesinin fişini prize taktı “Elbette var. İtiraz etme ve bana ne yemek istediğini söyle”

Buna rağmen dilimlemiş olduğu kaşarları ekmeklere ayarlamaya başladı. Kendine yapıyor olduğunu düşündüm bu yüzden. Benden bir cevap beklediğini bildiğim için derin bir nefes alıp verdim.

“Tost severim sıkıntı yok” dedim.

Yüz ifadesi yumuşarken “Tamamdır” diyerek ekmekleri ısınan makineye yerleştirdi.

Gülümsedim ve onu izlemeye devam ettim. Dört ekmek tost yapmıştı. İkisini servis tabağına alırken diğer ikisi kapattığı makinenin içinde kalmıştı.

“Haydi” Koluma girerken diğer elinde tabağı tutuyordu. Adımlarına ayak uydururken kaşlarımı çatmadan edemedim bu duruma. Kalindi Hanım çoktan mutfaktan çıkmıştı. Sadece İndu Hanım ve Ragini Hanım kalmıştı. Tam biz çıkarken Barat Bey’in eşi Divya Hanım da girmişti mutfağa.

Herkes çoktan masaya kurulmuş çalışan kadın ve Aastha abla servis yapmaya başlamıştı. Bir kişi yoktu elbette. King ve Nalini’nin arasında kalan boş sandalyeye baktım. Hala uyanmamıştı anlaşılan. Uyansa bile oturup burada kahvaltı edeceğinden de şüpheliydim.

Aisha Akash’ın yanındaki yerine otururken bende hemen yanına onun boş olan sandalyesinin karşısına oturmuştum. Aisha elindeki tabağı benim önüme bırakırken ufak çaplı bir günaydın faslı geçti aramızda diğerleri ile.

King onun gülümsemesine karşılık vermediğimi fark edip masada bana doğru eğilirken “Küs müyüz ya?” diye sordu. Yüzünün aldığı hoşnutsuzluğa gülmemek için zor tuttum kendimi. Hele Türkçe konuşması ayrı bir komikti ya neyse.

“Ne yaptın ya kıza?” Aisha kaşlarını çatmış bir şekilde ona çıkıştığında King takmayıp bana bakmaya devam etti. Dudaklarını küçük bir çocuk gibi büzmüştü.

Aisha’nın soru soran bakışları bana döndüğünde ona doğru yaklaşıp “Önemli bir şey değil, merak etme” dedim.

Alt tarafı biraz ortalığı dağıtmıştık. King Beyimiz de tüm dağınıklığın sorumluluğunu bana kitleyip kaçmıştı. Ona bunun için çektirecektim sözde ama beklemediğim olaylar gelişmişti maalesef.

Barat Bey King’e seslendiğinde üzerimdeki bakışlarını çekip oraya döndü. Rahat bir nefes bıraktım bende. Aisha Aastha ablaya bir şeyler söylediğinde Aastha abla bir fincana çay doldurup önüme bıraktı. Diğerlerinin önünde sadece su bardakları vardı, çay içmiyorlardı. Aisha’nın istemiş olduğunu anladım ve iki kadına da teşekkür edercesine gülümsedim.

Normalde çaysız asla kahvaltı edemezdim ama şu an onun eksikliği bile gözüme batmamıştı. Derin bir nefes alıp önümdeki tabağa baktım. Aisha’nın önüne baktığımda tepsisine diğer yemeklerden doldurduğunu gördüm.

Madem kendisi yemeyecekti neden bu kadar tost yapmıştı?

Barun’a mı yapmıştı yoksa? Kaşlarım hafifçe çatılırken bu ihtimal içimi burkmuştu.

Göze batmamak için bende yemeye başlarken çalışan kadın ve Aastha abla servis işini tamamlayıp mutfağa geçmiştiler. Masada konuşmalar dönüyordu bu sırada. Barat Bey bir şeyler anlatıyordu.

İlk ekmeğimi yarıladığımda lokmalarımı göndermek için çayıma sığınmıştım. Restoranda olduğu gibi şeker yoktu yanında. Şekerle yapıldığı için evdekiler direkt böyle içiyordu sanırım. Tadı her türlü yoktu zaten benim için bu yüzden şeker aramamıştım.

Onun sesini duydum sonra. Başımı tabağımdan kaldırdığımda gözlerim merdivenlere döndü. Telefonda biriyle konuşarak aşağı iniyordu. Merdivenleri bitirdiğinde konuşmasını bitirmişti. Üzerinde siyah takımı ve beyaz gömleği vardı yine. Saçlarına da şekil vermiş yüzüne duygularının zırhı olan maskesini takıp gelmişti.

Bakışları bu tarafa döndüğünde masaya da bir sessizlik çökmüştü. Herkesin ona dönen gözlerini umursamayıp bakışları bende durduğunda beni aradığını anladım. Bu mideme bir yumruk etkisi bıraktı.

Annemler mi aramıştı acaba?

Öyle bir yüz ifadesi yoktu. Bize doğru adımlarken Kalindi Hanım’a dönüp bir şey dedi. Ardından Barat Beylere doğru selam verir gibi başını eğdi. Kalindi Hanım onunla konuşmaya devam ederken o da cevap veriyordu. Sesi sertti.

Tekrar gözlerimiz buluştuğunda aramızda üç beş adım vardı. “Ben dışarıdayım, acele etme” dedi düz bir şekilde.

“Abi” Aisha ayaklanıp karşısına geçti. Deminden beri cesaretini topluyordu anlaşılan “Bugün burada kahvaltı yapsan olmaz mı?”

Gözlerinden bıkkın bir ifade geçti Barun’un. Anlaşılan Kalindi Hanım da onu davet etmişti ama reddetmişti. Aisha da kendi kozunu deniyordu şu an.

“Kalsın” dedi net bir şekilde. Katır inadı vardı gerçekten.

Aisha’nın omuzları düşse de pes etmeyerek “Senin için tost yapmıştım, seversin diye” diye konuştu bir umutla.

Tahminim doğru çıkmıştı. Onun için hazırlıyordu tostları. Bu yüzden bana başka bir şey sorarken hala yapmaya devam etmişti.

Barun onun yüzüne bakmaya devam ettiğinde bir anlık bakışlarının yumuşadığını görmüştüm.

“Lütfen” Aisha da bunu fark etmiş olmalıydı ki pes etmedi.

Barun iç geçirip bakışlarını kaçırırken “Tamam” diye konuştu.

Masadakiler sessizce yemeklerine dönmüş olsalar da göz ucuyla bu ikiliyi takip ediyorlardı. Ne konuştuklarını anlamıyor olsa bile Kalindi Hanım’ın dik bakışları direkt üzerlerindeydi. Sanki onların Türkçe konuşması onu rahatsız ediyor gibiydi. Neden etsin ki?

Bakışlarım Çetan amcaya değdiğinde onun bakışlarının önündeki tabağa kilitlenmiş olduğunu gördüm. Dün akşamki olanlardan ve konuşmamızdan sonra ne yapmaya karar vermişti merak ediyordum.

Barun yerine geçip otururken Aisha dudaklarındaki gülümsemeyle mutfağa koşar adım ilerledi. Bu hali beni de gülümsetmişti. Bakışlarım Barun’a döndüğünde onun gözlerini yüzümde buldum.

Dudaklarımdaki tebessüm solmadan “Günaydın” diye konuştum. Gözlerini masaya yasladığı kollarına çevirirken başını eğdi sadece.

Diken üstündeymiş gibi oturuyordu yerinde sanki. Masada gergin bir sessizlik vardı şimdi. Aisha geri gelip benimkine benzeyen servis tabağını onun önüne bıraktı. Ardından üzerinde dumanı tüten bir kupa getirdi. Zift gibi siyah içeceğin kokusu burnuma geldiğinde ona kahve hazırladığını anladım.

Barun ona kısa bir bakış atarken “Sağ ol” dedi.

“Afiyet olsun”

Aisha huzurlu bir gülümsemeyle yerine geri oturduğunda önündeki yemekleri daha bir iştahla yemeye başladığını fark ettim. Bu buruk bir şekilde tebessüm etmeme sebep oldu.

“Geeta” bana seslenen King ile bakışlarım ona döndüğünde masada bana doğru eğilmiş olduğunu ferk ettim. Bende aynısını yaparken bir anlık Barun ile gözlerimiz kesişir gibi oldu. Önüme döndüm hemen. “Yeğen olacak o yer cüceleri beni ispiklemiş zaten. Yengemden çekmediğim kalmadı bir de sen yapma”

Düz ifademi bozmadığımı gördüğünde sol eli altta sağ eli üstte kalbini tutarken “Bak kalbim dayanmaz buna” diye konuştu dudağını büzerek. Gülmemeliyim. Gülmemeliyim. “Alt tarafı ufak bir dağınıklık. Değer mi ponçik kalbimi kırmaya?”

Ponçik mi?

Dudaklarımı birbirine bastırırken kaşlarımı çatıp ifademi korudum. “Senin yüzünden babaannenden azar yedim ben, onu ne yapacak ponçik kalbin?”

Tamam, tam olarak onun yüzünden sayılmazdı ama parmağı vardı sonuçta. Başka bir çift gözü üzerimde hissederken bakışlarım onun sağında kalan Barun’a döndü. Kaşlarını çatmış sorgulayan bir ifade ile bana bakıyordu.

Bu iyi olmamıştı işte. King’i zor durumda bırakalım derken kendimi öyle bir duruma sokmuştum.

“Babaannem ne alaka ya?” bakışlarım hayretle çıkışan King’e döndüğünde gözlerinin isyan edercesine yüzümde dolaştığını gördüm.

Sesini fazla yükseltmiş olmalı ki Saras abi onu ensesinden geri çekip bana baktı “Geeta, seni rahatsız mı ediyor bu?” diye sordu. Onun Türkçesi daha düzgündü.

“Ne rahatsızlığı ya konuşuyoruz sadece değil mi Geeta?” King benden önce konuştuğunda kendini onun elinden kurtardı.

Saras abinin onun söylediklerine inanmayan bakışları bana döndüğünde hafifçe tebessüm edip bir sorun olmadığını belirttim. King bana yavru köpek bakışları atmaya devam ediyordu ama ona karşılık vermedim.

Geri arkama yaslandığımda göz ucuyla Barun’a baktım. Bana bakmıyordu artık. Önündeki yemeğine odaklanmıştı. Sanki burada değil gibiydi. Dışarıdan bakıldığında sakin umursamaz bir şekilde yemeğini yediğini düşünülebilirdi ama iki ısırığa bir kahvesini yudumlamasından benim gibi yediklerinin boğazından geçmediğini anlamıştım.

Önüme döndüğümde omuzlarım düştü. Aisha’ya ayıp olmaması için yemeye zorladım bende kendimi. Masanın diğer tarafı tekrar konuşmaya başlamışken Çetan amcanın sesini çok duymuyordum

İkinci ekmeğimi yarıladığım sırada arkamızda bir hareketlilik hissettim. Sola doğru hafifçe döndüğümde Ragini Hanım’ın Akash ve Aisha’nın ortasında elinde bir tepsiyle durduğunu fark ettim. Barun hariç herkes ona bakarken o bir şeyler söyleyerek tepsinin içinden bir şey aldı. Akash’ın saçlarına bir buse kondururken elindekini onun tepsisine bırakmıştı.

Akash onun elini yakalayıp avuç içini öptü. Bakışlarında yoğun bir sevgi ve hayranlık vardı. Ragini Hanım Aisha’ya doğru dönerken tepsiyi diğer eline almıştı. Onun da saçlarını okşarken bir şeyler söyledi ve şimdi daha net görebildiğim kare şeklinde sarı bir yiyeceği onun tepsisine bıraktı. Bu geçen duada dağıttıkları adak tatlılarına benziyordu.

İçime bir şey oturdu. Onlar için adak mı adamıştı? İstemsizce Barun’a baktığımda kayıtsız bir şekilde yemeğini yemeye devam ettiğini gördüm.

King’in gülen sesini duyduğumda bakışlarım ona döndü. Bir eliyle kendini gösterirken Ragini Hanım ile konuşuyordu. Saras abi de ona katıldığında Ragini Hanım masanın o tarafına ilerledi konuşarak.

Tepsideki tatlılardan Saras abinin önüne ardından King’in önüne bıraktı. Dudaklarındaki tebessüm Barun’a değmesiyle bir anlık donarken onu hiç görmemiş gibi arkasından geçip Nalini’nin önüne de bir tatlı bırakmıştı.

Ailenin tüm çocuklarının önüne bırakmıştı ama onu görmezden gelmişti.

"Kendini ait hissetmediğin bir yerde kalmak zorunda olmanın nasıl bir şey olduğunu biliyorum ve sen inanmasan da seni anlıyorum”

Sesi kulaklarımda yankılandığında içim sıkıldı. Anneme beni almaları için babamı ikna etmesini istediğim zaman söylemişti bunu bana.

"Burası sizin eviniz değil mi, neden ait hissetmediğinizi söylüyorsunuz?"

İşte şimdi her şey ortadaydı. Artık bende onu gerçekten anlıyordum.

"Sen sadece evinde mi kendini ait olduğun yerde hissediyorsun?"

Kendimi öyle kötü hissettim ki yerimde kıpırdandım rahatsızca. Kalk gidelim diye eline yapışan ben olacaktım şimdi.

Çetan amcanın tepkisini merek edip ona baktığımda başını tepsisine eğmiş öylece baktığını gördüm. Bakışlarım sağında kalan baş köşedeki Kalindi Hanım’a döndüğünde onun kaşlarının çatık bir şekilde mutfağa geri dönen Ragini Hanım’ın ardından baktığını gördüm. Buna rağmen bir şey söylemedi.

Masadaki sessizliği mutfaktan geri gelen Aastha abla bozmuştu. Yemeğini bitirip tekrar isteyenlere servis yapmak için gelmişti anlaşılan. Elindeki tencereyi alıp onu çağıran Saras abinin arkasına ilerledi. Masadaki gergin havayı fark etmiş hafifçe kaşları çatılmıştı.

Barun aynı şekilde tostunu yemeye devam etti. Bende kendimi son ısırığımı almaya zorlayıp arkasından çayımı yudumladım. Bu sırada Barat Bey daha yüksek sesli konuştuğunda kahverengi büyük gözleri Barun’a döndü. Barun da ona baktığında düz bir sesle ona cevap verdi.

Bunun üzerine Aisha önüne eğdiği başını kaldırırken “Delhi’ye mi gideceksin?” diye soludu Türkçe konuşarak.

Delhi’ye mi gidecekti?

Gidecek olmasından ödü kopuyor gibiydi. Aralarındaki buzlar yavaşta olsa erirken onun uzaklaşmasıyla tekrar eski hallerine döneceklerini düşünüyor olmalıydı.

Barun’un bakışları ona dönerken koyu kahveleri soğuktu. “Hayır, burada olacak toplantı” dedi aynı ses tonuyla.

Toplantı dediğine göre iş hakkında konuşuyorlardı. Bu sefer Saras abi ciddi bir yüz ifadesiyle ona bir şey söylediğinde Aastha abla Kalindi Hanım’a bir ilaç uzatıyor diğer yandan bardağına su dolduruyordu.

Barun’un gözleri King ve Saras abi arasında giderken ne söylediyse Saras abinin kaşları çatıldı ve King’e döndü. King ise şaşkındı. Hiç beklemediğim bir anda Saras abi ensesine bir şaplak indirdiğinde başı öne doğru savruldu. Aynı zamanda azarlar gibi bir şeyler homurdanıyordu. King bir elini ensesine atıp diğer eliyle el kol yapıp bir şeyler söyledi.

Bakışlarım Aastha ablaya değdiğinde bu manzaraya bıyık altından güldüğünü gördüm. Aslında gerçekten şahane bir andı ama az buçuk olan keyfim de az önce kaçmış olduğundan kendimi zoraki bir tebessüm etmeye zorlayabildim sadece.

King etrafa yardım bakışları atarken Barundan hayır gelmeyeceğini anlayarak bize çevirdi bakışlarını. Aisha’nın gözlerinde ne gördü bilmiyorum ama ona göz devirip bana baktı. “Güzeller güzeli misafirimizin önünde yakışıyor mu abiciğim bu yaptığın?” diyerek bana dudak büzdü. Bakışları adeta kurtar beni diyordu.

Ben göstereceğim şimdi sana misafiri King Efendi!

“İki dosyaya sahip çıkamadın. Geeta senin gibi bir beceriksize az bile yaptığımı düşünür.” Saras abi onu ensesinden yakalayıp konuşurken gerçekten öfkeli gözüküyordu. Gözleri bana değdiğinde bakışları yumuşadı “Değil mi Geeta?”

“Benim yerime de vur Saras abi” dedim hafifçe gülümseyerek. Ona hak verdiğimi görsün istemiştim ama o beni ciddiye alıp gerçekten ensesine bir tane daha indirmişti.

King neye uğradığını şaşırırken bana bakmaya devam edip “Ponçik kalbim bunları hak etmedi” diye konuştu ağlamaklı bir sesle.

Yanımdaki Aisha’dan ufak bir kıkırtı kaçtı. Bu suçluluğumu azaltırken gülümsemem genişlemişti. Hak etmişti. Misafir ayağına beni kullanmazdı artık umarım.

Barun sandalyesini geri çekip kalktığında masaya tekrar bir sessizlik çöktü. Bunu umursamayıp bana baktı. Bu bakışı çok iyi biliyordum artık. Gidelim diyordu. O da tabağını bitirmişti ve bir an önce evden çıkmak istiyor gibiydi.

Onu bekletmeyerek başımı eğip ayaklandığımda mesajını anladığımı görüp benim yanıma doğru masanın etrafında dolandı. Çetan amcanın başını kaldırdığını gördüm ilk defa. Gözlerimiz kısa bir an kesiştiğinde yüz ifadesi sertti. Barun yanıma gelip önden ilerlemeye başladığında onu takip ettim.

“Barun” diyen Çetan amca ile adımlarım duraksadığında dönüp ona baktım. O da sandalyesinden ayaklanmıştı. Herkesin meraklı bakışı da üzerimizdeydi. Barun’un da adımları durdu ama arkasına bakmadı. “Eğer karakola gidiyorsanız bende geleceğim sizinle”

Türkçe konuştuğu için onu masada şu an sadece Aisha, Saras abi ve King anlamıştı. Bu durumda Saras abinin kaşları çatılmasına “Amca ne karakolu, neler oluyor?” diye sormasına sebep olmuştu.

Barat Bey ters bir şeylerin olduğunu anlamış olmalı ki Saras abiye Hintçe ne olduğunu sorduğunu düşündüm. Öyle ki onun da kaşları çatılmış ve Çetan amcaya seslenmişti.

Bununla birlikte birden Kalindi Hanım da yerinden ayaklandı. “Barun!”

Barun’un omuzlarının gerildiğini görürken arkasına döndü ve direkt ona seslenen kadına baktı. Öfkelenmişti. Ancak öfkesinin sahibi babaannesi değil babasıydı.

Kalindi Hanım öne doğru yürüyüp bakışlarını Çetan amcaya da değdirerek öfkeli sesiyle konuştuğunda gözleri birden beni buldu. Öyle sert baktı ki ürkmeden edemedim. Burada olmamdan ne kadar rahatsız olduğunu görüyordum. Polis işini duyunca muhtemelen benim durumumla ilgili olduğunu düşünmüş olmalıydı. Barun kararlı ve sert sesiyle ona karşılık verdiğinde bile bakışları yumuşamamıştı.

“Senin meselen benim meselem” Çetan amca Türkçe konuşarak karşılık verdi ona. Bu da bir mesajdı sanki ona karşı. Öyle hissetmiştim. Ancak bunlar Barun da işe yaramıyor öfkesinden sekip ona geri dönüyordu.

Akash ile gözlerimiz kesiştiğinde Aisha gibi onun da sandalyesinde geri döndüğünü ve onlara tedirgin bakışlar attığını gördüm. Ne yapacağını bilemez gibiydi o da.

“Hayır” dedi Barun kesin bir dille. Çenesini sıktığını fark ettim. Bakışları doğrudan Çetan amcadaydı. “Sadece benim meselem. Kimsenin yardımına ihtiyacım yok”

Çetan amca bunu umursamadı. Bir adım attı bize doğru. Pes edecek gibi durmuyordu ama bu sefer araya Aisha girdi. “Baba lütfen. Sırası değil lütfen” diye konuştu ve kolundan tutup onu masaya geri çekti.

Tartışmalarının büyüyeceğinden ve yine abisinin gidip geri dönmeyeceğinden korkuyordu.

Barun kısa bir süre bakışlarını ona çevirip ardından hiçbir şey olmamış gibi tekrar onlara sırtını döndü ve dış kapıya doğru ilerlemeye devam etti. Ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi bırakırken onlara üzgün bir bakış atıp bende peşinden ilerlemeye başladım.

Yere gömer gibi attığı adımlarla ilerlerken hiçbir şey konuşmadık. Dünkü öfkeli hali geldi gözümün önüne. Sesimi çıkarmadım bu yüzden. Dışarı çıktığımızda bahçede onun arabasını göremedim.

“Abi!” Aisha arkamızdan seslendiğinde ondan önce dönüp baktım. Bize doğru koşuyordu. O da dönüp baktı. Nefes nefese kalmış bir şekilde yanımızda durduğunda konuşmak için birkaç saniye izin verdi kendine. “Gerçekten karakola mı gidiyorsunuz?”

Gerçekten karakola mı gidiyorduk? Bende bunu merak ediyordum. Benim de bakışlarım ona döndüğünde sinirle bir nefes bıraktı “Hayır” dedi düz bir sesle.

Aisha’nın yüzünde pek rahatlamış bir ifade olmazken “Bende geleyim o zaman sizinle?” diye sordu.

“Senin işin yok mu? Mumbai’ye gitmeyecek misin?”

Aisha’nın kaşları şaşkınlıkla çatılırken “Sen nereden biliyorsun şehir dışına çıkacağımı?” diye sordu, gözlerinde tatlı bir heyecan dalgası olmuştu.

Barun ifadesini bozmazken gözlerini kaçırdı. “Telefon konuşmanı duydum”

Beklediği cevap bu değil gibiydi Aisha’nın ama bozuntuya vermedi. Dudakları kıvrılmıştı. “Ben siz dönmeden dönerim. Çağırırsan yanında olurum. Beni haberdar edin olur mu her şeyden?”

Bakışları bana da değdiğinde gülümseyip kafamı salladım. Sadece onun karakol meselesinde değil benim ailem hakkındaki gelişme olursa da haberdar olmak istiyordu. Barun da direnmeyip başını eğdi sadece.

“Tost için teşekkür ederim Aisha, eline sağlık” dedim gülümsemem genişlerken.

Dudaklarını birbirine bastırdı. ‘Alt tarafı bir tost yaptım’ der gibi baktı ama benim asıl teşekkürüm bu ince düşüncesi içindi.

“Afiyet olsun” derken bakışları usulca Barun’a döndü. Aralarından sayısız kelime aktı. Hiçbiri dile gelmedi. Gözlerini kaçıran yine Barun olurken “Sağ ol” dedi tekrardan. Aisha’nın dudaklarındaki buruk tebessüm büyüdü.

Bahçeye Barun’un aracı siyah Range Rover’ı girdiğinde bakışlarımız oraya döndü. Arkasında iki siyah koruma aracı vardı. Gelip önümüzde durdular.

Şoför koltuğunun camı aşağı inerken Ranvir’in gülen yüzü göründü karşımızda. “Günaydınlar, günaydınlar!” dedi neşeyle.

Barun’un göz devirdiğini görünce “Ne kadar da umut dolu bir sabah değil mi?” diye adeta şakımaya devam etti.

Gülümsedim anında “Günaydın Ranvir”

Bakışları hızla bana dönerken “İşte beklediğim enerji” diyerek göz kırptı bana. Gülümsemem büyüdü. Gözleri ortamızda kalan Aisha’ya döndü.

“Günaydın Ranvir abi”

Memnun bir şekilde gülüşü büyürken “Umutlu olmak isteyen biri daha” dedi Ranvir.

Ardından gözleri onun diğer yanındaki Barun’da durduğunda gülümsemesi sırıtışa dönüştü. Ondan da umutlu bir yanıt beklediğini belirtti. Dün gece biri öfkeden kuduruyor diğeri onu zapt etmeye çalışıyordu oysaki.

Barun ifadesiz bakışlarını sürdürürken “İşine dön Ranvir” dedi en sonunda.

Ranvir’in yüzünde yalandan bozulmuş bir ifade oluştu. Bakışları tekrar bize döndüğünde “Şaşırdık mı?” diye sordu.

Güldüğüm sırada Aisha’nın da benden bir farkı yoktu. Aynı anda kafamızı iki yana sallamıştık ona cevap olarak. Barun’un bakışlarını üzerimde hissederken ona döndü benim de bakışlarım. Yanılmamıştım. Yüzünde huysuz bir ifade vardı. Bu gülüşümü büyütecek gibi oldu ama buna engel oldum.

İfadesini bozmayıp arabanın diğer tarafına yöneldi. Gideceğimizi anlayıp bende veda etmek için Aisha’ya döndüm. Sarıldığımızda “Dikkat et kendine” diye konuştum.

“Siz de” diyerek karşılık verdi. Geri çekildiğimde hala abisi için endişeli olduğunu görebiliyordum gözlerinde. Dudaklarındaki buruk tebessüme güven verircesine tebessüm ederek karşılık verdim.

Ardından bende arabaya bindim. Yine arkada ortaya doğru kaydım ve emniyet kemerimi bağladım. Bu sırada çoktan hareket etmiş bahçeden çıkmıştık.

“Restorana mı efendim?” Ranvir başını ona çevirmeden konuştuğunda tekrar çalışan kimliğine bürünmüştü.

Bakışlarım Barun’a döndüğünde onun başını koltukta geriye yaslamış ve gözlerini kapatmış olduğunu gördüm. Sağ el parmakları dizinde ritim tutuyordu. Öfkesini dizginlemeye çalışıyor gibiydi.

“Kaymakamlığa” diye konuştuğunda sesi donuktu.

Ranvir ikiletmedi. Canının sıkılmış olduğunu anlamış olmalıydı. “Bana hala kızgın mısın?” diye sordu durgun bir sesle. Barun gözlerini açmadı. Ranvir cevap vermeyeceğini düşünmüş olmalı ki tekrar konuşmuştu “İnan Barun en az senin kadar bende o adamın içeri girmesini istiyorum ama önceliğim senin zarar görmemen. Bu yüzden bir süre uzak durmanı istedim”

Demek bu yüzden kızgın olduğunu düşünüyordu ona. Dudaklarım üzgünce bükülürken bakışlarım Barun’a döndü. Sesli bir nefes bıraktığında Ranvir devam etti.

“Bu mevkiye kolay gelmedin. Neler çektiğine ben şahit oldum ve şimdi kanı bozuk bir herif yüzünden bunu kaybetmeni istemiyorum. Bu olanlar sicilini etkilerse ve kurduğun güçlü siyasi bağlara da zarar verirse bütün emeklerin çöp olur. Valiliğe atanma hedefin daha da uzaklaşır”

İçimi bir huzursuzluk kapladı. Valiliğe mi atanmak istiyordu? Ya Virat yerine benim meselem başına iş açarsa?

“Sana kızgın değilim. Yaptığım hiçbir şey kolay olmadı zaten” dedi Barun, iç geçirdi sonra yorgunca. Gözlerini açmış yola bakıyordu. “Ancak uzaktan da izlemeyeceğim. Ayağını kaydırdığım tek adam o değil. Daha güçlülerinin radarına girdim. Ben bu yola adım atarken her şeyi göze aldım Ranvir. Ölmeyi bile”

Kaşlarım çatıldı. Bu adam neden böyle konuşuyordu? Devlet adamı olmakla bunun ne ilgisi vardı? Ayağını kaydırdığım tek adam değil derken ne demek istiyordu?

“Şöyle konuşma” dedi Ranvir bıkkın bir sesle. “Aldığın risklerin farkındayım elbette. Sadece dikkatini kaybetmemen gerektiğini söylüyorum. Konu Nisha olduğu için bu kadar ileri gittiğini de biliyorum ama kendini kaybetmen sana daha fazla hata yaptırır ve istediğimiz sonuca ulaşamayız”

Barun yine sessiz kalırken onun söylediklerini düşünüyor gibiydi. Ranvir de onun bu sessizliğine katıldı.

“Evden çıkmadan önce Subrat aradı” diyerek konuşan Barun oldu en sonunda. Davaya bakan polis arkadaşlarından bahsediyordu. “Savcı gelecekmiş kaymakamlığa. Bu bakımevi mevzusuyla ilgili soruları varmış”

“Dün geceden belliydi zaten bir şeyler yapacağı. Ne dersin, Virat’ın arkasındakilerin bir parmağı var mıdır bunda?”

Barun çenesini sıvazlarken “Onu bilmem ama Prabal’ın bu işte bir çıkarı olduğuna eminim. İşlerin bu kadar uzamasında onun bile etkisi olabilir. Babamı aramış. Aklı sıra beni geri çekmeye çalışıyor”

“Ne? Ne demiş Çetan amcaya?”

Sağ elini önemli değil dercesine salladı “Dosyaya atanan savcıyı söylemiş. Başımın dertte olduğunu falan. Babama iyi polisi oynuyor yani hala”

Ranvir’in sinirle bir soluk bıraktığını duydum. Bu adamda da mı Virat ile birlikteydi yani? Cidden kafayı yemelik bir durumdu.

“Bu adamın derdi ne?” diye sordum dayanamayarak.

Barun dikiz aynasından kısa bir bakış attı bana. Gözleri tekrar yola dönerken “Birbirimizi pek sevdiğimiz söylenemez”

“Dostundan çok düşmanın var valla maşallah”

“Daha iyi bir tespit olamazdı” dedi Ranvir bana katıldığını belli ederek. Dudaklarında keyifsiz bir gülüş vardı.

Bakışlarımı tekrar Barun’un yan profiline çevirirken “Neden sevmiyor seni?” diye sordum.

Gerildiğini hissettim. Yorgun bir nefes bıraktı. “Devlete çalıştığın zaman bu durumlara alışıyorsun. Senin o koltukta olmanı isteyen kadar istemeyen de oluyor”

Kaşlarım hafifçe çatılırken “O bir polis ama. Tarafsız olarak görevini yerine getirmesi gerekiyor” dedim.

“Herkes doğrunun yanında olsaydı dünyada kötülük diye bir şey olmazdı” dedi durgun çıkan sesiyle.

Haklıydı. Ancak haklı olması bunun çok can sıkıcı olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Omuzlarım çöktü.

“Ne yapacaksın peki şimdi? Bekleyeceksin değil mi?” diye sordu Ranvir ona.

“Hayır, daha fazla sabretmeyeceğim” dedi Barun hiç beklemeden. “Subrat’a kumarhane baskınındaki yakalananların listesini de getirmesini istedim. O adamın derdi neymiş öğreneceğim artık”

Şu Nisha’nın yanında kel adamını gördüğüm adamdan bahsediyordu. Mafya falan olabilir miydi bunlar? Virat da bunlara katılmıştır belki. Ondan bu kadar kolay kaçıyordur. Ve böyle çetrefilli oyunlar çeviriyordur.

Dizi mi çekiyoruz Ezgi, ne mafyası?

Gerçekten. Değildir değil mi? Ben kötü düşüneyim derken saçmalıyordum.

Eğer öyle olsa bile Barun’un polis olmadan onlarla görüşmesi ne kadar güvenliydi? Belki de Ranvir de bundan şüphelendiği için bu kadar huzursuzdu?

“Pekâlâ” dedi Ranvir pes edercesine. “Öğrenelim bakalım kimmiş”

Barun’un itiraz etmesini ve onunla gelemeyeceğini söylemesini bekledi ama Barun bunu yapmadı. Aksine ağır ağır başını salladı.

Bu sırada kaymakamlığın bahçesine girdiğimizi gördüm. Biz arabadan inerken Ranvir inmedi. Ona teşekkür ettim. İşim bu der gibi baktı ve gülümsedi. Gülümsemesine karşılık verdim.

Barun’un binanın girişine ilerlediğini gördüm. Saat geç olduğu için bahçe biraz kalabalıktı. Birkaç tane gazeteci görmüştüm kenarda. Aklıma dünkü izdihamları geldi hemen. Adımlarımı hızlandırıp onun yanında yürümeye başladım.

Birden “Babaannem seni azarladı mı?” diye sorduğunda az daha kendi ayağıma takılıp düşecektim. Neyse ki son anda dengemi korudum. King ile konuşmamızı duyduğunu biliyordum ama unutmuş olduğunu ya da konuyu açmaz sanmıştım.

“Geeta?”

“Önemli bir şey değil, ben King’i sinir etmek için o kadar abarttım” dedim dürüstçe.

“Konu ne?” diye sordu merakla. Anlaşılan anlatana kadar rahat bırakmayacaktı.

İç çektim. “Hani çocuklarla oynarken ortalığı dağıtmıştık ya? İşte ben çalışanlara yardım etmek istedim toplamak için ama anlaşamadık. Bu sırada babaanne gelip bizi öyle görünce öfkelendi. Ne olduğunu pek anlamadım ama azarından nasibimi aldım sanırım”

Bu sefer iç çeken oydu. Kaşlarının çatmış olduğunu gördüm. “Ortalığı toplamak senin görevin değil. Ne diye karışıyorsun?” diye sordu.

“Ama ben dağıttım”

“Olabilir. O insanlar bunun için maaş alıyorlar”

“Rahatsız hissettiğim için sadece yardım etmek istedim. İşlerine engel olmak değildi amacım” dedim direterek.

“Tamam bunu tartışmayacağım seninle” dedi sesli bir nefes bırakarak. “Babaannem ile ilgili bir sorun olursa gelip bana anlat”

Şaşırsam da bozuntuya vermeyip “Tamam” dedim onu onaylayarak.

Birkaç çalışan ona gülümseyerek muhtemelen selam verirken o sadece başını eğip cevap vererek ilerlemeye devam etti. Danışma kısmında duran kadınlardan biri onun yanına geldiğinde onunla birlikte ilerleyip aynı zamanda bir şeyler söyledi. Bu kadın geçen gün odasına gelen kızıla kaçan saçları olan kadındı. Söyleyecekleri bitmiş olmalı ki geri döndü. Bana da gülümseyerek baş selamı vermişti. Bende ona gülümseyerek karşılık verdim.

Görüş alanıma asansörler girerken yutkunmadan edemedim.

Geçti Ezgi biliyorsun. Güzel şeyler düşün. Yapabilirsin.

Onun asansörleri geçip merdivenlere doğru ilerlediğini fark ettiğimde yerimde durup İngilizce konuşarak “Asansöre binmeyecek miyiz?” diye sordum. Yanımızdan insanlar geçip gidiyordu Türkçe konuşmamın riskli olacağını düşündüm.

Yerinde dururken bana doğru döndü. Çatılmış kaşlarından biri havaya kalkarken gözleri yüzümde gezindi. “Bunu istediğinden emin misin?”

“Dokuz kat merdiven mi çıkacaksın?”

Ona güvenmesen sen çıkmayacaksın sanki?

İç sesime kaşlarımı çattım. Susar mısın, orayı karıştırma şu an!

İki omzunu indirip kaldırırken “Benim için sorun değil” dedi.

Sol dudağımın kenarı kıvrıldı usulca. Bu salak ifademi toplayıp kararlı gözükmeye çalıştım. “Asansöre binelim”

Gözleri yüzümde gezindi birkaç saniye. Ardından başını sallayarak beni onayladı ama gözlerindeki kararsızlığını buradan görmüştüm.

Geri dönüp asansörü çağırdık. O önden binerken bende arkasından bindim. Dokuzuncu katı tuşladığında derin bir nefes alıp verdim. Aklıma dünkü anların gelmesine izin vermedim.

O burada.

Evet, Barun yanımdaydı.

Güzel şeyler düşün. Tayland’a uçmadan önceki son akşam yemeğimizi düşün. Bahçeye meşhur masa kurulmuş. Hava soğumasına rağmen ortam sıcak. Kahkahalar bağrışmalar havada uçuşuyor. Ben tabağımı bitirmeye çalıştıkça annem dolduruyor. Asla şikayetçi olmayarak hem yiyip hem yanımda oturan Melike ile gülerek bir şeyler konuşuyoruz. Babam baş köşedeki yerinde sağında kalan amcam ile ciddi bir şeyler konuşuyorlar. Diğer yanda Yiğit abim tabağına yemediği patlıcan dolmalarını döken Alperen’e söyleniyor. Oğuz abim ise yüzündeki huzurlu gülümseme ile bir dizine Efe’yi oturtmuş onun karnını doyuruyordu.

Koluma değen el ile irkilirken zeminde dalmış bakışlarım ona döndü. Yumuşamış yüz ifadesi bir anlık bocalamamı sağladı. Elini geri çekerken “Geldik” diye konuştu.

Asansörün kapısı açılmış olduğunu gördüm ve koşar adım ilk ben çıktım bu sefer. Ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi sesli bir şekilde bırakırken o da arkamdan inmişti. Bozuntuya vermeyip ona bakmamaya çalışarak yanında ilerlemeye başladım.

Odasının kapısını açarken geçmem için bana öncelik verdi. İçeri girdiğimizde o masasının arkasına doğru ilerledi. Bende sağdaki koltuğa geçtim. Ceketini çıkarıp vestiyerine özenle astı. Gömleğinin kollarını sıvadı sonra. Masasına dönüp üzerindeki iki küçük kâğıt yığınına göz atıp onları arkasında kalan raflardan birine koydu.

Başka bir kâğıdı eline alırken kafasını kaldırdığında göz göze geldik. Onu izlerken yakalandığım için utançtan dudaklarımı dişlememek için kendimi tuttum. Neyse ki o bu halimi fark etmeyecek kadar düşünceli gözüküyordu. Yanıma doğru adımladı ve karşımdaki koltuğa oturdu.

Elindeki kâğıdı sehpaya bırakırken “Bak bakalım gördüğün adama benziyor mu?” diye konuştu.

Bu, dün Ranvir’den karakoldan getirmesini istediği şoförün robot çizimiydi. Gerildim istemsizce. Bakışları üzerimdeyken eğildim ve kâğıdı aldım.

Gördüğüm sima irkilmeme sebep oldu anında “Bu… O”

O güne gittim hemen. Son sürat ilerleyen kamyonu, yola dökülen bileziklerini toplayan Nisha’yı ve korkudan kulaklarımda atan kalp atışlarımı…

Yutkunurken resme bir kez daha bakmadan sehpanın üzerine bıraktım. Bakışlarım tekrar yüzüne çıktığında gözlerindeki öfke kusmak isteyen karanlık tarafın ortaya çıktığını gördüm. Eğer bu adam karşısında olsa ona ne yapacağını düşünmek istemiyordum.

Bu durumun planlı olmasını kabullenmek çok zordu ama tesadüf olamayacak kadar olan şeyler ve Virat’ın ona yaptığı konuşma bunun bir kaza olmadığının açıkça göstergesiydi. Ne kadar zoruna gittiğini görebiliyordum.

Bunu fark etmiş gibi yerinde kıpırdanırken bakışlarını sehpanın üzerindeki kâğıda çevirdi. Usulca uzanıp onu eline aldı ve ilk defa bakıyormuş gibi gözlerini çizimde gezdirdi.

“O adamın… seni gördüğünden eminsin değil mi?”

Bir de bu vardı. Kabuslarımda dahi o anı tekrar tekrar görürken her defasında o adamla göz göze geldiğimiz o kısa an da daha net bir hal alıyordu.

“Kamyonu fark ettiğim an koşmaya başladım. Nefesim yetmedi ama ona yaklaşamamıştım bile” boğazıma oturan yumru sanki onda da mevcuttu şu an. Yutkunduğunu gördüm. Gözlerimi kaçırmak istesem de yapmadım. “Devam edemeyeceğimi anladığımda şoföre doğru el kol hareketleri yaptım. Hani belki görür de derdi ne bunun diye durur ya da yavaşlar. Çünkü Akash durmamıştı. Benim ne için koştuğumu anlayıp arkamdan o da Nisha’ya doğru koşmuştu. Kamyon şoförü beni görüp yavaşlasa bile onun yetişme imkânı vardı.”

Bakışlarından kısa bir şaşkınlık geçti. Bu Akash içindi sanırım. O derin acı oturdu yine kahvelerine. Oradan hiç uzaklaşmaması gerektiğini düşündüğünü biliyordum. Onu koruyamadığı için kendini suçluyordu.

“Dediğin gibi herkes mabette duadaydı. Sadece biz vardık, dikkat çekmememiz mümkün değil Barun. Bildiğin yerimde debelendim. O anın korkusuyla bakışlarının bana değdiğini düşünmüştüm ama şimdi her şey daha net” yaşaran gözlerimle kararlı bir şekilde gözlerine baktım. Çenesinin kasılmış olduğunu gördüm. “Göz göze geldik biz o adamla. Beni gördü. Çok kısa bir saniyeydi çünkü beni fark ettiği an kaşları çatılmıştı. Şaşırmış gibiydi. Ama… durmadı” kafamı iki yana sallarken gözlerimi kapattım. Sol gözümden bir damla yaş yanağıma doğru süzüldü.

Elimle akan yaşımı silerken onun sinirle bir nefes aldığını duydum. Tekrar yüzüne baktığımda koyu kahveleri artık hiçbir duygusunu saklamıyordu. Gözlerini kaçırdı hemen. Çizimi bırakıp oturduğu yerde doğrulurken yüzünü sıvazlayan eli boynuna oradan da gömleğinin düğmelerine gitti.

Bu durumda ne söylesem faydasızdı. Sessizliğine ortak olup akmak için bekleyen gözyaşlarıma engel olmaya çalıştım bende.

Sinirle bir soluk bıraktı bu defa. Tekrar ellerine doğru eğilirken sakinleşmeye çalışıyor gibiydi. Düşünceli bakışları da ellerindeyken onu izlemeye devam ettim. Parmakları sol bileğindeki kahverengi boncuklu bileklikle oynuyordu. Bu bilekliğin onun için bir anlamı olduğunu düşünmeye başlamıştım. Sağ koluna taktığı saat değişiyordu ama onu hiç çıkarmıyordu.

“Satvari Hanım’ın cenazesine katılacak mısın?” diye sordum, sesim kısık ve üzgün çıkmıştı. Muhtemelen onun töreni de Nisha’nınki gibi olacaktı. Zaten iyi değildi. Kaldıramazdı. Bu yüzden gitmeyeceğini düşünüyordum.

Başını kaldırmadı. Ellerini izlemeye devam ederken yutkunduğunu gördüm “Sabah gerçekleşti tören. Düzenleyecek kimsesi yoktu. Ben ayarladım ve gittim”

Onu yalnız bırakmamak için gitmişti… Ben bunu tamamen unutmuştum. Kim bilir ne kadar kötü hissetmişti. Ranvir yanında olmalıydı değil mi? Ona destek olmuştur.

“Anladım” dedim kuru bir sesle.

Bakışları kısa bir an bana dönerken “Saat erken olduğu için ve senin orada bulunmak istemeyeceğini düşündüğüm için seni çağırmadım” diye konuştu. Yanlış bir karar verip vermediğini bilmek istiyor gibiydi.

“Doğru düşünmüşsün ama… yanında olmak isterdim” dedim içimden geçeni söyleyerek.

Gözlerime baktı bu defa. O karanlığın dağıldığını gördüm. Yorgun ve hüzün dolu o bakışı kaldı geriye. Ne söyleyeceğini bilemez gibi dudaklarını birbirine bastırdı. Ardından başını eğerek sessiz teşekkürünü sundu. Buruk bir şekilde tebessüm ettim.

Ranvir ile arabada yaptıkları konuşma geldi aklıma o sırada. Ayağını kaydırdığı tek adamın Virat ile ona yardım eden adamlar olmadığını ve bu mesleği yaparken aldığı risklerden bahsetmişti.

Merak ettiğim şeyle birlikte yerimde dikleştim “Bir şey daha sorabilir miyim?”

“Sor”

“Neden kaymakam oldun? Anladığım kadarıyla mühendisliği de seviyorsun. Seni ikinci bir mesleğe iten ve bunun kaymakam olmasını sağlayan kararı merak ediyorum” dedim açık bir şekilde.

Yerinde biraz doğrulurken omuzlarının dikleşmesinden gerildiğini anladım. Neden öyle konuştuğunu öğrenmek için üstü kapalı sormak istemiştim ama gözlerinden bunu anladığını gördüm. Artan merakımla cevabını bekledim. Sağ elinin parmaklarını alnında gezdirirken bir süre sessiz kaldı.

“Düşünülenin aksine babamla hiçbir ilgisi yok. Anneme vermiş olduğum bir sözle seçtiğim bir meslek” diye konuştu en sonunda. Sesi durgundu. Bakışları ise gözlerime çıkmıştı “Evet, mühendisliği seviyorum. Çocukluğumdan beri ilgim vardı arabalara zaten. Ancak Türkiye’de olduğum o sene annem uzun zaman sonra rüyama girmişti. Uğruna bu hayatı yaşayabileceğim bir amaç arıyordum ve bulmuş oldum”

Kaşlarım merakla çatılırken böyle bir cevap beklemiyordum. Devam edecek gibiydi ama nasıl anlatması gerektiğini bilmiyor gibiydi. Gözlerini kaçırarak ellerine çevirdi tekrar.

“Nisha… gibi çalıştırılan, Satvari Hanım gibi ezilen çok fazla insan var bu ülkede. Sadece burada değil. Dünyanın birçok yerinde. Annem… bizi yardıma ihtiyacı olan birine elinizden bir şey geliyorsa yardım etmekten geri durmayın diye tembihlerdi. Özellikle kadınlar ve çocuklar için…” diye konuşmaya devam etti durgun sesiyle. Söyledikleriyle içim ezilirken annesine tekrar hayran kalmadan edemedim. “Maddi yardımlar her türlü yapılabilirdi ama bazıları kötü insanların oyuncağı olmuştu. Bu ülkede arkadan yürütülen öyle yolsuzluklar var ki hiç kimse sesini çıkaramıyor, çıkaranı da ortadan kaldırıyorlar. Çünkü bu işlerin arkasında ünlü iş adamları, köklü aileler hatta devlet adamları bile var. Sadece bir vatandaş olarak ya da polis olarak onlara karşı durmam zordu ama devlet adamı olursam bunun daha kolay olacağını düşündüm. Sınavlara, mülakatlara girdim. Bu hiç kolay olmadı. Şimdi buradayım ve hedefim yetkilerimi daha fazla arttırmak. Hepsini kurtaramayabilirim ama sessiz de kalamam”

Dudaklarımı birbirine bastırırken her bir cümlesinin ağırlığı altında ezildiğimi hissettim. Türkiye’de de durum pek farklı değildi. Açmadığı ama yolsuzluk olarak bahsettiği şeyleri biliyordum. Çocuklara madde sattırmaları, kadınların bedenini kullanmaları gibi organize olunmuş suçlardan bahsediyordu. Bunların arkasında olan kişiler ise her yönden güçlü kişilerdi. Bu gücü sağlayanların bazen içimizden birilerinin olduğunu öğrenmek beni bir hayli sarsmıştı.

Barun, ayağını kaydırdığım tek kişi o değil derken de bundan bahsediyordu. Kim bilir hangi güçlü adamların kuyruğuna basmıştı. Aldığım risklerin farkındayım demişti ve ölümü bile göze aldığını söylemişti. Yutkunmaya çalıştım. Bunu yapabilirler miydi?

İki koruma aracıyla gezdiği geldi aklıma. Kaymakamlığın ve evin önündekiler… Başta neden bu kadar çok koruması olduğunu düşünüyordum. Çünkü onun gerçekten dostundan çok düşmanı vardı.

Yaşamak için kendine bu amacı belirlemesi içimi burksa da merhameti ve cesareti beni kedine hayran bırakmıştı. Dünyada böyle insanlar yaşadıkça kötülük iyiliğe karşı hiçbir savaşını kazanamazdı.

Nisha haklıydı… O gerçekten bir kahraman.

“Annenle tanışmak isterdim” dedim tüm kalbimle. Gözleri usulca yüzüme çıktı. Buruk bir şekilde tebessüm ettim. “Senin ve Şeyda gibi iyi insanlar yetiştirdiği için ona teşekkür ederdim”

Şeyda ismini kullanmamla kirpiklerinin titrediğini gördüm. Derin bir özlem vardı şimdi Koyu kahvelerinde. Alt dudağını ıslatırken ne söyleyeceğini bilmiyor gibiydi. Gözlerini kaçırdı yine.

“Böyle düşünmen çok… değerli” dedi sıcak sesiyle ardından teşekkür eder gibi başını eğdi hafifçe. Hareketlerini çözmüştüm artık. Gülümsedim bu bocalayan haline.

Şeyda dememe hiçbir şey söylemedi. Tepkisini merak ettiğim için söylemek istemiştim zaten. Rahatsız olmamıştı ama içten içe üzüldüğünü düşünüyordum. İç geçirdim sessizce.

Bir süre sessiz kaldık yine. Annemler aramamıştı hala. Artık onları aramaya da çekiniyordum. Onların sesini duyduğum an omuzlarımdaki suçluluk yükü artıyor içimdeki huzursuzluk dağı büyüyordu. Beklemekten başka elimden bir şey gelmiyordu ve bu beni tüketiyordu.

Umudum azaldıkça en kötüsünü düşünmeden edemiyordum. Gördüğüm kabuslarda bana hiç yardımcı olmuyordu. Zihin belki de insanın en büyük düşmanıydı.

Cep telefonunun zil sesiyle yerimde irkildiğimde onun yerinden ayaklandığını gördüm. Gözlerimin dolmuş olduğunu fark ettim. Kalp atışlarım korkuyla hızlandı. Masanın üzerindeki telefonunu alışını ve çağrıyı yanıtlayarak kulağına götürüşünü izledim. Bizimkiler değildi.

Karşı taraf ne söylediyse duruşu dikleşti. Bakışları karşıda mavi gökyüzündeydi. “Tamam, sen eşlik et onlara. Beşinci kattaki toplantı salonu uygun. Oraya geçip bana haber ver” diye İngilizce konuştu. Ranvir’di muhtemelen arayan o zaman.

Yine tamam diyerek onayladı onu ne söylediyse. Bıkkın bir nefes bırakmayı da ihmal etmemişti. Aramayı sonlandırıp telefonu tekrar masaya bıraktığında sol elini saçlarının arasından geçirdi sıkıntıyla.

“Bir sorun mu var?” diye sordum daha fazla dayanamadan.

Bakışları bana döndü. “Dosyaya bakan savcı gelecekti konuşmak için. Yoldaymış onu haber veriyor Ranvir”

Ben bunu unutmuştum. Bu yüzden sıkılmıştı canı belli. Anladım dercesine kafamı salladım. “Şimdi gidiyor musun?”

“Henüz değil” dedi hala ayakta dikilmeye devam ederken.

Onu aynı şekilde başımı sallayarak onaylarken bakışlarımı önümdeki sehpaya çevirdim.

“Kitap okumayı sever misin?” diye soran sesiyle gözlerim tekrar yüzüne döndüğünde kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı.

“Severim”

Odadaki diğer kapıya doğru adımlarken “Gel o halde benimle” diye konuştu.

Ne? Nereye?

Kaşlarım daha çok çatılırken şaşkınlığım ikiye katlanmıştı. Evi olarak tanıttığı odanın kapısının önüne geldiğinde durup hala oturan bana çevirdi bakışlarını. Haydi der gibi bir baş işareti yaptı. Onu bekletmeyip kalktım yerimden.

Peşinden odaya girdiğimde Kerem’in Yeri’ne ilk girdiğimdeki sıcaklık hissi karşıladı beni. Buram buram o kokuyordu oda hala. Dün oturduğum koltuk muhtemelen eski yerine odanın ortasına getirilmişti. Onu takip ettiğimde beni buradaki masasının diğer tarafında en sonda kalan kitaplığın önüne getirdi. Burayı dünde fark etmiştim ama incelemek için fırsatım olmamıştı.

“Ben düşüncelerimden kaçmak istediğimde çoğu zaman kitap okurum. Senin de buna ihtiyacın var gibi görünüyor” dediğinde bakışlarım yüzüne döndü. İçimi ısıttı bu düşüncesi. “Okumak istersen buradan istediğini alabilirsin”

Dudaklarım içten bir şekilde kıvrıldı. Düşünmekten kaçmak istediğim doğruydu. Bu yönteminde ise haklı olabilirdi. Kitaplar başka dünyalara açılan kapılardı. Bir kaçış yolu aramak için en iyi tercihti.

İngilizce çeviri kitapları olmalıydı bu yüzden öyle söylediğini düşündüm. Bakışlarım sol tarafımıza döndü. Duvar komple kahverengi ahşaptan yapılma kitaplıktı aslında. Sadece bu kısım uzun raflıydı. Diğer sağda kalan kısımlar bölme şeklindeydi. Bakışlarım kitaplıkta gezinirken bütün rafların dolu olduğunu gördüm.

Beni asıl şaşırtan ise başka bir şeydi ve bunu içimde tutamamıştım. “Oha”

Bu kitaplığın yarısı Türk yazarlara aitti ve hepsi de şairdi. Şükrü Erbaş, Özdemir Asaf, Atilla İlhan… Gözlerim tam karşımdaki Cemal Süreyya rafında gezindi. “Şiir mi okuyorsun?”

“Neden, yasak mı?” dedi şaşırmış gibi. Sesi çocuk gibi masum çıkmıştı. Gülümser gibi oldum.

“Yok canım, şaşırdım sadece. Beklemiyordum” dedim hemen.

Elimi uzatıp kitapların sırtında gezdirirken Sevda Sözleri kitabının eskiden yenisine doğru baskılarının sıralanmış olduğunu gördüm. Kaşlarım hayretle daha çok kalkarken “Sen gerçek bir koleksiyoncusun bir de bu konuda?” diye sordum.

“Ben değil” bakışlarım ona döndüğünde onun da bakışları oradan bana dönmüştü. Gözlerinde gördüğüm yoğun özlem bir an bocalamamı sağladı. “Annemin bu koleksiyon. Ben birkaçını tamamladım onun yerine”

Şaşırmıştım. Çok ince ruhlu bir adamdı aslında ama hiç belli etmiyordu. Hüzünle baktım gözlerinin içine. Bakışlarını kaçırıp kitaplara çevirdi tekrar.

Annesinin eşyaları konusunda ne kadar hassas olduğunu bildiğim için bende raftaki elimi geri çekiyordum ki “Bakabilirsin” diyerek buna engel oldu. Çekindiğimi anlamıştı. O arkasındaki masaya yaslanırken bende başımı hafifçe eğip yönümü tamamen oraya döndüm.

Elimi tekrar kitapların sırtında gezdirdim. “Nasıl temin ettin bunları?”

Neredeyse beş yıldır gitmediğini söylemişti Türkiye’ye. Burada satılan bir yer mi vardı acaba?

“Yarısı annemin dediğim gibi. Diğer yarısının da bazılarını kendim almıştım, kimisini de Dilek’ten ya da bir arkadaşımdan rica ettim” diye açıkladı.

Türkiye de bir arkadaşı olması beni şaşırtmıştı. Orada geçen günlerini çok merak ediyordum. Ancak o günlerden konuşmak onu üzüyordu. Bu anı bozmak istemeyerek bir şey sormadım bu yüzden.

Sevda Sözlerinin Yapı Kredi Yayınlarını aldım elime. Kim bilir kaç yıl geçmişti ama kapağında küçük bir kıvrılma bile yoktu. Sayfaları sararmıştı sadece.

“Bunların hepsini okudun mu?” diye sorarken ona dönmüştüm. Kitabı burnuma yaklaştırırken sayfalarını çevirdim. O eski sayfa kokusunun burnuma dolmasıyla dudaklarımda istemsiz bir tebessüm oluşmuştu.

Bakışları elimdeki kitaptan gözlerime çıktı. “Yan yanaydık. Ve şehir, böyle mucize görmemişti”

Gözlerine bakakaldığım sırada verdiği cevabın bir şiir olduğunu anlamam birkaç saniyemi almıştı. Ezbere bilecek kadar okumuştu. Dudaklarımı yaladım “Cemal Süreyya’nın mı bu?”

“Evet”

“Annen çok seviyormuş sanırım onu?”

Bakışları yoğunlaşırken “Hayrandı. Çoğu şiirini ezbere bilirdi. Bize de okurdu bazen.” diye yanıtladı beni.

“Sen peki?” diye sordum merakla.

“Ben birkaç şiirini seviyorum sadece”

Gözlerimi kaçırıp elimdeki kitaba çevirdim ve rastgele bir sayfada durdum. Karşıma çıkan şiirle kaşlarım hayretle havalandı. Evet, bu az önce onun okuduğu dizelerdi. Üzeri kurşun bir kalemle çizilmiş etrafı çiçekler ve yıldızlarla süslenmişti. Özellikle mucize kelimesinin etrafında kalpler doluydu. Annesi yapmış olmalıydı. Belli ki çok seviyor olmalıydı bu dizeyi. Parmaklarımı mucize kelimesinde gezdirdim usulca. Kim bilir hangi hislerle benimsemişti? İçim daha çok burkuldu bu düşünceyle.

Onun gözleri hala üzerimdeyken “Sen okur musun şiir?” diye sordu.

Bakışlarımı kaldırdım yüzüne. “Yani. Arada sırada. Ben daha çok roman okuyorum”

Anladım dercesine başını salladı. Elimdeki kitabı kapattım ve özenle geri yerine koydum. Bakışlarım aşağı raflardaki yabancı şairlerde dolaştı. Sadece Shakespeare ve Victor Hugo’yu tanıyordum aralarından. O da kitaplarını okuduğumdan yoksa şiirlerini okumamıştım.

“Senin en sevdiğin şair kim?” diye sordum.

Bir süre düşünür gibi oldu. “Benim bu konuda bir enim yok sanırım” dedi, düşünceli bir sesle. Bakışlarım ona döndü. O zaten bana bakıyordu. “Nazım Hikmet ve Orhan Veli’yi çok sık okurum. Son zamanlarda da Ümit Yaşar Oğuzcan elimden düşmüyor”

“Ümit Yaşar mı? İlk defa duyuyorum bu şairi desem?”

Dudağının sağ kenarı kıvrılırken “Annemde hiç okumamış onu” dedi, sesindeki hüzünle karışık özlem içime dokunuyordu. Yerinde hafifçe doğrulup sağ eliyle kitaplıkta bir yeri işaret etti “Şurada kitapları”

Gösterdiği yere döndüğümde Cemal Süreyya rafının üst rafının sonunda olduğunu gördüm. Yedi kitap yan yana dizilmişti. Kaşlarım havaya kalktı. Parmak ucumda kalkıp uzandım ve en incesini elime aldım.

Aşka Dair Nesirler

Şaşkınlığım git gide artarken kitabın o kadar da ince olmadığını fark ettim. Tekrar ona doğru dönüp sayfalarını karıştırdığımda bu kitabında bazı yerlerinin altının çizili olduğunu gördüm. Yalnız bunlar siyah tükenmezle çizilmişti. O çizmiş olmalıydı.

Daha ne kadar şaşırabilirdim bilmiyordum.

Bakışlarım ona dönerken elimdeki kitabı aramızda havaya kaldırıp sayfalarını karıştırmaya başladım “Dur de” dedim. Bu oyunu şiir kitaplarında oynamayı çok severdim. Onunla da yapmak istedim.

Kaşları merakla hafifçe çatılsa da çok geçmeden “Dur” dedi.

“Sağ mı sol mu?”

Bakışları hala ne yapmaya çalıştığımı çözmeye çalışır gibiydi. “Sol”

Seçtiği sayfaya baktığımda uzun bir paragraf karşıladı beni. Kaşlarım şaşkınlıkla çatılırken bakışlarım ona döndü yine “Bu şiir kitabı değil miydi?”

“Yarısı mektuplardan oluşuyor” diye açıkladı.

Bu sayfada altı çizili bir cümle olduğunu fark ettim ve onu okudum bende. “Milyonlarca kalbin çarptığı bir şehirde yapayalnızdım”

Dudaklarım düz bir çizgi halini aldı. Gözlerimi gözlerine çevirdim. Baktı. Baktım. Kısa bir şaşkınlık geçti gözlerinden. Sakladı yine hislerini. İstediği kadar saklayabilirdi ama altı çizilmiş dizelerine bakmama izin vermesi gerçek hislerini görmeme de izin vermiş olduğu anlamına geliyordu.

Yalnız hissediyordu. En yakınlarının yanında yalnız hissetmek… Bundan daha kötü bir şey olabilir miydi?

Aklıma kahvaltıda olanlar gelince kendimi kötü hissettim yine.

Gözlerini kaçıran o olurken bir yorum yapmadı. “Sıra sende” dedi, sesi sanki az önce aramızda o kadar his akmamış gibiydi. Elimdeki kitaba uzandı ve elimden aldı. Sayfaları karıştırmaya başladı. Gözlerimi yüzünden ayıramadım.

“Dur” dedim.

“Sağ mı sol mu?” dedi beni taklit ederek. Gülümsemeden edemedim buna.

“Sol”

Söylediğim sayfaya baktı. Yüzü ciddi bir iş yapar gibi bir ifadeye bürünmüştü. Gülümsemem daha çok büyüdü.

“Beni bunca saracak ne vardı?

Kanıma girecek

Gözbebeklerime oturacak

Bir senfoni gibi kulaklarımdan eksilmeyecek

Ne vardı?

Hiç karşıma çıkmasaydın

Bu kör olası gözler görmeseydi seni

Ne vardı

Güzelliğini hiç bilmeseydim

Bir dua gibi bellemeseydim adını

Ne vardı bütün gece

Gözlerimi tavana dikerek

Seni düşünmeseydim”

Şiir çıkmıştı ve benim aksime düz bir şekilde değil de şiir okur gibi okumuştu çıkan dizeleri.

Ses tonu bunun için yaratılmıştı sanki…

Şiir ayrı sesi ayrı dokunmuştu içime.

Mest olduk dedi iç sesim. Vallahi olduk galiba.

“Çok güzelmiş” dedim gülümseyerek. Hafifçe tebessüm etti o da. Kitabı geri kapatırken bana verdi tekrar. Kitabın kapağına bakarken aklıma gelen şeyle dudaklarımı araladım tekrardan “Senin ismin… Özdemir Asaf’tan mı geliyor peki?”

“Evet” dedi aynı zamanda kafasını sallarken. “İlk tanıştıkları sıra babam annemin şiir okumayı sevdiğini öğrenince Türk şairlerin kitaplarını okumaya çalışmış. Ona ilk yazıp okuduğu şiir de Özdemir Asaf’ın bir şiiriymiş. Annem de hem bu yüzden hem de Asaf ismini sevdiğinden bu ismi vermiş bana”

“Yaa” dedim içimdeki erimeyi dışarıya yansıtmadan duramayarak. “Ne kadar güzel”

Dudağının kenarı kıvrılır gibi oldu. Başını eğdi sonra hafifçe.

“Aisha’ya Şeyda ismini de sen vermişsin” dedim bu konuyu açmanın yeri olduğunu düşünerek.

“Sen… Yeni mi öğrendin bunu?”

Kafamı salladım üzgün bir şekilde. “Neden artık ona öyle seslenmiyorsun?”

Bakışlarını kaçırıp elimdeki kitaba indirdi. Sustu bir süre. Yutkunduğunu gördüm. “Eski günleri hatırlatıyor çünkü… Annemin hayatta olduğu, bir aile olduğumuz zamanları…”

İçim burkulurken ne söyleyeceğimi bilemedim. Beklediğim cevap bu değildi. Kızgın olduğunu hatta kırgın olduğunu söylemesini beklemiştim. Bu kadar açık bir cevap değil…

“Ben… özür dilerim sana bunu hatırlattığım için. Bu konuyu hiç açmadım varsay” dedim mahcup bir sesle.

Aralarındaki meseleyi bilmeden onunla Aisha hakkında konuşmam da doğru gelmiyordu. O bu konudan bahsetmiyordu zaten. Mecbur Aisha’dan öğrenecektik.

Bakışları tekrar yüzüme çıktı. Kaşları hafifçe çatılmıştı. “Sorun değil. Nasıl istiyorsan öyle seslen. Daha önce de söylemiştim. Bana da öyle, nasıl istiyorsan öyle hitap et”

Olanları bilmediğimin o da farkında gibiydi. Yine de bir şey söylemedi bu konu hakkında. Başımı salladım onu onaylayarak. Onun yanında yine de Şeyda’yı kullanmayacaktım.

Ona gelince… İki ismi de hoştu. İsmini çok kullanmıyordum zaten kullandığım zamanda da o an hangisini kullanmak istersem onu kullanıyordum.

Sesli bir nefes bırakırken elimdeki kitabı geri yerine koymak için rafa yaklaştım. Alırken sıkıntı yoktu ama koymak biraz zor olacaktı sanırım. Parmak ucumda iyice yükselirken kitabı dikkatli bir şekilde yerine koymaya çalıştım. Ancak olmadı. Diğer elimle koyacağım aralığı açmaya çalışacağım sırada kitabı tutan elimin üzerinde başka bir el hissettim. Onun soğuk elleri ellerimin üzerindeydi.

“Ben halledeyim ver” yumuşak sesi tepemden gelirken sıcak nefesini saçlarımda hissettim.

Ne ara yanıma gelmişti o?

Kitabı onun ellerine bırakırken derin bir nefes aldım. Kokusu doldu burnuma. Yavaşça ona doğru döndüğümde bana olan yakınlığını hesaba katmamıştım. Burnum hafifçe göğsüne sürtündü. Nefesimi tuttum. Raftaki elinin duraksadığını hissettim. Aynı saniyelerde başını eğdi ve göz göze geldik. Zaman durdu sanki o an. Gözleri öyle yakındı ki… Bu midemin içinde bir şeylerin hareket etmesine sebep oldu.

Acıkmış mıydım ne oluyordu?

Yanaklarımın yandığını hissettim. Kirpiklerime değen saçlarımdan gözlerimi kırpıştırırken “Ben… yanlışlıkla şey oldu” diye konuşmaya çalıştım.

Şaşkın ifadesine rağmen dudaklarının kıvrıldığını gördüm. Dudaklarının kenarındaki çizgiler belirmişti hem de yine.

Bence daha çok gülümsemeliydi.

Onun gözleri alnımdaki saçlarıma kaydığında hafifçe kaşları çatıldı “Bunlar fazla uzun değil mi, rahatsız olmuyor musun?”

“Bazen” dedim. Gözlerime baktı tekrar. Yüzünde hoşnut olmayan bir ifade vardı ama sebebini anlayamadım. Ellerimi arkamda kalan rafa yaslarken dudaklarımı yaladım. “Eve dönünce kısaltmayı düşünüyordum ama her şey planladığımız gibi gitmiyor bazen”

Sesimin üzgün çıkmasına engel olamamıştım. Gözlerini çekmedi gözlerimden. Bende ayıramadım. Hiç bu kadar hem koyu hem de parlak bir kahverengi göz görmemiştim sanki.

Hipnoz mu etmişti bu adam beni ne oluyordu?

Bir hareketlilik hissettiğimde bakışlarım yüzüme uzanan eline döndü. Şimdi onun gözleri de saçlarımdaydı. Parmaklarıyla usulca kaküllerimi iki yana ayırdı. Kuş gibiydi dokunuşu. Gözlerimi kapatmamak için tuttum kendimi.

Oldukça yakınımda olan yüzünü izledim. Keskin bir çenesi vardı. Alt dudağı ve üst dudağı aynı kalınlıktaydı. Çekik gözlerini çevreleyen sık kirpiklerine baktım sonra. İçim onlara dokunma hissiyle dolarken elimin içi kaşındı. Sanki ilk defa görüyordum yüzünü. Güzel bir adamdı. Yakışıklıdan çok güzel…

İşi bitince onun da gözleri gözlerime indi. Bu midemdeki kıpırtıları hatırlattı yine.

“Böyle daha iyi” dedi sıcak sesiyle.

Yavaşça kafamı salladım ama neye onay verdiğimi idrak edebildiğim söylenemezdi o an. Bir adım geri çıktığında tutmuş olduğumu fark etmediğim soluğumu bıraktım usulca. Bir an ne yapacağımı bilemedim.

Ne yapıyorduk biz? Dürtükleyen kaçma isteği beni kendime getirdiğinde hızla ona arkama döndüm.

Evet, bunu yaptım. Kitaplarla bakıştık kısa bir süre.

Yüzümü buruşturup dudaklarımı dişledim. Ne yapıyorsun Ezgi Allah aşkına?

Tekrar ona döndüğümde yüzüne kaçamak bakışlar attım “Kitabı koyabildin mi diye bakayım dedim” diye dâhiyane bir savunma yaptım. Güldüm sonra çok komikmiş gibi “Bendeki de soru yani değil mi? O boyla Everest’e de yetişirsin maşallah. Sahi boyun kaç?”

Şaşkınlıkla kaşları çatıldı bu defa. Sanırım bilmiyordu ya da ne alaka diyordu. Gerçekten ne alakaydı? Ben de bilmiyordum.

“1,90” diye yanıtladı yine de beni.

Oha. O kadar var mıydı? O 1,90 ise Ranvir’i düşünemiyordum. Gerçi aralarında birkaç santim var gibiydi ama Ranvir’in cüssesinden dolayı kocaman bir adam gibi görünüyordu.

“Maşallah” diye mırıldanmadan edemedim. Duymuş olmalıydı ki yüzündeki ifade iyice yumuşamıştı.

Sus artık, rezil oluyoruz!

Konuyu değiştirmek adına gözlerim hızla raflarda gezindi. Nerede görsem tanıyacağım mavi kapağı görmemle “Aaa Kürk Mantolu Madonna” diyerek bölmeli kısımdaki kitaba uzandım.

Kitabı alıp ona döndüğümde o da bana doğru dönmüştü. “Okudun mu bunu?” diye sordum. Bir yandan da kafamı sayfalara gömmek ister gibi eğilmiş sayfalarını karıştırmaya başlamıştım. Zira kafamı bir yerlere gömme isteği de çok baskındı. Altı çizili cümleleri görmemle sorumun cevabını da almış olmuştum.

“Okudum” dedi durgunlaşan sesiyle. “Okuduğum tek Türk roman. Aisha hediye etmişti onu”

Aisha’nın hediyesiymiş… Onu okuması ve saklaması beni mutlu etmişti. Acaba Aisha’nın bundan haberi var mıydı? “Beğendin mi peki?”

Olanları düşünme kitaba odaklan!

“Çok. Sabahattin Ali’nin şiirlerini de severim” diye yanıtladı o da hiç bozuntuya vermeyerek.

Maşallah altını çizmediği cümlede kalmamıştı kitapta zaten.

“Ben şiirlerini okumadım. Sabahattin Ali’yi çok severim ama. Neredeyse tüm kitaplarını okumuşumdur. Sana da tavsiye ederim.” dedim gülümseyerek. Bakışlarımı yüzüne çıkarabildiğimde hafifçe başını eğdiğini gördüm. “Benimde favorim bu yalnız. Ta lisede okumuştum ama etkisi hala taze”

Kitabın sonu geldi aklıma. Hüngür şakır ağladığım o son... Şimdi bile içim burkulmuştu hatırlayınca.

Yine aklımı okumuş gibi “Sonunda ağladın değil mi?” diye sordu. Bakışlarından cevabını bildiği bir soruyu sorduğunun farkında olduğunu görebiliyordum.

“Nasıl ağlamayayım Allah aşkına? Bir hafta çıkamadım etkisinden ben bu kitabın”

Gülecek gibi oldu. Bu ifadesi içimde bir şeylerin hareket etmesine sebep oldu yine. Az önceki yakınlığımız geldi aklıma.

Hayır, sus yok öyle bir şey!

“Raif Efendi’nin ruhsal durumu ve ailesine olan yaklaşımından bu kitabın sonunun böyle biteceğini başından anlamıştım. Etkilenmediğimi söyleyemem. Aksine benim için bunu anlamama rağmen yine de çok etkilenmem bu kitabı özel kılan”

Şaşkınlığım gitgide büyüyordu. Kırk yıl düşünsem onunla kitap muhabbeti yapacağım aklıma gelmezdi. İşkolik bir adamdı. Onun için önemli olan tek şeyin çalışmak olduğunu düşünüyordum ama yanıldığımı şimdi çok daha iyi anlıyordum.

Gülümserken onu onaylar bir şekilde başımı salladım. Elimdeki kitabı gösterirken “Ben şimdi okuyacağım kitabı seçtim sanırım” dedim.

Şiir kitaplarından birini alırım diye düşünmüştüm başta ama bu kitabı görmemle fikrim değişmişti. Okuyalı uzun zaman olmuştu. Çoğu detayı unutmuştum. Tekrar okumamda fayda vardı.

Beni onaylayarak kafasını salladı. “Pekâlâ”

Bu sırada diğer odadan telefonun zil sesi yükseldi. Annemler miydi acaba? Oraya yönelirken bende onu takip ettim ve ardımızdan kapıyı kapattım. Çağrıyı yanıtlayıp kulağına götürdüğünde onların olmadığını anladım. İçime bir huzursuzluk çöktü yine. Ağır adımlarla sağdaki koltuğa oturdum. Biraz da olsa düşünmemek iyi gelmişti gerçekten.

Yakınlaşma kısmını saymazsak tabii.

Yüzü gözlerimin önüne geldiğinde kafamı iki yana salladım hızla. Düşüncelerimde boğulmadan kitabın içine dalmak istiyordum.

“Tamam geliyorum” dediğini duydum karşı tarafa. Savcı gelmiş olmalıydı. Arayanda Ranvir’di o halde.

Telefonunu cebine koyarken askılıktan ceketini aldı. “Savcı gelmiş. Ben iniyorum aşağıya” diye konuştu bana döndüğünde. Kafamı salladım onu onaylayarak.

“Yalnız kalmak istemezsen yanına birini çağırabilirim?” diye devam ettiğinde gözlerine baktım. İçim ısındı sanki. “Asistanım kadın ve İngilizce biliyor”

Girişte gördüğümüz kadından bahsediyordu muhtemelen. Aslında fena bir fikir değildi ama insanları sırf bu yüzden işinden alıkoymak istemezdim. “Gerek yok, teşekkür ederim” dedim tebessüm ederek.

Emin olmak ister gibi birkaç saniye yüzüme baktı. Daha çok kendisi emin olmak istiyor gibiydi ama. “Ben beşinci katta olacağım. Bir şey olursa oraya gel. Ranvir kapıda olacaktır, onu görürsün zaten” diye konuştu. Tekrar başımı sallayarak onayladım onu.

“Eğer sizinkiler ararsa buradaki telefona bağlarım. Diğer aramaları bir süre engellerim bu yüzden telefon çalarsa açmak için çekinme” dedi durgunlaşan sesiyle.

Yutkundum. Yerimde dikleştim istemsizce. Onlar aradığında yalnız olmak istemiyordum. Korkuyordum. Bir başkasını da istemiyordum. Onun yanımda olmasını istiyordum. Beni anlayacak birini…

“Ne kadar sürer gelmen peki?”

Anladı sanki o an neden bunu sorduğumu. “Savcıya bağlı ama çok uzun süreceğini sanmıyorum” diyerek içimi rahatlatmaya çalıştığını hissettim bu yüzden. Umarım öyle olurdu. Tebessüm ettim teşekkür edercesine. Söylediği gibi bunu anladı ve başını eğdi hafifçe.

Gergin duruyordu. Bu savcı yüzünden miydi yoksa Nisha hakkında konuşmak zorunda kalacağı için miydi emin değildim. Onun derdi de başından aşkındı gerçekten.

Odadan çıktığında bir süre arkasından kapanan kapıya baktım. Bu işin sonu ne şekilde bitecekti bilmiyordum ama en az yaranın onun almasını istiyordum. Yeterince yarası vardı zaten.

Derin bir nefes alıp verirken bakışlarım kucağımdaki kitaba döndü.

Yapabilirsin Ezgi, düşünme.

Koltukta geriye yaslandım ve kitabı okumaya başladım. Kitap okumayı özlediğimi fark ettim bu sırada. Sabahattin Ali’nin dilini de öyle. Beni hep o dönemlere götürmüş ve samimi hislerle sarmalamıştır kendisi.

Kitaba kendimi iyice kaptırmıştım. Ta ki altını çizmiş olduğu bir paragrafa kadar.

“Boşuna yere herkesten kaçmış, boş yere bütün insanları kendimden uzaklaştırmışım; ama bundan sonra başka türlü yapabilir miyim? Artık hiçbir şeyin değişmesine imkân yok… Lüzum da yok. Demek böyle olması icap ediyormuş. Yalnız söyleyebilsem… Bir kişiye olsun içimdekileri dökebilsem… Bunu sahiden istesem bile artık böyle bir insan bulmama imkân yok… Bende arayacak hal kalmadı…”

Kaşlarım çatıldı istemsizce. Tekrar okudum aynı yeri. O da böyle mi hissediyordu gerçekten? Yoksa beğendiği için mi çizmişti?

Dün gece Çetan amcaya söyledikleri geldi aklıma. Geç kaldın demişti ona. Sesi sert bakışları duygusuzdu ama içinde ne yaşıyordu kim bilir. Anlıyordum çünkü artık. İstediği zaman duygularını çok iyi saklıyordu.

Aisha ile konuşmasını istediğimde de pes etmiş gibiydi. O gerçekten hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağına inanıyordu. İçim burkuldu.

Ona sormak istiyordum. Daha doğrusu gerçek Asaf Barun’u tanımak. Kapalı bir kutu gibiydi ve açılması pek mümkün durmuyordu. Sanırım bunun için içini dökebileceği o insan olmam gerekiyordu ve bu çok daha imkânsız gözüküyordu.

Nisha konusunda hassas olduğu için dilini çözmüştüm ama bu konu ondan çok farklıydı. Aileviydi. Konuşmak istesem bile eminim çok rahatsız olurdu.

Denendi onaylandı.

Doğru. İnsanlar neye inanmak istiyorsa ona inanıyor, buna bazen en yakınların da dahil demişti ve bende Aisha da seni anlamadığı için mi aranız bozuk diye sormuştum. O ise bu konu hakkında konuşmak istemiyorum diyerek konuyu kapatmıştı.

İç geçirdim. En iyisi irdelememekti. Bakışlarım odanın içinde dolandı. Masasının üzerindeki kitabı fark ettiğimde kapağı tanıdık geldi. Önceki gördüğüm Hintçe olan kitap değildi. Ayağa kalktım ve masasının yanına gittim. Kendi kitabımı da elime almıştım. Sanki bıraksam başına bir şey gelecekmiş gibi hissediyordum.

Onun kitabını elime aldığımda neden tanıdık geldiğini anlamıştım. Stephan King’in kitabıydı: 22.11.63. İngilizce baskısıydı. Kitabı yerine koydum. Ben hiç okumamıştım yazarı ama kitaplarını görmüştüm. Polisiye, gerilim ve korku türünde yazıyordu genel olarak. Tam onluk bir kitaptı.

Bu sırada kapı tıklatılıp açıldı. O tarafa döndüğümde daha önce hiç görmediğim bir kadınla karşılaştım. Uzun boylu ve alımlı bir kadındı. Ağır parfümünün kokusu yayıldı hemen odaya. Bakışları beni bulduğunda biçimli kaşları anında çatıldı. Hintçe bir şey söyledi. Alık alık baktım tabii.

Bu da kimdi böyle?

Üzerinde ince askılı dizlerine gelen siyah bir elbise vardı. Bakımlı parlak saçları omzuna dökülüyordu. Yüzünde gölgeli bir makyaj vardı. Çalışan değildi belli.

Manken gibi kadındı maşallah.

Topukluları ses çıkararak bana doğru ilerlerken gözleri elimdeki kitaba kaydı. Bu sırada konuşmaya devam ediyordu ama gram bir şey anlamadığım için bir şey söyleyemedim. Birden elimdeki kitaba hamle yaptığında geri adım attım. Benim de kaşlarım çatılmıştı.

Ne oluyordu Allah aşkına?

“Sizi anlamıyorum?” dedim İngilizce bildiğini umarak.

Duraksadı ama ellerini kitaptan çekmedi. “Barun kitaplarına dokunulmasından hiç hoşlanmaz. Onu bana ver” diye konuştu aksanlı bir İngilizceyle. Ona ismiyle seslendiğine göre ona yakın biri olduğunu düşündüm.

“İzni var” dedim ama bu yüzündeki sert ifadeyi değiştirmedi. Kitabı tekrar kendine çektiğinde bende kendime çektim.

Yakını olabilirdi ama bu geri adım atacağım anlamına gelmiyordu “Bırakır mısınız?” dedim. Beni gayet iyi anlıyordu ama bu umurunda değil gibiydi.

Kitap çekiştirmemize dayanamayarak ellerimizden fırlayıp yere düştüğünde artık gerçekten öfkelenmeye başlamıştım.

“Derdiniz ne sizin? Delirdiniz mi?” diyerek yüzüne baktım.

“Bu ne cüret?” sesindeki öfke elle tutulur cinstendi. Beni korkuttuğunu mu düşünüyordu? “Onun akrabasısın diye her şeyi yapabileceğini mi düşünüyorsun?”

Akraba mı?

Oyundan bahsediyor Ezgi, çaktırma.

“Siz kimsiniz?”

Bu tavrım onun daha çok sinirini bozarken ben bu saf öfkenin sebebini hala anlamamıştım. Dudağının kenarı sola doğru kıvrıldı. “Lila Sharma, ben. Barun’un evleneceği kadınım”

Çatılan kaşlarım duyduklarımla anında havalanırken birkaç saniye yüzüne bakakaldım. “Ben… bilmiyordum sizi. Ancak yine de bu öfkenizin sebebini açıklamıyor?”

“Öyle mi? Bence sen gayet farkındasın her şeyin. Boş yere masum ayaklarına yatma”

Sinirle dişlerimi sıktım. Bu kadın ne saçmalıyordu?

“İnanın neyden bahsettiğinizi bilmiyorum. Bence siz önce biraz sakin olun öyle konuşalım”

Bana doğru bir adım atarken küçümseyici bakışları yüzümde gezindi “Sen mi bana ne yapacağımı söyleyeceksin?”

Tövbe Ya rabbim. Görende cumhurbaşkanının karısı sanır.

“Sizi bu kadar rahatsız eden ne?” diye sordum kaşlarım iyice çatılırken.

“Sensin” dedi direkt.

Beni mi kıskanıyordu gerçekten? Sevgilisi olduğuna göre gerçekten kim olduğumu biliyor olması gerekmiyor muydu? Neden akraba olduğumuzu söylüyordu?

Bana üstten bakmaya devam ederken ben ne olduğunu anlamadan kolumdan tuttu birden “Gerçekten neden buradasın? Sadece onun için değil mi?”

“Ne?” sabır kotam yeterince dolmuştu. Kolumu çektim hınçla ve elinden kurtardım “Siz ne saçmalıyorsunuz?”

Kafasını sağa doğru eğdiğinde dudaklarında histerik bir gülümseme oluştu “Onu nasıl kandırdın çok merak ediyorum?” dedi alaycı bir sesle.

Saçını başını yolmak vardı da dua etsin misafirdik şurada.

Ancak bu “Siz gerçekten kafayı yemişsiniz” dememe engel olamadı tabii.

İfadesi soğurken bu defa gerçekten öfkelenmiş gibiydi. Öyle ki birden tekrar koluma yapıştı ve beni kapıya doğru ilerletmeye başladı.

“Bırakın kolumu! Ne yapıyorsunuz?”

“Hem onun izni olmadan odasına giriyor, eşyalarına dokunuyorsun hem de bana dikleniyorsun öyle mi? Bakalım Barun bunu öğrenince de böyle konuşmaya devam edebilecek misin?” diye konuştu öfkeyle.

Bu kadın gerçekten manyaktı!

Ona izni olduğunu söylememe rağmen bana inanmamasının sebebi neydi?

Parmakları kelepçe misali koluma sarılmıştı. Bırakmıyordu. Birbirimizi ite kaka odadan dışarı çıktık.

Şu an biri bana ne yaşandığını açıklayabilir mi?

Uzun tırnakları tenime batıp canımı acıtınca diğer elimle de koluna yapıştım ve üzerimden ittim. Fazla mı güç uygulamıştım yoksa topuklusu üzerinde mi zor duruyordu bilmiyordum ama birden karşımdaki gövdesi yok oldu. Yere boylu boyunca düştüğünü gördüm. Yüzündeki şok ve öfkeyle bana bakakalırken benim de ondan bir farkım olmadığına emindim.

“Lila”

Barun’un sesiyle ikimizin de bakışları ona döndüğünde onun ve Ranvir’in şaşkın bakışlarıyla karşılaştık. Tek fark Barun’un aynı zamanda kaşlarını çatmış olmasıydı.

“Barun!” Lila yüzünü ağlamaklı bir ifadeye büründürdü hemen.

Onlar ne zaman gelmişti?

Kaşlarım eski halini alırken anlık sinirim toz olup uçtu. Barun ona doğru ilerleyip yanına çöktü ve doğrulmasına yardım etti. Ranvir de bu sırada sağıma geçmişti.

Lila’nın öfkeli bakışları bana dönerken “Gördün mü bu kızın ne yaptığını? Şu halime bak!” diye bağırdı tiz sesiyle. Aynı zamanda üzerime atılmaya çalışmıştı. İstemsizce bir adım gerilerken Barun onu tuttuğu kolundan geri çekti.

Barun’un bakışları bana döndüğünde öyle bakmamasına rağmen kendimi savunma ihtiyacı hissederek “Canımı yaktı” dedim.

“Yalancı! Bir de iftira atıyor!” Lila tekrar onun kollarından bana doğru atılmaya kalktığında Barun tamamen onun önüne geçti.

Ona inanır mıydı?

Sevgilisiydi, elbette ona inanacaktı.

“Lila sakin ol” sesi dişlerinin arasından geliyordu. Sinirlenmişti. “Senin burada ne işin var?”

Lila onu dinleyip hareket etmeyi bırakırken Hintçe konuşmaya başladı. Bu daha çok canımı sıktı. Anlamıyordum çünkü ve kim bilir neler söylüyordu.

Yerimde huzursuzca kıpırdanırken yanımdaki Ranvir’in varlığını hatırlayıp ona yaklaştım “Ne diyor?” diyerek ona sordum. Yüzündeki gülmemek için kendini tuttuğu ifadesini ise o zaman fark ettim. Komik olan neydi acaba?

Ters bakışlarımı görüp ifadesini sildi ve kafasını bana doğru eğdi hafifçe “Barun ile yalnız konuşmak istediğini söyledi şu an” diye konuştu.

Kaşlarım daha çok çatılıp bakışlarım onlara döndü tekrar. Barun’un onu onaylar şekilde başını eğdiğini gördüm.

Neden şaşırıyorsam? Elbette ilk onu dinleyecekti.

Barun bize doğru döndüğünde yüzü ifadesizdi. Bir eliyle açık olan odasının kapısını gösterdi. Yüzüne baktım öylece ve bir şey söylemeden yönlendirmesine uyup odaya ilerledim. Peşimden adım sesleri duyduğumda Ranvir olduğunu düşünmüştüm ama o da vardı yanında.

“Siz burada bekleyin” dedi karşılıklı dikildiğimizde. Ranvir onu başıyla onaylarken ben yine sessiz kaldım. Hem de nedenini bilmeden. Neden susuyordum sahi ben?

Bu sırada onun gözleri bir noktaya takıldı. Benim de bakışlarım oraya döndüğünde yerdeki kitabını gördüm.

“Elimden zorla almaya çalıştı” dedim aynı sakinlikle.

Kızmış mıydı? Kırılmıştı belki de? Onun için sadece bir kitap değildi çünkü o. Aisha’nın hediyesiydi.

Oraya doğru ilerleyip eğildi ve kitabı eline aldı. Dudaklarımı dişledim gerginlikle. Bir şey söylemeden diğer elinde yeni fark ettiğim mavi dosya ile birlikte masasına bıraktı.

Yine de bana geri vereceğini düşünen bir yanım olduğunu fark etmem beni şaşırtmadı. Onu bilmiyordum ama ben buna kırıldığımı hissettim. Garipti. Hakkım yoktu belki de böyle hissetmeye. Ama bu hissi biliyordum. Yutkundum. Sessizliğini korudu ve gözlerini bana bir kere daha çevirmeden odadan çıktı.

İçimdeki duygunun ağırlığı ile omuzlarım çökerken bir süre arkasından bakakaldım. Ne olacaktı şimdi? Kim bilir ne anlatacaktı ona o kadın?

Beni de dinler miydi? Dinlese bile kimin yanında duracağı belliydi. Ya bir de o istediği için bana yardım etmeyi bırakırsa?

Saçmalama Ezgi!

Değil mi, saçmalıyordum gerçekten. Şu saatten sonra bu işin geri dönüşü mü vardı? Üstelik kendi mesleği de riske girerdi. Artık istemese bile bu yolda yürümek zorundaydık.

“Geeta” Ranvir’in seslenmesiyle düşüncelerimden sıyrılırken kapıda olan bakışlarım ona döndü. Koltuklardan birine rahatça oturmuş arkasına yaslanmıştı. Bakışları üzerimden gözlerime çıktığında “İyi misin sen? Niye ayakta dikiliyorsun hala?”

Yüzüne baktım sadece. Ardından karşısındaki kalktığım koltuğa geri oturdum. “İyiyim” diye mırıldandım bu sırada.

“Endişelenme, Barun öfkesini dindirecektir”

Ona ne şüphe? Kadına dokunduğunda bile bakışları yumuşamıştı. Şimdi ne yapıp onu sakinleştirecekti kim bilir?

Bana neydi canım bundan?

Ben sadece beni yanlış anlamasını istemiyordum. Resmen gözünün önünde sevgilisini hırpalamış gibi olmuştum çünkü. Normalde şiddet başvuracağım son şey bile değildi. Bana çok kötü bir şey yapmış birine bile öyle karşılık veremezdim.

“Ben ne olduğunu anlamadım bile. Birden üzerime yürüdü, odadan dışarı çıkardı” sesimin isyankâr bir şekilde çıkmasını engelleyemedim.

Kaşları çatılırken bakışları düşünceli bir hal aldı “Ne yalan söyleyeyim bende Lila Hanım’ı ilk defa böyle görüyorum. Neye öfkelendi de gelip senden çıkardı kim bilir?”

Kıskanmıştı. Ne görüp de öfkelenmişti onu anlamıyordum. Kafama dank eden şeyle kaşlarım havalandı. Gazetecilerin haberini görmüş olabilir miydi? Hani şu bizim Nisha için birlikte olduğumuzu söyleyen haberleri?

Tabii ya! Kesinlikle onları görmüştü ve belki de gerçek olayı bilmediği için buna inanmıştı. Bu durumda kıskanmakta haklıydı elbette ama gelip bizi önce bir dinlemesi gerekiyordu saldırması değil.

“Tanımadan dinlemeden böyle davranması hiç hoş değil. Onunla böyle tanışmak istemezdim” dedim içimden geçenleri söyleyerek.

Ranvir beni onaylayıp kafasını sallarken “Biraz kibirlidir ama kötü biri değildir” diye konuştu.

“Ne zamandan beri tanıyorsun onu?”

“İsmen hep duyuyordum. Sen bilmiyorsun tabii kendisi hem valinin kızı hem de Hindistan’ın ünlü mankenlerinden”

Gözlerim şaşkınlıkla büyürken ona baktım. Valinin kızı mı? Ondan bu önemli biri havaları. Barun ile nasıl tanıştıkları da belliydi. İkisi de birbirini bulmuştu gerçekten.

Peki neden hiç görmemiştim onu daha önce? Belki de çok yoğundu. Ancak Barun zor bir zamandan geçmişti. Nisha’yı tanıyor olmalıydı. Cenazesinde Barun’un yanında olup destek olması gerekmez miydi?

Üstelik bizim oyunu da bilmiyor gibiydi?

Peki benim kadının mesleğine nokta atışı yapmam. Fiziği gerçekten güzeldi. Aynı zamanda yüzü de öyle.

Ben cevap veremeden kapı açıldı birden. Barun geçmesi için Lila’ya öncelik verip kenara çekildi. Bu kadar kısa süreceğini hiç düşünmemiştim. Gerçi Barundan bahsediyorduk, en fazla ne kadar konuşabilirdi ki?

Ranvir anında yerinden ayaklanırken bende kalkma ihtiyacı hissederek ayaklandım. Tam karşıma geldiklerinde Ranvir onlara başını eğip kapının yanına ilerlemişti. Bakışlarım Lila’ya döndüğünde az önceki halinden eser kalmadığını gördüm. Ranvir haklıymış. Barun gerçekten iyi dindirmişti sinirini.

“Bir yanlış anlaşılma olmuş” Barun’un sesini duymam ona olan kırgınlığımı gün yüzüne çıkardı. Bu hissi yersiz bulmama rağmen dönüp bakamadım yüzüne.

“Geeta” araya girip bana seslenen Lila’ydı. Bakışlarım yüzündeyken bana doğru bir adım attı. “Ben böyle tanıştığımız için üzgünüm gerçekten. Barun açıkladı her şeyi. Sana öyle davranmamalıydım özür dilerim”

Anlaşılan oyunu yeni öğrenmişti. Sesi gerçekten buna pişman olmuş gibi geliyordu. Şaşırdım çünkü bunu beklemiyordum. Özellikle özür dilemesini hiç beklemiyordum. Gözlerim Barun’a döndüğünde kaşları hafif çatık bir şekilde ona baktığını gördüm. Yüzünde bundan memnun bir ifade vardı ama. Gözleri bana döndüğünde gözlerimi kaçırdım hemen. Yutkundum.

“Önemli olan anlamış olmanız. Bende özür dilerim sizi düşürdüğüm için. Kasten yaptığım bir şey değildi gerçekten” diye konuştum kendimi samimi bir şekilde ifade etmeye çalışarak.

Dudakları hafifçe kıvrıldığında başını anladım dercesine eğdi. Elini uzattı sonra “Tekrar başlayalım o halde”

Uzun, zarif parmaklarına baktım. Uzanıp elini tuttum. Karamel rengindeki gözlerine baktığımda hafifçe tebessüm ettim bende.

Ellerimiz ayrıldığında Lila Barun’a döndü. “Beraber yemek yiyelim mi?” sesinde bunu özlediğine dair bir ton vardı.

Barun düğünden önce Delhi de olduğunu söylemişti. Belli ki o da burada değildi. Uzun zamandır görüşmüyor olmalıydılar. Lila da yanında olamadığı anları telafi etmek istiyordu belli ki.

Bakışlarım Barun’a döndüğünde onun yüzü ifadesizdi. “Bugün müsait değilim, başka zaman”

Kaşlarım hafifçe çatılır gibi oldu. Sanki karşısındaki sevgilisi değil iş arkadaşıydı. Lila bozuntuya vermezken bu haline alışık gibiydi. Üstelemedi.

“Pekâlâ ben çıkıyorum o halde” dedi Lila gülümseyerek.

Barun başını eğerken kapının yanında olan Ranvir’e bir bakış attı. Sarılmalarını bekledim ama olmadı. Biz varız diye çekindiklerini düşündüm. Olabilirdi.

Lila bana da bakıp gülümsedikten sonra kapıya doğru ilerledi. Ranvir ona kapıyı açtı ve onunla birlikte odadan çıktı. Barun ona eşlik etmesini istemişti sanırım az önce de.

“Kusura bakma” onların ardından konuştuğunda bakışlarım ona döndü ama yüzüne bakmadım. Sesinden bu durumdan ne kadar hoşnutsuz olduğu belliydi ama.

“Sorun değil” dedim sadece. Aklımın bir köşesi hala bana verdiği kitaptaydı.

“Sen iyi misin?” diye sorduğunda kaşlarım çatıldı. Yüzüne baktım daha fazla dayanamayarak. Onun da kaşları hafifçe çatılmış gözleri yüzümde dolaşıyordu. Neden böyle bir şey sorduğunu düşündüğüm sırada adama çocuğunu şikâyet eder gibi canımı yaktı dediğimi hatırladım.

Gözlerimi kaçırıp başımı sallarken “İyiyim” dedim hemen. Birkaç saniye daha bakışlarını üzerimde hissettim sonrasında masasının arkasına ilerledi. Bende geri yerime oturdum.

“Konuşma nasıl geçti?” diye sordum merakıma engel olamayarak.

Yüzünü sıvazladı yorgunca. “İdare eder”

Önünde duran mavi dosyaya değdi gözlerim. Dudaklarımı yaladım. “Komiser arkadaşın o listeyi neden istediğini sormadı mı?”

Bakışları yüzüme çıkarken “Sordu” dedi ihtiyatla. “Ona zamanı gelince anlatacağımı söyledim”

O adamı bulup tam olarak ne yapacağını merak ediyordum. Sadece konuşmayacak gibiydi. Öyle olsa bu işi polislere bırakırdı.

“Sizinkiler hala aramadı” diye konuştu düşünceli sesiyle. “Sen aradın mı?”

Yutkunurken “Hayır” dedim.

O yokken aramadıkları için biraz olsun mutluydum ama hala bir haber olmaması canımı yakıyordu. Belki de ben aramalıydım. Nereye kadar kaçabilirdim ki?

Yerimden ayaklandım “Ben aramak istiyorum”

Kafasını eğdi ve ofis telefonunu uzattı. Yüzüne baktım tekrar “Abimi aramak istiyorum ama” dedim. Onun numarası ezberimde değildi ve numarası onun şahsi telefonundaydı.

Ben numarayı söylemesini bekliyordum ama o direkt cebinden telefonunu vermişti. Teşekkür edercesine başımı eğdim ve telefonu elinden aldım. Ancak geri yerime oturamadım. Gergindim. Korku artık damarlarımda akan kan, sesi kulaklarımda birer yankıydı.

Oğuz Bey diye kaydetmişti onu. Üzerine tıklayıp telefonu kulağıma yasladım. Üçüncü çalışta çağrı yanıtlandı. “Abi”

“Ezgi” yorgun bir nefes verdi “İyisin değil mi abicim? Bir sorun mu var?”

“Bir sorun yok. Sadece… sizi merak ettim. Annem de aramadı daha. Herkes iyi değil mi abi?” diye sordum korkumu saklayamayarak.

Sıkıntıyla bir iç geçirdi. Kötü bir şey olmuştu… Telefonu tutan elim sıkılaşırken adımlarım pencerenin önüne ilerledi.

“Ezgi öncelikle sakin ol tamam mı? Kötü bir şey yok” dediğinde elim hızlanan kalbime gitmişti bile. Adımlarım durdu. Gözlerime biriken yaşları hissettim.

“Yiğit abim… Bir şey mi oldu? Söyle lütfen abi! Yaşıyor değil mi?”

“Güzelim dur, abim hala yaşıyor. Sakinleş” diye konuştu hemen. Elim göğsümde hareket ederken gözlerimi kapatıp tuttuğum nefesimi bıraktım usulca. “Tahir dedem… O fenalaşmış. Teyzemler hastaneye götürmüşler ama durumu iyi merak etme”

Gözlerimden yaşlar boşaldı. Neden her şeyin düzeleceğine inanmak isterken hep kötü haberler almaya devam ediyordum? Canım yanıyordu. Başımı yorgunca karşımdaki cama yasladım.

Abim ağladığımı anlamıştı. Konuşmaya devam etti bu yüzden. “Annem… Bugün pek iyi değildi bu yüzden. Odasından çıkmadı. Bizimle de pek konuşmadı. Melike kalıyor yanında”

Annemde gittikçe umudunu kaybediyordu… Bu yüzden aramamıştı belki de beni. Artık güçlüymüş gibi davranamıyordu. Beni de üzmek istememişti. Kalbim öyle sancıdı ki sızısı hiç geçmeyecekmiş gibi hissettim o an.

“Üstelik… Az önce… Abimin doktoru da pek iç açıcı konuşmadı”

Kaşlarım çatılırken başımı geri çektim. “Ne söyledi doktor? Neden aramadınız beni?” diye sordum burnumu çekerken.

Sesli bir nefes bıraktı. “Ezgi… biz bile sindiremiyoruz ki bu durumu sana nasıl açıklayalım? Bizi de anla… bu çok zor… Senin de orada ne kadar zor durumda olduğunu biliyorum. Ortada net bir şey yokken kendini iyice yıpratmanı istemedim”

“Abi” hıçkırdım. Derin bir nefes almaya çalıştım ama o nefes ciğerlerime battı. “Ben daha ne kadar kötü hissedebilirim ki? Sırf ben tatil yapacağım diye şu yaşadıklarımıza bak. Şu çektiklerimize, annemin babamın haline bak abi! Abim…”

Devam edemedim. Sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Boştaki elimle dudaklarımı kapatırken sesimi bastırmaya çalıştım. Yine onun burada olduğunu unutmuştum. Bu halimden çekinmesem de onu rahatsız edeceğimden çekiniyordum artık.

“Ezgi yapma… Yapma güzelim. Kendini suçlayınca hiçbir şey değişmeyecek. Lütfen… Her şey yeterince yolundan çıkmışken sende böyle yaparak daha fazla çaresiz hissettirme bana” diye konuştu gerçekten çaresiz bir sesle.

Bazen onların başına bela açmak için geldiğimi düşünüyor bu dünyadan yok olmak istiyordum. Yine o anlardan birindeydim. Bu defa bu his çok daha kuvvetliydi. Çünkü ucunda abimin hayatı vardı.

“Özür dilerim” dedim tüm kalbimle. Sesim boğuk çıkmıştı.

“Dileme…” dedi yine aynı ses tonuyla. Kalbimin sızısı arttı. Elim göğsüme gitti yine. Düşündüklerimin aksine o yine var olduğum için mutlu olduğunu hissettirdi. “İyi ol yeter abicim. Seni bir daha görememe korkusunu yaşatma bize yeter”

Böyle konuşmamalıydı. Canım daha çok yanıyordu. Bedenimin titrediğini hissettiğimde nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalıştım. Oturmalıydım kesinlikle.

Arkama döndüğümde Barun’u koltuğun sırtına yaslanmış bir şekilde bulmayı beklemiyordum. Gözleri üzerimdeyken yerinde doğruldu hemen. Yüzüne bakamazken ağır adımlarla ilerleyip onun yerine koltuğun sırtına ben yaslandım. O da yanımda dikilmeye devam etti.

“Doktor ne söyledi abi?” diye sordum zar zor. Boğazımda kocaman bir yumru vardı.

“Söyleyeceğim ama ayaktaysan bir yere otur önce” dedi beni ne kadar iyi tanıdığını kanıtlayarak. Bunu aynı zamanda nasıl anlatacağını bilmediği için zaman kazanmak adına söylediğini düşündüm. İç geçirdi. “Ezgi… Abim komaya girdi”

“Ne?” zaman yavaşladı sanki o an. Ensemde bir uyuşma hissettim. Telefonu daha sıkı tuttum bırakmamak için.

“İhtimalinin yüksek olduğunu söylüyorlardı zaten…” sesi titrerken sustu yine. Ağlamamak için kendini sıktığını hissettim. Kalbime kızgın bir ok saplandı sanki.

En son babamla konuşmuştum, muhtemelen o da bilmiyordu bunu. Söyleyememişlerdi. Annem ise inanmak istemiyordu…

“Önümüzdeki yirmi dört saatin kritik olduğunu söyledi doktor” diye devam etti tek nefeste.

Tek bir cümle göğsümde tonlarca ağırlığa sebep oldu. Duyduklarım gerçek olamazdı. Hayır. Kabustu bu. Uyanmak istiyordum.

Kafamı iki yana salladım. “Nasıl? Abim… Abim hiç gözünü açamayabilir mi yani?”

“Ezgi” Kesik nefesler almaya başlamıştı o da. “Abicim… bırakma kendini, lütfen. Bunu da atlatacağız…” Başka şeyler söylemeye devam etti ama onu duymuyordum artık. Kulaklarım uğulduyordu.

Bakışlarımı kaldırdığımda onunla göz göze geldik. Ne ara karşıma geçtiğini bilmiyordum. Hüzünlü kahveleri yüzümde dolaşırken bana doğru bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı. Eli koluma uzandı. Bir şey söyledi ama anlamadım. Hiçbir şey algılayamıyordum. Telefonu kulağımdan çektiğimin farkında bile değildim.

“Ezgi! Orada mısın, Ezgi!”

Ağlamak istedim. İçim dışıma çıkana kadar ağlamak istedim. Öylece baktım karşıma. Gözlerimin içi acıdı ama tek bir damla gelmedi gözlerimden.

Barun elimdeki telefonu aldı. Bir adım geri çıkıp telefonu kulağına götürürken Oğuz abimle konuşuyordu. Ne konuştuklarını anlamadım. Biri boğazımı sıkıyordu sanki. Duvarlar üzerime üzerime geldi. Nefes alamıyordum. Bakışlarım karşımda kalan boydan pencerelere döndü. Işıl ışıl parlayan gökyüzüne baktım. Gözlerim daha çok acıdı.

Arkamı döndüm ve odanın kapısına doğru ilerledim. Sağ elim hala göğsümdeydi. Zihnim anıları bir film şeridi gibi gözümün önüne sererken göğsümdeki acıyı harladı.

Gülümseyen Yiğit abim... Beni kolunun altına alan Yiğit abim... Bana sarılan Yiğit abim…

Kapıyı açıp odadan çıktım. Koşar adımlarım merdivenlere yöneldi. Arkamdan biri kovalıyormuş gibi hızlı hızlı merdivenleri inmeye başladığımda onun arkamdan seslendiğini duydum ama bu beni durdurmadı. Nereye gittiğimi bilmiyordum ama burada kalmak istemiyordum. Bana yetişip birden önüme geçince durmak zorunda kaldım.

“Ezgi” sesindeki hüzün içimdeki ateşi harladı. Titrek bir nefes aldım. Yüzüne bakamadım. Bakışlarım göğsündeydi. Sanki gözlerine baksam yıkılacakmışım gibi hissediyordum “Nereye gidiyorsun?”

“Lütfen,” sesim içime kaçmıştı sanki. Dudaklarımı yaladım. “Çekil önümden”

Bakışları yüzümde dolaşmaya devam ettiğinde onu beklemeyip ben yanından geçtim ve merdivenleri inmeye devam ettim. Aşağı indikçe kalabalık arttı. Çalışanların çıkardığı uğultu zihnime dolsun istedim. Ancak Barun peşimden geliyordu ve onu görür görmez sustukları için bu mümkün olmadı.

Giriş kata geldiğimde tekrar adımlarımı hızlandırarak çıkışa ilerledim. Dışarı çıktığımda esen rüzgâr saçlarımı uçurdu. Nefes almaya çalıştım.

“Geeta nereye böyle?”

Ses Ranvir’e aitti ama dönüp bakmadım. Ana yola doğru ilerlemeye devam ettim. İnsanlar gelip gidiyordu. Hiçbirinin yüzüne bakmadan aralarından sıyrıldım ve yola çıktım. Koşmaya başladım birden. Yoldan birkaç araba geçti. Onun dışında bomboş yolda koşmaya devam ettim.

Bu an tanıdık geldi birden. Yolun etrafında yükselen ağaçlara değdi gözlerim. Rüyamda koştuğum yer geldi aklıma. Babamın bana seslendiği ve onun sesine koştuğum rüyam. Gözlerim doldu.

Bir korna sesiyle irkildiğimde karşıdan gelen arabaya doğru koştuğumu fark ettim. Kim bilir ne zamandır korna çalıyordu çünkü araba çok yaklaşmıştı. Adımlarım şokla zar zor dururken birden güçlü bir el tarafından kollarımdan tutularak yolun kenarına çekildim. Araba yanımızdan geçip gitti.

Göğsüm hızla inip kalkarken acıyan gözlerim beni tutan kolların sahibine döndü. Barun’du. Nefes nefese kalmamış olsa da o da ardımdan koşmuş gibi saçları dağılmış alnına dökülmüştü.

“Delirdin mi sen? Ne yapıyorsun?” dedi hiddetle. Sesinin aksine gözlerinde endişe tohumları vardı. Şaşırmadan edemedim. Bu anda tanıdıktı. Yüzüne baktım kayıtsızca. Konuşamadım. Ben ne yapıyordum sahiden? Sesli bir soluk bıraktı. “İyi misin?”

Kafamı iki yana sallarken gözlerim doldu. Bakışlarımı ayaklarına çevirdim hemen. Değildim. Canım yanıyordu. Dünya dar geliyordu sanki. Boğuluyordum. Burada olmak istemiyordum.

Bir eli hala kolumdaydı. Varla yok arası dokunuşunu hissettim yine. Titrek bir nefes alırken omuzlarım düştü. Bir kabulleniş gibi. Yorulmuştum. Bir kere daha düşünmedim ve aramızda kalan kısa mesafeyi de kapatıp alnımı göğsüne yasladım.

Şaşırmış mıydı gerilmiş miydi yine bilmiyordum. Dokunuşundan cesarete alarak rahatsız olmayacağını düşünmüştüm.

Aklıma Lila Hanım geldi. O da aramızda bir şey olmadığını ve gerçekleri öğrenmişti nasıl olsa.

Yanlış bir şey yapmıyordum. Biraz böyle kalsam yeterdi. Buna ihtiyacım vardı şu an.

Anlamış gibi hiçbir şey söylemedi. Elini de çekmedi. Sıcak nefesini tepemde hissederken kokusu doldu burnuma. Bu kalp atışlarımı düzene soktu. Akmayı bekleyen gözyaşlarım bu anı bekliyormuş gibi yanaklarımdan süzülmeye başladılar.

“Neden kaçıyordun?” diye sordu o sıcak ses tonuyla.

İç geçirdim. “Gerçeklerden”

“Mümkün müymüş?” Kalbim acıdı. Sanki o da denemişti bunu ama sonuç benimkiyle aynıydı.

Mümkün değildi. Burnumu çektim üzgünce. Aklıma onu gördüğüm rüya geldi. “Ben bu anı rüyamda da gördüm” diye mırıldandım.

“Ne gördün?” diyen sesi meraklıydı şimdi.

Acıyan gözlerimi kapattım “Ben yine yoldaydım. Gelen arabayı fark etmemiştim. Sen kurtarmıştın beni yine”

Kolumdaki elinin duraksadığını hissettim “Neden yoldaydın?”

“Nisha” dedim dudaklarım titrerken “O da oradaydı. Onu kurtarmıştım bu defa. Sana getirecektim onu ama gitmişti”

İç geçirdiğini duydum. Gözyaşlarım dozunu arttırırken “Keşke rüyamdaki gibi babamın geldiğini söyleyip beni ona götürsen”

“O da olacak, Ezgi” dedi güven dolu sesiyle. Bu bir teselli cümlesi değildi. O zaten bunu yapmamıştı hiç. Hep kendisi de neye inanıyorsa onu söylüyordu. Bu yüzden güven veriyordu.

Bu biraz olsun iyi hissettirmişti. Ta ki abim aklıma gelene kadar. Babam buraya geldiğinde onun da iyi olmasını istiyordum… Aksi takdirde evime dönmek için bu kadar istekli olamazdım.

Sesli ağlamamak için kendimi sıkarken başımı geri çektim yavaşça. Daha fazla kendimi bırakmamalıydım. Bakışlarım yerdeyken ellerimle yanaklarımı kuruladım hızla. Çabam pek işe yaramıyordu. Ellerim titriyordu. “Özür dilerim. Bu kadar güçsüz olduğum için nefret ediyorum kendimden” diye konuştum.

Yüzümdeki elimi tuttuğunda bakışlarım yüzüne döndü. Gözlerini gözlerimden ayırmadan elimi usulca bedenimin yanına bıraktı. Diğer elimde onunla birlikte diğer yanıma düştü. Koyu kahveleri üşüyen ruhumu sarıp sarmaladı sanki. Bu çok farklı bir histi.

“Sen hiç kendinin farkında değilsin, Ezgi” dedi gözlerimin içine bakarken. Oysa ağlayan halimden hoşlanmadığını söylemişti. “Senin yerinde başka biri olsa çoktan aklını kaybetmişti belki de”

Eğer hala kendimi kaybetmediysem ve az da olsa umudum varsa bu yalnız olmadığım içindi. Yani en büyük pay onlar sayesindeydi. O gün Aisha karşıma çıkmasaydı işlerin daha ne kadar kötü olabileceğini düşünmek tüylerimi ürpertiyordu.

“Sen tanıdığım en güçlü kadınlardan birisin. Öyle ki sadece kendini değil başkalarını da ayakta tutuyorsun” diye devam ettiğinde içimin titrediğini hissettim. “Babanı, anneni ve abilerini ayakta tutan sensin aslında. Üstelik bunu yanlarında olmadan da yapabiliyorsun”

Bunu nasıl yapıyordu bilmiyordum ama kendinden emin ses tonu ve sözleri beni her şeye inandırabilirdi. İçimde kopan fırtına duruldu. Geriye çöküntüler kaldı.

Şaşırdım bu etkisine. “Gerçekten… böyle mi düşünüyorsun?” dedim titreyen sesimle.

Kafasını eğdi usulca. Dudaklarıma değen tuzlu tadı hissettim. Gözlerimi kaçırdım ağladığım için. Burnumu çektim sonra. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Omuzlarım sarsıldığında başımı eğdim tekrar ve sessizce ağlamaya devam ettim.

Hareketlendiğini hissettim ama kafamı kaldıramadım. Başım göğsüne yaslandığında gözlerimi araladım. Aramızdaki mesafeyi kapatmış az önce benim yaptığım gibi göğsüne yaslanmamı sağlamıştı. Oluşturduğu alana sığınmaktan başka bir şey yapamadım. Gözyaşlarım hızını arttırdı.

Elini sağ omuzumda hissettim. Parmakları hafifçe inip kalkarak sıvazladı omzumu. “Sana dün akşam arabada söylediklerimi hatırlıyorsun değil mi?”

“Ne olursa olsun. Ben burada olacağım”

Burnumu çektim. Konuşmasam da anladı sanki hatırladığımı. Bunu hatırlatmaktı amacı. Göğsümdeki ağırlık hafifledi.

“Eve gitmek ister misin?” diye sordu daha sonra. Eve gidersem bizimkilerden haber alamazdım.

Keşke evden kastı kendi evim olsaydı. Ama o kendi evinden bahsediyordu tabii ki.

Onun da evi diyemeyiz.

O kendini bir yere ait hissetmeden nasıl yaşıyordu?

Kaymakam mesleğini seçmesindeki amacını hatırladım. Kendini buna adamıştı çünkü ayakta kalmak için başka bir yol bulamamıştı. Onun için de ağlamak istedim o an.

Ruh halim gerçekten iyi değildi.

“Merak etme, Aisha gelmek üzeredir. Bana ulaşamazlarsa diye onun da numarasını vermiştim abine. Bir şey olursa ararlar” dedi, cevap vermeyişimden doğru bir çıkarım yaparak. Her şeyi bu kadar ince düşünmesi içimde bir yerlere dokunmaya devam ediyordu.

Başımı geri çekerken yanaklarımı kuruladım. “Olur” dedim bir yandan da.

Yüzüne bakmadığım için ne tepki verdiğini görmedim. Elini kendine çekerken aramızdaki mesafeyi açıp cebinden telefonunu çıkardı. Sağ tarafıma doğru dönüp yola baktım öylece. O kadar ağlamaya hıçkırık tutmadığı için şanslıydım. Bu sırada o da düz çıkan ses tonuyla birileriyle konuştu.

Birkaç dakika sonra onun arabası ve arkasında bir koruma aracı yanımızda durdu. Bu süre zarfında hiçbir şey konuşmadık. Yanımda durdu sadece. Onun aracının şoför koltuğundan uzun boylu bir koruma indi. Ranvir olacağını düşündüğüm için şaşırmıştım. Adam gelip anahtarı ona verdi ve başını hafifçe eğip adımlarını arkadaki araca yöneltti.

Barun eliyle aracı işaret etti. O da mı gelecekti? İşleri olduğunu söylemişti? Arabaya ilerledim ve ön koltuğun kapısını açıp oturdum. Hemen ardımdan o da şoför koltuğuna geçmişti.

“Senin işin yok mu? Ranvir de bırakabilirdi”

“Sorun yok” dedi arabayı sürmeye devam ederken.

Bakışlarım kucağımda oynadığım ellerime dönerken “Lila Hanım’a müsait değilim deyince ben öyle sandım. Yani seni engellemek istemem” diye açıkladım kendimi.

Derin bir nefes alıp verdi. “Seni birileriyle tanıştıracaktım o yüzden öyle söyledim.”

“Kimlerle tanıştıracaktın?” diye sordum kaşlarım hafifçe çatılırken.

“Benim için önemli kişiler” dedi üstü kapalı bir şekilde yine. Bakışlarının bana döndüğünü hissettim “Eğer istersen şimdi de tanıştırabilirim. Sana iyi geleceğini düşünüyorum”

Kaşlarım daha çok çatıldı. Beni biriyle değil birileriyle tanıştırmak istiyordu ve kim olduklarını söylemiyordu. Üstelik bana iyi geleceğini düşünüyordu?

Eve gidip muhtemelen yatağa girecek ve bir haber gelene kadar çıkmayacaktım. Düşüncelerle kendimi yememi ve ağlamayı da unutmamam gerek. İçimi bir sıkıntı basarken kafamı hafifçe iki yana salladım.

Böyle olmamalıydı. Henüz hiçbir şey olmuş değildi. Abim hala savaşıyordu. Hala umut vardı. İyi olacaktı biliyordum. Hem o uyumayı çok severdi zaten. Hazır böyle bir fırsat varken bunu kullanıyordu, evet. Bizi bu yüzden bekletiyordu. Gözlerini açacaktı biliyordum.

“Olur” dedim daha güçlü çıkan sesimle.

Bakışlarının yolda olduğunu bildiğimden benim gözlerim ona döndü. Başını eğmişti hafifçe ve hızını arttırmıştı. Aklımda sırf beni birileriyle tanıştıracak diye sevgilisini reddettiği düşüncesi belirdi.

Bu kıskançlık olayı yüzünden kavga mı etmişlerdi yoksa? Hiç öyle bir şey sezmemiştim ama belli ki yolunda gitmeyen şeyler vardı yoksa bu durum hiç normal değildi. Kendimi suçlu hissetmeden edemedim.

“Lila Hanım ilişki haberlerimizi görmüş olmalı. Bu yüzden tartışmamışsınızdır umarım?”

“Neden tartışmamız gerektiğini anlamadım?” dedi düz bir sesle.

Kaşlarım hafifçe kalkarken ona baktım “Neden olacak? Seni kıskanmış olmalı”

“Ne?”

“Sevgilinin başka bir adamla ilişkileri olduğu haberlerini görüyorsun Barun, sen olsan kıskanmaz mısın?” diye sordum durgun bir sesle.

“Sevgili mi?” şaşkınlığı git gide artarken tepkisi sanki bu kelimeyi ilk defa duyuyormuş gibiydi.

“Lila Hanım’dan bahsediyorum”

Yoldaki bakışlarını kısa bir an bana çevirdiğinde kaşlarının çatılmış olduğunu gördüm. “Bunu da nereden çıkardın?”

Bu da ne demekti?

“Ben bir yerden çıkarmadım Lila Hanım kendisi söyledi” dedim sesimi daha canlı tutarak.

“Lila sana tam olarak ne söyledi?” diye sordu.

“Ben Barun’un evleneceği kadınım dedi direkt”

Direksiyondaki ellerini sıktığını fark ettim. Şu an hiçbir tepkisine anlam veremiyordum. Sinirle bir soluk bırakırken “Öyle bir şey yok” dedi kuru bir sesle.

Ne? Tek kaşım havalandı merakla. Ne demek öyle bir şey yok? Sevgili değiller miydi? Bu kadının tripleri neydi o zaman öyle?

“Nasıl yani? Lila Hanım neden böyle bir yalan söyleme gereği duydu ki?” Sesimin öfkeli çıkmasını engelleyememiştim. Çünkü kadın üzerime yürümüştü ama ben kıskanmakta haklı olduğunu savunup onu alttan almaya çalışmıştım. Üstüne salak gibi kendimi suçlu hissetmiştim.

Sıkıntılı bir şekilde iç çekti “Bu yalnızca ailelerimizin onaylayıp istediği bir evlilik. Onun bu konudaki kararının değiştiğini bilmiyordum” diye konuştu, sesindeki şaşkınlık barizdi.

“Sana istemediğini mi söylemişti?”

“Tam olarak öyle değil” derin bir nefes alıp verdi “İkimizin de evlenmek gibi bir derdi yok. O da benim gibi işine düşkün bir kadın. Ailelerimiz bile farkında istemediğimizin ama onlar bunun bir anlaşma üzerinden mutlu bir evliliğe dönüşeceğini savunuyorlar”

“Anlaşma mı?” dedim artık şaşırma kotası dolma sırası bana geçmişti.

Kafasını salladı hafifçe “Lila’nın babası vali. Aynı zamanda ailesi babaannemin akrabaları olur. Babası Mohan Bey çalışkan olmamı hep takdir eder. Bu yüzden artık emekli olmak istediği için koltuğunu bana devretmek istiyor ama damadı olarak. Babaannem de Lila’yı çok seviyor zaten. Dedem de makam olarak yükselmemi ne kadar istediğimi bildiği için bu evliliği onaylıyorlar”

Daha ne kadar hayret edebilirdim bilmiyordum. O da makam olarak yükselmek istiyordu aslında ama anlaşılan bu yolla değil. Kendi ailesinden bahsederken sadece babaannesi ve dedesinin fikirlerini söylemesi de gözümden kaçmamıştı.

Çetan amca ne diyordu acaba bu meseleye? Bunu sorup onun canını daha fazla sıkmak istemedim şu an.

“Mantık evliliği gibi bir şey olacak o zaman sizinki? Tam sana göre aslında” dedim dudaklarımda ince bir tebessüm oluşurken.

Ancak bu onun cümlesiyle solmuştu. “Kalpsiz olduğum için mi?”

Gerçekten kinci bir adamdı.

“Hayır, ben aklınla övünüyorsun diye öyle söyledim”

Buna takılmamış gibiydi. Sesli bir nefes bıraktı. “Lila’yı bilmem. Onunla bu konu üzerine uzun konuşmadık bile. Senin düşünceni de bilemem ama ben evliliğe dair bu isimlere inanmıyorum. Bana göre evlilik bu kadar basit bir şey değil” sesi sakin ve yine o kendinden emin tondaydı.

İşte beni en çok şaşırtan bu olmuştu. Evliliğe dair bu bakış açısı. Ne yalan söyleyeyim ben evliliğe inanmıyorum demesini bekliyordum.

“Bakma öyle söylediğime. Seninle aynı fikirdeyim. Benim için kutsal bir şey evlilik. Aksini düşünmedim hiçbir zaman” diye konuştum. O benim aksime şaşırmamıştı bu düşünceme. Başını eğerek onayladı beni. “Biz ne ara bu konuya geldik?”

“İnan seninle konuşurken bunu sorgulamıyorum artık” dedi çok normal bir şeyden bahseder gibi rahat bir şekilde.

Kaşlarım çatıldı. Laf mı çarpmıştı o şimdi? “Bunu iyiye mi yorayım kötüye mi?” diye konuştum yine de tehditvari bir sesle.

“Bilmem” Dudaklarında bıyık altından tabirini kullandığım tebessümü oluşur gibi oldu. “Ben rahatsız değilim”

Midemde bir karıncalanma oldu. Demek bu durumdan rahatsız değildi. E adam alıştı artık dengesiz ruh hallerine. Çatılan kaşlarım düzelirken bakışlarımı yola çevirdim. Dudaklarım benden bağımsız tebessüm etti “Ben hiç değilim zaten”

E biz de alışmıştık onun dengesizliklerine.

Ne tepki verdiğine bakmadım. O sırada yolun tanıdık gelmesini çözmekle meşguldüm çünkü. Evin yoluydu bu. Eve mi gidiyorduk? Hani birileriyle tanıştıracaktı beni? Onlar eve mi gelmişti acaba?

Çok geçmeden evin bahçesine giriş yapmıştık gerçekten. Bir şey söylemeden arabadan indiğinde bende kemerimi çözdüm ve indim.

Arabanın önüne ilerleyip karşısında durduğumda “Neden eve geldik? Buradalar mı?” diye sordum.

“Sen burada bekle, geliyorum hemen” dedi ve seri adımlarla eve yöneldi.

Kaşlarım çatılırken arkasından bakmak dışında bir şey yapamadım. Yüzüme vuran güneşle gözlerimin acısı kendisini belli ederken arkamı döndüm. Bizimle gelen koruma aracı bahçenin dışında kalmıştı. Korumalarda arabadan inmiş bahçe kapısının yanında dikiliyorlardı. Onların da sırtı bana dönüktü.

İçerideki beyaz takımlı koruma görevlilerine baktım. Bahçe kapısının her iki yanında bana doğru dönük bir şekilde dikiliyorlardı. Hiç konuşmuyor yüzlerinde mimik oynamıyordu diğerleri gibi. Bakışlarım sağ köşedeki görevliye döndüğünde uzakta olsa da onun da bana baktığını fark ettim. Benim ona dönen bakışlarımla o gözlerini anında yere dikmişti. Şaşırdım ve kendimi rahatsız hissettim.

Bu sırada sol taraftan bir şeyin düşme sesi geldi. Ne olduğunu merak ederken ayaklarım benden bağımsız o tarafa yönelmişti bile. Aklıma ilk gelen şey kedilerden birine bir şey olmuş olmasıydı. Adım sesleri duyduğumda bunun kedi olmadığını anlayıp duraksadım.

Evin duvarının arkasından bir erkek çocuğu belirdi. Ardına bakarak koşuyordu. Şaşkınlığımı üzerimden atamadan çocuk bedenime çarptı. Düşmemesi için kolundan tuttum hemen. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Gözleri yüzüme döndüğünde korkuyla irkildi.

Kimdi bu çocuk?

Altı yedi yaşlarında gibiydi. Manu ve Minadan küçük duruyordu. Komşu çocuğu ya da akrabalarının çocuğu olmalıydı. Kahverengi gözlerinin renginde kıvırcık saçları, esmer teni ve sol yanağında büyük bir beni vardı. Üzerinde ise mavi çizgili kısa kollu bir gömlek ve mavi bir kot pantolon vardı. Benim gibi onun da bakışları üzerimde dolaşırken en son kaküllerimden gözlerime indi ürkek bakışları.

“Canın yandı mı? İyi misin?” diye konuştum endişeyle ama beni anlamayacağını geç fark ettim.

Sesimi duymasıyla bedeni irkilir gibi oldu tekrar. Ben anlamsızca yüzüme bakmasını beklerken gözlerinin dolduğunu görmek beni afallattı. Korktum. Canı çok mu yanmıştı? Ayrıca neyden kaçıyordu o öyle?

Ne yapacağımı bilemez bir şekilde dudağımı yalarken ona doğru eğildim ve elimi kolundan omzuma çıkardım. Onu ürkütmeden sakinleştirmek istedim. Barun birazdan gelirdi. O anlardı onu.

Gözlerine özür dilercesine bakarken beni de anlamasını umdum. Dudakları titrerken gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Benden korkmuyordu bunu görebiliyordum. Üzgün bakıyordu. Üzgün ve özlem dolu.

İçim burkulurken alt dudağım üzgünce sarktı. “Lütfen ağlama” diğer elimi yüzüne götürdüğüm sırada onun arkasından gelen başka bir çocuk sesiyle duraksadım.

Ben daha bakışlarımı kaldıramadan alnıma yediğim sert bir cisimle yerimde geriye doğru sendeledim. Ellerim iki yanıma düştü. Başıma saplanan keskin acıyla dudaklarım arasından acı bir feryadın kaçmasına engel olamadım.

Gözlerim buğulanırken bakışlarım önümdeki çocuğun şaşkın ve endişeleri gözlerinden ayaklarımın yanına düşen taşa döndü. Yumruğum kadardı ve kan bulaşmıştı. Başka adım sesleri ve az önce konuşan çocuğun sesini duydum. Hintçe konuştuğu için ne söylediğini anlamadım. Bakışlarımı yukarı kaldırdığımda koşarak yanımdan uzaklaşan iki çocuk gördüm.

Alnımda hissettiğim acı gittikçe çoğalıyordu. Kesik nefesler almaya başladığımı fark ettim. Dişlerimi sıktım. Titreyen elimi acıyan yere değdirmemle dudaklarımdan başka bir çığlığın kaçması bir oldu.

Allah’ım bu nasıl bir acı böyle?

Elimde bir sıcaklık hissettim. Kalbim korkuyla hızlanırken kaşlarım çatılmıştı. Elimi gözlerimin önüne getirdiğimde net görebilmek için buğulanan gözlerimi kırpıştırdım. Titreyen parmaklarım kırmızıya boyanmıştı.

Kırmızı bir sıvıya?

Bu kandı.

Benim kanım.

 

 

BÖLÜM SONU

 

Neler oluyor Yarabbi! dediğinizi duyar gibiyim. Nasıl buldunuz bölümü?

En sevdiğiniz sahneyi sorsam?

Daha önce ismini duyduğunuz Lila ile tanıştık, onun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Geçmişin perdelerini aralıyoruz. Akash ve Barun hakkındaki olay için ne düşünüyorsunuz? Baba oğul arasındaki yaşananları merak ediyor musunuz?

Aisha'nın ismini de öğrendik. Tıpkı annesi gibi bende o iki isim arasında kaldım bu arada sjsjsjssjjs Ancak Şeyda kişiliğine daha uygun geldi. Siz ne düşünüyorsunuz?

Yiğit'in durumu ne olur dersiniz? Türkiye de durumlar bir hayli karışıyor...

Yenim bölümde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın:)

Sevgilerimle...

Bölüm : 02.05.2025 17:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...