15. Bölüm

Bölüm 14 | Filizlenen Umutlar

Hatice
bayankimbilir

Selamlar canlarım!

Gecikme için çok üzgünüm, birtakım şampiyonluk kutlamaları ile meşgüldum. Size uzun bir bölüm getirdim zaten. Hazır mısınızzz

Oy ve yorumlarınız çok değerli benim için. Keyifli okumalar dilerim:)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

14. BÖLÜM

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FİLİZLENEN UMUTLAR

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Yaralı kalbini gizleme

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çağır gelsin sesime" 🎶

 

 

Bir yerde okumuştum. Bazı hislerin bizde bıraktığı izler bilinçaltımızda saklanırmış. Ona benzer bir durumla karşılaştığımızda büyüklüğü ya da etkisi aynı olmasa bile aynı şekilde hissetmemiz bu yüzdenmiş.

Şu an tam olarak bunu yaşıyordum. Alnımda hissettiğim acı çok tanıdıktı. Küçükken kuyuya düşmeden önce başımı vurmuştum. Acısını bile hatırlamazdım ama her kriz geçirdiğimde başıma bir ağrı saplanırdı. O yaranın sende bıraktığı psikolojik etki demişti psikoloğum. Garipti ama gerçekti.

“Geeta?”

King’in sesini duymamla korku dolu bakışlarım ona döndü. Arka bahçe tarafından koşar adım bana ilerliyordu. Çığlığımı duymuş olmalıydı. Ona dönmemle adımları yavaşlarken kaşları hayretle havaya kalktı. Bahçedeki korumaların da bana doğru hareketlendiğini gördüm bu sırada.

Bir an yer altımdan kayar gibi oldu. Titrediğini yeni fark ettiğim bacaklarım bedenimi daha fazla taşıyamadı. Yere oturdum öylece. Yüzümü buruşturdum acıyla. Bu sırada King önümde bitmişti.

“Geeta bu… bu nasıl? Ben hemen ambulans çağıracağım tamam mı?” şoka girmiş şekilde konuşmaya çalışırken bakışları yüzüme çıkmıyordu.

Midem altüst oldu. Hastaneye gitmek istemiyordum. Başım kanıyordu. Ölecek miydim? Gözyaşlarım hızlanırken kendimi sıktım. Canım çok yanıyordu.

“Ezgi!” Barun’un sesi kulaklarımda uğuldadığında içim titredi. Kalbim daha hızlı çarptı.

Adım sesleri işittim ve sonra önümdeki King’i ittiğini gördüm “Ne yaptın?!” sesi buz gibiydi. Onu suçluyordu ama o hiçbir şey yapmamıştı. Kafamı kaldırıp bakamıyordum. Her hareketimde canım daha çok yanıyordu.

Önüme diz çöktüğünde gözlerimiz buluştu. Kaşları çatıktı ve burnundan soluyordu. Hıçkırığım tuttuğunda alnımdan akan kanın şakağımdan çeneme akışını hissettim.

“Ben bir şey yapmadım! Görmedim bile ne olduğunu!” dediğini işittim King’in.

Barun’un bakışları yumuşarken ne yaptığımı bilmeden kendi kanıma bulanan sağ elimi ona doğru kaldırdım. Elimi tuttu hemen ve bana doğru yaklaştı iyice. Diğer eliyle önüme dökülen saçlarımı omzumdan geriye atarken bakışları alnımdaki yaradaydı.

Elini sıktım. Artık teni soğuk değildi. Titreyen dudaklarımı zar zor araladım “Barun”

“Sakin ol tamam mı? İyi olacaksın”

Mümkünmüş gibi gözyaşlarım daha çok hızlandı “Canım çok yanıyor”

Bu sırada buğulanan gözlerim Barun’un yanında duran başka birini seçti. Aastha ablaydı. Yere çömelmişti o da. Endişeyle yüzüme bakıyor bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum.

Barun’un bakışları ona dönerken o da bir şeyler söyledi. Aastha ablanın uzattığı şalını alıp elinde yuvarladı ve alnımın kenarına bastırdı. Dudaklarımdan bir inilti koptuğunda ağlamam sesli bir hal aldı. Başım iradem dışı yana doğru düştüğünde gözlerim kapanır gibi oldu.

“Ezgi, bak bana! Ezgi!” Barun’un sesiyle zar zor gözlerimi tekrar araladığımda elini yüzüme yaslamış olduğunu fark ettim. Yüzü oldukça yakınımdaydı. Gözlerimi açtığımı gördüğünde sesli bir soluk bırakıp elini geri çekti.

“Çabuk arabayı çalıştır” dediğini duydum. Elinde anahtar olduğunu tahmin ettiğim şeyi ilerideki King’e fırlattı.

Tekrar bana döndüğünde “Dayan Ezgi, hastaneye götüreceğim şimdi seni tamam mı?” diye konuştu yatıştırıcı bir sesle.

“Tamam” dedim dişlerimi sıkarken.

Boştaki eli belime dolandı hemen. Kalkmamda yardımcı oldu. Aynı zamanda hala diğer eliyle yarama tampon yapıyordu. Hıçkırmaya devam ederken ayakta durmaya çalıştım. Bacaklarımda güç kalmamış gibiydi.

Neyse ki King arabayı geri sürerek önümüze getirmişti de yanına kadar gitmemize gerek kalmamıştı. Bizim için arka kapıyı açtı Aastha abla. Barun dikkatli bir şekilde önce benim geçmemi sağlarken kendisi de hemen yanıma geçmişti. Aastha ablanın sesini duydum. Bir şey konuştular ama hiçbir şey anlamadım.

Kapı kapanır kapanmaz King gaza yüklendi. Barun’un yerinde bana doğru döndüğünü hissettim. Ben zaten yarama baskı yaptığı için ona dönük duruyordum. Elleri hala üzerimdeydi ama ben artık bedenimin kontrolünü kaybediyor gibiydim. Başım ağırlaşmıştı ve taşıyamıyordum. Baskı uyguladığı yer alnımın sağ köşesiydi. Bunu umursamadan başımı onun göğsünün üstüne omzuna yakın yere yasladım. Acıyı hissetmiyordum artık uyuşmuş gibiydim.

Diğer eli koluma çıktığında “Ezgi” diye seslendi. “Dayan biraz daha tamam mı?”

Titrek bir nefes bıraktım. Kokusunu içime çektim. Nasıl oluyordu bilmiyorum ama bu korkuyla çarpan kalbimi sakinleştiriyordu.

Yüzümü görmek ister gibi başını eğdiğini hissettim. Sıcak nefesi gözlerimin üzerine vurdu “Nasıl oldu bu? Kim yaptı?” sesi buna anlam veremiyormuş gibi öfkeli çıkıyordu.

“Görmedim” dişlerim birbirine çarpıyordu. Üşüyordum. “Bir çocukla çarpıştık. Ağladı. Bende onu teselli etmeye çalışıyordum ama sonra başka bir çocuk sesi duydum. Ne olduğunu anlamadım, görmedim bile nereden geldiğini”

“Çocuk mu?” Bu King’in sesiydi. Şaşkın ve korku doluydu. “Ben geldiğimde bahçede çocuk falan yoktu”

“Korkup gitti onlar” dedim hıçkırıklarım arasından.

Barun sesli bir nefes verdi. “Beş dakika ya. Sadece beş dakika yalnız bıraktım seni” diye konuştu. Daha çok kendine söylenir gibiydi.

“Belayı çekiyorsam benim ne suçum var” dedim boğuk çıkan sesimle. “Kızma bana” diye ekledim sonra. O kızınca kendimi daha kötü hissediyordum.

İç çektiğinde ona daha çok sokuldum. “Barun” dedim mayışan sesimle. Göz kapaklarım gittikçe ağırlaşıyordu. “Uykumun… gelmesi normal mi? Ölüyor muyum yoksa?”

Bedeninin gerildiğini hissettim. Kolumdaki eli sıkılaşırken yüzümü kendinden uzaklaştırdı. Kaşlarımı çattım bundan rahatsız olarak.

Gözleri yüzümde gezinirken “Hayır. Sakın kapatma gözlerini Ezgi. Az kaldı dayan, geldik sayılır” diye konuştu.

Bakışlarında endişe mi vardı? Benim için endişeleniyor muydu?

Görüntüm ağladığım için mi bulanıktı? Gözlerimi kırpıştırdım ama kahvelerini net göremedim. Hoşnutsuzluğum arttı. Başım tekrar aynı yere düştüğünde gözlerimi açık tutmaya çalıştım.

“Konuş benimle” diyen sesini duydum. Diğer eli hala başımı yasladığım yerin yanında şalın üzerindeydi.

Kulaklarımda yine ona ait ama başka bir zamandan bir ses yankılandı bu sırada.

“Benimle kal”

Bunu ne zaman söylemişti?

“Ezgi”

“Hmm” sesimi duymasıyla sesli bir nefes bıraktı.

Sıcaklığına sokuldum yine istemsizce. Çok üşüyordum. Bunu anlamış gibi belimdeki eli tamamen sardı bedenimi ve beni kendine çekti.

“Konuş benimle” dedi tekrar. Sesi daha çok mayışmamı sağlıyordu ama haberi yoktu.

Dilimi kuruyan dudaklarımda gezdirdim. Susadığımı hissettim. Bununla birlikte mide bulantım tekrar kendini belli etti.

Ne konuşacaktım ki? Aklıma Yiğit abim geldi direkt. Titrek bir nefes verdim. Şimdi değil. Başka bir şey düşün.

Titrek bir nefes verip dudaklarımı araladım. “Bana kızgın mısın?”

“Sana kızmadım. Sadece şaşkınım. Ne zaman yalnız bıraksam başına bir şey geliyor”

Öyleydi gerçekten ama ben bu olaydan bahsetmiyordum. “Onu demiyorum” dedim yutkunurken. “Kitap için. Lila Hanım zorla benden almaya çalışırken düştü. Sonra da dışarı sürükledi zaten beni, almaya fırsatım olmadı”

“Bunun için neden kızayım sana?” sesinde gerçek bir şaşkınlık vardı.

“Neden geri vermedin o zaman? Yüzüme bile bakmadın” dedim içerlediğim şeyleri söylerken. Normalde buna cesaret eder miydim bilmiyordum.

En azından bu kadar hızlı değil.

Yüzüne bakmıyorken itiraf etmek daha kolay geldi. Biraz dilim çözülmüş de olabilirdi. Kendi kaşındı.

“Sen bu yüzden mi öyle garip davrandın?” diye konuştu hayretle.

Nasıl davranmıştım? Kaşlarım hafif çatılır gibi oldu ama canım acıyınca bundan vazgeçtim.

“Kız trip atmış işte Barun neyi anlamıyorsun?!” diye birden yükseldi ön taraftan King. “Ah siz kadınlar, her durumda bile trip atmaktan geri durmuyorsunuz gerçekten”

Ne? Trip falan atmamıştım!

Sinirlendim bu söylediğine. Burnumu çekerken gözlerimi açtım. “Ben sana bir trip atacağım şimdi göreceksin” dedim.

“Ben yeterince yedim bence. Ponçik kalbim daha fazlasını kaldırmaz”

“Aynı şey değil!”

“Belli belli. Bak Barun abime yetmemiş trip. Anlamamış bile. Sen devam et ben bölmeyeyim”

Hala dalga geçiyordu ya!

Ona bakmak için yerimde doğrulmak istedim ama bu başıma saplanan acıyla engellendi. Dudaklarımdan küçük bir inilti kaçarken Barun’un belimdeki eli tampon yaptığı şala geldi. “Ne yapıyorsun? Hareket etme” dedi azarlar tonda.

Gözlerimi acıyla kırpıştırırken başım öne doğru düştü. Barun diğer eliyle boynumdan destek verip tekrar eski yerime yaslanmamı sağladı. Teni sıcaktı. Dokunuşları sıcaktı. Kokusunu solurken gözlerimi kapatmamak için direnmek çok zordu.

“Sana değildi kızgınlığım” sesi kısıktı sanırım King duymasın diye böyle konuşuyordu. “Savcı ve dosya yüzünden kızgındım. Farkında bile değildim ne yaptığımın çok”

Bunu hiç düşünmemiştim ben. Direkt üzerime alınmıştım. Bunu yapmaktan vazgeçmeliydim. Her defasında bana açıklama yapmak zorunda değildi.

Etrafımdaki her şey yavaşlamış gibiydi. Onun soluk alışverişini bile duymuyordum artık. Uyuşukluk tüm bedenimi sararken artık gerçekten tüm gücün bedenimden çekildiğini hissettim.

Ya hastaneye varmadan çok kan kaybedip ölürsem?

Bu hisle kalbim korkuyla hızlandı. En azından abimin uyandığını görseydim. Gözyaşlarım hızlandı.

Arabanın durduğunu bile hissetmedim. “Geldik Ezgi, korkma” diyen sesi çok uzaklardan geliyordu. King ile konuşan sesini duydum.

Dayanabilirdim. Gözlerimi aralamaya çalıştım. Bu çok zor oldu.

Belimdeki eli sıkılaşırken başımı hareket ettirmemeye dikkat ederek bedenimi kapıya doğru kaydırdı. Kapıyı açtı sonra. “Ezgi duyuyor musun beni?”

Duyuyorum. Cevap veremedim.

Şalı tekrar sabitleyip o elini belime indirdi. Diğer eli bacaklarımın altına uzanmıştı. Hareketleri hızlı ama dikkatliydi. Yüzüme vuran rüzgâr ile gözlerim kapandı yine. Daha çok titrediğimi hissettim. Birileriyle Hintçe konuştuğunu duydum. Bedenim sıcaklığından ayrıldı çok geçmeden. Gözlerimi araladım yine zar zor.

Gözyaşlarım şiddetini arttırmıştı. Sesli ağladığımın farkında bile değildim. Canım yanmıyordu artık neden ağlıyordum? İçimden bir şeyler kopuyordu sanki.

Bir yere yatırılmıştım. Hastanenin içindeydik. Nerede olursam olayım nefret ettiğim bu koku hiç değişmiyordu. İki yanımda yabancı, hastane önlükleri olan insanlar vardı. Birbirleriyle konuşuyor üzerimde bir şeyler yapıyorlardı. Bir yere götürüyorlardı beni. Kalbim korkuyla hızlandı ve gözlerim onu aradı.

Sağ taraftaki hemşirenin yanındaydı. Onu gördüğüm an içim titredi. Kalkmak ve onun beni götürmesini istedim ama yapamadım. Yalnız kalmak istemiyordum. Ne yapacaklardı onu bile bilmiyordum. Tek bildiğim çok korktuğumdu.

Sağ elimi kaldırdım. Gözlerine bakarken konuşamadım ama koyu kahvelerinde beni anladığını gördüm. Korktuğumu anlamıştı. Sedyeye yaklaştı ve elimi tuttu.

“Barun” Tanıdık başka bir ses duyduğumda oraya baktım.

Bir yerde durmuştuk şimdi. Sol taraftaki hemşire geri çekilmiş onun yerine üzerinde doktor önlüğü olan Akash belirmişti. İçimin daha çok rahatladığını hissettim. Hıçkırıklarım iç çekişlere dönmüştü. Barun ile Hintçe konuştuklarını duydum.

Endişeli bakışları bana döndüğünde yüzünü bana doğru yaklaştırdı. Geeta dediğini duydum ama ne söylediğini anlayamadım. Gözlerime ışık tutarken konuşmaya devam etti ama Hintçe konuşuyordu şimdi. Benimle olmadığı belliydi. Nazikçe yüzümü kavrayıp alnımdaki yaraya baktı. Yüzünden bir şey okunmuyordu.

Tuttuğum eli sıktım. Güçlü hissetmemi sağlayan tek şey oydu.

Akash’ın bakışları Barun’a dönerken bir şeyler söyledi. Ona döndüğümde onları duyduğumu anladılar. Etrafımda bir hareketlenme oldu tekrar. Sol kolumdaki batma hissiyle bir sızı hissettim. Yüzümü buruşturdum.

Akash tekrar yüzüme doğru eğildiğinde bir elinin yarama bir şeyler yaptığını hissettim. “İyi olacaksın Geeta” diye konuştu. Bu sefer çevirebilmiştim ne söylediğini. Gülümsedi içtenlikle. O zaman durumum çok kötü değildi. Kasılan bedenim gevşedi biraz.

“Korkuyorum” dedim dudaklarımı aralayabildiğimde.

Birkaç saniye yüzüme bakıp Barun’a eliyle yaklaşmasını söyledi. Onunla konuştuktan sonra yüzüme eğilen bu sefer Barundu. “Akash yaranın çok derin olmadığını söyledi. İki dikiş atılacak. Hissetmeyeceksin bile tamam mı?”

Ne! Dikiş mi atılacak?

Akash onu anlamadığım için Barun’un konuşmasını istemişti anlaşılan. Dudaklarımı birbirine bastırırken kafamı iki yana salladım. Gözlerim buğulandı. Gözyaşlarım tekrar hızlanmıştı.

Sıcak bakışları yüzümde gezinirken “Sakin ol Ezgi, korkma” diye konuştu. Başımdaki ağrı şiddetini arttırırken göz kapaklarım titredi. Uyku artık direnemeyeceğim kadar baskındı.

Elini sıktım yine. Gözlerim kapanmak üzereydi. “Gitme” dedim ama sesim bir fısıltıdan farksızdı.

“Buradayım, gitmeyeceğim söz” dediğini duydum.

Belki de zihnim uydurmuştu bilmiyordum. Göz kapaklarım daha fazla dayanamayıp kapandığında duyduğum son sözlerde bunlardı. Sonrası derin bir sessizlik ve karanlık.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

Balığa denizden başkası azaptır

Canına canan bulunca insan tamamdır.

Tatlı dil yılanı deliğinden çıkartır

Şarkıya eşlik ederken sağ elimi ileri doğru kaldırdım “E bunca şair yanılmış olabilir mi?”

Kendi kendime girdiğim triplere gülerken Kenan Doğulu şarkıya devam etti. Tekrar önümdeki matematik sorusuna döndüğümde soru bana baktı ben ona.

Hani üniversiteye geçince hazırlık sınavına çalıştığımız kadar ders çalışmamız gerekmeyecekti? Kim attı bu yalanı? Yetkililer lütfen bir el atın.

Bütün moodum düşerken kafamı masaya gömdüm. Vizelerim yaklaşıyordu ve benim ders çalışmam gerekiyordu artık. Ağlamak istiyordum.

Bu sırada kapı zilinin çaldığını duydum. Kaşlarım çatılırken ofladım. Şu an değil ya! Daha yeni masaya oturmaya kendimi ikna etmiştim.

Söylenmeye devam edip ayaklandım ve odamdan çıktım.

“Geldim!” diye bağırdım aynı zamanda.

Oğuz abim mi gelmişti? Yarım saat kadar önce biraz hava alıp geleceğim diye çıkmıştı. Bu kadar çabuk döneceğini düşünmemiştim. Bunu sık yapardı ve birkaç saat gelmezdi eve.

İçime çöken hüznü ona yansıtmak istemeyerek gülümsedim ve kapıyı açtım. Ancak karşımdaki kişi Oğuz abim değildi. Üzerinde şişme siyah bir mont olan yabancı genç bir adamdı.

“Buyurun” dedim şaşkın bir şekilde.

“Ezgi Kayhan?”

“Evet, benim”

Elinde yeni fark ettiğim orta büyüklükteki paketi uzatırken “Adınıza kargo var” diye konuştu adam.

Kaşlarım çatıldı. Aynı zamanda paketi elinden almıştım. “İyi de ben kargo beklemiyordum. Kimden bu?”

Diğer elindeki planlayıcıya bakarken “Yiğit Kayhan” diye yanıtladı beni. Kaşlarım hayretle havalandı.

Abim bana ne yollamış olabilirdi ki? Ayrıca niye haber vermemişti?

Kargocu imzamı alıp giderken bende elimdeki kutuya meraklı bakışlar atarak salona geçmiştim. Tam yırtıp açacağım sırada bu sefer telefonumun melodisi doldurdu evi. Masaya oturmadan önce dikkatimi dağıtmasın diye salondaki sehpaya bırakmıştım.

Kimin aradığına baktığımda Yiğit abimin aradığını gördüm. Hem de görüntülü. “Ne oluyor yahu?”

Elimdeki paketi sehpanın üzerine bırakırken koltuğa oturup aramayı yanıtladım.

“Heh açtı” Ekranda Yiğit abimin yüzü belirdi hemen. “Abicim nasılsın?”

“İyiyim abi sen nasılsın?”

Dudaklarındaki sırıtma büyüdü. “İyiyiz biz de. Yengen de burda” diye konuşurken bakışları telefonun üzerinden ona döndü kısa bir süre “Kız gelsene artık”

"Şu sıfatımi bi düzleyim dedim, ne söylendun da" dediğini duydum Hicran yengemin. Sinirlendiği zaman o şive mutlaka kayıyordu.

Yiğit abimin sırıtması tatlı bir tebessüme dönüşürken “Şiveni yesinler” diye mırıldandı. Benim varlığımı unutmuş gibiydi. “Sen her halinle güzelsin zaten, gel”

Gülerken boğazımı temizledim hafifçe. Abimin bakışları bana dönerken gülümsemesini gizlemeye çalıştı.

Hicran yengemde kadraja girerken Yiğit abimin yanına oturmuştu. Aralarında aşk dolu bir bakışma oldu. “Ben kapatayım en iyisi siz devam edin” diye konuştum sırıtarak.

Bende böyle sevilmek istiyorum Allah’ım çok mu?

Yiğit abim boğazını temizlerken bana doğru döndü. Kaşları hafifçe çatılmıştı. Hicran yengemin de yanaklarının kızardığını gördüm.

“Utanmaz! İnsan abisiylen yengesiylen dalga geçer mi?” diye söylendi abim huysuz bir sesle.

Sırıtmam daha çok büyüdü. “Dalga geçmedim ki iyilik yapayım dedim”

“Hele hele”

Hicran yengem Yiğit abimin bu haline gülerken başını eğdi.

“Allah’ım çok tatlısınız ya” diye şakıdım kendimi tutamayarak.

Yiğit abim Hicran yengeme kısa bir bakış atarken “Karımı utandırmayı bırak da kargon geldi mi onu de hele?” diye sordu.

Asıl meseleyi hatırlayınca merakım daha ağır bastığı için onlarla uğraşmayı bırakmak zorunda kaldım. “Evet, yeni geldi. Bu ne kargosu böyle neden benim haberim yok?”

Yiğit abim gülen gözleriyle gözlerime bakarken “O senin doğum günü hediyen. Yengenle bir aldık” dedi.

“Umarım beğenirsin Ezgicim” diye devam etti Hicran yengem de. Sesi bunun için heyecanlı geliyordu.

Bakışlarım sehpanın üzerindeki pakete döndü. Doğum günüm geçeli iki hafta olmuştu aslında. Bu benim onlardan ayrı geçirdiğim ilk doğum günümdü. On dokuz olmuştum.

O gün herkes toplanmış ve beni görüntülü aramışlardı. Sanki oradaymışım gibi evi süslemiş ve kocaman bir pasta yaptırmışlardı. Bütün Kayhan ahalisi karşımda gülümseyerek bana bakıyordu. Dedem bile… O kadar duygulanmıştım ki ağlamaktan hıçkırığım tutmuştu. Oğuz abimin her şeyden haberi olduğu için bana ayrı pasta almış ve aynı zamanda kutlamayı denk getirmişti. Onlar telefonun bir ucunda ben bir ucunda dileğimi dilemiş ve mumlarımı üflemiştim.

Doğum günlerim kıymetliydi benim için. O gün ayrı bir neşeli oluyordum. İnsan yaş aldığı için neden bu kadar mutlu olur bilmiyorum ama bana özel bir gün olması hoşuma gidiyordu. Elbette çocuk kalmak isteyen yanım vardı ama pastalar ve hediyelerle o burukluğu unutuyordum.

Ve evet, hediyelere bayılırdım!

“Biraz gecikti ama anca yapıldı. İnşallah değer ha” Yiğit abimin sesiyle düşüncelerimden sıyrıldığında bakışlarım ona döndü. Gözlerim buğulanmıştı.

“Haydi aç ne bekliyorsun tepkini merak ediyoruz” dedi hemen Hicran yengem. Heyecanı git gide artıyordu. Onları daha fazla bekletmeyerek paketi elime aldım.

Babam ve annem hediye olarak ehliyet almam için hesabıma bir miktar para yatırmışlardı. Oğuz abim çikolata buketi yaptırmıştı bana. İki günde bitmişti. Melike bana özel bir tablo yapıp göndermişti. Evimin duvarını süslüyordu şimdi. Alperen ise gıcıklık yapıp yazın gelirsen alırsın hediyeni demişti.

Hiçbirinden özellikle büyük bir şey beklemiyordum aslında. Onlar zaten benim için en güzel hediyeydiler. Bu yüzden Yiğit abimin bir hediye vermemesini sorgulamamıştım. Pek sevmezdi zaten hediyeleşmeyi. Anlamadığından yakınır genelde Oğuz abimle birlikte alırlardı doğum günü hediyelerimi.

Ancak artık Hicran yengem vardı...

Dudaklarımda büyüyen gülümsemeyle heyecanla paketi açtım. Toz pembe renginde bir kutu çıktı. Bakışlarım hemen ekrandaki ikiliye döndü “Oha! Hayır!” Hicran yengem tepkime gülerken Yiğit abim sırıtıyordu.

Kutunun kapağını açtığımda tahmin ettiğim şeyle karşılaştım.

Pandora charm bileklik.

“İnanmıyorum” dedim sondaki m harfini uzatarak. Bilekliği elime alırken iki elimle dokunup üzerindekileri incelemeye başladım.

Ne zamandır istediğim bileklikti ve bunun için para biriktiriyordum.

Elbette babamdan istesem anında hesabıma yatırırdı ancak ben kendime özel yaptırmak istediğim bu şeyi kendi paramla almak istemiştim.

İstanbul'a kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrenmeye de gelmiştim ve ilk yaptığım şeylerden biri de bu olmuştu: babamın parasını harcamayı minimuma indirmek.

Bunda zorlanıyordum kabul. Kendi kazandığınla baba parası yemek kesinlikle aynı şey değildi. Kendi parama o kadar kolay kıyamıyordum.

“Hediyeleri ne kadar çok sevdiğini biliyom. Bu sene ne alsam diye düşündüm. En son işin içinden çıkamayıp yengenle konuştum. O da bu bileklikten bahsetti. Beraber seçtik üzerindeki simgeleri de” diye konuştu Yiğit abim.

Almak istediğimi bilen kişilerden biri de Hicran yengemdi tabii ki. Gözlerim dolu dolu baktım ikisine de.

Hicran yengem ellerini birleştirip gülümserken “Hepsi seni hatırlatan şeyler bence ha bak bakalım” dedi.

Bilekliği avucumun içine sererken tek tek üzerindeki simgelere baktım. İlk dikkatimi çeken çiçek figürü oldu. Onun yanında güneş. Üzerinde kalem olan bir kitap. Kız Kulesi. Sol anahtarı. Çilek ve bir kalp. Hem de yeşil.

“Bu… Çok güzel” sesim ağlayacakmışım gibi çıkmıştı çünkü gerçekten ağlamama ramak kalmıştı.

“Beğenmene çok sevindik canım. Güle güle kullan” dedi Hicran yengem.

Bakışlarım onlara döndü. Gözlerim onun gülen gözlerinden abimin aynı renkte olan gözlerimize döndü. “Teşekkür ederim. Sizi çok seviyorum” dedim.

Dudaklarında derin bir tebessümle gözlerimin içine baktı. “Yeni yaşın kalbin kadar güzellikler getirsin sana gülüm”

Gülüm… Bende seni seviyorum diyordu aslında.

Hicran yengem onun koluna girip yanağını koluna yaslarken “Biz de seni çok seviyoruz” dedi, onun sessiz kelimelerini dile getirerek.

Birbirlerini böyle güzel tamamlıyor oluşları içimi sıcacık etmişti. Gülümsemem mümkünmüş gibi daha çok büyüdü.

Tam bu sırada ekran siyah oldu. “Abi” Gülümsemem yüzümde donakaldı. Kaşlarım çatılırken ekrana dokundum ama telefon açılmadı.

Bu an böyle değildi. Ağlamamı durdurmak için Hicran yengem bilekliği yapan tasarımcı adam ile abimin tartışmasını anlatmıştı. Ağlarken gülmeye başlamıştım.

Abimin kıskançlık nöbetlerinden yakınmıştık bunun üzerine. Abim bu ne biçim bir yenge görümce ilişkisi diye hayıflanmış ve çenemizden kurtulmak için kaçmıştı.

Hatırlıyordum. Kafamı iki yana sallayarak ayağa kalktım.

“Yiğit!” Hicran yengemin feryadını duymamla tüylerim diken diken oldu.

Neler oluyordu? Bu ses nereden geliyordu?

Etraf karardı. Evim kayboldu. “Ezgi!” diye çaresizce bağıran Yiğit abimi duydum.

Gözlerimden yaşlar akıyordu. Çıkış yolu arar gibi etrafımda dönüp durdum. Karanlıktı. Çok korkuyordum.

“Abi!”

Hıçkırıklarım nefesimi keserken onun nereden geldiğini anlayamadığım sesini duymaya devam ediyordum. Korkumdan yerimden hareket edemesem de ona seslenmeye devam ettim.

Beni neden duymuyordu? Çok mu uzaktaydım ona?

“Abi!” kollarımda bir baskı hissettim. Gözlerim hiddetle açıldığında bana tepeden bakan birini gördüm. Görüntüm netleştiğinde bunun hemşire kıyafetlerinde bir kadın olduğunu anladım. Kalbim korkuyla çarparken başımdaki yoğun ağrıyı görmezlikten geldim.

Rüyaydı… Rüya değil kâbus. Yine…

Hemşire bir şeyler söylerken onu anlamadığımın farkında değildi. Beni geri yatağa yatırmaya çalışıyordu. İstemiyordum. Neden buradaydım? Barun neredeydi?

Gözlerim korkuyla etrafa döneceği sırada onun sesini duydum ve bakışlarım ayak ucuma döndü. Hemşireye bir şeyler söyledi ve onun geri çekilmesini sağladı.

Telaşla yerimde doğrulurken sağ kolumdaki serumu yeni fark ediyordum. Ne olmuştu, neden hastanedeydik?

Ağlayan bir çocuk yüzü geldi önüme. Sonra acıyla feryat edişim. King’in şok ifadesi ve Barun’un endişeli bakışları...

Başımdaki keskin ağrı kendini belli ettiğinde neden burada olduğumu anlamıştım. Kapı kapanma sesi geldiğinde artık odada yalnız ikimiz kalmıştık.

“Ezgi” bana iyice yaklaşmış kolumdan tutmuştu. “Sadece bir kabustu. İyi misin?”

Ne duymuştu? Aklıma gördüklerim gelirken kalbim göğüs kafesime korkuyla çarpmaya devam etti. Buğulu gözlerim onun yüzüne dönerken “Abim… Annemler aradı mı?” diye sordum, sesim berbat çıkıyordu.

“Hayır, kimse aramadı” dedi durgun ses tonuyla. Gözleri ilgiyle yüzümde gezindi. “Şimdi ani hareketler yapma. Serumun daha bitmedi. Dinlen” diyerek beni nazikçe geri yatırmaya çalıştı. Üzerimde hala sabahki giydiğim kıyafetler vardı.

Bu sırada fark ettiğim başka bir şeyle gözlerim korkuyla büyüdü. Aniden durup diğer elimi belime attığımda bir boşlukla karşılaştım. Bakışlarım dehşetle ona dönerken koluna yapıştım hemen “Saçlarım? Barun saçlarım?!” gözyaşlarım tekrar yanaklarımı ıslattığında birkaç defa daha aynı şeyi tekrarladım.

Dikiş atılacak demişti. Engellediği için saçlarımı kesmişler miydi? Yine…

“Ezgi sakin olur musun?” Kaşları hafifçe çatılmışken yatakta karşıma oturdu hemen. Göğsüm hızla inip kalkarken kafamı iki yana salladım. Kolundaki elimi tuttu nazikçe ve başımın arkasına götürdü. Ensemdeki sert bir şeye elimi dokundurduğunda “Burada saçların. Topladılar sadece” diye konuştu.

Hiç hissetmemiştim bile ensemdeki varlığını. Rahat bir nefes bırakırken burnumu çektim. Elini elimden çektiğinde gözleri hala yüzümdeydi. Elimi indirdim bende ve nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalıştım. Başımdaki ağrı şiddetini arttırmıştı ama dişimi sıktım.

Bakışlarımı kucağımda birleştirdiğim ellerime çevirirken “Küçükken başımdaki yarayı dikmek için saçlarımı kesmişlerdi. Sadece ön kısmı olduğu için kötü duruyordu bu yüzden enseme değene kadar kesmek zorunda kalmıştık. O zamandan beri hiç o kadar kısa kesmedim saçlarımı. Şimdi de öyle oldu sandım bir an. Korktum” diye açıkladım kendimi.

“Anladım” dedi sıcak bir sesle. Buğulu gözlerim yüzüne çıktı. “Yaran başında değil alnında ve iz kalacak şekilde derin olmadığını söylediler”

Başımı salladım hafifçe. Aklıma gelen başka bir detayla elimi bu defa başımın tepesine götürdüm. “Fularım nerede?” diye sordum yokluğuyla afallayarak. Akash mı çıkarmıştı yoksa düşmüş müydü?

Sağ tarafıma doğru uzandı. Onu takip ettiğimde sağdaki komidinin üzerinde katlanmış duran fularımı fark ettim. Onu eline aldı. Yüzünde garip bir ifade oluştu bununla birlikte. Bir anlığına daldı bakışları. Kaşlarım çatıldı bu ifadesine.

“Bir şey mi oldu?”

Gözleri yüzüme döndü. Aynı dalgın bakışları sürerken “Hayır” dedi kuru bir sesle ve fularımı bana uzattı.

Bu cevabına pek inanmasam da fuları elinden aldım. Burnuma götürdüm direkt. Kokusu eskisi kadar yoğun değildi ama hala o kokuyordu. Özlemle doldu gözlerim.

Elimi geri indirdiğimde bakışlarının hala üzerimde olduğunu fark ettim. “Babamın hediyesi… bu yüzden çok değerli benim için” diye açıklama gereği duydum bu yüzden.

Dudaklarını birbirine bastırırken bunu anlamış gibi baktı. O zaman neden öyle tuhaf bakmıştı öncesinde?

Serum sol elimde olduğu için fuları sağ bileğime bağlamaya çalıştım. Sol elimle düğüm atmak düşündüğümden zordu. Birden onun parmakları araya girdiğinde bakışlarım yüzüne döndü. O gözlerini bileğimden ayırmazken yarım kalan düğümü o tamamladı ve sıkılaştırdı.

“Teşekkür ederim” dedim.

Yerinde hafifçe doğrulurken “Serumun bitene kadar dinlen” dedi ve beni omuzlarımdan nazikçe geri yatırdı. İtiraz etmedim. Üzerimde bir ağırlık vardı zaten. Çok yorgun hissediyordum.

Ciddi ciddi dikiş atılmıştı alnıma. İnanamıyordum.

Bakışlarım sol omzundaki kırmızılığa takıldı. Beyaz gömleğinde küçük bir kan gölü oluşmuştu. Benim kanım… Derin bir nefes alıp verirken gözlerimi kaçırdım daha fazla bakamayarak.

Bakışlarımı odada gezdirdim. Oldukça geniş olan odada kapı sağ köşedeydi. Yatağım duvarın ortasındayken pencereler sol tarafımda kalıyordu. Perdesi açık olan camdan gökyüzüne bakarken güneşin artık tepede olmadığını gördüm. Ne kadar süredir buradaydık?

Kapı tıklatılıp açıldığında gözlerim oraya döndü. Gelen Akash’tı. Yanında az önceki hemşire kadın vardı. Barun yerinden ayaklandı hemen. Akash kapının ağzında hemşireye bir şeyler söyleyip gönderirken dudaklarındaki sıcak tebessümle yanıma adımladı.

“Geçmiş olsun Geeta. Nasıl hissediyorsun kendini?” diye sordu. Ardından kaşları hafifçe çatılırken bakışları kısa bir an Barun’a döndü. “Beni anlıyorsun değil mi?”

Tebessüm etmeye çalıştım. “Anlıyorum. Teşekkür ederim. Başım ağrıyor yalnızca”

“Çok normal. Şimdi sana ayrıyeten ağrı kesici bir iğne yapacağım” diye konuşurken adımları sağ tarafımda kalan masadaydı. Üzerinde birtakım ilaçlar ve malzemeler vardı. “Birkaç dakikaya etkisini gösterir. Uykunu getirecek biraz yalnız o kadar.”

Bir şey söylemedim. Dikkatli bir şekilde iğneyi ayarlayışını izledim. Doktorluk ona yakışıyordu. Bana döndüğünde bakışlarımı görüp gülümsedi. Yakalandığım için utanırken gözlerimi kaçırdım.

Yanıma adımladı. Ben iğneyi tenime yapacağını sanırken serumun içine yapmıştı. İstemsizce rahat bir nefes verdim. İğneden korkmuyordum ama ister istemez gerilmiştim.

“Serum bitsin çıkabilirsiniz” dedi, bendeki bakışları ayak ucumda dikilen Barun’a dönmüştü.

Aklıma takılan şeyle kaşlarım çatılırken bakışlarım korkuyla Barun da durdu “Benim kimliğim yok, nasıl kayıt açtılar?”

“Korkma, ben hallettim onu” Akash’ın konuşmasıyla bakışlarım ona döndü. Nasıl halletmişti? Ya anlaşılırsa? Sorularımı gördü fakat yanıtlamak yerine gözlerini kaçırıp Barun’a baktı.

Bende Barun’a baktığımda onun zaten bana baktığını fark ettim. Soru soran bakışlarımı görünce sesli bir nefes bıraktı. “Sorun yok” dedi sadece.

Dönüp Akash’ın bakışlarına karşılık vermedi. Her bir araya geldiklerinde oluşan gerginlik artık elle tutulur cinstendi. Kaşlarım daha çok çatıldı. Neydi şimdi bu? Biri pası ona atıyor diğeri hiç oralı olmuyordu. Aklıma geçmişte yaşananlar geldi. Sonrasında hiç konuşmamışlar mıydı olanlar üzerine? O zaman çocuktular. Bu sebepten bu kadar uzak iseler birbirlerine hala öyle davranıyorlardı öyleyse.

“Ne olduğunu söylemeyecek misiniz? Nasıl hallettiniz?” diyerek üstelemeye devam ettim.

Akash’ın derin bir nefes alıp verdiğini duydum. Bakışlarım hala Barundaydı. Umursamaz bir şekilde ellerini ceplerine koyarken gözleriyle yanımdaki Akash’ı işaret etti “Hastane onun” diye konuştu.

Ne? Doğru mu duymuştum?

Burada doktorlar o kadar kazanıyor muydu ya?

Şaşkın bakışlarım Akash’a döndüğünde yerdeki bakışlarını gözlerime çıkardı. Buruk bir tebessüm oluştu dudaklarında. Bu işin de bir hikayesi vardı belli. Ancak şu an konuşmak istemiyordu anladığım kadarıyla.

Tebessümüne karşılık verdiğimde “Teşekkür ederim” dedim içtenlikle. Başını eğdi usulca.

Nasıl olursa olsun sonuç olarak bize yardım etmişti. Tek temennim bundan onun da zararlı çıkmamasıydı.

Barun’un hoşnutsuz olmasının sebebi bu muydu? Bize yardım ettiği için mi yoksa o da bu işe bulaştığı için miydi?

Gözlerim ona döndüğünde onun pencereden dışarıya baktığını gördüm. Ne düşünüyordu merak ediyordum?

“Ben çıkarken geleceğim yine yanınıza. Tekrar geçmiş olsun Geeta” dedi Akash. Teşekkür edercesine başımı eğdim. Gülümseyip arkasına döndü ve odadan çıktı.

Omuzlarım düştü. Onlar yüzünden bende gerilmiştim. Bakışlarım ona döndüğünde pencereye doğru adımladığını gördüm. Yan profilden yüzünden hiçbir şey okunmuyordu.

“Barun”

“Hmm” diye karşılık verdiğinde dudaklarımı yaladım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Sadece şu an ki sessizliği canımı sıkmıştı.

Cevap vermediğim için bana döndüğünde yüzüme baktı. Gözlerine perde çekmişti yine. Tek kaşı usulca havalandı. Evet, ne diyecektim?

Bakışlarımı kaçırıp odada gezdirirken aklıma gelen şeyle “King nerede?” diye konuştum sesimdeki merakla. Konuşacak bir şey bulduğum için içten içe kendimi tebrik etmeyi de ihmal etmedim.

“Şirketten bir arkadaşı kaza yapmış. Buraya getirmişler. Onun yanına gitti”

King’in ne iş yaptığını bilmiyordum. Sanırım Barat Bey’in de bizim gibi şirketleri vardı ve Saras abi ile King de orada çalışıyordu. Kahvaltıdaki dosya muhabbetinden çıkarmıştım bunu.

Dudaklarım büzüldü üzgünce “Durumu ağır mı?”

“Bilmiyorum” dedi kuru bir sesle. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Gitmemiş miydi yanına? Gözlerime baktı öylece. Düşünceliydi yine. Konuşmak istemediğini anladım.

Telefonu çaldığında bakışlarımız koptu. Yerimde dikeldim hemen. Barun cebinden telefonunu çıkarıp ekrana baktı. Bakışları kısa bir an bana dönüp “Ranvir” dedi.

Ardından telefonu kulağına yasladı ve sırtını döndü bana. Bakışlarımı sırtından ayırmadan başımı yastığa yasladım tekrar yorgunca. Elim yavaşça alnımın sağında kalan yaraya gitti. Kocaman bir pamuk yapıştırmışlardı.

“Doğru. İyi, ciddi bir şey yok.” Sesi düz gelirken benim hakkımda konuştuklarını anladım. Sıkıntıyla bir nefes verdi. “Bilmiyorum, öğreneceğim. Yok, sen o adam hakkında araştırmalarına devam et. Evini de bul. Sonra tekrar haberleşelim. Hayır gelme, gerek yok” diye onu cevapladı.

Evini bulmasını istediği adam şu kel olan adam mıydı?

Derin bir nefes alıp verdim. Onun tarafında da işler çok karışıktı. Neden hepsi üst üste gelmek zorundaydı?

Serumum bittiğinde Akash geldi ve çıkardı. Elimin üzerindeki iğnenin yaptığı morluğa bakarken yüzümü buruşturdum. Elleri nazikçe saçlarımı serbest bıraktı bu sırada. Sırtımda varlıklarını hissettiğimde rahat bir nefes bıraktım. Bu biraz daha iyi hissetmeme sebep olmuştu.

Bacaklarımı yavaşça yataktan sarkıttığımda Akash ayakkabılarımı ayaklarımın yanına bıraktı. “Yardım etmemi ister misin?” diye sordu.

“Halledebilirim. Teşekkür ederim” dedim mahcupça gülümseyerek.

Başını eğdi ve geri çekildi. Barun yatağımın yanına gelmişti bu sırada. Ona dönüp Hintçe konuştu. Barun dik bir şekilde ona bakarken kafasını eğdi sadece. Akash görüşürüz diyerek odadan ayrıldı tekrar.

Yavaşça eğildim ve ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Gözüm kararır gibi olduğunda bağcıklarımı bağlamayıp içine sıkıştırdım. Yerimde doğrulduğumda başım döner gibi oldu bu defa. Ayağa kalktığımda baş dönmem arttı. Ayrıca her yerim tutulmuş gibiydi.

Barun yanıma gelirken “Yürüyebilecek misin?” diye sordu.

Ona baktım. Koyu kahveleri yumuşamıştı biraz. Yürüyebileceğimi düşünüyordum. İnşallah. Kafamı eğdim. Gözlerini yüzümden ayırmazken dibime kadar gelip sağ kolunu girmem için önüme uzattı.

Bunu beklemediğim için şaşırdım. Bakışlarımı kaçırırken dudaklarımı yaladım. Koluna girdim usulca. Birlikte odanın çıkışana ilerledik. Her adımımda başımdaki ağırlık artıyor gibiydi. İkinci kattaymışız. Asansöre binip zemin kata indik. Hastaneden çıkarken yine çoğu bakış üzerimize dönmüştü. Bundan rahatsız olduğum için kafamı eğmiştim.

Dışarıda ılık bir rüzgâr esiyordu. Hastanenin önü kalabalıktı. Aynı zamanda arabalar geçiyordu. Barun durdu birden. Kolumdan çıkarken elini belime yasladı ve beni kendine yaklaştırıp öyle ilerlememi sağladı. Afalladım. Yutkunurken esen rüzgâr onun kokusuyla doldurdu ciğerlerimi.

Onun arabasının önüne geldiğimizde bir koruma gelip ona anahtarını uzattı. Arabanın soluna ilerledi adımlarımız. Kapımı açtı ve binmemi bekledi. Koltuğa oturduğumda belimde olan elinin şimdi kapının üst kısmında olduğunu fark ettim. Başımı vurmayayım diye önlem almıştı. İçime yayılan sıcaklığı hissettim.

Yüzündeki ciddiyetini koruyordu. Kapımı yavaşça kapatıp diğer tarafa dolandı ve sürücü koltuğuna oturdu. Emniyet kemerimi bağladım bende bu sırada. Yola çıktığımızda aramızdaki sessizlik sürmeye devam etti.

Başımı yorgunca koltuğa yaslamıştım. Ona doğru döndüğümde bakışlarımı yan profilinde gezdirdim.

“O adamı buldun mu?” diye sorarak sessizliğimizi bozmuş oldum.

Kimden bahsettiğimi anlamıştı. Direksiyondaki parmaklarının sıkılaştığını gördüm “Evet. Gian Ray ismi”

Kaşlarım hafifçe çatılırken “Onunla kendin buluşmakta eminsin değil mi?” dedim pürüzlü bir sesle.

“Evet”

Ranvir de yanında olacaktı değil mi? Geleceğim demesine ses etmemişti ama ya fikrini değiştirmişse?

“Ranvir de olacak mı yanında?”

Bir an duraksar gibi olsa da “Olacak” dedi.

İçimi rahatsız eden kötü bir his vardı. Dudaklarımı yalarken “Dikkat edin, lütfen” diye konuştum. Bakışları kısa bir an bana dönerken kafasını eğdi usulca.

Gözlerim önümüzde akıp giden yola dönerken tekrar sessizliğe sığındık. Göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı. Başımdaki ağrı da hafiflemişti. Ağrı kesici etkisini gösteriyordu sanırım. Eve az kalmıştı bu yüzden direnmeye çalıştım ancak bu çok uzun sürmedi. Gözlerim kapandı.

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum. Kapı açılma sesiyle kaşlarım çatıldığında başımı sola doğru çevirdim. Gözlerimi aralamaya çalıştığımda arabanın durmuş olduğunu fark ettim.

Gelmiş miydik?

“Uyumaya devam et” Barun’un sesiyle gözlerim yüzünü buldu.

Kafam karıştı. “Neden ki?” dedim, sesim boğuk çıkmıştı. Buna rağmen hareket etmemiştim ama. Kolumu kaldıracak halim yoktu.

Beni yanıtsız bırakırken üzerime doğru eğildi birden. Bedeninin yarısı içerideyken kolu diğer yanıma uzandı. Derin bir nefes aldım istemsizce. Kokusu doldu ciğerlerime hemen.

Emniyet kemerimi çıkardığını duydum. Biraz geri çekildiğinde yüzü tam yüzümün hizasına gelmişti. Yüzünü dönse burun buruna gelirdik. Yutkundum.

Elini belimde hissettiğimde diğer eli de bacaklarımın altındaydı. Beni kucağına alıyordu! Gözlerimi zar zor tamamen açmaya çalışırken “Ben… yürüyebilirim” diye mırıldandım.

Hadi canım!

“Yorma kendini” diye konuştuğunda beni yavaşça kucağına aldı ve arabadan dışarı çıktık.

Sanki bacağımı kırmıştım, alt tarafı kafamızı yarmıştık yani… Bunun için üç kat yukarı mı taşıyacaktı beni? Ben normalde çıkarken nefesim kesiliyordu o merdivenleri.

Başımı dik tutmaya çalışırken alnımın ortasına doğru ince bir sızı hissettim. “O kadar merdiveni böyle çıkamazsın” dedim.

Kolları sıkılaşırken “Dert etme” sesi inatçı ama yumuşak geliyordu.

Daha fazla üstelemeye gücüm yoktu. Düşününce bu halimle o kadar merdiveni çıkmak benim de gözümü korkutmuştu.

Başımı omzuna yasladım. Evin giriş kapısından girdik bu sırada. Hoş kokusunu solumak yine mayışmamı sağlamıştı. İçimi şiddetli bir şekilde boynuna doğru sokulma dürtüsü sardı birden. Son kalan irademle buna engel oldum hemen.

Bu his de nereden çıkmıştı?

Merdivenleri çıkmaya başladığımızda kimsenin sesini duymadım. Mutfaktan birtakım sesler geliyordu sadece. Uykunun kollarına çekildiğimi hissederken gözlerim tamamen kapandı. Bir kapı açılma sesi işittim zihnimin içinde bir süre sonra.

Yumuşak bir yere bırakıldı bedenim. Kokusu gittikçe uzaklaşıyordu. Kaşlarım çatıldı hafifçe. Üzerime bir şeyin örtüldüğünü hissettim sonra. Uyku daha ağır gelirken yanağımı yumuşak yere iyice yaslayıp bacaklarımı kendime doğru çektim. Elimde ve saçlarımda varla yok arası bir dokunuş hisseder gibi oldum. Sonrası derin karanlık sardı etrafımı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

Kucağındaki bedeni yatağa bırakırken oldukça dikkatli davrandı Barun. Sanki hafif sarssa dahi canı acıyacakmış gibi düşünüyordu. Uyuyan yüzüne baktı. Kolunu kaldıracak hali yoktu ama hala inat etmeye devam etmişti.

Merdivenleri çıkarken söylendiğini duymuştu bir ara. Onun için bu hiçbir şeydi. Omuzlarındaki yüklerle yürüyordu her gün onun gibi altmış kilo bile olmayan bir kadını üç kat taşımak koymazdı.

Ezgi yerinde hareketlendiğinde dalmış olduğunu fark edip irkildi. Sol elini yanağının altına almış diğer elini de yanına koymuştu. Bacaklarını kendine çekti ve iyice küçüldü yerinde. Tekrar yatağa yaklaşıp aşağıdaki battaniyeyi kaldırdı. Üzerine örtüp göğsüne kadar çekti.

Bakışları yine istemsizce yüzüne dönerken hafifçe kaşlarını çatmış olduğunu fark etti. Canı mı yanıyordu acaba diye düşünmeden edemedi. Öfkeyle dişlerini sıktı. Tam olarak ne olmuştu kim yapmıştı bunu bilmiyordu ama öğrenecekti.

Kendini elini yüzüne uzatırken buldu. Bu önüne geçmekte zorlandığı bir dürtüydü artık. Gözleri üzerindeyken daha kolaydı kendine engel olmak. Önüne dökülen birkaç saç tutamını nazikçe geriye iteledi. Yüzü ortaya çıktı iyice.

Aklına saçını kestiklerini düşününce nasıl korktuğu geldi. Burada da çoğu kadının saçı uzun olurdu bu yüzden saçlarının uzunluğu çok gözüne batmamıştı ama bir hikayesi olduğunu bilmek onu şaşırtmıştı. Hem de o günden... Kuyuya düştüğünden bu yana hiç kısaltmıyordu belli ki.

Sıkıntıyla bir nefes bıraktı. Bakışları yastığının yanında duran sağ eline değdi. Serum iğnesinin yaptığı bir morluk vardı. Parmaklarının ucuyla dokundu ona da. Teni yine sıcaktı artık. Nedense buna içten içe memnun olduğunu hissetti.

Diğer elinin bileğindeki fularına baktığında o his yokladı yine içini. Hastanede eline verirken de bu yüzden farkında olmadan duraksamıştı. Onu ilk gördüğünde de böyle hissetmişti. Tanıdık geliyordu. Sanki daha önce görmüştü bu fuları. Zihni onu beş yıl önceki İzmir’deki günlerine götürmüştü. Orada mı görmüştü? Bunu düşünürken üstüne Ezgi’nin kurduğu cümle iyice kafasını karıştırmıştı.

“Benim için çok değerliydi”

Ses onun sesine benziyordu… Ancak yüzü ya da nerede ne olduğunu hatırlamıyordu. O günler kafası dumanlı olduğu için pek kendinde sayılmazdı. Belki de zihni uyduruyordu.

“Eğer karşılaşmamız gerekiyorsa bu şekilde olmasa bile başka bir yerde mutlaka karşılaşırdık” diyen Ezgi’nin sesi geldi kulağına bu defa.

Resmen daha önce karşılaştıklarını düşünmekti bu. Saçmalıktı. Öyle olsa Ezgi de bir şeyler hatırlar söylerdi muhakkak. İzmir konusu açılmasına rağmen böyle bir şeyden bahsetmemişti.

Bakışları yüzüne döndü tekrar. Kaküllerine ve yanaklarına baktı. Ayrıca o görmüş olup unutabileceğim bir kadın değil kesinlikle diye düşündü. Sadece bir benzetmeydi.

Öyle olsa bile ne değişecek Asaf?

Evet, ne değişecekti? Omuzları düştü istemsizce. Kabullenmek istemese de onun hayatına girmesine sebep arayan bir yanı vardı. Nisha adına umut etmiş yine büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Şimdi aynı şeyi onun için düşünerek saçmaladığını düşünüyor kendine kızıyordu.

Bu parkta Ezgi ve Arda oynarken Dilek ile yaptıkları konuşmayı getirdi aklına. Canı daha çok sıkıldı.

Dilek Arda’yı sallayan Ezgi’ye kısa bir bakış atıp Barun’a döndü “Ezgi, seninle her gün kaymakamlığa gelmek zorunda mı? Senin için zor oluyordur?”

“Zor olmuyor… O böyle istedi bende üstelemedim” dedi Barun durgun bir sesle.

O gün geldi aklına. Mahcup ve üzgün bakan gözleri ve yanaklarını ıslatan gözyaşları…

“Peki onun kimliğini saklaman senin mesleğini riske atmıyor mu? Buna nasıl karar verdin?” diyen Dilek’in sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.

Normalde kararlarının sorgulanmasından hoşlanmazdı ancak Dilek öylesine biri değildi onun için. Arkadaşının emanetiydi… Kerem’in anne ve babasına nasıl değer veriyorsa kardeşlerine de aynı şekilde değer veriyordu. Bunu ne kadar gösterebiliyordu orası meçhuldü tabii.

“Başta babası ve abisinin kaza geçirdiğini bilmiyorduk. Bu sürecin bu kadar uzayacağını düşünmedim yani”

Dilek ağır bir şekilde başını sallarken bakışlarını kucağında oynadığı ellerine çevirmişti “Çok tuhaf” diye mırıldandı sonra.

Barun bunu duymuştu. Hafifçe kaşları çatılırken “Tuhaf olan ne?” diye sordu bu yüzden.

Dilek bocalasa da çabuk toparlandı. “Bu durum… Sanki uzun zamandır tanışıyormuş gibisiniz?” diye konuştu Dilek düşünceli bir sesle.

Barun’un kaşları daha çok çatılırken sesindeki bir şeyden rahatsız olduğunu hissetti. “Ne öğrenmek istiyorsun Dilek?”

Dilek sesli bir nefes bırakırken omuzları düştü. Yıllardır buzunu çözmeye çalıştığı adamı en iyi onun tanıdığını düşünüyordu ama Ezgi geldiğinden beri yanıldığını görüyordu. Başta Nisha’nın kaybı yüzünden olduğunu düşünmüştü ama değildi. O kadın sebep oluyordu buna…

Yutkundu. Yüzüne bakmak acı verse de her zamanki gibi bunu belli etmedi ve bakışlarını onun üzerindeki kahvelerine çevirdi.

“Açık konuşmamı istiyorsun demek, peki” dudaklarını yaladı gerginlikle “Ne zamandan beri çayını şekersiz içiyorsun Asaf?”

Barun bunu beklemiyordu. İfadesi bocalarken omuzları dikleşti. Dilek bunların hepsini gördü. Dudaklarında oluşan buruk tebessüme engel olamadı bu yüzden.

“Fark ettim. Şekerini ona verdin ve aranızda anlaşmışsınız gibi bir bakışma geçti” diye devam etti Dilek.

Barun gözlerini kaçırmamak için direndi “Hep üç şekerli içtiğini söyledi bende verdim”

“Garsondan da isteyebilirdin?”

Bıkkın bir nefes bıraktı Barun. Önce Ranvir şimdi de Dilek. Sorguları bitmiyordu. “Mesele bir şeker mi yani?”

Dilek kafasını iki yana sallarken “Mesele bir şeker değil… senin değişiyor olman” diye konuştu.

Barun kaşlarını çatmadan edemedi yine. “Ne değişikliğinden bahsediyorsun?”

Bu noktada gözlerini kaçırdı Dilek. Dudaklarını birbirine bastırdı. Ardından bir cesaretle “Daha önce hiçbir kadına bu kadar yakın davrandığını görmedim” diye açıkladı.

Barun bu duruma öfkelendiğini hissetti. Neden ikisi de daha öncesinde kadınlara karşı kötü bir adammış gibi konuşuyordu?

Farklı bir şey sezdi o an. Dilek de değişmiş gibiydi. Bunları sorarken gergindi. Geldiğinden beri dalgın halleri ve daha soğuk halleri gözüne batmıştı ama ablasının evliliği hakkındaki moral bozukluğuna vermişti tüm bunları. Başka bir şey mi vardı?

Bakışlarını önüne çevirdiğinde Ezgi’yle göz göze geldi. Hafifçe tebessüm etmişti Ezgi. Gerilen yüz kasları ve çatılan kaşları anında gevşemişti Barun’un da. Arda’yı sallıyordu. Yanlarına gitmek isterdi ancak Dilek’in anlaması gereken konular vardı. Üstelik Arda onu tamamen unutmuş Ezgi ile gayet keyifli gözüküyordu.

Zihni tekrar konuşmaya döndüğünde bu defa Ezgi’nin buraya geldiğinden beri olanlar düştü gözünün önüne.

İç çekti usulca “O zor günler geçiriyor Dilek. Kendini onun yerine koyarsan bunu anlayabilirsin zaten. Ki bir psikolog olarak bunu sana söylememe gerek bile yok” diye konuştu sonra. Dudaklarını yaladı. “Yabancı bir ülkede, dilini bilmiyor, geleneklerini bilmiyor… Ailesi açısından her şey bu kadar zorken en azından buradan kötü etkilenmemesini sağlıyorum bende”

Dilek bakışlarını ona çevirirken onun Ezgi ve Arda’yı izlediğini görünce kalbinde bir yerin ezildiğini hissetti. Yine de sormadan edemedi. “Sadece bu kadar mı?”

“Sadece bu kadar” dedi Barun da hiç düşünmeden.

Kapının açıldığını duyunca düşüncelerinden sıyrıldı ve yerinde doğruldu hemen. Arkasını döndüğünde endişeli yüzüyle Aisha’nın odaya girdiğini gördü.

Olay olduğunda evde değildi Aisha. Dilek’i görmek için restorana gitmişti. Yüz yüze görüşmek için çok fırsatları olmadığından uzun uzun sohbet etmiş hasret gidermişlerdi. Bu sırada restorana Ranvir gelmiş Ezgi için Barun’un istediği yemekleri paket yaptırmıştı.

Aisha Ranvir’i orada tek gördüğüne şaşırıp selam verirken onunla konuşup nedenini sormuştu ve olanları öğrenir öğrenmez tek düşündüğü Ezgi’nin canının ne kadar yandığı ve ne kadar korkmuş olduğuydu. Apar topar eşyalarını toplayıp Ranvir ile eve geri dönmüştü. Dilek de onunla gelebileceğini söylemiş ama Aisha gerek olmadığını onu haberdar edeceğini söylemişti.

“Abi” dedi endişesi sesine de yansırken. Yanına ilerlediğinde yatağında yatan Ezgi’yi gördü. Uyuyordu. Alnının sağ tarafını kaplayan sargıya değdi bakışları. Titrek bir nefes aldı.

Barun onun nereden haber alıp geldiğini düşündü. Korkmuş yüzüne bakarken “Sakin ol, iyi” diye konuştu kısık sesle.

Aisha’nın bakışları tekrar ona dönerken “Nasıl oldu bu? Kim neden yapar?” diye sordu onun gibi sesi kısık konuşarak.

“Bilmiyorum ama öğreneceğim” derken sıkıntılı bir nefes bıraktı. “Sen yanında kal. Ateşinin çıkabileceğini söyledi doktor. Bir şey olursa ben çalışma odasındayım”

Ezgi uyandığında yalnız olduğunu görürse korkabilirdi belki. Hastanede sedyede yatarken görmüştü gözlerindeki korkuyu. Bu yüzden ayrılamamıştı uyanana kadar yanından. Aisha’nın gelmesine memnun oldu bu yüzden.

Aisha onu başıyla onaylarken gözleri yine Ezgi’ye dönmüştü. “Abisinin durumunda… bir değişiklik var mıymış abi?”

“Abisi komaya girmiş… Önlerindeki yirmi dört saatin kritik olduğunu söylemiş doktor.” dedi Oğuz abisinin açıkladığı gibi.

Ezgi’nin bu haberi aldıktan sonraki hali geldi gözünün önüne. İlk defa derin bir boşluk görmüştü hala rengini çözemediği harelerinde.

Aisha dudaklarını dişledi. Böyle bir durumun ortasında bir de fiziksel acı çekiyordu. Gözleri buğulandı. Bir şey söylemeden bakışlarını abisine çevirdi. Onun yerine kendisini koymadan edemedi. Aslında çok iyi biliyordu o korkuyu, bekleyişi…

Barun onun gözleri altında daha fazla ezilmek istemeyerek sırtını döndü ve aynı hızlı adımlarla odadan çıktı. İçinin daraldığını hissetti. Gömleğinin üst düğmesini açtığı sırada sol tarafındaki kırmızılığı hatırladı. Bu daha çok canını sıktı o an. Adımlarını odasına ilerletti ve üzerine yeni bir gömlek giydi. Onun kanı bulaşmış gömleğin yüzüne bakmadan kirli sepetine attı.

Çalışma odasına girdiğinde misafirlerini pencerelerin orada yan yana ayakta dikilirken buldu. Onun geldiğini gördüklerinde ikisi de başını kaldırmış ardından tekrar eğmişlerdi.

“Neden ayakta duruyorsunuz, otursanıza?” diye Hintçe konuştu Barun.

Ancak çocuklar onu duymamış gibi yerlerinden ayrılmamışlardı. Ne zamandan beri ayakta onu gelmesini bekliyorlardı?

Bir suçlu gibi…

Ağlayan bir çocuk gördüm demişti Ezgi. Sonra başka bir çocuk sesi duydum ve ne olduğunu anlamadım demişti. Onlar mı atmıştı yani taşı? İyi de neden? Buna ihtimal veremiyordu çünkü ikisi de öyle bir çocuk değildi.

İçindeki fırtınaya rağmen sakin adımlarla ilerleyip karşılarındaki koltuğun önünde durdu. “Çocuklar?” diye seslendi düz tutmaya çalıştığı sesiyle. Neden suçluymuş gibi başlarını eğdiklerine anlam veremiyordu.

Onlar yetiştirme yurdunda baktığı çocuklardan yalnız ikisiydi. Mahit dokuz yaşındaydı. Annesi ve babası bir trafik kazasında vefat etmişti. Akrabaları da sahip çıkmamıştı. Aamir ise henüz yedi yaşındaydı. Ailesi tarafından terk edilmişti. Yurda geldiğinde üç yaşındaydı ve adından başka bir şey bilmiyordu. Araştırmasına rağmen ailesinden bir iz bulamamıştı.

Aamir başını kaldırıp ona baktığında gözlerinin içinin ağlamaktan kızarmış olduğunu gördü. Kaşları hafifçe çatıldığı sırada Aamir konuşmak için kollarını kaldırmıştı. “O kadın iyi mi?”

İster istemez aklına Nisha düştü yine. İçinde bir yerin sızladığını hissetti ama yüzüne yansıtmadı. Aamir onun aksine duyabiliyordu.

Ezgi gerçekten onlardan bahsediyordu…

Bakışları hala başı eğik duran diğer çocuğa Mahit’e değdi “İyi. Şimdi bana ne gördüğünüzü anlatın. Kim yaptı bunu ona?”

Aamir yine gözlerini kaçırdı. Yerinde hafifçe ileri geri sallanmaya başlamıştı. Hastaydı. Grip olmuştu. Bugün yurt görevlilerinden biriyle hastaneye muayene olmaya gelmişti. Öz kardeş olmasalar da Mahit ona abilik yapardı. Bu yüzden de onu yalnız bırakmamıştı yine. Şimdi iyi gözüküyordu.

Barun hastaneye geldiklerini öğrendiğinde onu görmek isteyerek ve ani bir kararla Ezgi’yi de onlarla tanıştırmak isteyerek eve getirtmişti. Onları yurda beraber bırakmayı düşünüyordu ama işler pek öyle ilerlememişti.

Çocukları almak için eve girdiğinde onları odasında bulamamış aşağı inmişti. Mutfakta Aastha’yı görmüş ve çocukları sormuştu. Aastha bahçeye oynamaya çıktıklarını söylediği sırada Ezgi’nin acı dolu çığlığını duymuşlardı.

“Mahit?” dedi Barun sabırsız bir sesle.

Çocuk başını kaldırdığında onun da gözlerinin dolu olduğunu gördü. Neyse ki o sormadan bu sefer konuşmuştu. “Aamir’in bir suçu yok Barun abi. Ben yaptım, benim suçum” dedi.

Bunun üzerine Aamir kafasını iki yana sallamaya başlamıştı.

Kaşları daha çok çatılırken dik bakışlarını Mahit’in yüzünden ayırmadı Barun “Ne yaptın? Anlat”

“Biz arka bahçede kovalamaca oynuyorduk. Aamir ön tarafa koşmuş ben geç fark ettim. Kedi sesleri duymuştum onları aramaya dalmışım. Aamir’in peşinden gittiğimde o kadını yanında gördüm. Yabancı biriydi. Ona bir şey yapmasından korktum” Barun pür dikkat çocuğun anlattıklarını dinlerken aklının takıldığı nokta ona yabancı demesiydi. İç çekip devam etmesi için onu gözleriyle teşvik etti. “Bir eli Aamir’in omzundaydı ve yüzüne eğilmişti. Aamir ise ağlıyordu. Onun canını yaktığını düşündüm ve elinden kurtulması için yanımdaki bulduğum taşı ona attım. Sonra da kaçtık.”

Duyduklarına inanamadı. Sorgulayan bakışları Aamir’e döndüğünde “Sen neden ağlıyordun?” diye sordu.

Ezgi’nin onun canını yakacağına ihtimal vermiyordu. Çarpıştık demişti canı yanmış olmalı diye düşündü.

Aamir’in gözyaşları tekrar yanaklarından süzülürken kaçamak bakışlarla bakıyordu Barun’un yüzüne “Sesi… Sesi anneme benziyordu” dudaklarıyla birlikte kolları da titriyordu şimdi.

Barun afalladı. Kaşları eski halini alırken yutkundu. Bunu beklemiyordu. Babasını hiç hatırlamazdı ama annesine dair silik anıları vardı Aamir’in. Sesini de unutmadığını yeni öğreniyordu.

O unutmuştu oysa annesinin sesini…

Aamir ve Mahit korumalar tarafından odaya geri getirildiklerinde Aamir ona bunu yaptığı için kızmıştı. Mahit onu korumak istediğini söylediğinde öğrenmişti neden ağladığını ve aslında Ezgi’nin ona zarar vermediğini. Ancak çok geç kalmıştı.

Barun Aamir’in minik kalbine dayanamamış eliyle yanına gelmesini işaret etmişti. Titrek adımlarla ona doğru gelen çocuktan ayırmadı gözlerini. Aamir çok kızacağını düşünürken beklediği tepki bu değildi.

Barun arkasındaki koltuğa oturdu. Ardından onu kucağına aldı ve sol dizine oturttu. Başını kaldırırken gözlerine bakmasını sağladı. Dolu gözlerinde o derin özlemi gördü. Bu ona yabancı değildi. Aamir’i çoğu zaman kendine benzetirdi. Özür dileyen bakışlarını da anladı bu yüzden. İfadesini bozmadan yanaklarını kuruladı yavaşça.

“Ağlama” dedi yumuşak bir sesle.

O ne derse yapardı Aamir. Ağlamasını durdurmaya çalıştı hemen. Bir abiden daha fazlasıydı onun için. Kahramandı…

Barun’un bakışları Mahit’e döndüğünde ona seslendi. Başı hala suçlulukla öne eğikti. Yaşlı gözleri Barun’un yüzüne döndü. “Özür dilerim Barun abi. Ben gerçekten böyle olacağını bilmiyordum” diye konuştu boğuklaşıp kalınlaşan sesiyle.

“Özür dilemeniz gereken kişi ben değilim” dedi Barun sadece. Başka ne söyleyebilirdi bilmiyordu.

İkisi de alacakları mesajı almışlardı. Ezgi nasıl karşılardı artık bu durumu bilmiyordu. Mahit’i de yanına çağırdı. İkiletmeden yaptı dediğini ve sağına yanına oturdu çocuk. Sağ elini kaldırıp saçlarına götürdü ve okşamaya başladı. Şaşkındı Mahit. Kızmasını hatta vurmasını bekliyordu. Daha önce yapmamıştı hiçbirini çünkü daha önce böyle büyük bir hata yapmamışlardı.

“Sana kardeşini kötülüklerden koruman gerektiğini ben söylemiştim biliyorum. Ancak bu şekilde değil Mahit. Öncelikle o kişinin gerçekten kötü biri olduğuna ve ona zarar verdiğinden emin ol. Yoksa böyle masum kişileri cezalandırırsın.”

Duyduklarına da şaşırsa da suçluluğu ağır bastığı için başını yine hafifçe öne eğdi Mahit. Barun elini omzuna getirip sıktı “Ayrıca önce kaçabiliyorsan kardeşini de alıp kaç ama karşı taraf saldırıyorsa öyle kendini korumak için saldır. Hiçbir zaman ilk çözümün şiddet olmasın. Anlaşıldı mı?”

Kafasını salladı Mahit. Barun’un bakışları dizindeki Aamir’e döndü. Bu konuşma onun için de geçerliydi. Ondan da onay bekleyen bir şekilde baktı ve o da istediğini verip kafasını salladı. Büyüdüğünde onun da korumak isteyeceği insanlar girecekti hayatına bilmesini istedi bu yüzden.

Bu sefer elini onun kıvırcık saçlarına atıp okşarken “Aç mısınız?” diye sordu.

Bunun için ondan çekinmezlerdi ama hissettikleri suçluluk onları buna itiyordu. Cevap vermediler ama değiliz de demediler. Barun da alması gereken cevabı almış oldu.

Aamir’in yaşına rağmen ufak bedenini kucağından indirdi ve Mahit’in yanına bıraktı. “Burada bekleyin size yemek göndereceğim” diye konuştu, bir yandan da yerinden ayaklanmıştı.

Kolunu tutup çeken el ile duraksadı ve geriye döndü. Aamir ayağa kalkmış ve onu durdurmuştu. “Ondan özür dilemek istiyoruz” dedi kollarını kaldırarak.

Barun başını sağa eğerken karşısındaki büyük boncuk gözlere baktı. Bu masum istek kalbine dokundu. Zaten konuşturacaktı onları ama bunu ondan önce istemeleri beklenmedikti. Mahit yine suçluluğundan konuşmuyordu biliyordu yoksa onun da böyle düşündüğünden emindi. Kardeşi de emin olmalı ki ben değil biz demişti.

“Şu an uyuyor. Uyandığında götüreceğim sizi yanına. Siz de o sırada karnınızı doyurun” diye konuştu.

Aamir’in tekrar kollarını kaldırdığını görünce durup ona bakmaya devam etti. “O kim Barun abi?”

Güzel soru diye düşündü içinden Barun. Bir an yine nasıl cevap vereceğini bilemedi ama her ne kadar artık böyle söylemek hoşuna gitmese de tek çıkış noktasına sığındı “Misafirim”

“Başka bir dil konuşuyordu?”

Onu ağlarken görünce panikten Türkçe konuşmuş olmalı diye düşündü Barun. Başını hafifçe eğerken “Buralı ama uzun zamandır başka bir ülkede yaşıyor. Bu yüzden Hintçe bilmiyor çok” dedi.

Aamir’in yaşlardan parlayan büyük gözlerinden neyden endişelendiğini anlamıştı. Tekrar konuştuğunda da yanılmadığını anladı. “Bizi nasıl anlayacak o zaman?”

Barun hafifçe tebessüm etmeye zorladı kendini. İşaret dili biliyordu ve bunun ona söylemediği gerçek sebebi canını sıkıyordu. Gereksizdi oysa. Bu kadar düşünmemeliydi. Kriz anına şahit olduğu için olmalıydı.

“Merak etme. İşaret dili biliyor. Olmazsa bende yardımcı olurum” diye konuştu sakince.

Gözlerindeki şaşkınlıkla birlikte rahatlamayı da gördü Aamir’in. Hafifçe tebessüm etmeye çalışıp saçlarını karıştırdı yine. Ardından arkasına döndü ve odadan çıktı.

Merdivenlere yaklaştığında yukarı çıkmakta olan çalışan Vasur’u görünce durdu ve onu bekledi. Adamda bunu anlayıp önünde durmuştu.

“Bir isteğiniz mi var efendim?” diye sordu Vasur. Hafif başını öne eğmişti. Orta yaşlarda bir adamdı. Uzun gür saçlarına şimdiden aklar düşmüştü.

“Çalışma odamda misafirlerim var onlara yemek götür” dedi, cümlesinin aksine sesi normal ve rica eder tondaydı.

Vasur onun bu huyunu bilirdi ama gereksiz bulurdu. Onlara hizmet etmek için çalışıyordu elbette emir alacaktı. Göz temasından bilerek kaçınırken hafifçe başını eğdi “Sizi de yemek için aşağı çağırıyorlar efendim. Bende küçük hanımları çağırıp misafirleriniz ile ilgileniyorum hemen”

“Ben hallederim onu sen misafirlerim ile ilgilen” dedi Barun. Yemeğe inmeyecekti. İştahı yoktu. Ne de masadakileri çekecek hali.

Vasur onu onaylayarak tekrar başını eğerken geldiği yolu geri döndü. Barun’un adımları ise Aisha’nın odasına ilerledi. İşaret parmağının tersi ile kapıyı tıklattı. Olumsuz bir yanıt almayınca kapıyı araladı.

Başını uzattığında Aisha ile göz göze geldi hemen. “Gel abi”

Yalnız değildi yanında Nalini vardı. Ezgi hala uyuyordu. Aisha yatağın diğer tarafında otururken Nalini ise ayak ucundaydı. Ezgi’nin tarafında kalan tekli koltuğa oturdu Barun da.

“Öğrendin mi abi kim yapmış bunu?”

İfadesiz tuttuğu gözleri bir an uyuyan Ezgi’nin yüzüne değdi. Tekrar Aisha’ya baktığında “Kasten değil kaza olmuş. Bir yanlış anlaşılma” diye açıkladı kısaca.

Aisha cevabından memnun olmamış bir şekilde kaşlarını çatarken “O çocuklar mı yapmış?” diye üstelemeye devam etti.

Aisha eve geldiğinde Aastha ile karşılaşmış ona sormuştu neler olduğunu. Aastha ise ona bildiklerini anlatmıştı. Barun’un eve iki çocuk getirttiğini ve o geldikten sonra bahçeye ne zaman çıktıklarından haberi olmayan çocukları evin içinde ararken dışarıdan Ezgi’nin çığlığını duyduklarından bahsetmişti. Aisha aklına ilk o çocukların gelmesiyle ona da bu soruyu sormuştu ama Aastha uysal çocuklar olduğunu onların yapmış olabileceğine ihtimal vermediğini söylemişti sadece.

Barun onları ne zaman gördüğünü ya da nasıl öğrendiğine şaşırdı içten içe ama ona yansıtmadı. Ne babaannesi ve dedesi ne o ne de Ranvir… kimse tanımıyordu onları.

“Kaza Aisha, gerisini üsteleme” dedi kuru bir sesle.

“Elbette üsteleyeceğim. O benim arkadaşım ve bu yarayı nasıl aldığını kimin yaptığını bilmek benim hakkım!” sesi ilk defa ona karşı bu kadar sesli çıkmıştı.

Sesinin yükselmesine şaşırsa da yüzündeki ciddi ifadesini korudu Barun “Bilmen gerekeni söyledim” dedi. Aisha kaşları daha da çatılmış bir şekilde hayretle ona baktı. Gerçekten söylemeyecekti.

Bakışlarını kaçıran Barun olurken nefesini tutmuş onları izleyen Nalini’ye değdi gözleri ve buraya neden geldiğini hatırladı “Yemek için aşağı bekliyorlar sizi”

Aisha derin bir nefes alıp verdi. Daha fazla diretmedi “Sen gelmeyecek misin?”

“Burada kalacağım”

Daha odasına gelme şokunu atlatamadan şimdi de burada kalacağını söylüyordu. Bakışları uyuyan arkadaşına değdiğinde “O iyi” dedi, sesi yine çekimser haline dönmüştü.

Barun bunu onun da yemeğe inmesini istediği için söylediğini anladı ama yüzüne bakmak yerine gözlerini yatak örtüsünden kaldırmadı “İştahım yok”

Omuzları düştü Aisha’nın. Sabah kahvaltıda olanlar geldi aklına. Çok üzülmüş müydü yoksa gerçekten umursamamış mıydı merak ediyordu. Ona sarılmak istiyordu yine. Ancak cesareti yoktu.

Nalini Barun’un bu soğuk tavırlarından korktuğu için ayaklandı hemen ve Aisha’ya seslendi. Aisha tekrar yüzüne dikti gözlerini ama inadını biliyordu. Dönmedi gözleri ona. Kalbindeki sızı kendini hatırlattı. İçindeki kırıklıkla yataktan kalkıp Nalini’nin yanına geldi ve beraber odadan çıktılar.

Kapının kapanma sesiyle derin bir nefes bıraktı Barun. Son günlerde her şey o kadar üst üste geliyordu ki etrafına ördüğü duvarların sarsılmasına engel olamıyordu. Özellikle Aisha’ya karşı. Ona sarılmasına izin vermişti… Birden sarmıştı kollarını kendisine. Tam anlamıyla kalakalmıştı öylece. Uzun zaman oluyordu kollarının sıcaklığını hissetmeyeli. Özlemişti. İnkâr edememişti. Çok özlemişti…

Ancak kırgınlığı o kadar ağır basmıştı ki onun yükü altında ezilmiş kollarını kaldırıp ona saracak gücü bile bulamamıştı kendinde.

Onu tanıdığını düşünen herkes çalışmaya ve mesleğine olan zaafından bahsederlerdi. Bilmezlerdi ki asıl zaafı kız kardeşiydi. Gerçi bunu kız kardeşi bile anlamamıştı ki onların bilmemesi mühim değildi.

Bakışları karşısında uyuyan kadına döndü. O anlamıştı… Aisha ona ne anlatmıştı bilmiyordu ama onlar için ne kadar üzüldüğünü görmüştü. Konuş onunla demişti. Onunla seneler önce konuşmaya çalışmış ama geri itilmişti. Bu saatten sonra da hiçbir şeyin önemi yoktu gözünde.

Titrek bir nefes verdiğini duydu Ezgi’nin. Bir şeyler mırıldanıyor gibiydi ama ne dediği anlaşılmıyordu. Uykusunda bile konuşuyor olması onu şaşırtmadı. Yanağındaki çukurlar uyurken bile göze batıyordu. Alnının sağ tarafını kaplayan pamuğa üzerine dökülen kâküllerine baktı. Küçük burnunda, uzun kirpiklerinde ve biçimli kaşlarında gezindi gözleri sonra.

Uyurken yüzüne bakmanın daha kolay olduğunu fark etti. İçini görebilecekmiş gibi bakan gözleri yoktu çünkü. Bu düşünceyle kaşları çatıldı. Sıkıntıyla bir iç çekip koltukta geriye doğru yaslandı.

Bakışları uzun zaman sonra girdiği odanın içinde gezindi. Önceki girdiğinde çok dikkat etmemişti. Çok değişen bir şey yoktu aslında. Makyaj masasındaki her köşeye dağılmış eşyalara baktı. Hala dağınıktı mesela.

Hemen yanındaki çalışma masasının üzerindeki seccade ve baş örtüyü hemen tanıdı. Ezgi’ye sende kalsın demişti ve gerçekten babasına geri vermemişti.

Bu onu o sabaha götürürken kafasını iki yana salladı hafifçe. Düşünmek istemiyordu. Başını sağ tarafa doğru eğdiğinde bu sefer de gözüne şifonyerin üzerindeki yeşil bilezikler çarptı. Nisha’nın Ezgi’ye hediye ettiği bilezikler...

O ondan annesine diye aldığı bilezikleri Neha’ya ya da yurt müdürü Parvati Hanım’a hediye etmişti. İçinin daraldığını hissetti.

Bu his hemen ilerisindeki çerçevedeki fotoğrafı gördüğünde daha da arttı. Uzandı ve çerçeveyi eline aldı. Annesi ve Aisha vardı fotoğrafta. Bu fotoğrafı biliyordu. İzmirdeydiler. İsmini hatırlamadığı bir parkta.

O günü de hatırlıyordu. Güzel ve güneşli bir gündü. Küçük Aisha’ya baktı. Annesinin kucağındaydı ve gözlerinin içi parlıyordu. Dişleri gözükecek şekilde gülümseyerek bakıyordu kameraya. Dudaklarında oluşan buruk tebessüme engel olamadı Barun.

Nasıl bu hale düştük biz böyle? Nasıl kopabildik birbirimizden?

Sümeyra vefat edip defnedildikten sonra Çetan ortadan kaybolmuştu. Aylarca kendine gelememişti. Onun hayaliyle dolu eve geri dönmek istemiyor bir otel odasında içip içip ağlıyordu. Acısı öyle gözünü kör etmişti ki çocukları aklına bile gelmiyordu.

“Babam da mı bir daha gelmeyecek abi?” diye sormuştu Aisha bir gece abisine. Başını yasladığı omzundan kaldırmış dolan gözlerini abisinin yüzüne çevirmişti.

Aisha’nın odasındaydılar. Kâbus görüyor tek başına uyuyamıyordu. Asaf da onu yalnız bırakmıyor o uyuyana kadar yanında kalıyordu. Bazen gitmiyor onunla uyuyordu.

Bu gece de onu uyutmak için gelmişti. Kendi acısını unutmuş kardeşini teselli ediyor ve babası da yokken onunla o ilgileniyordu. Bu yüzden okula gitmiyordu. Zaten istemiyordu da.

Aisha da gitmemişti okula başta. Sonrasında Barun onu ikna etmişti. Her sabah o okula bırakıyor ve akşam o alıyordu. Ödevlerini yapmasında yardımcı oluyor yemeğini bitirmesi için ona eşlik ediyordu. Zor oluyordu. Annesinin yokluğuna alışmak… Tedavi için hastaneye yattığında da böyle olmuş birkaç ay bocalamışlardı. Şimdi durum çok daha farklıydı ama…

En azından özlediğimiz zaman yanına gidip görebiliyorduk o zaman diye geçirdi içinden Barun. Şimdi isteseler dahi onu bir daha göremeyeceklerdi…

“Hayır tabii ki. İşleri uzun sürmüş olmalı. Geri gelecek” dedi Barun ve ona doğru dönüp bakışlarını yüzünde gezdirdi.

Babasının yurt dışında acil bir işi çıkıp gitmek zorunda kaldığı yalanını söylemek zorunda kalmıştı. Aisha küçük değildi, on iki yaşına girecekti. Onun gözünde hala küçük kız kardeşiydi. Başta anlatmak istedi ama onu daha çok üzmek istemiyordu.

O söylemese de babasının da gidecek diye korktuğunu görüyordu Barun. ‘Gitmeyin’ ‘Beni bırakma’ diye sayıkladığı kabuslarından hep o uyandırmıştı onu. Gözyaşlarını silmiş kollarını sararak teselli etmeye çalışmıştı. Bazı geceler sabaha kadar başında beklemiş minik ellerini okşayarak kulağına annesinin sevdiği şiirleri fısıldamıştı.

Aisha başta bu yalana inanmıştı abisi söylediği için. Ancak içten içe başka bir şey olduğunu hissediyordu çünkü babası onları öpmeden işe gitmezdi hiç. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Annesini çok özlemişti… Babasını çok özlemişti. Tekrar onlarla olmak istiyordu.

Barun’un içi sızladı hemen. Uzanıp yanaklarını kuruladı yenileri eklenirken. Gözlerinin buğulandığını hissetti ama tuttu kendini yine. “Ağlama ne olur abicim, o bizi bırakmaz”

Aisha’nın gözyaşları artarken titreyen dudaklarıyla “Annem de bırakmazdı” diye konuştu.

Yutkunmaya çalıştı Barun ve kafasını iki yana salladı. “Annem bizi bırakmadı. Sadece gitmesi gerekti... Zamanı gelince biz onun yanına gideceğiz tamam mı?”

Aisha başını salladı sadece. Abisinin üzüldüğünü bildiği için gözyaşlarını ondan saklamaya çalıştı. Barun anladı yine onu ve eğdiği başının tepesine bir buse kondurdu.

“Haydi hikâye zamanı” diyerek kardeşinin omuzlarından tutarak onu yerine yatırdı. Üzerini örttü iyice.

Islak kirpiklerinin altından ona bakan yeşillerin farkındaydı Baruun ama doğrudan bakamadı yüzüne. Annesi geliyordu gözünün önüne hemen çünkü. Özellikle ağlayınca daha çok canı yanıyordu.

Komidinin üzerinden hikâye kitabını aldı. Hastaneye yatmadan önce her gece annesi uyumadan Aisha’ya kitap okurdu. O gidince babası okumaya başlamıştı. Şimdi o da yoktu ve abisi okuyordu.

“Sende gitme olur mu abi? Sende bırakma beni?” dedi kitapta kaldığı yeri bulmaya çalışan abisinin yüzüne bakarken.

Barun’un kaşları çatılırken gözlerini nihayet yüzüne çevirdi. İçi sızladı. Onun için de korktuğunu bilmiyordu. “Olur mu hiç öyle şey?” dedi katı bir sesle.

“Rüyamda gördüm. Sende gidiyordun…” dedi Aisha burnunu çekerken.

Barun, babası gelecek miydi bilmiyordu. Günden güne buna dair umudu azalıyordu ama onları bırakmayacağını hissediyordu. Kızıyordu içten içe. Onun yüzünden Aisha’ya yalan söylemek zorunda kalmıştı. En önemlisi ikisinin de ona ihtiyacı vardı. Sonra cenaze törenindeki yıkılmış ayakta bile duramayan hali geliyordu gözünün önüne ve ona kızmaktan vazgeçiyordu.

Onları da daha çok üzmemek için iyileşip döneceğini düşünüyordu. Eğer gelmezse ile başlayan düşünceleri zihnini sardığında küçük kalbi korkuyla çarpıyordu göğüs kafesine. O zaman yapayalnız kalırlardı… Bundan çok korkuyordu ama Aisha’ya yansıtmamak için susuyordu.

Babaanne ya da amcaları yanlarında olsun fark etmezdi. Onun ailesi anne babası ve kız kardeşinden ibaretti…

Barun elindeki kitabı yanına bıraktı ve yönünü tamamen ona döndü. Elini ellerinin arasına alıp sıkıca tuttu. Tekrar gözlerinin içine baktığında diğer eli başının yanında saçlarını okşuyordu usulca

“Ben seni bırakmam Şeyda” dedi, bırakamam diye geçirdi içinden. Annesi ona emanet etmişti nasıl bırakırdı onu? Artık bildiği tek şey buydu. Ne olursa olsun ona sırtını dönemeyeceği. “Yanında olamasam bile… Bir elim hep üzerinde olacak. Görmeyeceksin ama bileceksin.”

“Söz mü?” dedi Aisha abisine doğru iyice sokulurken. Eline sarılmıştı o da sıkıca.

Dudaklarını saçları arasına bastırırken sevdiği yasemin kokusunu içine çekti Barun “Söz” dedi hiç beklemeden.

Aisha güvenle gözlerini kapattı. Abisi yanındaydı ve o söz verdiyse tutardı. İçinde en ufak bir şüphe bile yoktu.

Hatırladığı anı ile boğazındaki yumru büyürken yutkunsa dahi geçmedi. Söz vermişti. Tutuyordu da ama ondan bir söz almamıştı. Gerek duymamıştı çünkü. Aisha onu bırakmazdı. Öyle düşünmüştü. Bunun için kızamaz ya da kırılmaması gerekiyordu belki de. Ama kırılmıştı. Hem de hiç kırılmadığı kadar… Hala o kırıkların göğsüne batmasıyla nefes alıp veriyordu.

Babası geri gelmişti. Ancak o babaları değildi. Başka biri olmuştu. Çetan biricik eşinin hastalanmasını ve bunun ilerlemesini hep ailesine bağlamıştı. Çok üzülüyordu çünkü. Günden güne kendini yıpratıyor belli etmiyordu ama Çetan anlıyordu. Gözlerine bakması yetiyordu. Ne yaparsa yapsın o haline bir çare bulamıyordu yine de.

Şimdi onun ölümünden de ailesini daha çok babasını sorumlu tutuyordu. İnat etmeseydi görüşmese bile en azından telefon etseydi o bile yeterdi. Ancak sağ iken geç hastalanıp hastaneye yattığında bile aramamıştı. Onun kadar kinci ve vicdansız bir adam tanımamıştı hayatında.

Ne yazık ki bu uzun sürmedi. Oğlu Barun da ona benziyordu. Daha beş yaşındaydı kendinden yaşça büyük bir çocuğa diklendiğinde. Yaşı küçük ama öfkesi kendinden büyüktü. Ateş saçardı gözleri ve hiçbir şey görmezdi. Bir Sümeyra sakinleştirirdi onu. Büyüdükçe o bile önüne geçemez oldu öfkesinin ve neredeyse her gün kavga edip gelir oldu okuldan.

Köklü bir ailenin torunu aynı zamanda valinin oğluydu. Ona yakışır bir şekilde davranmasını istiyordu. Birkaç defa sırf bu yüzden Sümeyra ile ilk defa birbirlerine seslerini yükseltmişlerdi.

Sonrasında Barun’un öfkesi durulmuş eskisi kadar şikâyet gelmez olmuştu. Oğlu günden güne onlardan uzaklaşıyordu bu sefer de. Bir Aisha’ya eskisi gibi davranıyordu. Nedenini öğrenmeye çalışmış geçen defa ona sesini yükselttiği için özür dilemişti ama bu hali düzelmemişti.

Sümeyra da onunla konuşmaya çalışmış ama o bile bir şey öğrenememişti. Tartıştıklarını duyma ihtimali gelmişti akıllarına ama buna dair de bir cevap alamamışlardı ondan. Sonra zaten Sümeyra tedavi için hastaneye yatmış ve bu hali göze batmamaya başlamıştı.

Barun’un bakışları fotoğraftaki annesine döndüğünde acılı tebessümü özlemle büyüdü. Çok güzeldi annesi… Üzerinde kavuniçi renginde çiçekli bir elbise vardı. Zarif ve ışıl ışıldı. Dışarıdan bakan biri onun iki çocuk annesi olduğuna inanmazdı.

Omuzlarından dökülen siyah dalgalı saçlarında gezindi gözleri. Ağır ağır yüzüne çıktı. Yeşil gözlerindeki parıltıları ve dudaklarındaki gülümsemeyi hayranlıkla izledi. Sağ eli resimdeki annesine uzandı ve yüzüne dokundu özlemle. Saçlarını okşadı usulca. Parmaklarının ucu sızladı sanki ama durmadı.

Onları izliyor olduğunu biliyordu. Çok üzülüyor olmalıydı. O gittikten sonra ailesi tamamen dağılmıştı. Ona çok kızıyor muydu merak ediyordu. Her ziyaretine gittiğinde özür diliyordu. Sanki gözlerine bakıyormuş gibi kafasına mezar taşına çeviremiyordu bazen.

Sesli bir nefes bıraktığı sırada birden kapı açılıp odaya biri girdi. Başını omzundan geriye çevirip kimin geldiğine baktığında gelenin Aisha olduğunu gördü. Kaşları çatıldı hafifçe. Bu kadar çabuk mu yemişti yemeğini?

Aisha’nın da abisinin elinde gördüğü fotoğrafla adımları duraksamıştı. Yutkunurken yanına doğru adımlamaya devam etti.

Barun tekrar omuzlarını dikleştirirken “Ne oldu?” diye sordu.

“İçim rahat etmedi tekrar ateşini kontrol etmeye geldim” dedi Aisha. Bunun bir bahane olduğunun farkındaydı Barun. Çerçevedeki gözleri abisinin yüzüne çıktı usulca. Gülümsemeye çalıştı. “Sen çekmiştin o fotoğrafı abi hatırlıyor musun?”

Barun önüne dönerken ona bakmadı. O günü hatırlıyor olduğuna şaşırmıştı. Küçüktü çünkü ve onunla olan güzel anılarını da onu unuttuğu gibi unuttuğunu düşünmüştü.

Sanki fotoğrafı uzun uzun izlememişte yeni almış gibi bir izlenim vermeye çalıştı. Çerçeveyi geri yerine bırakırken “Hatırlıyorum” diye cevapladı onun sorusunu. Sesi içindeki hiçbir duyguyu barındırmıyordu.

En güzel anları annesi hayattayken olanlardandı. Nasıl unutabilirdi ki? Bu fotoğraftan onda da vardı mesela. Saklıyordu.

Aisha buruk bir tebessüm etmekten başka hiçbir şey yapamadı. Sevinmişti içten içe unutmadığı için. Onlara dair her şeyi sildiğini düşünüyordu çünkü o da.

Derin bir nefes alıp verdi ve geliş sebebini hatırlayıp Ezgi’nin yanına adımladı. Elini alnında ve boynunda gezdirdi. Teni sıcaktı ama yakacak şekilde değildi. Rahat bir nefes verdi.

Gözleri kısa bir süre yüzünde dolanırken tekrar dua etti içinden onun için. Onun umudu yoktu abisiyle kavuşmak için ama umarım o abisine kavuşurdu.

“Ateşi yok” dedi üzgün çıkmasını engelleyemediği sesiyle.

Barun sesindeki burukluğu fark etti elbette. Susmaya devam etti ama yerinde duramadı. Ayaklandı. Bu odada kalmak istemedi biraz daha. Ezgi şu anlık iyiydi zaten. Aisha da yanında olduğuna göre burada durmasına gerek yoktu. Adımları kapıya yöneldi.

“Abi” Aisha önüne geçmişti birden. İfadesiz tutmaya çalıştığı gözleri onun hüzün ve pişmanlıkla parlayan yeşillerine döndü. Hala aynı bakıyorlardı. Küçük Aisha gibi. “Biliyorum sırası değil ama ben… Konuşabilir miyiz seninle?”

Ne konuşacaklarını biliyordu Barun. Pişman olduğunu söyleyecekti. Onu suçladığı, ona inanmadığı ve ona sırtını döndüğü için… Bu bir şeyleri değiştirecek miydi peki?

Değiştirmeyecekti.

Neden cevap veremiyordu o zaman? Neden konuşamayız diyemiyordu? Yine buna fırsat vermemeliydi oysa ama yüzüne baktı sadece. Gözlerini kaçırırken yutkunmaya çalıştı. Onu kurtaran ise telefonunun zil sesi olmuştu.

İlk defa terslemeyip kestirip atmadığı için ümitlenirken telefonun çalmasıyla yüzü solmuştu Aisha’nın. Kaçacağını biliyordu. Öyle de oldu. Yanından geçip odadan çıkarken telefonunu cebinden çıkardı. Ranvir’di arayan.

“Evet?”

“Gian Ray hakkındaki bilgilere ulaştık. Ev ve iş adresi de mevcut. Bir iş adamıymış. Baharat ticareti yapıyormuş” dedi Ranvir düz sesiyle. Arabanın içindeydi bu yüzden resmi konuşma gereği duymamıştı. "İki kızı var. En büyük damadı milletvekili Nikhil Saaren'in oğlu"

Barun’un omuzları dikleşirken yumruğunu sıktı istemsizce. Bir de bu mesele vardı.

Amir Prabal’ın savcıya kendisinin Virat için sorgu talebinde bulunduğunu söylediğini öğrenmişti. Bu Barun’u bakımevinin önünde konuştukları güne götürdü.

“İyi geceler, Kaymakam Bey” dedi savcı olduğunu öğrendiği adam ve elini uzattı ona doğru “Ben Savcı Samir. Nisha Shankar’ın dosyasını ben yürüteceğim artık”

Ondan kısa ve yaş olarak otuzlarının sonunda gözüküyordu. Siyah çerçeveli gözlüklerinin ardından Barun’un yüzüne bakarken yüzünde düz bir ifade vardı.

Barun kafasını eğerken elini sıktı. Yanındaki Subraj ve Prabal’e kafasını eğerek selam verdi sadece.

Subraj baş sağlığı dilerken Satvari Hanım’ın morga götürülmek için ambulansa alındığı bilgisini vermişti. Bakımevi müdürü Rishi Bey onlara katılmıştı bu sırada. O da üzgün bir şekilde Barun’a baş sağlığı dilerken işlemler için onun imzasını almıştı.

Barun’un içinde şimdiden buradan hemen gitme isteği belirmişti. Bu sırada Ranvir’in arabanın yanından onlara doğru geldiğini gördü. Bakışları arabanın camına kaydı kısa bir an. Ezgi’nin bakışlarını da burada hissediyordu.

Ranvir ile göz göze geldiklerinde daraldığını anlamış gibi buruk bir tebessüm etmişti dostu. Ardından gelip yanında durdu.

“Barun Bey, sizi bu vakitte buraya çağırdım çünkü öğrendiğim kadarıyla vefat eden hanımefendi Nisha Shankar’ın annesiymiş ve buraya yatışını siz yaptırmışsınız, doğru mu?” diye konuşan savcıya döndü bakışları Barun’un.

“Evet”

“Aynı zamanda bir de haberlerde dönen şu hastane olayı var tabii. Eski eşine şiddet uygulamışsınız” dedi savcı kaşları çatılmışken. Neden bu kadar ileri gittiğini merak ediyordu. “Satvari Hanım ile bir akrabalığınız mı var Barun Bey?” diye sordu bu yüzden.

Barun onun neden bunu sorduğunu anladı. Aynı düz sesiyle “Hayır, yok” dedi.

Savcı Samir’in kaşları daha çok çatılırken “O halde bu dosyanın kapatılmasının engellemenizin sebebini öğrenebilir miyim?” diye konuştu. Elinde hiçbir kanıt yoktu ve üstelik suçladığı kişi de kızın öz babasıydı.

“İnsanlık vazifemi yerine getiriyorum Samir Bey. Suçlu olduğunu düşündüğüm Virat Shankar, bu kadının eski eşi ve hem ona hem kızına eziyet ediyordu. Bende buna engel olmak istedim”

Savcı bu yanıttan memnun olmamıştı. “Bu ülkede bu durumda olan birçok aile var. Hangi birine yetişeceksiniz? Hepsine böyle müdahale edip olay mı çıkaracaksınız?”

Barun’un sağ eli yumruk olurken “Haklısınız, hepsine yetişemem. Ancak sadece ben değil gücü yeten herkes benim gibi destek olsa eminim ülkede öldürülen kadın sayısı artmaz azalırdı”

“Aradığınız adalet ise bu sizin göreviniz değil Kaymakam Bey!” diye yükseldi savcı. Karşısındaki devlet adamı olmasa bu lafını asla sineye çekmezdi. Devletin adaletine kimse dil uzatamazdı. “Hem kendi itibarınızı hem de devletin itibarını zedeliyorsunuz”

Barun bu öfkeden etkilenmedi. Aynı soğukkanlı ifadesiyle savcının yüzüne baktı. “Görevimin ve getirdiklerinin farkındayım, merak etmeyin. Devletimizin itibarı için tasalanmak için çok geç yalnız çünkü bu olaylara engel olmazsak ortada itibar diye bir şey kalmayacak”

Bu sırada Barun’un arkasında kalan giriş kapısında bir hareketlilik oldu. Önündeki adamların bakışları oraya döndü hemen.

“Satvari!”

Barun’un Virat’ın sesini duymasıyla ensesindeki tüyler diken diken oldu. Bakışları ona doğru dönüğünde bahçeden içeri girmiş ambulansa doğru koştuğunu gördü onun. Ancak yolun yarısında kendini yere atıp sesli bir şekilde ağlamaya başladı.

Kendinden geçmiş gibi yeri döverken “Tanrım onsuz nasıl yaşarım!” diye bağırıyordu.

Barun öfkeyle yumruklarını sıkarken ona doğru hareketlendi. Virat’ın bakışları bu sırada onlara döndü ve en son Barun da kaldığında “Bu muydu bana yaşatmak istediğin bedel? Karımın ve kızımın suçu neydi? Onları böyle mi korudun?” diye konuştu çatallı sesiyle.

“Seni adi p*ç!” Barun üzerine atıldığında Ranvir ve Prabal buna engel olmaya çalıştılar ama ellerinden sıyrılmayı başardı.

Virat yerinden kıpırdamazken “Canisin sen! Ailemi mahvettin!” diye konuşmaya devam ediyordu.

Dişlerini sıkarak üzerine yürümeye devam ederken diğer polis memurları da Virat’ı yerden kaldırdılar ve ondan uzaklaştırmaya başladılar.

Ranvir tekrar Barun’un önünü keserken Barun gözlerindeki endişeyi gördü. Umursamadı “Çekil” dedi dişlerinin arasından. Öfke damarlarında akan kandı artık.

“Sakin ol Barun, hiç sırası değil”

Bu sırada polisler çoktan onu bahçeden çıkarmışlardı. Şimdi dışarıda aynı oyunu kameralara oynuyordu.

Savcı Samir tekrar yanına geldiğinde yüzündeki hoşnutsuzluk daha da artmıştı. “Ne yapıyorsunuz Kaymakam Bey, kendinize gelin!” dedi hiddetle. Barun göğsü hızla inip kalkarken yüzüne kayıtsız bir şekilde baktı. Savcı kafasını iki yana salladı “Bu olayın gidişatı hiç hoş değil. Size tavsiyem geride durmanız”

Bunun üstü kapalı bir uyarı olduğunun farkındaydı Barun. Açığını gördüğü an kullanmaktan geri durmayacağını söylüyordu.

İstediğini yapabilirdi. Barun hiçbir şey söylemedi. Savcı daha fazla orada durmanın ona bir şey katmayacağını anladı. Arabasını çağırıp bahçeden ayrıldı.

Bu defa Prabal geçti karşısına. Bu zamana kadar sessiz kalmasına şaşırmıştı zaten Barun.

“Asla rahat durmuyorsun Barun Khan” diye konuştu tok sesiyle.

Barun çenesini sıkarken “Sizin gibi köşeden izlememi mi tercih ederdiniz?” diye sordu soğuk bir şekilde.

Samimiyetsiz bir gülümseme peydah oldu dudaklarında Prabal’ın. “Siz ve şu kahraman olma çabanız. Hiç değişmiyorsunuz. Yalnız dikkat edin de bu defa kahraman olayım derken iyi adam maskeniz düşmesin”

Gözlerinin geçmişin karanlığı gibi koyu olduğunu düşündü Barun. Sözleri ise açık bir tehditti. Kaşları çatıldı bu yüzden hafifçe. Ona olan kininden mi böyle söylüyordu yoksa o da mı bu oyunun içindeydi?

“Dosyaya siz mi bakıyorsunuz?” diyerek konuyu oraya getirdi bu yüzden.

Prabal ellerini ceplerine koyarken “Ya görüyor musunuz tesadüfü? Yine karşı karşıyayız” diye konuştu.

Bunu söylerken bile yoluna taşım diyordu sanki Barun için. Yumruğunu sıktı içinde harlanan öfkesiyle. “Kamyon şoförü hakkında bir gelişme var mı?”

“Savcının dediğini duymadınız sanırım Kaymakam Bey? Bu dosyadan uzak durmanızı söyledi”

Bir adım atarken aralarındaki mesafeyi kapattı Barun. Bu onun karşında duruyorum lafına bir atıftı. “Nerede duracağıma ben karar veririm. Bir sakıncası mı var sizin için?”

Bu karşı duruşu anladı Prabal ve dudaklarını birbirine bastırdı. “Elbette yok. Biz siz zararlı çıkmayın diye söylüyoruz”

Barun onun sahte iyi niyetini umursamazken “Virat Shankar’ın sorgulanmasını talep ediyorum” diye konuştu.

“Durduk yere birini sorgulayamam biliyorsunuz ki Kaymakam Bey. Bir kanıtınız olması gerek, var mı?”

Gözleri sen neredeysen ben tam karşındayım der gibiydi. Onun da bu oyunun parçası olduğunu anladı Barun. Sinirden çenesini sıkmaktan dişlerinin kırılacağını hissetti.

Bir adım daha yaklaştı Prabal’a ve üstten gerilen yüzüne baktı “İşinizi hakkıyla yapsaydınız o kanıtı siz bulurdunuz. Ama endişelenmeyin ben onu da bulacağım”

Barun onu daha fazla dinlemek istemeyerek yanından geçti ve arabalara doğru ilerlemeye başladı.

Bu Prabal’ı yine de durdurmadı. “Size bol şans Kaymakam Bey! Bende sizi ağırlamayı çok özledim!”

Beklediğinin aksine savcı bugün onu çok zorlamamıştı. Zaten bilmesi gerekenleri polis sorgusunda söylemişti. Virat’ın o gün söyledikleri kafasını karıştırmış bir de o konuşmak istemişti Barun ile. Bahsettiği bedeli ve bu koruma mevzusunun aslını öğrenmek istemişti. Barun istediğini verdi. Yine de şoför bulunana kadar Virat’ı sorguya çağırmayacağını söylemişti savcı.

Bu oldukça sinirini bozsa da daha fazla dil dökmedi. Subraj’dan listeyi aldı ve Gian Ray’ı tespit etti. Şu an onun yanına gitmek için doğru zaman mıydı emin değildi. Ne kadar süreceğini bilmiyordu bir de. En azından Ezgi ve çocukları konuşturmalı ve çocukları yurda bıraktıktan sonra gitmeliydi.

“Tamam, haber verdiğim zaman eve gelirsin. Gideriz” diye konuştu bu yüzden.

“Tamam” dedi bu kararını hiç sorgulamadan Ranvir. Sesli bir nefes bıraktı “Geeta nasıl oldu?”

“İyi olacak” dediğinde Aisha çıkmıştı odadan. Yavaş adımlarla yanından geçti ve merdivenlere ilerledi.

Ezgi’nin yanında kalacağını düşünmüştü ama öyle olmamıştı. O görmemişti çünkü Ezgi’nin gözlerindeki yalnız kalmaz korkusunu. Barun arkasından bakışlarını ayırmadığı sırada omuzları çöktü yine.

“Kim yapmış peki, öğrenebildin mi?” diye sordu Ranvir.

İç geçirdi Barun. “Bir kaza olmuş sadece”

Ranvir cevaplarının tek düzeliğinden canının sıkkın olduğunu anladı. O evde kalmak başlı başına canını sıkıyordu arkadaşının biliyordu. Yine kim bilir ne olmuş onun içine kapanmasına sebep olmuşlardı diye düşündü.

Üstüne gitmedi o da “Bir şeye ihtiyacınız olursa ararsın o zaman” diye konuştu.

Aisha gözden kayboldu ama gözlerini çekemedi o taraftan Barun “Tamam, sağ ol”

Aramayı sonlandırıp telefonunu tekrar cebine koydu. Gömleğinin bir düğmesini açarken bir an nereye gideceğini bilemeden orada dikildi. İçindeki sıkıntı dağılana kadar Aisha’nın odasına girmek istemedi. Merdivenlere doğru adımladı. Aşağıdan amcası ve Saras’ın sesi geliyordu. İlk kata geldiğinde sağ tarafa yöneldi ve dedesinin odasına doğru ilerledi.

İçeri girdiğinde babaannesinin de burada olduğunu gördü. Şaşırmıştı. Onun yemekte olduğunu düşünüyordu. O oturmadan yemeğe başlanmazdı normalde. Önce dedesinin yemeğini yedirir ve ilaçların verirdi ardından yemeğe inerdi.

“Babaanne? Sen neden yemekte değilsin?” diye sordu.

Dedesi her zamanki gibi yatağın sağ tarafında sırtını başlığa yaslamış bir şekilde oturuyordu. Babaannesi sağ tarafında otururken o da hep yaptığı gibi sol tarafındaki tekli koltuğa ilerledi aynı zamanda.

“Vali Mohan’ın evlerine gitmiştim bugün. Yeni döndüm ve ilk dedenin ilaçlarını vermeye geldim. Sen niye inmedin yemeğe, yine dışarıda mı yiyeceksin?”

Dedesinin de soru soran bakışları ona döndüğünde Barun cümlenin başındaki valinin evine gittim lafındaydı. Kesinlikle yanlış zaman diye geçirdi içinden.

Sanki oraya hiç takılmamış gibi onun sorusunu yanıtlamayı tercih etti. “Hayır, bugün evdeyiz. Benim de iştahım yok inmek istemedim”

Kalindi bir hayli keyifsizdi. Yüz ifadesinde mimik oynamamıştı. Şifonyerin üzerindeki ilaç kutularıyla ilgilenmeye başladı.

Barun dedesinin bakışlarını hala üzerinde hissederken konuşmak için kollarını kaldırdığını gördü “Bir sorun mu var Barun?”

Sıkıntıyla bir nefes alıp verirken babaannesine kaçamak bir bakış attı. “Geeta küçük bir kaza geçirdi.” diyerek üstü kapalı olanları açıklamaya çalıştı.

“Ne kazası oğlum? Geeta kızım iyi mi?” kaşları endişeyle çatılmıştı şimdi Vasant’ın.

Ezgi’nin herkese kendini bu kadar sevdirmeyi nasıl başardığına hala şaşırmadan edemiyordu Barun.

“Önemli bir şey değil dede, sakin ol. Geeta iyi. Dinleniyor şu an.”

Kalindi Geeta ismini duyar duymaz onlara kulak kesilmiş ve şimdi çatılan kaşlarıyla Vasant’a bakarken “Sen ne ara o kızı bu kadar merak eder oldun?” diye sordu.

“Senin anlattığının aksine temiz kalpli bir kız”

Kalindi aldığı cevapla daha çok kaşlarını çatarken sert bakışları Barun’a da değdi “Bu ne demek oluyor?”

O kadını ilk gördüğünde içinde bir huzursuzluk peydah olmuştu. Türk olması ve üzerine Barun’un mesleğini riske atarak ona yardım ediyor olması içindeki huzursuzluğu günden güne büyütüyordu. Onun da babasıyla aynı mutsuz kaderi paylaşmasını istemiyordu.

Barun dedesine baktı. Vasant gözlerini eşinden ayırmamıştı zaten. Kollarını kaldırdı tekrar “Evde kalan misafirimizle tanışmak istedim. Barun da tanıştırdı” diyerek gerçekten çok uzak olmayan bir yalan söyledi.

Bu Barun’u memnun ettiği kadar Kalindi’yi rahatsız etmişti. Eşinin yüzüne dik bir şekilde bakarken kaşları havalanmıştı şaşkınlıkla. Kendi çocuklarıyla bile zar zor iletişim kuran o, bir de yabancı biriyle mi konuşmak isteyecekti? Sinirle elindeki kutuyu sıktı.

“Sen de o kızı mı savunacaksın artık bana?” gözlerinden adeta ateş fışkırıyordu. Ancak Vasant bundan etkilenmiyordu artık. Alışıktı onun öfkesine.

“Kızın ve ailesinin durumu ortada. Barun öyle uygun görmüş girmiş bir işe. Bir bildiği vardır diyerek en azından torununa güvenmeye çalış. Bana tekrar aynı şeyleri söyletip yorma”

Barun bu kararı ilk aldığında en son kararı dedesinin vereceğine dair anlaşmışlardı. Vasant da başta Kalindi gibi kendini riske atmasını istememişti ama Barun’u dinledikten sonra ona güvenmeyi seçmiş ve evde kalmalarını istemişti.

“Bunun Barun’a güvenmemle hiçbir ilgisi yok. O kız uğursuz. Siz ona yardım ederken o bizim hayatımızı mahvedecek. Hatta çoktan başladı bile” Kalindi hiddetli gözlerini torununa çevirdi “Mohan ve Ishita (İşita) hakkınızda çıkan haberleri görmüş.”

Ishita Lila’nın annesiydi. Tıpkı kızı gibi o da bir iş insanıydı. Bir moda şirketi vardı. Ishita’nın annesi ve Kalindi ise kuzenlerdi. Akrabalıkları buradan geliyordu.

Barun hangi söylediğine öfkeleneceğini kestiremezken “Ona gerçeği söylemedin değil mi babaanne?” diye sordu.

Gönül isterdi ki asıl gerçeği Aisha dedesi ve ondan başka kimse bilmesin. Yalan üstüne yalan inşa etmek hiç akıl karı değildi. Ancak Ezgi evde kalacağı için diğerlerine söylemeye de mecbur kalmıştı.

“Söylemedim. Ancak onların da bilmeleri gerekiyor oğlum” dediğinde tek kaşı havaya kalktı Barun’un. “Akraba yalanına ikna ettim ama hakkınızda çıkan ilişki haberlerine hala şüpheyle bakıyorlar”

Başına bir ağrı saplandı. Burun kemerini sıkarken sıkıntıyla bir nefes verdi. Lila da bu yüzden mi gelmişti gerçekten kaymakamlığa? Ezgi’ye söyledikleri geldi aklına. Fikri değiş miydi gerçekten? O zaman neden yalnız konuşmak istediğinde bundan bahsetmemişti?

Lila’yı yönlendirerek bir aşağı kata inerken Sanchi’nin odasına girdiler. Giriş katta olduğunu bildiği için odasının boş olduğunu biliyordu Barun.

“Bu saçmalıkta da ne Lila? Açıklayacak mısın?” diye sordu karşı karşıya durduklarında. Hala neden burada olduğuna ve Ezgi ile o durumda olduklarına anlam veremiyordu.

Lila duruşunu dikleştirirken “O kadın gerçekten misafiriniz mi?” diye sordu.

Kaşları çatıldı Barun’un iyice “İsmi Geeta. Evet misafirimiz ve sen bunu bilmene rağmen ona ne kadar kaba davrandığının farkında mısın? Canını yakmışsın?”

“Asıl sen onun ne yaptığını görmedin mi? Beni yere düşürdü! Sen gelmesen belki de daha fazlasını yapacaktı!” diye hiddetle soludu Lila. O kadını savunduğuna inanamıyordu.

“Bilerek olmadığına eminim, öyle biri değil” dedi Barun yüz ifadesini bozmadan “Ne geçti aranızda?”

Lila keskin gözlerini onun yüzünden ayırmazken yumruğunu sıktı “İzinsiz odana girmiş. Üstelik kitaplarını karıştırıyordu. Bende dışarı çıkardım ama bir de izni olduğu yalanını söylemeye devam etti” diye konuştu.

“Doğru söylemiş. İzni vardı” Burun kemerini sıktı Barun. Nisha’nın dosyası yüzünden canı zaten sıkkındı. Kafası öyle doluydu ki boğulduğunu hissetti yine.

Lila’nın şaşkınlıkla havaya kalktı kaşları. Eşyaları konusunda en az onun kadar hassas olduğunu biliyordu. Buna nasıl izin vermişti? Kalindi yüzünden mi? Babaannesinin zoruyla Barun’un bu kadını yanında tuttuğundan emindi. O kadının da akraba ayağına Barun’a yaklaşmaya çalıştığını düşünüyordu.

“Ben izin vereceğini düşünmediğim için öyle çıkıştım” diye açıkladı kendini. Aklına birlikte olduklarını söyleyen haberler gelirken dişlerini sıktı. Annesinin onun Barun ile ilgilenmediği için ne kadar öfkelendiğini hatırladı. “O neden burada? Kalindi teyzem mi istedi onunla ilgilenmeni?”

Barun anlık duraksadı. Ne olursa olsun yalan söyleyemezdi. Şimdi de onaylamasa dahi başka bir yalan uydurmak zorunda kalacaktı. Zaten bundan başka bir şeye de inanmazdı Lila biliyordu. Bu yüzden kafasını salladı usulca.

“Üzgünüm Barun, seni zor durumda bıraktığım için. Umarım Kalindi teyzeme şikâyet etmez seni bu yüzden” dedi Lila gerçek bir endişeyle. Barun ile aralarını iyi yapmak isterken daha kötü olmak istemiyordu. Korkusu bu yüzdendi.

Barun kafasını iki yana sallarken “Sorun değil. Ben ayrı konuşurum onunla” dedi oyuna devam ederek.

“Ben yine de konuşayım onunla” dedi Lila. Öfkesinden ne söylediğini bilmeyerek konuşmuştu. Tam bir rezillikti. Annesi duyarsa her şey daha kötü olurdu.

“Peki” dedi Barun düz sesiyle. “Sen neden buradasın?”

Lila başta ne söyleyeceğini bilemedi. Nasıl diyebilirdi ki annem gönderdi diye? Çıkan haberlerden sonra oklar onlara dönmüştü. Aralarında nişan yapılması beklenirken Barun’un Geeta denen kadınla haberinin çıkması yakınlarının evlilik işlerinin bozulduğunu düşündürtmüş ve telefonları bu yüzden susmamıştı.

Barun normal bir adam olsa herkes bu haberin magazin saçması olduğunu söyleyebilirdi ama şimdiye kadar yanında uzun görülen tek kadın Lila iken şimdi onun yerine Geeta’nın alması herkese aralarında bir şey olduğunu düşündürtmüştü.

Lila şimdi daha emin olmuştu. Babaannesi yüzünden göz yumuyordu Geeta’nın yanında olmasına. İçi rahatladı bu yüzden. Ailesine ve sevdiklerine açıklaması hazırdı artık. Belki de çoktan Kalindi Hanım’ı aramış ondan da bu açıklamayı duymuşlardı.

“Seni görmek istedim. Başına gelenleri duydum. Çok üzgünüm o küçük kız için” diye konuştu sonunda. Yalan değildi, gelme sebeplerinden biri de buydu.

O küçük kızı tanımıyor olsa da Barun’un ona değer verdiğini biliyordu. Ishita, onu kaybettiği için üzgün olduğundan keyfini yerine getirebileceğini ve ona yakınlaşmak için iyi bir fırsat olduğunu söylemişti. Ancak Lila az daha elini yüzüne bulaştırıyordu her şeyi.

Güzelliği dillere destanken daha önce birini etkileme çabasına girmemişti hiç. Çoğu adam zaten peşinden koşuyor ona yakın olmak için ellerinden geleni yapıyorlardı.

Ancak Barun öyle değildi. Diğer tanıdığı hiçbir adama benzemiyordu. İlgisini çekmek çok zordu bu yüzden. Tüm Hindistan ne kadar yakışan ve iyi bir çift olacaklarını konuşurken o ne bu durumu yalanlamış ne de onaylamıştı.

Lila onun aksine sessiz kalmamış bu haberlerin hoşuna gittiğinden bahsetmişti birkaç röportajında. Barun’a aşık değildi. O tür duygulara inanmazdı. Evlenmeyi düşünmemişti bu yüzden daha önce. Evlenecekse de bu ailesinin istediği gibi bir evlilik olmalıydı. Tıpkı abisinin yaptığı gibi.

Barun en köklü ailelerden birinin Desai’lerin torunuydu. Kendisine en yakışan eş onun gibi biriydi kesinlikle. Hem Barun da bu evlilikten karlı çıkacak babasının koltuğuna geçebilecekti.

Barun kafasını eğdi yalnızca. Onun bu yüzden buraya geleceğini düşünmemişti hiç.

“Cenaze törenine gelmek isterdim ama yetişemedim” diye devam etti Lila. Yüzü olduğu bir derginin kapak çekimi için İtalya’ya gitmişti. “Daha iyi misin?”

“Sorun değil, sağ ol” dedi yalnızca Barun. Hala içten içe bu ilgili tavrına şaşırmakla meşguldü.

Üzerine çok düşünmedi. Savcıyla konuşması ve o kumarhane baskınında serbest bırakılanların listesi dönüp duruyordu kafasında. Düşünülecek çok daha önemli şeyler vardı. Lila’yı tekrar yönlendirerek geri odasına götürdü ardından.

Babaannesinin Ezgi’den hoşlanmamasının sebeplerinden birinin bu evlilik yüzünden olduğunu biliyordu. İç geçirdi “İstediklerini düşünebilirler umurumda değil. Benim dertlerim bana yetiyor” dedi düz bir sesle.

“Lila’ya da yazık Barun, bunu hak etmiyor. En azından ona gerçeği anlatabilirdin!”

Babaannesi ile göz temasını bozmazken öne doğru eğilip ellerini kavuşturdu. Sinirleri gittikçe bozuluyordu. “Ona açıklama yapmak zorunda değilim. Bizim aramızda öyle bir ilişki yok. Her şey sizin kendi aranızda uygun görüp onayladığınız şeyler”

“Kaymakamlığa geldiğinde konuşmadınız mı? Çok üzülmüş kızcağız haberleri görünce. Millet de saçma sapan şeyler söyleyip daha çok canını sıkmışlar. Buna rağmen seni savunmuş onlara Barun” Kalindi artık gözlerini açmasını ve onun için en uygun kadının Lila olduğunu görmesini istiyordu.

Kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatıldı. “Konuşmadık. Fikri değişti mi, değiştiyse neden değişti umurumda değil. Ben artık bu konuda konuşmak istemiyorum. Dediğim gibi benim dertlerim bana yetiyor. Sende daha fazla üsteleme babaanne, lütfen”

Lila’nın fikrini değiştirmesi onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Buna inanmak istemiyordu daha doğrusu. Muhtemelen annesi ikna etmişti artık onu da. Annesinin istekleri hep ön planda olmuştu onun için bunu görebiliyordu.

Babaannesinin gözlerinde gördüğü kırgınlıkla içi daha çok sıkıldı. Kolay kolay duygularını gösteren bir kadın değildi. Özellikle dedesinin kazasından sonra daha çok içine kapanmıştı. Onun iyiliğini düşünerek çabaladığını biliyordu. Buna kuşkusu yoktu ama onun hissettiklerini hiçbir zaman anlayamamıştı.

“Bizim bu evliliği keyfimizden mi istediğimizi düşünüyorsun sen?” Kalindi tekrar konuştuğunda Vasant’a bakmış ve onun da desteğini istemişti. “Senin mutluluğunu düşünüyoruz. Ömrümüz ne kadar kaldı bilinmez gitmeden senin bir aile kurduğunu görmek istiyoruz. Bu bizim hakkımız Barun.”

“Babaanne-”

“Bu zamana kadar ne karar alırsan yanında durdum. Onaylamasam dahi ikna ettin sesimi çıkarmadım. Keza deden de öyle. Biz de senden tek bir şey istemişiz ve sen bunu bize çok görüyorsun. Hiç hatırımız yok mu senin için?”

Barun kafasını iki yana sallarken dayanamayarak uzanıp onun elini tuttu “Olur mu öyle şey, elbette hatırınız var. Şu an bu evdeysem bu sadece sizin için”

“O zaman neden bu kadar inat ediyorsun? Senden hemen onaylamanı istemiyorum zaten en azından biraz düşün, hemen kestirip atma” diye konuştu Kalindi onun elini sıkarken.

Barun başını eğdi daha fazla gözlerine bakamayarak. Derin bir nefes alıp verdi. Ne söyleyeceğini bilemeyerek dilini dudaklarında gezdirdi. Bu sırada dedesi konuşmak için kollarını kaldırmıştı. Bakışları ona döndü bu yüzden.

“Babaannen haklı. İster Lila ile istersen bir başkasıyla ama kendi aileni kurmalısın oğlum. Bu hayat yalnız başına hiç çekilmez”

Kalindi eşinin verdiği destekle daha sıkı kavradı torunun elini. Barun dedesinin de bu konuda onunla aynı fikirde olduğunu biliyordu. Sadece onun kadar çok baskı uygulamıyordu. Bu yüzden şaşırmamıştı.

Babaannesine döndü bakışları. Umutla parlayan kahvelerine baktı. “Tamam. Düşüneceğim.” diye konuştu durgun bir sesle.

Kalindi gülümsedi. Bu da nadir görülen bir andı. “Lila’ya bir şans ver. Onu tanımaya çalış. O zaman anlayacaksın ne kadar doğru bir seçim yaptığımı” dedi ılımlı ses tonuyla.

Lila’nın bu zamana kadar kötü bir yanını görmemişti. Babasının yanında katıldığı toplantılar ve bazı zorunlu aile yemekleri olmasa karşılaştıkları da çok söylenemezdi. Nerede olursa olsunlar mutlaka bakışları üzerine toplardı. Çalışkan ve aklına koyduğunu yapabilecek bir hırsa sahipti.

Onun hakkında bildikleri bu kadardı ve daha fazlasını hiçbir zaman merak etmemişti. İlgisini çekmediği için miydi yoksa bu kadınlara karşı aldığı genel tavrından dolayı mıydı bilmiyordu.

Kafasını ağır ağır sallayarak onayladı yine babaannesini. “Yine de gerçeği ne Mohan Bey’e ne de ona söyleyeceğim. Daha fazla kimsenin bilmesine gerek yok” diye konuştu aklına gelen konuyla.

Kalindi bundan pek memnun görünmese de zar zor aldırdığı kararından vazgeçmemesi için buna şimdilik ses etmedi.

Güven hassas bir konuydu onun için ve kimseye o kadar kolay güvenemezdi. Kim olduğu ya da ne derece yakını olduğu önemli değildi. En acı örneğini babası ve kız kardeşiyle deneyimlemişti çünkü.

Ellerini geri çekerken dedesinin üzerindeki bakışlarının farkındaydı. Gözlerini ona çevirdiğinde gülümsüyor olduğunu gördü. Onun keyifle güldüğü anlar da çok nadirdi. Uzun zaman sonra ilk defa dün Ezgi dedesinin anılarından bahsederken görmüştü bu gülümsemeyi.

Tebessüm etmeye çalıştı o da. Ardından izinlerini alarak yanlarından ayrıldı. Kafası dağılsın diye gelmişti dedesinin yanına ama daha beter bir hal almıştı kafasının içi.

Babaannesi ve dedesine söyleyememişti ama aile kurmak gibi bir derdi yoktu. İsteği de. Nisha düştü yine aklına. Göğsündeki sızı kendini belli etti. O burada olsaydı her şey daha güzel olacaktı biliyordu. Tekrar içindeki karanlığa hapsolmuştu ve artık hak ettiği şeyin bu olduğunu düşünüyordu.

Elini göğsüne götürmemek için tuttu kendini ve dik duruşunu bozmadan seri adımlarla tekrar Aisha’nın odasına ilerledi. Ezgi’yi kontrol edip çocukların yanına dönmeyi düşünüyordu ki kapıyı açıp içeri girdiğinde Ezgi’nin uyanmış olduğunu gördü.

Yerinde doğrulmuş bacaklarını yataktan sarkıtmıştı. Bir eli göğsündeyken başını eğmiş ağlıyordu. Kapının sesiyle bakışları kısa bir an ona dönmüştü.

“Ezgi?”

Canı mı yanıyordu? Yoksa yine kâbus mu görmüştü?

Ezgi ona cevap veremezken Barun hıçkırıkları arasından kesik nefesler aldığını görmesiyle hızlı adımlarla yanına ilerledi. “Canın mı yanıyor, ne oldu?”

“Abim… Aradılar mı?”

“Sakin ol, kimse aramadı” ellerini omuzlarına koydu ve yataktan çıkmasını engelledi. Ezgi’nin omuzları sarsılırken içli içli ağlamaya başladı. “Ezgi, kâbus mu gördün? Ne oldu?”

Ağlamaya devam ederken kafasını iki yana salladı. Barun diğer elinin kucağında yumruk olduğunu gördü. Elinde bir şey vardı. “Abim” dedi hıçkırıklarının arasından.

Barun tekli koltuğu tek eliyle onun önüne çekerken karşısına oturdu hemen. Eline dokundu ve açmasını sağladı. Gümüş bir bileklik vardı avucunda. Uçlarından bir şeyler sarkıyordu.

Bakışları yüzüne dönerken “Senin mi bu? Ne oldu? Anlat bana” diye konuştu sakince.

Ezgi derin nefesler almaya çalışırken bakışlarını elindeki bileklikten ayırmadı. Diğer eli de bilekliğe dokunurken “Abim – Hıçkırık- almıştı bunu bana…” diye konuştu zar zor. Elini yukarı kaldırırken Barun’un bir şeyi görmesini bekler gibiydi.

Kahveleri bilekliğe döndü bu yüzden. Üzerinde sarkan şeyleri daha net gördü bu defa. Yeşil bir kalp vardı. Kitap ve sol anahtarı. En baştaki ucunda bir şey olmayan demiri gösterdi Ezgi “Çiçek vardı – Hıçkırık- burada. Cebimdeymiş buraya -hıçkırık- düşerken. Kırılmış. Yok – Hıçkırık – bulamıyorum”

Buna üzülmesini anlıyordu Barun ama bu şekilde kendinden geçerek ağlaması canını sıkmıştı. Ne yapacağını bilemedi bir an.

“Ne yapacağım?” diye konuştu Ezgi telaşla hıçkırıklarının arasından. Kafasını kaldırdığında Barun’un yüzüne baktı. Dolu doluydu gözleri. Yeşildi. Anlamsız bir şekilde içinin ezildiğini hissetti Barun.

Gözlerine bakarken onun aslında kırılan bileklik için ağlamadığını gördü. Deli gibi abisine bir şey olacağından korkuyordu.

Havadaki titreyen elini tuttu. Teninin sıcaklığı tüm hücrelerini sardı sanki. Ardından diğer elini de tutarak avucundaki bilekliği eline aldı. “Ben halledeceğim tamam mı?”

Ezgi küçük bir çocuk gibi burnunu çektiğinde bakışları ellerindeydi “Olmaz ki… Kırılmış -hıçkırık- kaybolmuş” derken bilezikten değil de kendisinden bahsediyormuş gibi hissetti Barun. Kıyamadı. Bu his de yeniydi.

“Ben halledeceğim, söz” dedi onu buna inandırmak isteyerek. Ezgi’nin gözyaşları hızlanırken bakışları hala Barun’un bilekliği tutan elindeydi.

Barun çekinerek yüzünün önündeki saçlarını geriye attı usulca. “Ezgi, bak bana. Duyuyorsun beni değil mi?”

Ezgi onun söylediğini yaparak yüzüne baktığında onu duyduğunu gördü gözlerinde. “Eskisinden de güzel olması için elimden geleni yapacağım, güven bana” diye konuşarak rahatlatmak istedi içini.

Parmağının ucuyla sol gözünden akan damlaya dokundu. Ezgi ıslak kirpiklerinin altından onu izliyordu dikkatle. Farkında olmadan eline tutunmuştu.

Nefes alışverişlerinin düzene girdiğini gördü Barun “Böyle, sakinleş”

Sakinleştiğinden emin olduktan sonra yerinde doğruldu. Elindeki bilekliği dikkatli bir şekilde cebine koydu. Ardından Ezgi’ye yaklaşıp “Haydi gel, geri uzan yatağa” diyerek onu yönlendirdi. Yanından eğilip yastığını arkasını rahat yaslayabileceği bir şekilde düzeltti sonra.

Ezgi hala burnunu çekerken dediğine uydu. Bedenini geri çekti yavaşça ve bacaklarını geri yatağa kaldırıp battaniyenin içine soktu. Sırtını onun ayarladığı kısma yasladı.

Barun sağında kalan şifonyere ilerledi bu sırada ve üzerinde duran sürahiden yanındaki bardağa su doldurdu. Ardından Ezgi’ye uzattı. Hıçkırığına iyi gelir düşünmüştü. Ezgi bardağı aldı ve suyu içti.

Barun bardağı geri yerine koyduktan sonra yatakta karşısına oturdu. Ezgi ise başını yorgunca yatak başlığına yaslamıştı. Buğulu bakışları karşısındaki adamın yüzündeydi. Geçen akşam arabada ‘Çok korkuyorum’ derken ki gibi hüzün yüklüydü hareleri.

“Biraz daha iyi misin?” diye sordu Barun. Bakışları kızaran yanaklarından, burnuna oradan gözlerine çıktı.

Ezgi hıçkırırken “İyiyim… teşekkür ederim” dedi, sesi hala boğuktu.

“Ağrın var mı?”

“Çok değil”

Barun iç geçirirken yerinde ayaklandı ve tekrar ona yaklaşarak sol elinin içini alnının açıkta kalan kısmına yaslayıp ateşini kontrol etti.

Ezgi’nin başıyla birlikte şaşkın bakışları da ona döndüğünde bir an bocalasa da toparlanıp “Ateşinin yükselebileceğini söylemiş doktor” diye açıklama yapma gereği duydu. Anlayamadığı için eli boynuna getirdiğinde titrediğini gördü. “Var sanki biraz. Ateş ölçerle bakalım en iyisi”

“Senin elin soğuk bence” diye konuştu Ezgi o elini çektiği sırada.

Şaşırsa da bunun hakkında bir şey söyleyemedi. “Ben geliyorum hemen” diyerek kapıya doğru dönmüştü ki kapı açıldı.

Aisha elinde bir yemek tepsisiyle odaya girmişti. “Nereye abi?”

“Neden, ne oldu?”

Aisha dudaklarını dişlerken bakışlarını ellerindeki tepsiye çevirdi. “Belki Sevilay teyzenin yemeklerinden yersin diye düşündüm, sana getirmiştim” İştahım yok demişti ama gönlü aç kalmasına razı olmamıştı. Şansını denemek istemişti.

Bu sırada gözleri abisinin gövdesinin yanından yatağına iliştiğinde Ezgi’nin uyanmış olduğunu gördü. “Ezgi, uyanmışsın” Elindeki tepsiyi tekli koltuğa bırakıp yatakta onun karşısına geçti hemen. “İyi misin canım?”

Ezgi tebessüm etmeye çalışırken “İyiyim” dedi. Aisha yüzünün ve gözlerinin kıpkırmızı olduğunu fark ettiğinde kaşları çatılmıştı.

“Ateşi var gibi. Alet var mı sende ölçelim?” Barun araya girip konuştuğunda ikisinin bakışları da ona dönmüştü.

Aisha’nın bakışlarına endişe tohumları eklenirken Ezgi’ye yaklaşıp Barun gibi ellerini alnında ve boynunda gezdirdi. Teni önceki gibiydi. “Yok gibi ya. Sana öyle gelmiş sanırım abi”

“Emin misin?” Barun hala odanın ortasında dikilirken kaşlarını hafifçe çatmış kardeşine bakıyordu.

Aisha bakışlarını ona çevirirken “Eminim sorun yok” diye konuştu. Tekrar Ezgi’ye dönerken saçlarını okşayarak omzundan geri attı. “Ağlamışsın ama… bir şey mi oldu?”

Ezgi’nin gözleri doldu tekrar. Barun onun cevap vermesine kalmadan “Önemli bir şey yok” diye konuştu.

Aisha abisine baktığında ilk defa ona gözleriyle bir şey anlatmak istediğini gördü.

‘Şu an üstüne gitme’

Şaşırıp meraklansa da kafasını eğdi hafifçe. Abisi yüzünden olduğunu tahmin edebiliyordu. Elini tutup sıktı. “Babamlar seni merak ediyorlardı. Uyandığını haber verip geleyim ben hemen” diyerek yataktan kalktı sonra.

“İyi olduğunu söyle sadece. Kimse gelmesin, onunla konuşacaklarım var” Barun Aisha’ya bakmadan konuştuğunda gözleri hala Ezgi’deydi. Ezgi’nin bakışları da ona döndüğünde kaşlarının hafifçe çatıldığını gördü.

“Tamam abi” Aisha yine şaşırsa da sorgulamamaya karar verip odadan ayrılarak onları yalnız bıraktı.

Bakışlarını kaçıran Barun olurken tekli koltuğun üzerindeki tepsiyi aldı ve onun yanına adımladı. Tepsiyi kucağına bırakırken “Bir şeyler ye. İlaç içmen gerekiyor” diye konuştu.

“Ne konuşacaksın benimle?” sesi korkuyla titrerken yerinde dikleşmişti. “Barun… sende benden bir şey saklamıyorsun değil mi? Abim… hakkında bir şey mi biliyorsun?”

Barun birkaç saniye ismini söyleyişinde takılı kaldı. Sık şahit olduğu bir şey değildi.

Oğuz abisi onlardan abisinin durumunu sakladığı için onun da bir şeyler saklayabileceğinden korkuyordu. Böyle anlayacağını düşünmemişti Barun.

Sakince yatağın ucuna oturdu ve yüzüne baktı “Bir şey saklamıyorum, rahat ol”

“Bunun için de… söz verebilir misin? Benden ailem hakkında… bir şey saklamayacağına dair”

Kafasını eğdi hiç düşünmeden. Böyle bir durumda ondan bir şey saklamazdı “Söz”

Ezgi hafifçe tebessüm ederken “Ne konuşacaksın o halde benimle?” diye sordu.

Barun çenesiyle önündeki tepsiyi işaret etti. “Önce yemeğini ye. Sonra konuşacağız”

Ezgi anlam veremeyerek birkaç saniye daha yüzüne baktıktan sonra gözlerini önündeki tepsiye çevirdi. “Bu senin yemeğinmiş?”

“Değil, senin için getirttim onları.”

Ezgi’nin gözleri tekrar ona döndüğünde şaşkınlığı hat safhadaydı. Neden bu kadar şaşırdığına anlam veremedi Barun.

“Benim için mi getirttin?”

“Evet” hafifçe kaşları çatılırken dudaklarını tekrar araladı “Malum bu akşam gidemeyecektik ve senin gerçekten bir şeyler yemen gerekiyor. İlaç içeceksin haydi”

“Sen?”

Barun onun duygu yüklü gözlerine bakarken “İştahım yok benim” diye konuştu.

Ezgi gözlerini kaçırdı. Bakışlarını dumanı tüten sıcak çorbada ve pilav üstü köftede gezdirdi. “Benim de iştahım yok ki”

Barun ilk yemek yemeğe gittiklerinde nasıl iştahla yediğini hatırladığı için köfte ve pilavı sevdiğini düşünüp ondan aldırmıştı ama belli ki bu da işe yaramamıştı. Derin bir nefes alıp verdi. Ardından yerinde tamamen ona doğru dönüp tepsinin üzerindeki kaşığı eline aldı. Çorbanın içine daldırıp soğuması için karıştırmaya başladı. Ezgi’nin bakışlarının ona döndüğünü hissetse de gözlerini yaptığı işten ayırmadı.

“Eğer yemezsen bu yemekler çöpe gidecek. Bu evde kimse yemez bu yemekleri” dedi. İsraftan hoşlanmadığını iştahı olmasa bile tabağını her zaman özellikle sıyırdığında anlamıştı ve bu huyuna oynamak istedi.

Köfte belki öyleydi ama çorba ve pilav için aynı şey geçerli değildi. Aisha yerdi ama o bunu bilmiyordu. King’e verse o da yerdi.

“Hepsini yiyemem ki zaten” diyen durgun sesi geldi.

Çorbayı karıştırmayı bırakırken bakışlarını yüzüne kaldırdı. Hüzünle parlayan gözleri gözlerindeydi. Dudakları aralanıp “Yardım ederim” derken buldu kendini.

Kaşığı ondan tarafa çevirip bıraktı ve kaşlarıyla çorbayı işaret ederek onu teşvik etti. Sonunda pes ederek Ezgi de eline kaşığı aldı. Kendisi de sözünün arkasında duracağını göstererek tepsideki çatalı eline aldı ve köftelerden birine batırdı. Ezgi çorbadan içmeye başladığında o da köftesini yedi. Pilavdan da yemeye başladığında Ezgi kasesini yarılamıştı. Şu an bütün yemeklerin tadı aynı gibiydi onun için. Ezgi için de öyle olduğunu yüz ifadesindeki donukluktan ve arada yüzünü buruşturmasından anlıyordu.

Ezgi çorbayı bitirdiğinde o da pilavı yarılamıştı. Tabağı ortaya doğru ittiğinde gözleriyle de işaret ederek pilavdan da yemesini istedi. Ezgi kafasını iki yana salladı. Çorbayı bitirebilmesi bile iyi bir şeydi aslında ama ısrar etmeden geri durmadı. Ezgi bu sefer karşı koymayıp kaşığını tekrar eline aldı. İki kaşık alıp bıraktığında daha fazla zorlamak istemedi onu. Geri kalan pilavı kendisi bitirdi.

Boş tepsiyi alıp makyaj masasının önündeki koltuğun üzerine bıraktı. Ranvir’den yemekleri almasını isterken aynı zamanda ilaçları almasını da söylemişti. Şifonyerin üzerine bıraktığı poşeti açtı ve ilaçları dışarı çıkardı. İki ilaç vardı, biri ağrı kesiciydi. Kendisi de kullandığı için biliyordu. Diğerinin ne olduğu hakkında bir fikri yoktu. Kullanım talimatını okuduğunda ateş düşürücü olduğunu anladı. Buna şimdilik gerek olmadığını düşünüp diğer ilacı paketinden çıkarıp ona uzattı.

Şifonyere geri dönüp bardağa da bir su doldurdu. Tekrar yerine oturduğunda bardağı da ona uzatmıştı. Ezgi teşekkür ederek onu da alırken çıkarmış olduğu ilacı ağzına atıp ardından suyu içti. Barun bardağı geri elinden aldı ve uzanıp geri yerine bıraktı.

“Nasıl yaralandığını merak etmiyor musun?” diye sordu usulca Barun. Ona baktığında onun meraklı bakışlarının da üzerinde olduğunu gördü.

“Öğrendin mi, kim yapmış?” sorusunun aksine sesinde buna dair bir merak tınısı yoktu. Aklı abisinde olduğu için şimdi bunun umurunda olmadığını görebiliyordu.

“Öğrendim” dedi ve sesli bir nefes bırakarak ayağa kalktı. “Geliyorum” Kapıya doğru ilerledi ve odadan dışarı çıktı. Çalışma odasına ilerledi. Aşağıdan gelen konuşma seslerini duydu ama hiçbirine kulak vermedi.

Odaya girdiğinde Aamir ve Mahit’i aynı şekilde otururken buldu. Masanın üzerindeki boşalmış tepsilere değdi gözleri ama çok kalmadı. Çocukların bakışları da ona dönerken onu görmeleriyle ayağa kalktılar.

“Sizi onun yanına götürmeye geldim. Uyandı, haydi”

Birbirlerine kısa bir bakış attıktan sonra bir şey söylemeyip ona doğru adımladılar. Özür dilemekten vazgeçmedikleri için memnun bir bakışla izledi onları Barun. Kapıyı açtı ve geçmeleri için onlara öncelik verdi. İkisinin ortasına geçerken ellerini omuzlarına koydu ve onlara destek olarak ilerlemelerini sağladı.

Aisha’nın odasının önüne geldiklerinde Barun bu sefer önden girip kapıyı onlara tuttu. Ezgi ile gözleri bir an kesişti. Çocuklar da içeri girince kapıyı kapattı ve o tarafa döndü. Odanın ortasında duran çocukların arkasında durduğunda Ezgi’ye baktı. Onun bakışlarının ise çocuklarda olduğunu gördü.

“Otursanıza” diye konuştu Ezgi bakışlarını Barun’a çevirdiğinde. Barun başını eğip çocukları ilerletti ve yatakta onun ayak ucuna oturmalarını sağladı.

Kendisi de tekli koltuğa oturduğunda bakışları çocuklara kaydı. İkisi de başını kaldırmamıştı. Barun hafifçe boğazını temizlerken sağda kalan Mahit’i işaret edip “Mahit” dedi ve ardından Aamir’i gösterip “Aamir” diyerek onları tanıttı.

Aamir ismini duymasıyla zar zor başını kaldırdığında Mahit burnunu çekmişti. Ezgi’nin Aamir’e bakarken dudaklarının hafifçe kıvrıldığını gördü. Bakışları tekrar ona çevirdiğinde “Onlar beni tanıştırmak istediğin kişiler mi?” diye sordu.

Sesinde gerçek bir merak vardı artık. Aynı zamanda kaşları çatılmıştı hafifçe. Yaralanması ile onların ilgisini çözmeye çalıştığını düşündü.

“Evet. Onlar ve yetiştirme yurdundaki diğer arkadaşları” diyerek onu yanıtladığında gözlerinden önce bir şaşkınlık ardından bir hüzün geçti. “Aamir birkaç gündür hastaydı. Üşütmüştü. Bugün hastane kontrolüne buraya gelmişken onları da alıp yurda gitmeyi düşünüyordum seninle. Bu yüzden eve getirtmiştim onları”

“Durumu iyi mi peki şimdi?”

“Daha iyi” dedi yumuşak çıkan sesiyle.

Ezgi’nin gözleri Aamir’e döndüğünde Barun da ona baktı. Gözyaşlarının yanaklarının ıslatmaya başladığını gördü. Ezgi onunla konuşurken sesini duymuştu yine. İçi burkuldu.

Aamir kollarını kaldırırken “Özür dilerim. Çok özür dilerim” diye konuştu.

Mahit göz ucuyla arkadaşının ondan özür dilediğini görmüş ve buna öfkelenmişti. O bir şey yapmamıştı. Onu yaralayan ta kendisiydi. Başını hiddetle kaldırıp Aamir’e döndü “Benim özür dilemem gerekiyor senin değil!” sesi ağlıyor olduğu için boğuk çıkıyordu.

Ezgi ne olduğuna anlam veremezken şaşkın bakışları Barun’a dönmüştü. Barun bunu fark edip durgun bakışlarını ona çevirdi. Gerçekleri öğrenince ne tepki vereceğini düşündü. Kızar mıydı onlara yoksa anlar ve üzülür müydü onlar için?

Mahit’in daha canlı gelen sesiyle ikisi de çocuklara dönerken Mahit Hintçe konuştuğunu ve Ezgi’nin anlamadığını sonra hatırlamıştı. Bakışlarını yüzüne kaldırmazken Aamir gibi konuşmak için kollarını kaldırdı “Onun bir suçu yok. Ben yaptım. Çok özür dilerim”

Ezgi’nin mümkünmüş gibi kaşları daha çok çatılırken alt dudağının öne doğru sarktığını gördü. Bunu üzüldüğünde yapıyordu. Aklına Nisha’nın geldiğine emindi. Ezgi birden üzerindeki battaniyeyi kaldırdı ve dizlerinin üzerinde yavaşça onların yanına doğru ilerledi.

Karşılarına oturduğunda sol elini yatağa bastırıp destek alır gibi oldu. Başının döndüğünü anladı. Kendisini zorlamamasını isteyecekti ama o toparlanıp ellerini Mahit’in yanaklarına yasladı. Şefkatle gözyaşlarını silerken ona bakmasını sağlamıştı.

Ezgi’nin yüzünü göremiyordu ama Mahit’in dolu gözlerinden geçen şaşkınlığı görmüştü. Böyle bir tepki vermesini beklemiyordu anlaşılan.

Ezgi ellerini geri çektiğinde onları indirmeyip “Ağlamayın lütfen” diye konuştu.

“Özür dilerim. İsteyerek yapmadım gerçekten”

Barun Mahit konuşurken Aamir’in dikkatli bakışlarını Ezgi’den ayırmadığını gördü. Onu üzmesine rağmen sesini duymak istediğini anlıyordu. Tıpkı onun da üzülmesine rağmen çocukluk anılarını hatırlamak istemesi gibi.

“Neyden bahsediyorsunuz?” diye sormuştu Ezgi. Anladığını biliyordu ama onun gibi ihtimal vermiyordu anlaşılan.

Çocuklar buna cevap veremedi. Taşı ben attım, senin canını yaktım diyemedi Mahit. Ezgi oturduğu yerden yana doğru kaydı ve yönünü Barun’a çevirdi. Dolmuştu gözleri. Üzgünce ona bakarken onun bir şey söylemesini beklediğini anladı.

“Ben onları evde ararken onlar arka bahçede oyun oynuyorlarmış. Aamir ile karşılaşmışsın zaten. Mahit onu senin yanında ağlarken görünce ona zarar verdiğini düşünmüş” Ezgi pür dikkat onu dinlerken son cümlesinden sonra kaşları hafifçe çatılmıştı. “Onu kurtarmak için de taşı sana o atmış”

Alt dudağı büzüldü yine üzgünce. Çocuklara baktığında Mahit Barun’un olayı anlattığını anlayıp başını eğmişti yine. Aamir ise bakışlarını ondan ayırmıyordu hala.

Ezgi Mahit’in çenesinden tutup nazikçe kaldırdıktan sonra ona bakmasını sağladı tekrar. “Biz Aamir ile çarpışmıştık. Onun ağladığını görünce canını yaktığımı düşünmüştüm bu yüzden endişelendim ve ondan özür dilemeye çalışıyordum aslında. Size, özellikle çocuklara asla zarar vermem ben gerçekten”

Barun içindeki sıcaklıkla havada hareket eden ellerini izlerken yanılmadığı için içten içe kendini memnun hissetti.

Mahit tekrar ondan özür dilerken Ezgi elini saçlarına atıp okşadı. “Özür dileme artık. Bir yanlış anlaşılma olmuş. Ben affettim seni. Tamam mı?” diye konuştu ardından.

Mahit’in gözlerindeki hüzün dağılırken başını salladı usulca ve ona sarıldı. Ezgi de bunu bekliyormuş gibi kollarını etrafına sardı hemen. Hoşlanmayacağını düşündüğü için daha önce sarılmadığını anladı. Hala dolu olan gözleri ona döndüğünde hafifçe tebessüm ettiğini gördü. Bu beklenmedikti. Şaşırdı ama toparlandı hemen. Bakışlarını kaçırıp Aamir’e baktığında onun tekrar ağlamaya başladığını gördü.

Mahit o sırada geri çekilmişti. Gözlerinde eskisi kadar suçluluk duygusu yoktu artık. Ezgi’nin bakışları Aamir’e dönerken onun ağladığını görmek yine üzmüştü onu. Onun da kendini neden suçladığını anlamış olmalıydı. “Gerçekten canını çok mu yakmıştım o zaman? Özür dilerim”

Aamir başını iki yana salladı. “Canımı yakmadın” diye konuştu sonra.

Ezgi’nin kaşları hafifçe çatılırken bakışları kısa bir an Barun’a değmişti. “Neden ağlıyordun o halde?”

Aamir’in gözyaşları hızlanırken gözlerini kaçırdı Ezgi’den. Mahit uzanıp küçük elini tuttu kardeşinin. Onlardan yine bir cevap alamayacağını anlayan Ezgi Barun’a döndü.

Barun hala rengini çözemediği gözlerine bakarken yutkundu. Kendi acısını paylaşacakmış gibi gerilmişti. Bunu ona yansıtmadı. Düz bir şekilde ona bakmaya devam ederken “Onunla konuşmuşsun sanırım o an. Sesin… annesine çok benziyormuş” dedi tek nefeste.

Gözlerindeki yoğun duyguları görmemek için bakışlarını kaçırdı hemen ve Aamir’e baktı. Kendi çocukluğuna bakar gibi içi burkuldu yine. Ezgi bu sefer ona yaklaştığı için tekrar görüş alanına girmişti. Uzanıp Mahit gibi elini tuttu. Baş parmağı ile tenini okşadı şefkatle.

Bu Barun’a dün geceyi hatırlattı istemsizce. Onun da elini tutmuştu böyle. Yumuşaktı ve sıcacıktı elleri. Sakinleştiriyordu. İyi hissettiriyordu.

Aamir başını kaldırıp yaşlı gözleriyle ona baktığında Ezgi’nin de ondan bir farkı yoktu artık. “Sarılmak ister misin?” diye sordu.

Aamir ise çok düşünmedi onun konuştuktan sonra açtığı kollarının arasına girdi. Göğsüne hapsetmek ister gibi sardı kollarını ona Ezgi de. Aamir’in ona sıkıca tutunduğunu hissettiğinde sol gözünden bir damla yaş süzüldü yanağına. Eğilip kıvırcık saçlarının arasına bir buse kondurdu.

Barun kalbinde bir yerin sızladığını hissetti bu görüntüye bakarken. Dudağının kenarının kıvrılmasına mâni olamadı yine de. Aamir içindi bu. Emindi. Şu an içi içine sığmıyor olmalıydı.

Ezgi ile kesişti gözleri. Barun Aamir için ne kadar üzüldüğünü gördü. Sanki onun da ne kadar üzülüyor olduğunu görmüş gibi bakıyordu bir de. Kaçamadı Barun. Görmesine izin verdi. Aamir başını göğsünden kaldırdığında bakışları koptu.

Aamir onun kucağında oturmaya devam ederken özür dileyerek baktı onu saran kadının gözlerine. Ezgi bunu anlarken kafasını iki yana salladı ve gülümseye çalıştı. Bir yandan da yanaklarını kuruluyordu.

Aamir’in gözleri ilk defa yarasına bakma cesareti gösterdi. Minik elini uzatıp üzerini kapattıkları pamuğa dokundu hafifçe. Attığı çığlık geldi aklına ve yerinde titrer gibi oldu. Ezgi korktuğunu düşünüp yanağını sevdi usulca.

“Çok acıdı mı?” diye sordu kollarını kaldırarak. Bakışları yarası ve gözleri arasında gidip geliyordu.

“Hayır. Hiç acımadı. Hemen iyileşecek.”

Barun’un kaşları çatıldı istemsizce. Aklına ona yaşlı gözleriyle elini uzattığı ve canım çok yanıyor dediği an gelmişti. Canı sıkıldı. Bakışları kesiştiğinde Ezgi de anlamıştı ne düşündüğünü. Dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kaçırmıştı.

Barun koltuktan ayaklandı ve onlara doğru ilerledi. Uzanıp Aamir’i onun kucağından aldı ve Mahit’in yanına geri oturmasını sağladı. Ardından Hintçe konuşarak “Onu fazla yormayalım bugün” dedi. İkisi de anlayışla başını sallayıp onu onayladılar.

Ezgi kaşları çatılmış bir şekilde ona bakıyordu. “Ne oldu?” diye sordu merakla. Sesini kısıp konuşmaya çalışıyordu. Aamir’in duyup tekrar üzülmesini istemediğini anlamıştı Barun.

“Yorma kendini gel” diyerek onun bir şey söylemesine kalmadan onu geri yerine yönlendirdi. Ezgi de ona uyup tekrar sırtını başlığa yaslayacak şekilde oturdu.

Hareket etmesiyle dikişleri sızladığında yüzünü hafifçe buruşturmadan edememişti. Barun bunu görüp yüzüne doğru eğildi ve gözleriyle iyi olup olmadığını sordu. Ezgi bunu görüp kafasını iki yana sallayarak sorun olmadığını söyledi.

Ezgi bakışlarını çocuklara çevirdiğinde ikisinin bakışlarını da üzerlerinde olduklarını gördü. Tebessüm etti hemen. Barun’un gözleri gülümsemesine kaydı ama çok durmadı. Geri çekilip koltuğa oturdu.

“Nasılsın? Hastaymışsın sende?” diye konuştu Ezgi Aamir’e bakarak.

“İyiyim, teşekkür ederim”

“Ben çok üzgünüm seni öyle üzdüğüm için” dedi sonra. Annesinden bahsediyordu. Aamir de anlamış olmalı ki gözlerine hüzün oturmuştu.

“Sesini duymak onu üzmedi. Mutlu olduğu için ağladı” diyerek araya girdi Barun. Ezgi başta neden bunu açıklama gereği duyduğuna şaşırdıktan sonra sesini saklamasını fark ettiğini anladı.

Dudaklarındaki gülümseme büyürken tekrar çocuklara döndü. Barun bakışlarından onların ailesi ve hikayelerini merak ettiğini görüyordu ama onlarla bunu konuşmanın onları üzeceğini düşünüyor olmalı ki bir şey sormadığını anlamıştı.

“Üzülme. Beni üzmedin. Ben sadece annemi özledim” dedi Aamir Ezgi’ye bakarken.

Ezgi’nin alt dudağı sarkmıştı yine “Anlıyorum... Bende çok özledim annemi”

“Senin annen nerede ki?”

Ezgi başta ne söyleyeceğini bilemez gibi duraksarken bakışları durgunlaştı “Benim annem… uzakta” diyebildi.

Aamir’in bakışları bir an Barun’a kayarken “Neden geldin peki buraya? Barun abi misafirin olduğunu söyledi. Onun için mi geldin?” diye sordu.

Ezgi’nin de gözleri kısa bir süreliğine ona döndüğünde dudaklarında buruk bir tebessüm vardı “Evet, onun içi geldim”

Barun bunu beklemiyordu. Kaşları istemsizce havaya kalkarken gözlerini ondan alamadı. Bu ne söyleyeceğini bilemeyerek cevapladığı bir soruydu. Biliyordu. Ancak aklına ona Nisha’yı anlattığı akşam söyledikleri gelmişti. Nisha’nın annesinin gönderdiğine dair olan inancını söylemişti. Bunu daha önce kimseye söylememişti. Ve şimdi o belki de farkında bile olmadan onun için geldiğini söylüyordu.

İçinde başından beri bunu söyleyen yanı kıpırdanmıştı. Ancak o kabul etmemek de ısrarcıydı. Saçmalıyordu. Öyle bir şey yoktu.

Çocukların yüzünde de bir gülümseme oluşurken biraz daha sohbet ettiler. Bir ara Ezgi iyi olduğunu savunup onlarla oyun oynamak istediğini söyledi ama izin vermedi.

“İyiyim gerçekten. Hem bir daha ne zaman onlarla oynamaya fırsatım olacak” diyerek adeta yine çocuk gibi ısrar etmeye başladı.

Normalde ikiletilmekten hoşlanmazdı ama o bu tavırlarıyla küçük bir kız çocuğuna dönüştüğünden mi bilmez ona sinirlenemiyordu.

Çocuklarında istekle ona baktıklarını gördüğünde sesli bir nefes bıraktı. Ona dönüp Türkçe konuşarak “Eğer istersen iyi olduğunda onların yanına götürürüm seni?” diye konuştu.

Bu şimdi almış olduğu bir karar değildi zaten. Bakımevinin önündeki konuşmalarından sonra aklına düşmüş ama isteyip istemeyeceğinden emin olamamıştı. Ta ki üzgün olmasına rağmen Arda ile vakit geçirdikten sonra ne kadar iyi göründüğüne kadar. Çocukların ona iyi geldiğini söylemişti ve o zaman verdiği kararda kesinleşmişti.

“İsterim tabii ki” dedi hemen canlı çıkan sesiyle. Ardından çocuklara bakıp gülümsedi.

Barun da onlara dönerken ne konuştuklarını anlamadıkları için onlara da Hintçe bir şekilde “İyileştiğinde onu sizin yanınıza getireceğim. O zaman oynarsınız” diye konuştu. Mahit’in gülümsemesi genişlerken Aamir’in gözlerinin içinin parladığına şahit oldu.

“O bizi tanıştıracağın yeni arkadaşımız mı yoksa?” Aamir’in sorusu kalbini sızlattı.

Nisha’ydı onlarla tanıştırmak istediği ama o artık yoktu.

Gözleri Ezgi’ye döndüğünde kaşlarının hafifçe çatılmış bir şekilde ona baktığını gördü. Kısa bir an sürdü gözleri gözlerinde durması ama onu anladığını gördü.

“Evet o” dedi sadece. Bakışları kolundaki saate değdiğinde yediye gelmiş olduğunu ve gitmeleri gerektiğini fark etti. Yerinden yavaşça ayaklanırken gözleri hala çocukların üzerindeydi. “Biz gidelim artık. Ablanız da dinlensin”

Başlarını eğip dikkatli bir şekilde yataktan indiler onlarda. O da Ezgi’ye döndü. “Onları yurda bırakıp geleceğim. Sende dinlen, kalkma sakın” diye konuştu.

Dudakları üzgünce bükülse de kafasını sallayarak onayladı onu Ezgi.

Ardından çocukları yanına çağırıp onlara sarılarak veda etti. Odadan çıkarken dahi onlara el sallamayı ihmal etmezken dudaklarındaki gülümseme garip bir şekilde içinde bir sıcaklığa sebep olmuştu. Önüne döndüğünde bu hisse kaşlarını çatmadan edemedi.

İfadesini bozmadan çocukları önüne katıp aşağı indiler. Herkes salondaydı. Akash ve dedesi hariç. Gözler onlara döndüğünde herkesin gözlerinde aynı bakış vardı. Bu çocukların kim olduğunu merak eden bakışlar. Kimse sorma cesaretini göstermedi. Bu da onun işine geldi.

Çocukların rahatsız hissetmemesi için geçip gitmeyi düşünüyordu. Aisha ayağa kalktığında gözleri kesişti ve durmak zorunda kaldı.

Aisha yanına geldiğinde çocuklara kısa bir bakış atıp gözlerini tekrar abisine çevirdi. “Bir sorun yok değil mi abi?”

“Yok” dedi kuru bir sesle. “Ben birkaç saate gelirim. Geeta’yı yalnız bırakma. Bir şey olursa ara beni”

Gözlerindeki şaşkınlığı gördü ama üzerinde durmayıp sırtını döndü ama gidemedi. Ezgi’nin sesi geldi kulaklarına. Onun için geldim.

Annesine olan özlemi ve Nisha için olan kalp ağrısı ağır basınca daha fazla bu hissi bastıramadı göğsüne.

Tekrar ona döndüğünde Aisha bakışlarına eklenen kırgınlıkla hala aynı şekilde ona bakıyordu. Küçük Aisha’yı görür gibi oldu bir an karşısında. Dün akşam ona sarılışı geldi aklına hemen. Göğsündeki ağrı arttı.

Biraz olsun hafiflemesinin yolu şimdi atacağı adımdı ve vazgeçmeden yapmak için dudaklarını araladı “Senden bir şey isteyeceğim?”

Şaşkınlığı artarken gözlerinde yanan o ışığı gördü Barun. Aisha aralarındaki mesafeyi kapattı hemen “Tabii abi, ne istersen?” diye konuştu.

Yutkundu. “Bana Jalebi yapar mısın?”

“Yaparım” Aisha’nın dudaklarında buruk ama derin bir tebessüm vardı şimdi.

Barun başını hafifçe eğdi ve bu sefer gerçekten gitmek için arkasını dönüp ilerlemeye başladı.

Tatlıyla pek arası yoktu ama annesi tatlı yapmayı çok sevdiğinden eskiden yaptığı tatlıları ilk onlara yedirirdi. Bu yüzden Jalebiyi seviyordu ama onun yaptıklarını…

Normalinden farklıydı tadı. Bu farklılık bariz değildi ama o anlıyordu hemen onun yaptıklarını. Tarifini bilen tek kişi de Aisha’ydı.

Annesi gittikten sonra Aisha onun için birkaç defa yapmıştı. Aisha da gittikten sonra hiç yememişti. Ta ki Kavita’nın düğününe kadar. Jalebiyi onun yaptığını öğrenince yemeden duramamıştı. İkiden fazla yiyememiş boğazı düğümlenmişti. Düşüncelerinin ucu yine Ezgi’ye çıktığında kaşları çatıldı hafifçe.

Tepsisinde geri kalan tatlılarını ona vermişti. Onun tabağında tatlı niyetine aldığı tek şey ise yine Jalebiydi.

Onun için geldim.

Başına bir ağrı girdi. Bu kadar düşünmemeliydi. Bahçeye çıktıklarında tenine vuran rüzgâr iyi hissettirdi. Her zaman kullandığını değil basının varlığından haberi olmadığı Volkswagen T-cross serisinden siyah aracına ilerletti çocukları.

Yurda gidip gelirken yanında koruma istemediği için bu arabayı kullanıyordu. Kendisinin değil Halil amcasının üzerineydi. Korumalar arabayı fark edip sessiz emiri almışlar yerlerinden ayrılmamışlardı bu yüzden.

Çocuklar da ilk defa karşılaşmıştı evdekilerle. Ancak onlar da hiçbir şey sormamışlardı. Ya bugünkü yaşanılanları şokundaydılar hala ya da onun evdekilere karşı olan tavrından çekinmişlerdi. Bilmiyordu ama yine işine gelmişti bu durum.

Ana caddeye çıktıklarında hızını arttırmıştı. Yurt şehrin kıyısında kalıyordu. Mesafe çok değildi ama trafik nedeniyle bazen bir saati geçiyordu yolculuk. Şimdi de aynen öyle oluyordu. Henüz trafik dağılmış değildi.

Camını biraz indirirken derin bir nefes alıp verdi. Bakışları dikiz aynasından arkaya döndüğünde Aamir’in başını Mahit’in omzuna yaslamış olduğunu Mahit’in de başını onun başına yaslamış olduğunu gördü. Gözleri yoldaydı. Yorulmuş olduklarını düşündü.

Bu sırada telefonunun melodisi sessizliği bozmuştu. Arayan Ranvir’di.

Kulaklığını takıp çağrıyı yanıtladı. “Evet?”

“Efendim, Komiser Subraj aradı. Kamyon bulunmuş”

Barun’un bu bilgiyle omuzları dikleşti anında. Dudaklarını yalarken “Şoför?”

“Kayıp. Ben kamyonun bulunduğu yere geldim. Kaza yapmış kamyon ve öyle bırakıp kaçmış şoför” diye konuştu Ranvir sıkıntılı bir sesle.

Sinirle çenesini sıvazladı Barun “Polisler ne diyor? Hiçbir iz yok mu?”

“Hala araştırılıyor. Ancak arama alanları daralmış oldu böylece. Etraftaki kameralar inceleniyor. Artık daha yakınız”

Barun çocuklara kısa bir bakış atarken “Bana konum at geliyorum birkaç dakikaya” dedi.

“Efendim, buna gerek yok. Birkaç gazeteci ve Amir Prabal burada, canınız sıkılmasın boş yere. Ben gereken her şeyi takip ediyorum merak etmeyin. Hem bir şey bulunursa Komiser Subraj haber vereceğini söyledi” diye konuştu Ranvir.

İç geçirdi Barun. Gerçekten şu an Prabal’ı çekecek hiç hali yoktu. “Tamam, dikkatli ol”

“Emredersiniz efendim, iyi akşamlar”

Yol gerçekten bir buçuk saat sürmüştü. Aamir uyuyakalmıştı. Onu kucağına alıp Mahit ile birlikte yurda girdi. Bir sessizlik hakimdi yurda. Yatakhaneye girdiğinde boş olduğunu gördü. Aamir’i yatağına yatırırken Mahit’in de saçını okşayıp dinlenmesi gerektiğini söyledi.

Yatakhaneden çıktığında Parvati Hanım’ın yardımcısı Gauri Hanım ile karşılaştı. Güvenlik geldiğini haber vermiş olmalıydı. Diğer çocukların okuma saatinde olduğunu öğrendi. Onları rahatsız etmek istemedi ve daha sonra ziyarete geleceklerini hatırlayarak ayrıldı oradan.

Saat dokuza geldiği için geri dönüş daha hızlı sürdü. Eve yaklaştığı sırada telefonu çaldı tekrar. Arayanın Aisha olduğunu gördüğünde kaşlarını çatmadan edemedi.

“Abi” endişeli sesi hızını arttırmasına sebep olurken gözleri yola kitlendi.

“Aisha bir şey mi oldu?”

“Abi, Geeta’nın ateşi yükseldi birden. Aastha abla ile alnına su koyup düşürmeye çalışıyoruz. İlk ilaç içirmek istedik ama ağlıyor sakinleştiremiyoruz”

Burnunda sesli bir nefes bıraktı. “Tamam, sen sakin ol önce. Yoldayım geliyorum ben”

“Abi babam hastaneye götürelim diyor?”

“Hayır, bekleyin geliyorum ben” dedi bu fikirlerine karşı çıkarak. İkinci defa gitmek yine riskli olacaktı. Akash kendi isteği dışında bulaşmıştı bu işe. Onu dahil etmek istemiyordu bu oyuna daha fazla.

Aramayı sonlandırdığında evin bahçesine girmişti. Arabayı kapının önünde anahtarı üzerinde bırakıp indi. İçeri girdiğinde salonda kimse kalmamıştı. Hızlı adımlarla merdivenlere ilerlediği sırada Aisha’yı mutfaktan çıkarken görüp duraksadı.

“Abi” elinde küçük, derin kırmızı renkte bir kap vardı. Yanına geldiğinde içinde su olduğunu gördü.

“Ateşi kaç çıktı, ölçtünüz mü?” diye sorduğunda merdivenleri birlikte çıkmaya başlamışlardı.

“39,5 çıktı. Bir şey yapmamıza izin vermeyince panikledim bende. Senden sonra Akash abime de haber verdim bu yüzden. İlacı içirmeye çalış düşmezse yarasına dikkat ederek bir ılık duş aldır dedi. Bir saate geleceğini söyledi o da.”

Ateşi cidden çok yüksekti. Kaşları çatıldı iyice. Neden böyle zorluk çıkardığını anlayamadı. Odanın önüne geldiklerinde Manu ve Mina’yı gördüler. Üzerlerinde pijamaları vardı. Aastha çıktı birden odadan. Çocuklar çağırmıştı.

Mina annesini es geçip Barun’un önüne adımlarken “Barun amca, Geeta neden ağlıyor?” diye sordu. Gözlerindeki korkuyu gördü. Onun ağlama seslerini duyup geldiklerini düşündü. Bunu ona sorması ayrı şaşırtmıştı. Manu’ya baktığında onun da aynı ifadeyle ona baktığını gördü.

Aastha ondan önce davranıp kolunu kızına doladı “Ablanız hasta biraz. İyileşecek tamam mı? Haydi gelin ben sizi yatırayım” diyerek onları odalarına doğru yönlendirdi.

Aisha da bu sırada odaya girmişti. Barun da odaya girdiğinde gözleri direkt onu buldu. Yatağın aynı köşesine kıvrılmış üzerindeki battaniyeyi çenesine kadar çekmişti. Gözleri kapalıydı ama sesli iç çekişlerinden uyumadığını anlamıştı.

“Bak yine çekmişsin üstüne örtüyü. Geeta yapma böyle lütfen. Bak abim de geldi” Aisha baş ucuna oturup konuşurken aynı zamanda üzerindeki örtüyü indirdi. Ezgi hiçbir direnişte bulunmadı. Daha çok gücü yok gibiydi. Hiçbir şey de söylememişti.

Barun gözlerini ondan çekmeden tekli koltuğu onlara doğru yaklaştırdı ve oturdu.

“Ezgi” gözleri kızarmış yüzünde gezindi. Sesini duyduğu an kirpikleri titremişti. “Bak bana”

Burnunu çekerken yüzünü saklamak ister gibi başını boynuna doğru eğdi biraz daha. “Beni yalnız bırakın” sesi boğuk ve rica eder bir tonda çıkmıştı. Titremesi artmıştı sanki.

Aisha uzanıp yüzünün yanındaki ellerinden birini tuttu ve kendine çekti. Gitmeyecekti. Bunu anlamasını istedi.

“Neden? Böyle yaparak kendini mi cezalandırmak istiyorsun?” diye konuştu Barun. Sesi ister istemez kızgın çıkmıştı. Ona yakıştıramamıştı bu halini. Yine kâbus gördüğünü düşündü. “Babana kendine iyi bakacağına dair söz vermiştin. Sen böyle mi tutuyorsun sözlerini?”

Zayıf noktasına oynamak istedi. Ailesiyle… Ve başardı da.

Tekrar burnunu çektiğinde diğer eliyle yüzünü kapatmaya çalışıyordu. Yanaklarına süzülen yaşları gördüğünde canı sıkıldı yine. Başını kaldırıp gözlerini aralamaya çalıştı yorgunca. Yeşil hareleri direkt onu bulduğunda yutkunmadan edemedi. Gözlerinin içi kıpkırmızıydı.

Bakışlarını kaçırdı ve yerinde doğrulmaya çalıştı güçsüzce. “Ben Oğuz abimle konuşmak istiyorum” dedi kısık çıkan sesiyle.

Aisha öne atılıp ona yardım ettiğinde onun da yüzüne bakmaktan kaçındığını gördü. Böyle davranıp onları uğraştırdığı için mahcup hissettiğini anlamıştı.

“Tamam konuşacaksın. Önce ateşini bir düşürelim öyle” dediğinde bakışlarındaki kararlılığı görmüş olmalı ki omuzları pes ederek iyice çöktü Ezgi’nin. Onun cevap vermesini beklemeden ayaklanıp şifonyerin üzerindeki ilaç kutusunu ve su dolu bardağını aldı.

Onlara doğru tekrar döndüğünde Aisha’nın buruk bir tebessümle önüne gelen saçlarını omzundan geriye doğru koyduğunu gördü. Ezgi’nin bakışları ise Barun’un üzerindeydi. Şaşırdı ama belli etmedi. Belki de sinirlenmişti bu ısrarına ama bu önemli değildi şu an için.

Aisha da ona baktığında elindekileri ona uzattı. Barun onun da biraz daha rahatlamış olduğunu gördü. İlacı içmesinde Ezgi’ye yardım etti Aisha. Şefkatle yanaklarını kuruladı. Birkaç saniye odada da sadece Ezgi’nin iç çekişleri duyuldu. Bakışları tekrar Barun’a döndüğünde konuşmadı ama Barun ne söylemek istediğini anlamıştı. Buna şaşırmayı sonraya bıraktı.

Bir şey değişmediğini biliyordu. Zaman daralmıştı. Korkuyordu ama konuşmak istiyordu. Konuştuktan sonra daha kötü olacağını hissetti ama karşı gelemedi. Telefonunu cebinden çıkarıp Oğuz abisinin numarasını buldu ve aramadan ona verdi telefonu. Fikrini değiştirip aramamasını istiyordu.

Ezgi titreyen eliyle aldı telefonu. Barun’un aramasını istemediğini anlamıştı. Tam açamadığı gözleriyle birkaç saniye ekrana baktı. Dudaklarını dişledi tedirginlikle. Vazgeçmedi. Arama tuşuna bastı ama telefonu kulağına götüremedi. Eli titriyordu.

Aisha elini tutup telefonu aldı. Aramayı hoparlöre aldı ve dizine koydu. Ezgi dudaklarını dişlerken gözlerini önünden ayırmadı. Aisha elini bırakmadı. Gözleri dolmuşken ona destek olmak istedi.

Birkaç saniye sonra arama yanıtlanırken “Alo” diyen Oğuz’un sesi geldi.

Ezgi’nin gözyaşları tekrar yanaklarını ıslatmaya başladığında “Benim abi” diye konuştu hala boğuk çıkan sesiyle.

“İyi misin abicim, bir şey mi oldu?” dedi Oğuz hemen. Onun sesi de boğuk ve yorgun geliyordu.

Barun’un bakışları alnındaki pamuğa kaydı. Kendini suçlu hissetmeden edemedi. Ezgi’nin hıçkırığı tuttuğunda başını eğmişti iyice. Bedeni üşüdüğü için titriyordu.

“Abi… Benden bir şey -Hıçkırık- saklamıyorsun değil mi? Abim – Hıçkırık- yaşıyor… hala değil mi?” diye konuştu zar zor. Hıçkırıkları yine nefes almasını zorlaştırıyordu.

“Ezgi… Yapma böyle lütfen. Abim yaşıyo… Hala savaşıyo”

Ezgi diğer elini yüzüne yaslarken gözlerini kapattı. Omuzları düşmüştü iyice. “Ben – Hıçkırık- çok kötü şeyler – Hıçkırık- görüyorum abi” dedi küçük bir çocuk gibi. Aisha ve Barun’un varlığını çoktan unutmuş gibiydi. “Abim sesleniyor bana -Hıçkırık- ama ben – Hıçkırık- gidemiyorum yanına”

“Ezgi…” diye konuştu Oğuz sesindeki çaresizlikle.

“Abi lütfen – Hıçkırık- doğruyu söyle” diye diretti Ezgi yine. İçinde kötü bir his vardı ve bunun korkusu düşünme yetisini sıfırlıyordu.

“Ezgi, doğruyu söylüyorum gerçekten. Abim yaşıyo… Ama…” dedi Oğuz onun bu hali canını yakıyormuş gibiydi sesi. İç geçirdi. “Abim babam uyandığından beri… komadaydı aslında… Artık saklamanın bi anlamı yok. Özür dilerim… Söyleyemedim”

Kesik bir nefes aldı Ezgi. Elini yüzünden indirmişti. “Nasıl yani?”

Barun ve Aisha’nın da kaşları çatılmıştı. Dikkatleri Oğuz’un yapacağı açıklamadaydı.

“O sıra abimin doktoru amcamı çağırmış konuşmak için. Ne annem ne de Hicran yengem konuşulacak durumdaydı zaten. Amcam beni de çağırmıştı… Doktor o zaman komaya girme ihtimalinden bahsetmişti… Sonra da girdiğini öğrendik ama kimseye söyleyemedik” diye açıkladı Oğuz olanları. Sesi titriyordu şimdi. “Bu süre bir hafta, bir ay hatta yıl bile sürebiliyomuş normalde ama abimin yaşadığı kafa travmalarında uzun sürmesi normal değilmiş… Bu yüzden bugünün önemli olduğunu söyledi. Abimin… Uyaranlara cevap vermesini bekliyoruz”

Ezgi’nin iç çekişleri sesli bir hal alırken “Annem?” diye konuştu zar zor.

“Sabah seninle konuşurken Alperen konuştuklarımızı duymuş. Hastaneyi ayağa kaldırdı. Annem de duydu her şeyi… Abimin yanından ayrılmıyo. Konuşmuyo hala kimseyle… Yüzüme de bakmıyo” dedi Oğuz acı dolu sesiyle. “Babama hala söyleyemiyoruz ama şüpheleniyo… Ondan bi şey saklamak pek mümkün değil biliyosun. Halamlar yanında. Onlar da bi şey bilmediği için sorun olmuyo. Doktor kalbi için bu haberin onu zorlayacağını söyledi. Bizi rahat bırakmayacağını bildiğimiz için yanına uyurken gidiyoruz biz de”

“Özür dilerim Ezgi… saklamak istemezdim ama inan başka bi şey gelmedi elimden. Özür dilerim” diye devam ettiğinde Ezgi omuzları sarsılarak ağlamaya başlamıştı. Titreyen elini dudaklarına bastırdı. “Ezgi… yapma abicim. Bırakma kendini lütfen”

Ezgi çoktan konuşmadan kopmuştu. Oğuz ismini seslendiğinde cevap veremedi. Aisha endişeyle Ezgi’ye yaklaştı ve yüzüne uzandı. Barun da yerinden ayaklanırken telefonu aldı Aisha’nın dizinden.

Onlardan uzaklaşıp dolabın yanına ilerlerken telefonun hoparlörünü kapatıp kulağına yasladı. İç çekiş sesleri duydu. Abisi de ağlıyor gibiydi şimdi. Daha çok canı sıkıldı.

Boğazını hafifçe temizleyip “Oğuz Bey benim Asaf” diye konuştu.

“Ezgi iyi mi?” diye soran sesi boğuk geliyordu.

Ondan gerçekleri saklamak istemezdi ama şu an yeri olmadığını düşündü ve bu yüzden kazadan bahsetmedi. O da zaten şu anki halini merak ediyordu. Birden telefonun karşısında o belirince ona bir şey olduğunu düşünmüş olduğunu anladı.

“İyi olacak” dediğinde abisinin derin bir nefes alıp verdiğini duydu. Bu yüzden devam etti. “Aklınız burada kalmasın”

“Eyvallah, Asaf kardeşim. Allah razı olsun”

Sesindeki acı ve çaresizlik onun da içine batmıştı. Bu hissi biliyordu. “İyi veya kötü eğer bir gelişme olursa saat fark etmeksizin bana bildirin lütfen” dedi sesini stabil tutmaya çalışarak.

“Kötü olursa her şey… Ezgi’ye bunu söyleyemem zaten… Ne yaparım bilmiyorum da… Bu yüzden ararsam ilk siz konuşun benimle lütfen.”

Bu ihtimal başına bir ağrı saplanmasına sebep oldu. “Tabii bekliyor olacağım. Dediğim gibi saatin önemi yok. Umarım iyi bir haber alırsınız.”

“İnşallah” sesi titrediğinde yutkunduğunu duydu “Ezgi’yi yalnız bırakmayın lütfen”

Aklının bir kısmı yine de buradaydı anlıyordu. Ağır ağır kafasını sallarken “Merak etmeyin” diyebildi sadece.

“Allah razı olsun” dedi tekrar. Bu minneti altında eziliyormuş gibi hissetmeden edemedi yine Barun.

Aramayı sonlandırdığında arkasını döndü ve Ezgi’nin başını Aisha’nın omzuna doğru yasladığını gördü. Aisha elini bırakmazken diğer eliyle de sırtını okşuyordu. Hıçkırıkları şiddetli bir hal almıştı. Göğüs kafesini bir huzursuzluk kaplamıştı Barun’un. Omuzları düştü. Ağır hareketler ile tekrar koltuğa oturdu.

Bakışlarını ondan ayırıp Aisha’ya çevirdiğinde onun da sağ gözünden akan yaşların çenesine doğru yol aldığını gördü.

“Ezgi” dedi Aisha gerçek ismini seslenerek. “Ne olur bırakma kendini. Bak daha çok kötüleşeceksin”

Sesindeki endişe Barun’un içindeki huzursuzluğu arttırdı. Ezgi’nin bedeni kollarında sarsılmaya devam etti. Gözleri Barun’a döndüğünde bakışlarındaki çaresizliği gördü Barun. Bir şey yapmak istiyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Barun da bu noktada yapabileceği bir şey olmadığını biliyordu.

Bir süre sadece onun hıçkırıklarını dinlediler. Hıçkırığı iç çekişlere döndü sonra. Bu süre uzadığında bakışları örtüden kalkıp Ezgi’nin sırtına ardından başına çıktı. Aisha hala sırtını okşuyordu.

Göz göze geldiklerinde “Uyuyakaldı sanırım abi” diye konuştu Aisha kısık bir sesle.

Ayaklandığında onlara yaklaştı. Gerçekten uyumuştu. Yorgun düşmüş olmalıydı. Aisha’ya yardımcı olarak onu geri yatağa yatırdılar. Ateşten kızaran yanakları ve burnu ağladığından daha çok kızarmıştı.

Yatakta ondan tarafa doğru döndüğünde burnunu çekmişti. Küçük bir kız çocuğu gibi gözüktü yine gözüne. Titrediğini fark etti ama ateşi olduğu için üzerini örtme isteğini son anda bastırdı.

Aisha uzanıp elini alnına yasladığında kaşları endişeyle çatıldı “Hala ateşi var. Uyandırıp duş aldırsam daha iyi olur aslında”

“İlacı yeni içti, bekleyelim düşecektir” geri adımlayıp koltuğa otururken bakışları hala Ezgi’nin yüzündeydi. “Biraz dinlensin şimdi”

Aisha’nın üzerindeki bakışlarını hissetti ama dönüp bakmadı. Sustular. Bu sefer de onun düzenli nefes alışverişlerini dinlediler. Ne kadar süre öyle durdular bilmiyordu.

En sonunda gözleri Aisha’ya döndüğünde onun da Ezgi’ye bakarken dalmış olduğunu gördü. Gözleri dolu doluydu hala.

“Eğer abisine bir şey olursa bunu nasıl kaldıracak?” diye konuştu Aisha saniyeler sonra. Bu ihtimalin onu da ne kadar üzdüğünü gördü Barun.

Bakışlarını ondan çekmezken “Zamanla” dedi ve devam etmesi için yutkunması gerekti. “Alışacak”

Acısı hiçbir zaman geçmeyecekti. Sadece ilk zamanki gibi yakmayacaktı canını ve onunla yaşamaya alışacaktı.

Ne demek istediğini en az onun kadar iyi biliyordu Aisha. Annelerini kaybetmişlerdi. Derin acıları ortaktı. Onun da yutkunduğunu gördü.

“Hala umudu var ama görebiliyorum” dedi gözleri Ezgi’nin uyuyan yüzündeydi. Dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu. “Bana annemi hatırlatıyor”

Aisha’nın bakışları yavaşça ona döndüğünde “Sana da öyle değil mi?” diye sordu.

Barun buna hazırlıksız yakalandığını hissetti. İfadesini bozmamak için zor tutmuştu kendini. Sanki bir sırrı açığa çıkmış gibi gerildi yerinde.

“İlk zamanki gibi uzak bakmıyorsun çünkü ona” diyerek Aisha konuşmaya devam etti.

Evet, ona karşı hislerinin değiştiğini inkâr edemezdi çünkü onu tanımaya başlamıştı. Özellikle Nisha’nın cenaze töreninin gecesi yaptıkları konuşma bunda çok etkiliydi. İlk defa o kadar uzun konuşmuş ve ilk defa henüz yeni tanımaya başladığı birine içini dökmüştü. Sonrasında onun söylediği sözler ve ona sarılışı hiç olmadığı kadar iyi hissettirmişti. Herkese davrandığı gibi ona karşı soğuk olmak istese de bir şekilde kendini yumuşarken buluyordu.

Nasıl olduğunu bilmiyordu ve bunun bakışlarına yansıdığını da o söyleyene kadar farkında değildi. Ranvir ve Dilek’in de bahsettikleri farklılık buydu belki de. Yalan söyleyemezdi. Doğruyu söylemekte istemedi ve bu yüzden sessizliğini korumaya devam etti.

Aisha onun bir şey söylemeyeceğini anladığında bakışlarını kaçırıp tekrar Ezgi’ye baktı. “Ezgi bana bir de önemli bir şeyin farkına varmamı sağladı aslında biliyor musun abi? Asla vazgeçmemem gerektiğini…”

Barun’un kaşları çatıldı hafifçe ona bakarken. Bu ona umut etmekten vazgeçmemesi için sarıldığı anı hatırlattı yine.

Aisha’nın gözleri tekrar gözlerine döndüğünde ona suçlulukla baktığını gördü. “Ben çok pişmanım abi” dedi birden. Sol gözünden bir damla yaş aktı. Yeşilleri pişmanlığını ve çaresizliğini haykırıyordu adeta. “Özür dilemem hiçbir şeyi değiştirmeyecek ama ben kendimi affettirmek için başka ne yapabilirim bilmiyorum”

“Buna gerek yok” Göğsündeki yara sızladı. Yüz ifadesini korumaya devam ederken yutkundu. “Tek suçlu benim. Sen yaptığın her şey de haklıydın. Hak ettim”

“Hayır abi!” kafasını iki yana sallarken diğer gözünden de yaşlar akmaya başlamıştı.

Barun gözlerini kaçırmamak için ayrı bir savaş verirken “Öyle Aisha” dedi sakince. Ona kızgın değildi hiçbir şey için. Bunu görmesini istedi. “Babama olan öfkem ve inadım yüzünden seni de yalnız bıraktım”

“Konu o değil, ben affetmiştim seni onun için. Konu benim yaptığım hata ve bu yüzden şu an bu halde olmamız”

Derin bir nefes alıp verdi. Aldığı nefes ciğerlerine battı ve daha fazla yaktı canını. “Gerçekten affettin mi? Yoksa kendi suçluluk duygun daha ağır geldiği için onu görmezden mi geliyorsun?”

Aisha’nın dudakları daha çok büküldü. Barun içten içe Aisha’nın hala kendisine kırgın olduğunu hissediyordu ve öyle olmasını istiyordu. Hatta hala bu yüzden ona öfkeli olmasını yüzüne dahi bakmamasını istiyordu. O zaman daha kolaydı her şey.

“Affettim abi. Gerçekten” dedi Aisha gözlerinin içine bakarak. Göğsündeki ağırlığın arttığını hissetti Barun. “Bizim için bir şans olduğuna inanıyorum”

“Yok” diye konuştu direkt. “İnan bana böylesi herkes için en iyisi”

Onların arasının iyi olması babasıyla daha fazla yüz göz olması demekti. Ragini ve Akash’ı söylemiyordu bile. Bu durumdayken dahi sorunlar yaratıyordu. O artık kimseye huzursuzluk vermek istemiyordu. Üstelik o daha kendini affedememişti onu nasıl affedebilirdi bilmiyordu.

“Neden?” diye üstelemeye devam etti Aisha. Sesi titriyordu.

“Bazı gerçekleri değiştiremezsin Aisha. Tıpkı yaşanmışlıklar gibi” dudaklarını birbirine bastırdı ve gözlerini kaçırmamaya çalıştı. “Benimle aran iyi olursa her şey eskisi gibi mi olacak sanıyorsun? Olmayacak. Kendini boş yere yıpratma. Senin bana ihtiyacın yok. O, belli ki benden daha iyi abilik yapıyor sana. Bir zamanlar sevdiğin abinin yokluğunu onunla doldurmaya devam et.”

“Hayır abi… Nasıl böyle düşünürsün? Benim… en çok sana ihtiyacım var” dedi Aisha, gözyaşları yanaklarını ıslatmaya devam ediyordu.

Barun ifadesini bozmamak için ilk defa bu kadar zorlandı. Yutkunmaya çalıştı bu görüntüye karşı ve dudaklarını araladı tekrar “Yanılıyorsun. Sen yıllar önceki adamı istiyorsun ama o adam öldü Aisha… Kendin de söylemiştin unuttun mu? Benim babamı yaptığım gibi sen de beni annemle birlikte içinde öldürdün. Ben o nefret ettiğin bencil adama dönüştüm. Bunu unutma, kabullenmen daha kolay olur”

Burnunu çekti Aisha. Gözlerine bakmaya devam etti bir süre. Söylediklerini sindirmeye çalışıyor gibiydi. Başını ağır bir şekilde iki yana salladı. Başını eğdi sonra. Yıllar önce kendisinin sarf ettiği sözlerdi bunlar. Şimdi onları inkâr ediyordu.

“Öfkeden düşünmeden söylediğim şeylerdi onlar” diye konuştu kısık gelen sesiyle. Başını kaldırmamıştı. “Hep merak ederdim. Annem nasıl olur da ailesinin karşısında durup babamla buraya gelir diye… Aşk insanın gözünü gerçekten kör edebiliyormuş abi… Ben ona inanmıştım… nereden bilebilirdim benimle oynadığını?”

Gözyaşlarının ellerine akan kardeşini izlerken öfkeyle yumruklarını sıktı Barun. Ona kötülüğün bulaşmasına izin vermeyecekti ama yapamamıştı. Koruyamamıştı. Onun kalbini kırmışlar ve ondan uzaklaşmasını sağlamışlardı. Bunun için kendini hiçbir zaman affedemeyecekti belki de.

“İngiltere’den döndükten sonra senin Akash ile yakın olduğunu gördüğümde çok sinirlenmiş ve sana kızmıştım. Sen ise bana onun aslında iyi biri olduğunu ben yokken yanında hep onun olduğunu söylemiştin. Kabullenmek istememiştim ama senin için… Sana inandığım için… ona yakın olmana göz yummuştum” konuşmayacaktı ama ilk defa tutamamıştı kendini. Bu zamana kadar içinde yaşadığı kırgınlığını anlaşılmayacağını düşünse de artık dile getiriyordu “Peki sen ne yaptın? Sana âşık olduğunu düşündüğün o herifin çok kötü biri olduğunu söylememe rağmen bana inanmadın… Beni karşına aldın… Şimdi aldığın kararların ve söylediğin sözlerin arkasında dur”

Aisha’nın omuzları sarsıldı. Sesi çıkmaması için dudaklarını dişliyordu. Ağzına kan tadı geldiğinde dudağından geldiğini anladı. Abisi haklıydı. Onun güvenini kırmıştı. Ona sırtını dönmüştü. Onu… evden kovmuştu. Onu yapayalnız bırakmıştı. En çok da bu acıtıyordu canını.

İngiltere’den onun için geri döndüğünü söylediğini hatırlıyordu. Sadece sen varsın demişti ve sen varsan ben varım diye tamamlamıştı sözlerini.

Artık yoktu… öyle söylüyordu. Kendi elleriyle öldürmüştü onu. Hiçbir şey söyleyemedi bundan sonra. Pişmanlık bütün bedenini esir almıştı. Boğazındaki yumru büyümüş nefesini kesiyordu. Göğsündeki ağrı ise hiç geçmeyecek gibiydi.

Bu sırada odanın kapısının çalındığını duydular. İkisi de ses etmediğinde kapı yavaşça aralandı ve Akash kafasını içeri uzatıp baktı. Onları gördüğünde içeri girip kapıyı ardından kapattı. Barun onu görünce yerinde dikleşti hemen. Aisha ise titreyen elleriyle yanaklarını kurulamaya çalışıyordu. Akash seri adımlar ile yatağın diğer tarafına doğru ilerledi.

“İlacı içirebildiniz mi?” diyerek aralarındaki sessizliği de bozmuştu. Yatağın boş kısmına oturduğunda Aisha’ya döndü.

Aisha hala kafasını kaldırmamıştı. “İçti” boğuk sesiyle konuştuğunda burnunu çekti.

Akash’ın kaşları hafifçe çatılırken Barun’a kısa bir bakış atmıştı. “Aisha ağlıyor musun sen?”

“Sorun yok” diyerek yanaklarını bir kez daha kuruladı ve başını kaldırdı Aisha.

Akash gözlerinin kızarıklığını gördüğünde birkaç damla yaş değil çok ağladığını anlayınca üzgünce baktı ona. Uzandı ve elini tuttu. Diğer eliyle de önüne gelmiş saçlarını omuzundan geriye itti. “Bu kadar korkacağını tahmin edemedim yoksa daha erken gelmeye çalışırdım, üzgünüm”

Aisha kafasını iki yana salladı yavaşça. Kulaklarında Baru’un söylediği son sözler yankılandı. Kirpikleri titredi ve asılı kalan yaşlar yanağına doğru süzüldü.

Akash elini yanaklarına getirip usulca onları kurularken “Güzelim, sana endişelenecek bir şey yok dedim ya. Ateşinin çıkması çok normaldi. Ruhsal olarak da iyi olmadığı için daha çabuk etkileniyor o da. İlacı da içmiş korkulacak bir şey yok artık, birkaç saate kendine gelir tamam mı?” diye konuşmaya devam etti.

Aisha dudaklarını birbirine bastırırken yine başıyla onayladı onu. Sanki ağzını açarsa kendini tutamayıp sesli bir şekilde ağlayacakmış gibi hissediyordu.

Akash’ın sevgisinden hiçbir zaman şüphe etmemişti. İlk defa Akash’ın da onu sevmemesini istedi. Hak etmediğini düşündü. Özellikle Barun’un gözleri üzerlerindeyken o an yok olmak istedi.

Barun öylece izledi onları. Alışmış olduğu bir gerçeklikti. Akash’ın gözlerindeki şefkati görüyordu. Şaşırmıştı. Aisha’yı ağlarken görünce yine onu suçlayacak ve onu korumak isteyerek önüne geçeceğini düşünmüştü.

Halbuki bu defa gerçekten o ağlatmıştı onu. Göğsündeki sızı tüm vücuduna yayıldı bu gerçekle. Her yerinin uyuştuğunu hissetti. Kalkıp gitmek için gücün bacaklarına ulaşmasını bekledi.

Akash bir anlığına Barun’un varlığını unutmuştu. Onun önünde Aisha ile yakın olduğu için suçlu hissetmeden edemedi kendini. Normalde buna dikkat etmeye çalışırdı. Uzun süre bakamadı yüzüne bu yüzden.

Aisha’dan ayrılıp Ezgi’ye döndü. Elini alnına uzatıp ateşine baktı. Teninin ne kadar solgun olduğunu fark etti. “Ateş ölçeri ver bakalım tekrar ölçelim ateşini” dedi Aisha’ya bu sırada.

Aisha toparlanmaya çalışıp Ezgi’ye odaklandı. Sağ tarafta Barun’un yanında kalan şifonyerden ateş ölçeri alıp Akash’a uzattı. Barun’a bir kere bile bakmaya cesaret edemedi.

Akash Ezgi’nin yüzüne eğilip dudaklarını aralamasını sağladı ve ateş ölçeri oraya yerleştirdi. Gözleri Barun’a döndüğünde onun gözlerinin de üzerinde olduğunu fark etti “Abisinin durumunda bir gelişme var mı?” diye sordu.

Aslında onu yok saymaya devam edip cevap vermezdi ama bugün ona yardım etmişti. İstememişti yardımını ancak mecbur kalmıştı. “Yok” diye yanıtladı bu yüzden onu.

Akash başını salladı hafifçe. Gözlerinden geçen şaşkınlığı gördü ama tepki vermedi Barun. Cevap vermesine şaşırmıştı biliyordu.

Aralarına birkaç dakikalık bir sessizlik girdi. Aisha hala burnunu çekiyordu. Akash yerinde hareketlendiğinde bakışlar ona dönmüştü.

Ezgi’nin dudakları arasındaki aleti aldı ve ölçtüğü değere baktı. “Bak düşmeye başlamış ateşi” dedi, bakışları Aisha ile kesişti.

“Bir daha yükselir mi?” diye sordu Aisha çatallaşan sesiyle.

“Sanmam ama biz yine de kontrol edelim” Ezgi’nin alnındaki pamuğa dokunup ucundan hafif kaldırarak dikişlerini kontrol etti. “Onu kaldırıp bir duş aldırsan rahatlar aslında. Sen yarasına dikkat etmesinde ona yardımcı olursun”

“Bir yarım saat sonra uyandırsak olur mu? Çok yorgundu. Biraz daha dinlensin” dedi Aisha, gözleri Ezgi’nin yüzünde geziniyordu.

“Olur” Akash uzanıp tekrar elini tuttuğunda dalgın gözleri ona döndü. “Sen iyi misin Aisha? Canını sıkan başka bir şey var gibi?”

Aisha’yı en az onun kadar iyi tanıdığını görmek Barun’un içinde bir noktayı ezdi yine. Daha fazla burada durmak istemediği için yerinden ayaklandı usulca “Bir şey olursa haber verirsin” diye konuştu kuru bir sesle.

Aisha’ya söylemişti bunu ama o dönüp bakamıyordu hala yüzüne. Barun da bakışlarını onda kısa tutup sırtını döndü onlara ve kapıya doğru ilerledi.

Odadan dışarı çıkıp kapıyı ardından kapattığında sesli bir nefes bıraktı. Adımlarını terasa yönlendirdi hemen. Gökyüzünü solumaya ihtiyacı vardı. Ne kadar çok solursa solusun içindeki yangının sönmeyeceğini biliyordu oysa.

Aisha’dan Jalebi yapmasını istediğini hatırladı. Elini alnına atarken yüzünü buruşturdu. “Hangi akılla yaptın bunu?” diye söylendi kendine. Ezgi kafasını karıştırmıştı. Nasıl böyle bir adım atmıştı hala inanamıyordu.

Neyse ki son sözlerinden sonra Aisha buna cesaret edemezdi artık. Hep böyle olmuştu. Onu sessizliği ile geri itmişti hep. Uzun zaman sonra bu konuyu açmıştı Aisha ve bu cesaretinin sebebi yine Ezgi’ye bağlanıyordu.

Burun kemerini sıkarken migreni tutmuştu. Terastaki koltuklarından birine attı kendine. Bu evde kaçabildiği ve nefes aldığı tek yer burası ve çalışma odasıydı. Çünkü gökyüzünü görebiliyordu…

Öyle ki ev halkı bile burayı ona tahsis etmiş gibiydi. O evdeyken kimse buraya uğramıyordu. Buna memnun olmadığını söyleyemezdi.

Dirseklerini dizlerine yaslarken eli alışkanlıkla sol bileğindeki bilekliğe gitti. Çetan yeni Müslüman olduğu zaman Sümeyra onu Umre’ ye götürmüştü. Oradan almışlardı bu okunmuş bilekleri.

Çocukları için alma fikri Sümeyra’dan çıkmıştı. Bir tane alacaktı ama Çetan beşten fazla almış onu şoka sokmuştu. Dükkânın önünde bunun için tartışmışlardı bir de. En sonunda Sümeyra’nın en fazla iki lafıyla anlaşmış konuyu sonlandırmışlardı.

İki bileklik almışlardı ama bu süre zarfında Çetan üç olmadığı için söylenmeye devam ediyordu.

“Sen söylemiştin Allah’ın hakkı üçtür diye” dedi Çetan.

Sümeyra ona ters bir bakış atarken “Sizin için demesi kolay Çetan Bey, dokuz ay biz taşıyoruz karnımızda” diye konuşmuştu sitemle.

Barun parmaklarını kahverengi boncuklarda gezdirirken annesinin güzel yüzü belirmişti yine gözünün önünde. Onları koruduğunu söylemişti bu bilekliğin. Onun bir gözü gibi hissediyordu Barun da. Yalnız hissettiği her an ona sığınmıştı.

İngiltere’deki en büyük sığınağı da o olmuştu. Burada annesinin dini ve yabancı olması sebebiyle ötekileştirilmiş babası ve ailesinin şanı yüzünden dışlanmıştı. İngiltere’ye gittiğinde orada da aynı muameleyi göreceğini düşünmüştü. Burada en azından Aisha vardı ama orada kimse olmayacaktı. Bundan korkmuştu. Gitmek istememişti.

Yanılmamıştı. Kötü insanlar her yerdeydi. Alışması zor olmuştu. Ancak çocukluğundaki kadar zorlanmamıştı insanlarla iletişim kurarken. Arkadaşları olmuştu. Yalnız olmasına rağmen orayı sevmişti.

Aisha’nın bilekliğinin bileğinde olmadığını hatırladı bu sırada. Başına bir şey mi gelmişti yoksa unutmuş muydu?

Bu aklına Ezgi’nin abisinin hediye ettiği bileklik için ağlayışı geldi. Onu yaptıracağını söylemişti bir de. Bunun için bir şey de düşünmeliydi.

Sesli bir nefes bırakırken geriye yaslandı ve bakışlarını gökyüzünde gezdirdi. Buranın en sevdiği özelliği büyük şehirlere nazaran temiz havasından dolayı gökyüzünün açık olması ve genellikle yıldızları görebiliyor olmasıydı.

Aklına Nisha’ya anlattığı takım yıldızları geldiğinde içindeki huzursuzluk baş gösterdi. Saatine baktı ve cebinden telefonunu çıkarıp Ranvir’i aradı.

“Efendim kardeşim?” diye yanıtladı onu Ranvir.

“Neredesin?”

“Karakolun önünde arabadayım”

Gözlerini kapattı Barun. İç geçirdi “Bir gelişme yok mu hala?”

Ranvir de sıkıntıyla bir nefes verirken “Hayır. Yalnız şüpheli biri varmış kameralarda. Senin daha doğrusu Geeta’nın verdiği tarife uyan. Şu an onun peşindeler” diye konuştu.

“Pekâlâ. Bana Gian’ın ev konumunu gönder. Biz de gidip bir onunla konuşalım bakalım” dedi Barun.

“Tamam ben geleyim almaya seni, evde misin?”

Barun yerinde doğrulurken “Gerek yok, orada buluşalım” diye konuştu düz bir sesle.

Ranvir çok üstelemedi. Huysuz olduğu zamanlardan birindeydi. Canı sıkılmıştı belli ki. “Tamam, orada görüşürüz”

“Görüşürüz”

Barun biraz daha terasta kalıp odasına indi. Elini yüzünü yıkadı. Saçlarının dağınık halini düzelttikten sonra ceketini giydi. Ranvir çoktan telefonuna konumu göndermişti. Telefonu alıp odadan çıktı ve aşağı indi.

Saras ve Barat ikinci katta televizyon başındaydılar. Baş selamı verip geçti yanlarından sadece. Kadınların hepsi ise diğer salondaydı. Onların da yanından aynı şekilde geçerken Akash ve Aisha’nın hala Ezgi’nin yanında olduklarını düşündü.

“Barun nereye?” diye ardından seslenen tabii ki babaannesiydi.

“İşim var”

“Bu saatte?”

Saatin geç olduğunun farkındaydı ama umurunda değildi. Barun sırtını dönmeden çıkışa ilerlemeye devam etti “Evet, bu saatte”

Aklına Lila meselesi geldiğinden canı sıkılmıştı yine. Gerçekten bir o eksikti.

Arabasına bindiğinde diğer iki koruma aracı da yanındaydı. Onlara da çoktan konum bilgisi gitmiş olmalıydı. Onun adına çalışıyorlardı ama başlarında Ranvir vardı. Onları o organize ediyor emirleri ondan alıyorlardı. Bu konuda oldukça yetenekliydi arkadaşı.

Ana yolda önündeki koruma aracını geçmiş özel araçlara ayrılan yolda hızını arttırmıştı. Şu an tek ihtiyacı hız yapmaktı. Kırk dakika sonra özel mülkiyet evlerin olduğu sokaklarda Gian’ın evini arıyordu. Saat geç olduğu için sokaklar boş ve karanlıktı.

Sokağın köşesinde tanıdık plakayı seçti hemen. Onun arkasına arabayı park edip indi. Korumalar da onun arkasından geldiler. Ranvir de onları fark edince arabadan inmişti.

“Burası mı?” diye sordu Barun gözleriyle sokağın sonunda kalan villayı göstererek. Ranvir onu başını sallayarak onayladı.

“Bir sorun yok değil mi efendim?” dedi sonra Ranvir, bakışları Barun’un yüzünde dolanıyordu. Evde bir şeyler olmuş ve canını sıkmış gibi görünüyordu.

“Yok”

“O zaman ne yapıyoruz, giriyor muyuz?”

Çenesini sıvazladı Barun “Dört kişi yeter, diğerleri burada kalsın”

“Bu çok riskli değil mi efendim? İçeride neyle karşılaşacağınız belli değil” diye konuşan koruma Nityam’dı.

Barun’un bakışları onun genç yüzüne döndü. Riskliydi biliyordu. Onlar bu ziyaretin polisin izni olmadan yapıldığını bilmiyorlardı ama. Orada konuşulanları sadece Ranvir’in bilmesini istiyordu. Onun yanında olması da yeterdi ona.

“Ben her şeyi düşündüm merak etme Nityam” diye araya girdi Ranvir “Evin konumu itibariyle adamın çalışma odası bu tarafa bakıyor. Bizi muhtemelen orada ağırlayacak. Orada olmasa bile herkesi odaları görecek şekilde konumlandırdım. Yerinizden ayrılmayın. İşler ters gittiği an size oradan verdiğim işaretle harekete geçin. Anlaşıldı mı?”

Kulaklıkla iletişim kurması dikkat çekeceği ve girmeden önce arama yapma ihtimalleri olduğu için böyle bir yöntem ayarlamıştı Ranvir.

Barun bu planı onayladı. Bununla birlikte herkes yerlerine dağıldı. Sadece Nityam’ın da içinde bulundu dört kişi kalmıştı. Ranvir onları evin önüne gönderdi.

Ardından belinden Barun’un silahını çıkarıp verdi. Barun emniyet kilidini kontrol ettikten sonra silahı beline yerleştirdi.

Bakışları Ranvir’in göğsündeyken “Sakın bir kahramanlık yapmaya kalkma. Bunun için asla affetmem seni” diye konuştu katı sesiyle.

Ranvir gülümsedi “Benim için endişelenmeyin Kaymakam Bey ama karşı taraf için aynı şeyi söyleyemeyeceğim”

Bu sırada Ranvir’in telefonu çaldı. Arayan kişiye bakınca yüzü yumuşadı anında. Neha’nın arıyor olduğunu anladı Barun böylelikle. Bu bakışı biliyordu.

İçindeki huzursuzluk arttı. Yanlış mı yapıyordu? O gelmemeliydi belki de ya da içeri onlarla giren adam sayısını arttırmalıydı.

Ranvir onun endişelerinden habersiz çağrıyı yanıtlamış kulağına götürmüştü “Efendim canım? Mesaideyim hayatım yazdım ya sana. Geç geleceğim bugün” diyerek konuştu rahat bir sesle. Sanki az sonra baskın yapmaya girecek olan o değildi. “Sorma canım, patronum işkolik bir herif olunca bu saatlere kalıyoruz işte. Sende çok iyi tanırsın kendisini”

Barun’un kaşları çatıldı hafifçe. Zorla yanında duran oydu ama tam tersiymiş gibi gösteriyordu bir de.

Ranvir telefonu ona uzattı birden. Anlaşılan Neha ikna olmamış onunla konuşmak istemişti. Onun bir şey saklayamayacağını biliyordu çünkü.

“Söyle Neha” diyerek telefonu kulağına yasladı.

“Ne işler karıştırıyorsunuz Barun? Sessizlik hakkın kesinlikle yok” diye konuştu karşısındaki kadın hararetle. “Nisha’nın dosyası ile mi ilgili?”

“Evet” dedi yalnızca. Neha iç geçirdi. Endişesini buradan hissetmişti Barun. Bu yüzden konuşmak için tekrar dudaklarını araladı “Merak etme, kocanı sağ salim sana geri göndereceğim”

“Aynı şekilde senin de geri dönmeni bekliyorum. Dikkatli olun lütfen”

Barun bunu beklemediği için bir an duraksadı. Ezgi’nin de ikisi için endişeli gözlerle dikkatli olun deyişi geldi gözünün önüne. İç geçirdi.

“Tamam”

“Bir saat sonra tekrar arayacağım ve açmazsanız ortalığı ayağa kaldırırım haberiniz olsun” diyerek tehditkâr bir sesle konuştu Neha.

Barun yüzünü buruşturduğunda Ranvir bunu görüp “Ne diyor? Tehdit ediyor değil mi?” diye konuştu.

“Evet, eğer bir saat sonra telefonunu açmazsan seni eve almayacakmış”

Ranvir’in suratında dehşet ifadesi belirirken Neha kulağında ofluyordu “Ben ciddiyim Barun Khan. En az onun kadar senin de korkmanı tavsiye ediyorum”

Ranvir telefona atıldığına Barun buna izin vermeyip diğer tarafa döndü “Tamam Neha mesaj alındı”

“Ya versene karımı! Ne demek eve almayacağım?”

Barun onu duymamış gibi yaptı. Hep o mu onunla uğraşacaktı?

“Barun amca!” diye bağıran Khushi (Kuşi) araya girdiğinde dikkatini aramaya verdi tekrar. Khushi Ranvir’in dört yaşındaki en büyük kızıydı. “Aldığın yapbozu bitirdim. Ne zaman gelip bakacaksın?”

“Sırf sana göstereceği için yerinden oynatmıyor Barun, haberin olsun” dedi Neha bozulmuş sesiyle.

İçindeki huzursuzluğa rağmen dudağının kenarının kıvrılmasına engel olamadı. “En kısa zamanda geleceğim. Hem de yeni bir yapbozla”

“Khushi ile mi konuşuyorsun?” diyerek yanına yaklaşmıştı Ranvir yine. Yüzündeki ifade tekrar yumuşamıştı. Kafasını sallayarak onayladı onu Barun.

Khushi sevinç nidaları atarken “Misafirini de bekliyorum Barun. Ranvir çok bahsetti kendisinden” diye konuşmuştu Neha. “Şu göz kulak olma meselesinden sonra kesinlikle tanışmalıyız hatta”

Barun’un kaşları tekrar çatılırken bakışlarının hedefi Ranvir’di. Arkadaşı bunu fark etmiş merakla yüzüne bakıyordu “Ne oldu?”

“Tamam Neha, geliriz” diye yanıtladı ifadesini bozmayıp. Ardından çağrıyı sonlandırdılar.

Telefonu Ranvir’e uzatırken “Gerçekten göz kulak ol meselesini gidip Neha’ya da mı anlattın?” diye çıkıştı.

“Ben karımdan bir şey saklamam”

“Lan ne alaka?” diye yükseldi Barun.

Ranvir yine bundan etkilenmeyerek “Karımla azıcık dedikodu yapmış olamaz mıyız?” diye geniş bir şekilde kendini savunmaya devam etti.

“Dedikodu?”

“Evet, eşle yapılan dedikodu kadar iyi bir şey yok biliyor musun kardeşim?” sonra yalandan dudak büzdü “Doğru, bilmiyorsun çünkü eşin yok”

Barun sinirle burun kemerini sıktı “Sınanıyorum yemin ediyorum”

Bunu onu sinir etmek için söylediğini biliyordu. Sırf onun söylediklerini kabul etmediği içindi bunlar.

“Neha’m ne dedi ki sana?”

Ters bir bakış attı ona. “Misafirini de al gel dedi. Tanışmak istiyormuş”

“Bana da demişti de benim söylemeye fırsatım olmadı” dedi Ranvir onun bakışlarını umursayarak.

Barun içinde sabır çekerek alnına dokundu. Ardından evi göstererek “İçeri girelim yoksa ben şimdiden migren atakları geçireceğim” diye konuştu.

“Peki ama kırıcısınız haberiniz olsun”

Barun onu umursamayıp yanından geçti ve eve doğru ilerledi. Ranvir de çok geçmeden sağındaki yerini almıştı. Diğer adamlarının yanına geldi.

Ranvir büyük bahçe kapısının yanında kalan duvarın üzerindeki zili çaldı. Dışarıya iki siyah takım elbiseli adam çıktı.

“Buyurun, kimsiniz?” dedi soldaki diğerinden daha genç duran.

Barun’un ilk dikkatini çeken iki adamın da saçlarının oluşu ve kulaklarında siyah deri küpe takmıyor oluşlarıydı. Kaşları çatıldı hafifçe. Adres doğru olduğuna göre tek bir seçenek kalıyordu geriye.

Gian Ray’ın iş insanı sıfatı kesinlikle bir paravandı. Bu işin arkasında başka işler çeviriyordu. Kel olan adamlarını o işlerinde kullanıyor olmalıydı. Yoksa normalde bu çok dikkat çekerdi.

“Biz Gian Ray ile görüşmek istiyoruz” dedi Ranvir sert sesiyle.

Adamın kaşları çatıldı “Efendim bu saatte ziyaretçi kabul etmiyor” diye dik bir şekilde konuştuğunda diğer koruma kolunu çekti “Kaymakam Bey kusura bakmayın, saat geç olduğu için Gian Bey’e haber vermemiz gerekiyor ilk önce”

İlk konuşan adamın kaşları şaşkınlıkla havalandı. Barun’un kaymakam olduğunu bilmiyordu. Mahcupça kafasını eğdi o da. Barun sorun olmadığını belirterek kafasını eğdi.

İkisi de geri içeri girip Gian’a haber vermeye gittiler. Ranvir Barun’a yaklaşırken “Bu işten hiç hoşlanmadım” diye konuştu kısık sesle. O da adamların faklı oluşunu fark etmişti. Ondan bahsediyordu.

Barun sadece iç geçirdi sıkıntıyla. Birkaç dakika sonra adamlar geri geldi ve kapıyı tamamen açarak onları içeri buyur ettiler.

“Gian Bey sizi çalışma odasında bekliyor, buyurun size ben eşlik edeceğim” dedi diğer yaşlı olan koruma.

Ranvir sağında bir adım öndeydi. Kendi söylediği çıktığı için omuzları dikleşmişti hemen. Barun’a bakıp her şey yolunda bakışı attı.

Barun bir üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldiklerinde bakışlarını etrafta gezdiriyordu. Her yer altın ve ahşap ile dekore edilmişti. Bir iş adamına göre kesinlikle fazla ihtişamlı bir evdi.

Salondan sesler geldiğinde o tarafa baktı. Kırklarında ve yirmilerinde gözüken bir kadının uzun koltukta oturduğunu gördü. Halının üzerinde ise iki küçük çocuk seçmişti gözleri. Onlar ise eve giren yabancıları fark etmemişlerdi.

Eşi, kızı ve torunlarıydı belki de. Ailesi buradaydı…

Gerilen omuzları gevşedi. Onlar evdeyken olay çıkaracağını sanmıyordu. Üstünlük kendilerindeydi bu yüzden.

Çalışma odasının önüne geldiklerinde Gian’ın koruması kapısını çaldı. Barun bu sırada diğer dört korumaya odanın önünde kalmalarını emretti. İçeriden Gian’dan komut geldiğinde açılan kapıdan içeri girdiler.

Gian Ray kırklarının sonunda gözüküyordu. Ortalama bir boyda ve kilolu bir adamdı. Kel kafasına siyah bir peruk takmıştı. Deri küpesi kulağındaydı. Üzerinde çizgili sarı bir gömlekle siyah bir pantolon vardı.

Sol tarafta kalan masasının yanından Barun’un önüne geldi hemen. “Hoş geldiniz Kaymakam Bey, şeref verdiniz” diye coşkuyla elini uzattı.

Barun kendini eline karşılık vermeye zorladı. Bakışları peruk saçına takıldı. Kaşları hafifçe çatıldı. Yüzüne baktı. Şaşkın ve meraklıydı Gian. Gerilmişti belki de ama iyi saklıyordu belli ki. Yanında iki koruma vardı ve ikisi de normaldi. Onun gibi değillerdi.

Gian’ın bakışları Ranvir’e kayarken ona da elini uzattı aynı ifadeyle “Siz de hoş geldiniz Ranvir Bey. Ben dedeniz ve sizin büyük bir hayranınızım”

Ranvir’in dedesi Tanvir Kunvar eski milli güreşçilerden biriydi. Ülkelerine altın madalyanın yanında birçok ödül kazandırmıştı. Emekli olduktan sonra dahi sporu bırakamamış büyüttüğü spor merkezinde hala eğitim veriyordu.

Eğittiği ilk kişi tabii ki torunu Ranvir’di. Onun yanında büyümüştü Ranvir. Dedesinin tek ve en büyük dileği güreş bilgilerini nesiller boyu devam ettirilmesiydi ve tabii onun gibi varisinin de ülkesini temsil edip madalya kazanmasıydı. Ranvir’in babası ve büyük torunu Alok bununla ilgilenmeyince varisi olarak Ranvir’i seçmişti.

İsmini bile kendisi vermiş kendi ismine benzer bir isim koymuştu. Onun da ülkesi için başarılı bir sporcu olmasını çok istemişti ve Ranvir’in gözlerinde o ışığı görmüştü.

Ranvir de en az onun kadar düşkündü dedesine. Güreş ilgisini çekmiş dedesi ne öğretirse öğrenmişti. Genç yaşlarda müsabakalara katılmış madalyalar kazanmıştı. Uluslararası müsabakalarda da ülkesini temsil etmişti.

Yalnız büyüdükçe ilgisi diğer dövüş sanatlarına kaymıştı. Boks alanında hem kendini hem de vücudunu geliştirmişti. Dedesi buna ses çıkarmamış onu desteklemişti hep. Onun hayalini gerçekleştirmişti çünkü Ranvir.

Ulusal müsabakalarda madalya almış ve tüm ülkeye adını duyurmuştu. Uluslararası altın madalyayı aldıktan sonra o artık herkes tarafından bilinen milli bir sporcuydu. Kick boks alanında da birincilikleri vardı. Yalnız o Hindistan da rehavet görmediği için uluslararası müsabakalarda henüz bir başarıları yoktu.

Barun onun kick boks için de ülkesine madalya getirmek istediğini söylediğini hatırlıyordu. Hatta İngiltere de kursa beraber gitmişlerdi. Ancak Hindistan’a döndükten sonra her şey farklı olmuştu. Ranvir evlenmiş ve Barun’un korumalığını yapmak istemişti.

Ranvir Gian’ın elini sıkarken donuk yüz ifadesini bozmayıp sadece başını eğdi hafifçe. Gian buna bozulmadı. Mizacının sert olduğunu duymuştu. Onları masasının önündeki tekli koltuklara yönlendirdi.

“Ne içersiniz Kaymakam Bey?” diye sordu o da koltuğuna kurulurken.

Barun odada kalan takım elbiseli üç koruma üzerinde gezdirdi gözlerini. “Bir şey almayacağız. Konuşmamız gereken konu özel” dedi düz bir sesle.

Gian Barun’un adamları ima ettiğini anladı. Onlara baktı. İkisine kafasıyla kapıyı işaret etti. Onlar dışarı çıkarken odada kalan korumada belinden çıkardığı silahı masaya bırakmıştı. Boyu uzun, Ranvir kadar olmasa da yapılıydı o da.

Gian bakışlarını Barun’a çevirmişti. Dudaklarında ince bir tebessüm vardı “Her şey karşılıklı olsun o halde Kaymakam Bey”

Barun gerildi ama bunu belli etmedi. Gian sadece normal bir konuşma yapmayacaklarını anlamıştı. Belki de Virat ona gelebileceklerini söylemişti.

Barun Ranvir’e bakarken “Sorun yok” dedi.

Ranvir onu anladı. Yerinde ayaklandı ve belindeki silahı çıkarıp masanın ortasına diğerinin yanına koydu o da.

Ranvir bakışlarını Gian’dan ayırmazken dudaklarında anlık kendini beğenmiş bir gülümseme belirmişti. Barun bunu gördü. Arkadaşının asıl silahı yumruklarıydı çünkü ve belli ki karşısındaki adamın bundan haberi yoktu.

Gian masada ellerini kavuştururken “Evet, ziyaret sebebinizi öğrenebilir miyim Kaymakam Bey?” diye konuştu.

“Virat Shankar ile nasıl bir ilişkiniz var?” diye direkt konuya girdi Barun.

Gian’ın kaşları çatıldı “Virat Shankar mı? O da kim?”

“Farkındaysan tanıyor musun diye sormadım. Nasıl bir ilişkiniz var dedim?”

Gian yerinde dikleşirken gerildiğini artık saklayamıyordu “Ben gerçekten kimden bahsettiğinizi bilmiyorum”

Barun yumruğunu sıkarken masada ona doğru eğildi. “İnsan aynı masada kumar oynadığı arkadaşını tanımaz mı?” diye sordu tehditkâr ses tonuyla.

Gian’ın kaşları çatılırken bakışları önüne döndü. Gözleri aydınlanmış bir şekilde Barun’a döndüğünde “Tamam siz tamirci olan şu adamdan bahsediyorsunuz, Virat” dedi hızla. Gerginliği sesindeydi artık “Onunla başka bir ilişkimiz yok efendim, sadece oyun arkadaşı işte”

Bunu utana sıkıla söylemişti ancak Barun gram utanmadığını biliyordu. Sırf göz boyamak içindi bu iyi adam hareketleri.

“Gian Bey” dedi Ranvir araya girerek. “Sakıncası yoksa kulağınızdaki deri küpenin anlamını sorabilir miyim?”

Gian birden neden bu konuya geçtiklerini anlamadı ve tedirgin oldu. Bunu sol bileğini ovuşturmasından anladı Barun.

Gian tebessüm etmeye çalışırken sağ kulağındaki küpeye dokundu “Bir anlamı yok aslında Ranvir Bey, aile yadigarı”

“O gün” dedi Barun tekrar konuşarak “Baskın esnasında yanınızda tıpkı sizin gibi bu küpeden takan ve kel olan bir adam vardı. Oğlunuz muydu?”

Kel lafına baskı yapmıştı bilerek. Oğlu olmadığını biliyordu Barun. Bu sadece bir yemdi.

“Ah hayır, yeğenim kendisi”

“Bildiğim kadarıyla tek çocuktunuz?” dedi Ranvir hemen.

Gian’ın dudaklarındaki gülümseme gittikçe iğreti bir hal alıyordu. “Arkadaşımın çocuğu o yüzden yeğenim dedim”

“Neden aile yadigarı olan geleneğinizi devam ettiriyor o zaman?” diye sordu Barun daha çok üstüne giderek.

Gian bu sırada içinden kendine sövüyordu. Gülmeye çalıştı “Kendimi sorguda gibi hissettim. Neden bunu merak ediyorsunuz anlamadım efendim, bir sorun mu var?”

“Çok büyük bir sorun var Gian Ray” dedi Barun. “O kişi ne yeğenin ne oğlun. Sana çalışan bir adam olduğunu biliyoruz”

Gian itiraz etmek için dudaklarını aralayacağı sırada Barun onu eliyle durdurdu “Boşuna nefesini yorma. Nisha Shankar… Sana tanıdık geliyor mu? Hani şu adamını ondan bir şey alması için gönderdiğin küçük kızdan bahsediyorum?”

Gian bakışlarını kaçırmamak için kendisiyle savaş verirken yutkundu. Karşısındaki adamın gözleri gittikçe koyulaşıyor gibiydi. “Ben… neyden bahsettiğinizi anlamıyorum?”

Barun öfkeyle dişlerini sıktı. Hala oynuyordu. Bu esnada başka bir şeyden emin olmuştu. Bu adam Virat’ın arkasındaki kişi değildi.

“Sen neyden bahsettiğimi çok iyi anladın bence” dudaklarını yaladı sinirle ve gözlerini onun gözlerinden ayırmadı “Sana son kez soruyorum. O adamın onun yanında ne işi vardı? Aldığı siyah poşette ne vardı?”

Gian şaşırmıştı. Bunu beklemiyordu ve hazırlıksız yakalandığı her halinden belliydi. Gergin bir şekilde yüzünü sıvazladı.

“Anladığın üzere bunu gören şahidim var ama polise gitmek yerine sana geldim. Bildiğin her şeyi anlat ki bunlar sadece aramızda kalsın” diye devam etti Barun onu köşeye sıkıştırmaya devam ederek.

Gian’ın omuzları düştü. Artık gülümsemiyordu “Anlatacaklarımın aramızda kalması konusunda size güvenebilir miyim?”

“Anlatacaklarına bağlı” dedi yumruk gibi bir sesle “Bu iş polise gitse bile yardımını göz ardı etmeyeceğimi bil”

Bu açıklama Gian’ın içini asla rahatlatmamıştı ama başka çaresi yoktu. Her türlü polise çıkıyordu sonu. En azından kaymakama yardımcı olup kendini koruma altına alacaktı.

“Ne öğrenmek istiyorsunuz?”

Barun sonunda diretmediği için memnun oldu. “Ne vardı o poşette? Madde mi satıyorsunuz?” diye sordu bir çırpıda. Bu ihtimal gülerdir beynini kemiriyordu. Canını yakıyordu.

Gian hemen cevap veremedi. Ancak bu sessizlik bir cevaptı aslında. “Ben sadece aracıyım, efendim” dedi en sonunda.

“Başka ne işler yapıyorsunuz?”

Gian dudaklarını birbirine bastırırken tereddütte kaldı. “Tanrı şahidim olsun ben yalnızca bu işteyim. Diğerleriyle alakam yok”

“Diğerleri? Aç şunu?” dedi Barun katı bir sesle.

Gian gergin olsa da duruşundan ödün vermedi. “Silah kaçakçılığı, kadın ticareti gibi şeyler. Duymuşsunuzdur Kaymakam Bey”

Barun içinden sabırlar çekiyordu. Bundan çok normal bir şeymiş gibi bahsetmesi öfkesini harladı. Diğerleriyle alakası olmadığına ise inanmamıştı.

Çalıştıkları kişinin kolu bu kadar uzunsa yeraltı mafyası olmalıydı. Düşündüğünden daha derindi her şey. Ve daha kötü…

Şimdi anlıyordu ki Nisha’nın velayetini alsa bile işlediği suçlar yüzünden Virat’ı hapse attıramayacaktı belki de. Virat onun için önemli bir maşa olmalı ki onun arkasını topluyordu çünkü.

Nisha’yı düşündü. Israrla ona bilezik sattırmasının sebebi kendi kirli işleri içindi… Onu kullanmıştı… Bu işlerden çok kazanıyor olmalıydı. Buna rağmen Satvari Hanım’ı tedavi ettirmemiş üstüne ilaçlarını bile almamıştı.

Çünkü iyileşirse ne işler çevirdiğini öğrenir ve Nisha’yı ondan alırdı.

Nisha bu yüzden önemliydi onun için.

Kızı olduğu için değil işine yaradığı için…

O zaman neden kıymıştı ona? Nisha zaten onun neler çevirdiğini kimseye söylememişti? Neden yapmıştı bunu ona?

Barun’un düşünceleri yüreğine ağır gelirken yutkunmaya çalıştı. “Başka çocuklar da var mı?” diye sordu konuşmaya dönerek.

“Benim bildiğim birkaç sokak çocuğu var, o kadar”

Çenesi kasıldı Barun’un içindeki öfkeyle. Kendi çocukları ve torunları vardı ama bu onu durdurmamış başka insanları zehirlemeye devam etmişti.

“Kime çalışıyorsunuz?” diye sordu dişlerinin arasından.

Gian’ın geniş alnından ter damlamaya başlamıştı “Kendine Büyük Patron diyen bir adam. Çalıştığı kişiler ile sağ kolu iletişimde oluyor, kendini göstermiyor”

“Sağ kolu Virat mı?” Barun sol elinin parmaklarıyla dizinde ritim tutmaya başlamıştı.

“Hayır. Sağ kolunu da tanımıyorum ben, biz Virat gibi dağıtıcılardan talimat alıyoruz” diye açıkladı Gian.

“Dağıtıcı derken? O daha mı yakın yani sağ koluna?”

“Muhtemelen öyle, efendim”

Öfke ense köküne baskı yapıyordu artık Barun’un. Bir ara gazete manşetlerinden düşmeyen çocuk ölümleri vardı. Hepsinin ölümü aynı sebeptendi. Uyuşturucu... Belki onları zehirleyenler bu adamlardı.

Daha fazla yerinde duramadı. Öfkeyle soluyarak yerinden ayaklandı. Gian da ayaklanırken koruması da bir adım öne çıkmıştı.

Ranvir de dizlerine vurarak yerinden kalktı “Başlıyoruz” diye mırıldandı ağzının içinde.

Barun olduğu yerde volta atarken bakışlarını Gian’a çevirdi. “Bana onları nasıl bulabileceğimi söyle”

“Bunu yapamam”

Barun masanın yanına yaklaşıp yumruğunu masaya vururken “Yapamam? Neden, canına mı susadın?” diye bağırdı en sonunda.

Gian istifini bozmadı. Kaşları çatıldı öfkeyle. “Beni tehdit mi ediyorsunuz Kaymakam Bey?”

Sadece birkaç saniye içerisinde Barun onun önüne gelmiş yakasından yapışıp bedenini arkasındaki duvara yaslamıştı. Alnındaki damar atıyordu artık öfkesinden.

Aynı saniyelerde Gian’ın koruması masanın ortasındaki silaha uzanmıştı. Ranvir ondan önce davranarak yumruğunu suratının ortasına geçirdi. Adam acı iniltisini bile çıkaramadan olduğu yere yığıldı anında. Bayılmıştı.

Ranvir fazla güç uyguladığına şaşırsa da bozuntuya vermeyip yumruğunu kendine çekti ve parmaklarının üzerine bir buse kondurdu. İstese o da silahını alıp ona doğrultabilirdi ama hiç onun dik bakışlarını çekemezdi şu an. Geldiğinden beri kıl olmuştu zaten bakışlarına.

Gian dehşet içinde yerdeki adamına baktı. Ardından korku eklenen küçük gözlerini kapıya çevirdi.

Barun onu sarsıp bakışlarının ona dönmesini sağladı. “Onları nerede bulabileceğimi söyle” dedi tek tek.

“Benim de başım yanar. Bunu yapamam” dedi Gian dişlerinin arasından. Yakasındaki elleri itmek isteyerek Barun’un kollarına asılmıştı ama karşılaştığı güç çok fazlaydı. Olduğu durumu kendine yediremedi.

“Başın yanar öyle mi? Sence ben sıradan bir devlet adamı mıyım Gian Ray?” diye tısladı yüzüne doğru. “Kendilerine Zehir diyen büyük uyuşturucu çetesini duymuşsundur. Hani şu bir türlü yakalanamayan büyük çeteden bahsediyorum”

Barun koyu renk gözlerinden kimlerden bahsettiğini bildiğini anladı. “Onları içeri tıkan kim biliyor musun? İçeri tıkmakla kalmayıp halk tarafından darp edilmesini sağlayan ve müebbet yediren kişi kim biliyor musun?” diye konuştu ürkütücü bir soğuklukla.

Gian’ın şaşkınlıkla kaşları havalandı. Karşısındaki adamdı tüm bunları yapan… Güçlükle yutkundu.

“O kişi benim… Sana da ne kadar ileri gidebileceğimi göstermemi ister misin?” dedi aynı ses tonuyla Barun ve başını yanındaki Ranvir’e çevirdi. “Ne dersin Ranvir, sohbetimize Gian Bey’in kızı ve eşi de katılsın mı?”

“Hayır!” diye atıldı Gian hemen.

Barun ona baktı. Kafasını sağa doğru yatırdı hafifçe “Neden? Belki bize kadın ticareti hakkında bilgi verirler? Ya da istersen torunlarını çağıralım, sizin malların kalitesini ölçeriz onlara deneterek. Ne dersin?”

Gian hiddetle ileri atılıp Barun’un kollarına asıldı tekrar. “Asla! Onların bu işlerle hiçbir bir ilgisi yok!”

Bunu öğrenmek istemişti Barun zaten. Ailesine acıdı. Kendi çocuklarının başına gelmesinden korktuğu şeyleri başkalarının çocuklarına yaşatıyordu ve belli ki asla vicdanı sızlamıyordu.

Barun tekrar sert ifadesine dönerken yakasındaki ellerini sıkılaştırdı. “Adi herif! İnsan olsaydın biraz olsun vicdanını dinler zehirlediğin çocukların ailelerini de düşünürdün”

“Ben sadece aracıyım!”

“Ne farkı var lan! Sonuç olarak bu işin içindesin!” Barun öfkeyle dişlerini sıkarken ona vurmamak için içinde büyük bir savaş verdi. Başlarsa durduramayabilirdi kendini. “Şimdi bana onları nerede bulabileceğimi söyle? Eminim başka mekanlarınızda vardır?”

Gian da dişlerini sıkarken öfkeli bakışları karşısındaki adamdaydı. Şu an bu adamdan onu kimse kurtaramazdı ama eğer bildiğini söylerse diğerlerine haber verip onların korumasını alabilirdi.

“Ulan illa silah mı dayayayım kafana!” diye konuştu Barun hiddetle.

“Tamam” dedi Gian söyleyeceğini belirterek. “Öncelikle beni bırakın”

Barun dik bir şekilde yüzüne baktı birkaç saniye. Ardından sesli bir nefes bırakırken sert bir şekilde bıraktı yakasını.

Gian kaşları çatık bir şekilde üzerine çeki düzen verdi. Şu yaşadıklarına inanamıyordu. Büyük Patron’a kafa tutmak isteyen bu adamın delirdiğini düşündü.

“Evet?”

“Bir mekân var… Belli tarih ve saatlerde buluşuyoruz orada. Herkes de giremiyor içeriye” dedi dik bir şekilde konuşarak. “Yani size söylesem bile içeri girmeniz mümkün değil”

“Sen yeri söyle, gerisine karışma” diye çıkıştı Barun.

“Pekâlâ. Mekân şehrin diğer ucunda Haryana kasabasında. İsmi Taakat. Ön taraf normal bir bar. Asıl buluşulan yer mekânın arka tarafı” diye açıkladı her şeyi.

Barun yumruğunu sıktı. Mekânın isminin anlamı güç demekti. Asıl güç neymiş gösterecekti onlara.

“Tarih, gün?”

“Virat son günlerde genellikle orada. Henüz toplu buluşma tarihimiz de belli değil” dedi Gian.

Barun doğruyu söylediğini anladı. Ancak bu tarz adamları tanıyordu. Bu odadan çıktıkları an Gian’ın telefonuna sarılıp onlara bu ziyaretinden bahsedeceğini biliyordu.

Bu tür pislikler birbirlerine güvenmezlerdi ama dışarıdan birine hiç güvenmezlerdi. En önemli özellikleri ise bencillerdi. Kendi paçalarını kurtarmak için her şeyi yaparlardı.

Bu yüzden buna dair bir uyarı yaparak nefesini boşa harcamadı Barun. “Bu seni ilk ziyaretim ama son olmayabilir Gian Ray. Ayağını denk al” diye konuştu sadece.

Ardından Ranvir’e bir bakış attı. Burada işleri bitmişti. Gian ona nefretle bakarken yumruklarını sıkıp gidişini izlemekten başka bir şey yapamadı.

Ranvir Gian’a bakarken “Umarım hala bana hayransınızdır Gian Bey?” diye konuştu soğuk sesiyle.

Gian’ın sert bakışları ona döndü. Ranvir gözlerinde gördüğü öfkeyle biraz olsun keyiflendi. Bakışlarıyla yerdeki adamını işaret etti sonra. “Elemanın burnu kırıldı sanırım, ayıldığında hiç üzgün olmadığımı iletirsiniz”

Ranvir sırtını döndü ve Barun’un yanındaki yerini aldı. Silahını beline koymamıştı çünkü hala tehlike arz eden yerden ayrılmamışlardı. Her ne kadar ihtimal vermese de duyuları sırtlarını döndükleri adam için tetikteydi.

Barun’un da ondan bir farkı yoktu. Sağ elini bedenine yakın tutuyordu. Odanın kapısını açıp dışarı çıktılar. Gian’ın dışarıdaki iki koruması içeride yerde yatan arkadaşlarını ve ayaktaki patronlarını görünce hemen silahlarına sarılmışlardı.

Aynı şekilde Barun’un korumaları da silahlarını çıkarmış Barun ve Ranvir’in önüne geçmişlerdi hemen.

“Gian Bey siz iyi misiniz?” dedi Gian’ın korumalarından biri. Sayıca az olsalar bile silahlarını indirmemişlerdi.

Gian ve Barun seslerini yükseltmelerine rağmen duvarların yalıtımlı olmasından dolayı dışarıdakiler hiçbir şey duymamışlardı. Bu yüzden şaşkındılar.

Gian elini kaldırdı ve iyi olduğunu belirtti. “İndirin silahlarınızı, bırakın gitsinler”

Evden de sorunsuzca çıkıp aynı sessizlik içinde sokağın köşesini dönerek arabaların yanına geldiler. Barun sinirle solurken gömleğinin düğmelerini açmış yakasını genişletmişti dayanamayarak. Aynı hızlı hareketlerle yolcu koltuğuna kuruldu hemen.

Ranvir de sürücü koltuğuna geçerken arabayı hemen çalıştırmadı. Barun gibi o da öğrendiklerini sindirmeye çalışıyordu. “Şu an geldiğimizi haber veriyordur” diye düşündüğünü sesli dile getirdi.

“Biliyorum”

“Mekâna gittiğimizde onları bulamama ihtimalimiz var yani. Bunu bile bile gidecek miyiz?”

“Virat orada olacak” dedi Barun soğuk sesiyle. Başını koltuğa yaslamış gözlerini kapatmıştı. Göğsü öfkeyle inip kalkıyordu. “Artık peşinde olduğumu arkasında nasıl bir gücün olduğunu bildiğimi öğrenecek. Kaçmak yerine bununla kafa tutacak bana. Kaçmak isteseydi bunu çoktan yapardı çünkü”

Arkadaşının haklı olması canını sıktı Ranvir’in. Konuştuğunda bunu sesine yansıtmadan edemedi bu yüzden “O zaman tuzak kurma ihtimalleri çok yüksek Barun”

“Kesinlikle”

“Ne yapacağız peki?”

Barun gözlerini aralayıp boş bakışlarını tavanda gezdirdi “Nisha… Bunu bana neden söylemedi sence?”

Ranvir’in içi burkuldu. Barun’un göstermese de hala ne kadar canının yandığını biliyordu. Şimdi bu öğrendikleri ise içine batıyordu emindi.

Bunların hepsi ise Virat yüzündendi. Dişlerini sıktı öfkeyle “Kim bilir nasıl korkuttu onu o*uspu çocuğu? Nisha’nın haberi bile yoktu belki de poşetin içinde ne olduğunun” diye konuştu hiddetle.

Barun duruşunu bozmadı. Bu üzerine çöken sakinlik Ranvir’i hem korkuttu hem de üzdü. Barun yutkunurken “Ona da madde… kullandırtmış mıdır?” diye sordu kısılan sesiyle. Ranvir ağzının içinde küfretti bu defa. “Ben bunu nasıl göremem Ranvir?”

“Öyle bir şey olsa… sen görmesen bile annesi görürdü Barun. Hem bu anlaşılmayacak bir şey değil, biliyorsun” diyerek arkadaşının içini biraz olsun rahatlatmaya çalıştı.

Barun yorgun bir nefes bıraktı. Gözlerini kapattı tekrar. Artarda yutkundu ama boğazındaki yumru geçmedi. Ranvir onun düşünceleriyle yalnız kalmak istediğini anladığı için süren sessizliğine ortak oldu.

Arabayı çalıştırdı ve yola koyuldular. Bir süre sonra Barun kafasını kaldırmış yerinde dikleşmişti. Telefonunun sesini açarken Ezgi’nin ailesinden arama var mı diye baktı ilk. Ancak yoktu. Evden de bir arama olmadığına göre durumunun iyi olduğunu düşündü. Halil amca aramıştı sadece. Muhtemelen neden yemeğe gelmediklerini soracağını düşündü Barun. İç geçirdi.

Gözleri saate kaydığında Neha’nın verdiği sürenin kırk dakikasının geçmiş olduğunu fark etti. Ranvir de ilk ona bakmıştı ama uğraştıkları mesele ağır bastığı için çoktan içinde karısının gönlünü alma planları kurmaya başlamıştı.

“İlk size gidelim, senin vakit daralmış. Ben kendim geçerim eve” diye konuştu Barun durgun sesiyle.

“Sorun değil, Neha’yı dert etme”

“İkiletme Ranvir” dedi bıkkınlıkla Barun.

Ranvir yarım ağız güldü “Arkadaşının sokaklara atılmasına gönlün razı gelmedi değil mi? Boşuna kardeşim demiyorum işte. Helal olsun sana!” diye yükseldi.

“Kızlarına dua at sen” dedi Barun oyununu sürdürerek. Aksine sesi oldukça keyifsizdi.

Ranvir’i bırakıp yalnız devam ettiği yol boyu kafasında Nisha ile olan anıları dönüp dolaştı. Canı mümkünmüş gibi daha çok yandı. Ne kaçırmıştı? Neyi görememişti? Düşünmekten kafayı yemek mümkünse onun için bu an meseleydi.

 

EZGİ KAYHAN

Üşüyordum. Çenem kasılmış ağzımı açamıyordum. Etrafıma baktığımda bir mezarlıkta olduğumu gördüm. Etraf kasvetli bir karanlığa gömülmüştü. Babamı aradı gözlerim ama onu bulamadım. Herhangi birini görmeyi bekledim ama yoktu. Onun sesini duydum sonra. Barun’un… Ne söylediğini anlamıyordum. Sesi çok uzaklardan geliyordu ama sesindeki hüznü göğüs kafesimin ortasında hissetmiştim. Ona seslenmek istedim ama ağzımı açamadım yine.

Birden ayağım bir şeye takıldı ve yere düştüm. Dizlerim ve avuçlarımın içi sızlarken yüzümü buruşturmuştum. Bu bana paraşütle atladığım günü hatırlatmıştı. Kafamı kaldırdığımda karşımda gördüğüm manzara yüzümdeki ifadenin donmasına sebep oldu.

Bir mezarın önüne düşmüştüm. Sorun bu değildi. Sorun mezarın üzerine başını yaslayıp ağlayan Hicran yengemdi. Büyük bir korkuyla mezar taşına döndü gözlerim.

Yiğit Kayhan.

Nefes almayı bıraktığımı düşündüm o an. Gözyaşlarım bu anı bekliyormuş gibi yanaklarımdan süzülmeye başladılar. “Hayır” kesik bir nefes verdiğimde başımı iki yana sallıyordum.

Bu da bir kâbus olmalıydı. Öncekiler gibi bu da bir kabustu sadece.

O an yalnız olmadığımızı fark ettim. Üzerimize düşen gölgeleri gördüğümde kafamı kaldırdım. Herkes buradaydı. Babam, annem, Oğuz abim ve Alperen… Hepsinin yüzünde büyük bir hayal kırıklığı ile bana bakıyorlardı. Nefes alamadım. Elim acıyla boğazıma gitti.

Gözlerimi kapattığımda başımı hala hafifçe iki yana sallıyordum. Hayır. Bu gerçek değildi. Abim yaşıyordu. Yaşayacaktı.

“Ezgi”

Hicran yengemin acılı feryadı çınladı kulaklarımda. Yerimde korkuyla titredim. Daha çok üşüdüm.

“Ezgi, canım aç gözlerini” kolumda ve yüzümde bir el hissettim. Herkes gitmişti. Mezarlık kaybolmuştu. Göz kapaklarımı aralamaya çalıştığımda gözlerime vuran aydınlık karanlığın kaybolmasına sebep olmuştu. “İyi misin canım? Sadece bir kabustu”

Yerimde doğrulmaya çalıştığımda sağ elim hızla inip kalkan göğsüme doğru gitmişti. Gözlerim acıyla kapandığında havaya muhtaçmışım gibi nefes alıp veriyordum. Kolumdaki el omzuma çıkmıştı. Boğazım yanıyordu sanki. Artarda birkaç defa yutkundum.

Gözlerimi tamamen açtığımda karşımda Aisha’yı gördüm. Benimle konuşan oydu. Gözlerinin içi kızarmış hatta şişmişlerdi. Hüzünle bana bakıyordu.

“Su” kesik nefeslerim arasından konuştuğumda yerinden hareketlendi ama sol tarafımdan gelen sesle Barun’un da hala odada olduğunu anladım. En son o da buradaydı çünkü.

Dönüp bakamadım ona ama önüme su dolu bardak uzandığında gördüğüm el ile onun Barun olmadığını anladım. Parmakları uzun değillerdi. Tırnak şekilleri farklıydı. Bardağı alırken tenlerimiz değdi ve hissettiğim sıcaklık kesinlikle ona ait değildi. Onun elleri hep soğuktu.

Suyu kana kana içtiğimde sanki içimde bir yangın vardı da onu söndürmeye çalışıyordum. Nefes alışverişlerim düzene girmeye başlamıştı.

Bardağı geri uzatırken başımı o tarafa çevirdim sonunda. Onun oturduğu tekli koltukta şimdi Akash oturuyordu. Onun da gözlerinde hüzün vardı. Bardağı elimden alırken teşekkür edercesine baktım yüzüne. Bunu anlayıp başını eğdi hafifçe.

Barun nereye gitmişti?

Adam kaç saattir etrafımızda zaten, yeterdi.

Tekrar Aisha’ya döndüğümde “Ne zamandır uyuyorum, saat kaç oldu?” diye sordum, sesim çatallaşmıştı bu yüzden kısık çıkıyordu.

Oğuz abim ile yaptığımız konuşma geldi aklıma. İçimdeki sızı kendini belli etti. Ona sakladıkları için kızmamıştım. Üzerindeki yüklerin farkındaydım. Ne kadar zorlandığının da… Ona sarılma isteğiyle her bir hücrem kavrulmuştu ama ağlamaktan başka hiçbir şey yapamamıştım.

“Çok olmadı, kırk dakika falan” dedi Aisha ve uzanıp sevgiyle yanağımı okşadı.

“Annemler aramadı mı?”

Dudakları üzgün bir şekilde büküldü. Cevabımı almış oldum. “Ateşin yeni düşmeye başladı. Akash abim bir duş alsan daha rahat edeceğini söylüyor. Bu yüzden uyandıracaktım seni ama sen önce davrandın”

Aklıma gördüğüm kâbus gelirken yerimde titredim. Gözlerimi kapattığım an kötü şeyler görmeye devam ediyordum. Bu yüzden gözlerimi kapatmaya korkar hale gelmiştim ama bedenim iflas bayraklarını çekmiş durumdaydı.

“Ağrın var mı Geeta?” Akash’ın sesi düşüncelerimi bölerken ona baktım. Gözlerimin buğulandığını o zaman fark ettim.

Alnımdaki yarayı soruyordu ama benim göğsümde bir yara vardı. Ağrısı geçmiyordu.

Başımı iki yana salladım. Alnımdaki sızıyı hissetmiyordum artık. Üzerimdeki ağırlık yerindeydi ama. Çok yorgun hissediyordum.

Aklıma Mahit ve Aamir geldi. Öğrendiklerim karşısında şaşırmış olsam da üzüntüm daha ağır basmıştı. Onlara kızmamıştı hiç. Canım yanmıştı ama şu an kendim umurumda olan son şeydi.

Mahit’in kardeşini korumak istemesi içime dokunmuştu. Aamir de bir o kadar değer veriyordu ona. Sesimi annesinin sesine benzettiği için ağlaması ise kalbimi burkmuştu. Gözlerindeki özlemi görmüştü. Bu bana Barun’u hatırlatmıştı ona bakarken.

En çok kalbimi kıran ise beni Barun’un onlarla tanıştıracağı yeni arkadaşları sanmalarıydı. Koyu kahvelerine baktığımda o kişinin Nisha olduğunu anlamıştım.

Akash’ın gözleri Aisha’ya döndüğünde “Yarasına su değmemesine dikkat edin. Başka bir sorun olursa odamdayım ben” dedi ve Aisha’nın onu onayladığını gördüğünde koltuktan ayaklandı.

Gözleri bana döndüğünde minnetle tebessüm etmeye çalıştım yine. O da onca işinin arasında benimle ilgileniyordu. Kendimi onlara karşı da çok mahcup hissediyordum. Bunu anlayıp tebessüm etti o da. Ardından odadan çıkıp bizi Aisha ile yalnız bıraktı.

“Sana duş alırken yardımcı olmamda bir sorun var mı? Eğer istemezsen sorun değil kendin de alabilirsin”

Bakışlarım konuşan ona döndü. Yeşillerinde onu derinden üzen bir hüzün vardı. Benim durumum mu onu bu kadar etkilemişti yoksa başka bir şey mi olmuştu merak etmiştim.

Sorup sormamakta kararsız kaldığım için “Sorun yok ama duş almak istemiyorum. Hiç halim yok” dedim sadece.

Kaşları çatılırken yerinde hareketlendi. “Maalesef öyle bir şansın yok. Duş alacaksın hatta sonrasında yatağa girmene bile izin vermeyeceğim.” Ben ona şaşkınlıkla bakarken o yataktan çıktı ve benim de kolumdan tutup yüzüme hadi der gibi baktı.

Sesli bir nefes bırakırken bacaklarıma kadar inmiş örtüyü tamamen kaldırıp onun ardından yataktan çıktım. Ayağa kalktığımda bir an başım döner gibi oldu. Aisha’nın koluna tutunduğumda o da bunu anlayıp koluma girdi. Birlikte banyoya doğru ilerledik. Banyodan içeri girdiğimizde Aisha beni sol tarafta kalan klozetin üzerine oturttu.

“Bekle ben temiz iç çamaşırı ve elbise getireyim sana” deyip bir şey söylememe kalmadan banyodan geri çıktı.

Öylece karşı duvarı izlerken çok geçmeden Aisha geri geldi. Elindeki kıyafetleri karşıda kalan yarım dolabın üzerine koydu. Ardından onun yanındaki uzun dolaptan benim kullandığım havlu ve lifi çıkardı. Bana doğru döndüğünde onu izlediğimi gördü. Önüme gelip tekrar ayağa kaldırdı beni. Üzerimdeki gömleğin düğmelerini açmaya başladığında kendimi çocuk gibi hissetmiştim.

Üzerimde sütyenle kaldığımda ürperdim. Onun karşısında çıplak kalacak olmak nedense utandırdı o an beni. Ama utancımdan çok onun böyle uğraşması içime dokunmuştu. Kendimi yine kötü hissetmiştim.

Ellerini yakalayıp tuttuğumda gözlerinin içine mahcupça baktım “Aisha, aslında hiç uğraşma sen ben kendim halledebilirim”

“Emin misin? Benim için sorun yok gerçekten” dedi anlayışla yüzüme bakarken.

Ellerini daha sıkı tuttum ve başımı salladım “Eminim. Çok teşekkür ederim yanımda olduğun için”

Tebessüm ederek “Peki o halde sen nasıl istersen. Yarana dikkat et ama unutma. Bir sorun olursa seslenmen yeterli” dedi. Ben de tebessüm etmeye çalışarak onu onayladım.

Banyodan çıktığında birkaç saniye öylece ayakta dikildim. Kendimi zorlayarak hareket ettim ve üzerimde geri kalan kıyafetleri çıkardım. Bedenimin titremesi arttı. Hızlıca ılık bir duş aldım. Saçlarıma şampuan sıkmamış sadece ensemden aşağısına su tutmuştum. Duşakabinden çıkıp bedenimi kurularken titremekten dişlerim birbirine çarpıyordu. Gözüm açılmıştı ama. Kendimi daha iyi hissetmediğimi inkâr edemezdim.

Aisha’nın getirdiği iç çamaşırlarını ve beyaz şalvarlı geceliği giydim hemen. Küçük bir havluyla saçlarımın ıslaklığını aldıktan sonra yorganın altına girme isteğiyle çıktım hızlıca banyodan.

Aisha yatakta benim tarafımda oturuyordu. Beni görünce ayaklandı. O bana ilerlemeden ben onun yanına gittim ve daha fazla bedenimi ayakta tutamıyormuşum gibi kendimi yatağa bıraktım.

“Saçlarını kurulamamışsın?”

“Böyle iyi” dedim titreyen sesimle. Ellerim çıplak kollarımı sardığında titrememi durdurmaya çalışıyordum.

Kafasını iki yana salladığında adımları banyoya ilerledi. Dayanamayıp yerime doğru uzandım bende yine ve üzerime battaniyeyi çektim. Cenin pozisyonuna gelirken battaniyeyi çeneme kadar çekmiştim.

Aisha banyodan elinde saç kurutma makinesiyle çıktığında beni öyle görünce kaşlarını çattı. “Şu andan itibaren yatağa girmek yasak sana, kalk bakayım”

“Üşüyorum” dedim söylediğine karşı çıkarak. Buna pek aldırış etmeden karşımda dikilmeye devam etti.

Kalkmadığımı gördüğünde üzerime eğilip battaniyeyi çekti. Ona direnecek gücüm olmadığı için bu hareketine karşı çıkamadım. Yatakta oturur pozisyona gelmemi sağladı ve getirdiği makinenin fişini yatağının yanındaki prize taktı.

Makineyi çalıştırıp saçlarımı kuruladı. Normalde bu tarz şeyler için saçlarıma kimseyi dokundurmazdım. Saçlarımın uçlarını annem alırdı. Kaküllerimi uzayınca ben kısaltırdım. Öreceksem kendim örer ya da kendim bağlardım. Saçlarım konusundaki hassasiyetimi çevrem bilirdi.

Ancak şimdi ona karşı çıkmaya gücüm yoktu. Sesimi çıkarmadan alttan yüzünü izledim bu yüzden. Her zamanki neşesi yoktu. Gözleri dalgın bakıyordu. Benim için böyle olsa bile daha önce bunu belli etmemişti. Başka bir şey olmuş gibiydi.

Kurulama işi bittiğinde makineyi prizden çıkardı. “Aisha” seslenmemle gözleri yüzüme döndü. Yorgun bakıyordu. Ancak bu ruhsal bir yorgunluk gibiydi. “Sen iyi misin?”

Gözlerini kaçırdı. Tebessüm etmeye çalışırken oldukça becerikliydi “İyiyim”

Yüzüne bakmaya devam ettim. Bakışlarımı fark etti ama dönüp bakmadı. Makineyi bırakmak için banyoya gitti tekrar. Sorularımdan kaçtı ilk defa. Kesinlikle bir şey olmuştu ve bu onu çok üzmüştü.

Tekrar karşıma geldiğinde “Haydi kalk” dedi.

Kaşlarım hafifçe çatılmış yüzüne bakarken “Nereye?” diye sordum.

“Mutfağa. Tatlı yapacağım ve sende bana yardım edeceksin”

Şaşkınlıkla yerimden hareket etmezken o bana doğru eğilip kolumdan tuttu ve beni ayağa kaldırdı.

“Aisha ben odadan çıkmak istemiyorum gerçekten” dedim en sonunda.

Tamam tatlı yapılma ve yenme saatlerini sorgulamazdım ama şu an hiç keyfim yoktu. Halim de yoktu.

Söylediklerimi duymuyormuş gibi koluma girip beni kapıya yönlendirdi. “Maalesef öyle bir şansın yok”

Tüm itirazlarıma rağmen beni odadan çıkardı. Saat kaç olmuştu bilmiyordum ama dokuzu geçtiği muhtemeldi. Merdivenlerden inerken birçok ses çalındı kulağıma. İkinci kattaki oturma grubunda Barat amca ve Saras abi televizyon izliyorlardı. Ekrana öyle dalmışlardı ki bizi fark etmediler bile. Zemin kata indiğimizde hanımların hepsi buradaki büyük salondaydı. Babaanne bile vardı ve bugün keyfi yerinde görünüyordu.

Bizi fark ettiklerinde kısa bir sessizlik yaşandı. Aisha başını hafifçe eğip Hintçe bir şeyler söyledi ve beni direkt mutfağa yönlendirdi. Bizim arkamızdan Aastha abla ve Nalini girdi mutfağa.

“Geeta daha iyi misin tatlım?” Aastha abla elini koluma koyarak yüzüme baktığında gözlerindeki endişe ve şefkat içimi sıcacık yapmıştı. Nalini’nin de aynı bakışlar ile bana baktığını gördüm.

Gülümsemeye çalışırken “İyiyim. Üzgünüm sizi korkuttuysam” diye konuştum.

Başlarını iki yana sallarken gülümsediler onlarda. Minnetle baktım gözlerinin içlerine.

Aastha ablanın bakışları sağımdaki Aisha’ya da değdiğinde “Bir şey mi çekti canınız? Söyleyin ben yapayım?” diye sordu. Tebessümüm büyürken içimde ona sarılma isteği berildi.

“Sağ ol yengem sen zahmet etme ben halledeceğim. Geeta da bana yardım edecek” dedi ve onun da gülümsediğini gördüm.

Bu buruk bir gülümsemeydi ama minnet doluydu. Aralarında bir bakışma geçti ve birbirlerini anladılar. Aastha abla bu yüzden daha fazla üstelemedi. Bir şeye ihtiyaçları olursa onu çağırmamızı söyledi. Nalini de kahvesi bitince yanımıza geleceğini söyledi ve ikisi de mutfaktan geri çıktı.

Aisha orta tezgâhın çevresindeki yüksek taburelerden birini çekti “Otur bakalım”

İkiletmeden sandalyeye oturduğumda o da sırtını bana dönüp dolapları karıştırmaya başladı.

“Ne yapacağız?” sesim heyecanlı değildi ama meraklıydı. Titremem biraz geçmişti.

“Jalebi” diye yanıtladı beni. O tatlıyı biliyordum. Aklıma Barun gelmişti.

“Tatlı yapmak sana iyi mi hissettiriyor yoksa canın mı çekti?”

Derin bir nefes aldığında geniş bir tencereyi ocağa yerleştiriyordu. “İkisi de değil. Mutfağa pek sık girdiğim söylenemez” elleri duraksadı ve durdu birkaç saniye öyle.

Tekrar konuştuğunda sesindeki hüznü hissetmiştim. “Abim tatlı yemeyi pek sevmez ama çocukluğundan beri Jalebiye hayır demezdi. Sadece annemin tarifiyle yaptıklarını yerdi ama. Benden başka kimse bilmiyor onun nasıl yaptığını. Abim uzun zaman sonra benden bir şey istedi bugün”

Yutkunmaya çalıştım. Restoranda da bu yüzden yememişti. Ondan Jalebi yapmasını mı istemişti gerçekten? İçim burkuldu.

Aklıma gelen başka bir detayla dudaklarım aralandı “Kavita’nın düğünündeki Jalebileri de sen mi yapmıştın?”

Terastaki ilk konuştuğumuz an canlandı kafamda. Tepsisinde Jalebi vardı. Onları da benimle paylaşmıştı. Aisha’nın yaptığını biliyor olmalıydı ki yemişti ondan.

“Evet, ben yapmıştım?” sesindeki merakla bana doğru döndüğünde kaşlarının hafifçe çatılmış olduğunu gördüm.

“Uzun zaman olmamış o zaman. O gün senin yaptığını biliyordu sanırım çünkü tatlıdan alıp yediğini gördüm”

Gözlerinde bir şaşkınlık peydah oldu. Bakışlarını kaçırıp yere diktiğinde düşüncelere dalmış gibiydi ya da o güne gitmişti. Yutkunduğunu gördüm “Gerçekten yedi mi?”

Bu şaşkın hali içimi yumuşatırken “Evet, yedi. Hatta benimle de paylaştı. Bende ilk o zaman yemiştim” diye konuştum.

Gözleri gözlerime çıktığında daha büyük bir şaşkınlıkla karşılaştım. “Seninle mi paylaştı?”

Kafamı sallayıp onu onaylarken kaşlarım hafifçe çatılmıştı. Bunu görüp dudaklarını araladı tekrar “Annem gerçek tarifi yanlış yaptığı için tadı farklıydı. Sonra düzeltmek istedi ama abim hep önceki halinden istedi. Annem de ona öyle yapardı ve o tatlılarını kimseyle paylaşmazdı.”

Duyduğum gerçek kaşlarımın eski haline dönmesine sebep olurken ne hissedeceğimi bilemedim. Dudaklarımı yalarken o günü düşündüm. “Bende tatlı yemeği ve yapmaya bayılırım. O gün tatlı zannedip birkaç yiyecek koymuştum tepsiye ama hiçbiri tatlı değilmiş. Öyle söylemişti ve bu yüzden vermiş olmalı”

Tepsimdeki Jalebiler geldi gözümün önüne. Bende zaten vardı. Bunu Aisha’ya söylemedim. Sahi neden vermişti bana kendi tatlılarını? Üstelik o sıra bana güvenmiyordu da?

Belki de yiyemedi ve israf olmasın diye bana vermeyi uygun görmüştü.

Aisha ağır ağır kafasını sallarken o da hala düşünceli gözüküyordu. Ardından toparlanıp tekrar malzemeleri ayarlama işine döndü. Büyükçe bir kabı önümdeki tezgâha koydu. İçine tatlının malzemelerini koyup yoğurmaya başladı.

Bana henüz bir şey yapmamı söylememişti. Gözleri dalgındı ve yüzünden canını sıkkın olduğunu anlamamak elde değildi. “Aisha” ona seslenerek aramızdaki sessizliği ben bozdum. Gözleri usulca bana döndü. “Canın sıkılmış. Bir şey mi oldu?”

Omzunu silkerken tebessüm etmeye çalıştı “Önemli değil. Sen bir de beni dert etme lütfen” dedi mahcup bir sesle.

Kaşlarım çatıldı. Abimin durumu yüzünden böyle düşündüğünü anlamak canımı sıktı. “Sen benim derdime ortak oluyorsun bende seninkine ortak olmak istiyorum” dedim kararlı olduğumu belli eden ses tonumla.

Elleri duraksarken tam gözlerimin içine baktı. Anlatmak isteyen bakışlarını gördüm. Bu derdini daha önce hiçbir arkadaşına anlatmadığını da anlamıştım. Gülümsemesine aynı şekilde karşılık vermeye çalışırken aynı zamanda ona cesaret vermesini istedim.

“Konu abim” dedi, gözlerindeki ışık parlaklığını kaybetti. Önündeki hamurla ilgilenmeye devam ederken bakışlarını da kaçırıp önüne dikmişti. “Aramızın kötü olmasının sebebinin benim yüzümden olduğunu söylemiştim. Ben bir hata yaptım… Âşık oldum. Âşık olmam hata değildi belki ama yanlış kişiye âşık olmuştum… Abim her zamanki gibi beni düşünüp korumaya çalışırken ben ona güvenmedim. Ona sırtımı döndüm. Ağır laflar söyledim. Onu kırdım. Hem de çok kırdım... İşin en kötü tarafı da bunu göremedim”

Sesi titredi. Alt dudağım üzgünce bükülürken duyduklarım içimi acıttı. Aisha’nın her kelimesinde omuzları biraz daha düşerken sol gözünden bir damla yaş yanağına doğru süzüldü.

“Gerçekleri görmem zaman aldı. Pişman oldum ama zamanı geri alamazdım. Abim ise istediğim gibi çoktan uzaklaşmıştı benden… Açtığım mesafeyi kapatmak istedim. Ancak buna cesaret edemedim. Yüzüne bile bakamıyordum… Birkaç defa konuşmak istedim ama izin vermedi. Sağlam duvarlar örmüştü, aşamadım hiçbirini ve tekrar eskisi gibi olacağımıza olan inancımı kaybettim”

Elinin tersiyle yanağına süzülen yaşları sildi. Ardından bana baktı ve gülümsedi. “Sonra sen geldin… Onunla tekrardan iletişimde kalmamı sağladın. Senin ne olursa olsun ailen için savaştığını görmek bana yine güç verdi. En önemlisi tekrar umut verdin…”

Şaşkındım. Benim meselemden önce birbirleriyle konuşmuyorlardı. Belki yüzlerini bile görmüyorlardı ama şimdi her şey çok farklıydı. Gözlerim dolmuştu. Ben onun şefkatiyle güç bulmuşken o da benim umudumla güç bulmuştu. Ona bu şekilde dokunduğumu bilmek içimi sıcacık etti o anda. Bu sefer gerçekten gülümsedim ona bakarken.

Yaşlı yeşillerini tekrar önüne çevirdiğinde “Eve sık uğramazdı önceden. Gelirse akşam geç gelirdi, sabahta erkenden çıkardı” diye konuşmaya devam ederken yutkunduğunu gördüm. “Bizi hayatından çıkardığı gibi yeni kimseyi de almıyordu. Son zamanlarda biraz daha ılımlıydı bize karşı. Nisha hayatındaydı. Nasıl etkilemişti onu bilmiyorum ama ona iyi geldiği barizdi. Onu yanına almak istemesi ne kadar yalnız hissettiğini hatırlattı tekrar bana”

Nisha ile olan bağını kimse bilmiyordu. Bana anlatmasını o an değil ama sonra sorgulamıştım. Şimdi bunu yalnız olduğu için yaptığını düşünmek yüreğimdeki sızıyı arttırmıştı.

“Oynadığınız oyun yüzünden sana ayak uyduruyordu bu yüzden onu daha sık görmenin verdiği şansla onunla konuşmaya çalıştım ama olmadı. Hep bir şey çıktı.” Konuşmaya devam ederken arkasındaki tezgâha döndü ve musluğu açıp ellerini yıkadı. Ardından ocağın üstündeki tencerenin altını açtı. Tekrar bana doğru döndüğünde masanın üzerindeki malzemelerden sıkma poşetini aldı eline ve büyük bir kaşıkla hazırladığı hamuru onun içine doldurmaya başladı. “Az önce sen uyuduğun sırada konuştum onunla”

Gözleri yine dalmıştı. Sesi kırgın geliyordu. Devam etmesini bekledim ama o susmaya devam etti. Belli ki hiç iyi geçmemişti bu konuşma. Kızarıklığı yeni yeni geçmeye başlamış burnuna baktım. Ağlamıştı ve bu sadece bana üzüldüğü için değil aralarında geçen bu konuşma yüzündendi.

“Ne söyledi?” diye sorarak onu tekrar buraya döndürdüğümde kirpiklerinde asılı kalan yaşlar usulca süzülmeye devam etti.

Buna daha fazla dayanamadım ve oturduğum yerden kalkıp yanına geçtim. Kaşığı tutan elini tuttum. Daha sonra diğerini. Onları elinden alıp masaya bırakırken arkasında kalan sandalyeye oturttum onu. İtiraz etmedi. Başını eğerken ellerini yanaklarına kapattı. Ona biraz süre verirken bende kaşığı elime alıp yaptığı işi devam ettirdim.

“Yaptıklarımın arkasında durmamı söyledi” diye konuştuğunda bakışlarım ona döndü ama onun bakışları kucağına indirdiği ellerindeydi. “Bana kızacağını hatta bağıracağını düşündüm ama o gayet sakindi. Keşke bağırıp çağırsaydı kendimi daha az suçlu hissederdim”

Ona kızgın değil kırgındı. Aisha’ya olan bakışlarında görmüştüm bunu. Cenaze töreni akşamı eve döndüklerinde ağlayarak ona koşan Aisha’yı gördüğünde gözlerindeki endişeyi de görmüştüm. Onu hala seviyordu. Ona hala değer veriyordu. Ancak onu gerçekten çok kırmış olmalıydı ki bu her şeyden daha ağır basıyordu.

“Boşuna çabalıyorum belki de. O da öyle söyledi… Hiçbir zaman eskisi gibi olamayacağız” sesi titrediğinde boynu daha çok büküldü.

Sol gözümden bir damla yaş aktı. Çoktan bırakmıştım elimdekileri. Önüne doğru adımladım ve kollarımı bedenine sardım.

Başını göğsüme yaslarken derin bir nefes alıp verdim. Ağzından küçük bir hıçkırık kaçtı. Sessiz ağlayışının hızlandığını hissettim. Bir elim sırtını okşadı yavaşça. Onun elleri belime sıkıca sarılmıştı. Annesine ihtiyacı olan bir kız çocuğundan farksızdı yine o an benim için. Kollarımı sıkılaştırdım ve gözyaşlarım ona eşlik ederken yanağımı saçlarına yasladım.

“Herkes hata yapabilir Aisha. Önemli olan senin bunun farkına varman ve affedilmek için çaba harcaman” başımı kaldırdım ve saçlarının arasına bir buse kondurdum. Derin bir nefes alıp verdim tekrar. “Açtığımız bazı yaraları telafi etmek zordur. Özellikle o kişi canımızdan çok sevdiğimiz biriyse daha zor. Sen daha önce de söylediğim gibi vazgeçme olur mu? O da anlayacak ve görecek en sonunda gerçekleri.”

Göğsüme daha fazla sokulurken bir süre öyle durduk. Ağlayışı iç çekişlere döndüğünde ellerimi omuzlarına getirip onu kendimden uzaklaştırdım ve yüzünü ellerimin arasına aldım. Burnu ve gözlerinin içi kızarmıştı yine.

“Bilmiyorum duydun mu ama bizim orada sabrın sonu selamettir derler” usulca yanaklarını kurularken buruk bir şekilde tebessüm ettim. “Sabret güzelim. Her şey elbet yoluna girecek”

Bunu kendime de tekrar ediyormuş gibi hissettim o an. Onunla birlikte tekrar buna inandım. Tebessümüme aynı şekilde karşılık verirken gözlerinde birçok duygu vardı ama en baskın olanları hayranlık, minnet ve derin bir özlemdi.

İnsan kaç yaşında olursa olsun bir annenin şefkatli kollarına ve bir babanın gölgesine ihtiyaç duyuyordu.

Onu iyi anlayamazdım belki ama annesi yerine sarar onun yerine dinlerdim. Şu an olduğu gibi. O da bunun farkındaydı ve bu yüzden böyle bakıyordu.

Ellerimi ondan uzaklaştırıp toparlanması için ona biraz süre verdim. Bu sırada arkamı dönüp diğer sıkma poşetini elime aldım ve hamuru doldurmaya devam ettim. Yerinden ayaklandığında arkamda kalan tezgâha yöneldi ve suyun sesini duydum. Yüzünü yıkadığını düşündüm. Elimdeki poşette bittiğinde diğerini de elime alıp ona doğru döndüm.

O da bana dönmüştü bu sırada. Yüzündeki su damlaları yere damlıyordu. Daha iyi hissetmesini umdum ki bakışları bunu doğruluyor gibiydi.

Bana yaklaştı ve elimdeki poşetten birini aldı. “Tatlının en eğlenceli kısmını yapmaya hazır mısın?” diye sordu, sesi ağladığı için çatallaşmıştı ama canlıydı.

Ona yakıştırdığım haline döndü hemen. Yine onun kadar keyfim yoktu ama onu bozmak istemedim. “Hazırım”

Ocaktaki tencerelerin önüne geçtik. Aisha’ya yakın olan soldaki tencerede yağ olmalıydı ki kızmış ses çıkarıyordu. Diğeri de yarısına kadar doluydu.

“Şimdi tatlıya şekil verip kızartacağız sonra onları alıp bu tenceredeki şerbetin içine koyacağız” dedi benim önümdekini göstererek. Kafamı sallayarak onu onayladım.

Yağ olan tencereye doğru eğilip tatlıyı yapmaya başlarken ilkinde nasıl yaptığını görmek için onu izledim. Yağın üzerinde spiral bir şekil çizdi. Aynısından birkaç tane daha yaptı.

Ardından bana dönüp “Hadi dene, istediğin şekli yapabilirsin bu arada” diye konuştu. Dudaklarında gerçekten bundan eğlenen bir tebessüm vardı.

Yanına daha çok yaklaşıp bende onun gibi spiral bir şekil yaptım. Bir tane daha aynısından yaptığımda bu gerçekten hoşuma gitmişti. Bir tane çiçek çizdim sonra. Bir tane daha. Ve bir tane daha.

Bu aklıma kırılan bilekliğimi getirdi o an. Uçakta uyurken rahatsız etmesin ve başına bir gelmesin diye çıkarmış cebime koymuştum. Orada olduğunu tamamen unutmuştum…

Uyanıp onu yeşil bileziklerimin yanında gördüğümde hatırladım varlığını. Başta oraya nasıl geldiğini anlayamadım. İlk gün Aisha yıkanması için kıyafetlerimi almıştı. Muhtemelen çalışanlar pantolonumun cebinden bulmuş ve odaya bırakmışlardı.

Dolu gözlerimle bilekliği elime aldığımda ise çiçek figürünün olmadığını gördüm. Düştükten sonra mı yoksa çalışanlar fark etmeden yıkadıkları için mi kopup kaybolmuştu bilmiyordum. Ancak bu canımı fazlasıyla yakmıştı.

Barun anlamıştı neden ağladığımı. Büyük ellerinin verdiği his hala parmaklarımdaydı sanki. Bilekliği elimden almış ve tamir edeceğine dair söz vermişti.

Şimdi nerede olduğunu merak etmeden edemedim. Uyuyordu belki de ya da çalışıyordu.

Yağın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Aisha bu sırada kendi yaptıklarından kızarmış olanları süzgeç bir kaşıkla alıp şerbetin içine koyuyordu. Ona da yer bırakmak için beklerken o şekil vermeye geçtiğinde şerbete koyma işini ben devraldım.

Şerbette birkaç saniye durması yetiyordu sonra ocağın yanındaki büyük bir tepsiye alıyorduk tatlıları. O kendi şeklini yapmaya devam ederken bende içimdeki buruklukla çiçek şeklinde yapmaya devam ettim. Gerçekten çok hoş duruyordu.

Nalini yanımıza geldiğinde şerbetten çıkarma işini o devraldı. Benim yaptığım çiçekleri görünce şaşkınlık dolu bir nida döküldü dudaklarından “Bunlar çok tatlı olmuş ama” diye konuştu ardından kendi söylediğine gülerken “Gerçi tatlı zaten” dedi. Aisha da bu söylediğine gülerken bende tebessüm etmiştim.

Nalini herkesin odasına çekildiğini söylemişti. Sadece gençler kalmış ve bizi bekliyorlarmış. Bunu ben iyi hissedeyim diye yaptıklarını anlamıştım. Bozmadım ve onlara ayak uydurdum. Poşetlerdeki hamur bittiğinde masadaki kaptan tekrar doldurduk. Bu sırada Aastha abla da yanımıza uğradı. Birkaç kâseye çerez hazırlayıp içeriye götürdü.

Tatlının yapımı bittiğinde ben son çiçeğimi yaparken Aisha’nın hamuru bitmiş olmalı ki geri çekilmişti. Tezgâhın altındaki dolaplardan başka bir tepsi çıkarıp üstüne bardak çıkarmaya başladı.

Aastha abla bir daha gelmedi. Zaten işimiz bitmiş sayılırdı. Nalini’nin telefonu çaldığında mutfaktan ayrıldı ve son kalan tatlıları şerbetten ben çıkardım. Aisha’nın buzdolabından çıkardığı uzun bir şişedeki sıvıyı bardaklara doldurduğunu gördüm.

“O nedir?” diye sorduğumda elimi yıkamış ona doğru dönmüştüm.

Son bardağı da doldurup yerinde doğruldu. “Şerbet”

“Şeker komasına gireceğiz. En sevdiğim” dedim sesimi coşkulu çıkarmaya çalışarak. Bu dediğime güldüğünde dudaklarımdaki tebessüm büyümüştü. “Teşekkür ederim Aisha. İyi hissedeyim diye bunları yaptığını biliyorum. Bu benim için çok değerli”

Bakışları yüzüme dönerken bedeni de dönmüştü. Elini koluma koyup okşadı. Bir şey söylemesine gerek kalmamıştı yine gözlerimizle anlaşmıştık.

“Hadi abinin tabağını hazırla ve götür” diyerek onun harekete geçmesini sağladım. Gülümsemesi çizgi halini alırken bu konuda tereddütte olduğunu anladım.

“Ya istemezse?” düşüncelerimi doğrulayarak konuştuğunda gözleri düşünceli bir şekilde yerdeydi. “Bugün yanına gitmesem daha iyi olacak sanırım”

“Hayır. Konuştuklarınızı düşünme. Sonuç olarak senden tatlı yapmanı istedi mi istedi. Sen bunu düşün ve bu adımına odaklan”

Bakışları yüzüme döndüğünde gözlerindeki tereddüt silinmemişti ama kafasını sallayarak onayladı beni. Dolaplara yönelip bir büyük bir de küçük bir servis tabağı çıkardı. Bizim için olanı ben doldururken Barun için olanı da o doldurdu.

Bu sırada Nalini mutfağa geri dönmüştü. Benim önümdeki tatlı tabağını aldı “Haydi içecekleri de alın gelin” diyerek geri çıktı.

Aisha’ya dönerken “Ben içecekleri götürürüm sen tatlıları asıl sahibine götür” diye konuştum. Başını salladı ve tabağı eline aldı.

Bende bardakların olduğu tepsiyi almak için masanın köşesine yürüdüğüm sırada mutfağa hiç beklemediğimiz biri girdi.

Barun bakışları yerde içeri girdiğinde abimlerden bir haber olduğunu düşünüp yerimde duraksadım. Kalp atışlarım korkuyla hızlandı. Bakışlarım Aisha’ya değdiğinde şaşkınlıktan mı yoksa gerginlikten mi bilmem elindeki tabağı masaya koymuştu ama elleri hala sıkı sıkı onu tutuyordu.

Barun bakışlarını kaldırdığında gözlerini onda çok tutmayıp bana çevirdi. Korkumu görmüş bir sorun olmadığını söyler gibi başını hafifçe iki yana salladı. Elinde yeni fark ettiğim kupayı solunda kalan tezgâha bıraktı. Evde çalışanlar olmasına rağmen kendi işini kendisi görüyor gibiydi.

Üzerinde hala gömleği ve pantolonu vardı. Gömleğinin ilk iki düğmesi açık kolları dirseklerine kadar sıvanmıştı. Bu saatte evde neden böyle dolaşıyordu? Gece de takım elbiseyle uyumuyordur herhalde?

Belki de ben uyurken Nisha’nın dosyası hakkında bir gelişme olmuştu? Ya da isminin Gian olduğunu söylediği o kel adam ile konuşmaya gitmişlerdi?

Aramızdaki sessizlik sürerken Aisha’yı bekliyordum. Barun sırtını dönüp gideceği sırada “Abi” diye seslendi beklediğim gibi. Barun’un ikinci adımı havada kalırken yerinde durdu ama hemen dönemedi. “Bunları alır mısın?”

Ben Aisha’nın yanına geri gelirken Barun da yüzünü dönmüştü. Onun yüzüne yine kısa bir bakış atıp elindeki tekrar kaldırdığı tabağa baktı. Yüzünde anlık bir yumuşama geçti.

Dudaklarını birbirine bastırırken bir şey söylemedi. Bunu beklemediğini anladım. Gitmedi. Bize yaklaştı ve elindeki tabağı aldı. Gülümsedim. Aisha’nın da gülümsediğini görmesem de biliyordum.

Barun tatlılara bakarken kaşları daha çok çatıldı. Elini uzatıp benim yaptığım çiçekli tatlıdan birini alırken “Çiçek mi?” dedi.

“Onları ben yaptım” dedim yüz ifadesine gülerken. Bakışları bana döndü. Kaşları havalandı. “Yani hamurunu Aisha yaptı ben sadece şekil verdim” diye toparladım hemen. Şimdi yanlış anlayıp bir de yemez falan.

“Anladım” dedi, ademelması hareket etti. Aisha hala onu izliyordu. Barun da sonunda bakışlarına karşılık verdi. “Elinize sağlık” diye konuştu sonra.

O an aklıma gelen fikirle dudaklarım aralandı tekrar “Aslında madem aşağı inmişsin bize katılmak ister misin? Hep beraber tatlı yiyip sohbet edeceğiz”

Bakışları konuşmamla bana dönerken bu defa gerçekten şaşkındı. Hatta Aisha’nın da bunu beklemediğini fark ettim. Yerinde hafifçe bana doğru dönüp yüzüme bakıyordu o da.

Barun’un bakışlarından onu daha önce aralarına hiç çağırmadıklarını anladım. Bunu yapabilecek tek cesarete sahip kişi Aishaydı. O da bu cesarete ben geldikten sonra sahip olduğunu söylemişti. Bu durum içimi burktu tekrar.

Tam bu sırada kapıda Akash belirdi “Nerede kaldınız hanımlar?” gözleri bize değdikten sonra Barun’u fark etmesiyle adımları kapının önünde duraksadı.

Barun dönüp ona bakmadı ama yüz ifadesinin hemen değiştiğini gördüm. Canı sıkıldı. Ortamda elle tutulur bir gerginlik peydah oldu yine.

Akash’ın kaşları hafifçe çatılırken “Bir sorun mu var?” diye sordu. Meraklı gözleri bizim üzerimizde geziniyordu.

Aisha’ya baktığımda omuzlarının düşmüş olduğunu gördüm. Barun’a kaçamak bir bakış atıp “Hayır yok” diye yanıt verdi Akash’a. Ardından arkamdan geçip az önce almak için masanın köşesine gittiğim içecek tepsisini eline aldı ve Akash’a doğru ilerledi. “Sen geç Akash abi, biz de geliyoruz hemen”

Barun yerinde hareketlendiğinde hiçbir şey söylemeden gidiyor olduğunu görmek paniklememe sebep oldu. Birden elimi koluna koydum ve durmasını sağladım. Önce kolumdaki elime değdi bakışları ardından yüzüme çıktı. Koyu kahvelerinde okunan tek duygu yorgunluktu. Ancak ne kadar kırgın olduğunu tahmin edebiliyordum. O benim gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama bu kaşları arasındaki çizgiyi belirginleştirdi.

Öfkelenmiş miydi? Rahatsız olduğu belliydi. Israr etmemden kaynaklı olduğunu düşündüm ve bu o an ne saçmaladığımın farkına varmamı sağladı. İleri gitmiştim. Elimi geri çektim hemen ve bakışlarımı kaçırdım.

Onu çağırarak bir adım atmıştım zaten ısrar etmek haddime değildi. Belki de meşguldü ya da yorgundu. Birkaç saniye daha durdu. Derin bir iç çektiğini duydum. Yorgun gibiydi ve üzerinde farklı bir durgunluk vardı. Hiçbir şey söylemeden sırtını dönü ve seri adımlarla kapıya ilerledi.

Aisha masanın diğer ucunda durmuş bize bakıyordu. Barun hiç duraksamadan yanından geçti ve mutfaktan çıktı. Aisha’nın bakışları onun sırtından bana döndü usulca. Bende yanına doğru adımladım bu esnada. Dolan gözlerini saklamaya çalıştı benden. Dudaklarım üzgünce büküldü.

“En azından tatlıları aldı değil mi?” diye sordum yine olayın olumlu tarafından bakarak.

Kafasını sallayıp beni onaylarken gözlerini gözlerime çevirdi ve minnetle baktı “Evet, öyle”

Koluna girdim bende ve beraber mutfaktan çıktık. Büyük salonda toplanmış olmalılar ki sesler oradan geliyordu. Çok geçmeden önümüzde gözüktüler. Saras abi ve King de katılmıştı diğerlerine.

Bakışlarım Aisha’ya döndüğünde onun merdivenleri çıkmakta olan Barun’a baktığını gördüm. Onun aksine Barun’un bir kez olsun bakışları buraya dönmedi.

Kaşlarım çatıldı istemsizce. İnadı annemle yarışırdı gerçekten.

“Annenin İzmirli olduğundan emin miyiz? Daha doğrusu anneannen veya dedenin Karadenizli olma ihtimali var mı?” diye söylendim Aisha’yı ilerletmeye devam ederken.

Aisha önüne dalgın bir şekilde bakarken onun da kaşları çatılmıştı “Neden ki?”

“Katır inadı var çünkü kendisinde. Onlara çekmiş olmalı”

“Ne? Katır inadı mı? O ne demek oluyor?” dedi şaşkınca.

Bir an boş boş baktım ve bunu nasıl açıklayacağımı düşündüm. “Bir hayvan işte katır. Eşeğe benziyor. Zaten eşek ve atın çiftleş-”

Ben ne anlatıyordum?

“Hayvan yani” diye tamamladım bozuntuya vermeyip. “İnatçılığı ile bilinir bu yüzden böyle söylenir bizim orada”

Güldü. Açıklamama mı yoksa abisini hayvana benzetmeme mi olduğundan pek emin değildim. Sonuç olarak onu güldürmüştüm. Tebessüm ettim bende.

“Karadenizliler öyle mi oluyor o zaman?” diye sordu.

“Yani genel olarak öyle, evet”

Gülüşü tebessüme dönüşürken “Anneannem doğma büyüme İzmirli. Dedem, Erzurumluymuş” dedi.

“Erzurumlular da inatçı olur bak. Abin dedene çekmiş o zaman” dedim alaycı ses tonumla. Güldü ama bu defa içten değildi.

“Görende sınırdan geliyorsunuz sanır! Ne bu uyuşukluk?” Aastha ablanın sesiyle bakışlarımız oraya döndüğünde holün ortasında dikildiğimizi fark ettim. Bununla birlikte adımlarımız hızlandı ve yanlarına ilerledik. “Biraz daha oyalansaydınız King ve Nalini tatlı bırakmayacaktı size”

Aastha abla söylenmeye devam ederken ikimizde Nalini’nin yanına büyük koltuğa oturduk. Karşımızdaki büyük koltukta Saras abi ve Aastha abla, sol tarafta kalan tekli koltuklara da Akash ve King oturmuştu.

“Tamam geldik, sakin” Aisha neşeli bir şekilde konuşmaya çalıştığında ortadaki sehpaya uzandı ve içeceklerden ikisini eline alıp birini bana uzattı. Teşekkür ederek aldım.

Saras abi kolunu eşinin omzuna atarken onu kendine doğru çektiğini gördüm “Yakında karımı sinir hastası edeceğinizden korkmuyor değilim” diye hayıflandı. Akash, Aastha abla ve Nalini Türkçe bilmediği için İngilizce konuşuyorlardı.

“Onlar yüzünden değil belki ama King yüzünden olacak muhtemelen” dedi Aastha abla ona daha fazla sokulurken.

King elindeki tatlıyı ısıracağı sırada ismini duymasıyla kaşlarını çattı ve eli duraksadı “Şurada masum masum tatlı yiyorum. Top yine nasıl bana geldi?”

Gülmek istedim bu isyanına ama dudaklarıma iki yandan gülle bağlamışlar gibi bana itaat etmedi. Bakışlarım yanındaki Akash’a değdiğinde onun dalgın bakışlarının Aisha da olduğunu gördüm. Konuştuklarından haberi var mıydı yoksa mutfakta ne olduğunu mu merak ediyordu çözemedim. Ancak rahatsızdı belli.

“Masum mu? Sana yakışacak en son sıfat o”

“Ponçik kalbimi kırıyorsun yengem. Bugün çok üzerine gidildi, bari sen yapma” diye konuşan King’in bana yavru kedi bakışı attığını gördüm.

Gerçekten onu kırmış mıydım? Ne yapmıştım ki? Yoksa rol mü yapıyordu?

“Bir de çocuk gibi ağla istersen abi” Nalini gülerek konuştuğunda benim üzerimdeki bakışları ona döndü.

Kaşları çatıldı “Sen ne anlarsın küçük, karışma”

“Gerçekten kırgın mısın bana?” konuşmamla birlikte Akash da dahil diğerlerinin bakışları da bana dönmüştü.

Benim gözlerim hala King de iken o elini kalbine yaslayıp yüzünü oraya doğru eğdi “Duyuyor musun ponçiğim seni kırdıklarından bile haberdar değiller” diye konuştu.

Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkarken Nalini kahkaha attı. Akash’ın da tebessüm ettiğini gördüm. Aastha abla ise umutsuz bakışlar gönderiyordu ona.

Saras abi gülerken kafasını iki yana sallıyordu. Gözlerimiz kesiştiğinde “Abartıyor. Takılma sen” dedi.

Bu açıklamayı yapmasa ciddi ciddi onu kırdığımı düşünecektim. Saras abinin bakışları alnıma kayarken eğlenen ifadesi silindi ve gülüşü tebessüme dönüştü.

Abimden haber beklediğimi biliyor olmalılardı. Benim için üzgün olduklarını görebiliyordum. Bu yüzden toplanmışlardı. İçimde onlara olan minnetim biraz daha arttı. Buruk tebessümün genişlediğinde bunu anladı ve o da aynı şekilde karşılık verdi bana.

“Çok konuşma King tatlını ye” Aisha huysuz bir sesle ona sataştığında King de sanki ondaki durgunluğu fark etmiş gibi sadece kaşlarını çatmakla yetindi ve tatlısını ısırdı.

Aisha da tekrar sehpaya uzanıp bizim için tatlı aldı. Yemek isteseydim çoktan bende yumulmuştum zaten ama canım hiçbir şey istemiyordu. Onu geri çevirmek istemeyerek elime aldım ama yemedim.

“Eline sağlık Aisha, çok güzel olmuş” dedi Akash.

“Valla öyle. Yalnız bu çiçekler ne alaka kız?” King de gülerek ona katıldığında elinde bu sefer benim yaptığım çiçekli tatlılardan biri vardı.

“Onları ben yaptım” dedim utana sıkıla.

Dudaklarındaki gülümseme donup kaldı bir an “Ben de diyorum bunlar niye daha güzel meğer senin elin değmiş”

“Yuh! Ben böyle u dönüşü görmedim” Nalini şaşkınlıkla gülerken diğerleri de onlara katılmıştı.

King onaylamaz bir şekilde kafasını iki yana sallarken göz göze geldiğimizde bana göz kırptı. Hafifçe tebessüm ettim ve başımı eğdim. Bu ona artık kızgın olmadığımı göstermek içindi.

Zaman ilerlemeye devam etti. Havadan sudan konuşmaya ve beni de dahil etmeye çalıştılar ama pek işe yaradığı söylenemezdi. Aisha’nın verdiği tatlıyı zar zor yutmuş tatlılara bir daha uzanmamıştım. İçecekten de su niyetine iki yudum alıp sehpaya geri bırakmıştım.

“Gerçekten öyle mi?” sol kolumdan dürtüldüğümde yerimde irkildim. Tüm gözlerin üzerimde olduğunu fark ettim. “Geeta?” Nalini’n seslenmesiyle bakışlarım ona döndü. Beni dürten oydu. Kaşları endişeyle çatılmıştı.

“Ben dalmışım öyle kusura bakmayın. Bir şey mi oldu?”

King yerinde kıpırdanırken ilk toparlanan o olmuştu “İlişki de ilk adımı kadın da atabilir mi diye tartışıyorduk sen ne düşünüyorsun bu konuda?”

Şaşırdım. Konu nasıl buralara gelmişti Allah bilir. “Yani bence atabilir neden olmasın?” dedim sadece ne diyeceğimi bilemeyerek.

“Bence bu tamamen kişilerin karakterlerine ve aralarındaki ilişkiye bağlı” bakışlarım konuşan Akash’a döndüğünde onun da bu konudaki fikrini ilk defa söylediğini anladım.

“Aynen öyle” King coşkulu bir şekilde onu onaylarken bakışları tekrar bana dönmüştü “Mesela ben gerekirse Geeta’nın ilk adımı atabileceğini düşünüyorum”

Aastha abla başını yasladığı Saras abinin omzundan bana baktı “Geeta’nın aslında utangaç bir yapısı var bu yüzden ben karşı tarafı bekleyeceğini düşünüyorum”

“Sen zaten bana hep zıt git” diye konuştu King ona doğru huysuz bir sesle. Saras abi ona dönüp baktığında kaşlarını hafifçe çattı. King ise göz devirmekle yetindi.

“Böyle konuşuyoruz ama belki de hayatında çoktan biri var?” Nalini gülümseyerek bana baktığında elindeki içecekten bir yudum aldı. Bakışlarındaki merak hepsinin gözlerine dağılmıştı.

“Biri varsa da beni gördükten sonra hemen unutmuştur” kendinden oldukça emin bir şekilde konuşan King’e baktım. O tanıdık çapkın bakışlarından atıyordu bana.

Dudaklarım istemsizce kıvrıldı. “Maalesef” dediğimde inanamıyormuş gibi eliyle ağzını kapattı.

Herkes ona sırıtarak bakarken Aisha’nın meraklı bakışlarıyla kesişti gözlerim. Onunla bu konuda konuşmamıştık hiç. Sadece bekar olduğumu biliyordu.

Gülümsemem genişlediğinde tekrar dehşet içindeki King’e döndüm “Hayatımda biri yok”

Aastha abla başta olmak üzere kahkahayı bastıklarında King onu kandırdığımın verdiği şaşkınlıkla bana bakıyordu. “Kalbime iniyordu hain kadın, bu bana yapılır mı?” dedi elini kalbine yaslarken.

“Ödeştik varsay” dedim ve göz kırptım. Çatılan kaşları düzeldi ve bu sefer içten bir şekilde güldü. Onun da derdi beni gülümsetmekti.

Bakışlarım Akash’a değdiğinde onun dalmış olduğunun ve sohbetten uzak olduğunu gördüm. Gözleri Aisha’daydı. Hala mutfakta neler olduğunu merak ediyor olabilir miydi? Aisha ona söylemiş miydi acaba Barun ile konuştuğunu? Onun bu konu hakkındaki düşüncelerini merak ederken buldum kendimi. Saras abi ona seslendiğinde bakışları daldığı yerden koptu ve ona döndü. Başka bir sohbetin içine daladıklarında ben yine ucunu kaybettim konuşmanın.

Abimin de iyi olacağını ve onunla tekrar sohbet edip güleceğimizi düşünerek düştüğüm boşluktan çıkardım kendimi. Sol taraftaki duvarda kalan saate baktığımda on ikiyi geçtiğini gördüm. Derin bir nefes alıp verdim. Sohbete geri dönmeye çalıştığımda bu defa zorlanmadım. Konuşmasam da dinledim ve arada kafamı sallayarak onayladım. King nasıl başarıyordu bilmiyorum ama dudaklarımdaki buruk tebessümü korumama vesile oluyordu.

Yine tebessüm etmeme sebep olduğu bir anda gözlerim bir anlığına merdivenlere kaymıştı ve oradan inmekte olan Barun ile göz göze gelmiştik. Bir haber vardı… Onun için geliyordu. Anlamıştım gözlerinden.

Daha fazlasını görmekten korkup bakışlarımı ayaklarına çevirirken kalp atışlarım hızlandı ve aniden oturduğum yerden ayaklandım. Diğerlerinin şaşkın bakışlarını üzerimde hissettim ama onlar da nereye baktığımı görmüş olmalıydılar.

Dayanamayıp ona doğru hareket ettim. Adımları seriydi ve her adımının sesi kalbimde bir atış gibiydi. En sonunda cesaret edip yüzüne bakabildiğimde hiçbir şey okuyamadım gözlerinden. Elim kalbime gitti. Karşımda durduğunda ne diğerlerine ne de yanımdaki Aisha ile göz teması kurdu. Yakından gözlerine baktığımda yumuşaktı bakışları.

Aramızdaki mesafeyi kapattığımda ellerimi ihtiyaçla kollarına koydum ve sıkıca tutundum. Sanki bir yere tutunmasam düşecekmiş gibiydim. Ellerini kolumda hissettim onun da.

“Sakin ol, haber iyi” diye konuştuğunda sanki o ana kadar nefes almıyordum da onun yüzüme vuran nefesi bana nefes olmuş gibi hissettim. Dudakları tekrar aralandığında ise sesi kalbimdeki umut tohumlarının filizlenmesini sağlamıştı “Abin tepki vermiş, elini oynatmış”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BÖLÜM SONU

 

Evett nasıl buldunuz bölümü?

Bölümlerin uzun olmasından memnun musunuz yoksa ikiye bölüp atmamı mı tercih edersiniz? Bu konudaki düşüncelerinizi çok merak ediyorum, belirtirseniz çok mutlu olurum.

Favori karakteriniz var mı?

Kitap hakkında kafanıza takılan bir şey var mı? Eksik olduğunu düşündüğünüz ya da gereksiz gördüğünüz bir şey? Yapıcı eleştirilerinize her zaman açığım:)

Bu taslaktaki son bölümümdü. Artık güncel yazmaya devam edeceğim. Sizi çok bekletmemeye çalışacağım inşallah. Yeni bölümde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın:)

Sevgilerimle...

Bölüm : 19.05.2025 01:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...