
Selamlar canlarım!
Bu heyecanı özlemişim... Biliyorum çok beklettim sizi ama inanın elimde olmayan sebeplerdendi. İnşallah tekrarı bir daha olmayacak. Kendimi bu uzun ve harikulade bölümle affettirebileceğime inanıyorum.
Oy ve yorum bildirimlerinizi de çok özledim!
Bölüm şarkımızı da kesinlikle dinlemenizi tavsiye ediyor ve sizi hemen bölümle baş başa bırakıyorum. keyifli okumalar dilerim:)
15. BÖLÜM
BATAKLIĞA SIZAN GÜN IŞIĞI
Konsun bir kuş gibi yüreğime
Açsın yaprakları baharımın
Dursun yağmurları artık
Güneşi doğsun buz gibi bedenime
Savrulmuştum. Üstelik bu gerçek manada bir savruluştu. Hiç tanımadığım bir ülkeye ve insanların arasına. Beni savuran rüzgâr durdu. Düştüğüm çukurdan kurtulabileceğime dair olan inancım arttı. Daha fazla ne kadar savrulabilirdi bir insan değil mi?
Daha fazlası oluyormuş. Bu daha çok acıtıyormuş çünkü ruhen de savrulmuştum. Babamı kaybedecek…olmamın beni getirdiği nokta aklımı kaybetmemdi ve ben belki de bunun eşiğinden dönmüştüm.
Onun gözlerini açışı benim yeniden doğmam gibi bir andı. Kalbinin durduğu o birkaç dakikalık anda sanki benim de kalbim atmayı bırakmıştı. O bizi bırakmadı. Beni bırakmadı. Kapana kısıldığım yerden kurtulamadım yine de ve ruhum kanamaya devam etti çünkü abim de aynı savaşı bizim için veriyordu.
Ve şimdi babamın haberini veren aynı umut dolu ses bana abimin bu savaşı kazandığını söylüyordu.
Asaf Barun Khan bana abimin yaşadığını söylüyordu.
Susuz kalan umut çiçeklerime nefes olmuştu getirdiği haber. Tekrar can aldıklarını hissettim.
Sol gözümden akan yaş yanağıma doğru süzüldüğünde ne zaman tutmuş olduğumu fark etmediğim nefesimi titrek bir şekilde bıraktım. Ellerim hala onun kollarında gözlerim hala gözlerindeydi.
Kaşları hafiçe çatıldı “Ezgi”
Kalbimin sesi kulaklarımdaydı. Yutkundum. “Doğru mu duydum?” titrek bir nefes kaçtı dudaklarımdan. “Abim tepki vermiş dedin. Yaşıyor dedin. Benim abim değil mi?”
“Evet, öyle. Doğru duydun” Gözleri yüzümde gezinmeye devam ederken aynı zamanda başını sallayarak onayladı beni.
Bu sırada Aisha’nın diğerlerine açıklama yaptığını duydum. Nalini’nin küçük çaplı sevinç nidası geldi kulağıma. Rüya değildi. Bu an gerçekti.
Aisha’ya döndüm hemen. Bu sefer onun kollarına asıldığımda “Duydun değil mi Aisha abim bizi bırakmamış” diye şakıdım. İçimden haykırmak, kahkahalar atmak geliyordu.
Onun da gözleri dolarken kafasını salladı hızla ve gülümsedi “Evet, duydum. Bu muhteşem bir haber”
Sağ gözümden bir damla yaş düşerken onu kendime çekip sarıldım sevinçle. Aynı coşkuyla o da kollarını bana sardı. Ondan ayrılıp tekrar Barun’a döndüğümde kollarından tuttum yine. Bir an içimden sarılmak geldi. Kendimi son anda frenledim. Elimi ayağımı nereye koyacağımı bilmiyordum sevinçten resmen.
“Doktor ne demiş? Kim aradı seni?” diye aklımdakileri sıraladım hemen.
Bakışları biraz yumuşarken o da ellerini kaldırıp kollarıma yerleştirdi. “Gel, otur önce. Anlatacağım”
“Gerek yok anlat”
Koluma başka biri dokunduğunda bakışlarım ona döndü. Aisha’nın gülümsemesinin aksine yeşillerinde endişe vardı. “Geeta titriyorsun, gel önce bir sakinleş. Abim kaçmıyor bir yere”
Titriyor muydum? Panik atak falan m geçiriyordum yine? Derin bir nefes alıp verdim. Sakin olmalıydım. Kendimi kaybetmenin hiç sırası değildi.
Abim iyiydi, yaşıyordu!
“İyiyim” dedim kalbim ağzımda atmaya devam ederken.
Barun’un kolumdaki baskısı artarken beni geri adım atmaya zorladı “Tamam iyisin. Geç şöyle”
İnanmamıştı bana. İnat adam!
Tekli koltuğun kolçağına oturmamı sağladığında cidden dizlerimin titrediğine şahit oldum. Ellerimi bacaklarıma yasladım. Diğerleri de etrafımıza toplanmıştı iyice. O ise önümde duruyordu hala. Gitmemişti.
Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Konuşmasını istediğimi anlayarak pes etmeyeceğimi anladı. İç çekti.
“Oğuz abin aradı” dedi tek düze bir sesle. “Seni istedi ama yanımda olmadığını söyledim. Ne olduğunu sormama kalmadan o verdi haberi. Bende senin sonra arayacağını söyledim”
Sağ elimi göğsüme koyarken yaşlı gözlerimle onu dinledim. Neden ağladığımı bilmiyordum. İçimde öyle yoğun bir duygu karmaşası vardı ki hangisini dışarı vuracağımı kontrol edemiyordum.
Aastha abla yanımızda bittiğinde bakışlarım ona döndü. Elindeki su dolu bardağı bana uzattı. Dudaklarında içten bir gülümseme vardı. Aynı şekilde ona karşılık verirken bardağı elinden aldım.
Ellerim titriyordu. Kesinlikle iyi değildim.
Ben suyumu içerken hepsinin bakışları üzerimdeydi. Bu sırada Barun’un arkasından başka bir ses geldi “Çocuklar?” Görüş alanıma Çetan amca girdi. “Bir sorun mu var?” diye sordu.
Üzerinde beyaz renkteki tunik kumaş pantolon pijamalarından vardı. Kaşları merakla çatılmıştı. Barun’a attığı kaçamak bakışları bana döndüğünde yüzümde ne gördüyse koyu kahvelerine endişe tohumları eklendi.
Aisha Barun’nun açıklama yapmayacağını anlayıp Çetan amcanın yanına adımladı “Sorun yok babacım. Geeta’nın abisi hayati tehlikeyi atlatmış onun haberini aldık”
Çetan amcanın ifadesi anında yumuşarken “Bu ne güzel bir haber böyle” diyerek bana doğru yaklaştı ve önümde durdu. Ayağa kalkmak istedim ama buna izin vermedi. Bir elini omzuma koyarken diğerini başıma koydu ve saçlarımı okşadı hafifçe. Bu içimi sıcacık etti. Gözlerimin içine bakarken kocaman gülümsedi “Senin adına çok sevindim Geeta kızım. Umarım tez zamanda kavuşursun ailene de”
Gözlerim doldu tekrar. Kendimi tutamayıp başımı göğsüne yasladım ve ona sarıldım. Bunu beklemiyor olmalı ki bir an afalladığını hissettim. Kısık sesli gülüşü geldi kulağıma. Utandım ama her şey için çok geçti.
Sarılışıma karşılık verirken “Teşekkür ederim Çetan amca. Bana evinizi açtığınız ve sofranızda yer verdiğiniz için… En önemlisi destek olduğunuz için… Her şey için”
Evet, cümle kurmayı da unutmuştuk.
Geri çekildiğinde başıma dokundu yine. “Lafı olmaz bunların. Sende bizim ailemizden sayılırsın artık”
“Bence de” dediğini duydum arkamdan King’in.
Güldüm. Aisha ve diğerlerinin de dudaklarında derin bir tebessüm vardı. O hariç. Ona baktığımı fark etmiş anında babasında olan bakışlarını bana çevirmişti. Gözlerinden bir şey okunmuyordu ama ifadesi her zamankinden yumuşaktı.
“Hemen arayalım abimi konuşmak istiyorum” dedim bakışlarımı kaçırmadan.
Çetan amca Aastha ablaların yanına soluma geçerken herkesin bakışı da ona dönmüştü. O odaya tekrar çıkacağımızı düşünmüş olmalıydı ama bir saniye bile beklemek istemiyordum. Burada da konuşabilirdim. Kimse yabancı değildi.
Bakışlarını kaçıran ilk o olurken başını eğdi hafifçe ve pantolonun cebinden telefonunu çıkardı. Oğuz abimin numarasını tuşlayıp bana doğru iki adım attı. Telefonu uzattı ardından. Kalp atışlarım hızlandı yine. Telefonu elinden aldım ve arama kısmına basıp kulağıma yasladım. Birkaç saniye sonra arama sesi geldiğinde tuttuğum nefesimi geri bıraktım.
“Alo”
Kalbim ağzıma tırmandı. Gözlerim doldu. “Abi”
Barun olduğu yerden ayrılmazken onun gibi diğerlerinin de bakışları pür dikkat bendeydi. Benim bakışlarım ise yerdeydi.
“Ezgi canım” boğuk sesi kısılırken ağlamış olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. “İyi misin abicim?”
Yaşlar yanaklarımdaki yerini alırken dayanamayıp ayağa kalktım. Heyecanlıydım. İçim içime sığmıyordu ve ben böyleyken asla yerimde duramazdım. “Abi… Yiğit abim tepki vermiş doğru mu? Yaşıyor… değil mi?”
İhtiyacım vardı. Bunu ondan da duymaya ihtiyacım vardı.
Burnunu çekerken gülmeye benzer bir mırıltı geldi kulağıma ondan. “Evet, doğru. Şükürler olsun kardeşim. Sana söylemiştim bak. Her şey yoluna girecek”
Yerimde bir ileri bir geri adımlarken söylediklerini dinledim. Sol elim göğsüme gitti. Kalbim çok hızlı atıyordu. Bu an gerçekti! Gülümsedim. Dudaklarımdan kesik bir hıçkırık kaçtı.
“Ne kadar inatçı olduğunu biliyorsun. Kolay kolay pes eder mi hiç Yiğit Kayhan” dedi o da pürüzlü sesiyle.
Kafamı iki yana sallarken gülüyordum “Etmez” yanaklarımı kurulamaya çalıştım. “Doktor ne dedi abi, konuştunuz mu?”
Derin bir nefes alıp verdi. “Doktorlar bir mucize gibi konuştu bu durumdan. Değerlerinin iyi olduğunu söylediler. Sol kolunda ezilme var, alçıda. Hasarı daha çok kafasından aldığından uyanmadan bir şey söyleyemiyorlar başka. Artık uyanmasını bekleyeceğiz”
Kaşlarım hafifçe çatılırken “Ne zaman uyanacakmış peki?” diye sordum.
“Bugün ya da yarın bir zaman vermediler. Abim bu belli olmaz hem. Uykuculukta sınır tanımayan bir adam olarak bu durumu fırsata çevirebilir” dedi eğlenen ses tonuyla. Böyle konuşması kasılan omuzlarımı gevşemesine sebep oldu.
“Annem meşhur uyandırma servisini kullanırsa pek şansı yok gibi” dedim ona katılarak. Sesli gülüşü geldi kulaklarıma hemen.
Annem o güzel Karadeniz şivesiyle bağırarak bir söylendi mi kimsenin uyuma hevesi kalmıyordu zaten. Evli olmasına rağmen bazen hala Yiğit abime bunu kullanmaktan geri durmuyordu.
“Annem demişken abi, onlar nasıl? Babama söylediniz mi?”
“Doktorun izniyle babama söyledik, durumu iyi. Annem yorgundu zaten sevinçten ufak çaplı bir baygınlık geçirdi” diye konuştuğunda göğsümde duran elimle elbisemi sıktım. Bir an bakışlarımı kaldırdığımda Barun’un koyu kahveleriyle karşılaştım. Kaşları hafifçe çatılmıştı. “Merak etme durumu iyi, kan şekeri düşmüş sadece. Uyuyor şu an”
Sesli bir nefes bırakırken burnumu çektim. Bakışlarımı kaçırdım ondan ve tekrar yere baktım. “Babama yakın mısın? Onunla konuşmak istiyorum”
“Dur geçeyim odaya da vereyim” dedi hemen. Çok geçmeden bir kapı açılıp kapanma sesi duydum. “Ezgi seninle konuşmak istiyor baba” dediğini duydum sonra abimin. Sesi uzaktan geliyordu, telefonu uzatmış olduğunu düşündüm.
Kalbim babamın sesini duyacağımın heyecanı ile hızlandı bu kez. Dudaklarımı yaladım ve yerimde hareket etmeyi bıraktım.
“İki gözüm” yorgun sesi çatallaşmıştı.
Bu iki kelime gözlerimdeki muslukları açmaya yetmişti. “Baba” Hıçkırdım. Konuşamadım.
Derin bir iç çektiğini duydum “Ezgi’m, guzel gızım ağlamayasın. Bak hepimiz iyi olacaz Allah’ın izniynen”
Hıçkırıklarım sesli bir hal alıp nefes alışverişim düzensizleşirken Aisha’nın yanıma adımladığını gördüm. Kendimi durduramıyordum. Telefonu sıkarken bedenimin kasıldığını hissettim.
“Ezgi, gızım?”
“Buradayım baba” dedim zar zor.
“İyi misin, bir sıkıntı yok ya di mi?” dedi endişe eklenen sesiyle.
Yutkundum ve derin bir nefes alıp verdim sakinleşmek adına. Ancak pek bir işe yaramadı. “İyiyim. Sizin iyi olduğunuzu duydum ya artık iyi olacağım, söz veriyorum” sesim titredi.
Onu çok özlemiştim. Ona sarılmaya çok ihtiyacım vardı. Başımı dizine yaslamak ve öyle uyumak istiyordum.
“İşte benim gızım” dedi gülümsediğine emin olduğum bir ses tonuyla. "Saat baya bi geç olmuş iki gözüm. Bugün bi güzel uyu da dinlen azcık. Hepimizin ihtiyacı var ha buna. Sabah olunca hep bırlikte gene konuşuruz, olur mu gızım?"
Burnumu çektim güçsüzce. “Tamam babam. Sende dinlen lütfen. Sabah ararım ben tekrardan”
“Tamam canım. İyi geceler”
“İyi geceler babam”
Aramayı sonlandırmadan Oğuz abimin de “İyi geceler prenses” dediğini duydum.
Buruk bir şekilde gülümsedim “İyi geceler abim”
Arama sonlandığında bakışlarımı yerden kaldıramadım ama Aisha’nın aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalıştığını gördüm. Adım atacağım an başım döndüğünde anlık gözlerim kararır gibi oldu. Yerimde sendeledim.
“Geeta” Aisha öne atıldı ama Barun ondan önce davranmıştı.
Sağ kolumdan tuttu. İrkildim. Bakışlarım yukarı yüzüne çıktı. Gözlerindeki şefkat ilk defa bu kadar açıktı. Diğer elini de sol koluma yerleştirip beni tekrar arkamda kalan koltuğa ilerletti. Karşı koyamadım. Koltuğun kolçağına oturdum yine.
Başını yüzüme doğru eğip yüzlerimizi hizalarken “İyi misin?” diye sordu benim duyabileceğim bir şekilde. Nefesinin sıcaklığı üşümüş yanaklarımı ısıttı. Yakınlığı ise beklenmedikti.
Titriyordum sanırım yine. Düzensiz olan kalp atışlarım onun etrafımı saran kokusuyla dizginlendi. Yaşlı harelerimi gözlerinden çekmeden başımı salladım usulca.
“Evet böyle. Sakinleş. Burnundan al ağzından ver” diye konuştu. Söylediğini yaptım. Bedenim gevşedi yavaşça. Sağ elimdeki düşmek üzere olan telefonunu aldı ve cebine attı bu sırada.
Elime bir el değdiğinde bakışlarım oraya döndü. Aisha gözlerindeki endişeye rağmen gülümsedi bana. Parmakları elimi okşarken bu da iyi hissettirdi. Barun’a döndüğümde yerinde hafifçe doğrulmuş Aastha ablaya Hintçe bir şey söylediğini duydum.
O tarafa gözlerim kaydığında Çetan amcayı gördüm ilk. O, Barun’a bakıyordu. Hüzünlü bir ifade vardı yüzünde. Alnı kırışmıştı. Bu onu daha çok yaşlı göstermişti. Saras abi ve King’ de de aynı endişeli bakış vardı. Kendimi kötü hissettim.
Onların bir iki adım önüne çıkmış Akash da her an müdahale etmeye hazır bir soğukkanlılıkla bekliyordu. Gözlerimiz kesiştiğinde buruk bir şekilde gülümsedi bana.
Ona karşılık veremeden Aastha abla araya girdi ve elindeki bardağı bana doğru uzattı. Yüzünde derin bir şefkat vardı. Muhtemelen Saras abi ona konuşmalarımızı çevirmişti. Öyle olmasa bile beni anlayacağını biliyordum.
Ben uzanmadan Barun benden önce davrandı ve bardağı onun elinden aldı. Ardından önüme uzattı. Benim için su istemişti elbette. Bardağı elime aldığımda elimin titrediğini fark ettim. Derin bir nefes alıp bunu dizginlemeye çalıştım. Bardağı dudaklarıma götürdüm.
Eli yine bana doğru uzandığında parmakları elime destek oldu. Gözlerim ona döndü şaşkınlıkla. O ise kaşlarını çatmıştı hafif bir şekilde. Bakışları ellerimizdeydi. Teni sıcaktı. Belki de benim elim soğuktu bilmiyordum.
Yanaklarıma kanın hücum ettiğini hissettim. Babası ve diğerlerinin gözü önünde olmamız ayrı utandırmıştı. Bardağı tekrar onun eline bıraktım. “Teşekkür ederim” dedim, sesim çatallaşmıştı. Bir şey söylemeden başını salladı sadece.
Onunla konuşmak isterken buldum kendimi. En çok ona teşekkür etmem gerekiyordu çünkü. Ne kadar yetersiz olsa da minnetimi bir şekilde belli etmek istiyordum.
Ona sarılmak istiyordum.
Bu farkındalık yeniydi.
Başımı yavaşça iki yana salladım. Saçmalama Ezgi.
Ona özel değildi. Mutluluktan şu an herkese sarılmak ve bunu paylaşmak istiyordum. Hepsi buydu, evet.
Elindeki bardağı tekrar Aastha ablaya verip kendisi de iki adım gerileyip aramızdaki mesafeyi açtı. Aisha elimi hafifçe sıktığında bakışlarım ona döndü. Gülümseyip diğer elimi de onun elinin üzerine koydum.
Bakışlarım diğerlerinin de üzerinde gezinirken “İyiyim gerçekten. Bir an tansiyonum falan düştü sanırım. Özür dilerim endişelendirdiğim için” diye konuştum mahcup bir sesle.
“Bir ölçüp baksak iyi olur?” dedi hemen Akash.
“Gerçekten daha iyiyim. Zahmet etme”
“Ölç oğlum sen, emin olalım” dedi Çetan amca ona dönerek. Ardından bana baktı “Israr istemiyorum.”
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve boyun eğdim. Akash çoktan merdivenlere doğru yol almıştı bile.
Aastha abla yanıma geldiğinde elini koluma koyup okşadı “Senin adına çok sevindik Geetacım”
Kolumdaki eline dokunup yüzüne baktım ve gülümsemesine kocaman gülümseyerek karşılık verdim. “Teşekkür ederim” dedim ardından içimdeki sevinci durduramayıp sarıldım ona. Bunu bekliyormuş gibi o da kollarını bana sardı.
Sarılmak dünyanın en güzel şeyi olabilirdi ya!
Nalini de aynı şekilde ne kadar mutlu olduğunu belirtirken onunla da sarıldık. Saras abi de gülümseyerek elimi sıktı. King fırsattan istifade kollarını bana sarmıştı. Başta duraksasam da onu geri çevirmedim ve bende kollarımı ona sardım. Yanaklarımın kızardığına emindim ama bu hoş parfümünün kokusunu içime çekmeme ve gülümsememin büyümesini engellemedi.
Çetan amcanın varlığını da hatırlayıp yanlış anlamaması için kollarımı kendime çekerken Aisha King’i omuzlarından itip benden iyice uzaklaştırdı “Fırsatçı herif” diye söylendiğinde Çetan amcada dahil herkesin yüzünde aynı keyifli gülümseme vardı. Aastha ablanın bile kaşları çatık olmasına rağmen gülümsediğini gördüm.
Ah o hariçti tabii. Bakışlarım ona değdiğinde kaşları çatık bir şekilde zemini izliyordu. Herkesin aksine o bir şey de söylemedi.
Bu sırada Akash yanımıza geri gelmişti. Önümde durup elindeki siyah çantasını yan tarafa oturduğum koltuğun üst kısmına yerleştirdi. İçini açıp tansiyon aletini çıkardı.
Aisha bana yardımcı olurken kolumu sıvadı. “Buna hiç gerek yoktu gerçekten. İyiyim ben”
Kimse beni dinlemedi yine. Akash dikkatli bir şekilde stetoskobunu kulağına yerleştirirken tansiyonumu ölçtü. Gözleri yüzüme çıktığında hafifçe tebessüm etti “Değerleri normal” dedi.
“Demiştim” dedim gülümsemesine karşılık vererek.
Aletin cırtcırtını çözerken “Öyleyse kan şekerin düşmüş olmalı. Yediklerine dikkat etmelisin” diye konuştu. Sanki kaç gündür iştahımın olmadığını anlamış gibi.
“Bunlar hep tatlı yemediğin için Geeta gördün mü?” Nalini bana doğru atılıp koluma yapıştı.
“Bence de” Aisha da ona katıldığında o da diğer koluma girip beni yerimden kaldırarak koltuklara ilerlettiler.
King ellerini birbirine çarpıp sehpanın üzerindeki tatlı tabağını aldı ve yanıma doğru adımladı. “İşte şimdi keyfim yerine geldi”
Onlara gülümserken koltuğa oturdum. Hala bir şey yiyebileceğimden emin değildim ama bu tatlı kutlamasına hayır diyecek değildim.
“Amca sende katıl bize” Saras abi Çetan amcayı da yanımıza çağırdığında gözlerim o tarafa döndü.
“Yok, siz devam edin. Ben çıkıp yatayım artık”
Nalini tabaktan aldığı bir tatlıyı dudaklarıma uzatırken gülümsedim ve tatlıdan ısırdım.
Bu kesinlikle muhteşem bir şeydi.
“Bu haberi daha güzel bir şekilde kutlamalıyız” King heyecanla araya girdiğinde bakışlarım ona döndü. Elindeki tabağı bana verip ayaklandı ve bakışlarını diğerlerinin üzerinde gezdirdi “Bence parti verelim!”
Kesinlikle abartıyordu!
“Buna gerek yok gerçekten” dedim hemen.
“King haklı. Bu haberi kutlamalıyız elbette” Aisha ona destek çıkarken Çetan amca da dahil ona katıldıklarını gördüm. Bu beni oldukça şaşırttı.
“Köpük partisine ne dersiniz?”
“Saçmalama istersen deriz” Aastha abla ona ters ters bakıp karşımızdaki koltuğa oturdu. Gülmeden edemedim.
Gerçekten köpük partisi de ne alakaydı?
King onu takmayıp bana baktı “Sen ne diyorsun Geeta?”
Yine de onun bu hevesini bozmamak için “Daha önce hiç köpük partisine katılmadım, bilmiyorum” dedim.
“İlkini bizimle tatmaya hazır ol öyleyse” diye konuştuğunda Saras abinin ona umutsuz bakışlar attığını gördüm “King gerçekten saçmalıyorsun kardeşim”
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Aisha yanımda hareketlendi ama King ondan önce davrandı. “Saçmalamıyorum. Harika bir parti olacak. Bütün Hiwari Bazaar bu partiyi ve Geeta’yı konuşacak”
“Kafayı sıyırdı bence bu” Nalini bana doğru fısıldadığında bu söylediğine gülmeden edemedim.
King Akash’a doğru umut dolu bakışlar atarken “Sen beni destekliyorsun değil mi Akash abi?” diye sordu.
“Yani” dedi Akash yüzünde tereddüt eden bir ifade vardı “Ben ne yaparsanız uymaya çalışırım”
King bu cevabından tatmin olmayarak telaşlı adımlarla Barun’un yanına adımladı. Gözlerim onun gözleriyle kesiştiğinde bana bakıyor olduğunu yakaladım. Bakışlarını kaçırıp King’e çevirdi hemen.
“Sen ne diyorsun Baruncum? Organizasyonuma yardım edersin değil mi?”
Nalini’nin nefesini tekrar yanaklarımda hissettim “Ben Barun abinin bir partiye katıldığından bile şüpheliyim” dedi. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Söylediği doğru olabilirdi ama bunu eğlenerek söylemesi canımı sıktı nedense.
“Parti olmayacak” Onun sesiyle bakışlarım yüzüne döndü tekrar. Kaşları daha çok çatılmıştı. Derin bir nefes alıp verirken “Daha göz önünde olmadığınız bir kutlama yolu deneyin” dedi.
“Abim haklı. Geeta’nın gerçek kimliği tehlikeye girmemeli. Ben başka bir şey bulacağım King merak etme” dedi Aisha da.
Kafamı iki yana sallarken bakışlarımı hepsinde gezdirdim “Kutlamaya ihtiyacım yok gerçekten. Mutluluğumu paylaşmanız bile benim için çok değerli. Teşekkür ederim hepinize”
Aisha yerinde bana doğru dönerken bakışlarım onda durdu “Bunu biliyoruz ama hem babanın hem de abinin iyi olmasının haberi kutlanmayı hak ediyor. Bu yüzden itiraz etmiyor ve planımı bekliyorsun” diye konuştu.
Gözlerimin dolduğunu hissettim. Aynı zamanda gülümsemem genişlemişti. “Teşekkür ederim” diyerek fısıldadığımda onun da tebessümü büyüdü ve kollarını bana sardı tekrar.
“Sana böyle düşünmemiz garip geliyor olabilir ama bu bizim normal halimiz Geeta kızım. Kutlama yapmaya bayılırız” Çetan amca keyifli sesiyle konuştuğunda bu konuda Aisha’yı desteklediğini belli etti.
Gözlerim ona döndüğünde hafifçe tebessüm ettim. Anladım der gibi. Acaba eşi de ilk zamanlar garipsemiş miydi bu durumu?
“Evet bir tatlıda benden yiyorsun Geetacım” Aastha ablanın neşeli sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım ve kollarımı Aisha’dan geri çektim.
“Ben yatıyorum çocuklar. Hepinize iyi geceler” Çetan amca yarım bir tebessümle bize el sallarken diğerleriyle birlikte bende ona karşılık verdim.
Arkasına dönmeden gözleri bir an Barun’un üzerinde duraksadı. Barun ise o yokmuş gibi davranmaya devam ediyordu. Gözle görülür bir şekilde Çetan amca’nın omuzları çökmüştü. Ağır adımlarla merdivenlere doğru ilerlemeye başladı.
Aastha abla tatlılardan birini eline alırken karşıma geçti. İnce dudaklarında içimi ısıtan bir gülümseme vardı. O da tatlıyı direkt dudaklarıma uzattığında onu geri çevirmedim ve bir ısırık aldım. Uzanıp bir tatlıda ben alırken dudaklarına uzatan bu sefer bendim. Gülerek bir ısırık aldı o da. Nalini de bize katılıp tatlı yerken onun da en az benim kadar tatlı yemeyi sevdiğini öğrenmiş oldum.
“Barun gelsene ne dikiliyorsun hala?” Saras abi Barun’a seslendiğinde gözlerim istemsizce yine ona döndü. Aisha’yı da ona bakarken yakaladım hemen.
Barun gözleri bir yere dalmış gibi irkildi önce. Ardından dik bakışları Saras abiye döndü “Sağ ol. Yukarı çıkacağım ben, iyi geceler”
Lafını bitirmesiyle arkasını dönmesi bir olmuştu. Aisha’nın da omuzlarının düştüğünü gördüm. Sanırım bir anlığına bize katılacağını düşünmüştü o da. Üzgün bakışlarımı ondan çekeceğim sırada bir çift gözün üzerimde olduğunu hissedip oraya baktım.
Tekli koltukta oturan Akash ile göz göze geldik. Hafifçe çatılan kaşlarını düzeltti hemen. Bakışları kısa bir süreliğine Aisha’ya kaydığında sanırım hala mutfakta ya da daha öncesinde neler olduğunu anlamaya çalıştığını düşündüm. Bana baktığında sanki benim de bir şeyler bildiğimi anlamış gibi buruk bir tebessüm oluştu dudaklarında. Yanılmıyordu ama ona Aisha ve Barun’un aralarında geçeni anlatacak değildim. O da pek soracak gibi durmuyordu zaten.
Gözlerim Barun’a döndüğünde ikinci katın balkonunda Çetan amcayla karşılıklı bir şekilde durduklarını gördüm. Yan profilleri gözüküyordu sadece. Çetan amca bir şeyler söylerken o dinliyordu. Çok geçmeden babasına sırtını döndü ve son kat merdivenlerini tırmanmaya başladı. Çetan amca birkaç saniye arkasından bakıp ardından odasına doğru yol aldı.
“Geeta” kolumdan dürtüldüğümde bakışlarım beni dürten kişinin aksine adımı seslenen Aastha ablaya döndü. “Sana da getiriyorum şerbet?”
Herkes bana bakıyordu şimdi. Kim bilir ne zamandır sesleniyorlardı. Başımı salladım onu onaylayarak. Böylelikle elinde yeni fark ettiğim tepsiyle birlikte mutfağa gitti. Gözlerim bana ihanet edercesine tekrar yukarı baktığında Barun’u odasının olduğu koridorun tersi istikamette ilerlediğini gördüm.
Nereye gidiyordu?
Tabii ya, terasa çıkıyordu. Bu içten içe sevinmeme sebep oldu. Onunla konuşmak istiyordum. Aastha abla geri gelip şerbetleri dağıttığında buradan ne diyerek ayrılacağımı düşündüm.
Bu sırada Saras abi King’in en son düzenlediği partide yaptığı rezilliklerden bahsediyordu. Aisha da ona katıldığında içimdeki isteği bastırıp kendimi sohbete vermeye çalıştım. Zor olsa da başardım ve kendimi Alperen’in rezil parti anılarını anlatırken buldum.
“Annen ne yaptı peki abinin sarhoş olduğunu anlayınca?” gülerek konuşan Saras abiye baktım. Diğerlerinin yüzünde de aynı ifade vardı.
Dudaklarımdaki sırıtma büyürken “Kapıyı suratına çarptı ve o gün sabaha kadar bahçedeki çardakta yatmak zorunda kaldı” diye konuştum. King ve Nalini küçük bir kahkaha attılar. “Sarhoş sarhoş bir şeyler daha saçmaladı. Sonra gelirken söylediği türküye devam etti. Hiç susmayacak sanmıştık ama sonrasında sızmış olmalı. O günden sonra sarhoş olduğunda eve gelmedi”
Aastha abla gülerken kafasını iki yana salladı “Berbat bir içecek ya”
“Özellikle kokusu” Aisha da ona katıldığını belli ettiğinde dalgın hali gitmiş eski neşeli kız geri gelmişti. Başımı salladım bende hafifçe.
Erkeklerden ve Nalini’den öyle bir onay çıkmadı. Bu onların içtiklerini düşünmeme sebep oldu ve şaşkın bakışlarım Akash’a döndü. Sadece doktor olduğu için değildi bu şaşkınlığım yoksa sigara dahi içiyordu doktorlar. Onun sadece bu olgunluğa erişmiş biri olduğunu düşünmüştüm. Dudaklarındaki eğlenen gülümsemeyle Aastha abla ile bir şeyler konuştuğu için bakışlarımı fark etmedi.
Bu arada konu çoktan değişmişti. Aklıma tekrar yukarı çıkmam gerektiği gelince yerimde ayaklandım. Tüm bakışlar bana döndü.
“İzninizle ben artık yukarı çıkayım?” dedim.
“Tabii tatlım nasıl istersen” Aastha abla gülümseyerek başını salladığında diğerleri de ona katıldı. “Biz de kalkarız az sonra zaten, geç oldu”
Aisha da ayaklanıp koluma dokundu “Bende eşlik edeyim sana”
Panikle kafamı iki yana sallarken “Gerek yok Aisha. Sen keyfini bozma lütfen” diye konuştum. O gelirse terasa çıkamazdım.
“Dert etme, sorun olmaz” deyip ısrar ettiğinde dudaklarımı dişledim.
“Gerçekten Aisha gerek yok. Kendim gidebilirim” dedim kolumdaki elini tutarken.
“Evet, Aisha abla. Sen anlatmaya devam et lütfen, sonra gidersin” Nalini araya girdiğinde az daha sevinçten boynuna atlayacaktım.
Aisha tekrar yüzüme baktığında sorun yok dercesine gülümsedim. Bu onu ikna etmiş olmalı ki “Pekâlâ” diyerek gülümsememe karşılık verdi ve geri yerine oturdu.
Hepsine iyi geceler dileyip yanlarından ayrıldım. Merdivenleri güç bela tırmanırken nefes nefese kaldım. Bu biraz da acele etmemdendi. Konuşmadan gitmesinden korkuyordum. Ne konuşacaktım onu da unutmuştum gerçi. Sohbet ederken arada bakmıştım ama koridordan geçen kimse olmamıştı. Umarım hala terastadır.
Diğerlerini kontrol edip teras kapısının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Soluklanmak için kendime yine birkaç saniye tanıdım. Bu bana buraya geldiğim ilk günü hatırlattı. Oldukça ağır olan kapıyı açmaya çalışırken en son açtım sanmıştım ama kapıyı açan oydu.
Tekrar sesli bir nefes alıp verip demir kapının kulpunu çevirip ittim. Kapı milim oynamadı yine. Daha fazla güç uygulayıp tekrar ittiğimde belli bir aralık oluştu “Bu ne be eşek ölüsü gibi!” diye söylenmeden edemedim.
Aralığı biraz daha büyütüp bedenimi oraya atmamla kapının kontrolü benden çıktı ve ellerimi son anda çekmeye çalıştım. Serçe parmağımın ucu gürültüyle kapanan kapıdan kıl payı kurtulurken parmağım kalacak sanıp küçük çaplı bir çığlığın dudaklarımdan kaçmasını engelleyemedim. Umarım aşağıdakiler duymamıştır.
“Geeta!” Barun’un sesiyle yerimde irkildim. Onu tamamen unutmuştum. Arkamı dönmemle onu önümde görmem bir oldu.
“Barun”
“İyi misin, ne oldu?” Kaşları merakla çatılmıştı. Gözlerinde gördüğüm endişe tohumları içime suçluluk duygusu ekerken aynı zamanda midemin ekşimesine sebep olmuştu.
“İyiyim” dudaklarımı yalarken gözlerimi kaçırmamaya çalıştım. Sert bir rüzgâr esti ve saçlarımı uçurdu. Kokusu çalındı burnuma. “Kapıyı açmaya çalışıyordum sonra kapanırken elim arada kalacak diye korktum”
Bakışları göğsümde birleştirdiğim ellerime kaydı “Bir şey oldu mu?” sesi kaşları çatmama sebep olacaktı. Buna engel oldum. Hem çok yakın hem çok uzak gibiydi. Kafamı iki yana salladım sadece.
İkna olmayan bakışlarını gördüm. Uzandı ve soğuk parmakları elime değdi. Dokunuşuyla parmaklarım çözülürken sardığım sol elimi elinin arasına aldı ve kendisine yaklaştırdı. Gözlerini ellerimden ayırmadı.
“Bir şey yok, iyiyim” dedim.
Beni duymazlıktan gelerek aramızdaki mesafeyi biraz daha kapattı. Diğer eli de havaya kalktığında serçe parmağıma dokunduğunu gördüm. Parmağıyla bir yere hafifçe bastırdığında dudaklarımdan kısık bir inleme döküldü.
Gözleri gözlerime döndü. “Evet, hiçbir şey yok iyisin” diye konuştu azarlar ses tonuyla.
Kaşlarım çatılırken acıyan yere bakmak için elimi kendime çektim. Serçe parmağımın dış tarafı sürtünmüş olmalıydı ki derisi soyulmuştu ve üst tarafı hafifçe morarmaya başlamıştı. O dokunana kadar acıdığını hissetmemiştim bile.
Yana doğru ilerlediğinde gideceğini düşünüp onu engellemek için ona doğru döndüm ama o kapının sağında kalan komidinin önünde durdu ve çekmecelerini karıştırmaya başladı. Etraf loş bir aydınlıktaydı. Terasın üzerindeki küçük lambaların hiçbiri yanmıyordu. Onlar yerine balkonun köşesindeki iki büyük aydınlatma yanıyordu.
Ne aradığını anlamaya çalışırken “Ben fark etmedim o yüzden” diye mırıldandım.
“Ne işin var burada?” diye sordu sırtını dönmeden. Sesi düzdü.
“Ben,” Cesaretim kırılır gibi oldu. Rüzgâr sert esmeye devam ederken saçlarımı yüzüme uçurdu bu sefer. Elimle onları yola sokmaya çalıştım “Hava almak istedim”
Aradığını bulmuş olmalı ki çekmeceyi kapatıp bana döndü tekrar. İki adımlık mesafede durup elindekini bana uzattı. Bakışlarım oraya döndüğünde bunun küçük mavi bir kutu olduğunu gördüm.
“Merhem. Bunu sür parmağına” dedi aynı ses tonuyla. Şaşırdım. Bunu mu arıyordu deminden beri?
“Teşekkür ederim” dedim tebessüm ederek. Ardından uzanıp elindeki kutuyu aldım.
Bir şey söylemedi ve yanımdan geçip terasın ortasına doğru ilerlemeye başladı.
Kutuya tekrar kısa bir bakış atıp arkama döndüm “Sen neden buradasın?” diye sorarken onu takip ederek ardından ilerledim.
“Aynısından” dedi geçiştirerek. Bu canımı sıktı.
Deri oturma gruplarından sağ taraftaki koltuğa oturdu bu sefer. Bende karşısındaki koltuğa oturdum.
Verdiği merhem kutusunun kapağını açtım. Sol tarafımızda kalan rüzgâr saçlarımı yüzüme yapıştırdığında onları bağlamadığım için pişman oldum. Neyse ki rüzgâr arada sert esiyordu beni çok uğraştırmamıştı. Bakışlarını üzerimde hissettim ama ona karşılık vermedim.
Kutuyu önümdeki sehpaya koyup saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım ardından sağ işaret parmağıma biraz merhem alıp sol serçe parmağımın moraran yerlerine sürmeye başladım.
İşim bittiğinde kutunun kapağını kapatıp masanın köşesine koydum.
Yerimde doğrulup bakışlarımı ona çevirdiğimde onun bakışlarının gökyüzünde olduğunu gördüm. Koltukta öne doğru kaymış başını koltuğun sırtına yaslamıştı. Bu nedense dağılmış bir adam tablosu gibi gözüktü o an gözüme. Canım sıkıldı.
Bende gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Gecenin üzerine serpiştirilmiş yıldızlar etrafın loşluğundan daha belirgindi bugün. Harika bir görüntüydü.
Birkaç saniye sonra bakışlarım yine ona döndüğünde ondan hiçbir karşılık alamadım. Ağzımı açmasan sittin sene konuşmaz gibiydi. Sessizliği de canımı sıkmaya başlamıştı.
“Tatlıları beğendin mi?” diyerek bunu bozdum.
Evet, o kadar konuşacak şey varken bunu sordum.
Duruşu değişmezken ifadesini net göremedim. Gözler önündeki ademelması hareket etti sadece. “Beğendim”
“Sen… iyi misin?”
Gözlerini kapattığını gördüm. Cevap vermedi. Bu süre uzadı. Konuşmak istemediğini düşünmek istedim ama öyle olsa bile bunu söyleyen açık sözlü bir adamdı hep. Bu sessizliği farklıydı ve içimde bir korkuya sebep oldu.
Ben uyurken başka bir şey mi olmuştu?
Aklıma Virat geldi hemen. Nisha ile ilgili bir şey mi olmuştu?
“Dosya hakkında bir şey mi oldu?” dedim sesimdeki endişeyi saklamadan.
Yutkundu. Sağ elinin yumruk olduğunu gördüm. “Kamyon bulundu. Şoför kayıp”
İstemsizce nefesimi tutum bir anlığına. Sonunda bulunmuştu kamyon gerçekten. Şoförün kayıp olmasına şaşırmamıştım. O da öyle duruyordu. Başka bir şey olmuş gibiydi.
“Nerede bulunmuş? Hiçbir iz yok mu ondan?”
“Mabede çok uzak değil ama izbe bir yerde” dedi aynı şekilde. “Şüpheli birini tespit etmişler kameralardan onun peşindeler şu an”
“Bu iyi bir haber değil mi? Sen neden… üzgün gibisin?” diye sordum en sonunda.
Kısa bir süre sessiz kaldı yine. “Öyle miyim?” dedi ruhsuzca. “Ben hep böyleyim aslında… Alın yazısı dedikleri şey bu sanırım. Tek bir huzurlu gecem yok… Kurtulmak istedikçe daha dibe çekildiğim bir bataklığın içindeyim”
Kesinlikle başka bir şey olmuş
İç sesimin fısıldadığı şey ve onun söyledikleri içimde hüznün yanında bir korkuya sebep oldu.
“Neden böyle söylüyorsun?” dedim üzgün çıkmasına engel olamadığım sesimle “Anlat Barun… Her zaman her şeyi kendin halledemezsin”
Gözlerini açtı usulca. Gökyüzüne bakarken “Bunu nasıl anlatabilirim ki?” dediğini duydum. Daha çok kendine söylüyor gibiydi.
Bunca zaman her şeyi kendi içinde çözmüş gibiydi. Ancak netice de insandık ve yoruluyorduk. Sadece fiziken değil ruhen de... Ve ruh yorgunluğu kendi başına çözülebilecek bir mesele hiç değildi.
Başını kaldırdı yavaşça ve yerinde doğruldu. Bakışları ellerindeyken onlara doğru eğildi hafifçe. Sabırla ama korkarak anlatacaklarını bekledim.
“Gian denen adamla konuşmaya gittik” dedi direkt.
Başta kimden bahsettiğini düşünürken sonrasında kel olan adamdan bahsettiğini hatırladım. Virat’ın arkasında onun olacağını düşünmüştüler. Bu yerimde doğrulmama sebep olurken bakışlarım üzerinde gezindi istemsizce. İyi görünüyordu.
“Ranvir iyi mi?” diye sordum hemen. Onunla gidecekti. Başına bir şey gelmiş olmasından endişelendim.
“İyi, merak etme”
“Peki ne dedi o adam? Adamı ne almış Nisha’dan?”
İç çekti ve bu kederli hali tüylerimi diken diken etti “Virat’ın arkasındaki kişi o değilmiş. İkisi de başka birine çalışıyor. Madde kaçakçılığı yapan birine…”
Ne?
“Virat aldığı malları dağıtıyor ve dikkat çekmeyeceği için bunu Nisha’ya bilezik sattırarak yaptırıyormuş” diye devam etti tek nefeste.
“Ne?” diyerek şaşkınlığımı sesli dile getirdim bu defa.
Bakışları hala ellerindeyken dudaklarını ıslattı “İçinde çocuklarında bulunduğu bir satış yolu izliyorlar. Ve daha bir sürü pis işler…”
İnanamıyordum. Bu adam gerçekten şeytanın ta kendisiydi!
“Kimmiş peki başlarındaki adam?”
“Bilmiyor. Kendini göstermiyormuş. Büyük Patron diyormuş kendisine. Böyle iyi gizlenip kolu her yere ulaştığına göre yer altı mafyalarından biri”
Mafya mı?
Şom ağzımız batsın!
Yüzümü buruşturdum. Gerçekten neye dönmüştü bu olay böyle?
Gözümün önüne kazanın olduğu gün geldi. O kel adamın Nisha’nın başına uzanan eli ve Nisha’nın kafasını geri çekişi… Gözlerindeki endişe…
Sonra aklıma Barun’un kumarhane baskınında Nisha’nın da orada olduğuna dair söylediği şeyler geldi.
Yutkundum. “Nisha…”
“Biliyordu” dedi ağırlaşan sesiyle. Bu yüzden üzgündü. Omuzları mümkünmüş gibi daha çok çöktü.
Ve bunu ona söylememişti… Neden? Nasıl korkutmuştu onu o pislik adam?
Dudaklarım üzgünce bükülürken göğsüme bir ağırlık oturdu. Şimdi gözlerimin önünde yeşil bilezikleri kollarıma geçiren Nisha vardı… Yanından ayrılmasaydım onu koruyabilirdim. Belki de şu an burada olurdu…
Belkiler bazen çok can yakıyordu…
“Neden? Madem işine yarıyordu… ona neden kıydı?”
Ellerini yüzünden indirirken bakışlarını kaldırdı ve gözlerime baktı. Parlak değil daha koyuydu şimdi kahveleri. Hüzün oturmuştu çünkü gözbebeklerine. Onun da benim gibi oradan ayrılmadığına dair ihtimaller için canının yandığını görebiliyordum.
“Bilmiyorum… Bana ve annesine bile hissettirmeden ona neler yaşattı bilmiyorum… Ya onu da… zehirlediyse? İhtimaller…” devam etmedi, sesli bir nefes bırakırken gözlerini kaçırdı.
Kirpiklerim bu ihtimalle titredi. Bunu hiç düşünmemiştim. Yapmış olamazdı… değil mi?
“O gayet sağlıklı görünüyordu ama…” dedim kırılan sesimle. Aklıma gelen şeyle dudaklarımı araladım tekrar. “Hem kanında da çıkardı bu değil mi? Akash hiç böyle bir şeyden bahsetti mi sana?”
“Hayır” dedi durgun sesiyle. Bu içimdeki kötü hissi dağıttı bir nebze. “Bu saatten sonra bunları öğrenmemin hiçbir anlamı yok zaten”
Yerimden ayaklandım ve önüne diz çöktüm. O, her ne zaman ben düştüğümde yanımda olduysa bende onun yanında olmak istiyordum.
“Barun…” Bana bakmasını istemiştim ama yapmadı. Yüzünü ellerinin arasına sakladı yine. Sesli bir nefes bıraktım.
Pes etmedim. Ayaklanıp koltukta yanına oturdum bu defa. Yine bir tepki vermedi. Çekinsem de vazgeçmeyip elimi omzuna koydum. Üzgün bakışlarım yüzündeyken omzunu okşayarak teselli etmeye çalıştım onu.
Ben kelimelerim yetersiz kaldığında sarılarak ya da ellerini tutarak teselli ederdim insanları. Mutluluğumu da çoğu zaman böyle paylaşırdım. İflah olmaz bir temas bağımlısı olduğumu daha önce söylemiştim değil mi?
Ancak şu an bunları ona yapmaya cesaretim yoktu. Yine de bu tesellim de işe yaramış gibi tekrar konuşmuştu.
“Kim bilir bu işlerden ne kadar kazanıyordu ama eşinin gözlerinin önünde ölmesine göz yumdu. Çünkü iyileşirse yaptıklarını öğreneceğini ve belki de Nisha’yı ondan korumak için her şeyi göze alacağını biliyordu. Onu ölüme terk etti ve Nisha’yı da kendi pis işlerini gizlemek için…” durdu yine. Kullandı diyemedi. Dişlerini sıktı öfkeyle.
“Kimse yaşattığını yaşamadan ölmezmiş Barun. O adam cezasını çekecek ve bunu sen sağlayacaksın, biliyorum” dedim daha güçlü çıkan sesimle. Buna inanıyordum ve onun da inanmasını istedim. “Birini kurtaramadık belki ama diğer çocukları kurtarman için hala şansın var. Sende bunun için savaşmıyor muydun zaten?”
Ellerini önüne indirirken bakışları bana döndü sonunda. Gözlerime baktığında içindeki o yorgun adamı gördüm bu defa. Savaşmaktan değil de karşılaştığı hayatlar onu ruhsal anlamda yormuş gibiydi.
Kim bilir bu yolda nelere şahit olmuştu? Bu yüzdendi başından beri içinde gördüğüm yıkıntılar. Çünkü hiç anlatmamış içinde halletmeye çalışmıştı.
Kalbimde ince bir sızı oluştu. Omzunu sıktım istemsizce. Bakışları gözlerimden kopup omzumdaki elime değdi. Rahatsız olduğunu düşünüp elimi geri çektim.
Bakışları ellerimi takip ederken “Herkes geri çekilmemi isterken sen devam et diyorsun?” diye mırıldandı. Sesi bu durum ona çok garip geliyormuş gibi çıkmıştı.
Aklıma Satvari Hanım’ın söyledikleri geldiğinde kaşlarım havalandı.
“Buna izin verme. Onun elini bırakma”
Dudaklarımı dişledim. Ben şu an belki de onu engellemek için şansım varken bunun tam tersini yapmıştım.
Bu işin peşini bırakmasını istediğimden emin değildim çünkü. Şu an iyi değildi ancak bırakırsa da iyi olacağını düşünmüyordum.
“Evet ama bu işe öfkene kapılmadan devam etmeni istiyorum” dedim içimden geçeni söyleyerek. “Her ne kadar kırgın da olsan bir ailen var ve senin onları böyle endişelendirmeye hakkın yok, Barun”
Omuzları gerilirken yüzüme baktı. İfadesi sertleşmişti. Sinirlenmiş miydi? Duvarlarının ardına gizlemişti yine hislerini gözlerinden bir şey okuyamadım bu yüzden.
“Anladım” dedi sonra sadece, sesi uzak tona geçmişti yine.
Kısa bir sessizlik girdi aramıza. Onun bakışları önüne dönmüşken bende oynadığım ellerime bakıyordum.
“Ne yapacaksın peki şimdi? Polisi bu bilgilerden haberdar mı edeceksin yoksa şoförün bulunmasını mı bekleyeceksin?”
“Şoförden çoktan kurtulmuşlardır” dedi düz bir sesle.
Kaşlarım havalanırken “Kurtulmuşlardır derken? Öldürmüşler midir yani?” diye konuştum korkuyla.
Mafya adamlar ne bekliyorsun?
Doğru. Onlar için insan öldürmek zor bir şey değildi. Yutkundum.
Kafasını salladı ağır bir şekilde. “Dosyanın başındaki şu benden nefret eden amir, onlara çalışıyor demiştim. İşlerin uzaması da bu yüzden. Şoförün peşinde olduğumuz kulaklarına gitmiştir ya da başından beri plan onun ortadan kaldırılması üzerine kuruludur”
İlk defa bu denli bir kötülükle karşılaşmıyordum ama her defasında insanoğlunun kötülüğüne şaşırmadan edemiyordum.
Çıkmaz bir sokağa girmişti sanki. Bataklığa hapsolmuş hissetmesini daha iyi anlıyordum şimdi. O temize çıkmak istedikçe onu kendi pisliklerine çekiyorlardı.
“Bu durumda ne yapacaksın o zaman?”
Sağ eliyle çenesini sıvazlarken “Belli günlerde toplandıkları bir mekânın adresini aldık. Gian’ın gün için haber vermesini bekleyeceğim” dedi düşünceli bir sesle.
Kaşlarım çatıldı hafifçe “Ona güveniyor musun? Polise de güvenemezken üstelik?”
Sesli bir nefes bıraktı “Gian doğruyu söyledi ancak oraya gitmemiz o adamlara sürpriz olmayacak. Çoktan onu ziyaret ettiğimizi patronuna ulaştırmıştır”
“Bundan emin olmana rağmen yine de gidecek misin? Mafyadan bahsediyorsun Barun, bu durum ne kadar güvenli? Ya sana başka bir oyun oynarlarsa?”
“Subrat’ın yardımını isteyeceğim. Amirinden habersiz iş yapmayacaktır bu yüzden onu önce Prabal’ın bir hain olduğuna inandırmam gerekiyor”
Dudaklarımı yalarken bakışlarımı yan profiline çevirdim “Çetan amca eski vali ya eminim onun tanıdığı daha çoktur. Dosyanın Prabal denen adamdan alınması için araya biri-”
“Hayır. Onun yardımına ihtiyacım yok” diyerek böldü hemen lafımı. Bakışları yüzüme döndüğünde keskin kahveleriyle göz göze geldik. Kaşları iyice çatılmıştı. “Sana da bunları hem olayın içinde olduğun hem de Nisha’ya en az benim kadar değer verdiğin için anlatıyorum. Aramızda kalırsa sevinirim”
Böyle bir çıkış beklemediğim için duraksadım. “Tamam, söylemem kimseye” dedim daha sonra.
Onun yardımına ihtiyacı olduğun kabullense bile gururundan ve inadından gidip onunla konuşmayacağını biliyordum.
Babasının geçmişte aldığı karara her ne kadar kızgın olsam da Çetan amcada onu düşünmüştü belli ki. Barun’u da anlıyordum zordu ama karşılaştığı insanlar gerçekten tehlikeli kişilerdi ve bu durumda inadını bir kenara bırakabilirdi.
“Sen bu meseleyi bu kadar düşünme ayrıca. Kendi dertlerin sana yetiyor” diye konuştu bu defa.
Bu neden onunla konuşmak istediğimi hatırlattı. “Babam da abim de yaşıyor, şükür. Benim başka derdim kalmadı”
“Hala evinden uzaktasın ama?”
Buruk bir şekilde tebessüm ederken “Olabilir. Onların iyi olması yeterli benim için. Hem sende evime döneceğimi söyledin. Endişelenmeme gerek yok bu yüzden” diye konuştum.
Gözlerinden kısa bir şaşkınlık geçti. Ona bu konuda olan güvenim için olduğunu biliyordum bunun. Benim de şaşırdığım bir durumdu bu ama güvenden çok verdiği sözü tutacağına inanmaktı benimki.
Tebessümüm büyüdü. “Teşekkür edecektim ben aslında sana, bu yüzden gelmiştim”
“Ne için?”
“Yardımcı olduğun her şey için. Aileme ve evime kavuşma umudum varsa bu sadece senin sayende. Bu yüzden sana olan minnetim kelimelerle anlatabileceğimden çok daha fazlası aslında…”
“Sende bana yardımcı oldun. Borçlu hissetme kendini bu yüzden”
Nisha için yaptıklarımdan bahsettiğini anladım. Oysaki bir şey yaptığım söylenemezdi.
“Yardımın karşılığında yaptığım bir şey değildi” diye açıklamak istedim kendimi yine de. Öyle gözüksün istemezdim.
Ancak buna gerek kalmadan “Biliyorum” dedi. Bu içimi rahatlattı.
“Daha fazlasını yapmak isterdim”
Bakışlarını kaçıran o olurken önümüzdeki sehpaya dikti gözlerini. “Bende öyle”
Sol kulağının altındaki benden çenesindeki küçük beni takip etti gözlerim. Gömleğinin birkaç düğmesi açık olduğundan boynundaki leke de gözler önündeydi. Bakışlarım oraya indi.
Yakından bakınca aslında daha büyük olduğunu fark ettim ama sanki o normalde onu gizlemek ister gibi gömleğinin düğmelerini bu kadar açmıyordu.
Aklıma kendi doğum lekem geldi. Onunkinden daha açık kahve ve küçüktü. Göğsümün ortasında kalıyordu ve bende pek sevmezdim kendisini. Belki de o da sevmiyordu.
“Senin adına sevindim” diye konuştuğunda düşüncelerimden sıyrıldım. Abimin tepki vermesinden bahsediyordu. “Bu gece rahat bir uyku çek, yarın yine aynı saatte gideceğiz kaymakamlığa”
Yani saat dokuzdan sonra gidecektik. İçim kıpır kıpır olmuştu abimin yaşadığını tekrar hatırlayarak. Dudaklarımın kıvrılmasına izin verirken kafamı salladım onu onaylayarak.
Rüzgârın sıklığı artarken saçlarım yine yüzümün yarısına yapıştı. Oflamadan edemedim.
“Saat epey geç oldu. Teras bu saatlerde soğuk olur, iyice üşümeye başlamadan odana git. Yatıp dinlen” diye konuştuğunda bakışlarım ona döndü.
Bana diyordu ama onun da üzerinde sadece ince bir gömlek vardı. Benden önce burada olmasına rağmen hiç üşüyor gibi de durmuyordu.
Aslında hiç uykum yoktu ama soğuk olma konusunda haklı olduğu için dediğine uyma kararı vererek “Öyle yapayım. İyi geceler” dedim ve yerimden ayaklandım.
Zaten canı sıkkındı yeterince konuşmak için zorlamasam iyiydi. Ona da çok kalmamasını söyleyecektim ama bakışlarındaki bir şey cesaretimi kırıyordu bu gece.
“İyi geceler”
Ona sırtımı dönüp kapıya ilerledim. Öğrendikleri yenilir yutulur şeyler değildi. En iyisi zaman vermekti.
Sağ elimle kapının kulpunu kavradığım sırada “Dur” diyen sesini işittim. Sesi hemen arkamdan geliyordu üstelik. Arkamı döndüğümde adımları önümde durmuştu.
“Ne oldu?” dedim, hafifçe kaşlarımı çatmış yüzüne bakıyordum.
Düz yüz ifadesini bozmazken sağ tarafıma geçip kapının koluna uzandı. “Bu geceyi bir sakatlık yaşayarak bitirmeni istemem” diye konuşurken kapıyı araladı.
Gelirken çıkardığım rezilliği hatırlayınca ona hak verdim ama bu söylenmeme engel olmadı “Bir kapı için çok ağır ama gerçekten, benim suçum yok”
“Evet eşek ölüsü gibi değil mi?” dedi sesi düzdü ama benimle eğlendiğini anlamamak çok zor değildi artık.
Göz devirdim ama dudaklarımda oluşan tebessüme engel olmadım. “Evet öyle”
Geri çekilirken onun kapıyı tamamen açmasını izledim. Tek eliyle açtı ve geçmem için tuttu. Bakışları tekrar yüzüme döndüğünde huysuz bakışlar attım alttan alttan.
“Tamam en güçlü sensin” dedim ellerimle minik bir alkış tutarken. Ardından ona doğru döndüm ve işaret parmağımı ona doğrulttum. “Bence sen var ya burayı mabedin belledin ve kimse giremesin diye bu kadar ağır yaptırdın bu kapıyı”
Tek kaşı havalanırken yüzü bir an yumuşar gibi oldu. “Bu daha çok senin aklına gelecek bir yöntem. Ben işimi garantiye alır direkt kilit vururdum” diye konuştu bana laf çarpmaya devam ederek.
“Ha ha ha çok komik” dedim kaşlarımı çatarak. “Demek ki burası gizli mabedin değilmiş yoksa gayet mantıklı bir sebepti”
Kafasını iki yana sallarken “Gerçekten şu an kapının neden ağır olduğunu mu tartışacağız?” diye sordu.
Sol serçe parmağımı aramızda havaya kaldırdım. “Az daha parmağımdan oluyordum geçerli bir sebep bence”
Gözleri parmağıma değdi. Sesli bir nefes bırakırken “Haklısın” diye konuştu pes ederek.
“Her neyse” elimi indirdim ve açtığı kapıdan geçtim “Ben gideyim artık”
Gözleri koridordayken “Diğerleri yattı mı?” diye sordu birden.
Kaşlarım hafifçe çatıldığında “Hayır en son aşağıdalardı, neden?” dedim şaşkınlığımı gizlemeyerek.
Bakışları bana döndü. “Genelde bu saate kimse ayakta kalmaz ve gece yarsından sonra evdeki bütün ışıklar kapatılır. Odaya kadar eşlik edeyim istersen?”
Bu o an içimi sıcacık etti. Uzaktı ama hala anlayışlıydı en azından. Gülümsedim. “Teşekkür ederim ama gerek yok”
Tek kaşını kaldırdı emin misin der gibi.
Aslında ya ben buradayken herkes yattıysa? Ama o zaman Aisha beni bulmaya gelirdi. Yatmış olsalar bile ay ışığı vardı değil mi?
“Ben gideyim ışıkları kapatmışlarsa geri gelir kapıya vururum” dedim dahiyane fikrimle.
Kafasını iki yana sallarken bana doğru bir adım attı “Bende geliyorum” dedi bu fikrime hiç ikna olmayarak.
Ellerimi ona doğru kaldırdım “Hayır, gerek yok dedim. Kendim giderim”
Neden inat ettiğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Durdu ve yüzüme baktı. Kararlılığımı görmüş olacak ki sesli bir nefes bıraktı. “Emin misin?” diye dile getirdi bu sefer.
Ellerimi indirdim “Evet” dedim hemen. Gülümsedim sonra. “İyi geceler”
“İyi geceler”
Tekrar gelen bir cesaretle ona dönüp “Sende çok kalma terasta” diye konuştum. Gözlerim üzerindeki ince gömleğe değdiğinde ne demek istediğimi anladı.
Başını sallarken “Dert etme” dedi tek düze bir sesle.
Başımı eğdim sadece. Ardından hemen sırtımı dönüp ilerlemeye başladım. Adımlarım her an geri dönüp koşmaya hazır bir şekildeydi. Ben basamakları inip koridoru döndükten sonra dahi demir kapının kapanma sesi gelmemişti.
Benim odaya girmemi bekliyor olabilir miydi? İyi de oradan nasıl anlayacaktı bunu?
Üçüncü kata indiğimde hala ışıkların yanık olduğunu görerek tuttuğum nefesimi geri bıraktım. Hemen Aisha’nın odasına girdim. Hala aşağıda olmalıydı ki odasında yoktu.
Yatağa oturdum usulca. Kendimle baş başa kalınca Oğuz abim ve babamın yorgun ama rahatlamış sesi kulağıma geldi. Yiğit abim gerçekten bizi bırakmamıştı… Bu bir rüya değildi.
“Bunun üzerine bir şükür namazı gider Ezgi”
Anneannem olsaydı şu an yüzüme tükürüp bir maşallah çekerdi. Uykum da yoktu zaten o zamana gelirdi belki. Yerimden ayaklandım ve banyoya girip yarama dikkat ederek abdest aldım.
Tam yüzümü kurularken bir farkındalık çöktü. Daha önce şükür namazı hiç kılmamıştım ve kaç rekât olduğunu unutmuştum. Bunu duyan anneannem övgü dolu sözlerini geri alıp bastonuyla kıçıma bir iki tane geçirebilirdi yalnız.
Seccadeyi kıbleye doğru sererken “Önemli olan niyet Ezgi. İkide kılsan dörtte kılsan sonuçta şükür namazı niyetine kılıyorsun” diyerek kendimi ikna ettim.
Namazdan sonra yatağa kendimi sırtüstü attım. Barun’un anlattıklarını düşünmemeye çalıştım ama çok zordu. Hüznü içime sirayet etmişti.
Nisha… neleri kaldırdı o minik kalbin?
Aklıma kaza anı ve yerdeki bedeni gelince kafamı iki yana sallayıp düşüncelerimden kaçtım. Bakışlarımı tavana çevirdim.
Kendi tavanımı bile özlemiştim ya. Canım dert ortağım… Her gece yarın için planladığım günümü o dinlerdi. Bazen herhangi bir tartışmada unuttuğum şeyler aklıma gelir ona bağırarak söyler rahatlardım. Bazen de öylesine sohbet ederdim o da beni sessizce dinlerdi.
“Seninle de anlaşabiliriz bence? Sahibin gibi sıcak bir izlenim aldım senden de ne dersin?” dedim Aisha’nın tavanına. Biri şu halimi görse gerçekten delirdiğimi düşünebilirdi. “Of. Uykumu getirecek anılar izletemez misin yoksa başını şişirip duracağım he? Benim tavan olsa yapardı”
Bu sırada kapı açıldı yavaşça. Aisha uyumadığımı gördüğünde yavaş hareket etmeyi bırakıp içeriye girdi.
“Uyumuşsundur diye düşünmüştüm” dedi.
“Uyku tutmadı pek” yerimde doğrulup oturdum. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. “Herkes dağıldı mı?”
“Evet. Saatin nasıl geçtiğini fark etmemişiz. Normalde kimse bu kadar geçe kalmazdı”
“Teşekkür ederim hepinize, çok iyi geldiniz” dedim tebessüm ederek.
Gülümsememe karşılık verirken “Sende bize emin ol” diye konuştu. Bu içimi sıcacık etti ve içimdeki huzursuzluğu dağıttı.
Takılarını çıkarmayı bitirerek dolabına yöneldi ve geceliğini alıp banyoya girdi. Bende yatağın örtüsünü kaldırıp yerime geçtim. Birkaç saat önce burada ateşler içinde ağlayarak yatıyordum. Şimdi o halimden eser yoktu.
Elimi alnımdaki ağırlığa götürdüm. Oldukça büyük olan pamuğa dokundum. Ağrım yoktu. Ateşimde çoktan düşmüştü. Biraz midem bulanıyor gibiydi sadece ama umursamadım.
Aisha tekrar odaya geldiğinde ışıkları kapatmak için kapının yanına ilerledi. Yanımdaki abajurumu yaktım bende hemen. Aisha’ya karanlıktan korktuğumu söylemeli miydim? Geceleri ışıkla uyuduğumdan zaten korktuğumu anlamıştır ama bunun boyutunu ona anlatmalı mıydım?
Ürperdim. Barun biliyordu zaten. Başka birinin daha bilmesine gerek yoktu. Anlatmak çok zordu. Hem de boş yere onu da üzmüş olacaktım.
Aisha düşündüklerimden habersiz yatakta yanımdaki yerini almıştı. Bir süre sessiz kaldık. Uyumamıştı. Anlaşılan uykusu gelmeyen bir ben değildim. Çok geçmeden bunu abimler hakkında sorular sorarak kanıtlamış oldu. Üst üste gelen olaylardan ve onun işinden dolayı yanımda olamayışından birbirimizi daha iyi tanımaya fırsatımız olmamıştı. O arayı kapatmaya çalıştık.
Ağladım, gözyaşlarımı sildi. Güldü, güldüm. Gökyüzü aydınlanmaya başladığında o uykuya yenik düşmüştü. Konuşmak çok iyi gelmişti yine. Hafiflemiş hissederek bende acıyan gözlerimi dinlendirmek istedim.
Öyle uyumuşum ki sabah namazı için kurduğum alarmı bile duymamıştım. Sızlayan alnımın ağrısıyla gözlerimi araladım. Uyurken fark etmeden üzerine yatmıştım. Pamuğun üzerine dokunup yerimde doğruldum.
Aisha hala uyuyordu. Umarım bugün işe geç gidecektir. Bir de uykusundan çaldığım için vicdan azabı çekmek istemezdim.
Saate baktığımda sekize geldiğini gördüm. Babamlar uyanmış mıydı acaba? Orada saat altı olmalıydı şimdi. Gözlerim acıyordu ama tüm uykum kaçmış gibi hissediyordum. Yataktan çıktım usulca. Perdelerden birini aralayıp güneşi selamladım.
Dayanamayıp bizimkileri aramak istedim ama Barun uyuyor olmalıydı. Aisha özel hatlı telefonunu getirdiğini söylemişti. Onunla konuşabilirdim.
Telefonunu komidinin üzerinden aldım. Burada konuşurken onu uyandırmamak adına odadan çıktım. Sol tarafımdan gelen seslerle oraya baktım. İki erkek çalışan vardı, biri yerleri siliyor diğeri balkon korkulukların tozunu alıyordu.
Yeri silen ile bakışlarımız kesiştiğinde bunun geçen gün çocukların odasını toplayan adamlardan kısa olanı olduğunu fark ettim. Hafifçe tebessüm ettim. Başını eğerek karşılık verdi. Anlaşılan burada durmamalıydım.
Balkondan sarkıp aşağıdan gelen ses var mı diye kontrol ettim. Salondan değil ama mutfaktan sesler geliyordu. Aastha abla bizi çağırmadığına göre bugün kahvaltı geç olacaktı.
Nerede görüşme yapabileceğimi düşündüm. Eğer çalışanlar aşağı katları yeni temizleyip buraya çıktıysa kuruyana kadar aşağıda inmemem gerekirdi. Bakışlarım Barun’un çalışma odasına değdi. Orası boş olmalıydı. Orada konuşabilirdim. Ancak izni yoktu.
“Arama için onun uyanmasını beklemeliyim belki de?” diye mırıldandım kendi kendime.
Hiç girmediğim bir yer değildi sonuçta ama? Sadece arama yapıp çıkacaktım. Ya ona değil de başka birine yakalanırsam? Bir de bu kişi Kalindi Hanım olursa daha kötü olurdu.
Bunu düşünmeyip sessiz ama seri adımlarla koridorun diğer tarafına geçtim. Çalışma odasının kapısını yavaşça araladım. Kitli de olabilirdi ama değildi. Bunun için ayrı sevindim. Büyük camdaki stor perdeler kapalı olmalı ki oda hala loştu. Kapıyı usulca kapatıp arkamı döndüğüm sırada beklemediğim bir manzarayla karşılaştım.
Koltukta uyuyan bir adet Barun vardı. Başı masasından tarafta olduğu için yüzünü görebiliyordum. Bir kolu kafasının altındayken bacakları koltuğa sığmamıştı. Üzerinde dünkü gömleği ve pantolonu vardı. Gece yatak odasına değil direkt buraya gelmişti anlaşılan. Neden burada uyuduğunu anlamadım.
Üzerini örtmek için örtü arandım ama göremedim. Yerdeki ceketini fark ettim bu sırada. Ses çıkarmamaya dikkat ederek onu aldım ve ön tarafa yanına ilerledim. Elimdeki telefonu sehpaya bıraktım sonra.
Tekrar ona doğru döndüğümde yüzüne bakmaktan alamadım kendimi. Uyurken bile kaşlarının arasındaki o çizgi gitmemişti. Dün geceki üzgün hali gelince gözümün önüne omuzlarım düştü.
Sessiz bir iç geçirdim ardından eğilip ceketini üzerine örtmek istedim. İstedim çünkü ceketi koluna değer değmez gözleri aralanıp yerinde dikeldi ve ben ne olduğunu anlamadan ona uzanan kolumu tutup çekti.
Uykusunun hafifliğine şaşırmakla meşgulken bunu beklemediğim için dengemi kaybettim ve bedenimin yarısı üzerine düşerken yakınımdaki tek şeye omzuna tutundum. Bakışlarımı kaldırmamla onunla burun buruna gelmek ise nefesimi tutmama sebep oldu. Gözlerim büyümüş bir şekilde ona bakarken onun da benden pek bir farkı yoktu.
“Ezgi?” dedi pürüzlü ve tok sesi.
Sıcak nefesi yüzüme vurdu ve panik tüm bedenimi sardı. Bu kitaplığının önündeki yakınlaşmamızı getirdi aklıma. Bu defa çok daha yakındı… Midem kasıldığında yutkundum. Gözlerinden kaçayım derken bakışlarım dudaklarına indi. Yanaklarım alev alırken kıpkırmızı kesildiğimi hissettim.
Omzundaki elimi ateşe değmiş gibi hızla çektim ve doğrulmaya çalıştım. O da elimi bırakmış geri çekilmişti hemen.
“Senin burada ne işin var?” diyen şaşkın sesini duydum ama yüzüne bakamadım.
Kendimi yere bırakırken yüzümü koltuğun altına doğru yere eğdim. Ellerimi yanaklarıma bastırdım. “Çabuk eski haline dön, çabuk” diye mırıldanarak yanaklarımı mıncırdım. Rezillikti. Nasıl bakacaktım şimdi yüzüne?
“Ezgi? Ne yapıyorsun orada?”
Ayaklarını yere indirdiğini duydum. Bence kaçabilirdim. Sonrasında bir bahane bulurduk. Koltuğun yan tarafından kapı ile aramızdaki mesafeye baktım. Emekleyerek gidebileceğimden çoktu. Ofladım.
Eli omzuma değdiğinde panikle öne doğru hareket ettim ve kafamı koltuğa vurdum. Dudaklarımdan küçük bir inilti kaçtı. Elimi kafama atarken yerimde doğruldum hafifçe.
Barun bu defa kolumu tuttuğunda şansıma söylenmeye başladım. Yere yanıma diz çökmüştü. Ben kaçmaya çalışıyordum adam tutuyordu.
“Seninle konuşuyorum, neden cevap vermiyorsun?” dedi huysuz bir sesle. Beni doğrulttu. Bakışları üzerimdeyken yüzüne bakmadım. “İyi misin? Dikişine geldi mi?”
Kafamı iki yana sallarken “İyiyim” dedim kısık bir sesle.
Ve o malum soruyu sordu “Neden kızardın bu kadar?”
“Kafamı vurdum ya ondan” dedim çok mantıklı bir açıklama yapıyormuş gibi.
Yüzüne kaçamak bakışlar attığımda kaşları hafifçe çatılmış olsa da ifadesinin yumuşadığını gördüm. Neyse ki üstelemedi daha fazla. Bu tutumu biraz rahatlamama sebep oldu.
“Koltuğa otur gel” diyerek beni yerden kalkmaya teşvik etti.
Bu olduğumuz durumu ve az önce yaşananları daha iyi kavramamı sağladı. Başımı eğip yüzümü buruşturdum. Allah’ım ben gerçekten rezil olmak için mi geldim bu dünyaya?
Koltuğa yan yana oturduğumuzda “Ne arıyorsun burada, bir şey mi oldu?” diye sordu.
O normal davranıyor Ezgi sende normal davran.
“Ben arama yapmak için gelmiştim. Uyuduğunu görünce üzerini örtmek istedim. Üzgünüm uyandırdığım için” dedim bakışlarım önümdeyken.
“Sorun değil, uykum hafiftir. Sıcak hava ayrıca gerek yoktu, bu yüzden almadım üzerime bir şey”
Uyuyakaldığını düşünmüştüm ama anlaşılan bilerek burada uyumuştu. “Olsun” dedim omuz silkerken. Yüzüne kaçamak bakışlar attım sonra “Annem uyuyan insanın üzerine kar yağar der. İnce de olsa bir şey mutlaka örtülür bu yüzden”
Anladım dercesine kafasını salladığını gördüm. “Erken değil mi henüz aramak için?”
“Evet öyle… Ama gece verdiğin haber hala rüya gibi hissettiriyor. Uyuyamadım ve aramak istedim. Aisha hala uyuduğu için dışarıda konuşayım dedim ama çalışanlar yerleri siliyordu bende rahat konuşabilirim diye buraya gelmiştim”
“Anladım, nasıl istersen. Abini aramak istersen de benim telefonumda masada” diye konuştu hala yeni uyandığı için sesi boğuk çıkıyordu.
Aslında abimi arasam daha iyiydi. Annemler hala uyuyor olabilirdi ama abime belli olmazdı. Aisha’nın telefonunda onun numarası olmadığı için de kendi telefonunu kullanabileceğimi söylemişti.
Kafamı eğdim hafifçe onu onaylayarak ve koltuktan kalkıp masaya doğru ilerledim. Bu sırada o da kalkmıştı yerinden. Gerildim istemsizce.
“Ben odama geçiyorum. Gelirim sonra” diye konuştu. Sesi sanki gitmesini istemesem kalacakmış gibi soru yüklüydü.
“Tamam”
Annemlerle konuşmalarımız hep olaylı geçtiği içindi bu tutumu tabii ki. Ancak artık korkuyla haber beklemek yoktu... Artık sadece iyileşme süreçlerinden haber alacaktım. İçim hafifledi bu düşünceyle ve gülümsedim.
Kapı açılıp kapandığında gittiğini anladım. Masasının üzeri oldukça doluydu. Buna rağmen düzenli duruyordu. Bir kâğıt tomarı, tamamlanmış bir araba parçası çizimi, kalem seti ve bir cetvel seti vardı.
Çizime baktım tekrar. Aynı zamanda otomotiv mühendisi olduğunu bilmek hala şaşırtıcıydı ama bu meslek de garip bir şekilde ona yakışıyordu.
Ve aşırı havalıydı ya… Çizim yeteneği olan insanlara hep imrenmişimdir.
Anlaşılan terastan geldikten sonra yine çalışmıştı ve bu yüzden burada uyumuştu. Kim bilir ne zaman uyumuştu o da ve az buçuk olan uykusunu da ben bölmüştüm. Bir parça suçlu hissettim kendimi bu yüzden.
Telefonunu aldım. Şifresi olmadığı için ekranını kaydırarak açtım. Ana ekranında da aynı mor çiçekler vardı. Rehbere girdim. Abimi ararken koltuğa geri oturdum.
Arama sonlanmak üzereyken açtı. “Alo” dedi uykudan uyandığı belli olan mahmur sesi.
“Abi, benim Ezgi. Uyuyor muydun? Özür dilerim” dedim mahcupça.
“Sorun değil abicim. Bir şey mi oldu? Saat daha erkenmiş”
Dudaklarımı birbirine bastırdım “Burada dokuza geliyor abi saat. Bende dayanamadım aramak istedim. Yiğit abim iyi değil mi?”
“İyi güzelim, endişelenme. Normal odaya alacaklar hatta bugün” diye konuştu sıcak sesiyle.
Rahat bir nefes bıraktım. Yiğit abim gerçekten iyiydi…
“Babam nasıl? Uyuyorlar mı onlar da?”
“Ben konaktayım güzelim, Efe durmayınca yanlarına geldim gece. Alperen ve teyzem kaldı babamların yanında” dedi, sesinde artık sadece yorgunluk vardı. “Öğleye doğru geçerim bende hastaneye. Sende öğleden sonra ara tekrar. O zaman tamamen müsait olurlar, hepsiyle konuşursun”
Gözlerim özlemle doldu bu defa. “Tamam abi”
“Ha Ezgi bir de şey var” diye konuştuğunda sesindeki sıkıntıyı duymamak mümkün değildi. Kaşlarım çatıldı merakla. “Okul müdürün Metin Bey aramış. Geri dönemedik adama bir türlü. Senin konuşman daha iyi olur, haber vereyim dedim”
“Ben konuştum daha önce kendisiyle ama… neden aradı ki sizi yine?” dedim daha çok kendi kendime sorar gibi.
Abimin sesli bir iç geçirdiğini duydum “Okulun ilk günü ya bugün ondan olmalı” dedi daha kısık bir sesle.
Okulun ilk günü… Bugün 3 Şubat mıydı?
Pazartesi…
Tatil bitmişti.
Gün ve zaman algım bir yerden sonra koptuğu için bunu takip etmeyi tamamen unutmuştum.
Miniklerim çok üzülecekti. Belki de çoktan haberleri olmuştu gelemeyeceğimden. Üzerime çöken hüzünle omuzlarım düştü.
Oysa bir sürü plan yapmıştım… Onlara tatilde en çok kitap okuyana ödül var demiştim. Okuma setleri aldırmıştım ve bunu bir sınava dönüştürerek yeni bir etkinlik planlamıştım. Dolu dolu geçen bir ikinci dönem olacaktı…
“Ezgi, orada mısın canım?”
Abimin sesiyle irkilirken gözlerimin dolmuş olduğunu fark ettim. Hafifçe boğazımı temizledim hemen “Buradayım abi”
“Sıkma canını tamam mı abicim? Ben babamla konuşup halledeceğim bu durumu. Burası bir toparlansın gelip alacağım seni” diye konuştu sessizliğimi doğru yorumlayarak.
“Sorun yok abi, lütfen bunu dert etme bir de. Yeterince koşturuyorsun zaten. Ben konuşup halledeceğim okul işini” dedim titremesine engel olamadığım sesimle. Ağlamamak için sıktım kendimi. “Babamın da üzerine gitmeyin bu konu için olur mu? O nasıl isterse öyle olsun”
İç geçirdi yine. “Sana kocaman sarıldığımı düşün Ezgi… sıkı sıkı” dediğinde o görmese de kafamı sallayarak onayladım onu. Gerçekten o kadar ihtiyacım vardı ki buna. “Her şey yoluna girecek bir tanem, ben hep yanında olacağım”
“Biliyorum abi… Seni çok seviyorum” dedim ağlamamama rağmen burnumu çekerken.
“Bende seni seviyorum abicim”
Sol elimi gözlerime bastırırken “Uykun daha fazla açılmadan kapatayım ben abi, sende biraz daha uyu dinlen lütfen. Sonra yine konuşuruz” diye konuştum.
“Tamam canım, sende dinlen rahatça. Kendini yıpratma artık. Ayrıca okul işini konuşursan bizi de haberdar et. Yapılacak bir şey varsa yapalım tamam mı?”
İçim sıcacık oldu yine. Umutla doldum. Hiçbir şey yolunda gitmeyebilirdi ama onların varlığı yetiyordu. Dünyanın en güçlü insanı gibi hissediyordum.
“Tamam abi, haber veririm. Efe’yi öp sende benim için” dedim gülümserken.
Beni onayladıktan sonra ona iyi uykular dileyip aramayı sonlandırdım. Bir süre elimdeki telefonu izledim öylece. Metin Bey de ancak öğleden sonra müsait olurdu bugün. Onu da o zaman aramalıydım.
Yerimden ayaklanıp telefonu yerine koydum sonra. Perdeler kapalı olduğundan odada bir kasvet havası vardı ve bu içime işliyormuş gibi bundan rahatsız oldum. Pencereye ilerleyip stor perdeyi açmak yerine komple yukarı kaldırdım ve gökyüzünün odaya dolmasına izin verdim.
Güneş ışınları odanın dört bir yanını sararken sıcaklığı içim gibi tenimi de ısıttı. Güneşten gözlerim kısılmışken gülümsedim. Bu çok kısa sürdü çünkü aklıma bugünün 3 Şubat olduğu geldi.
Az çok olacakları tahmin edebiliyordum. Ne kadar üzülsem de benim de önceliğim çocuklarımın eğitiminden geri kalmamasıydı elbette. Muhtemelen yerime yeni bir öğretmen getirmişlerdi ya da okuldaki öğretmenlerden biri ek mesai yapacaktı. Bu işin bir de hukuksal süreci vardı tabii. Metin Bey ile asıl bunun için konuşmalıydım bende.
Kapının açılma sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp kapıya döndüm. Barun odaya girmişti. Gözleri koltuktan buraya döndüğünde göz göze geldik.
“Konuştun mu? Ne çabuk” dedi şaşkın bir sesle.
Üzerini değiştirmiş ve her zamanki takımlarından birini değil siyah bir pantolon ve polo yaka siyah bir tişört giymişti. Bu ona çok farklı bir hava katmıştı.
“Abim evdeymiş. Uyuyormuş o yüzden çok tutmadım” diye yanıtladım sorusunu.
Kafasını sallarken bakışları gökyüzüne kaydı. Ardından koltuğa oturdu. Bende ayakta dikilmeyi bırakıp yanına oturdum. Burnuma onun yoğun kokusu ve tıraş losyonu kokusu doldu anında. Bakışlarımı ona çevirdiğimde tıraş olduğunu ve saçlarının nemli durmasından duş almış olduğunu anladım.
“Seni okul müdürüm Metin Bey aramış olabilir mi yine?” diye sordum ona bakmaya devam ederken.
O ise hala gökyüzüne bakıyordu. Sorumla birlikte bakışları bana döndü. Kaşlarının ortasındaki çizgi belirginleşirken “Aramış olsaydı söylerdim. Neden?” diye konuştu.
“Abimleri aramış da belki önce seni aramıştır da görmemiş veya çekmemiş olabilir diye düşünmüştüm” Gözleri karnımda kasılmalara sebep olduğundan bakışlarımı kaçırıp ellerime çevirdim.
“Neden aramış?”
“Abim de açamamış ama hâl hatır için olmadığı belli. Bugün 3 Şubat… Okulun ilk günü” dedim buruk bir sesle.
Sesli bir nefes bıraktı. “İlk konuşmanızdan sonra muhtemelen bir dilekçe ile bakanlığa durumu bildirmiştir. Şimdi okul açıldığından ne kadar süre okula gelemeyeceğini sormak için aramış olmalı” dedi düşünceli bir sesle. Son söylediğiyle içim sıkıldı. Bu süreyi bende bilmiyordum çünkü “Senin durumun belirsiz olduğu için ona göre yeni bir dilekçe hazırlamak zorunda. İzinli sayılacaksın muhtemelen bu yüzden endişelenme. Sadece başına gelen kaza için kanıt isteyeceklerdir”
“Kanıt mı?” dedim bakışlarım ona dönerken.
Bir anlığına onun devlet adamı olduğunu unutmuştum. Yasaları biliyordu elbette. Burada böyle işleniyorsa Türkiye’de de benzer olabileceğini düşünüyordu.
“Hm hm” dedi beni onaylayarak. Kahveleri yüzümde gezindi “Şu pilot kardeşler ayarlayabilirse kazaya dair bir belge gönderebilirler müdürüne. Sen dönünce de bir de seninle konuşurlar sadece”
“Anladım, umarım öyledir. Onlardan da haber almadım henüz. Bugün sorarım annemlere” diye konuştum daha canlı çıkan sesimle. Kafasını salladı usulca. “İçimi rahatlattın, teşekkür ederim”
Rica eder gibi başını eğdi yine. Tebessümüm büyüdü.
“Burada ara tatil yok mu?” diye sordum aklıma gelen şeyle. Mina ve Manu ben geldiğimde de okula gidiyorlardı çünkü.
“Var ancak burada aralık ayında”
“Anladım”
Bu sırada telefonu çaldı. Ayaklanıp masasına gitti ve çağrıyı yanıtladı. Bende koltukta geri yaslanıp gitmek için konuşmasının bitmesini bekledim.
“Bir gelişme mi var?” diye İngilizce konuştuğunda Ranvir ile konuştuğunu düşündüm. Çok geçmeden huysuz bir sesle söylenmesiyle de bunu doğrulamış oldu. “Günaydın Ranvir, oldu mu?”
Sanırım telefonu açar açmaz öyle konuşmasına laf etmişti Ranvir. Güldüm bu haline. Bu sırada tekrar koltukta yanıma oturmuştu.
“Evdeyim. Geeta abisi ile konuşuyordu ondandır”
Kaşlarım hafifçe çatılırken öne eğik durduğu için ensesiyle bakışıyordum şu an. Bakışlarım geniş omuzlarında ve sırtında gezindi. Tişörtü kısa kollu olduğundan kol kasları da meydandaydı. Son olanlardan sonra bakışlarımı kaçırmak istedim ama yapamadım.
Meydanda olan şeye bakılır ayrıca. Açmasaymış!
Değil mi yani diyerek iç sesime hak verdim. Neden bu kadar iyi bir fiziği vardı ayrıca bu adamın? Düzenli spor yapıyorsa ne zaman yapıyordu?
Biz hayatına girdiğimizden beri düzen müzen kalmadığından olabilir mi?
Alt dudağımı ısırdım. Olabilir miydi? Olabilirdi.
“Evet, gece aramıştılar. Abisi hayati tehlikeyi atlattı”
Benim hakkımda konuşmaya devam ettikleri için dikkatimi konuşmasına verdim.
Sesli bir nefes bıraktı “Bilmiyorum. Ona da sormam lazım”
Bana mı? Neyi?
Sanki bunu duymuş gibi bana doğru döndü birden. Kahveleri uzak değil yine sıcaktı.
Telefon hala kulağındayken “Ranvir ve eşi Neha bizi kahvaltıya davet ediyorlar, gitmek ister misin?” diye sordu Türkçe konuşarak.
Başta şaşırsam da aynı zamanda çok sevinmiştim. Kısa vakitler geçirmiş olsak da Ranvir’i sevmiştim gerçekten. İyi ve sıcakkanlı bir adamdı. Ailesiyle de tanışmayı çok isterdim.
“İsterim. Tabii senin planını bozmayacaksam?”
“Hayır, sıkıntı yok” dedi beni onaylayarak. Gülümsedim. Ardından tekrar önüne döndü ve onunla konuştu bu defa “Tamam geliyoruz”
“Omlet olabilir” dediğinde benim için ne hazırlayabileceklerini söylediğini anladım.
Koluna dokundum çekinerek. Bakışları bana döndü “Ayrı bir şey için zahmet etmesinler lütfen. Sizin yemeklerden de yiyebilirim” diye konuştum.
Gözlerini kapatıp açtı sorun yok der gibi ve konuşmasına döndü. “Yer ama baharatlarını daha az atsın ağır gelebilir”
Hala omlet için mi konuşuyorduk?
“Sorun yok, baharat severim” diye girdim araya. Ancak çok takmadı beni beyefendi.
“Yok, sağ ol. Bir saate geliriz”
Evi o kadar uzak mıydı?
“Görüşürüz” Çağrıyı sonlandırdı ama telefonu kapatmadı. Yerinde hafifçe dikleşirken “Halil amcalara haber verelim de bugün bizi beklemesinler kahvaltıya” diye konuştu. Kafamı salladım onu onaylayarak.
Halil amca telefonu açmış olmalı ki “Nasılsın Halil amca?” diye konuşmuştu. Sol elini dizine koyarken parmakları dizinde ritim tutmaya başlamıştı.
“İyiyim. O da iyi” duraksadı birden. Benden mi bahsediyordu? “Bugün Ranvir evine davet etti bizi, gelemeyeceğimizi haber vermek için aradım bende seni”
Nasıl her dili farklı tonda konuşursun be adam, nasıl?
Ve karizmatik olursun değil mi?
Hayır, ne karizmatiği? Kaşlarım çatıldı. Yok öyle bir şey!
Ellerimi yanaklarıma yasladım. Bir gömlek değiştirdi diye mi ben bunları düşünüyordum ne oluyordu bana?
“Tamam Halil amca, geçerken uğrarız” dedi ve çok geçmeden de aramayı sonlandırdı.
Ellerimi indirip kendime geldim hemen. “Bir sorun mu var?” diye sordum son söylediklerinden restorana uğrayacağımızı düşünerek.
Bana doğru dönerken gözlerimiz buluştu. “Dün Aisha restoranda Dilek’in yanındaymış. Ranvir yemekleri alırken ondan öğrenmişler başına gelen kazayı. İyi değilsen Sevilay teyze eve gelmeyi düşünüyormuş bugün. İyi olduğunu söyledim şimdi ama yine de görmek istiyormuş seni. Bu yüzden geçerken uğrayacağımızı söyledim”
İçim sıcacık oldu anında. Yine bu kısa zamanda onların benim kalbimde yer edindiği gibi benim de onların kalbinde yer edindiğime şahit olmak çok güzel bir histi.
Anladım dercesine kafamı sallarken dudaklarımda içten bir gülümseme vardı. Bakışları gözlerimden kısa bir an gülümsememe indi. Ardından tekrar gözlerime baktı.
“Ben… gidip hazırlanayım mı?” dedim bu garip uzun ve sessiz bakışmaya son vererek.
Hafifçe boğazını temizlerken bakışlarını kaçırdı “Benim birkaç işim var burada, onları halledeceğim. Acele etmene gerek yok”
“Anladım. Aşağıda görüşürüz o halde”
“Tamam”
Başımı hafifçe eğip sehpanın üzerindeki Aisha’nın telefonunu aldım ve yerimden ayaklandım. Ardından odasından ayrıldım. Koridorda odaya doğru ilerlerken çalışanları görmedim. Anlaşılan işleri bitmişti.
Onlar yerine Mina ile karşılaştık. Üzerinde okul üniforması vardı. Saçlarının bir yanı topluyken diğer yanı salıktı. Birinden kaçıyor gibi görünüyordu.
“Nereye böyle tatlım?”
Odasının kapısına kısa bir bakış atarken “Annemden kaçıyorum Geeta, saçımı mahvetti” diye yakındı.
Güldüm bu haline. “Benim düzeltmemi ister misin?”
“Gerçekten mi? Güzel model yapabilir misin?”
“Tabii ki. Parmaklarım sihirlidir” dedim ona bir sır verir gibi ve parmaklarımı yüzünün önünde hareket ettirdim.
Neşeyle gülerken elimden tuttu ve beni odasına götürdü. İşimin çok uzun sürmeyeceğini düşündüğüm için onunla gitmekte bir sakınca görmemiştim.
Odada sadece Aastha abla vardı. Etraf bir hayli dağılmış gözüküyordu. Hintçe bir şeyler söylenerek onları topluyordu.
Beni gördüğünde “Günaydın Geeta” dedi.
“Günaydın Aastha abla” dedim bende tebessüm ederek.
“Erkencisin, kahvaltıya kalmıyor musunuz bugün?”
“Yok kalmayacağız” dedim.
Anladım dercesine başını sallarken bakışları önümde duran kızına değdi “Bir sorun mu var, ne oldu peki?”
“Mina saçlarını yapmamı istedi de iznin olursa onu yapacağım?”
Yüzünü buruştururken Mina’nın saçlarına baktı “Benim ne kadar yetenekli (!) olduğumu görüyorsun. Bu yüzden sorman hata tatlım”
Gülerken onu başımla onayladım. Mina küçük masasının sandalyesine oturduğunda bende arkasındaki yerimi aldım. Ben saçının bağlı tarafını çözerken Aastha abla da işine devam etti.
Annesi gibi açık kahve saçları omuzlarını iki karış geçiyordu. Üstelik ipek gibi yumuşacıktı. Canını yakmamaya özen göstererek bir güzel taradım.
“İstediğin bir model var mı?” diye sordum hafifçe öne eğilerek.
Söyleyeceği kelimeyi bulamadığı için annesinden yardım aldı. Çok tatlıydı. “Örgülü bir şeyler olabilir”
“Tamamdır, o iş bende”
Saçlarını ikiye ayırıp kılçık örgü şeklinde bir tarafını örmeye başladım. Onun dikkatli bakışlarını ise aynadan üzerimde hissediyordum.
“Barun amcamda çok güzel örüyor biliyor musun Geeta?” diye konuştuğunda bir an ellerim duraksar gibi oldu. Onun saçlarını mı örmüştü? Şaşırmadan edemedim. “Ben aslında ona ördürmek istiyordum ama annem gitmeme izin vermedi”
Bakışlarım çaprazımda kalan Aastha ablaya döndü. Neden izin vermemişti? Soru soran bakışlarımı görürken dudaklarını birbirine bastırdı. Gözlerinde hüzün vardı şimdi. Mina’nın duymasını istemiyormuş gibi bana iyice yaklaştı.
“Barun, Nisha için bir arkadaşından saç örmesini öğrenmiş… Gelip ilk Mina da denemek istemişti. Mina ondan bahsediyor” diye açıkladı buruk bir sesle.
Onun için saç örmeyi öğrenmiş…
Kalbimde bir sızı olurken gözlerimin nemlendiğini hissettim. Örebilmiş miydi peki Nisha’nın saçını hiç? Onu anlatırken bundan bahsetmemişti o gün?
“Henüz her şey tazeyken bunun için yanına gitmesini istemedim bende” diye devam etti Aastha abla açıklamasına.
Ancak ben içime oturan sızıyla öylece kalmıştım. Aklıma dün gece öğrendiklerim gelirken dişlerimi sıktım öfkeyle.
Umarım buradan gitmeden o adamın içeri tıkıldığını görürdüm!
“Bitti mi Geeta?”
Mina’nın sesiyle hafifçe irkildim. Aynadan gülen gözleriyle göz göze geldim. Barun’un onun saçlarını ördüğü an canlandı kafamda ve içim daha çok burkuldu.
Kafamı iki yana sallarken “Az kaldı” diye yanıtladım onu.
Aastha abla tekrar işine dönmüştü. Bende diğer tarafı örmeye devam ettim. İşim bittiğinde el aynasıyla onun da örgülerini daha iyi görmesini sağladım.
“Harika olmuş Geeta!” diye şakıyıp annesine koşup ona da saçını gösterdi.
Aastha abla da gülen gözleriyle bana baktı “Gerçekten çok güzel olmuş Geeta, eline sağlık”
“Ne demek, teşekkür ederim”
Mina da bana sarılıp teşekkür ederken bende gülerek sarılışına karşılık verdim. Ardından ona iyi dersler dileyip Aastha ablaya da kolay gelsin diyerek yanlarından ayrıldım.
Aisha’nın odasına doğru ilerlediğim sırada ikinci katın merdivenlerinde Aisha ve Akash’ı karşılıklı konuşurken gördüm. Aisha’nın üzerinde hala geceliği vardı. Beni arıyor olmalıydı.
Koşar adım merdivenlerin başına yetiştim. Akash’ın bakışları bana dönerken Aisha da onun nereye baktığını takip ederek bana dönmüştü.
“Ah Geeta” tamamen bana doğru dönerken bende onun yanına ilerledim “Bende sana bakıyordum. Neredeydin?”
“Barun’un çalışma odasında arama yapıyordum, üzgünüm seni uyandırmak istemedim bu yüzden haber veremedim” dedim telefonunu ona geri verirken.
Sorun yok dercesine gülümsedi hafifçe “Bir sorun yok değil mi? Abin iyi?”
“İyi, çok şükür. Sadece benim okul başlamış bugün onun için müdürle tekrar konuşmam gerekiyor”
“Umarım okulda kalman için bir çözüm yolu vardır?” diye konuşan Akash olmuştu bu defa. Onun da üzerinde gri bir eşofman altı ve beyaz bir tişört vardı. Saçları yeni uyandığını gösterircesine dağınıktı.
Bunu sormasının sebebininse onunla Nisha’nın cenaze töreninden sonra yaptığımız konuşmadan dolayı olduğunu anladım. Ona öğrencilerime verdiğim sözden bahsetmiştim.
Sıkıntıyla bir iç geçirdim “Var gibi görünüyor, bakalım”
“Hallolacaktır, eminim” dedi Aisha koluma dokunup tebessüm ederek.
“İnşallah”
Bu durumu daha fazla düşünüp üzülmemi istemeyerek konuyu değiştirmişti daha sonra “Acıkmış olmalısın, sen biraz daha dinlen. Yemek hazır olunca çağırırım ben seni. Yemek olarak istediğin bir şey var mı?”
Elimi elinin üzerine koyarken “Aslında Ranvir bizi yemeğe davet etti. Bu yüzden yemeğe kalamayacağım” diye konuştum.
İkisinin de yüzünden anlık bir şaşkınlık geçti. “Biz derken, abimle mi?”
Hih biz mi demiştim?
Ama Barun da biz demişti?
“E-Evet. Ben o anlamda biz dedim zaten birlikte gideceğiz manasında yani. Hem abinle olacak tabii başka kim olacak? Sonuçta onun arkadaşı Ranvir, değil mi?” dedim hemen panikle.
“Sorun yok, anladım. Ben şaşırdım sadece. Ranvir abiyle bu kadar yakın olduğunuzu bilmiyordum” dedi gülümsemeye çalışarak ama sesi düşünceli geliyordu.
Ranvir dışarıdan soğuk durduğu için bu kadar kaynaşmış olabileceğimizi düşünmemesi normaldi.
“Siz yakın mısınız onunla?”
“Eskiden… yakındık” dedi buruk bir sesle.
Yani Barun ile araları bozulmadan önce. Dudaklarım üzgünce bükülürken anladım dercesine kafamı salladım.
Ranvir arkadaşının yanında durmak için mi Aisha’dan uzaklaşmıştı yoksa gerçekten Barun’u haklı bulduğu için miydi merak etmiştim ayrıca.
Akash bir adım öne çıkarken “Madem gideceksin gitmeden yaranın pansumanını yenileyelim Geeta?” diye konuştu.
“Olur”
“Ben mutfaktayım o halde” dedi Aisha bana. “Hazırlıklara bir bakayım gelirim yanına yine”
Gülümsedim “Tamam”
Aisha da gülümsememe karşılık verip yanımızdan ayrıldı. Akash kenara çekilip eliyle beni salona yönlendirdi. Uzun koltuğun birine geçip oturdum. O da televizyon ünitesinin yanında olan çekmeceden kare beyaz bir çanta çıkardı ve sağıma oturdu.
“Baş dönmen ya da ağrın var mı?”
“Hayır yok. Gece biraz midem bulanır gibi oldu o kadar” dedim.
Önümüzdeki sehpada kutuyu açarken “Vücudun narkozu atmaya çalıştığı için olmalı. Az dozda olduğu için çok bir etkisine maruz kalmadın neyse ki” diye konuştu.
Bir şişe ve biraz pamuk çıkardı. Bu bana kaymakamlıktaki ilk günümü hatırlattı. Serum iğnesini hızlı çıkardığım için elim kanamış ve Barun da minik bir pansuman yapmıştı.
Akash bana doğru dönerken koltukta yanıma yaklaşıp alnıma baktı. Ardından mavileri gözlerime indi ve beni rahatlatmak ister gibi hafifçe tebessüm etti. “Rica etsem alnındaki saçlarını tutabilir misin?”
“Tabii” dedim ve sağ elimle alnımdaki pamuğa değmeden saçlarımı tutup kafamın üzerine sabitledim.
Dikkatli bir şekilde alnımdaki bantlı pamuğu çıkardı. Bu oranın sızlamasına sebep olmuştu. Parmaklarıyla oraya dokunduğunu hissettim.
Bu sırada ben kızarmamak için yüzüne tam bakamıyordum çünkü oldukça yakınımdaydı. Bakışlarım sol kaşının üzerindeki dikiş izine değdi.
“Barun’a dikiş izinin kalmayacağını söylemişsin sanırım?” dedim aklıma gelen şeyle.
Bir pamuk parçasına tentürdiyot dökerken kafasını salladı beni onaylayarak “Evet. Derin değil yaran”
“Senin yaran… nasıl oldu peki? İz kalmış” diye sordum.
Eli anlık duraksadı ve bakışları yaramdan gözlerime indi. Benim de bakışlarım kaşının üzerinden indiği için anladı hangisinden bahsettiğimi.
“Hatırlamıyorum desem?” dedi tebessüm ederek. Kaçmıyordu, gerçekten dürüst görünüyordu bu cevabı verirken.
Bu bana Barun ile geçmişte yaşadıkları olayı hatırlattı. Barun’un suçlandığı ve İngiltere’ye gönderildiği olay… Aisha, Akash olanları hatırlamıyor demişti. O günden mi olmuştu bu yara yoksa?
Yutkundum ve meraktan yerimde rahatsızca kıpırdandım. Akash işine devam etmiş pansumanını bitirmişti bu sırada. Alnıma bu defa pamuk koymamış sadece küçük bir bant yapıştırmıştı. Dağıttığı yeri toplarken bende saçlarımı serbest bıraktım.
“Akash, sana bir şey sorabilir miyim? Cevap vermek istemezsen anlarım tabii” dedim onu izlemeye devam ederken.
Kutuyu kapatıp bana döndü “Sor tabii” dedi her zamanki nazik tavrıyla.
Ben ise bu konuyu açacağım için gergindim. Kucağımdaki ellerimle oynarken “Yaran… Yıllar önce Barun’un İngiltere’ye gönderilmesine sebep olan olayda olmuş olabilir mi?” diye konuştum.
Kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. “Bunu sana kim anlattı? Aisha mı?”
“Evet”
Bakışlarını kaçırıp önüne çevirdi. Bu konunun açılmasından hoşlanmadığı her halinden belliydi. Ancak bana yine de cevap vermişti. “Ben nasıl olduğunu hatırlamasam da o günden olduğunu biliyorum, evet”
“Hiçbir şey hatırlamıyor musun gerçekten?”
“Ailevi olayların ne kadarını biliyorsun bilmiyorum ama… Barun bizi hiçbir zaman istemedi” diye başladı konuşmaya. “Onu anlıyordum bu yüzden bende onu hiç suçlamadım. Ancak konu annem olduğunda bende sessiz kalamıyordum. Üstelik bizim yüzümüzden Çetan babam ile araları açılıyordu ve ben Çetan babama değer verdiğim için onun yaptıkları bana da dokunmaya başlamıştı. Bu yüzden onunla konuşmak istedim. Beni abisi olarak görsün kabullensin değildi derdim… sadece… öfkesinin hem ona hem de çevresindeki herkese zarar verdiğini görsün istiyordum”
İçim burkuldu. Akash da en az onun kadar temiz yürekli bir adamdı. Eğer istediği olsaydı gerçekten her şey daha farklı olabilirdi. Bu sırada Akash bakışlarını ellerinden ayırmazken anlatmaya devam etti.
“Onu eski evimize götürdüğümü hatırlıyorum. Babamla yaşadığımız evimize… Ne söyleyip ikna ettim hiç bilmiyorum. Aslında ikimizin de yüreğinde çok benzer bir acı vardı, Geeta. O annesini kaybetmişti bende babamı… Ben ona bunu göstermek istedim. Benim de canımın yandığını ve yanımda olamasa bile bir babam olduğunu, onun babasını almak gibi bir derdim olmadığını göstermek istedim” sesli bir nefes bıraktı. Ardından yutkunduğunu gördüm. “Biz köyü terk ettikten sonra bize öfkeli olan köylüler evimizi yakmışlar. Ben yine de vazgeçmeyip eve girdim ve evi gezdirirken ona babam ile olan anılarımızdan bahsettim”
“Ne oldu da tartışmaya başladık hatırlamıyorum. Gençtik, fevriydik… Kim bilir neler söyledik birbirimize. İkinci kattaydık bu sırada. Birbirimizin yakasına yapıştığımızı hatırlıyorum. Sonra hayal meyal düşmek üzereyken ona elimi uzattığımı… Gerisi yok. Gözlerimi hastanede açtım. Olduğumuz balkon göçtü demiş Barun ama ona bir şey olmadığı ve olay yerinde sadece onu gördükleri için ondan şüphelendiler” diye devam ettiğinde duyduklarım karşısında bir anlığına nefesimi tuttum. Bu gerçek olamazdı.
Resmen Akash’ı onun ittiğini düşünmüşler! Yapmış olamazdı. Akash’a gerçekten yardım etmemiş miydi o zaman yoksa Akash yanlış mı hatırlıyordu? Bu olayı gerçekleriyle sadece o anlatabilirdi ve ben bunu öğrenmek istiyordum.
“Sen peki, ne düşünüyorsun bu konu hakkında?” diye sordum. Aisha zaten onu suçlamadığını söylemişti ama yine de ondan duymak istemiştim.
Bakışlarını bana çevirdi. “Bir önemi yok benim için. Bu olayda yalnız bir suçlu yok çünkü. Onu oraya hiç götürmemeli belki de evin o halini gördükten sonra geri dönmeliydim. Bir şeyleri düzelteceğime inanarak aptallık ettim. Her şey daha da kötü oldu”
Dudaklarım üzgünce bükülürken “Bilemezdin ki böyle olacağını…” diye konuştum.
Omuzlarını kaldırıp indirdi. Gözlerini kaçırarak ellerine çevirdi sonra yine “Herkes başına gelen felaketi aynı olgunlukla karşılayamıyormuş, Geeta. Ben onu bu yüzden suçladım hep. Onu anlamak için geç kaldım. Bu yüzden bazen… gerçekten onun yerini çalmış gibi kendimi çok kötü hissediyorum…”
“Söylediğin gibi aynı yerden yanmış canınız ama birbirinizi geç anlamışsınız… Onun da senden nefret ettiğini düşünmüyorum”
“Belki de” dedi yine omuz silkerek “Ama dediğim gibi isteğim hala değişmedi. Çetan babam ve Aisha ile araları iyi olsa bana yeter. Bizim bu saatten sonra iyi anlaşmamız imkânsız zaten”
Böyle düşünmesi beni derinden üzdü. “Neden?” diye sorarken bunu sesime de yansıtmıştım bu yüzden.
Sesli bir nefes bıraktı sıkıntıyla. “Annem… ona güvenmiyor. O zamanlar üst üste yaşadığımız bu durumlar onu iyice yıpratmıştı. Onu tekrar kaybetme eşiğine getiren Barun olduğuna inandığı için bir arada olmamız sürekli bir tartışmaya yol açıyor. Geçen sabah sende şahit oldun biraz, biliyorsun”
Barun’un annesinin eşyaları için babasına hesap sorduğu sabahtan bahsediyordu. O gün bir anda gerilmişti ortam gerçekten. Bu gibi durumlarda Akash haliyle annesinin arkasında oluyordu ve bu yüzden aralarının hiçbir zaman iyi olamayacağını düşünüyordu. Belki de haklıydı.
“Üzgünüm, bu konuyu açıp canını sıktıysam” dedim mahcupça.
Bakışları bana dönerken tebessüm etti “Hayır, öyle düşünme. Böyle içimi açabileceğim çok arkadaşım yok. Seninle konuşmak iyi geliyor bu yüzden”
“Her zaman o halde” dedim gülümserken. Gülümsememe karşılık verirken kafasını salladı beni onaylayarak. Bakışlarım masadaki kutuya değdi. “Teşekkür ederim pansuman için”
“Rica ederim”
Yerimden ayaklandım sonra. Çok fazla oyalanmıştım sanki. Odaya çıkıp üzerimi değiştirmeliydim. “Akşam görüşürüz o halde”
“Nöbete kalacağım bugün, yarın sabah artık”
Gülümsemem genişledi onun gibi. “Anladım, kolay gelsin”
“Sağ ol”
Arkamı dönüp merdivenleri çıktım. Odaya girdikten sonra Aisha’nın dolabını açtım. Ne giyecektim? Önemli bir yere gideceğim için özenmek istedim bugün biraz. Aldığım elbiselerden birini mi giyseydim acaba?
Askılıktaki elbiselere baktım böylelikle. Kırmızı, küçük beyaz çiçekli elbiseyi elime aldım. Beğeniyle dudak büzerken çok düşünmeyip üzerimdekileri çıkardım. Bacaklarımı kontrol ettim ilk. Azalmış olsa da hala küçük küçük çıkan bacak kıllarım vardı. Bu konuda halalarıma çekmiştim maalesef. Neyse ki bununla uğraşmama gerek kalmadı çünkü henüz görünürde yoktular.
Elbiseyi giydim. Yandaki fermuarını kapattım. Etrafımda dönüp aynada kendime baktığımda bu görüntü çok hoşuma gitti. Kendim gibi hissettirdi.
Kapı tıklatılırken “Geeta?” diyen Aisha’nın sesini duydum.
“Gelebilirsin” diye seslendim bende.
Kapıyı açtı ve odaya girdi. Bakışları üzerimde gezindiğinde “Yaa çok tatlı olmuşsun” dedi hemen.
“Teşekkür ederim” dedim gülümserken.
“Yardımcı olmamı istediğin bir şey var mı?”
“Yok canım, sağ ol” dedim minnetle.
Gülümseyip kafasını eğerek onayladı beni. “Tamam o halde. Bende giyineyim”
“İşe gidecek misin bugün?”
“Gideceğim”
“Şehir dışında mı olacaksın yine?” diye sordum.
“Evet ama yine çok uzun sürmeyecek, merak etme. Geldiğimde senin için gereken kutlamayı yapacağız”
Takıldığı detaya gülmeden edemedim. “Düşünmen yeter, bunu dert etme lütfen”
İtirazlar ederek bunu onaylamadı. Gülüştük. Ardından o dolabına yönelirken bende makyaj masasının önüne kuruldum. Bu konuda Aisha’dan çekinmeme gerek olmadığını biliyordum.
İlk güneş kremi sürdüm yüzüme. Ardından günlük uyguladığım rutin makyajımı yaptım. Rimel, biraz allık ve ruj. Ancak bunlara göz altlarım için kapatıcı eklemek zorunda kalmıştım. Yüzüme renk gelmişti gerçekten. Bu iyi hissettirdi.
Masanın köşesindeki bilezik standının önünde duran yeşil bilezikleri fark etmem durulmama sebep oldu. Sanırım başına bir şey gelmesin diye komidinden Aisha alıp koymuştu buraya. Bu aklıma Yiğit abim ve Hicran yengemin hediyesi olan bilekliği getirdi.
Dün yine abimin gittiği bir kabustan uyandığımda baş ucumdaki komidinde onun hediyesi olan bilekliği görmüştüm. Onu uçağa binmeden önce terlediğim ve rahatsız olduğum için çıkarıp pantolonumun cebine koyduğumu hatırlamıştım. Orada olduğunu unutmuştum ve o şekilde burada yıkanmaya gitmişti.
Çiçeğinin, düştüğüm zaman mı yoksa yıkanırken mi kırılıp kaybolduğunu bilmiyordum. Ancak onu göremediğimde yaşadığım korku ve içime çöken kötü his canımı hiç olmadığı kadar çok yakmıştı.
Tam o sırada Barun gelmişti odaya. Korktuğum ve kendimi kaybettiğim bir anda yanımda olmuştu. Yine.
Yakınlığımız… Ellerimi tutan elleri ve yanağıma değen parmakları… O anları hatırlarken yanaklarımın ısındığını hissettim. Onu tamir edeceğine dair söz vermiş bilekliği de elimden almıştı.
Elimi alnıma vurdum yavaşça ve sesli bir nefes bıraktım. “Adamın başka derdi yok bir de bileklik kitlemişsin Ezgi, harika”
Aynaya baktığımda allıkla birlikte yanaklarımın iyice kırmızı olduğunu gördüm. Bu birkaç saat önce çalışma odasına olanları getirdi aklıma. Ofladım. Bunu düşünmemeye çalışıp kâküllerimi düzelttim. Ardından fularımı başıma bağladım.
Gözlerim yine bileziklere değdi. Uzandım ve birini sağ koluma geçirdim. Nisha’nın yüzü geldi aklıma. Dudaklarımı birbirine bastırırken gözlerimin dolduğunu hissettim.
İki bilezik daha taktım. Üzülsem de onu hatırlamak istiyordum. Sol koluma da üç bilezik geçirdim. Kollarımı aynaya doğru kaldırırken kollarımı salladım. Fularımla uyumlu olmuşlardı. Buruk bir tebessüm ettim.
Aisha banyodan çıktı bu sırada. Kırmızı renkte geleneksel bir kıyafet giymişti. Bana doğru ilerlerken gülümsedi. Ellerimi kucağıma indirirken bende ona karşılık verdim.
Bilezikleri fark etti ama hakkında bir şey söylemedi. Arkama geçip usulca saçlarıma dokundu sonra “Saçların için belli bir bakım rutinin vardır kesin. Bunun için de alışverişe çıkalım mı bir gün?”
“Evet, var. Ancak buna gerek yok” dedim aynadan ona bakarken. Saçlarımı da toplasam iyi olurdu ama daha fazla oyalanmak istemediğim için arabada toplayabileceğimi düşündüm.
“Bana da gösterirdin ama çok merak etmiştim?”
Gülümsedim. “Senin için gösteririm tabii. Biraz meşakkatli yalnız”
Saçlarıma hayranlıkla bakarken “Orası belli” dedi.
Aklına bir şey gelmiş gibi kaşları kalktı birden ve dolabına doğru koştu.
“Ne oldu?” dedim oturduğum yerde ona doğru dönerken.
Dolabında çekmecelerini karıştırırken “Benim sana bir hediyem vardı” diye konuştu.
“Hediye mi?”
Ben şaşkınca onu izlerken o aradığını bulup tekrar yanıma geldi. Elinde orta boy, krem renginde bir kutu vardı. Gözlerindeki heyecanla kutuyu bana uzattı.
“Mumbai’de almıştım ama vermek için uygun bir zaman bekliyordum. Şükür ki bu zaman kısa sürdü. Üstelik en güzel şekilde” dedi, abimin iyi olmasını kastederek.
Kutunun kapağını açtığımda şaşkınlığım ikiye katlandı. Benim kullandığım kokuydu bu. Bakışlarım ona kalkarken “Bunu nereden buldun?” diye sordum.
Şirince gülümsedi. “Koku hafızam fena değildir. Bu gezdirdiğim turist kafilesi ful kadındı. Bir alışveriş merkezine gitmek istediler. Bu markanın mağazasına girmiştik ve kadınlardan biri alacağı parfümü bana da denetmişti. Bu kokuyu alınca direkt aklıma sen geldin. Tam emin olamadım ama yine de alıp sana hediye etmek istedim”
“Yaa” dedim bu jestine içim giderek. “Çok teşekkür ederim, beni çok mutlu ettin gerçekten”
“Güle güle kullan canım”
Ayağa kalkıp bir kolumla ona sarıldım. Sarılışıma karşılık verdi o da hemen. Geri çekildikten sonra gülerek parfüm şişesini kutudan çıkarıp üzerime sıktım. Parfüm kırmızı çizgilerimden biriydi. Ancak o hatırlatmasa bunu bile unutmuştum.
Her şey yavaş da olsa düzelirken bugün yeniden doğmuş gibi hissediyordum. Sürekli gülmek ve etrafıma neşe saçmak istedim bu yüzden. Eskisi gibi…
İçimdeki heyecanla koltuğa geri oturup ayağıma bir çorap geçirdim hemen. Ardından beyaz spor ayakkabılarımı giydim.
“Biri mi kovalıyor ne bu hız?” diye sordu Aisha beni izlerken.
“Fazla oyalandım, Barun çoktan inmiş olabilir bekletmeyeyim” dedim kapıyı açarken ona el salladım. “Kendine iyi bak, görüşürüz”
Gülerken o da el salladı “Sende öyle, görüşürüz”
Aynı seri hareketlerle merdivenleri inmeye başladığımda Barun’un sesini duymamla bakışlarımı kaldırdım. O da aynı anda bakışlarını çevirmiş ve göz göze gelmiştik.
Adımlarım yavaşladı. Biriyle konuşuyor olmalı ki telefonu kulağına yaslıydı. Bakışları kısa bir an üzerimde dolanırken kaşlarının arasındaki çizginin belirginleştiğini gördüm. Sanırım çok bekletmiştim. Dudaklarımı dişlerken kalan basamakları indim hemen.
Farklı olarak sadece saçlarına şekil vermiş ve siyah güneş gözlüğünü yakasına takmış olduğunu gördüm.
Önünde durduğumda keskin bakışları hala üzerimdeydi. İrkilir gibi kirpiklerini kırpıştırdığında gözlerini kaçırıp boğazını temizledi hafifçe “Buradayım”
İngilizce konuştuğu için Ranvir ile konuştuğunu düşündüm yine. Karşı tarafı dinlerken bakışları bana döndü ve çenesiyle ilerlemem için bir hareket yaptı. Başımla onaylayıp yanında yürümeye başladım.
“Davetiniz için sağ olun Elina Hanım ancak benim o tarihlerde Berlin’de bulunmam mümkün değil”
Elina Hanım mı? Berlin mi?
“Evet, olacak. Ben ekibime bildirdim durumu zaten. Size de en geç yarın bilgilendirme yaparlar” diye konuşmaya devam ettiği sırada dışarı çıkmıştık.
Güneş ışınları yüzüme vururken gözlerimi kıstım. Bugün diğer günlere göre bir hayli sıcaktı. İçim de ısındı sanki. Yeniden doğmak için harika bir gündü gerçekten.
“Size de iyi günler” diyerek çağrıyı sonlandırdı ve telefonunu cebine koydu.
Arabası merdivenlerin başındaydı. Korumaları da arabaların dışında onu bekliyorlardı. İçlerinden birine bir el işareti yapıp yanına gelmesini söyledi. Ona Hintçe bir şey söylerken bende yolcu koltuğuna ilerledim. Konuşması kısa sürerken birlikte bindik arabaya.
“Çok beklettiysem kusura bakma” dedim emniyet kemerimi bağlarken.
Arabayı çalıştırdı. “Yeni inmiştim bende, sorun yok”
Kafamı salladım. Koruma aracının biri yine önden çıkarken onu takip etti. Arkama yaslanırken bakışlarımı ona çevirdim.
“Berlin’e ne için çağırıyorlar, iş için mi?” diye sordum.
“Evet. Büyük araba firmalarının da katılacağı bir sergi vardı bu ay, ona katılmayı düşünüyordum” dedi sakin ses tonuyla. “Ancak senin de dediğin gibi hayat her zaman planlamalarla ilerlemiyor”
Bunu ne zaman dediğimi hatırlamaya çalıştım. Hatırlamam ile yutkunmam bir oldu. Kitaplığının önündeki yakınlaşmamızda söylemiştim.
O da hatırlıyordu o zaman hala o anı? Unut ya unut! Dudaklarımı dişlerken bakışlarımı önüme çevirdim.
“Dosya ve benim olayım yüzünden mi gidemiyorsun?” diyerek o andan uzaklaşıp aklımdaki soruyu sordum. Sesimin mahcup çıkmasına da engel olamamıştım “Eğer öyleyse beni dert etme lütfen. Zaten abim de iyi artık. Gündüzleri kaymakamlığa gelmesem de olur. Akşam da Çetan amcadan konuşurum bizimkilerle, onlara da söylerim sıkıntı olmaz”
İç çekti. “Böyle düşünmene gerek yok. Ben oraya gidersem bir günlüğüne gitmem zaten. Oradaki işlere de el atmam gerekir. Bu da en az bir haftamı alır. Şu an burada durum karışıkken oraya gidemem”
Tek sebep ben olmadığım için içim biraz daha rahattı. Yine de sıkıntıyla iç geçirmeden edemedim. Arabalar çoğaldığında ana caddeye çıkmıştık.
“İki işi birden nasıl yürütüyorsun? Yani mesela oraya gittiğinde kaymakamlıkta bir sorun çıkmıyor mu?”
Güneş gözlerini almaya başlamış olacak ki tek eliyle güneş gözlüğünü taktı. “Zor oluyor elbette ama kaymakamlıkta sorun olmuyor. Buradaki planlamalara göre yurtdışındaki işlerimi ayarlıyorum ve genellikle mühendislikle ilgileniyorum. Burada uzun kaldığım dönemler çok az bu yüzden”
Aisha’nın onunla konuşmaya fırsat bulamamasının sebeplerinden biri de buydu demek. Nalini düştü hemen aklıma. Onunla konuşmuş muydu bilmiyordum. Henüz bunun kritiğini yapmaya fırsatımız olmamıştı.
Ensemdeki saçların tenime yapıştığını hissettiğimde saçlarımı toplayacağımı hatırladım. Sıcak havalarda genelde açık bırakmazdım.
Oturduğum yerde biraz öne çıkıp saçlarımı sağıma topladım. “Ay bu ne sıcak böyle? Şubat ayındayız sözde?” diye söylendim bir yandan da.
Bana kısa bir bakış atarken “Burada Türkiye de olduğu gibi dört mevsim yaşanmıyor maalesef” diye konuştu. Ardından camları kapatıp klimayı açtı.
Canım ülkem ya! Taşına toprağına kurban!
“Burada hiç kar yağıyor mu?”
“Daha çok kuzeyde, dağlık bölgelerde yağıyor”
“Sen hiç denk geldin mi peki?” dedim saçımı örmeye başlarken.
“Hayır”
“Soğuk havayı mı tercih edersin sıcağı mı?”
“Soğuğu”
Yüzümü buruştururken “Ben üşümekten nefret ederim!” diye konuştum. Ne kadar da zıttık. Bir tane ortak noktamız yoktu adamla. “Onun yerine bütün gün yanayım daha iyi. Bir Adanalı olarak bunu da hakkıyla yerine getiriyorum bence”
“Neden, Adana çok mu sıcak?”
İstemsizce sesli güldüm bu lafına. Sıcak ne kelime? Adana cehennemin üzerine kurulmuş derdi halam hep.
Güldüğümü duyunca bir anlığına bakışları yüzüme döndü yine. Kafamı sağa doğru eğdiğim için yüzünü net görmüştüm bende. Ancak gözleri siyah gözlüklerinin ardında kalmıştı. Nasıl baktığını görememek hoşuma gitmedi.
“Adana en sıcak illerden biridir” dedim gülüşümü tebessüme dönüştürürken.
Önüne döndükten bir süre sonra “İzmir de sıcaktı” dedi puslu bir sesle.
Sıcaklıktan kastının hava olmadığını hissettim o an ama bir şey söyleyemedim. Ben konuşamadan o konuyu değiştirmişti zaten.
“Öyle örmen zor olmuyor mu? Neden evdekilerden yardım istemedin?”
Örgünün sonuna gelirken bunu beklemediğim için kısa bir an duraksadım. “Seni bekletmeyeyim diye acele ettim biraz. Zor olmuyor hem. Alışığım çünkü genelde kendim örerim. Saçıma dokunulmasından hoşlanmam da pek” Aklıma Nisha geldiğinde “Çocuklar hariç” diye ekledim kırık bir sesle.
O da kimden bahsettiğimi anlamış gibi direksiyondaki ellerini sıkılaştırmıştı. Anladım dercesine kafasını salladı sonra.
O da Nisha için saç örmeyi öğrenmişti… Kimden öğrenmişti ya da örebilmiş miydi merak ediyordum ama sormaya cesaret edemedim. Bugün üzücü şeyler de konuşmak istemiyordum.
Örgümün sonuna yeşil tokamı bağlarken rahat bir nefes aldım. Tekrar arkama yaslandım. Klima da öyle iyi geldi ki bir ara mayışır gibi oldum. Neyse ki etrafta ilgimi çeken şeyler olduğundan uyumak yerine onları sormayı tercih ettim.
Bina sandığım bir yer kilise çıkınca buradaki dinler hakkında merak ettiklerimi sordum. Sabırla onları yanıtladı o da. Dün geceki haline nazaran bugün daha iyi gibiydi.
Etraf tanıdık gelmeye başladığında kaşlarım çatıldı ve neresi olduğunu çözmeye çalıştım. Aisha ve King ile geldiğimiz alışveriş merkezinin olduğu meydandaydık.
Alışveriş merkezinin otoparkına girerken “Evleri buraya mı yakın?” diye sordum merakla.
Arabayı park ettikten sonra gözlüğünü çıkarıp eski yerine koydu “Hayır. Bir mağazaya uğramam gerekiyor”
Ardından telefonunu da alıp kapısını açtı. Ne yapacağımı bilemedim. Bende gidecek miydim burada bekleyecek miydim?
Kapıdan eğilirken göz göze geldik “Haydi, gel” dedi dışarıyı işarete ederek.
Kafamı sallayıp bende indim arabadan. Otoparktan çıkıp alışveriş merkezine giriş yaptık. Saat erken olduğundan etraf çok kalabalık değildi. Önümüzde üç arkamızda üç koruma da bizi takip ediyordu. Bu da çoğu bakışın bize dönmesine sebep oluyordu.
“Bir şey mi alacaksın?”
Bir eli cebindeyken etrafa kısa bir göz attı “Evet”
Yürüyen merdivenlere ilerledik sonra. Aklıma gelen şeyle “İlk defa gidilen bir ev için sizin bir adetiniz var mı?” diye sordum. Biz de hediye alınırdı. Yerine getiremeyecek olmak üzse bile onlarda da var mıydı merak etmiştim.
“Ne gibi?” diye sorarken yerinde hafifçe bana doğru dönmüştü.
Anlaşılan o bizimkini de bilmiyordu. “Biz de ilk defa evine gittiğin birinin evine hediye alınır mesela. Bunun gibi” diye açıkladım bu yüzden.
“Yok sanırım, bende bilmiyorum” dedi, yüzündeki ifade yumuşamıştı.
“Anladım, sorun yok o zaman”
Bir kat daha çıkmıştık yukarı. Koridor boyunca ilerlerken birçok tanıdık marka gözüme çarptı.
“Sen ne alacaksın?” diye sordum bu defa. Bir oyuncak mağazasına ilerliyor olduğumuzu fark ettiğimde kaşlarım çatıldı hafifçe.
“Yapboz” dediğinde şaşırmadan edemedim. Bu sırada mağazadan içeri girmiştik.
“Ranvir’in kızları için mi?”
Bu defa şaşıran oydu. Yerinde durup bana döndü. O, tabii çocukları olduğunu bildiğimi bilmiyordu.
“Büyük kızı Khushi’ye yeni bir yapboz alacağıma söz vermiştim. Mishti’ye (Mişti) de bir şey almam gerekiyor evet” diye konuştu düşünceli bir sesle.
Gülümserken anladım dercesine kafamı salladım. Söz verdiği kişi bir çocuk olsa dahi bu şekilde önemsemesi çok tatlıydı.
Oldukça büyük bir mağaza olmasına rağmen yapbozların yerini biliyor olmalı ki bir çalışanın gelmesini beklememişti. Yapboz rafının önünde durduğumuzda kaşları ciddi bir şekilde çatılmış birini seçmeye çalışıyordu.
Bende karıştırıp üzerlerindeki resimlere baktım “Yapboz yapmayı çok seviyor anlaşılan, senden istediğine göre?”
“Aslında oyuncaklarla oynamayı seven bir çocuk değil. Yerinde durmuyor pek. Neha onu zapt etmekte zorlanıyordu bu yüzden. Bir gün yapbozun belki ilgisini çekebileceğini düşünerek alıp götürmüştüm. İlgisini çekti gerçekten ve şimdi de her bittiğinde yenisini istiyor benden” diye açıkladı durumu bana.
Hiç belli etmiyordu ama çocuklardan gerçekten anlıyordu. Dudağımdaki buruk tebessümle ona doğru döndüğümde yapbozları karıştırmaya devam ettiğini gördüm. Bakışlarımı fark edip o da bana döndüğünde gözlerimiz kesişti. Midem kasıldı anında.
Yutkunurken bakışlarımı elimdeki yapboza çevirdim ve ona doğru çevirdim “Bu nasıl?”
Onun da gözleri yapboza inerken “Bu önceki aldığım” dedi usulca. Üzerinde kediler ile oynayan biri kız biri erkek olan çocuklar vardı.
Onu yerine koyarken bakışlarım diğerlerinde gezindi tekrar. O da rafa yaklaşırken arkadaki yapbozları karıştırmaya başladı. Bende yaklaşıp onun baktıklarını inceledim.
Güneşli bir gün ve çiçekli bir bahçesi olan evin resmedildiği yapbozu tuttuğumda o da benimle aynı anda diğer tarafından tutmuştu. Gözlerimiz tekrar buluştuğunda derin bakan kahvelerini bu kadar yakından görmek midemde birtakım kıpırtılara sebep oldu yine.
Gülümsemeye çalışırken “Bende bunu beğendiğimi söyleyecektim” dedim bakışlarımı kaçırmış ve bir adım geri çıkmıştım.
“Evet, bu iyi” derken seçtiğimiz yapbozu eline aldı düşünceli bir şekilde.
“Mishti’ye ne almayı düşünüyorsun?”
“Hiçbir fikrim yok desem?” dedi, saçını kaşıdığını gördüm.
İç tarafa doğru ilerlemeye başlarken “Buluruz elbet bir şey, gel” dedim.
Bir rafın önünde durduğumda o da yanımda durdu.
“Kaç yaşında?”
“İki” diye yanıtladı beni.
“Eminim bir sürü bebeği vardır. Biz farklı bir şey alalım” dedim, heyecanlı bir şekilde ellerimi birleştirdim. Bu sırada bir mutfak setini seçti gözlerim. Uzanıp onu aldım ve ona da gösterdim “Bu setlerin çocuklar için hem sosyalleşme hem de dil becerileri için ideal olduğunu duymuştum. Ne dersin?”
Bakışları oyuncaktan yüzüme çıktı tekrar “Sen öyle diyorsan… tamam, onu alalım”
Kasaya geçip iki oyuncağın ücretini ödedi. Kâğıt paraları hep yeşil renkteydi. Dolara benziyordu.
Aisha’nın Hindistan da sadece onların para birimi olan rupinin geçerli olduğunu söylediğini hatırladım. Diğer hiçbir para birimi ile harcama yapılamıyormuş.
Mağazadan çıktıktan sonra bir alt kata indik. Gideceğimizi sanırken ev eşyaları satan başka bir mağazaya girdik.
“Ne alabiliriz ev hediyesi olarak?” diye sorarken hem etrafındaki eşyaları inceliyor hem de ilerliyordu.
Ona yetişmeye çalışırken “Hani yoktu öyle bir adet?” dedim şaşkınlıkla.
Yerinde durup bana doğru döndü. “Evet, yok. Benim hoşuma gitti ama bu adet. Beyaz eşyalarının bir kısmını almalarına yardımcı olmuştum zamanında ama bu niyetle yapmamıştım. Şimdi sadece hediye almak istiyorum. Yardımcı olacak mısın?”
Şaşırsam da bir şey diyemedim. Kafamı salladım sadece. Bu sırada yanımıza bir kadın çalışan geldi. İkimize bakıp gülümserken Hintçe bir şeyler söyledi. Ben gülümsemesine karşılık verirken Barun direkt bir şeyler söylemişti.
Ardından bana döndü “Bir fikrin var mı?” diye sordu İngilizce konuşarak. Kadın da yanımızda olduğu için Türkçe konuşmadığını anladım.
Etrafa kısa bir göz attım. “Tost makineleri var mı?”
Gözleri kısıldı düşünürmüş gibi ardından “Var” diye konuştu.
Mağazada dolanmaya başladık böylelikle. Kadın çalışan da peşimizden geliyordu.
“Kahve makinesi?”
“O da var”
Bir rafın önünde durduğumda meyve sıkacaklarını işaret ettim “Meyve sıkacakları var mı peki?”
“Hayır, böyle bir şey hatırlamıyorum” dedi düşünceli bir sesle.
Yaklaşıp bir markanınkini incelerken “O zaman bundan alabilirsin bence. Oldukça kolay bir şekilde çocuklar için doğal meyve suyu yapabilir” diye konuştum bir şey bulmanın heyecanıyla.
Benim gibi makineyi inceledi o da. Çalışan kadın ilgimizi görünce tekrar konuşmaya başlamıştı. Muhtemelen makinenin özelliklerinden bahsediyordu.
Bakışlarım kadına döndüğünde onun dikkatli ve beğeni dolu bakışlarının Barun’un üzerinde olduğunu gördüm. Kaşlarım şaşkınlıkla hafifçe çatıldı. Barun’a baktım sonra. Onu dinliyor muydu bilmiyordum ama kadının bu bakışlarından habersiz hala makineleri inceliyordu.
Ayıp diye bir şey vardı yani!
Bakışlarım tekrar kadına döndüğünde baştan aşağı onu süzerken buldum kendimi. Üzerinde siyah kalem bir etek ve kırmızı bir bluz vardı. Kahverengi, dalgalı saçları omuzlarına dökülüyordu.
Ona baktığımı fark etmiş ve bakışlarını bana çevirmişti. Tebessüm etti hafifçe. Bende karşılık vermeye zorladım kendimi.
Barun Hintçe bir şey söylerken bakışlarım ona döndü. Çalışan kadın da bunun üzerine harekete geçmiş ve bir yere gitmişti. Geri geldiğinde bizi kasaya yönlendirdi. Meyve sıkacağını alıyordu anlaşılan.
“Hediye paketi yapsınlar” dedim yanında dururken.
Beni başıyla onaylarken bakışları arkamda bir yere döndü ve birden elini belimde hissettim. “Şöyle gel” Bir adım atıp arkama geçerken bana da öne bir adım attırmıştı.
Kaşlarım hafifçe çatılmışken ne olduğuna baktığımda iki adamın kucağında iki büyük kutuyla arkamızdan geçecek olduğunu gördüm. Hemen arkamızda da bir kasa vardı ve anlaşılan bu kişiler oranın müşterisiydi.
Onların bana çarpmaması için aldığı bu önleme şaşırmadan edemedim. Midemdeki o karıncalanmayı hissettim. Ne oluyordu bugün buna?
Bakışlarım bizimle daha doğrusu Barun ile ilgilenen çalışan kadına değdiğinde onun bakışlarının Barun’un belimde olan elinde olduğunu gördüm. Sadece o değil diğer çalışanların ve birkaç müşterinin de gözü üzerimizdeydi hala. Kesin başka şeyler düşüneceklerdi. Yerimde rahatsızca kıpırdandım.
Barun elini belimden çekerken hediyesinin ücretini ödedi. O bakışların farkında mıydı bilmiyordum ama buna dair hiçbir harekette bulunmamıştı. Mağazadan çıkınca rahat bir nefes bıraktım. Buradaki işi bitmiş olacak ki direkt otoparka indik sonra.
Oradan ayrıldığımızda bu defa durağımız Kerem’in Yeri’ydi. Arabadan inerken Barun Halil amcayı aramış ve geldiğimizi söylemişti. İçeri geçmeden kapının önünde onları bekledik. Sanki onlarla uzun zaman sonra karşılaşacakmışım gibi içim kıpır kıpır oldu birden.
Çok geçmeden Halil amca ve Sevilay teyze kapıda göründüler. Sevilay teyze soluğu önümde alırken kollarımdan tuttu sıkıca. Endişeli gözleri ise üzerimde geziniyordu.
“İyisin ya gızım? Dikiş falan atılmış dediler?” diye konuşurken gözleri alnımdaki yarayı buldu. Kaküllerimden çok gözüktüğünü sanmıyordum ama onun gözünden kaçmamıştı anlaşılan.
Gülümserken ellerini tuttum bende “İyiyim şükür, Sevilay teyze. Ciddi bir şey yok”
“Geçmiş olsun, gızım” diyen Halil amcaya baktım. Başımı eğerek teşekkür ettim.
Sevilay teyze ellerimi sıktığında bakışlarım ona döndü tekrar “Daha dikkatli olasın yavrum, zati ailenin orada abin için içi yanıyir bi de akılları burda kalmasın”
Anlaşılan Barun henüz onlara güzel haberi vermemişti. Bizzat ben vereceğim için heyecanlandım. Dudaklarımdaki gülümseme büyürken bakışlarım Barun’a döndü. Gözlerimiz kesiştiğinde yüzündeki ifadenin yumuşadığını gördüm. İçim ısındı.
Hep böyle kalsaydı keşke…
Bakışlarımı ondan koparıp Sevilay teyze ve Halil amcada gezdirdim gözlerimi “Artık bunu düşünmeme gerek kalmayacak çünkü abimin durumu iyi, hayati tehlikeyi atlattı!”
“Ah… Şükürler olsun. Bu ne güzel bi haber böyle!” Sevilay teyzenin gözleri sevinçten büyürken kendi yaraları sızlamasına rağmen benim mutluluğuma ortak oldu.
Söylemedi ama gördüm. Kendi kaybettiği oğlu Kerem’i düşünmüştü. Onun için de böyle bir haber alsalar neler olacağını… Gözleri bu yüzden dolmuştu belki de.
Dayanamayıp ellerini bıraktım ve kollarımı sıkıca boynuna sardım. Bir yavrusunu kaybetmişti ama öyle iyi bir anneydi ki kendi kanından olmayanları bile çocuğu gibi bağrına basıyordu. Tıpkı coşkulu sarılmama belime sardığı sıkı kollarıyla karşılık verdiği gibi…
Onun aksine Halil amca çok belli etmiyordu ama bakışları dalgındı. Yine de dudaklarında içten bir tebessüm oluşurken dualarını eksik etmedi üzerimden.
“Tez vakitte sende ailene kavuşursun inşallah” demişti Sevilay teyze de kulağıma. Sesi titremişti.
Gözlerim dolarken dudaklarımı araladım bende “İnşallah, çok teşekkür ederim her şey için”
Sırtımı sıvazlarken kolları sıkılaştı. Bende doya doya o sıcak kokunun keyfini çıkardım. Geri çekilirken ikimizin de gözleri dolu olmasına rağmen kocaman gülümsüyorduk.
“Arda yok mu?” diye konuşarak ortamın buruk havasını değiştiren Barun olmuştu.
“Evde oğlum, dün yorulmuştu burda. Hala uyanmamış ondan gelmediler daha”
Halil amcayı başını sallayarak onayladı. “Biz gidelim artık o halde, akşam görüşürüz”
“Görüşürüz oğlum, dikkat edeseniz” dedi Sevilay teyze. Ardından Barun ile aralarındaki mesafeyi kapatmış ve kollarını ona da sarmıştı.
Sanırım bu manzaraya her zaman içim burkulacaktı…
Barun’un bunu beklemediği aşikardı. Kolları arada kaldığı için hareket edemedi. Sevilay teyze de kısa tutmuştu zaten. Sanırım o da bu temaslardan hoşlanmadığını biliyordu.
Ona her sarıldığında Kerem’e sarılıyormuş gibi hissediyordum.
Halil amca ile de el sıkışıp vedalaştıktan sonra tekrar arabaya bindik ve yola koyulduk. İçim burkulmuş olsa da bunun heyecanımın önüne geçmesine izin vermedim. Bugün güzel bir gündü ve öyle devam etmesini istiyordum.
“Bir şey sorabilir miyim?” dedim hafif ona doğru dönerken.
“Sor”
“Mitali ile ne kadar yakınsınız bilmiyorum ama o gerçekten bu durumlarını kabullendi mi? Yani bir anne nasıl olur da çocuğundan ayrı kalmayı kabullenir aklım almıyor benim? Ne yaşadı bilemem tabii ama bu durum beni rahatsız etti. Sen konuş muydun bunun için onunla?”
Tek bir şey soracaktım söz de…
“Kabullenmedi elbette… Ancak sadece Arda’yı değil kardeşini de düşünmek zorunda” diye konuştuğunda şaşırmadan edemedim. Kardeşi mi? “O gün Sevilay teyze çok detaya girmedi ama Mitali’nin sonraki eşinden bir oğlu daha var”
Arda’nın bir kardeşi vardı…
“İstemediği bir evlilik olduğunu sanmıştım?”
Sesli bir nefes bıraktı “Ailesine karşı gelemedi... Sonrasında eşi Arda’nın o evde kalması için ondan ailesine bir torun vermesini istemiş”
Ne? Bu nasıl bir saçmalıktı böyle?
“Tabii hepsi birer yalanmış. Arda bir süre orada kalmıştı ancak kötü davranmışlar ona. Mitali de Sevilay teyze ve Halil amcaya durumu anlatmış. Onlar da Arda’yı bir süre yanlarına aldılar işte”
“Bir süre derken?”
“O adamdan boşandı. Ailesinden herkes sırtını çevirdi ona bu yüzden… Köklü bir aileler, sözde adları onun yüzünden kötüye çıkmış. Sadece abisi arkasında. Eski eşi Mitali’nin kullandığı bazı psikolojik hapları öne sürerek ruh sağlığının yerinde olmadığını iddia etmiş mahkemede ve çocuğun velayeti ona verilmiş. Mitali şu an oğlunu geri almaya çalışıyor. Bu sürede bir yandan çalışıp çocuklarına yeni bir düzen kurmak için çabalıyor” diye açıkladı hemen.
Şaşkınlığım daha ne kadar artabilirdi bilmiyordum. “Çocuğunun velayetini aldıktan sonra ne yapmayı düşünüyor peki?”
“Sanırım Türkiye de yaşamayı… Pişman olduğunu, başından beri orada kalmaları gerektiğini düşünüyor”
Dudaklarım üzgünce bükülürken bakışlarımı kaçırdım. “Alabilecek mi peki velayeti, senin bir bilgin var mı?” diye sordum.
“Elbette. Benim avukatım bakıyor dosyaya zaten. En son adamın annesi rahatsızlandığı için mahkeme ertelenmişti. Mitali’nin ruh sağlığının yerinde olduğunu kanıtlayacağız. Bundan başka bir engel de yok. Zaten çocuğun yaşı küçük olduğu için anneye verilecek. Bir sonraki mahkemeyi bekliyoruz anlayacağın”
“Çok zor gerçekten… Umarım çok güzel haberler alırsınız” dedim içten bir şekilde. Dilek’in ablasının evliliği için olan endişesi geldi aklıma. Bu durum güzel sonuçlanırsa herkes huzurlu olacaktı.
En çok da Arda… Çünkü annesine kavuşacaktı.
“Umarım”
Aklıma gelen şeyle merakla kaşlarım çatıldı “Tatil bitti ama Arda hala burada? Ne zaman döneceklermiş?”
“Aslında dündü ama uçuşları iptal olmuş. Yeni bilet de iki gün sonraya bulabilmişler”
İki gün sonra gidiyorlardı yani. Gitmeden onunla biraz daha vakit geçirmek isterdim.
“Antep’e direkt uçuş yok değil mi buradan?”
Kafasını iki yana sallarken “Hayır, İstanbul’dan aktarma yapıyorlar” dedi.
“Eğer Mitali de orada yaşarsa Sevilay teyzeler restoranı işletmeye devam edecekler mi?”
“Edecekler. Onlar zaten altı ay burada olmuyorlar. Yani Türkiye’ye göre kış ayları Antep de oluyorlar. Restoran kapalı oluyor o sıra. Bu sene biraz daha erken geldiler sadece” diye konuştu.
Anladım dercesine kafamı salladım. Arabalar azalmışken daha sakin yerlerden geçmeye başladık.
“Adana Antep’e yakındı galiba?” diye soran taraf o oldu bu defa.
“Evet, yakınlar”
Vites değiştirirken “Şimdi anlaşıldı neden öyle güldüğün. Antep o kadar sıcaksa Adana iki katı o halde?” dedi.
“Antep’e gittin mi? Ne zaman?” dedim hemen. Bakışlarım sol profilindeydi yine.
Omuzları gerildi. “Beş yıl önce işte”
İzmir’e gittiği dönem yani. “Ne kadar kalmıştın o zaman Türkiye’de?” diye sordum büyük bir merakla.
“Bir yıl kadar”
“Bir yıl mı?” dedim şaşkınlıkla. Yüzünü görmek isteyerek yerimde doğruldum hafifçe “Nerede kaldın o zaman boyunca? Halil amcaların yanında mı?”
Alt dudağını ıslattı. Sesli bir nefes bıraktı sonra “Hayır, bir yerde kalmadım. Askerlik yaptım”
“Ne? Askerlik mi yaptın?”
“Evet. Türkiye benim de vatanım… Bende görevimi yerine getirdim” dedi sakince.
Bu zamana kadar Türkiye’ye karşı kötü bir söylemde bulunmamıştı evet ama daha önce bu kadar açık da konuşmamıştı. Sevmemesinden çok uzak gibiydi. Gerçi Hindistan için de öyle gibiydi… Bu durum, burada yabancı hissettiğine dair yaptığımız konuşmayı getirdi aklıma.
Türkiye’de de mi ait hissetmemişti kendini?
“Türk vatandaşlığın var o halde?”
Kafasını salladı ağır bir şekilde “Evet, annemin ilk işi bu olmuş zaten”
“Burada askerlik yaptın mı peki?”
“Hindistan’da öyle bir askerlik yok. Daha çok meslek olarak yapıyorsun” dedi.
Aklıma Akash geldiğinde içim burkuldu. Onun bir zamanlar hayalinin asker olmak olduğunu biliyor muydu acaba?
“Nerede yaptın askerliğini?”
“Hakkari’de”
“Aa Oğuz abim de orada yaptı biliyor musun?” dedim şaşkınlıkla. Hala inanamıyordum.
Kaşlarının arasındaki çizginin belirginleştiğini gördüm. O da şaşırmıştı. “Kaç yılında?”
Kısa bir süre düşündükten sonra “2014 de galiba” dedim.
“Aynı yıl yapmışız”
“Oha” demekten alamadım kendimi. “Sen kaçlısın? Abim üniversite yüzünden geç yapmıştı”
“Doksan ikiliyim. Abin de mi?”
Yirmi sekiz yaşındaydı. Oğuz abim ile aynı. “Evet. Onu hatırlamıyor musun?”
“Bölüklerimiz ayrı olmalı. Kendi bölüğümdeki hiçbir asker arkadaşımı unutmadım yoksa”
Anladım dercesine kafamı sallarken hala şaşkındım. “İnanamıyorum. Dünya küçükmüş gerçekten… Yemin töreninde karşılaşmışsınızdır belki de kim bilir?”
“Sen gelmiş miydin törene?” diye sordu. Sesi bir şeyler hatırlamaya çalışıyormuş gibi dalgındı.
Dudak büktüm “Hayır, annemle babam gitmişti sadece. Benim vize haftasına geliyordu galiba İstanbul’daydım. Annem video çekmeye çalışmıştı bizim için. Belki de gördüm seni”
Bu aklıma Rüya ile videoyu izlediğimiz ve beğendiğimiz askerleri övdüğümüz anları getirdi. Utançla alt dudağımı dişlerimin arasına aldım.
“Oha! Şu kaslara, heybete bak! Bunlar ne yiyip içip gelmişler buraya?”
Rüya kafama vururken “Abini bul abini” dedi ama kendisinin de benden pek bir farkı yoktu bence.
“Zaten abime bakıyorum ama gözüm azıcık diğerlerinden de faydalanıyor olabilir. Keşke gidip canlı göreydim ya of”
“Aynen, Hasan amcam da öyle diyordu” diye bozdu beni yine.
Ona laf edeceğim sırada başka bir şey dikkatimi çekince dudaklarım geri kapandı. Askerler tam karşıya sıraya geçmişlerdi. Arka sıralarda kalan ama uzun boyundan kendini belli eden askerlerden biri doğrudan kameraya bakıyordu. Kaşlarım çatılırken telefonu yüzüme yaklaştırdım iyice. Rüya yine birini kestiğimi düşünerek söylendi ve yanımdan ayrıldı.
Onu umursamadan ekrana bakmaya devam ettim. Evet gerçekten bu tarafa bakıyordu direkt ama kameraya değil. Arkasına… Yani anneme mi? Kimdi ki bu adam? Abimin arkadaşlarından biriydi, belki de tanıyordu annemi?
Uzakta olduğu için uzun, yapılı vücudunu ve esmer teniyle kahve çekik gözlerini görebiliyordum yalnızca. “Anne biraz yakınlaştırır insan ya! O kadar göstermiştim böyle çekeceksin diye” Ofladım. Neyse eve gidince çaktırmadan abime sormaya çalışırdım artık.
O adamı sorduğumu hatırlıyorum abime. Arkadaşı olmadığını söylemişti ama tanıyordu. İsmini söylemişti ama onu da hatırlamıyordum.
“Beni görüp görmediğini hatırlamaya mı çalışıyorsun?” diye konuşmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım.
Alnıma dokundum panikle “Yok. Yani evet. Abime baktığımdan diğer yüzleri pek hatırlamıyorum tabii”
Az at da kuşlar da yesin.
“Normal. Beş yıl az bir zaman değil” dedi düz bir sesle.
“Sana benzeyen birini anımsıyorum ama sanki…” dedim anlık bir kararla. Bakışları kısa bir an bana döndü. Şaşırmıştı. “Emin değilim. Belki abim hatırlar”
Anladım dercesine kafasını salladı sadece. Ancak düşünceli hali gitmemişti. Onun yemin törenine kim gelmişti? Çetan amca ile küstü. Aisha’dan emin değildim. Yalnızdı belki de… Dudaklarım kendiliğinden bükülürken bir umut Halil amcaların gitmiş olmasını istedim.
Bu sırada Dilek ile arasında geçen konuşmayı hatırladım. “Askerliği sevmişsin sanırım, bırakmak istemediğini söylemişti Dilek?”
İç çekti “Benim için tek yol oydu o zaman. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu ve bir amaç uğruna savaşıyordum. Bu yüzden uzatmıştım ama çok sürmedi işte” diye konuştu durgunlaşan sesiyle.
Bu kısa da olsa oraya ait hissettiğini anlamamı sağlamıştı. Buruk bir şekilde tebessüm ettim. Neden bilmiyorum ama orayı vatanı olarak benimsemesi hoşuma gitmişti.
Sokaklar genişleyip iki katlı evlerin bulunduğu evlerin olduğu yerlere geldiğimizde hızını yavaşlatmıştı. Anlaşılan gelmiştik. Önümüzdeki koruma aracı bir evin önünde durduğunda biz de arkasında durduk.
Arabadan indikten sonra Barun bagajdan hediyelerini aldı. Beyaz, çelik bahçe kapısına ilerlerken peşindeydim. Zil yerine kapının yanında şifre ekranı olduğunu fark ettim.
Ben Ranvir’i arayacağını düşünmüştüm ama o şifreyi biliyor olmalı ki ekrana yaklaştı. Sol kolunda makinenin kutusu ve diğer elinde de kızların hediyesinin poşetleri vardı.
“Poşetleri almamı ister misin?” diye sordum yanına yaklaşırken. Aslında buna hiç gerek yoktu ama yardım etmek istedim.
Bana kısa bir bakış atarken “Sağ ol, sorun yok” dedi ve o eliyle birkaç tuşa bastıktan sonra kapı tık sesiyle açıldı.
Kapıyı aralayıp önden geçmem için eliyle işaret verirken kenara çekildi. Tebessüm edip kafamı eğdim ve içeri girdim. Ardımdan o da geldi ve kapıyı geri kapattı. Çıkan ses içeriye gitmiş olmalı ki birtakım sesler geldi.
Önümüzdeki kısa patikayı takip ederken karşımızda Ranvir belirdi. Hemen yanında da eşi Neha olduğunu düşündüğüm bir kadın göründü.
Ranvir’in üzerinde krem, kot bir şort ve beyaz salaş bir gömlek varken bu spor tarzı onu koruma kişiliğinden tamamen koparmış sempatik ve rahat kişiliğini ortaya çıkarmış gibiydi.
Ellerini birbirine vururken kocaman gülümsedi “Nerede kaldınız? Açlıktan bayılacaktım az daha”
Ben gülerken Barun “Geldik işte” diye homurdandı.
Bakışlarım Neha’ya döndüğünde onun da bana baktığını gördüm. Hafifçe tebessüm etti. Bende tebessüm ederek ona karşılık verdim.
Onun da üzerinde muz sarısı tonlarında, Aastha ablanın giydiği tarzda bir sari vardı. Açık kumral saçları omuzlarına dökülüyordu. Boyu benden uzunken iki çocuk annesi olmasına rağmen gerçekten güzel bir fiziği olduğunu gördüm.
Karı koca birlikte vücut çalışıyor olabilir miydi?
Karşılıklı durduğumuzda Ranvir bakışlarını bana çevirmişti “Hoş geldin Geeta”
“Hoş buldum, teşekkür ederim davetiniz için de” dedim gülen bakışlarımı Neha’ya da çevirerek.
“Ne demek. Abin adına da çok sevindik bu arada biz de çok geçmiş olsun tekrardan”
Tekrar teşekkür ederken gülümsemem genişledi. Neha bir adım öne çıkarken elini uzattı bana “Neha, Ranvir’in eşiyim” diye tanıttı kendini. İngilizce konuşmasını beklemiyordum.
“Geeta” dedim eline karşılık verirken.
Ranvir kısa şaşkınlığımı görmüş olacak ki “Neha az biraz anlıyor İngilizce, Geeta. Hocası da ben olunca işte… Bugün tercümanlığınızı ben üstleniyorum merak etmeyin” diye konuştu gururla. Anladım dercesine gülerek kafamı salladım.
Neha Barun’un sol kolunda kalan kutuya garip bakışlar atarken Hintçe bir şeyler söyledi.
“Harbiden o ne öyle kardeşim?” diye sordu Ravir de.
Barun kutuyu ona uzatırken “Ev hediyesi” dedi düz bir şekilde.
İnsan iki güzel kelime eklerdi ya!
Çiftin şaşkınlıkla kaşları havalanırken birbirlerine baktılar. “Hediye mi? Ne alaka şimdi? Sen mi aldın?” diye sordu Ranvir.
Bu şaşkınlıkları Barun’un daha önce bu tarz sürprizler yapmadığını anlamamı sağladı.
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Barun ona ters bakışlar atarken “Yok Ranvir kuryecilik yapıyorum, ek mesai” diye söylendi.
Neha onların bu haline alışık olmalı ki atışmalarını umursamadan hediye paketini açtı. Ne aldığını görünce şaşkınlıkları ikiye katlandı.
“Ne oldu? Beğenmediniz mi?” dedi Barun onların tepkilerini izlerken “Geeta, Türkiye de ilk defa gidilen bir eve hediye alındığını söyledi. Bu fikir hoşuma gidince aldım bende”
Ranvir ilk önce onun söylediklerini Neha’ya çevirdi. Neha kısa bir an bana bakarken gülümsedi ardından Hintçe bir şey söyledi Barun’a.
Barun cevap verdiğinde ismim geçti. Ranvir’in eğlenen gözleri bana dönerken “Belliydi zaten onun seçtiği” diye konuştu.
Utandığımı hissettim ve ellerimi önümde kavuşturdum.
“Teşekkür ederiz” dedi Neha ikimize de bakarken.
Benlik bir şey yoktu ama teşekkürünü geri çevirmedim. “Güle güle kullanın”
Barun da başını eğerken Ranvir çeviri yapıyordu. Gerçekten tercümanlığa bürünmüştü.
Biraz hanımcı mıydık ne?
Bu düşünceyle sırıttım. Ranvir’den her şeyi beklerdim. Fotoğraflarını gösterdiği o gün anlamalıydım aslında bunu.
Barun diğer poşetlerin de kızların hediyesi olduklarını söylerken onların geldiği yoldan ilerlemeye başladık. Ev solumuzdaydı ama bu küçük patika yol girişe değil küçük bir bahçeye çıkmıştı.
Bir şişme havuzu girdi görüş alanıma, hemen yanında da pembe bir kaydırak. Onların solunda ise beyaz ahşap bir bahçe takımı vardı. Direkt oraya ilerledik. Evlerinin kapısı sürgü şeklindeydi ve şu an açıktı. Neha hediyeyi içeri bırakmak için yanımızdan ayrıldı.
Masanın üzerinde ise sade ama şık bir servis açılmış olduğunu gördüm. Barun sandalyelerden birini çekip bana baktı. Hafifçe gülümseyerek teşekkür ettim ve çektiği sandalyeye oturdum.
Bu sırada bağıran bir çocuk sesi yankılandı etrafta. Neha ile birlikte evden çıkıp koşturarak gelen bir kız çocuğunu gördüm. Söylediğinden tek anladığım ise Barun’un ismiydi.
Bu Khushi olmalıydı. Ranvir’in büyük kızı. Barun oturmadan ona doğru dönerken Ranvir kızına bir şeyler söyledi. Üzerinde açık pembe bir şort ve beyaz, sıfır kol bir tişört vardı.
Neha Ranvir’in yanına geçerken Khushi Barun’un önünde durmuştu. Uzun boyundan dolayı kafasını geriye eğerek ona baktı ve kocaman gülümsedi. Bir şeyler söylerken kollarını iki yana açtı. Sanırım onu kucağına almasını istemişti.
Barun onu geri çevirmeyerek eğildi ve onu dikkatli bir şekilde kucağına aldı. Khushi bu defa bıcır bıcır bir şeyler anlatıyor eli kolu rahat durmuyordu. Barun onu dinlerken dudaklarında saf bir tebessüm oluşmuştu.
Bu görüntü aklıma onun odasında gördüğüm Nisha ile olan fotoğraflarını getirdi. Kırılan kalbimin parçaları göğsüme battı sanki. Yutkunurken kafamı hafifçe iki yana sallayıp bakışlarımı masadaki ellerime çevirdim.
Düşünme Ezgi, düşünme.
“Ee Geeta?” Ranvir’in sesiyle bakışlarımı kaldırdığımda Neha ile ikisinin karşıma oturmuş olduklarını gördüm. Gözlerim Barun’u aradığında onu göremedim. Ranvir bunu fark edip tekrar konuşmuştu “Khushi yaptığı yapbozunu göstermek için çaldı biraz bizimkini merak etme”
Tebessüm ettim. Neha ise bir elini yanağına yaslamış bizi izliyordu. Onun teni Ranvir’den de esmerdi. Açık kahve gözlerinde sürme vardı sadece. Uzun bir yüzü, ince, biçimli kaşları ve kalın dudakları farklı bir uyum içindeydiler. Duru bir güzelliği vardı gerçekten.
Ranvir’in yerinde hareketlendiğini görünce ona baktım. “Ben aslında kazadan sonra gelecektim yanına ama acil önemli işlerim vardı, bir türlü fırsat bulamadım” diye konuştu mahcup bir şekilde.
“Sorun değil, düşünmen yeter teşekkür ederim” dedim gülümseyerek. O da gülümsedi. Ardından Neha’ya çeviri yaptı. Neha da ona bir şeyler söyledi.
“Neha da geçmiş olsun dileklerini iletiyor” dedi Ranvir. Neha’ya bakıp başımı eğdim hafifçe. “Nasılsın peki?”
“Daha iyiyim”
Ranvir tekrar Neha’ya dönmüş çeviri yapacaktı ki Neha hafifçe kaşlarını çatıp bir şeyler söyledi. Ranvir elini ağzına fermuar çekiyormuş gibi yaparken bakışlarını bana çevirdi.
“O kadarını anlıyormuş hanımefendi” diye söylendi.
Güldüm. Gerçekten çok tatlılardı. İçim ısındı onların bu halini görünce. Neha yerinden ayaklanırken bir şeyler söyleyip eve doğru ilerledi.
“Miniği getirecek hala uyanamadı da. Dün gece uyumayıp anneleriyle beni beklemişler. Şimdi kalkamıyorlar” dedi gülerek.
Dün gece Gian denen adamla konuşmaya gittiklerini getirdi bu aklıma. Yerimde dikleşirken masada ona doğru yaklaştım. “Ranvir bende sana onu soracaktım”
“Neyi?”
“Dün gece Gian diye bir adamla konuşmaya gitmişsiniz. Kötü işler yaptığını ve Büyük Patron diye birine çalıştığını öğrenmişsiniz. Bunlar olurken başınıza başka bir bela almadınız değil mi?”
Dün Barun ile ilgilendiğimden bunu sormak aklıma gelmemişti. O adamı nasıl konuşturmuşlardı Allah bilir?
Kaşları şaşkınlıkla havalanırken “Bizi takip etmediğine göre bunları Barun anlatmış olmalı. Dilini nasıl çözdün çok merak ettim doğrusu?” diye konuştu.
Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Sadece üzgündü… bende anlatmasını istedim”
“O da anlattı?”
Tek kaşımı kaldırırken “Sence?” diye sordum. Ne vardı ayrıca bunda bu kadar?
Çenesini sıvazlarken ağzının içinde kendi kendine homurdandığını duydum. Hintçe olduğu için de hiçbir şey anlamamıştım.
“Başka bir bela almadık, merak etme. İşler iyice sarpa sardı sadece”
“Şu amir ile iş birliği yapmanın hiçbir yolu yok mu gerçekten? Sen Barun’u ikna edemez misin?”
“Edemem” dedi net bir şekilde. Yüzü ciddileşirken ellerini masanın önünde birleştirdi “Barun asla onunla iş birliği yapmaz. Zaten onun ayağını kaydırmak için fırsat bekliyordu bu yüzden bu iyi oldu. Bu uğraştığımız engeller arasında en hafifi ayrıca”
“Mafyaymış bu adamlar Ranvir, o mekâna gitmeniz tek yol mu gerçekten?”
“Tanrı aşkına onu da mı biliyorsun?” diye kısık sesle soludu. Gözleri şaşkınlıkla hafifçe büyürken evin kapısına kısa bir bakış atıp masada bana doğru eğildi o da. “Bir de bana dedikodu yapıyorum diye kızar”
Kaşlarım hafifçe çatıldı “Ne dedikodusu?”
Pot kırmış gibi yüzünü buruşturdu kısa bir süre ardından elini havada sallarken “Boş ver sen onu” dedi.
“Neha bilmiyor mu bu durumu?” dedim bende o konunun üzerinde durmayarak. Kapıya bakmasından bunu çıkarmıştım.
“Tehlikeli bir durumla uğraştığımızı ve bazı detayları biliyor tabii ama bu mafya olayından bahsedemedim henüz… Biz bile sindiremedik Nisha’nın böyle bir adamla büyümesini… Neha göründüğünden hassastır, Geeta. Aynı zamanda bir anne o” diye açıklamaya başladı kendini. Hüzünle başımı eğdim. “Onun için daha çok üzülürken bir de bizim için endişeden içi içini yiyecek. Bu yüzden cesaret edemedim. Ancak ondan bir şeyler saklamak çok zor. Ya çok geçmeden öteceğim ya da o anlayıp bizi sıkıştıracak. Öyle masum göründüğüne bakma sinirlenince Barun bile tırsıyor ondan ama belli etmiyor”
Güldüm. Ciddi miydi şu anda emin değildim. O ana şahit olmak isterdim açıkçası.
“Anladım, haklısın ama kadın da sizin için endişelenmekte haklı”
“Kim haklı?” diyen Barun’un sesiyle ikimizde hızla yerimizden doğrulduk. Barun ise kucağında Khushi ile masanın yanında durdu.
Ranvir’e kısa bir bakış atıp ona baktım. Onun da bakışları bana dönmüştü. Kafasını hafifçe iki yana sallarken göz kırptı ‘Ne oldu’ dercesine. Bunu beklemediğim için afalladım. Göz kırpan Barun… oldukça kafa karıştırıcıydı.
Ben gerçekten dilim tutulmuş gibi konuşamazken Ranvir “Ben haklıyım her konuda tabii ki. Ne olacak?” diyerek farkında olmadan beni bu durumdan kurtarmıştı.
Barun göz devirdi ama nedense cevabına inanmadığını gördüm. Bana baktı sonra. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Başka bir şey söylemeden yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Khushi’yi ise bana bakacak şekilde sol dizine oturtmuştu. Khushi bu sırada babasına bir şeyler söylüyordu.
Khushi Ranvir’e ne söylediyse yüzü düştü küsmüş bir şekilde. Barun’un ise dudaklarında keyifli bir tebessüm oluşmuştu. Bende tebessüm ederek onlara bakarken Barun Khushi’ye beni göstererek bir şeyler söyledi. Bizi tanıştırıyordu sanırım.
Barun’a dönerken “Merhaba ne demek?” diye sordum.
“Namaste” dedi neden sorduğumu anlayarak.
Dudaklarımda en içten tebessümümle elimi Khushi’ye uzatırken “Namaste Khushi” dedim.
Çekingen bakışları ellerime kaydı. Kalın kaşları hariç yüzü annesine benzerken siyah dalgalı saçları ve kahve gözleri aynı babasıydı.
Uzanıp elimi tuttu “Namaste” dedi o da. Yanaklarını sıkıp öpmek vardı ama ilk dakikadan çocuğu korkutmak istemediğim için bu isteğimi bastırdım.
Bu sırada Neha kucağında diğer kızlarıyla yanımıza geldi. İsmini hatırlayamadığım küçük kızları ise ağlıyordu. Ranvir’i görünce kollarını ona uzattı. Ranvir hemen onu kucağına alırken bir şeyler söyledi. Miniğin ağlayışları iç çekişe dönerken başını Ranvir’in omzuna yaslamıştı.
“Bu da evin diğer küçük üyesi Mishti, Geeta” diye konuştu Ranvir, bir yandan büyük eli kızının sırtını sıvazlıyordu. Neha hala ayaktayken kızının terlemiş saçlarını topladı.
“Çok tatlılar” dedim gülümseyerek.
Sadece çocuklar değil onlar bir aile olarak gerçekten çok tatlıydılar. Her ne kadar Ranvir’i gerçekten böyle bir manzarayla görmeme şaşırsam da onun hakkındaki düşüncelerimde yanılmadığım için mutluydum.
Khushi’nin sesiyle irkildim. Babasına bir şeyler söylerken Barun’un kucağından indi ve ona doğru ilerledi. Eyvah, kıskanmıştık sanırım. Bu bakışı nerede olsam tanırdım çünkü.
Babasının dizine tırmanmaya çalışırken bir şeyler söylüyordu ve sesinden kızgın olduğu belliydi. Neha ona müdahale etmeye çalışırken Ranvir araya girip bir şeyler söyledi ve onu belinden kavrayıp dizine oturttu. Khushi bir kolunu babasının boynunu sararken o tatlı sesiyle alttan ona bakarak bir şeyler söyledi.
“Biraz kıskancız sanki” dedim gülerek. Onun duyabileceği şekilde Türkçe konuşmuştum.
“Khushi babasına oldukça düşkündür” diye konuştu, ardından onlarda olan bakışlarını bana çevirdi. Kahvelerinden içime yayılan sıcaklığı hissettim “Senin gibi”
Gözlerinde ilk defa minik parıltılar gördüm. Sebebini anlayamasam da bu hali beni memnun etti. Tebessümüm genişledi.
Neha bir bebek sandalyesini masanın diğer ucuna yani ona yakın olan yere yerleştirmişti. Ardından Misthi’yi Ranvir’in kucağından aldı. Bebek sandalyesine oturan Misthi bu defa huysuzlanmadı ama hala uykulu gözlerle bakıyordu etrafa.
Ranvir Khushi’ye bir şeyler söylerken onu diğer baş köşedeki sandalyeye oturttu. Bu sırada hediyeleri görmüş ve heyecanla ona atılmıştı. Yapbozu beğendiğini yüz ifadesinden anlamıştım. Barun’a bir şeyler söylerken saniyeler içinde sandalyesinden inmişti. Barun’un hareketli bir çocuk derken ne demek istediğini daha iyi anlıyordum.
Sanırım yapbozu yapmak istiyordu hemen. Ranvir onu tekrar yerine oturturken aynı zamanda yumuşayan ses tonuyla bir şeyler söylüyordu.
“Biz yemekleri getirelim, istediğin bir şey var mı Geeta?” diye sordu sonra bize dönerek.
“Teşekkür ederim” derken yerimden kalkmak için sandalyemi geri ittim “Yardım edeyim bende?”
“Ah hayır, otur lütfen. Biz hallederiz” Bakışları yanımdaki Barun’a kaydı. “Sen misafir değilsin ama kardeşim gelebilirsin yardıma”
Şaka yapıyordu aslında ama Barun anlamasına rağmen sandalyesini geri itti kalkmak için. Ona da Neha engel olmuş ve Ranvir’i çekiştirerek eve götürmüştü.
Arkalarından gülerek baktığım sırada Misthi’nin onların ardından bir şeyler söylemeye çalıştığını duydum. Ona seslendiğimde bakışları bana döndü. Şaşkın bakışları yüzümde dolaştı ilk. En son alnımda durdu. Ona da merhaba dediğimde elimi uzattım. Minik eli işaret parmağımı tuttu. Elini salladığımda gülerek yüzüme baktı.
“Ay valla ısırıcam, öyle gülme” dedim coşkuyla. Barun’a döndüğümde onun bakışlarının zaten üzerimizde olduğunu gördüm. “Hiç yabancılıkta etmiyor baksana”
“Sıcakkanlıdırlar, o konuda çekinmene gerek yok”
Ranvir ve Neha yemekleri getirdiler bu sırada. Meşhur gözlemeleri ve beyaz porselen tenceredeki bir yemek masadaki yerini aldı.
Khushi Barun’a bir şeyler söylerken bana da kaçamak bakışlar attığını fark ettim. Elimi çeneme yaslarken onlara baktım “Ne diyor?”
“Sende bizimle yemekten sonra yapboz yapmak ister miymişsin, bunu soruyor?”
“A tabii ki. Çok sevinirim” dedim gülümseyerek. Aslında yapboz yapmayı hiç sevmezdim. Çocukluğumda da sıkıcı gelirdi hala öyleydi. Ancak onunla vakit geçirmek için buna hayır diyemezdim.
Ranvir ve Neha birkaç defa daha gidip geldiler. Gelecek olanlar bitmiş olmalı ki Neha servise geçmişti. Yardım etmek istemiştim ama bana gerek kalmadan Ranvir ona yetişiyordu.
Kaselerimizi alıp Neha’ya uzatırken Neha tenceredeki yemekten koyuyordu onlara. Barun bir şeyler söyledi bu sırada Neha’ya. Ranvir ise uzun bir tabağa pişiye benzer iki hamur işi koydu. Ardından benim kasemi de yanına yerleştirdi.
O tabağı önüme bırakırken “Bu yemeğe Chole Bhature deriz Geeta. Umarım köri seviyorsundur?” diye sordu.
“Severim. Yeni tatlar denemeyi de severim ayrıca, endişeniz olmasın yani”
Kafasını salladı “Olsun, biz yine bilgilendirmemizi yapalım. İçinde oldukça acı olan bir köri kullanırız normalde ama Barun senin için normal köri kullanmamızı istedi. Umarım beğenirsin, beğenmezsen de sorun değil yemeye zorlama lütfen kendini”
Şaşkınlıkla Barun’a baktım. Bir kere yanmıştı tabi dilimiz yanında adam artık önlem alıyordu. Yine de benim için bu kadar ince hareket etmesi içimi okşadı. Bakışlarımı fark etti ama dönüp bakmadı.
Tekrar önüme döndüğümde Neha çocukların tabaklarını hazırlamaya başlamıştı. Ranvir de hala ayakta yanındayken onu izliyordu. Neha’nın kaşlarının hafifçe çatılmış olduğunu gördüm. Bir şeyden rahatsız olmuş gibiydi.
O bir şey söylemeden Ranvir sol kolundan kaymış olduğunu yeni fark ettiğim elbisesinin bir parçasını alıp omzundan geriye aldı. Aynı zamanda ona bir şeyler söyledi. Önüne gelen saçlarını da arkaya alırken oldukça nazikti. Neha’nın dudaklarında derin bir tebessüm oluştu. Ranvir bu manzaraya içi giderek baktı. Ardından dayanamayıp eğildi ve şakağına bir buse kondurdu.
Dudaklarımdaki gülümseme büyüdü. Sanırım âşık olmak böyle bir şeydi. Bir bakıştan, bir kaş çatıştan dahi ne hissettiğini anlamak… Ve daima onu düşünmek.
Nasıl tanıştıklarını aşırı merak ettim. En sevdiğim şeylerden biri tanışma hikayesi dinlemekti. Özellikle böyle çiftleri gördükten sonra meraktan çatlardım nasıl tanıştıklarını öğrenemezsem.
“Neden öyle bakıyorsun?” dibimden gelen Barun’un sesiyle irkilirken elimi indirip ona baktım. Önümden çatalımı almış ve masanın ortasında olan meşhur gözlemelerinden ikisini tabağıma bırakmıştı.
“Hiç. Dalmışım”
Midemde birtakım hareketlenmelerin aksine tebessümüm solmuştu. O da beni çocuk gibi gördüğünden sakarlık yaparım diye mi böyle yapıyordu yoksa sadece kibarlık mı yapmak istemişti?
Daha önce bu meseleden canım çok yandığından kuşkulanmadan edemiyordum hiç. Bazı insanlar için diğer insanları olduğu gibi kabullenmek çok zor geliyordu.
Ne vardı içimdeki çocukla birlikte hareket ediyorsam? Duyguları dorukta yaşıyor ve konuşmayı çok seviyorsam? Bunlar kötü bir şey miydi? Ya da katlanılması zor muydu?
Hiçbirimiz kusursuz değildik ki… Önemli olan birbirimizi böyle sevmek değil miydi?
Ancak hayatıma giren çoğu insan sürekli beni bu yüzden değiştirmeye çalışmıştı. Arkadaşım dediklerim iki yüzlü çıkmış kalbimi açtıklarım ise yüz üstü bırakmıştı… Ne kadar üzülsem de onları hayatımdan çıkarmış ve böyle kişileri kendimden hep uzak tutmuştum.
Bu karamsar düşüncelerimden sıyrılmak isteyerek “Bunlar gözleme mi, ismi ne?” diyerek konuyu değiştirdim.
“Paratha. Ekmek yerine her öğün eksik olmaz masada”
Tadı güzeldi ama ekmek yerine koyabileceğimden emin değildim. Çatalımı bırakmadan yine ortadaki omletten servis bıçağıyla bir parça kesti ve onu da tabağıma koydu. Bakışlarım güzel ellerinden yüzüne çıktı. Onun kibarlık yapıyor olduğu barizdi. Kastığımı fark etmediğimi omuzlarım gevşedi.
Yine de onun da hakkımda katlanılması zor bir insan diye düşünüp düşünmediğini merak ettim.
Bakışlarım tabağıma döndü. Bu kadar büyük bir parça koymasına laf edecekken omleti benim için yaptırdığını hatırlayıp ses etmemeye karar verdim.
“Teşekkür ederim” dedim sadece. Başını eğdi o da usulca.
“Geeta” Ranvir’in seslenmesiyle ona döndü bakışlarım. Neha yerine oturmuş o ise hala ayaktaydı. “Çay mı alırsın kahve mi?”
Masaya baktım. Su bardakları dışında başka bir bardak yoktu. “Siz içmiyor musunuz?”
“Biz yemekten sonra içeriz genelde”
Doğru. Onlarda kahvaltı öğünü olmadığı gibi çaylarını da sonra içiyorlardı. “Tamam, bende sizinle içerim. Sağ ol”
“Pekâlâ” dedi ve yerine oturdu o da.
Dolan masaya kısa bir göz atarken Neha’ya baktım “Zahmet etmişsin bu kadar, her şey harika görünüyor. Eline sağlık” dedim tebessüm ederek.
Ne söylediğimi anlamış olacak ki gülümsedi o da “Afiyet olsun” diye konuştu. Ardından onlar da tabaklarına yemeklerden almaya başladılar.
Barun iki servis tabağında süslenmiş, sarı renkte, pilava benzeyen bir yemeği gösterdi “Poha yemeği. Sabah masada eksik olmayan yemeklerdendir. İçinde yine köri, hardal gibi birçok baharat var. Yer fıstığına ya da herhangi bir şeye alerjin var mı?”
“Hayır yok”
“Tadına bakmak istersen öndekinden yiyebilirsin o halde”
“Diğerinde ne var?”
“Ranvir’in yer fıstığına alerjisi var bu yüzden Neha ayrı yapar ona. Sevmiyorsan sende ondan yiyebilirsin” diye açıkladı.
Ona doğru döndüğümde tabağına omlet aldığını gördüm. “Sen bu yemeklerin yapılışını biliyor musun yoksa aldığın tada göre mi bilgilendiriyorsun beni?” dedim merakla. Açıkçası onu yemek yaparken hayal etmek zordu.
“Her ikisi de. Mutfağa çok girmem yine de. Sabahları genel olarak bir şey yemem. Akşamları kendi evimde kalırsam bir şeyler hazırlarım ya da dışarıda yerim”
Kendi evim dediği şu kaymakamlıktaki odası olmalıydı. O halde evde yemek yemiyordu. Dudak büktüm istemsizce. Sofradaki gerginliğini hatırladım. Rahat hissetmediği bir yerde kalmıyordu doğal olarak.
Tabağına üçgen şeklinde başka bir hamur işine benzeyen bir şey koyarken “Bunu duymuşsundur belki. Oldukça ünlüdür. Samosa” diye konuştu. Evet, bunu duymuştum. Kaşığıyla kırmızı renkteki sosa benzeyen şeyden tabağına aldı. Bu ilk gün Hint bir kafede yediğimiz sostan farklıydı “Genellikle içi patatesten yapılır ya da kıyma, yumurta da olur”
O tabağına omlet ve ondan başka bir şey almamıştı. Sanırım patates yemeklerini seviyordu.
Tadını merak ederek bende birini tabağıma alırken “Şu soslar nedir?” diye sordum.
“Acı kırmızı biber, defne yaprağı, tarçın, soğan ve sirke var bunda” diyerek kendi aldığını gösterdi önce ardından diğer yeşili olanı işaret etti “Onda da nane ve kişniş var”
İkisinden de azar olarak tabağıma ekledim. Samosa’nın tadı gerçekten güzeldi. İçinde bezelye de vardı. Soslardan ikisini de beğenmiştim ama acılı olan daha çok hoşuma gitmişti. Sadece acı da değildi aslında ekşiydi de. Onun da acıyı sevdiğini anlamıştım böylelikle.
Omletten büyük parça koymasına laf etmiştim ama çoktan yarılamıştım bile onu. Kasedeki Chole Bhorati denen yemeği de denemiştim. Köri tadı yoğundu. Başta garipsesem de sonra alışmıştım.
Khushi tam bir Samosa canavarı çıkmıştı. Çatalı bıçağı bırakmış artık eliyle yiyordu. Gerçi bende bırakmıştım bir süre sonra. Mishti ise annesinin parçalara böldüğü omletten yiyordu. Yemek yiyince uykusu tamamen açılmış görünüyordu.
Neha ile gözlerimiz kesiştiğinde “Türkiye de ailenle birlikte mi yaşıyorsun?” diye sorarak masadaki sessizliği bozdu. En az benim gibi onun da beni tanımak istediğini görüyordum gözlerinden.
“Hayır, ayrı bir şehirde yaşıyorum”
“Çalışıyor musun peki?”
Gülümsedim “Öğretmenim”
“Aa bak bunu bende yeni öğreniyorum” dedi Ranvir sohbetimize dahil olarak. Zaten bir gözü sürekli eşindeydi. “Ne öğretmenisin Geeta, İngilizce mi?”
“Sınıf öğretmeniyim”
“Miniklere okuma yazma öğretiyorsun demek, yakışır” dedi sevecen bir sesle.
Güldüm “Teşekkür ederim”
“Aksine ben okuyorsun sandım, çok genç duruyorsun” dedi Neha da.
İltifatıyla erirken ellerimi yüzüme yasladım “Yaa öyle mi? Ruhum hala on sekiz. Bende çıtır ve güzelim ama maalesef acı gerçek şu ki bir ay kaldı yirmi beş olmama. Otuza beş kaldı, yaşlandık”
Ne kadar da mütevazıyım görüyor musunuz? Kusura bakmasınlar çıtır ve güzel olduğum konusunda hiç mütevazı davranamazdım.
“Ayıp oluyor ama Geeta. Sen bize yaşlı mı diyorsun şimdi?” dedi Ranvir alınmış bir sesle.
Hih o detayı atlamıştık. Anlaşılan Neha da otuzunu geçmişti. O da hiç göstermiyordu yalnız yaşını.
“Aa olur mu öyle şey? Sen şimdiki gençlere taş çıkartırsın be” dedim elimi sallarken.
“O ne demek anlamadım ama umarım güzel bir şeydir?” dedi hala trip atarak.
Bu haline gülmeden edemedim yine “Tabii ki güzel bir şey. Ayrıca hatırlatırım seni ilk Barun ile yaşıt sanmıştım”
Barun ismini duyunca başını kaldırdı. “Bu durumda yaşlı olan ben mi oluyorum?” diye sordu sohbete dahil olarak. Bizi dinlediğini bilmiyordum.
“Hayır tabii ki” dedim yine itiraz ederek. Ona yaşlı desem anında çarpılırdım herhalde.
Neha ile göz göze gelirken onları takmamam için elini havada salladı gülerek.
“Sen çalışıyor musun?” diye sordum bende ona.
“Çocuklar olmadan önce çalışıyordum. Ranvir Bey’in özel asistanlığını yapıyorduk” dedi eşine yandan bir bakış atarak.
Kaşlarım hafifçe çatılırken “Ne asistanı?” diye konuştum.
“Milli bir sporcuyla aynı masada oturuyorsun Geetacım, değerini bil” dedi Ranvir göz kırparak.
“Ne? Milli sporcu musun?”
Şaşkınlığımdan eğlendiği her halinden belliydi. “Sadece sporcu demeyelim lütfen iki altın madalya sahibi olduğumu da eklersek sevinirim”
“Hangi dalda?”
“Güreş ve boks”
Bu vücudun öylesine yapılmış olduğunu düşünmek benim aptallığımdı zaten. Spor turnuvalarını pek takip ettiğim söylenemezdi. Düzenli olarak sadece kadın voleybol takımımızı takip ediyordum. Abimler yüzünden biraz da futbol tabii.
Barun’a yandan ters bir bakış atmadan edemedim “İnsan söyler ya, ne biçim arkadaşsın?”
Lafın ona geldiğini anlaması çok uzun sürmedi. Kaşları hafifçe çatılmışken “Ben niye suçlu oldum şimdi anlamadım?” diye sordu masumca. Ranvir’i gösterdi eliyle. “Kendini eksik tanıtan o”
“Ona kalmadan sen arkadaşının başarısıyla övünmeliydin çünkü” dedim.
“Haklı” dedi Ranvir beni destekleyerek. Yalandan dudak büzerken “Değerimi hiç bilmiyor biliyor musun Geeta?” diye yakındı bana.
“İşte benim arkadaşım olacaktın var ya her yerde Milli Sporcu arkadaşım var diye gezerdim. Hatta alnıma tabela bile asardım yani” dedim Barun’un üzerine giderek. Hep o mu uğraşacaktı bizimle? “Çok ayıp bu yaptığın Kaymakam Bey, yakıştıramadım”
Yüzünde somurtkan bir ifade belirmesini beklemiyordum. “Yeri ya da konusu açılsaydı söylerdim. Saklamak için bir sebebim yok”
“Tamam inanmış gibi yapayım madem” dediğimde kafasını iki yana salladı ama bir şey söylemedi. Ranvir’e baktım tekrar “Nereden geliyor peki bu güreş aşkı?”
“Dedem de eski milli güreşçilerden. Aile mirası yani”
“Yaa ne güzel” dedim elimi çeneme yaslarken. “Hala devam ediyor musun peki?”
Yani şu an sadece korumalık yapıyor gibi duruyordu ama belli olmazdı. Arkadaşına çekmiş olabilirdi bu konuda.
Dudaklarındaki sırıtma tebessüme dönüştü “Hayır, eğitim veriyorum yalnızca”
“Bu kadar zafer yeter deyip geri mi çekildin yoksa şoförlük daha mı cazip geldi?” diye sordum merakla.
Yüzündeki anlık düşmeyi gördüm. Barun’a kısa bir bakış attı. Barun ona bakmıyor tabağıyla ilgileniyormuş gibi yapıyordu. Sanırım yanlış bir şey sormuştum.
“Her ikisi de sanırım. Biraz da çocuklarıma daha çok vakit ayırmak istediğimden… Turnuvalara hazırlanırken bu çok zor olurdu” dedi Ranvir en sonunda.
İçimi okşadı sözleri. Harika bir babaydı gerçekten. Başka bir şeyler daha olduğunu düşünsem de üzerinde durmayıp kafamı salladım onu onaylayarak. Neha elini onun kolunu koyarken usulca kolunu okşadı. Dudaklarında buruk bir tebessüm vardı.
Neha’nın bakışları bana döndüğünde “Tatile Tayland’a gittiğini duydum. Oradaki günlerin nasıl geçti?” diyerek konuyu değiştirmişti. Bazı kelimeleri telaffuz ederken arada Ranvir yardım ediyordu.
O günlerin üzerinden aylar geçmiş gibi hissediyordum. Hatta bir rüya gibi… Uçaktan görüntüler zihnime sızdığında yutkundum.
Neha’nın meraklı gözlerine bakarken o anları kafamdan attım. “Güzeldi… Tam tatil yeriydi gerçekten” dedim tebessüm ederek. “Yemekleri açısından biraz zorluk çektim. Menüleri deniz mahsulleri ile doluydu genel olarak. Ben pek sevmem”
“Pad Thai denedin mi? Ben onu çok sevmiştim” dedi.
“A denedim tabii! Bende sevmiştim. Gittin mi sende Tayland’a?”
Kafasını sallarken “İki yıl önceydi sanırım. Tatil için gitmiştik biz de” diye konuştu Ranvir’e bakarak.
“Benim favorim her zaman İspanya tabii” dedi Ranvir de hemen.
“İspanya’ya da mı gittiniz?” dedim heyecanla yerimde doğrulurken.
“O tatil için değildi maalesef. Turnuva dönemiydi, maçım oradaydı” diye açıkladı Ranvir. “Yine de gezmeye fırsatımız olmuştu. Eğer bir gün yurt dışında yaşamayı düşünürsem ilk düşüneceğim yer”
“O kadar diyorsun yani?”
“Aynen”
“Sen de katılıyor musun ona Neha?” diye sordum.
“Kesinlikle. Ancak henüz gitmediğimiz yerler var. Ben o kadar erken karar vermezdim” dedi gülümseyerek.
“Yok valla ben veririm. Barun bile yaşar İspanya da bence” diyerek ona baktı Ranvir. Bizim de bakışlarımız ona dönmüştü böylelikle. Anlaşılan o da gitmişti İspanya’ya.
“Bilmem” derken omuz silkti. “Ben daha soğuk yerleri tercih ederdim sanırım”
“Almanya’dan başka yerde yaşayamam diyorsun yani?” dedi Ranvir gülerken.
Onun da dudaklarında minik bir tebessüm belirir gibi oldu. “O kadar değil tabii. Detaylı düşündüğüm bir konu değil bu. Bilmiyorum bu yüzden”
Neha bana dönerken “Ben Türkiye’yi de çok merak ediyorum biliyor musun? Gitme planlarımız var hatta” diye konuştu. Sesi heyecanlı geliyordu.
“Kesinlikle gelmelisiniz! Eğer bende sizi ağırlayabilirsem çok mutlu olurum” dedim aynı heyecanla.
“Ne dersin kardeşim, gider miyiz?” dedi Ranvir Barun’a bakarak.
Barun bunu beklemiyor olacak ki omuzları gerildi ve yerinde dikleşti “Benim ne işim var sizin tatil planınızda?”
“O ne demek öyle? Sen de tatil yapacaksın işte hem de Geeta’yı ziyaret etmiş olacaksın bizim gibi fena mı?” diye konuştu Neha da. Kaşları hafifçe çatılmıştı ona bakarken.
Bende istemsizce yerimde doğruldum. Arda için bile gitmemişti, beni ziyarete mi gelecekti? Hiç sanmıyordum. Ancak onun da gelmesini istediğimi fark ettim. Yine de yorum yapmadım.
Onlar da biliyor olmalıydılar kaç senedir Türkiye’ye gitmediğini. Belki de bunun bir son bulması için ona cesaret vermeye çalışıyorlardı ve beni kullanıyorlardı şu an.
“Ben söz vermesem daha iyi” dedi, sesi düzdü. Canı sıkılmıştı sanki.
“Sen kaybedersin” dedim ortamı yumuşatmaya çalışarak. “Ranvir ve Neha ile boğazdan fotoğraf attığımızda bozulmak yok ama?”
Barun’un bakışları bana döndüğünde tebessümüm büyüdü. Onun da gerilen yüzünün yumuşadığını gördüm.
“Boğaz dediğin neresi tam olarak, İstanbul Boğaz’ı mı?”
Ranvir’in sorusuyla ona dönüp “Evet” diye yanıtladım.
“İstanbul mu? Ben orada en çok Galata Kulesi’ne gitmek istiyorum” dedi Neha, gözlerinin içi parlıyordu. “Hakkında birkaç efsane okudum da bu yüzden merak ediyorum”
Sırıtmadan edemedim “Kız Kulesi ile olan aşkını anlatan efsaneler mi onlar?”
Dudaklarını hüzünlü bir tebessüm sararken “Evet, bir de orası. Kavuşamamışlar sanırım bu yüzden Galata Kulesi’ne kiminle çıkarsan onunla evleneceğine dair inanışlar varmış” diye konuştu. Tabii yine bazı kelimeler için Ranvir’den yardım almıştı.
Ranvir Neha’nın yanağından çapkınca bir makas alırken “Canım, bizim kuleye çıkmamıza ne gerek var o halde? Biz zaten evliyiz” dedi.
Gülmeden edemedim. Haklıydı. “O sırada bilmem kaç kez oraya gidip kuleye çıkmadan dönen ben” diye dalga geçtim kendimle.
Neha elini çenesine yaslarken “O halde hayatında biri yok sanırım?” dedi mahcup bir tebessümle. Özel bir soru olduğu için çekinmişti sanırım.
Böyle düşünmemesi için tebessüm ettim “Hayır, yok”
Aşk hayatım tam bir hayal kırıklığından ibaretti. Bu yüzden ne kadar rahat görünsem de kaçardım bu konudan hep. Korkuyordum çünkü…
Eskiden bir ilişki için sevmenin yeterli olduğunu sanırdım ama yanılmıştım. Sadece sevmek yetmiyordu… Güven ve saygı da gerekiyordu ve bunları sağlamak sevmekten daha zordu benim için.
Özellikle güvenin bir ilişkinin yapı taşı olduğunu düşünüyordum ve ben birine kalbimi emanet edebilecek güveni hiçbir zaman duyamayacakmış gibi hissediyordum.
Belki de Cemile halam ya da Ayşen teyzem gibi yalnız yaşlanmak kaderimde vardı.
Ancak bazen… Özellikle sevdiğim insanlarda şahit olduğum ilişkiler ufak da olsa umut etmemi sağlıyordu. Yaşadığım kalp kırıklarının mükafatının çok güzel olacağına inanmak istiyordum. Öyle biri çıkacaktı ki karşıma tüm kalp kırıklarımı unutturacaktı bana belki de…
Kim istemezdi ki zaten sevmek ve sevdiği kadar sevilmek…
Bu sırada Ranvir’in Barun’a baktığını fark ettim. Sözsüz bir iletişimde gibiydiler. Kaşlarım hafifçe çatıldığı sırada Ranvir bakışlarımı fark edip bana baktı. Ben yüz ifademi düzeltirken o da tebessüm etti.
“İnanıyorsun o halde bu rivayete?” Neha’nın sesiyle bakışlarım ona döndü tekrar. O, iki arkadaşın garip bakışmalarını fark etmemişti sanırım.
“Evet… Yani çok tatlı geliyor. Baktım beyefendinin geleceği yok yalnız başımıza çıkacağız artık yapacak bir şey yok” dedim gülerek ancak içim buruktu. Bu konu kapansın istedim.
“Bir rivayet için o manzaradan mahrum kalmaya değeceğini sanmıyorum” diyen Barun ile şaşkınlıkla ona döndüm.
“Çıktın mı kuleye?”
Çatalıyla tabağındaki yemeklerle oynarken “Hayır. Hatta kuleyi uzaktan gördüm. Benimki tahmin sadece” diye konuştu.
İstanbul’a da gitmişti o halde. Gezmek için olmadığına göre iş için gitmiş olmalıydı. Konu böyle dağılırken kalan yemeklerimizi bitirmiştik.
Neha kaç kardeş olduğumuzu sormuş başka bir sohbet açmıştı sonrasında. Onun tek kardeş, Ranvir’in ise üç kardeş olduklarını öğrenmiştim. Ranvir’in bir abisi ve bir ablası varmış. İkisi de onun gibi evliymiş. Bu konunun da nedense onların keyfini kaçırmış gibi hissettim.
Masayı toplarken itiraz etmelerine kalmadan ayaklanıp Neha’ya yardım ettim. Ranvir kızlarının temizliği ile ilgilenirken Barun’u da Khushi esir almıştı. Masada önü temizlenince yeni yapbozunu boşaltmıştı heyecanla.
Elimdeki tencereyle evlerine ilerleyen Neha’yı takip ettim bende. Kapıdan girince geniş bir hol karşıladı beni. Sağ tarafta yukarı çıkan merdivenler vardı. Holün bitiminde ise salona inen basamaklar yer alıyordu.
Neha basamakları inip sağ tarafta kalan mutfak olduğunu düşündüğüm yerin kapısına yöneldi. Bende arkasından ilerlemeye devam ederken salonda gezdirdim gözlerimi. Tam karşıda açık kahve ve bej tonlarında bir televizyon ünitesi vardı. Ortada yine bej renkte bir oturma grubu, onu tamamlayan bir halı ve yine o tonlarda şık bir avize vardı.
Solda kalan pencerenin önünde saksılar dikkatimi çekti. Bu kendi evimdeki çiçeklerimi getirdi aklıma. Gitmeden önce Rüya’ya onlara iyi bakması için tembihlemiştim. İçim burkuldu.
O duvarın önünde uzun beyaz renkte bir vitrin vardı bir de. Raflarında bazı objeler ve çerçeveler göz alıyordu.
Oldukça geniş olan mutfaklarında ise gümüş ve beyaz renk ağırlıklıydı. Burada da dört kişilik bir yemek masası vardı. Sanırım normalde burada yemek yiyorlardı.
Elimdeki tencereyi tezgâhın sonunda kalan ocağın üzerine bıraktım. Neha da elindeki tabakları tezgâha bırakmıştı.
Göz göze geldiğimizde anlayacağını umarak “Eviniz gerçekten çok güzel” diye konuştum.
Gülümsemesi büyüdüğünde beni anladığını anladım “Teşekkür ederim”
Geri döndüğümüzde Mishti ağlamaya başladığı için Neha Ranvir’e yardımcı oldu. Ben kalan tabakları alıp toplama işlemine devam ettim. Ne de olsa mutfağın yerini biliyordum artık.
Elimdeki tabakları bırakıp geri dönerken vitrindeki fotoğraflara kısa bir göz atmadan edemedim. Fotoğrafların çoğu aile fotoğrafıydı. Farklı olan en köşedeki fotoğrafa baktım.
Ranvir güreşçi haliyle kucağında bir çiçek ve boynunda bir madalya ile kameraya gülümserken yanında ona benzeyen iri, saçında ve sakalında aklar olan yaşlı bir adam kolunu omzuna atmıştı. Adamın koyu renk gözleri parlıyordu ve dudaklarında gururlu bir tebessüm vardı. Bu Ranvir’in dedesi olmalıydı.
Beni vitrinin önünde asıl durduran ise diğer farklı olan fotoğraftı. Ranvir ve Barun vardı bu fotoğrafta. Çerçeveyi elime aldım daha yakından bakmak isteyerek. Fotoğraf yeni durmuyordu.
Bir basketbol sahasının zemininde oturuyorlardı. İkisinin de altında siyah şort varken Ranvir’in üzerinde bir şey yoktu. Barun da ise koyu gri salaş bir atlet vardı.
İlk dikkatimi çeken onun zayıflığı olmuştu. Yapılıydı, kol kasları vardı yine ama daha zayıftı bu fotoğrafta. Saçları şimdikinden oldukça kısaydı ve bu onu daha genç göstermişti. Bir bacağını kendine çekmiş geriye doğru çıkmışken bir eliyle yerden destek alıyordu. Kameraya bakabilmek için de diğer elini güneşe karşı gözlerine siper yapmıştı. Dudaklarında da yorgun bir tebessüm vardı.
Kendimi gülümserken buldum. Muhtemelen öğrencilik yıllarından bir fotoğraftı. İç ısıtıyordu.
Ranvir iki bacağını kendine çekmişken dudaklarındaki zafer tebessümüyle bakıyordu kameraya. Onun Barun’un aksine saçları daha uzundu. Kirli sakalları yoktu. Bu yüzden bir garip geldi gözüme. Vücudu şimdiki kadar olmasa da kaslıydı.
“Üniversite zamanlarından bir fotoğraf” diyen Neha’nın sesiyle irkildim. Ona doğru dönerken o da önüme geldi.
Mahcup bir şekilde yüzüne baktım “Kusura bakma lütfen, izin almadan baktım öyle” diye konuştum hemen. Beni yanlış tanımasını istemezdim.
Tebessüm ederken kafasını iki yana salladı. “İzin almana gerek yok, bakabilirsin tabii” Çerçeveyi yerine koyduğumda ikimizin de bakışları oradaydı şimdi. “Basketbol oynamaya bayılır bizimkiler. Eskisi kadar gidemeseler de hala arada gidip oynarlar”
“Ne güzel”
Bakışları bana döndü “Sen sever misin basketbol oynamayı?”
“Yok. Bilmiyorum ki oynamayı. Ben voleybol oynarım daha çok” dedim.
“Bana da Ranvir öğretmişti. Bazen beni de alırlar aralarına” dedi dudaklarını tatlı bir tebessüm sararken. “Tabii sadece ikisi olduğunda gidiyorum yoksa Ranvir Bey’in kıskançlık krizlerini çekiyoruz”
Güldüm “Çok mu kıskanç?”
O da gülerken “Yani. Zamanında adamın biri bana çiçek uzattı diye maçı yarıda bırakmışlığı var, gerisini sen düşün” diye konuştu. Bazı kelimelerde zorlansa da ne demek istediğini anlamıştım.
Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. “Maçını yarıda mı bıraktı? Ne oldu peki sonra?”
“Puan kaybetti” dedi bu yaptığını onaylamaz bir sesle. “Böyle güler yüzlü durduğuna bakma tersi o kadar tatlı değildir”
Buna şaşırmazdım. Koruma olarak Barun’un yanında durduğu anlarda onu tanımasam gerçekten ürkütücü bulurdum.
Birkaç dakika önce buna benzer bir cümleyi Ranvir’in onun için de söylediğini hatırladım. Dudaklarım benden bağımsız kıvrılmıştı bile. Birbirlerini bu kadar iyi tanıyor olmaları garip ama çok tatlıydı.
Neha mutfağa giderken bende dışarı çıktım. Ranvir Misthi’nin batırdığı masasını siliyordu. Mishti sakinleşmiş, eline bir muz vermişlerdi onunla oynuyordu.
“Geeta kusura bakma lütfen, seni de yorduk” diye konuştu Ranvir beni görünce. Bakışlarında ve sesinde mahcupluk vardı.
Kaşlarım hafifçe çatılırken “Saçmalama lütfen. Ne yaptım sanki? Asıl böyle düşünmen beni çok üzer” dedim hoşnutsuz bir sesle.
“Sen öyle diyorsan… Otur ama artık gerisini ben hallederim” diyerek sandalyemi işaret etti.
İtiraz etmedim. Daha fazla mahcup hissetmesini istemezdim. Yerime otururken Barun ve Khushi’ye baktım. Khushi yüzündeki ciddiyetle önündeki yapboz parçalarını ayıklıyordu. Barun da elini çenesine yaslamış onu izliyordu.
“Mutfağı halledip çayları alıp geliyoruz. Misafirimiz sıkılmasın Barun iki çift laf et” diye takıldı yine arkadaşına. Onun ters bakışlarından nasibini alırken benim de dudaklarımdan küçük bir kıkırtı kaçmıştı.
Eve girip gözden kaybolduğunda Barun yerinde doğruldu. Bana döndü yüzünü. Aklıma gördüğüm fotoğraftaki hali geldi. Şu an olduğu gibi bence o zaman da çok dikkat çeken bir adam olmalıydı. Nasıl olmuştu da evlenmemişti hayretti doğrusu.
Aklımdan geçenlerden habersiz “Sıkıldın mı? İstersen kalkabiliriz?” diye konuştu anlayışlı bir sesle.
“Delirdin mi, ne sıkılması? Burada geçirdiğim en güzel sabah bugün” dedim neşeyle.
Bakışları kısa bir an dudaklarımdaki tebessüme inerken yüzü yumuşadı hatta onun da dudaklarının kıvrılacağını sandım bir an ama Mishti’nin mızmızlanan sesiyle bakışlarımız koptu ve ona döndü.
İki elinin arasındaki muzu sıkarken bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Dolan minik gözleri bir an bize döndü.
“Ne oldu? Soyayım mı yiyecek misin?” dedim sesimi inceltip çocuklaştırarak. Yanaklarını severken bakışları bende kaldı. Tabii ne söylediğimi de anlamadı çocuk. Ancak ben onun ne istediğini anlamıştım. Barun’a dönerken “Kucağıma alsam bir şey olur mu?” diye sordum.
“Olmaz” dedi beni izlerken.
Yerimden ayaklanıp Misthi’yi mama sandalyesinden kurtardım. Bence orayı sevmiyordu. Bir eli omzumu tutarken diğeriyle muzunu tutuyordu. Altındaki minik yastığı da aldım. Tekrar yerime oturup onu da önüme masaya yastığını koyarak üzerine oturttum. Kendi başına oturabilse de yine bir elimle arkasından destek oldum.
Muzunu havada sallarken benim yüzüme doğru tuttu bu defa. “Soyayım mı?” dedim yanağını sıkarak. Muzuna bakıp yerinde kıpırdanmaya başladı. Muzu alıp soydum ve minik ellerine verdim.
Sevinç çığlına benzettiğim bir ses çıkardı. Kıkırdadım bende. Muzu minik ağzıyla ısırırken bir yandan iki eliyle de sıkıyordu. Anlaşılan her tarafımız muz olacaktı. Bebek sevmeye bayıldığımdan yeğenlerimin bebekken de yanlarından hiç ayrılmazdım. Bu yüzden dillerinden anlıyordum az çok.
Bu sırada Neha elinde fincanların olduğu bir tepsi Ranvir de bir porselen çaydanlık ile masanın yanında bittiler.
“Durmadı mı yoksa?” diye sordu Neha bize bakarak.
“Sanırım mama sandalyesini pek sevmiyor prenses” dedim gülerek.
“Evet, biraz öyle” dedi Neha da bana katılarak. Ardından yanımıza adımlayacak gibi olurken “İstersen alayım ben onu seni rahatsız etmesin?” diye konuştu.
“Hayır, hayır. Bizim keyfimiz yerinde” derken Mishti’nin yanağından makas aldım. Güldü bu hareketime. Ardından elinde muzu benim ağzıma uzatmaya çalıştı. Onu geri çevirmedim ve bir ısırık aldım. Beni güldüren çığlığından bir tane daha attı.
“Aferin kızım, iyi bak misafirimize” Ranvir de gülerken bir yandan çayları doldurmaya başlamıştı. “Masala Çayı içtin mi hiç burada Geeta?”
“İçtim içtim. Tadı güzel”
“Bir de benim ellerimden iç o halde, bakalım nasıl bulacaksın?” dedi övünen bir sesle. Neha yerine oturmuş ona bakarken gülerek kafasını iki yana sallıyordu. “Çayımı herkes çok sever”
“Tek becerebildiği şey” diye söylendiğini duydum Barun’un.
Ranvir de duymuş olacak ki “Sen kendine bak” diyerek altta kalmadı.
“Bence bu konuda benimle tartışmaya girmemelisin”
Ranvir onun meydan okumasını görmezden gelerek bana baktı “Kendisi de tost falan yapıyor, ondan bahsediyor işte. Kanma”
Güldüm. Neha’nın da benden pek bir farkı yoktu. Fincanlarını önlerine alıp yerlerine oturdular.
Barun önümde Misthi olduğu için benim fincanımı da alıp ortamıza koydu. Aynı zamanda kendi tabağındaki şekerini benim çayıma attığını gördüm. İstesem Ranvir’den şeker rica edebilirdim ama o bunu alışkanlık haline getirmişti iyice. Yanaklarımı basan sıcaklığı yok sayarak sessiz bir teşekkür ettim.
Bu sırada Misthi muzu bana uzatmıştı tekrar. Ancak yemem için değil artık yemeyeceği için. Gerçekten her yeri muz olmuştu. Muzu alıp kenara koydum. Ardından masanın ucundaki ıslak havlulardan birini aldım ve önce ellerini temizledim. O kadar tatlıydı ki… Isırmama az kalmıştı.
Yanaklarını da silerken aklıma Arda ile pamuk şeker yediğimiz o gün geldi. Barun’un burnuma kadar bulaştırdığım pamuk şekeri silerken ki o sıcak yüz ifadesi… Yutkunurken kafamı iki yana salladım hafifçe.
Kirlenen mendilleri de kenara kaldırırken yüzümü Misthi’ye yaklaştırdım. Daha fazla dayanamayarak İki elimle yanaklarını tuttum “Oy oyy oyy” diyerek iki yana salladım kafasını. Gülümsemesi kıkırtılara dönüştü.
Ellerimi geri çektiğimde yanakları pespembeydi. Hala gülerken bu defa o öne eğildi ve minik ellerini benim yanaklarıma yasladı. Benim gibi yanaklarımı sıkmaya çalışırken kafamı iki yana çevirdi. O kadar komikti ki gülmeden edemedim.
“Şuna bak şuna” diyen Ranvir ve Neha’nın da gülen gözleri bizi izliyordu.
Misthi gülerek geri çekildiğinde onun hala pembe olan yanaklarına dokundum. “Öpeyim mi ha yanağından?” diye konuştum yine anlayacakmış gibi. Dudaklarımı sağ yanağına bastırdıktan sonra “Oh” diyerek geri çekildim.
Bu onu fena şekilde güldürdü. Hoşuna gitmişti ya yicem! Gülüşü durunca diğer yanağını döndü bana. Onu da kocaman öperken bir oh da öyle çektim. Tekrar kıkırtılara boğulduğunda onu güldürenin onu öpmemden çok çıkardığım ses olduğunu anladım.
Birden o bana doğru eğildiğinde sol yanağıma minik dudaklarını bastırdı. Geri çekildiğinde “Oh” demesi ise hepimizi kahkahaya boğmuştu.
“Ya sen beni mi taklit ediyorsun? Yerim” diye şakıdım.
O da bana bir şeyler söylediğinde bir şey anlamasam da gülmeye devam edip burnuna fiske attım.
“Diğer yanağını dön diyor” Barun’un sesiyle ona döndüğümde dudaklarındaki sıcak tebessümle bize bakıyor olmasını beklemiyordum. Midemde o kıpırtı baş gösterdi yine.
Misthi’ye diğer yanağımı döndüğümde bile gözlerimi çekemedim gözlerinden. Mishti yine beni taklit ederek anne ve babasını güldürürken kendisi de onlar gülüyor diye kıkırtılara boğulmuştu.
Yerimde doğrulup bakışlarımı kaçıran ben olmuştum. Gülümsemeye çalıştım ama nedense kıpkırmızı olduğumu hissediyordum. Sıcak basmıştı sanki birden.
Misthi annesine gitmek isteyince Neha onu kucağına alıp yerine geri oturdu. Çaylarımızı içerken bir yandan sohbet etmeye devam ettik. Khushi yapboz yaparken onlara katılmamı istedi tekrar. Onu kırmadım.
Khushi o kadar ciddiydi ki geldiğimizde yerinde duramayan o küçük kız gitmiş yerine başka biri gelmiş gibiydi. Bu hali bir tık tırsmama sebep olmadı desem yalan olurdu.
Bir parçayı yerinden çıkarıp kızgın bir şekilde söylendiğinde hafifçe kendimi geri çektim bu yüzden.
“Eyvah, bana kızdı galiba?” dedim Barun’a doğru fısıldayarak.
“Sana değil bana kızdı, merak etme”
Çıkardığı parçaya baktığımda benim koyduğum bir parça olduğunu gördüm “Ama onu ben koymuştum galiba” dedim yüzümü buruşturarak.
“Öyle mi?”
“Hm hm”
Sesi bunu biliyormuş gibiydi aslında. Bakışlarım ona döndüğünde dudağının kenarı kıvrılmış bir şekilde Khushi’ye baktığını gördüm.
“Olsun, çaktırma” dedi keyifle. Evet şu an Khushi’den azar yiyordu hem de benim yüzümden ama keyifliydi?
Bu adam… ne yapmaya çalışıyordu?
Bakışları bana döndüğünde gözleri yine yakınımdaydı. Yüzümdeki ifadeyi gördüğünde keyifli ifadesi kayboldu ama sıcak kahveleri kaldı.
“Böyle olmaz ama” dedim konuşmayı hatırlayarak. Gözlerimi kaçırmamak için direndim “Senin hatanı da ben üstleneyim, ödeşelim olur mu?”
Dudakları kıvrılacak gibi oldu yine. “Olur”
Ancak kendisi dünyanın en dikkatli insanı olduğundan hiç hata yapmadı. Gıcık ya! Zaten biz çok dokunmuyorduk. Arada yardımcı oluyor sonra sohbete katılıyorduk.
Bu sırada onun telefon melodisi konuşmalarımızı böldü. Saat kaç olmuştu bilmiyordum ama bizimkilerin olabileceğini düşündüm.
Barun cebinden telefonunu çıkarıp ekrana baktığında yüzündeki ifade anında donmuştu. Bu durum hepimizi gererken yerimizde dikleşmiştik. Barun ise Ranvir’e kısa bir bakış atıp yerinden ayaklandı konuşma yapmak için.
Ranvir de onun ardından kalkarken dış kapıya doğru ilerleyen Barun’un arkasından gitmişti. Gözden kaybolmalarına rağmen bakışlarımı yoldan alamadım.
“Kaza olduğunda sende oradaymışsın galiba?” diye soran Neha ile bakışlarım ona döndü. Açık kahvelerinde derin bir hüzün vardı şimdi.
Başımı sallarken “Evet” dedim, gözlerim masanın üzerindeki ellerime döndü. Bileklerimdeki bilezikler ile oynadım. “Dosya hakkında bir şey mi sence?”
İç çektiğini duydum. “Muhtemelen”
Çok geçmeden tekrar göründüklerinde konuşma bitmiş olmalıydı. Ranvir yanımıza gelmek yerine seri adımlarla eve girmişti. Kaşlarım çatıldı hafifçe. Barun yanımızda dikildiğinde huzursuz bakışları ikimiz arasında gidip geldi.
“Bizim gitmemiz gerekiyor” diye konuştu direkt. Sesi bu durumdan oldukça hoşnutsuzdu.
Yerimden ayaklanırken Neha da kalktı. “Neden?” diye sormayı da ihmal etmemişti.
Bu sırada Khushi hepimiz ayaklanınca bir şey olduğunu sanmış olacak ki annesine bir şeyler söyledi. Misthi her şeyden habersiz çimlerde oyuncaklarıyla oynuyordu. Neha da ona bir şeyler söylerken bize evin önüne ilerlememiz için bir baş işareti yaptı. Çocuklardan uzaklaştık böylece.
“Ne oldu?” diye merakla soran bendim bu defa.
Bakışları yüzümdeyken “Şoför bulunmuş” dedi sadece. Ancak gözleri daha çok şey anlatıyordu. Mesela tahmin ettiği gibi ölü bulunmuştu şoför. “Beni çağırıyorlar bu yüzden”
Ne olacaktı şimdi? Her şey daha da çıkmaza giriyordu. Bu işin peşini bırakmadığı için ona da bir şey yapabilirler miydi? Birçok kez bu tarz adamlarla uğraşmıştı ama ona göre hareket ediyor olmalıydı değil mi?
Ravnir yanımıza geldi bu sırada. Üzerini değiştirmişti. Siyah pantolon ve siyah gömlek giyerek koruma kimliğine bürünmüştü hemen.
“Seni önce eve bırakalım” diye konuşan Barun’un sesiyle bakışlarım tekrar ona döndü. Kafamı salladım onu onaylayarak. Bu yemeğin daha güzel sonlanmasını isterdim.
Neha koluma dokunurken bir adım öne çıkmıştı. Ranvir’in yardımıyla “Neden yolunuzu değiştiriyorsunuz? Geeta burada kalabilir. İşin bitince gelir alırsın onu buradan” dedi.
“İşim ne zaman biter bilmiyorum”
“Ben de olmayacağım hem, anlaşabilecek misiniz?” dedi Ranvir de.
Neha ikisine de göz devirdi. Elindeki telefonu gösterdi eşine. “Translate diye bir şey var” diye konuştu.
“Zeki karım ya” Ranvir gülerken onu kendine çekip saçlarının üzerinden öptü. “Benim yerimi tutmaz ama onunla idare edersiniz artık”
Barun’a baktığımda onun da bakışları bana dönmüştü. Olur mu der gibi bakıyordu. Hafifçe tebessüm ettim “Benim için de bir sıkıntı yok, beklerim”
“Eğer benim işim uzarsa Ranvir’i gönderirim seni eve bırakır. En azından Aisha’lardan ulaşırsın ailene” dedi, yine düşünceli tavrını sergileyerek.
Teşekkür edercesine baktım. Söylemezsem anlayacağını söylemişti. Anlamıştı gerçekten… başını eğdi hafifçe.
Khushi babasına seslenerek yanımıza geldiğinde onlar kızlarıyla ilgilenmeye daldılar. Bende başımı evin duvarına yaslarken yanımdaki Barun’a baktım. Onun zaten bana bakıyor olduğunu fark ettim. Daha çok yine düşüncelere dalmış gibiydi ama ona baktığımda kopmuştu oradan.
Gergindi. Neden bilmiyorum ama sanki kal dememi bekliyormuş gibiydi.
Gece terasta söyledikleri geldi aklıma. Tek bir huzurlu gecem yok demişti ama artık huzurlu gündüzlerini bile çalıyorlardı ondan.
“Sanki gitmek istemiyor gibisin?” dedim, dudaklarımı saran tebessüm buruktu.
Kahvelerindeki gölgeler dağıldı. Bir adım attı bana doğru. Bakışları başımın tepesinden kâküllerime ardından gözlerime indi. “Eğer işim uzun sürmez ve ben geri dönersem… Seni götürmek istediğim bir yer var, benimle gelir misin?”
Bunu beklemediğimden kaşlarım havalandı hafifçe. Böyle bir teklif beklemediğimden değil bu teklifi şu an beklemediğimdendi şaşkınlığım. Beni nereye götürmek istediğini tahmin etmek zor değildi çünkü.
O yoğun sıcak bakışları mideme yumruk etkisi bırakırken çok fazla düşünmedim. “Gelirim”
Yüzünde bariz bir rahatlama peydah oldu. Sanki bunu teklif etmek onun için çok zordu ve bunu başarmış gibiydi. Benim içim ise kıpır kıpırdı.
“O halde görüşürüz hanımlar, kendinize ve kızlarıma çok iyi bakın” diyen Ranvir’in hala neşeli çıkan sesiyle gözlerimiz koptu birbirinden.
Yerimde doğrulurken Ranvir Barun’un yanına geçmişti. Neha da benim yanıma geldi. Bu yemeğin böyle buruk bir şekilde sonlanmasını istemeyen tek kişinin ben olmadığımı fark etmiştim böylelikle. Ranvir ve Neha sanki normal bir işleri çıkmış da gidip hemen geleceklermiş gibi davranıyorlardı.
“Siz de dikkatli olun, görüşürüz” dedi Neha
Barun’un bakışları bana döndü tekrar “Eğer bir şey olursa Neha’nın telefonundan beni arayabilirsin. Telefonum açık olacak” diye konuştu. Kafamı sallayarak onayladım onu sadece.
Neha gülerken Hintçe bir şeyler söyledi. Ranvir bunun üzerine ufak bir kahkaha attı. Onun aksine Barun somurturken o tatlı huysuz ifade oluştu yüzünde.
“Karı koca uğraşın böyle benimle sonra neden bize gelmiyorsun diye sorun” diye söylendi kafasını iki yana sallayarak.
Neha’nın ne söylediğini bilmiyordum ama böyle tek kalmasına gönlüm razı olmadığından hala gülen çifte bakıp “Çok ayıp gerçekten” dedim cıklarken.
Bu çıkışıma üçü de şaşırırken Ranvir’in keyfi iki kat arttı. “Kaymakam Bey’in misafiri aynı zamanda onun avukatı falan mısınız hanımefendi?” dedi eğlenen bir sesle. Neyden bahsettiğini anlamam ise uzun sürmemişti.
“İkidir onun adına konuşup duruyorsunuz, siz Kaymakam Bey’in şoförü aynı zamanda avukatı falan mısınız beyefendi?”
Kaymakamlığa geldiğim ilk gün gerginlikten ona çıkışıp böyle söylenmiştim. Hatırladığımı görünce “Nereden nereye görüyor musun Geeta? Ama haklıymışsın çok şeker bir insansın gerçekten.” diye konuştu.
“Kusura bakmayın lütfen. Ben zor bir zamandan geçiyorum. Ondan bu çıkışlarım yoksa normalde çok şeker bir insanımdır”
Yüzümü buruştururken “Onu da mı hatırlıyorsun ya?”
O gün mesleki rolünden sesli gülmemek için tutuyor gibiydi kendini ama şu an doya doya gülüyordu. “Tabii. Böyle içi dışı bir insanlara bayılırım” derken ise gerçekten içtendi.
Artık bende gülerken utançla kafamı eğdim. “Teşekkür ederim”
Neha ve Barun’un da bu muhabbetten haberleri vardı anlaşılan çünkü ikisi de yadırgamamıştı. Neha gülümserken Baru’un yüzündeki ifade yumuşamış kafasını iki yana sallamıştı. Daha çok utandım elimde olmadan. Umarım çok kızarmamışımdır.
“Daha fazla çenen düşmeden gidelim artık” dedi Barun Ranvir’e.
Ranvir bu defa ikiletmedi onu. Bize ve kızlarına el sallayıp Barun’un peşine takıldı. Benim bakışlarım ise Barun’un sırtındaydı. Umarım bu görüşmeden sonra yolunu aydınlatacak bir gün ışığı bulurdu.
Bahçe kapısından çıkmak üzereyken bakışlarımı hissetmiş gibi kafasını çevirdi birden. Göz göze geldik. Dudaklarım benden bağımsız iki yana kıvrıldı. Yüzünü net göremesem de omuzları dikleşmişti. Başını eğdi hafifçe ve bahçeden ayrıldı.
“İçeri geçelim mi? Hava iyice sıcak oldu, klimayı açarız” diyen Neha’nın sesiyle ona doğru döndüm.
“Olur”
Beni eliyle geçmem için yönlendirirken bir yandan masada yapbozuna devam eden Khushi’ye seslendi. Ancak Khushi içeri gelmek istemedi. Onun aksine Mishti ayaklanmış paytak yürüyüşüyle yanımıza gelmişti. Neha onun elinden tuttu ve birlikte eve girdik.
Ben salondaki koltuklardan pencereye dönük olana otururken Neha kızı için halıya Barun’un aldığı oyuncak setini döktü. Ardından klimayı açtı. Gerçekten bu çok iyi gelmişti.
Yanıma oturmadan önce televizyon ünitesinin sol rafının en üstünden büyük bir deftere benzeyen şeyi aldı. Defteri kucağına koyduğunda bunun bir albüm olduğunu fark ettim.
“Ranvir ve benim albümüm” diye konuştu, sesinde heyecanlı bir tını vardı. Sanırım benim fotoğraflara olan ilgimi de görmüştü. “Bakmak ister misin?”
“Tabii, çok isterim”
Koltukta bana iyice yaklaşırken albümün kapağını açtı. Ranvir’in bebeklik fotoğrafları karşıladı bizi ilk. Annesi ve babasını gösterdi. Abisi ve ablası da vardı bir başka fotoğrafta. Ranvir babasına benziyordu.
Hemen karşı sayfada onun bebeklik fotoğraflarını beklerken Ranvir’in çocukluk fotoğraflarına geçmiştik. Belki de bebeklik fotoğrafı yoktu.
Fotoğraflar kronolojik sıraya göre dizilmişti çünkü. Bir sonraki sayfada onun da çocukluk hali vardı. Khushi’den daha küçük duruyordu. Bir doğum günü pastasının önünde yanında bir kadın ve adam vardı.
“Anne ve babam” dedi sesinde derin bir özlem vardı şimdi. Fotoğraf çok yıpranmıştı. Yüzlerinin rengi solmuştu neredeyse.
Altındaki fotoğrafta daha büyüktü. Sekiz dokuz yaşlarında gözüküyordu. Teni daha açıktı ama yüzünün duruluğu hala aynıydı. Bu fotoğrafta yalnızdı. Arkada bir bina seçiliyordu.
“Bu da tek çocukluk fotoğrafım” diye konuştu, sanki onu görmeye tahammülü yokmuş gibi bir sonraki sayfaya geçti. Tekrar Ranvir’in fotoğraflarına gelmiştik. Bu tavrı içime kötü bir hissin oturmasına sebep oldu.
Ailesi ile küs müydü yoksa vefat mı etmişlerdi?
Soramadım ama o telefonunu bana uzattığında Hintçe ’den Türkçe ’ye çevirdiği cümleyi okumamı isteyerek cevabımı almamı sağladı.
“Ben henüz dört yaşıma girmeden arabamızla kaza yapmışız. Anne ve babamı orada kaybettim. Sonra akrabalarım da sahip çıkmayınca yetiştirme yurduna verilmişim. Bu yüzden çocukluğuma ait çok fotoğrafım yok”
Dudaklarım üzgünce bükülürken telefonu tutan elini tuttum. Onların dininde ölülerin arkasından ne deniyordu bilmiyordum. Bu yüzden sadece “Çok üzgünüm” diyebildim.
Gözleri nemlenmişti. Dudaklarında buruk bir tebessüm varken tuttuğum elimi sıktı sadece. Ardından toparlanıp albüme yöneldi. Translate ile bazı fotoğrafların hikayesini anlattı. Bunun içinde nasıl tanıştıklarının hikayesi de vardı tabii.
“Ben onu ilk televizyonda görmüştüm. Güreşte genç kategorisinde herkes onu konuşuyordu o zaman. Yeni bir Kunvar geliyor diye halk çok mutluydu” diye söylediğinin Türkçesini okumaya devam ettim. “Spora zaten bir ilgim vardı ama o andan sonra daha çok takip eder oldum. O zamanlar kendime itiraf edemesem de ona hayranlık duymuştum. Bu yüzdendir ki final maçı bizim okulun spor salonunda olduğunda izlemek için oradaydım. Güreş o zamanlar erkek işi olarak görüldüğünden izleyenler arasındaki tek kadın bendim ve bu o zaman çok konuşulmuştu. Ranvir Bey’in dikkatini de öyle çekmiştik işte”
Gülümsedim. Ne kadar tatlıydı. Ben ilk Ranvir’in peşinden koştuğunu düşünmüştüm ama anlaşılan öyle değildi.
“Ranvir o maçı kazanmıştı. İlk madalyasını almıştı” derken o günden olan fotoğrafı gösteriyordu. Sesinden ve gözlerinden gurur akıyordu. Acaba ona sporu bıraktığı için kızmış mıydı? “Beni salondan çıkarmak istediklerinden kargaşa çıkmasın diye Ranvir buna gerek olmadığını söylemiş beni erkeklerin arasından dedesinin yanına aldırmıştı. Ben tabii aşırı mutluyum o an. Hem daha yakından izliyordum maçı hem de eski güreşçi Tanvir Kunvar ile yan yana oturuyorum. Gel gör ki bu maç bitene kadar sürmüştü. Ben beyefendiyi tebrik etmiştim ama kendisi az daha maçını mahvedeceğim için bana kızmıştı. Yani diğerleri gibi güreşin benim gibi bir kız için uygun olmadığını düşünüyordu. Gözümden o an düşmüştü”
Buna bende şaşırmıştım. Hiç öyle birine benzemiyordu ancak ya değişmişti ya da o zaman maç gerginliğinden öyle davranmıştı.
“Reşit olduktan sonra yurttan ayrılmak zorunda kaldım. Gidecek hiç kimsem yoktu. Kendi başıma çalışıp iş yerlerinin verdiği yerlerde kalıyordum. İş aradığım bir zamanda arkadaşlarımdan biri bir spor eğitimi veren şirkette temizlik elemanı aradıklarını söyledi. Bu şirkette onlarınmış. O zaman maçlarda ve antrenmanlarda olduğu için onu görmemiştim ama karşılaşmamız çok sürmemişti”
Onlar birbirleri için yaratılmıştı çünkü… Dudaklarımda derinleşen tebessümle onu dinlemeye devam ettim.
“Artık ona sinir olduğumdan tartışmaya girmemiz kaçınılmaz oluyordu tabii. Benim aksime o daha rahattı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi benimle flört etmeye kalkmıştı. Buna devam ettiği için kendisini havluyla dövmüşlüğüm var”
“Ne?” Kahkaha attım. O anı canlandırmadan edemedim aklımda. Neha da gülerken kafasını iki yana sallıyordu. “Çapkındı yani?”
“Hiç sorma” demesini beklemiyordum. O kadar fenaydı yani. Ranvir beni şaşırtmaya devam ediyordu gerçekten. “Daha doğrusu onunki çapkınlıktan çok serserilikti. Ancak kadınları nasıl etkileyeceğini çok iyi biliyordu yalan yok”
“Sen dişli çıkınca peşini bırakmamıştır kesin”
“Biraz öyle oldu evet” derken gülüyordu. Ardından telefonuna bir şeyler daha yazdı. “O umursamaz ve serseri halinin altında çok başka bir adam varmış aslında. Kırk yıl düşünsem onun gibi bir adamın aile kurmak isteyeceğini düşünmezdim mesela. Bana kendi ailesi gibi birbirinden kopmuş değil sevgi ve güvenle kurulmuş bir aile kurmak istediğini söylediğinde bu yüzden şaşırmıştım. Kimseye kolay güvenemediğimden önyargılarla bir duvar örmüştüm ben etrafıma. Ancak Ranvir pes etmedi, onların hepsini tek tek kırdı ve kalbime ulaştı”
Ranvir’in ailesi hakkında söyledikleri gözümden kaçmamıştı. Buruk bir tebessüm oluştu dudaklarımda anlattıklarını okurken. Başımı kaldırdığımda onun ise gözlerinin dolmuş olduğunu gördüm. Telefonu tekrar eline aldı ve yine bir şeyler yazdı.
“Bu yüzden ben çok şanslı bir kadınım… hiçbir şeyi olmayan bana dünyaları veren bir adamın kalbine sahibim. Benim kalbim de yalnızca ona ait”
Gözlerim doldu. Küçük yaşta kendine hem anne hem baba olmuştu. Kim bilir ne zorluklar yaşamıştı ancak hayat yüzüne gülmüş karşısına Ranvir gibi bir adamı çıkarmıştı. Onun elinden tutmuş ve ona aile olmuştu.
Elini tutup sıkarken “Huzurunuz ve mutluluğunuz hiç bozulmasın” dedim içten bir şekilde.
Gülümsedi o da dolu gözleriyle ve elimi okşadı “Teşekkür ederim”
“Burada yaşıyor olsaydım seninle çok daha önce tanışmak isterdim. Belki daha yakın olurduk” derken buldum kendimi.
Söylediğimi anlamış kaşları hafifçe çatılmıştı “Yine olabiliriz. Tabii sen gittikten sonra bizi unutmayı düşünmüyorsan?”
Gülerken “Sizi unutmam mümkün değil” diye konuştum. Aksine onları ve burayı özleyeceğimi hissettim. Bu gerçek dudaklarımdaki gülümsemeyi soldurdu. Ne ara alışmıştım onlara bu kadar?
“O halde gitmeden ne zaman istersen gel yanıma. Ben söyleyecektim ilk ama çekindim biraz” diye yazmıştı çeviriye. Bakışlarımı kaldırdığımda gülen gözleriyle karşılaştım. Onun da benimle yakın olmak istediğini görmek beni çok mutlu etmişti.
“Evine dönünce de numaranı atarsın Barun’a, ben alırım ondan” dedi daha sonra. Gülümserken kafamı salladım onu onaylayarak.
Misthi ‘nin tuvaleti geldiğinde Neha onu tuvalete götürmek için yanımdan ayrıldı. Bende kaldığımız yerden sayfaları çevirmeye devam ettim. Ranvir’in anne babasıyla birkaç fotoğrafı daha vardı ama kardeşleriyle o kadar çok yoktu. Az önce bahsi geçen ailelerindeki kopuk bağlar kardeşler arasındaydı sanırım.
Üniversite fotoğraflarına geldiğimde tarzı vitrinde gördüğüm çerçevedeki haline döndü. Ardından fotoğraflara o dahil oldu. Barun…
Büyük bir okulun bahçesinde yan yana oldukları bir fotoğraf vardı. Ranvir kolunu onun omzuna atmıştı ve kameraya bakarak kocaman gülümsüyordu. Barun’un bir eli cebindeyken hafif bir tebessüm vardı dudaklarında.
Birkaç farklı mekânda arkadaşları olduğunu düşündüğüm insanlarla fotoğrafları da vardı. Çoğunda Barun yoktu ama.
Bir fotoğrafta yatakta sarı bir köpeğe sarılıyordu Barun. Üstünde beyaz bir tişört vardı. Dudaklarındaki tebessümün içten olduğu nadir fotoğraflardan biriydi. Ranvir ise fotoğraf selfie olduğundan önde kameraya sırıtıyordu. Bayılmıştım bu fotoğrafa.
Köpek onların mıydı acaba? Şimdi neredeydi?
Neha geldi bu sırada yanıma. Misthi’yi tekrar önümüze halıya bırakmıştı. Birlikte fotoğraflara bakmaya devam ettik.
“O İngiltere’deyken sevgili miydiniz?” diye sordum merakla.
“Hayır ama aramız iyiydi. İlk senenin yazı gelmişti buraya. Aklından çıkmadığımı söylemişti bana. Benim de öyleydi ne yazık ki… Sonra her gün yazışmaya başladık. Arada tatil diye çıkıp geliyordu ama ben bunların sadece beni görmek için olduğunu sonra öğrendim”
Vay be… Evet, eridim. Anlaşılan Ranvir’i Neha adam etmişti. Ranvir tatillerde buraya gelirken Barun orada ne yapıyordu? Onu ikna edip getirememişti hiç belli ki.
Bir sonraki fotoğrafta Barun yalnızdı. Mezuniyet günü olmalıydı. Kürsü gibi bir yerdeydi. Yanında yaşlıca iki adam vardı.
“Barun’un mezuniyeti” dedi Neha, sesi durgunlaşmıştı nedense. “Okul birincisi olduğu için konuşma yapmasını istemişler. O zaman çekmiş Ranvir”
Okul birincisi olmasına şaşırmamıştım. Zeki ve çalışkan bir adamdı. Fotoğraftaki Barun’un yüzünde mutlu olduğuna dair bir duygu yoktu ama. Dudaklarındaki hafif tebessüm bile zorakiydi. Buruktu daha doğrusu. O zaman gerçek dank etti kafama.
O gerçekten yalnızdı çünkü.
Ne Çetan amca ve Aisha ne de dedesi ve babaannesi gelmiş olmalıydı mezuniyetine. Üstelik böyle bir başarı elde etmişken… Muhtemelen çoğu gencin ailesi de gelmişti o gün.
Kendi mezuniyetim geldi aklıma. Babamlar trafikten biraz gecikti diye yetişemeyeceklerini sanıp ağlamıştım.
Nemlenen gözlerimle fotoğraftaki Barun’a baktım. O da çok üzülmüş olmalıydı. Ağlamıştı daha sonra belki de…
Yine de şanslıydı ki Ranvir onu yalnız bırakmamıştı o özel günde de. Dostluklarına olan hayranlığım arttı o an.
“Onun ailevi olaylarını da az çok biliyorsun sanırım?” diye konuşan Neha ile düşüncelerimden sıyrıldım.
Bakışlarım hala onun üzerindeyken “Evet” dedim. Sesim beklediğimden üzgün çıkmıştı.
Derin bir nefes alıp verdi. “Göründüğünden daha duygusal ve kırılgan bir adam aslında Barun” Biliyordum. Kafamı salladım sadece. Bakışlarım telefonun ekranında kayan ellerindeydi. “Onu uzun zaman sonra rahat bir şekilde Nisha’nın yanında görmüştüm. Başka yardım ettiği çocuklarda olmuştu ama onunla farklı bir bağ kurduklarını söylemişti Ranvir”
Annesinin gönderdiği bir umut olarak düşünmüştü onu. Tıpkı benin abime bağladığım umut gibi… Kalbim acıdı bu gerçekle tekrar. Yutkundum. Fotoğraftaki ona bakamadım ve albümü kapatıp kucağıma koydum.
Neha telefonuna bir şeyler yazıp bana uzattı tekrar “Onun için gelip benden saç örmeyi öğrenmişti biliyor musun?”
Bakışlarım yüzüne döndü hemen. Aastha ablanın bahsettiği arkadaşı Neha mıydı? Açık kahveleri dolmuştu. Bir anne olarak Nisha’nın kaybı onu da sarsmıştı belli ki.
“Uzun zamandır tanışıyoruz ama Ranvir’den bile kolay kolay bir şey isteyemez. O günde bana bir şey söyleyecek gibiydi ama bir türlü açmıyordu konuyu. En sonunda ben ne derdi olduğunu sorup yardımcı olmuştum”
Bu adam derdini anlatamıyordu gerçekten. Neden? Neden sevdiklerine bile açamıyordu derdini?
“Benden saç örmeyi öğrenmek istediğinde şaşırmıştım. Şaşkınlığım biliyor olduğunu düşünmemdendi. Annesi vefat ettikten sonra o bakmış kız kardeşine… İllaki örmüştür onun saçını diye düşünmüştüm ama Aisha saçını toplamayı pek sevmezmiş bu yüzden öğrenmemiş hiç”
Kız kardeşine o bakmış… İçim burkuldu bu bilgiyle. Onların ilişkisi de göründüğünden çok daha fazlasıydı anlaşılan.
Neha’nın elinden telefonu alıp “Örebilmiş mi hiç Nisha’nın saçını?” diye sordum.
“Bilmiyorum ama öremedi sanırım” dediğinde kalbime batan iğneleri hissettim. “Babası olacak o alçak adam izin vermiyordu çok görüşmelerine. Hep bir yolunu buluyordu bunun için”
Beklemediğim bir an da sol gözümden akan yaşı hissettim. Çeneme süzülmesine izin vermeden elimle sildim ama Neha görmüştü. Dolu gözleriyle buruk bir tebessüm etti bana.
Bu sırada Misthi elinde oyuncak fincanıyla önümüzde durdu. Bana uzattı fincanı. Dudaklarında utangaç bir gülümseme vardı.
“Ya sen bana çay mı yaptın? Yerim” derken hemen role bürünüp fincanımı elime aldım.
Annesine de bir tane getirdi. Kendini de unutmamıştı tabii ki. Karşımıza otururken sanki misafirliğe ona gelmişiz gibi birlikte yalandan çay içtik.
“Kızım benden daha misafirperver görüyor musun? Albüme dalmışız aklımdan çıkmış, soğuk bir şeyler içmek ister misin Geeta?”
Gülümsedim sorun yok dercesine. Ne yalan söyleyeyim bu sıcak havaya soğuk bir şeyler iyi giderdi. “Zahmet olmazsa, çok iyi olur aslında”
“Olmaz tabii ki. Limonata yapmıştım ondan getiriyorum o halde?”
“Tamam”
Neha mutfağa gittiğinde bende beden dilimle Misthi’ye çayının çok güzel olduğunu anlatmaya çalıştım. Bence anladı yoksa böyle tatlı tatlı kıkırdamazdı. Ya da bu kadın deli mi ne yapıyor böyle dediği için gülüyordu. Allah bilir.
Bu defa o bana bir şeyler söyleyerek derdini anlattığında beni mutfağına davet ettiğini anladım. Tabii ki isteğini geri çevirmeyerek yere yanına çöktüm hemen. Sanki o da onu anlamadığımı anlamış gibi beden dilini kullanıyordu.
Neha elinde bir tepsiyle geldi. Beyaz, ahşap sehpalardan birini çekip yanımıza koydu. Khushi’nin limonatasını verip geldikten sonra o da yanımıza çöktü.
Büyük cam bardaktaki limonatadan bir yudum aldım. Tadı harikaydı. “Eline sağlık” dedim Neha’ya bakarken.
“Afiyet olsun”
Mishti’ye bir şeyler söyledi bu sırada. Ardından bana baktı ve telefonunu gösterdi.
“Geeta, Misthi seni yormasın ben oyalarım onu. Sen keyfine bak lütfen”
Kaşlarım çatıldı hafifçe. Telefonu alıp “Ne yorması? Benim böyle gayet keyfim yerinde, merak etme” yazdım.
“Misthi tek başına oynamayı pek sevmez de”
“Haklı çocuk, kim tek başına oynar zaten” dedim ve Misthi’ye dönüp saçlarını okşadım.
Bizi de dahil ettiği bir oyun oynadık. Birlikte yemek pişiriyor ve tadıyorduk. Çıkardığım sesler ona garip geliyor ve kıkırtılara boğuluyordu. Beni taklit etmekten geri durmadığından Neha ve beni de güldürüyordu.
Neha bir ara Khushi’ye bakıp geleceğini söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Bana da bir mayışma gelmişti. Kafamı koltuğa yaslamıştım. Uyuyamayıp erken kalktığımdan şimdi uykum geliyordu. Bu konuda tek değildim. Misthi de halını üstüne atmıştı kendini. Gözlerinin gerçekten gittiğini görünce onu uyutmaya karar verdim.
Ayaklanıp bacaklarım kapıya gelecek şekilde koltuğa uzandım. Misthi’ye seslendim. Uykulu bakışları bana döndü. Elimle önüme vurdum. Ne demek istediğimi anladı ve uyuşuk hareketlerle yerinden kalkıp kucağıma geldi.
Belki çekinir ya da istemez diye düşünüp gelmez sanmıştım ama o beni şaşırtmıştı. Başını koluma yasladım ve diğer kolumla ona sarılıp kendime yaklaştırdım. Annesinin kopyası olan gözleriyle alttan çipil çipil yüzüme bakıyordu. İçim sıcacık oldu yine. Gülümsedim.
Sırtını pışpışlarken bildiğim ninnilerden birini mırıldandım. Uykuya dalması saniyelik oldu böylelikle. Onu uyuttuktan sonra kalkarım diye düşünmüştüm ama iyice mayıştığımdan kalkasım gelmedi hiç.
Bakışlarım gün ışığının aydınlattığı pencerenin önündeki çiçeklerdeydi. Onu düşünmek istemesem de düşüncelerimin sonu yine ona çıkıyordu: Barun’a… Mezuniyetteki fotoğrafı geldi gözümün önüne yine. Sonra buradan ayrılmadan önceki konuşmamız. Yanılmıyorsam beni Mahit ve Aamir’in yanına yurda götürecekti. Bu çok farklı hissettirmişti.
Bilmiyorum… belki de o sadece söz verdiği için götürmek istemişti beni ama bana verilmiş bir söz değildi sonuçta. İşi bittiğinde muhtemelen canı sıkkın olacaktı ancak o oraya gitme ihtiyacı duyuyor gibiydi. Beni de yanında istiyordu üstelik…
Gözlerim daha fazla dayanamayıp kapanırken onun erkenden dönmesini istedim. Dönsün ve omuzlarına yüklenen yeni yükleri unutturup ona iyi gelecek o yere birlikte gidelim…
BÖLÜM SONU
Eveeet barıştık mı?
Bölümü nasıl buldunuz? Ben yazarken içim ısındı. Onları çok özlemişim.
Bir sonraki bölüme Barun ile başlayacağımızı söyleyerek gidiyorum. Kendinize iyi bakın.
Sevgilerimle...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 818 Okunma |
150 Oy |
0 Takip |
17 Bölümlü Kitap |