5. Bölüm

Bölüm 5 | Tehlikeli Oyun

Hatice
bayankimbilir

Selamlar!

Hikayenin yaklaşık on dört bölümü hazır aslında ama ilk bölümlerde çok fazla şey değiştirdiğim için bölümleri düzenlerken çoğu sahneyi baştan yazıyorum. Bu yüzden bazı aksaklıklar yaşanabiliyor. Bunun hakkında kitabın instagram sayfasında bilgilendirme yaparım. Şimdiden sabrınız için teşekkür ederim:)

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, keyifli okumalar dilerim...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

5. BÖLÜM

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TEHLİKELİ OYUN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Öyle bir durdu ki nefes alışverişim... İlerleyebileceğim bir yol bile göremiyorum"

 

İnsan her zaman en sevdikleriyle sınanır derdi Çakır dedem.

Şu yaşıma kadar üç kişi dışında ailem ve sevdiklerimden kimsenin kaybını yaşamamıştım. Biri babaannem, biri babamın yakın dostu Mustafa amcam diğeri ise Melike'nin annesi Güzide teyzemdi. Babaannem ben daha doğmadan vefat etmişti, onu canlı kanlı görememiştim bile. Güzide teyzem ve Mustafa amcam vefat ettiğindeyse on yedi yaşındaydım. Ölüm çok yabancıydı o toz pembe yaşlarımıza. Bir anda üzerimize esmiş üşütmüştü bizi bir ağustos ayı.

Empati yeteneğiniz ne kadar iyi olursa olsun karşınızdaki kişinin hissettiklerini, o olay veya benzeri başınıza gelmeden tam anlamıyla anlamış olmuyormuşsunuz. Onun için üzülebiliyor, onunla ağlayabiliyorsunuz, onunla gülebiliyorsunuz ancak onun hissettiği acıyı veya mutluluğu bire bir yaşayamaz anlayamazmışsınız.

Ben bunu şimdi anlıyordum.

Melike'nin sekiz yıl önce hissettiklerini ve halen de hissetmeye devam ettiklerini şimdi çok daha iyi anlamaya başlamıştım.

Gözyaşlarım yüzümdeki ıslaklığın kurumasına izin vermeyerek akmaya devam ederken gözlerim karşımdaki adamdaydı.

"Şu andan itibaren burada adın; Geeta"

Bir süre yüzüne bakakalmışken “Nasıl yani?” diyebildim en sonunda. “Başka bir isim mi kullanacağım?”

“Evet”

Sana yeni bir kimlik vereceğim dediğini hatırladım. Sahte bir kimlik mi çıkaracaktı?

“Sahte kimlik mi çıkaracaksınız bana?” dedim şaşkınlıkla.

Kaşları hafifçe çatıldı. “Hayır, o çok daha riskli olur. Sadece tanışman gereken insanlar için soyut bir kimlik gibi düşün”

Sesli bir şekilde derin bir nefes alıp verdim. Canım yanıyordu. Aklıma Hicran yengemin evden ayrılmadan önceki konuşması gelmişti. Huzursuzdu. Hissetmiş miydi?

Ya annem? Normalde babama karşı yanımda duran annem “Bu tatil işi pek içime sinmiyor kızçem” demişti ilk konusu açıldıktan sonra. Uzaklığından dolayı böyle düşündüğünü sanmış onu iyi olacağıma ikna etmiştim.

Anneler hissederdi... Bu yüzden anneniz bir şeyi onaylamıyorsa bir bildiği var deyip sözünü tutmalıydınız. Şu yaşıma kadar hep dinlemiştim sözünü. Alperen çoğu zaman dinlemezdi mesela ve o işleri mutlaka rast gitmezdi.

Tatil için gitme dememişti ama bana. Keza babamda öyle. Dudaklarım titredi onu düşünmemle. Yetişkindim ve onlar aldığım her kararıma saygı duyuyorlardı. Ancak ben kaç yaşıma gelirsem geleyim onların fikirleri benim için çok önemliydi ve bu yüzden mutlaka onlara kararlarımı danışmadan edemezdim. Annem sadece huzursuzluğunu belli etmişti ki iki lafımla onu ikna etmek ilk defa kolay olmuştu. Bu yüzden bunu sözünü çiğnemeye yormamış ve kötü hissetmemiştim.

Neden böyle olmuştu ki? Neden buradaydım?

Dudağımda hissettiğim yaşla ağladığımı fark ettim. Ellerimle yüzümü kapatırken başımı eğdim. Hıçkırığımı hapsetmek adına dudaklarımı birbirine bastırdım. Boğuluyordum sanki biri nefesimi kesiyordu.

“Ezgi” onun kulağımda dalgalanan sesini duydum. Dudağımı dişledim.

Hayır, Ezgi. Bırakma kendini. Sonra toparlanamazsın.

Gereksiz bir çaba da olsa yanaklarımı sildim ve burnumu çekerek ellerimi yüzümden çektim. Zar zor bakışlarımı koyu kahvelerine çevirdim. Hüzün parıltılarını saklamadı bu defa. Kaçırmadı gözlerini.

“Çok zor biliyorum” dedi tekrar konuştuğunda. Sesi ne söyleyeceğini bilemez gibiydi yine. “Yalnız kalmak istersen seni eve götürebilirim? Beni beklemek zorunda değilsin”

Ben zaten burada yalnızdım. Gözlerimi kaçırdım ve sehpaya çevirdim. Hiçbir şey istemiyordum. Ben babama sarılmak istiyordum.

Kapı tıklatıldı bu sırada. İkimizin de bakışları oraya dönerken Barun ayağa kalkmıştı. Kapıya doğru ilerlediği sırada kapı açıldı “Abi?”

Aisha’nın sesini duymamla yerimde dikleştim.

“Sen miydin? Gel” Barun geri çekildiğinde Aisha içeri girdi.

Anında gözlerimiz kesişirken iyi haberler almadığımı anlamış anında yüzü düşmüştü. “Ezgi” bana doğru adımladı hızla ve yanıma oturup bir kolunu bana sardı “Canım iyi misin? Ne oldu?”

Gözyaşlarım hızlanırken kafamı iki yana salladım. Hıçkırdığımda daha fazla tutamamıştım kendimi. Kollarını iyice bana doladığında bunu bekliyormuş gibi başımı boynuna iyice gömüp ağlamaya devam ettim.

“Abi, ne oldu? Ulaşamadınız mı yine ailesine?” Aisha benim konuşamayacağımı anlamış sorularını abisine yöneltmişti. Bir eli saçlarımı diğeri sırtımı okşuyordu bir yandan.

“Ulaştık. Ailesi uçağın düştüğü haberini almış” duraksayıp sıkıntıyla iç çektiğini duydum Barun’un “Babası ve abisi kaza yapmışlar”

Aisha’nın şaşkınlık dolu nidası geldi kulaklarıma. Onun göğsüne sinmenin verdiği rahatlıkla gözyaşlarım daha çok hızlandı.

“Durumları?” sesi titremişti sarıldığım bedenin. Kalp atışlarının hızlandığını duydum. Kollarımı daha sıkı sardım beline.

“İkisinin de kritik”

Bu gerçeği tekrar duymak göğsüme sayısız iğnenin batmasına sebep oldu. Canımın acısıyla dişlerimi sıktım. Ya bir daha babamın ‘İki gözüm’ diyen sesini duyamazsam? Ya abimin son ‘gülüm’ deyişine şahit olduysam o havaalanında? Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçarken içimdeki duygu selini tutamadım daha fazla.

Aisha’nın kolları sıkılaştı. Hiçbir şey söyleyemedi. Bir süre sadece benim hıçkırıklarım duyuldu odada. İhtiyacım olan sadece buydu ama hıçkırıklarım nefesimi kesecek şekilde arttığında dudaklarımdan kaçan kesik iniltilere mâni olamadım.

Beni saran kollar gevşeyip bedenimi kendinden uzaklaştırırken “Ezgi” diyen endişe dolu sesini duydum. Ardından bir çift dolu dolu olan yeşil gözlerle göz göze geldim. Ellerini yüzüme yasladı ve yanaklarımı kurulamaya çalıştı. Gözlerine bakmaya devam ederken yüreğimdeki acıyı gördüğüne şahit oldum. Öyle ki sol gözünden bir damla yaş süzüldü yanağına.

Gözlerimi kapattım. Dudaklarımı birbirine bastırırken hıçkırıklarımı dizginlemeye çalışıyordum ama çok zordu. Bırakmıştık bir kere topla toplayabilirsen. Gözlerimi tekrar açtığımda Aisha'nın endişesi hala sürüyordu "İy - hıçkırık- iyiyim. He- hıçkırık- p olur" dedim zar zor bu halimi açıklamaya çalışarak.

Bu sırada önüme bir su şişesi uzatıldı. Onun varlığını hatırladım tekrar. Nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum. Aisha kollarını benden uzaklaştırırken şişeyi benim yerime alıp ona teşekkür etti. Ardından şişenin kapağını açıp bana uzattı. Şişeyi elime aldığımda ellerimin titrediğini fark ettim. Birkaç yudum aldım sudan. Boğazımdaki yumru geçmedi ama hıçkırığıma bir nebze iyi gelmişti. Şişeyi geri Aisha’ya uzattım.

"Daha iyi misin?" diye sordu ilgiyle. Uzanıp elimi tuttu. Başımı sallayarak onayladım onu sadece. Ama değildim. Kesinlikle iyi değildim. Bakışları abisine döndü "Polisle iletişim kurmasında yardımcı olacak mısın abi?"

Sıkıntıyla iç çektim. Bir de bu mesele vardı.

"Ona yardımcı olacağım ama polise gitmeyeceğiz" diye konuşan Barun’a değdi bakışlarım. Ayakta dikilmeyi bırakıp karşımızdaki koltuğa oturmuştu.

Aisha'nın kaşlarının şaşkınlıkla çatıldığını gördüm "Neden, ne yapacağız?"

Sanki olay benden bağımsızmış gibi donuk bakışlarımı ikisi arasında gezdiriyordum. Gözlerim acıyordu ve midemde bir yanma vardı.

"Ezgi bir süre misafirimiz olacak." dedi bir metinden aynı yeri okur gibi. "Eve geçelim detayları ev halkıyla birlikte anlatayım. Hem Ezgi de dinlenmiş olur biraz"

"Bir şey olursa -hıçkırık- sizi arayacakla -hıçkırık- lar ama. Burada kal -hıçkırık- mak istiyorum" dedim ona dönerken.

"Bende evde kalacağım. Ararlarsa haberim olur ve bana yönlendiririm. En kısa zamanda da sana telefon temin edeceğim merak etme"

"Teşekkür ederim" dedim mahcupça. Sorun değil dercesine kafasını iki yana salladı.

Aisha ne olduğunu anlamasa da onu onaylamıştı o da. Onun yardımıyla ayağa kalkıp bu katta bulunan lavaboya beni götürmesine izin verdim. Yüzümü yıkadım. Aynadaki aksim beni şaşırtmayacak şekilde berbattı. Saçlarım birbirine girmiş yanaklarım, özellikle burnum kıpkırmızıydı. Gözlerimin içini söylemiyordum bile. Sesli bir nefes bıraktım.

Aisha koluma girip dışarı çıktığımızda Barun bizi asansörün önünde bekliyordu. Sessizce aşağı inip aynı şekilde kaymakamlıktan çıktık. Önümüze siyah bir Range Rover durdu hemen. Sürücü koltuğundan inen Ranvir'di. Yüzü ifadesizliğini koruyordu. Yanımıza geldi ve doğruca arka koltuğun kapısını açtı bizim için. Aisha ona teşekkür etti. Ranvir'in bakışları bana değdiğinde kaşları hafifçe çatılır gibi oldu. Gözlerimi kaçırdım hemen ve Aisha'nın kenara çekilip bana yol vermesiyle arabaya bindim. Aisha'da benim arkamdan binip kapıyı kapattı.

Acıyan gözlerim dışarıya döndüğünde Barun’un Ranvir ile konuştuklarını gördüm. O sırada aklıma gelen şeyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Ranvir benim gerçek ismimi biliyordu. Sadece ailesinin bilmesi gerektiğini söylemişti oysa Barun. Ne konuştularsa bu biraz uzun sürdü. Ardından Barun ondan anahtarı alıp sürücü koltuğuna geçti. Başka aynı tip siyah bir araba önümüzden bahçeden çıkarken onu takip etti.

"Kaymakam Bey," dedim pürüzlü sesimle sessizliği bozarak. Bakışları kısa bir an dikiz aynasından bana döndü. "Adamınız, yani Ranvir benim gerçek ismimi biliyor"

"Sorun yok. Ona güvenebilirsin" dedi, sesi durgundu. O güveniyorsa benim için sıkıntı yoktu zaten. Bunu düşünemeyecektim bir de. Onun da haberinin olmasını istemiştim.

Kafamı salladım sadece. Aisha'nın anlam veremeyen bakışlarını üzerimizde hissettim ama bir şey sormadı. Muhtemelen evdeki konuşmayı bekliyordu bu sorularının cevabı için.

Başımı güçsüzce omzuna yasladım ve gözlerimi kapattım. Öyle yorgun hissettim ki o an. Ruhumda bir ağırlık vardı. Ağırdı… Altından kalkamayacağımdan çok korkuyordum. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya devam etti. Aisha kolumdaki kolunu sırtıma sardı ve beni iyice kendine çekti. Yolculuğumuz benim iç çekişlerim dışında sessiz geçmişti.

Barun arabayı bahçede duran arabaların yanına park etmişti. Aisha'nın indiği taraftan indim bende. Ayağa kalktığım an gözlerim kararır gibi oldu. Aisha koluma girerken dengemi zar zor sağladım. Endişeli yüzüne bakıp güçlü durmaya çalıştım ama bu pek mümkün değildi. Üzerimde tonlarca ağırlık vardı sanki. Aisha kolunu belime sarıp ilerlememde yardım etmese adım atabileceğimi sanmıyordum.

Barun hemen önümüzdeydi. Giriş holünü aştıktan sonra büyük salona ulaştığımızda sol tarafta kalan oturma gruplarından birtakım konuşma sesleri geldi. Bunun üzerine adımlarımız oraya yöneldi. Bakışlarımı kaldırdığımda kapıya doğru dönük olan uzun koltuğun en ucunda oturan Akash ile göz göze geldik. Beyaz gömleğinin kollarını sıvamış saçları sabahki düzenine göre dağılmış gözüküyordu. Berbat görüntüm kaşlarının endişeyle çatılmasına ve ayaklanmasına sebep oldu.

Bakışlarımı kaçırdığım sırada onun ayaklanmasıyla sağında oturan Çetan amca, onun yanında isminin Barat olduğunu öğrendiğim abisi ve tekli koltukta oturan babaannenin bakışlarının da bize dönmüş olduğunu gördüm. Çetan amca da bizi görünce ayaklandı hemen. Kaşları çatılmıştı. Gergince dudaklarımı dişledim.

"Kötü bir şey mi oldu çocuklar, iyi misiniz?" Çetan amca dayanamayıp Türkçe konuştuğunda meraklı ve endişeli bakışları üzerimizdeydi.

Tam karşılarında durduk. Barun bir adım ilerimizdeydi. Babasını es geçip direkt babaanneye baktı ve Hintçe bir şeyler söyledi. Babasını Aisha yanıtlamıştı o sırada. Babaannenin kaşları daha çok çatılırken bir anlığına bakışları bana döndü ve ardından birilerine seslendi. O kişilerden biri de Aastha ablaydı. Barun bize dönüp oturmamızı işaret ederken kendisi de ilerleyip babaannenin karşısındaki tekli koltuklardan birine oturdu. Aisha ile hemen yanımızda kalan uzun koltuğa oturmuştuk biz de. Diğerleri de bizimle birlikte geri yerine otururken ortamdaki gerginliği hissetmemek mümkün değildi.

"Barun-"

"Herkes gelsin öyle anlatacağım" diyerek böldü bu defa babasını. Yüzüne bakmıyordu inatla.

Ne olduğunu anlayamadım ama belli ki babasıyla da araları iyi değildi. Dünkü düğün meselesi yüzünden miydi yoksa daha önceden olan bir soğukluk muydu bilmiyordum.

Babaannesinden ne istediğini de anlamış oldum böylelikle. Evde olan herkesi buraya çağırmıştı. Çok geçmeden bu isteği de gerçekleşti. İlk olarak iki kadın çıkageldi mutfaktan Aastha abla ile. Biri Aisha'ların annesi olduğunu düşündüğüm kadın diğeri de dünde gördüğüm daha yaşlıca bir kadındı. Muhtemelen o da Barat Bey'in eşiydi. Yani King'in annesi. Çetan amcaların oturduğu koltuğun arkasına geçtiler. İkisi de şaşkın ve meraklı gözüküyordu.

Halası ve kızları gelmezken en son Saras abi ve King geldi yukarıdan. King günlük kıyafetleri içerisindeyken Saras abi de takım elbiseden kurtulmuş günlük kıyafetleri içerisindeydi. Normalde bu saatlerde evde olacaklarını düşünmüyordum ama belli ki dünkü olayın sarsıntısı hala taze olduğundan kimse çalışmaya verememişti kendini. Herkes evde gözüküyordu.

Onlarda bizim yanımıza oturdular. Aastha abla hemen babaannenin arkasında kalmıştı. Gözlerimiz kesiştiğinde endişeli bakışlarla süzdü beni. Hiç iyi şeyler olmadığını anlamıştı. Gözlerimi kaçırdım. Bu sırada Barun çalışanları göndermişti. Sadece aile üyeleri kaldı.

Ellerini önünde kavuştururken gözleri herkesin üzerinde gezinip en son babaannesinde durdu ve Hintçe konuşarak bir şey söyledi. Ardından bakışları bana döndüğünde ismimi söyleyerek konuşmaya devam etti. Aisha'nın da ismi geçtiğinde beni tanıttığını düşündüm.

Babaannenin kaşları daha çok çatıldı. Bir şey söyledi o da. Kaymakam Bey ismimin geçtiği başka bir cümle kurarken King'in şaşkınlık dolu nidasını duydum. Diğerlerinin yüzünde de bir şaşkınlık kurulmuştu. Bakışlarımı kucağımdaki ellerime çevirdim. Ne söylediğini anlamıyordum ama başıma gelenlerden bahsettiğini anlamak zor değildi. İçim daralmıştı. Barun konuşmaya devam etti. Aisha’nın ismi geçti birkaç defa. Babaannenin hoşnutsuz bakışları Aisha'ya dönmüştü kısa bir an.

"Dün benden aramıştı ailesini ama hala geri dönmediler" Türkçe konuşan Çetan amcanın sesiyle bakışlarım ona döndü. Onun da üzgün bakan gözleri benden oğluna dönmüştü "Ulaşabildiniz mi?"

"Ulaştık" Nedenini anlamasam da Barun'un bir anlık afalladığını gördüm. "Babasının telefonu parçalanmış. Bu yüzden kapalıymış. Annesinin telefonu da evde odasında kalmış. Daha bugün sabah getirmişler hastaneye. Açmadıkları için telefonu fark etmemişler yabancı numarayı"

Titrek bir nefes aldım. Gözlerim doldu. Oğuz abimle konuşmuş olmalıydılar bunları. Açıklamasına Hintçe devam etti sonra. Bu daha iyiydi. Tekrar aynı şeyleri duymak istemiyordum.

Üzerime dönen üzgün bakışları gördüğümde yerimde huzursuzca kıvrandım ve tekrar başımı eğdim göğsüme doğru.

Ağlayamazsın Ezgi. Şimdi değil.

Çetan amca bir şey söyledi. Barun ne söylediyse babaanne tekrar konuşmuştu. Sesindeki hiddeti hissetmemek mümkün değildi. Bakışlarımı kaldırmaya cesaret ettiğimde Barun'un iç çektiğini duydum. Bakışlarını yere çevirdi ve aynı durgun ifadeyle konuşmaya devam etti. Geeta kelimesini seçebildiğimde verdiği kararı açıkladığını anladım.

Babaanne birden yerinden ayaklandı ve ona sesini yükselterek konuşmaya başladı. Nefesimi tuttuğumda yanımdaki Aisha'nın gerildiğini hissedebiliyordum. Herkes merakla kaşlarını çatmış karşılarındaki manzaraya bakıyorlardı. Barun onun çıkışından etkilenmezken o da ayaklandı ve elini ona doğru uzatarak sakin olmasını istedi sanki. Ancak bu gram işe yaramadı. Babaanne tekrar bir şeyler söylerken öfkeli gözleri bana döndü birden. Elini bana doğru sallarken konuşmaya devam etti.

Bu riski almasını istemiyordu. Bunu anlamak için dillerini bilmeme gerek yoktu. İçime battı bu durum. Benim yüzümden tartışıyorlardı. Gözyaşlarım yanaklarıma süzüldü usulca. Öyle utandım ki yok olmak istedim o an.

Çetan amca ve diğerleri de ayaklandığında bende ayaklandım. Bir an gözüm kararır gibi olunca yanımdaki Aisha'nın koluna tutunmuştum. Aisha öyle odaklanmıştı ki onlara bu halimi fark etmedi ve bu da benim işime geldi. Barun'un bakışlarının bu tarafa döndüğünü gördüğümde gözlerimi kaçırıp başımı eğdim. Diğer boştaki elimle yanaklarımı kuruladım.

Bu sırada Çetan amca araya girip babaanneye bir şey söyledi. Bu sefer oğluna hiddetle karşılık verdi babaanne. Buna bir son vermeliydim. Bu karar yanlıştı. Kimsenin düzenini bozmaya hakkım yoktu. Konuşmak için titreyen dudaklarımı araladığım sırada Barun benden önce davranmış aynı sakin ve kendinden emin ses tonuyla konuşmuştu.

Bunun üzerine babaannenin öfkeli gözlerine oturan kırgınlığı gördüm. Ona doğru yaklaştı ve baskın sesiyle bir şeyler söyledi. Kendimi hiç bu kadar kötü hissetmemiştim. Barun'un yan profiline baktım. Geri adım atmalıydı. Onu dinlemeli ve buna bir son vermeliydi. Benim yüzümden aralarının kötü olmasını asla istemezdim.

"Kaymakam Bey" diye seslendim çatallı sesimle. Sesim kısık çıksa da üzerime dönen bakışlardan beni duyduklarını anlamıştım. Gitmek istiyordum. Burada kalmak istemiyordum.

Barun ve babaannenin bakışları bana dönmedi. Barun onunla konuşmaya devam etti. Sanki bana baksa kararlılığından vazgeçecekti. İsmim geçti yine. Ne söylemişti bilmiyorum ama Aisha elimin arasından sıyrılıp yanlarına adımlamıştı.

Sesindeki korku kaşlarımı çatmama sebep oldu. Ne oluyordu? Herkes kaşlarını çatmış bir şekilde Barun'a bakıyordu. Barun gözlerini kapatırken sağ elinin yanında yumruk olduğunu gördüm.

Aisha’nın da diğerleri gibi buna karşı çıkacağını biliyordum. Kim isterdi ki böyle bir şeyi? Benim buradan gitmem gerekiyordu. Dudaklarımda hissettiğim tuzlu tat mide bulantımı hatırlatmıştı tekrar.

Babaanne elini göğsüne götürdüğünde Aisha'nın üzerindeki gözlerini tekrar Barun'a çevirdi. Bir şey söyledi. Sesi ilk defa durgundu. Aynı şekilde cevap verdi ona Barun. İyi şeyler olmuyordu. Babaannenin gözlerinin dolduğunu görmek canımı acıttı. Barun'un ilk zamanki dik duruşunun sarsıldığını gördüm. Çok belli olmasa da omuzları düşmüştü. Bir adım attım onlara doğru.

Amcası hiddetle araya girip bir şey söyledi ona. Barun bir şey söylemeden Çetan amca ona yanıt verdi. Ortamdaki gerginliğin arttığını hissettim. İçimdeki korku ve utanç büyüdü. "Kaymakam Bey" dedim güçlü çıkmasını umduğum sesimle ama olmamıştı. Sesim diğerlerinin sesine karıştı.

Saras abi babasını sakinleştirmeye çalışırken Akash da Çetan amcanın yanındaydı. Aastha abla ve Barat Bey'in eşinin babaanneyi tekrar koltuğa oturtmak için hareketlendiklerini gördüm. İyi görünmüyordu çünkü. Ancak istemedi ve üzerindeki kolları umursamadı. Aisha da ona bir şeyler söylüyordu bir yandan.

Burnumu çektim ve bakışlarımı Barun'a çevirdim. İki adım gerileyip onu unutan tartışmadan uzaklaştı. "Sadece bir oyun" diye kendine konuştuğunu duydum. Türkçe konuşmuştu.

Sadece bir oyun değil. Tehlikeli bir oyun.

Ona doğru adımlamak istedim ama bedenim öyle ağır geldi ki adım atacak güç içimden çekilmiş gibiydi. Sesler kulaklarıma bir uğultu gibi gelmeye başlamıştı. Dudaklarım hareket etti ama kendi sesimi seçemedim. Annemin ağlayan sesi çınladı kulağımda birden. Göğsümdeki sızı büyüdü.

Ben yabancı bir ülkede tek başımayım.

Babam ve abim ölüm kalım savaşında...

Ben buradayım...

O yapayalnızlık hissi kendini gösterip kalbimin ritmini bozduğunda kara bulutların göğsüme tonlarca ağırlıkta yağmur yağdırdığını hissettim.

Tam bu sırada gözleri bana doğru döndü. Buğulu gözlerimle yüzünü net göremedim ama hafifçe kaşlarını çattığını seçebilmiştim. Gözlerimi kırpıştırdığımda etraf kararır gibi oldu. Kulaklarımda artık sadece hızla çarpan kalbimin sesi ve annemin sesi vardı. Yer altımdan kayarken bacaklarımdaki güç tamamen kayboldu. Acıyan gözlerim korktuğum karanlığa kucak açtı.

"Ezgi"

Beni saran güçlü kolları hissettim. Tanıdık bir koku sardı etrafımı. Ferah ve eski ahşap kokusu.

Gözlerimi açmaya çalıştım ama yapamadım. Tonlarca ağırlık vardı sanki üzerlerinde. Bedenimin havalandığını hissederken etrafımda dönen konuşmalar vardı ama seçemedim. Elimde sıcak bir el hissederken Aisha'nın belli belirsiz endişeli bir sesle Akash'a seslendiğini duydum. Bir süre sonra bedenimi saran kollarla birlikte koku da uzaklaştı. Sesler kayboldu. Korkmama rağmen beni içine çeken karadeliğe karşı koyamadım ve kendimi ona bıraktım.

 

 

*********

 

Göz kapaklarım ağır bir şekilde araladım. Gözlerime sayısız iğne batıyordu sanki. Bir yerde yatıyor olduğumu fark ettim. Zihnim tıpkı görüntüm gibi bulanıktı. Karşımda biri oturuyordu. Acımasına rağmen gözlerimi kırpıştırdım. Görüntüm netleştiğinde karşımdaki kişinin Aisha olduğunu gördüm. Bakışlarım kısa bir an etrafa döndü. Onun odasındaydık.

Ben buraya nasıl gelmiştim?

Alnımda bir sızı peydah olduğunda yüzümü buruşturdum. Aisha tekli koltuğunda otururken yüzünü eline yaslamış şifonyerinin üzerindeki çerçeveye bakıyordu. Bakışları dalmış gibiydi. Üzerindeki bakışlarımı fark etmedi. Kollarımdan destek alarak yerimde doğrulmaya çalıştım.

"Ezgi" Aisha'nın şaşkın sesiyle bakışlarım ona dönerken sırtımı başlığa yasladım. Başım ağrıyordu. Ne olmuştu bana?

Kaşlarım hafifçe çatılırken ona baktım. Yerinden kalkıp yatakta yanıma oturdu. Gözlerinin dolu olduğunu görmek bakışlarımın afallamasına sebep oldu. "İyi misin?" diye sordu.

"Ne oldu?" sesim boğuk çıkmıştı. Boğazımı temizledim.

Gözlerini kaçırıp üzerimdeki örtüye sabitlerken "Bayıldın" dedi.

Bayıldım mı?

Zihnimde birkaç görüntü belirdi o sırada. Annem ve abimle konuşmamız. Barun ile aramızda geçen konuşma. Eve gelişimiz. Babaannenin hiddetli sesi ve kırgın bakışları. Aisha'nın korku dolu sesi. Her şey bir bir aklıma düşerken gözlerim doldu.

Bu oyun tehlikeliydi ve haklı olarak ailesi bunu onaylamamıştı.

Aisha uzanıp elimi tuttuğunda "Ezgi" diye seslendi. Bakamadım yüzüne. O rahatsız edici duygu kendini belli etmişti yine.

"Ailemden bir haber var mı?" diye sordum kısık sesimle.

"Hayır"

Göğsüm sıkışır gibi oldu. Sol gözümden bir damla yaş aktı. Bu sırada kapı açıldı usulca. Bakışlarımı yerden kaldırmadan göz ucuyla gelen kişiye baktım. Aastha ablaydı.

"Ah tatlım uyanmışsın" diyerek yanımıza doğru adımladı. Yerimde daha çok küçüldüm. Bana hala ilgi göstermeleri daha çok mahcup hissettiriyordu. Boştaki elimle akan yaşımı sildim.

"Yenge Akash abimi çağırabilir misin? Uyanınca haber vermemizi istemişti" dedi Aisha.

"Gerek yok, iyiyim" dedim hemen. Sonunda bakışlarım ona dönmüştü. Şu an hiç kimseyi görmek istemiyordum. Yoksa yerin iki kat dibine girme isteğim artacaktı.

Ona kalmadan Aastha abla tekrar kapıya yöneldi "Hemen çağırıyorum" dedi. Ardından geldiği gibi geri çıktı. Huzursuzluğum arttı.

Aisha'nın elini sıktığımda bakışlarının bana dönmesini sağladım. "Aisha, benim hemen Kaymakam Bey ile konuşmam gerek evde mi?"

Ne kadar süredir baygın olduğumu bilmiyordum. Üstelik tartışmaları benden sonra da devam ettiyse çekip gitmiş olabilirdi.

“Evde” dedi, bir süre ayırmadı gözlerini yüzümden. Gözlerine çok bakamadığım için bakışlarımı kaçırmıştım. Yerinden ayaklandı usulca. "Ben çağırıp geleyim"

"Ben gidebilirim" dedim yaslandığım yerden doğrulurken. Bir de adamı ayağıma mı çağıracaktım?

"Saçmalama, dinlen sen" diyerek eliyle durdurdu beni. İtiraz etmeme kalmadan da bana sırtını dönüp odadan çıktı. Omuzlarım düşerken sesli bir iç çektim.

Bileğimdeki fulara değdi bakışlarım. Gözlerim doldu hemen. Canım öyle yandı ki... Ya onu bir daha göremezsem? Boğazımdan kaçan hıçkırığa mâni olamadım. Ellerimle yüzümü kapattım ve gözyaşlarımı serbest bıraktım. İçimden bir şeyler kopuyordu.

Kapı tıklanıp açıldı. Aastha ablanın ardından Akash, Çetan amca ve King girdi içeriye. Utancım kendini belli ederken gözlerimi kaçırdım hızla ve hemen yüzümü kuruladım.

"Çok geçmiş olsun Ezgi kızım" diye konuştu Çetan amca. Ayıp olmaması için bakışlarımı zar zor onlara çevirdim. Hepsinin yüzünde aynı üzgün ifade vardı. Diğerlerinin dileklerini de gördüm gözlerinde. İçimdeki suçluluk duygusu arttı.

Kafamı eğdim hafifçe "Teşekkür ederim. Sizi de endişelendirdim, kusura bakmayın" dedim.

"Hayır böyle düşünme kızım. Önemli olan senin sağlığın"

Bakışlarımı kaçırmamak için direndim. Aastha abla elini omzuma koyarken “Tatlım, yemek istediğin bir şey var mı? Yemek yemen lazım. Bir şeyler getireceğim sana” diye konuştu.

“Hayır, aç değilim. Zahmet etme lütfen”

İnce kaşları çatıldı hemen. “Bunu kabul etmiyorum. Sabah da yemedin hiçbir şey bak kan şekerin düşmüş”

“Aastha yengem haklı Ezgi” diyerek Akash araya girdi. Aastha ablanın anlaması için de İngilizce konuştuğunu düşündüm. Benim bir şey söylememe kalmadan Aastha abla aldığı destekle tekrar odadan çıkmıştı.

Onun açtığı kapıdan Aisha ve Barun girdi. Yerimde dikleşmeye çalıştım. Aisha yanıma ilerleyip bana dönük bir şekilde yatağa oturdu.

Barun diğerlerinden uzak kalıp tekli koltuğun arkasında dururken içeridekilere kısa bir bakış attıktan sonra gözlerini bana çevirdi. “Benimle konuşmak istemişsin?”

Yalnız konuşacağımızı düşünmüştüm. Çetan amcaların varlığı daha çok gerilmemi sağlamıştı ancak vazgeçmeyecektim.

“Evet, ben olanlar için özür dilerim” dedim, dudaklarımı ıslatırken bakışlarımı yüzünden ayırmamaya çalıştım. “Polise gitmem en doğrusu. Beni götürebilir misin?”

Diğerlerinin bakışlarını üzerimde hissederken onlara bakamadım. “Ezgi” diyerek kucağımdaki elime dokundu Aisha ama dönüp ona da bakamadım. Daha fazla ne kadar mahcup hissedebilirdim bilmiyordum ama gözlerinde göreceklerimden korkuyordum.

Barun’un kaşları arasındaki çizgiler belirginleşmişti “Senin suçlu olduğun bir şey yok. Bu fikri ben buldum ve sende onayladın” diye konuştu durgun sesiyle. Kaşlarım üzgünce çatılırken kafamı hafifçe iki yana salladım. Dudakları tekrar aralandı. “Ayrıca oyundan vazgeçmedim bu yüzden hiçbir yere gitmiyorsun”

“Ben vazgeçtim. İstemiyorum”

Babaannenin gözlerinde görmüştüm. Bunu yapmasını kesinlikle istemiyordu. Sırf bana söz verdi diye ailesini karşısına almasına gerek yoktu.

“Ezgi ne söylüyorsun?” Aisha sitem eder gibi konuştuğunda elimi çekerek gözlerimizin buluşmasını sağladı.

Neden kızıyordu ki? Eminim o da endişeleniyordu abisi için o zaman neden ona destek çıkıp burada kalmamı istiyordu?

“Aisha, doğru olan bu” dedim, tebessüm etmeye çalıştım ama dudaklarım bana itaat etmedi.

Kafasını iki yana salladı. Bu sırada Barun tekrar konuşmuştu “Sana eğer polise gidersen neler olabileceğinden bahsettiğimi hatırlıyorsun değil mi?”

Bakışlarım ona döndü. O ara pek kendimde olmadığım için anlattıklarını anlamamış olduğumu düşünüyordu. Ancak acı da olsa anlamıştım “Hatırlıyorum” Gözlerim doldu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Sorun değil. Er ya da geç masum olduğumu anlayacaklardır. Abime de bir süre bana ulaşamayacaklarını söylerim”

Korkum bana hiç inanmamaları ya da onlardan göreceğim muamele değildi. Babamlardan haber alamamaktı… En çok bu yüzden kabul etmiştim teklifini ama onu da zor durumda bırakamazdım.

Gözlerime baktı bir süre. Ne aradığını anlamadım ama kararlığımı ölçtüğünü düşünüp kaçırmadım bakışlarımı ondan. Diğerlerinden hiç ses çıkmadı. Çetan amca bile müdahale etmemiş bizi dinlemişti.

Başını hafifçe sola doğru yatırdığında “Ya sen oradayken babana ya da abine bir şey olursa?” diyen sesi düzdü. Bir anlığına nefesimin kesildiğini hissettim. Bu ihtimal aklımdan geçmişti elbette ama düşünmek istememiştim. Düşünürsem vazgeçerdim. Yutkunmaya çalıştım.

Sonunda gözlerimi kaçırdım ve zemine baktım. Ağlamamalıydım, hayır. Tut muslukları Ezgi. Aisha destek olmak ister gibi tuttuğu elimi sıktı bu sırada.

“Allah korusun ama bu ihtimal de var Ezgi kızım. Ailenden biri seni bu yüzden almaya gelse bir de seni polislerin elinden almaya çalışacak” Çetan amca yumuşak çıkan sesiyle Türkçe konuştuğunda gözlerimi kapattım.

O da mı Barun’u destekliyordu?

Kalp atışlarım hızlanmıştı. Derin bir nefes alıp verdim. Sakin ol Ezgi. Bırakma kendini lütfen. Dağılamayız. Şimdi değil…

Gözlerimi geri açtığımda bakışlarım nemlenmişti bile. Tekrar Barun’a baktığımda onun gözleri hala üzerimde olduğundan göz göze geldik. İstemsizce omuzlarım düştü. Dünyanın yükünü bindirmişlerdi sanki.

Ne yapacağım? Nasıl başa çıkacağım?

Öyle bir çıkmazda hissediyordum ki kendimi yolumu bile göremiyordum. Ve ben karanlıktan çok korkardım... Onun koyu kahveleri olduğum çıkmaz yolu aydınlatan bir sokak lambası gibi bakıyordu gözlerimin içine. Nasıl olur da ışığını geri çevirebilirdim ki?

“Doğru olan burada kalman” diyerek konuşan o olurken sanki içimdeki fırtınayı görmüş gibi hissettim. “Babaannemi de dert etme. Düğünden dolayı fazla gergin sadece, bu olayla bir ilgisi yok. Herkes bu oyunu oynamakta hemfikir ama sen kararlıysan gitmek için seni zorla tutacak da değilim”

Ne yani herkes onaylamış mıydı bu durumu? Babaanne bile mi?

Ben bir şey söyleyemezken Aisha tekrar ona bakmam için elime asıldı. “Ezgi kalacaksın değil mi?”

Birden gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı. Bu çaresizlikten nefret ettim. Başımı göğsüme doğru eğerken yüzümü onlardan saklamaya çalıştım. Diğer yandan sol elimin tersini alnıma yaslamıştım. “Ben çok üzgünüm sizi böyle zor bir durumda bırakmak zorunda kaldığım için”

Aisha bana sarılmaya çalıştığında “Bize gelen misafirin başımızın üstünde yeri vardır kızım. Kendini kötü hissetme sakın bu yüzden. Barun’un dediği gibi en doğru yol bu” diyen Çetan amcanın baskın sesini duydum.

Burnumu çektim ve doğrulup yanaklarımı kurulamaya çalıştım. Neden ağladığımı bilmiyordum. Mahcubiyet, utanç, korku ve endişe duyguları öyle üst üste gelmişti ki nasıl bir tepki vereceğimi şaşırmıştım. İçimde dolup taşan bir ağlama isteği vardı.

Aisha gözyaşlarımı silme çabama yardımcı oldu. Bu sırada kapı açıldı ve Aastha abla elinde bir tepsiyle odaya girdi. Tepsiyi solumda kalan yatağın yanındaki küçük komidinin üzerine koydu. “Soğumadan iç çorbanı tatlım” Bize doğru döndü sonra. “Hazır çorbalardan hazırladım hemen. Onlardan yersin diye düşündüm”

“Sağ ol yenge” diyerek Aisha benim yerime ona cevap vermişti.

“Her şey anlaşıldığına göre bir sorun yok artık” Barun tekrar konuştuğunda ifadesiz gözleri odadakiler üzerinde gezindi “Unutmadan şu saatten sonra gerçek ismini kullanmayın. Evde ve kendi aranızda da dahil. Onun ismi artık Geeta. Böylelikle sizin ve onun için de alışılması kolay olacak”

Aastha abla da burada olduğu için İngilizce konuşmuştu. Başlarını sallayarak onayladılar onu. Bakışları tekrar bana döndü sonra “Telefonunu akşam getirtmiş olurum. Ailene numaranı kaydetmelerini söylersin” dedi.

Saatin kaç olduğunu merak etmek o an aklıma geldi ama umursamadım. Daha mühim bir mesela vardı.

“Aslında buna gerek yok” diyerek yerimde rahatsızca kıvrandım. Çatılmış kaşlarından biri hafifçe havaya kalktı. Neden der gibi. Dudaklarımı araladım tekrar “Eğer sorun olmayacaksa ben kaymakamlığa gelip oradan görüşmeye devam etmek istiyorum?”

Zaten benim yüzümden mesleğini riske atmıştı bir de ayrı telefon ve hat almasını istemiyordum. Mesele para değildi. Onun için zor olan bir şey olmadığını görüyordum ama o bu kadar uğraşırken benim için de ailemle konuşmak adına onunla gitmem zor bir şey değildi.

Diğer kaşı da düzeldi hemen. “Sorun olmaz ama buna gerek yok. Sadece bir telefon”

Neden böyle düşündüğümü anlamıştı ama ben bu sefer geri adım atmayacaktım. “Biliyorum. Yine de istemiyorum”

“Ben her zaman kaymakamlıkta olmuyorum. Evde de kalmak zorunda olduğun günler olabilir” diye açıkladı.

“Tamam abi, o zaman da bizden ararlar. Babam ve benim numaramı da veririz” Aisha’nın bana destek çıkmasını beklemezken gözlerim ona döndü. Anlayışla gülümsedi sadece. O da neden bunu istediğimi anlamış olmalıydı.

Sesli bir nefes bıraktı Barun. Bakışlarımı ona çevirdim. “Pekâlâ”

“Teşekkür ederim” dedim. Minnetim bu iki kelimeye sığmazdı ama elimden başka bir şey de gelmiyordu. Başını eğip karşılık verdi sadece.

Aisha’ya bakıp buruk bir tebessüm ettim. Belki de abisi hakkında gerçekten haklıydı. Gerçekten anlayışlı ve yardımsever bir adamdı.

“Ben yeni ismine bayıldım bu arada. Harika bir seçim” King canlı sesiyle varlığını belli ettiğinde bakışlarım ona döndü. Dudaklarındaki gülümseme geri gelmişti. Ortamı neşelendirmek için böyle konuştuğunu anlamıştım.

Tebessümümü bozmadım ona bakarken. İsmimi ben seçmemiştim ve Barun’un da seçerken çok düşündüğünü sanmıyordum. Muhtemelen akla gelen ilk kadın ismini söylemişti.

“Hadi ama çorbanı iç artık tatlım” Aastha abla araya girdiğinde King’e kısa bir bakış atmıştı. Ardından benim yüzüme doğru eğildi “Akşam için dünkü yediğin yemekten yapmamı ister misin sevmişe benziyordun?”

Dün ne yemiştim ki ben?

Çetan amca Aastha ablaya bir şey söyledi bu arada. Hintçe konuştukları için anlamadım.

“Su ister misin?” diye sordu Aisha ilgiyle.

Olabilirdi. Boğazımdaki yumru yutkunarak geçmiyordu. Kafamı salladım sadece. Bu sırada dün akşam ne yediğimi hatırladım. Bakışlarım göz ucuyla Barun’a değdi. Onun verdiği patates yemeğinden bahsediyordu Aastha abla. Ancak sorun yemekler değildi. Benim iştahımın olmamasıydı.

Aisha’nın doldurup uzattığı suyu içtim. İyi geldiği tartışılırdı ama konuşmak için daha iyi hissettim. “Sorun yemekler değil Aastha abla, canım hiçbir şey istemiyor. Bu yüzden lütfen boşuna zahmet etmeyin” diye konuştum.

“Güçlü durmak için beslenmene dikkat etmelisin ama” Akash’ın sesiyle ona baktım bu defa. Sesi gibi bakışları da yumuşaktı. Bir adım öne çıkarken “Yemeğini yemeden önce tansiyonunu ölçeyim ben bir” diye devam etti. Bunun üzerine Aisha ona yerini verdi hemen. O da diğer tarafa yanıma kuruldu.

“Bir gelişme olursa haber veririm” dedi Barun ellerini ceplerinden çıkarırken. Başımı eğdim hafifçe. Sırtını döndü bize ve gitmek için kapıya ilerledi.

“Biz de çıkalım, kalabalık yapmayalım daha fazla” Çetan amca King’e baktığında King onu duymamış gibi bize bakıyordu hala. Aastha abla onun yanına ilerleyip kolundan tuttuğunda Hintçe bir şeyler söyleyerek Çetan amcanın ardından onu ilerletti.

“Geçmiş olsun” diye bağırdı King çıkmadan. Hala kafasını çevirip bana bakmaya çalışıyordu.

Aastha abla kapıyı çekmeden önce Aisha’ya baktı ve bir şeyler söyledi. Aisha gülümseyip ona karşılık vermişti. Onlar çıktığında odada tekrar bir sessizlik oldu. Gözlerim bakışlarını üzerimde hissettiğim adama döndü sonunda.

Hafifçe tebessüm ettiğinde aynı şekilde karşılık vermeye çalıştım. Utandım sebepsizce ve gözlerimi kaçırdım tekrar. Üzerini değiştirmiş olduğunu fark ettim. Siyah pantolonun üzerine bordo bir kazak giymişti.

"Nasıl hissediyorsun kendini?" diye konuştuğunda bakışlarım yüzüne çıktı. Aastha abla da gitmişti neden hala İngilizce konuşuyordu?

"Sadece başım ağrıyor biraz, onun dışında iyi hissediyorum aslında" dedim kafa karışıklığıma rağmen.

Ölçmesine gerek olmadığını belirtmek istemiştim ama o önündeki çantasını kurcalamaya devam etti. "Verdiğim ilacın etkisinden olmalı. Bol su iç, yarım saate geçer" dedi, ilgiliyle. Başımı salladım sadece.

Onun bu oyun hakkında ne düşündüğünü merak ederken buldum kendimi. O da Barun’a destek çıkmış mıydı yoksa zorunda mı kalmıştı?

Çantasından tansiyon aletini ve stetoskobunu çıkardı. Titizlikle hareket eden halini izledim. Bana doğru hafifçe eğildi ve kırmızı örtünün üzerinde duran sol elimin bileğini tuttu. Elinin sıcaklığı tenime yayıldı. Nabzımı dinliyordu sanırım böyle.

“Aisha elbisesinin kolunu kaldırır mısın?” dedi Akash.

Aisha bana doğru eğilip söylediğini yaparken ona yardımcı oldum. Bu sırada daha önce hiç tansiyonumu ölçtürmediğimi fark ettim. Elbisemin kumaşıyla kolum arasından bir pamuk parçası düştü. Üzerinde küçük bir kan lekesi vardı. Bu Akash’ın ben baygınken ilaç vermek için koluma yaptığı iğnenin pamuğuydu.

Akash iğne yerini kontrol edip pamuğu şifonyerin üzerine bıraktı. Ardından tekrar bir eliyle bileğimi tutarken diğer eliyle tansiyon aletinin cırt cırtlı yerini dirseğimle omzum arasındaki yere yerleştirdi. Kirpiklerimin altından yüzüne kaçamak bakışlar atıyordum.

Bileğimi bırakıp cırt cırtlı yeri iyice kontrol ettikten sonra stetoskobunu aldı. Kulağına yerleştirdi ve ucunu cırt cırtlı yerin altında bir yere soktu. Oraya bağlı olan saate benzer şeyi eline alıp bir yandan dinlerken bir yandan o saatli şeyin altındaki yeri sıkıp gevşetiyordu.

"Akash abi, bir sorun yok öyle değil mi?" diyerek ortamdaki sessizliği endişeli çıkan sesiyle bozan Aisha oldu. Hemen yanımdaydı ve dizlerinin üzerinde oturmuş dikkatli bakışlarla o da abisini izliyordu.

Akash kısa bir süreliğine bakışlarını Aisha'ya değdirdi "Hayır tatlım, korkma. Ağır üzüntü, stres ve heyecandan vücudun gösterdiği bir tepki bu bayılmalar. Tansiyonun da etkisi olabileceği için ölçmekte fayda var " diye konuşarak naif ses tonuyla cevap verdi ve tekrar gözlerini işine çevirdi.

Aisha sağ elimi tutarken bakışlarım ona döndü. Daha fazla endişelenmemesi için hafifçe gülümsemeye çalıştım. O da bana gülümsedi hemen.

Akash o pompayı sıkmaya devam etti ve bir süre bekleyip çıkan değerlerime baktı. Bende şimdi oldukça yakınımda duran yüzüne baktım. Yeni tıraş olmuş gibiydi. Erkeksi hoş kokusunun yanında tıraş losyonu kokusu da geliyordu bu yüzden. Sol kaşının üzeriyle saç çizgisi arasındaki dikiş izi dikkatimi çekti. Uzaktan fark edilecek kadar belirgin değildi. Bunun nasıl olduğunu merak ederken buldum kendimi.

"Tansiyonun normal” diye konuşup tebessüm etti. Ardından önce kulağından stetoskobunu çıkardı sonra da kolumdan tansiyon aletinin cırt cırtlı kısmını çıkarmaya başladı.

Aisha'nın derin bir nefes bıraktığını işittiğimde bir şeyler söylememi beklediklerini biliyordum ancak dudaklarım mühürlenmiş gibi açılmıyordu.

"Yakışıklı ve başarılı bir doktorun çok sevdiğim bir sözü var” diye konuştu Akash, Aisha'ya kaçamak kısa bir bakış atıp tekrar bana baktığında gülümsemesi çizgi halini aldı. "İlk önce kendin iyi olmalısın ki sonra sevdiklerini de iyi edebilmelisin"

Gözlerine baktığımda gülümsemesinin aksine bakışlarında hüzün vardı. Doktordu, çok fazla acı hikâyeye şahit olmuş olmalıydı. Bu yüzden beni ne kadar iyi anladığını görebiliyordum gözlerinden.

İlk önce kendin iyi olmalısın ki sonra sevdiklerini de iyi edebilmelisin.

Ne demek istediğini anladığımı belirterek kafamı salladım hafifçe. Ben iyi olmalıyım ki dua ederek Allah'tan onları bize bağışlamasını isteyebileyim. Ben iyi kalmalıyım ki babam ve abim iyileştiğinde beni yine aynı şekilde bulup daha fazla üzülmesinler.

Ben iyi olmalıyım...

"O doktor bey sen olmayasın?"

Aisha'nın alayla gülüp konuşması üzerine düşüncelerimden sıyrıldığımda şaşkın bakışlarım Akash'ı buldu. Demek yakışıklı ve başarılı doktor bey dediği kendisiydi. Oyuna gelmiştim. Dudaklarım yavaşça kıvrıldı.

Akash yüzümdeki gülümsemeye kısa memnun bir bakış attıktan sonra hızlı ve atik bir şekilde Aisha'nın geriye hamle yapıp kaçmasına izin vermeyerek ona doğru eğildi "Sen sus bakayım cadı" deyip burnuna bir fiske attı.

Cadı.

Yiğit abim de ne zaman atışsak bana böyle seslenirdi...

Aklıma düşen anılarla gülümsemem yavaşça soldu. Gözlerimin dolduğunu hissettim.

Ağlama Ezgi, ağlama.

Birkaç dakika daha konuşup kafamı dağıtmaya çalıştıklarında çabaları sonuç vermemiş pek konuşma eğiliminde bulunmamıştım. Bunda Aisha’nın kucağıma koyduğu çorba tepsisinin de payı vardı. Kendimi içmeye zorladım. Mercimek çorbasıydı. Sadece baharatı daha yoğun ve blenderden geçmemişti.

“Ben gideyim artık” Akash çantasını eline alıp ayaklandığında bakışlarım ona döndü “Sende biraz daha uyuyup dinlen. Tekrar geçmiş olsun”

“Teşekkür ederim. Her şey için” dedim tebessüm ederek. İçten bir şekilde gülümseyip karşılık verdiğinde mavilerinin de parladığına şahit oldum.

O odadan çıktıktan sonra kalan çorbamı da bitirdim. Aisha yataktan çıktı ve tepsiyi kucağımdan aldı “Bende gidip yengemlere yardım edeyim. Sen güzelce dinlen”

“Sen… Gerçekten abini destekliyor musun bu konuda?” diye sordum. Sesim normalden kısık çıkarken bakışlarım kucağımda birleştirdiğim ellerimdeydi.

Nedense onun beni eve getirmesinden pişman olduğunu görmek kalbimi çok kıracakmış gibi hissettiğimden yüzüne bakamadım.

Tepsiyi komidinin üzerine koyduğunu gördüm. Ardından yatakta karşıma oturdu ve elleri ellerime uzandı. “Geeta” dediğinde kaşlarımı çatacak gibi oldum ama sonra yeni ismimi söylediğini fark ettim. Dolu gözlerim yüzüne çıktı usulca.

Yeşillerinde koca bir hüzün dudaklarında ise buruk bir tebessüm vardı “Ben abim bilmese bile her kararında ona destek oldum. Şimdi de olacağım çünkü ona güveniyorum. Evet, riskli bir durum ama bir bildiği var ki bu yola bir adım atmış. Bu yüzden endişelenme, bir sorun olmayacak”

Sözleri içime dokunmuştu yine. Abisiyle arasının neden kötü olduğunu daha çok merak etmiştim. Her şeye rağmen kendi isteğiyle yine yanımdaydı. Sağ gözümden bir yaş yanağıma doğru yuvarlandı. Büyük bir minnetle baktım gözlerinin içine. Uzanıp yaşımı sildiğinde gülümsemesini genişletti.

“Babaanne ile araları bozulmadı değil mi?” diye sordum boğuk çıkan sesimle.

Kafasını iki yana sallarken gözleri düşünceli bir hal aldı “Hayır, iyiler. Sen bunları düşünüp kendini suçlama boş yere. Hadi dinlen” diyerek ellerimi sıktı. Ardından yerinden ayaklanıp tepsiyi de alarak beni odasında yalnız bıraktı.

Bir süre boş bakışlarımı odada gezdirdim. Sağdaki pencerenin perdesinin yarı aralık kısmından dışarıyı gördüm. Henüz güneş batmamıştı. Sırtımı başlıktan ayırıp kafamı kaldırarak arkamdaki duvarda olan saate baktım. Dört buçuğu gösteriyordu. Türkiye ile saat farkı kaçtı acaba?

Tayland dört saat ilerideydi. Hindistan yakın sayılırdı Tayland’a o zaman çok oynamayacak şekilde ileride olmalıydı o da.

Hiçbir gelişme olmamış mıydı gerçekten? Neden aramıyorlardı annemler?

Kötü şeyler düşünme Ezgi. Mümkünse hiçbir şey düşünme...

Burnumu çektim. İçim daralırken sırt üstü uzanarak düşüncelerimden kaçmak için uykuya dalma yoluna sığındım.

 

 

*********

 

Olmadı. Yapamadım. Bir türlü uykuya dalamıyor yatakta kendi kendime cebelleşiyordum resmen! Bir iki defa dalar gibi oldum ama her seferinde aklımın oyununa yenilip uykuya haram kıldım gözlerimi.

Kaç dakika olmuştu ya da saat bilmiyordum. Dönüp de saate bakmaya da üşendim. Hareket etmeye halim yokmuş gibi hissediyordum. Sadece açık kalan perde aralığından havanın karardığını görmüştüm. Sonunda yattığım yerden usulca doğrulup sırtımı başlığa dayadım. Bir de bu şekilde bakışlarımı trilyonuncu kez odadaki eşyalarda, tavanda ve duvarlarda gezdirdim.

O sırada birden kapı tıklatıldı ve benim bir şey dememe kalmadan açıldı. Gelen Aastha ablaydı. "Uyandırmaya gelmiştim seni ama sen çoktan uyanmışsın bile" dedi gülümseyerek.

"Uyku tutmadı pek"

Bakışlarımı yüzünden çekip oynamaya başladığım ellerime çevirdim. Aastha abla yanıma yaklaşıp yatağa oturdu. Bir elini ellerime diğer elini de çeneme yerleştirdi. Gözlerimizi tekrar buluşturduğunda gözlerindeki bakıştan dolayı burnumun ucu sızladı.

"Yaşadıklarının ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum Geeta ama hayatta başımıza hangi felaketler gelirse gelsin acını yaşadığın kadar güçlü de durmak zorundasındır. Çünkü ne yazık ki hayat devam ediyor" diye konuştu.

Gözlerim doldu. Buruk bir şekilde gülümsemeye devam ederek saçlarımı okşadı yine. Bana gösterdiği merhametiyle yalnız hissetmememi istiyor gibiydi ve bunu başarıyordu da.

Ellerini usulca üzerimden çekerken "Hadi aşağıda yemeğe bekliyorlar bizi, oyalanmayalım" dedi ve ayaklandı. Duygusallığa pek gelemiyordu sanırım. Bu hali beni gülümsetir gibi oldu.

“Aastha abla aç değilim ben gerçekten. Hiç inmeyeyim aşağıya”

Kaşları çatıldı hafifçe. “Olmaz, az da olsa yiyeceksin”

Konu açlığım değildi aslında. Bugün yaşanılanların utancı hala üzerimdeyken bu odadan çıkmak ve kimseyi görmek istemiyordum.

Tekrar itiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım ki Aastha abla buna izin vermedi “Hala oturuyorsun” üzerimdeki örtüyü kaldırdı ve kolumdan tuttu “Yemeğe başlamak için seni bekliyorlar diyorum”

Algıladığım şey daha çok utanmama sebep oldu. Ayıp olacağından daha fazla direnmedim ve yataktan çıktım. Aastha abla bundan memnun olup koluma girdi hemen ve her an yine vazgeçecekmişim gibi bir hızla odadan çıkardı.

Üzerimde sabahki giydiğim kıyafetler vardı hala. Saçlarım açık olduğu için hep birbirine girmiş olmalıydı. Yüzümün halinden bahsetmiyorum bile. Keşke bir su vursaydım yüzüme ama çok geçti. Zemin kata indiğimizde çoktan dolmuş olan yemek masası gözüme çarptı.

Sabah King ve Saras abinin kavga ettiği baş köşede babaanneyi görmek adımlarımı duraksattı. Dolan gözleri ve hiddetli sesi geldi aklıma. Aastha abla bu duraksamamı yok sayıp beni masaya doğru ilerletmeye devam etti. O kadar gerildim ki kolunu sıkmıştım istemsizce.

Babaannenin hemen sağında ise sırasıyla Çetan amca, Akash ve Aisha solunda; Barat amca, Saras abi, onun yanındaki sandalye boştu ve masadaki eksikliğe bakılırsa King'in yeriydi, onun yanında ise Kaymakam Bey oturuyordu.

King neredeydi acaba? Diğer kadınlar da masada yoklardı?

Masaya yaklaştığımız sırada bakışlar bize döndü. Gerginliğim hat safhaya çıkarken bakışlarımı kimseye değdirmemeye çalıştım. Aisha yanındaki sandalyeyi çekti benim için. Teşekkür ederek yerime yerleştim. Gerçekten yemeğe başlamak için beni beklediklerini görmek daha çok mahcup hissetmeme sebep oldu ve başımı eğdim hafifçe. Masadaki gerginliği hissetmemek de mümkün değildi.

Aastha abla beni bırakır bırakmaz mutfağa girmiş ve elinde bir tencere ile geri gelmişti. Ardında ise Çetan amcanın eşi onu takip ediyordu. Üzerinde buradaki kadınlar gibi turuncu renkte bir sari vardı. Büyük gözleri ve biçimli kalın kaşları Aisha’ya benziyordu.

Gözlerinin açık kahverengi olduğunu görmek ise beni oldukça şaşırtmıştı. Akash mavi Aisha ise yeşil gözlüydü. Bu genotipler kimden geliyordu böyle o halde?

O ve Aastha abla herkesin önündeki tepsilere servis yapmaya başladılar. Kadının bana olan bakışları en az babaannenin bakışları kadar soğuktu. Bu normaldi. Araları iyi olmasa dahi sonuç olarak oğlunun mesleğini riske atıyordum ve o da bana yardım etmesini onaylamayacaktı. Dudaklarım üzgünce büzülürken bakışlarımı tepsime çevirdim. Onunla iyi anlaşmak isterdim.

Aisha koluma dokunduğunda nefesini yakınımda hissettim “Daha iyisin değil mi?”

Ona dönüp kafamı sallarken kolumdaki elini okşadım aynı zamanda. Gülümsedi ve şimdi ona servis yapan Aastha abla ile konuşmaya başladı. Bende önüme dönerken bakışlarım karşımda oturan Barun’a değdi. Sağ dirseği masaya yaslıyken elini alnına yaslamış tepsisini izliyordu. Dalmış gibiydi. Rahat gözükmüyordu ayrıca. Sanki zorla oturtulmuştu masaya.

Derin bir nefes alıp gözlerini kaldırdığında göz göze geldik. Bakışlarımı kaçırmak isterdim ama artık çok geçti. O da anlık afallasa da çabuk toparlamıştı.

Annemler aramış olsaydı söylerdi değil mi?

Kaşları arasındaki çizgi belirginleşti birden ve sanki ne düşündüğümü okumuş gibi kafasını iki yana salladı. Aramadılar.

Şaşırdım. Bir kere daha yapmıştı bunu. Normalde bu durum beni rahatsız edebilirdi ama şu an en ihtiyacım olan şeydi konuşulmadan anlaşılmak. Hafifçe tebessüm ederek başımı eğdim teşekkür edercesine. Yemekten sonra ben aramalıydım belki de.

"Geeta kızım, nasılsın? Daha iyi misin?" Masadaki sessizlik Çetan amca tarafından bozulmuştu. İrkilmeden edemedim. Kafasını hafifçe öne eğmiş ve konuşurken benimle göz teması kurmak istemişti.

Diğerlerinin bakışları üzerimize dönerken ben sadece Çetan amcaya bakmaya çalıştım “İyiyim Çatan amca, sağ olun” dedim güçlü çıkması için çaba sarf ettiğim sesimle.

Aastha abla yanıma gelip bana servis yapmaya başladığında araya girmiş oldu. Tepsisi dolan yemeğini yemeye başlamıştı gördüğüm kadarıyla. Aastha abla tepsimdeki geniş kâseye bizim mantı hamurundan biraz daha büyük hamurlardan koydu önce. Ardından başka küçük bir tencereden üzerine sos gezdirdi.

“Çetan amcam bunu sevebileceğini söyledi canım, umarım beğenirsin” diye konuştu Aastha abla.

Anlaşılan odada yemek muhabbetinden sonra bunu konuşmuşlardı. Eşine danışmış olmalıydı Çetan amca da. İçim yumuşacık oldu.

Gülümsedim “Elinize sağlık, düşünmeniz yeter”

Bakışlarımı eşine çevirdim ama o servis yapmakla meşguldü.

“Tandoori Momos diyoruz buna” dedi Aisha da diğer yandan “Hint mantısı gibi düşünebilirsin”

Anladım dercesine kafa sallarken Astha abla afiyet olsun diyerek yanımızdan ayrıldı. Tepsimin yanındaki kaşığı elime alırken Aisha sabahki yedikleri gözleme tarzı yiyecekten iki tane de benim tepsime koydu. Bu ekmekleri gibi bir şeydi sanırım.

Gözlerim tekrar Barun’a değdiğinde kimseyle muhatap olmadan yemeğiyle ilgilendiğini gördüm. Bu yemek yerken rahatsız edilmekten hoşlanmamasından çok herkesle arasında soğuk duvarlar varmış gibi gözüküyordu. Bir an neden o tarafta oturduğunu sorgulamadan edemedim mesela. Bunu düşünmemin sebebi, sanki diğerlerinin babaları ve çocukları olarak ayrılmış gibi oturmalarıydı ancak Barun bu kuralı bozmuş gibi karşı tarafta yer alıyordu.

Babasıyla gerçekten arası bozuk olabilir miydi?

Belki de böyle bir düzen falan yoktu herkesin yeri belli ve sabitti.

Bakışlarım sofraya oturmak yerine mutfağa geçen Aastha abla ve anneleri olduğunu düşündüğüm kadına kayınca kaşlarım istemsizce çatıldı.

Aisha'nın kulağına doğru yaklaştım sonra "Aastha ablalar yemek yemeyecek mi, neden sofraya oturmadılar? Hem diğer kadınlar da yok?

"Onlar bizden sonra yiyecekler. Evli kadınlar için geçerli olan bir adetimiz bu. Eşleri kalktıktan sonra onların tabaklarından yemek yerler " diyerek yemeğini yemeye devam ederek açıklama yaptı.

Cevabıyla kaşlarım daha çok çatılırken "Neden ki?" diye bir soru daha döküldü dudaklarımdan. "Fazla bulaşık çıkmasın diye mi yoksa?"

Kendi cevabıma gülmeye başladığımda Aisha da ağzındakilerle gülmeye kalkışınca lokması boğazına takıldı ve öksürük krizine girdi.

Panikle yerimde ayaklanırken "Bardak! Su!" diye aranıp diğer yandan Aisha'nın sırtına vurmaya başladım.

Görüş alanıma aynı anda iki su dolu bardak girdi. Birini Barun diğerini Akash uzatıyordu. Durumu fark ettikleri an bakışları birbirlerine döndü. İkisi arasındaki oluşan gergin hava masaya çöktü birden. Aynı hızla yanlış bir şey yapmış gibi Barun bardağını geri çekti.

Birkaç saniye içinde gerçekleşen o tuhaf atmosferi Aisha Akash’ın uzattığı bardağı alarak dağıtmış oldu. Öksürükleri dinmişken suyunu içti. Bende o sırada ayakta kaldığımı fark edip utandım ve usulca geri oturdum sandalyeme.

Çetan amca onunla Hintçe konuşurken Aisha’nın kaçamak bakışları çoktan yemeğine dönmüş Barun’daydı. Aisha'nın iyi olduğuna kanaat getirildikten sonra tekrar yemeklere dönüldü.

"Ay önce ağzındakini bir yutsana! Gözünden yaş gelmiş öksürmekten şuna bak!" diye çıkıştım fısıldaşmaya devam ederek.

Aisha krize girmeden önce neye güldüğü aklına gelmiş gibi tekrar dişlerini göstererek sırıtmaya başladı. "Hepsi senin suçun. Bir de azarlanıyor muyum?!" dedi yalancı kızgınlığıyla. Dayanamayıp bu halimize gülerken buldum kendimi.

"Evet, az bulaşık çıkmasına da yarıyor bu gelenek ama asıl sebep yemeklerin israf olmaması için de denilebilir. Eşlerinin tabağında yedikleri gibi onların arta kalan yemeklerini de yemek zorundalar"

"E eşleri de tabaklarına yiyecekleri kadar alsınlar Allah Allah" diye atarlanarak konuşmaya giriş yapmıştım ki 'Gelenek ve göreneklere saygı' kuralıyla ani bir fren yapmak zorunda kaldım. "Tamam israfı önlemek önemli de ben bu yöntemi pek beğenmedim" diyerek Aisha'nın yanlış anlamaması için makul bir şekilde kıvırmaya çalıştım.

Onlarda sonuçta ailenin birer üyeleriydi. Ne vardı sofrada hep birlikte oturup yemekler yense? Bütün ailenin aynı sofrada toplanması kadar değerli kaç velinimetimiz var ki şu hayatta zaten...

"Bende pek hoşnut sayılmam bu durumdan ancak yıllardır bu böyle. Bir bakıma alıştık. Babaannemin bu konularda çok katı davrandığını söylemiştim. Bir büyüğümüz olarak da ona ve isteklerine saygı duyuyoruz bizlerde" dedi, elindeki gözleme parçasını ağzına attı sonra.

Bizim de büyüklere ve eskilere saygımızdan saçma bulduğumuz ama devam ettirdiğimiz geleneklerimiz vardı.

Kafamı sallayarak "Anladım" dedim bu yüzden. Sözlerimi yanlış anlamadığını umduğumu düşünürken Aisha "Hadi, daha yemeğine dokunmamışsın bile" diyerek gözleriyle tepsimi işaret etti. Ardından kendi tepsisindeki yemekleri yemeye devam edince bu konuşmayı daha sonraya erteledim.

Gözlerim önümdeki tepsiye dönünce derin bir nefes alıp verdim. İyi de benim hiçbir şey yiyesim yoktu ki. Hiçbir şey yemezsem de ayıp olacaktı. O kadar düşünüp hazırlamışlardı. Sıkıntıyla dudaklarımı büzdüm. Bu sırada büyüklerin kendi aralarında konuştuklarını duydum.

Yemeği karıştırmayı bırakıp bir kaşık alıp dudaklarıma götürdüm. Tadı kötü değildi ama benim ağzımın tadı olmadığından mı ne tat analizi yapamıyordum. İçtiğim suyun tadı bile yavan geliyordu.

Büyükler arasında konuşma kesildikten sonra “Geeta” diyerek seslenen Çetan amcaya döndüm. “Annem ailen için geçmiş olsun dileklerinde bulunuyor”

Böyle bir şey beklememenin şaşkınlığıyla yerimde iyice dikleştim ve masaya oturduğumdan beri ilk defa direkt babaanneye baktım. Gözlüklerinin ardından büyük kahverengi gözleriyle göz göze geldim. Bakışları yumuşamamıştı ama ilk gördüğümdeki gibi sert de değildi. İfadesizdi.

Gülümseyip başımı eğdim hafifçe “Sağ olun, çok teşekkür ederim” diye konuştum kısık sesle.

Çetan amca muhtemelen söylediğimi ona çevirirken bakışları ona dönünce göz temasımız kesildi. Tutmuş olduğumu fark ettiğim nefesimi bıraktım.

“Yeni bir başlangıç yaptığımıza göre atladığımız tanışma faslını gerçekleştirebiliriz. Gerçi sen çoğumuzu çoktan tanıdın bile ama olsun. Annem Kalindi” diyerek Çetan amca Türkçe konuşmaya devam etti. Bir eliyle yanında oturan kadını işaret etmişti.

Evet, çoğu kişinin kim olduğunu öğrenmiştim ama isim olarak hala tanımadıklarım vardı. Babaanne gibi. Bu sırada aklıma dedeleri geldi. Sahi o neredeydi?

Tebessüm ettim ve Kalindi Hanım’a baktım. Oğlunda olan bakışlarını bana çevirdiğinde başımı eğdim yine hafifçe. İfadesini bozmazken aynı şekilde başını eğdi o da.

“Abim Barat” diyerek karşısında oturan adamı işaret etti bu defa. Onu tanıyordum.

Bakışlarım yeni fark ettiğim gözleri ve yüz yapısı Kalindi Hanım’a benzeyen adama döndü. Siyah saçları ve bıyıkları çoğunlukla ağarmıştı. Onun da bakışları bana döndüğünde tebessüm ettim. İnce dudakları hafifçe kıvrılırken başını eğdi hafifçe o da.

Sanırım o da bu konuda annesini desteklemişti. Çetan amcayla tartıştıklarını hatırlıyordum. Ancak bu sorunu halletmiş gibiydiler. Kalindi Hanım ikna edilince o da sesini çıkaramamıştı muhtemelen. Dudaklarımı birbirine bastırdım başımı eğerken.

“Abimin büyük oğlu Saras”

Çetan amcanın konuşmasıyla tekrar başımı kaldırdım. Bakışlarım Saras abiye döndü. Babasının genç hali olabilirdi. Sadece yüzü daha oval ve onun aksine kirli sakallıydı.

“Biz tanışmıştık zaten amca” diye konuşup bana gülümsediğinde aynı şekilde karşılık vermeye çalıştım. Bakışları sıcaktı ve bu biraz olsun gevşememi sağlamıştı.

Çetan amca onu onaylarken “Küçük oğlu King var bir de. Onunla da tanışmışsın sanırım. O gelmeyecek herhalde Saras?” diye konuştu.

“Aman amca boş ver. Kafa dinleyelim. Odasında takılmaya devam etsin o” Saras abi elini havada salladı aynı zamanda. Türkçesi King gibiydi ama daha düzgündü. Tabii bazı kelimeler için Aisha'dan yardım almıştı. Demek King de evdeydi ama yemeğe inmemişti.

Çetan amca gülerek kafasını iki yana salladı. Ardından elini yanında oturan Akash’ın omzuna koyarak tanışma merasimine devam etti “Bu da benim büyük oğlum Akash”

Hangisinin büyük olduğunu tam kestirememiştim zaten ama bende Akash olduğunu düşünmüştüm. Yanımda yemek yemeye devam eden Aisha’nın bir anlığına duraksadığını hissettim. Kaşlarım hafifçe çatılırken o benim bakışlarımdan habersiz hala kaçamak bakışlarla Barun’a bakıyordu.

“Biz de düğünde tanışmıştık” diyen Akash’a döndü gözlerim. İngilizce konuşmuştu. Israrla Türkçe konuşmamasının sebebini daha çok merak etmeye başlamıştım. Mavileri içten bir şekilde gülümseyerek bana baktığında tanışma anımız aklıma gelirken yanaklarımın yandığını hissettim.

Umarım nasıl olduğundan bahsetmezsin Akash.

Çetan amcanın düğün lafıyla yüzü bir anlık düşüp bakışları Barun’a değse de “Hmm” dedi dalgın bir şekilde. “Barun ve Aisha’yı tanıyorsun zaten” diye devam ettiğinde tekrar eski haline dönmüştü.

Aisha bana bakıp gülümsedi. Bende ona gülümsedim. Barun ise hiç oralı olmayıp başını önünden kaldırmadı.

“Geri kalan hanımlarla da masaya geldiklerinde tanışırsınız. Biraz kalabalık bir aileyiz farkındayım ama zamanla alışırsın”

Zamanla alışırsın…

O kadar uzun kalmak istemiyordum burada. En az bir haftam var gibi gözüküyordu ama alışmak kavramı uzun gözüktüğü için ister istemez gerilmiştim.

“Geeta bu duruma yabancı değil zaten baba. Onlarda amcası ve halasının ailesiyle birlikte yaşıyorlarmış” diye konuşan Aisha’ya döndü bakışlarım.

Geeta diye bahsettiği kişinin kendim olduğunu algılamam birkaç saniyemi almıştı. Bu isme de alışmam gerektiğini fark ettim o an.

“Öyle mi?” dedi Çetan amca şaşkın sesiyle. Bakışları bana döndü sonra “Türkiye’de nerede yaşıyorsunuz kızım?”

"Aslında ben mesleğimi icra etmek için İstanbul da yaşıyorum"

"Mesleğin nedir?" cevabımı tamamlayamadan bir başka soru da meraklı bakışlarıyla bana bakmakta olan Saras abiden gelmişti.

"Öğretmenim" dedim.

"Ne güzel ne güzel" dedi Çetan amca gülümsemesi genişlerken. Bundan sonra evli olup olmadığımı sormasını bekledim ama öyle olmadı "Ailen nerede yaşıyor peki?"

Sorusu içimi burkarken yüzümü düşürmemeye çalıştım. "Adana da"

Muhtemelen parmağımda yüzük olmadığını fark etmişti. Onların aksine bizim yüzük taktığımızı biliyor olmalıydı. Bakışlarım onun ellerine kaydığında parmağında alyans görmek bunu doğrulamıştı.

"Ah, Adana mı? Yıllar önce gitmiştim oraya bir kere” diye konuştuğunda şaşırmadan edemedim. Aisha annesi için çoğu kere Türkiye’ye geldiğinden bahsetmişti. Muhtemelen o araydı. “Orada bir kebap yemişim hala tadı damağımdadır" dedi neşeyle ama gözleri eski parlaklığını kaybetmişti.

Bunun nedenini anlayamasam da buruk bir tebessüm ederken buldum kendimi. Çetan amca gözlerini Barat amcaya çevirdi ve ona da tahminimce söylediklerini Hintçe'ye çevirerek bir şeyler söyledi. Barat amca yüzünde ilk defa gördüğüm tebessümüyle ona karşılık verdi bunun üzerine.

O an Çetan amcanın sohbet açma amacının benim biraz olsun ailem hakkında kötü şeyler düşünmememi ve burada kendimi yabancı hissetmememi sağlamak olduğunu anladım.

Gözlerini tekrar bana çevirdiğinde "Barat abim de vardı o gün yanımda. En az benim kadar o da çok sevmişti kebabı" dedi.

Aisha gülerek bize bakarken “Benim bile bundan yeni haberim oluyor” diye konuştu şaşkınlıkla. Gülümsemem genişledi.

“Aşk olsun amca ya. Madem böyle bir nimet var bizi niye mahrum bıraktınız?” diye söylendi Saras abi. Kaşları hafifçe çatılmış bakışlarını babası ve amcası arasından gezdirirken bir yandan da söylediğini Hintçe bir şekilde babasına çeviriyordu.

Aisha’nın Akash’a doğru eğilmiş bir şeyler konuştuklarını gördüm. Akash başını kaldırıp Saras abiye baktı sonra “Saras abim haklı gerçekten. Çok ayıp bu yaptığınız” diye konuştu.

Çetan amca gülümseyerek abisine baktı ve bir şeyler söyledi. Kalindi Hanım Türkçe anlamadığı için sohbetten uzaktı. Bunu dert ediyor gibi de durmuyordu zaten. Aynı şekilde Barun da öyle.

“İstediğiniz kebap olsun oğlum ya. Ayarlar gideriz bir gün yemeğe” dedi onun gibi İngilizce konuşarak. Aksanları garipti ama anlaşılmayacak kadar kötü değildi.

“Ciddi misin amca? Söz verdin sayıyorum bak”

Çetan amca gülerek onu yanıtladığında Barat amcaya da bir şeyler söyledi. Akash da onlara dahil olarak bir şeyler söyledi.

“Senin kebap seveceğini düşünmüyorum Akash abi” diye konuşarak araya girdi Aisha İngilizce konuşarak.

Akash’ın dudaklarında keyifli bir gülümseme varken “Neden?” diye sordu.

“Sen et yemezsin çünkü”

“Et yenilmez mi ama ayıp” dedim kendimi tutamayarak. Çetan amca ve Saras abinin güldüğünü gördüm. Akash ise ayrı bir şoktaydı. Kebap deyince aklına nasıl bir şey gelmişti acaba.

“Bence bu kebabın tadına baktıktan sonra et yemeğe başlayacaksın Akash” dedi Çetan amca onun omzuna dokunarak. Eğlenen gülümsemesi hala dudaklarındaydı.

Bence de.

Akash da gülerken kafasını iki yana sallıyordu.

“Anlaşılan size bir rehber lazım. O kişi de ben oluyorum” diye konuştu Aisha kendini göstererek.

Gerçekten gelmeyi düşünüyorlardı. Ben nedense Türkçe konuşmaları gibi hala annesinin Türk olduğunu kabullenememiştim. Her şey bir anda olmuş gibiydi. Rüya gibi geliyordu bazen.

Öyle olmasını çok isterdim…

“Tabii ki rehber diye kızımı alacağım yanıma”

“Nasip olur da yolunuz düşerse bende evimde ağırlamak isterim sizi?” dedim onlara dahil olarak.

Bakışlar bana dönerken Çetan amca içten bir şekilde gülümseyip kafasını salladı “İlk rotamız belli o halde”

Gülümsemem genişledi. Hayalinde bile yüreğim kanatlanmıştı. İçim umutla doldu.

Saras abi Aisha’ya Hindstan ve Türkiye arasının kaç saat sürdüğünü sormuştu. Bu sırada herkesin yemeğinin sonlarına geldiğini gördüm. Benim tabağımda ise pek bir değişiklik yoktu.

Birden sandalyenin yere sertçe sürtülme sesiyle herkesin bakışları sesin kaynağına yöneldi. Yemek boyunca sesini çıkarmayan Barun’du bu. Sandalyesinden kalkerken Kalindi Hanım’a bakıp bir şeyler söyledi. Sesi buz gibiydi. Kaşları öfkeyle çatılmıştı. Neye bu kadar sinirlenmişti?

Kalindi Hanım’ın da kaşları çatılırken kayıtsız sesiyle ona karşılık verdi. Aastha abla ve Barat amcanın eşi olduğunu tahmin ettiğim kadının mutfak kapısından başlarını uzattıklarını gördüm. Ortamda kendini yer edinmeye çalışan gerginlik çökmüştü yine masanın tam ortasına.

Aisha bana aralarının iyi olduğuna dair yalan söylemiş olabilir miydi? Yoksa bu normal halleri miydi?

Şahsen Barun’un evdeki herkesle bir derdi var gibi duruyordu?

Çetan amca ismini seslendiğinde ona bakmadı ve Kalindi Hanım’a cevap verdi. Bakışları bir anlığına Aisha’ya döner gibi oldu. Ardından yere gömer gibi attığı adımları ile merdivenlere ilerlemeye başladı.

Kalindi Hanım arkasından seslendi ancak dönüp bakmadı. Sanki saatlerdir kalkıp gitmek için can atmıştı. Bakışlarım tepsisine değdiğinde küçük kaselerdeki yiyeceklerine hiç dokunmadığını mantı kasesinin de yarım bırakmış olduğunu gördüm.

Masaya bir sessizlik çöktü. Kalindi Hanım’ın öfkeli bakışları beni teğet geçip Çetan amcaya döndü ve ona bir şeyler söyledi. Çetan amca cevap vermedi. Başı hafifçe önüne eğilmiş bakışlarını tepsisine sabitlemişti. Kalindi Hanım başının üzerindeki şalını düzeltti ve o da yavaşça masadan kalktı. Ardından seri adımlarla mutfağa ilerledi.

Dayanamayıp Aisha’ya doğru yaklaşırken "Aisha, ben mi yanlış bir şey söyledim? Ne oldu?" diye fısıldadım.

“Hayır senlik bir durum yok canım” derin bir nefes alıp verirken bakışları Barun’un kalktığı boş sandalyeye takılmıştı "Yemek masasından büyüklerden önce kalkmak saygısızlıktır. Bu yüzden abime kızdı babaannem"

Çetan amcaya neden kızmıştı? Bence öyleydi yani.

Anladığıma dair mırıltılar çıkarırken başka bir şeyler de olduğunu hissetmiştim. Öfkelenmişti. Canını sıkan bir şey olmuştu. Aisha söylemiyorsa ailevi bir durum olabileceğinden daha fazla irdelemedim.

Kalindi Hanım’ın ardından bir süre sonra Barat amca ve Saras abi de masadan kalktı. Bakışlarım Aisha’ya döndüğünde dalgın bir şekilde kalan yemeğini karıştırıp durduğunu gördüm. Ne olduysa bu onun da canını sıkmış ve iştahını kapatmıştı.

Çetan amca ayaklanıp Akash ve Aisha’nın arkasında durduğunda gözlerimiz kesişti. Az önceki tatsız an hiç yaşanmamış gibi davrandı. Ancak koyu kahvelerinde derin bir hüzün gördüm. Bu içimi burktu. Buna rağmen dudakları samimi bir şekilde kıvrılmıştı “Bir şeye ihtiyacın olursa sormaktan çekinme Geeta kızım” dedi.

“Teşekkür ederim” diyerek gülümsemesine karşılık vermeye çalıştım.

Çocuklarının omzuna dokundu ve çökmüş omuzlarıyla yanımızdan ayrıldı. Akash son anda karar vermiş gibi babasının arkasından seslenip arkasından gitti. Barun’a içimden sinirlenmeden edemedim yine. Ruh emici gibi herkesin hayat enerjisini alıp götürmüştü!

Masada yalnız Aisha ile ikimiz kalmıştık. Aisha’nın bundan pek haberi var gibi görünmüyordu. Bende yavaşça ayaklandım. Bir adet gözleme ve iki kaşık mantı yemiştim. Yeterliydi. Şahsen benim de gram iştahım varsa o da gitmişti.

Korkutmamaya özen göstererek kısık sesle Aisha’ya seslendim ancak yanıt vermedi. Elimi sırtına yerleştirip başımı yüzünü görebilmek için ona doğru eğdim.

"Aisha"

Tekrar ismini seslendiğimde hafifçe yerinde titrer gibi oldu ve gözlerini hızlıca kırpıştırarak daldığı yerden sıyrıldı.

"Aisha, iyi misin?" diye sordum. Başını yasladığı elinden kaldırıp yüzünü sıvazladı.

"A iyiyim, iyiyim. Bana mı seslendin? Dalmışım ben öyle" dedi durgun çıkan sesiyle cümlesini toparlamaya çalışarak. "Herkeste kalkmış masadan çoktan"

"Bende o yüzden seslendim sana. Odaya çıkacağım ben, gelecek misin?" Sürekli dalıp gidiyordu böyle ama son zamanlarda mı yoksa hep böyle miydi bilmediğimden çok üstelemek istemedim bu halini.

Aisha ayaklandı ve sandalyesini düzeltti. Bu dalgın hali de tepsimdeki kalan yiyecekleri görmesini engellemişti. Yoksa tabağımı bitirmeden kalkabileceğimi sanmıyordum.

"Sen geç odaya. Ben ikimize çay hazırlayıp geleyim, içeriz odada olur mu?" dedi, az önceki halinden tamamen sıyrılmıştı.

"Zahmet etme lütfen"

"Ne zahmeti canım. Hadi sen geç odaya bende çayları alıp geliyorum" Koluma dokundu hafifçe ve içten bir tebessüm sundu bana. Bende aynı şekilde karşılık verdim.

O mutfağa yöneldiği sırada Aastha abla, King'in annesi ve halaları olan kadın mutfaktan çıktılar. Halasını benim durumumdan daha sonra haberdar etmiş olmalılardı. Varlığımı yadırgamamıştı çünkü. Aastha abla tencerelerin olduğu köşeye geçerken bana gülümsemeyi ihmal etmedi. King’in annesi de hafif bir baş selamı verirken bende aynı şekilde karşılık vermiştim. Eşinin kalktığı sandalyeye oturdu. Halası ise bana kısa boş bir bakış atmış ardından King’in yerine oturmuştu.

Kim bilir neler yaşamıştı. Üstüne hala çocuklarının hayatlarıyla da sınanıyordu. Bu yüzden onun bu soğuk halini anlayışla karşıladım. Aksine tekrar ailesiyle eskisi gibi olması adına sevinmiştim.

"Ah Geeta, dur gitmeden seni annem ve halamla tanıştırayım." dedi Aastha abla. Başımla onayladığım sırada o da Hintçe konuşarak onlara bir şeyler söyledi. Barat amca gibi eşi ve kardeşi de Türkçe bilmiyordu tabii.

Aastha ablanın bakışları tekrar bana döndüğünde sağ eliyle en soldaki kadını gösterdi "Annem Amrita, Saras'ın annesi" isminin Amrita olduğunu öğrendiğim kadın hafifçe tebessüm ederek gözlerini üzerimde gezdirdi.

Yüz yapısı Saras abi gibi ovaldi. Ağarmış kumral saçlarının bir kısmı sarisinin şalının altından çıkmıştı. Açık yeşil gözlerinin küçüklüğü ve dudak yapısı King’e benziyordu. Evdeki diğer kadınlara göre kiloluydu.

"Halam İndu."diyerek diğer kadını gösterdi Aastha abla.

Amrita Hanım’dan küçük durmasına rağmen koyu kahverengi saçları onun kadar ağarmış gözüküyordu. Esmer tenliydi. Aisha büyük göz yapısını ondan almış olmalıydı. Dünde onları benzetmiştim zaten. Gözlerinin altı çökmüştü. Yaşından daha yaşlı gösteriyor olabilirdi.

Onlar zaten beni tanıdıkları için" Memnun oldum” dedim gülümseyerek. Aastha abla söylediğimi çevirdiğinde Amrita Hanım gülümsememe karşılık verirken İndu Hanım sadece başını sallamakla yetindi.

Aisha'nın annesi neredeydi acaba? Onunla da tanışmayı çok istiyordum.

“E sen tabağını bitirmemişsin? Beğenmedin mi yoksa?” diye konuştu Aastha abla.

Dudaklarımı dişledim. Eyvah eyvah.

“Hayır sevdim, elinize sağlık. Çorbayı da içeli çok olmadığı için aç değildim o yüzden”

Çatılan kaşları düzelirken “Pekâlâ bu seferlik böyle olsun ama bir dahakine kabul etmem ona göre” dedi. Kafamı salladım hemen ve ısrar etmediği için minnetle tebessüm ettim.

"Afiyet olsun o zaman size" dedim artık gitmeye karar vererek.

"Sağ ol tatlım"

Yavaş yavaş geri adımlar atmaya başlarken Aastha abla kayınvalidesiyle halasına servis yapmaya başladı. Arkamı dönüp merdivenleri tırmanmaya başladım. Masadan kalkan erkekler ikinci kattaki oturma salonundaydılar. Derin bir sohbette oldukları için beni fark etmediler.

Üçüncü kata çıktığımda bir an durup nefeslendim. Bence buraya asansör lazımdı. Avluya kısa bir göz attım bu sırada. Tam karşımdaki büyük pencereler sonuna kadar açıktı ve rüzgâr beyaz perdeleri uçuruyordu. Güçlü ve sert esen rüzgârın yüzüme vurmasına izin verdim bir süre. Bu iyi gelmişti.

Aisha'nın odası sağda kalıyordu değil mi? Evet, evet sağ. Hemen sağ tarafa doğru dönüp koridor boyunca yürümeye başladım. Odalar solumda kalıyor sağ taraf ise balkon görevi görüyordu. İlk kapı olmadığından emindim ama kaçıncı kapı olduğundan o kadar emin değildim işte.

Ahh! Salak kafam, ne diye sormadın kıza?

Sıkıntıyla oflarken derin bir iç çektim. Beşinci kapıyı da geçtikten sonra yerimde durdum. Bu kadar çok ilerlememiştik sanki ya. Bundan önceki odalardan biriydi. Beşinci kapıya doğru yaklaştım. Temkinli bir şekilde yavaşça kafamı kapıya yasladım ve herhangi bir sesin gelip gelmediğini kontrol ettim.

İçeriden hiçbir ses gelmiyordu. Bununla beraber elimi kulpa koydum ancak girip girmemek arasında kalmıştım. Aisha'yı mı bekleseydim ki? Biri uyuyor da olabilir değil mi? Sofradan kalkan erkekler oturma odasına geçmişti. Kadınlar ise daha yeni yemeklerini yiyeceklerdi. Bir tek King ve Barun’un evde nerede olduğunu bilmiyordum.

Allah'ım eğer bu ikisinden birine denk geleceksem de lütfen o kişi King olsun!

Ama ya Barun çıkarsa?

Kapıya çalmaya ne dersin?

Evet, mantıklı. Kapıyı tıklattım hafifçe. Hiçbir ses gelmedi.

"Çıkarsa çıksın Ezgi, canavar mı Barun ne diye korkuyorsan?" Kulptaki elimi çekip yüzüme yelpaze yaptım. "Burasıdır ya burası. Hem en fazla ne olabilir ki?"

Kendi kendimi cesaretlendirdikten sonra daha fazla beklemeyerek kulpu indirdim ve kapıyı açarak içeriye doğru bir adım attım. Adımımı atar atmaz ne dediklerini anlayamadığım yabancı çocuk seslerinin hemen ardından ıslatılmam bir oldu. Eş zamanlı olarak korkup ağzımdan bir çığlığın kaçmasına engel olamazken bir yandan da hala yüzümü nereden geldiğini anlayamadığım sudan korumaya çalışıyordum.

Çok geçmeden üzerime gelen suyu ve aynı zamanda çocukların kahkahası tanıdık bir ses tarafından durdurulmuştu. Hemen ardından o kişinin kolumdaki dokunuşunu hissettim.

"Geeta? Sen miydin ya?” Gözlerimi aralayıp kollarımı yüzümden indirdiğimde karşımda şaşkın gözlerle bana bakmakta olan King'i gördüm. “Sakin ol, biziz”

Bakışlarım elindeki oyuncak tabancaya benzeyen şeye kaydı. Bakışlarımı fark etmiş olacak ki yaramaz çocuklar gibi gevşeyen yüzüyle dudaklarını ısırdı ve saçlarını karıştırmaya başladı.

Algılarım yeni yeni kendine gelirken yüzüme yapışan saçlarımı geriye çektim. Çenemde akan yaşları takip ettiğimde elbiselerim dahil sırılsıklam olduğumu fark ettim.

"Geeta!” Aisha'nın endişe dolu çıkan sesiyle odaya girmesi bir oldu.

Hemen ardından ise Aastha abla, Saras abi ve Akash girdi odaya. Saras abi ve Aastha abla aynı endişeli bakışlarla yeni fark ettiğim biri kız bir diğeri erkek olan çocuğun yanına geçerken Aisha benim yanıma gelmiş Akash ise girişte kalmayı tercih etmişti.

"Neler oluyor burada? Çığlığını duyduk" gözlerini ıslak saçlarımda ve bedenimde gezdirdi "Bu halin ne Geeta? Nasıl oldu bu?"

Bağırıp onları endişelendirdiğim için ağzıma çarpasım vardı şu an. Ürperdiğimde ıslandığımdan olsa gerek üşüdüm ve ellerimle kollarımı sardım. Neler olup bittiğinden benim de tam olarak bir fikrim olmadığını belirtircesine dudak büktüm sonra.

"King, ne işler karıştırdın yine sen söylesene?!” diye İngilizce konuşarak King’e çıkıştı Saras abi.

Bakışlarımı King'e çevirdiğimde konuşmadan önce elindeki oyuncak tabancayı rahat bir tavırla omzuna yasladığını gördüm. "Ya abi ne iş çevireceğim ben ya, görende her gün bir halt yiyorum sanacak"

"Sanmalarına gerek yok kardeşim öyle zaten" Saras abi bunu söylerken yapmacık bir sırıtma vardı yüzünde ancak bu bastırmaya çalıştığı öfkesini temsil eden bir sırıtmaya benziyordu daha çok.

Aisha ve diğerleri de gözleriyle Saras abiyi onaylarken King bir çocuk gibi dudağını büzdü hemen "Aşk olsun"

Bu haline gülerken buldum kendimi. Saras abi bu tavırlarından usanmış gibi kollarını göğsünde bağladı. "Uzatma da burada neler olduğunu anlat."

"Alt tarafı küçük bir şaka yapacaktık çocuklarla ya. Kurban, elbette sevgili Aastha yengemdi ancak beklenmedik bir sürprizle odaya Geeta girince," diyerek bakışlarını bana çevirdi ve eliyle tamamen sırılsıklam olmuş beni işaret etti "Şaka da ona patladı"

Benim aklımda her şeyin oturduğu gibi onların da aklında soru işareti kalmaması için “Ben de odaları karıştırdım” dedim.

"Senin yapacağın şakaya tüküreyim ben!"

"Saras! Çocuklar var hayatım" Aastha abla Saras abiyi söylediklerinden ve söyleyebileceklerinden ötürü dizginlerken benim bakışlarım varlıklarını bir anlığına unuttuğum çocuklara döndü.

Çocuklar İngilizce biliyor muydu da Aastha abla onlardan çekiniyordu?

İkisi de taş çatlasın yedi sekiz yaşlarında gözüküyorlardı. Boyları ve ten renkleri aynıydı. Erkek olan Saras abinin kopyası gibiydi sadece yüzü tıpkı Aastha abla gibi küçüktü. Üzerinde mavi tatlı bir kedi kostümü vardı. Kız olan ise Aastha ablaya benziyor yalnızca dudak yapısı Saras abiye benziyordu. Onun üzerinde de kahverengi bir fare kostümü vardı. Onun başlığı da kafasındaydı hala. Hangi hayvan olduklarını öyle anlamıştım. Açık kahve saçları iki örgü şeklinde omuzlarından sarkıyordu.

Tom ve Jerry kostümü mü giymişlerdi yoksa ben mi benzetiyorum?

Ve evet, King'in elinde olan tabancadan onların elinde de birer tane vardı.

Kız çocuğu şaşkın bir yüz ifadesiyle neler konuşulduğunu anlamak istermişçesine bakışlarını üzerimizde gezdirirken Aastha ablanın bacağına sarılmıştı. Erkek olan ise kaşlarını çatmış konuşulanları dinlerken bakışlarını arada bana değdiriyordu.

"Tamam, sakinim" dedi Saras abi. Daha çok Aastha abladan tırsmış gibiydi.

Akash ve Aisha olanlara gülerken King somurtarak abisine bakıyordu. Aastha ablanın çocuklar olmasa Saras abiyi tutacağını sanmıyordum zaten. Özelikle bu eşek şakasının onun üzerine planlandığını öğrendikten sonra.

"Bunu unutmadım King Efendi. Çocuklarımı bana karşı örgütleyip plan kurmasını da göstereceğim ben sana!" diye konuşması da bunu doğrulamış oldu. Kaşları çatık bir şekilde King’e bakmaya devam etti. "Şimdi yeğenlerine iyi bir örnek olmayı dene ve Geeta’dan özür dile"

"Gerek yok Aastha abla" diye araya girmiştim ancak King buna izin vermedi.

"Hayır Geeta, yengem haklı bu sefer" Yönünü tamamen bana doğru döndü ve gözlerimin içine bakarak mahcupça gülümsedi. "Özür dilerim, Geetacım"

Gülümsedim. Eğer isimlerimize şirinlik olsun diye - cım - cim eki getiriyorsa gerçekten şirindi. Bu özre de gerek olmadığını söylememe rağmen ısrar edeceğini anladığım için uzatmadım ve kafamı sallayarak özrünü kabul ettiğimi belirttim.

Aastha abla vakit kaybetmeden çocuklara döndü ve Hintçe konuşarak bir şeyler söyledi. Erkek olan kaşlarını daha çok çattı ve o da bir şeyler söyleyerek ona karşılık verdi. Bunun üzerine Aastha abla ve diğerlerinin yüz ifadelerinin çocuğun söylediklerinden sonra değiştiğini fark ettim.

Aastha abla ciddileşen surat ifadesiyle sesini yükselttiğinde tartıştıklarını anladığım konuşmalarını sonlandırmış oldu. Ardından kızının elini tuttu ve önüme getirdi. Oğlu ise aynı yerinde öfkeli bakışlarıyla bana bakıyordu.

"Geeta seni çocuklarla tanıştırayım; kızım Mina ve oğlum Manu" dedi Aastha abla Mina'nın saçını okşayarak "Tanışmanızın böyle tatsız bir olayla gerçekleşmesini istemezdik ama olan olmuş. Şimdi yaptıkları şaka için onlarda senden özür dileyecekler"

"Aastha abla lütfen, gerçekten bunun için özür dilemelerine gerek yok" dedim, dudaklarımı saran sıcak gülümsememle önce Mina'ya ardından Manu'ya baktım.

"Yaptıkları hiç hoş değildi Geeta, sen onların oyun arkadaşı değilsin. Ayrıca bu öyle olsa bile hoş bir durum değil. Hatalarını anlamaları için özür dilemeleri gerek" dedi Aastha abla otoriter bir anne sesiyle. Bakışlarını Mina'ya çevirdi sonra.

Mina annesinin bakışlarını gördükten sonra keskin bakan kahvelerini bana çevirdi "Özür dilerim Geeta abla" diye konuştu yavaş bir İngilizce aksanıyla.

Bu yaştaki bir çocuğun İngilizce bilmesi şaşırmama sebep olmuştu elbette. Az önceki konuşmalarında da Aastha ablanın beni çoktan onlara tanıttığını anladım.

Kocaman gülümsemem ile Mina'nın yanına diz çöktüm hemen "Önemli değil Minacım ama bu olayı unutmam için bir şartım olacak sana" bunun üzerine kaşlarını çatmış şaşkın hareleriyle annesine kaçamak bakışlar göndermeye başlamıştı "Benimle arkadaş olursan o zaman seni affedebilirim"

Bunun üzerine yüzündeki gerginlik hemen kaybolurken kocaman gülümsedi. O kadar tatlıydı ki yanaklarını hunharca sıkarak sevip onu korkutmamak için zor tuttum kendimi.

"Anlaştık o zaman" diyerek elimi uzattım. Minik eliyle elimi tuttu ve el sıkıştık.

Aastha abla yüzünde oluşan tatlı gülümsemesiyle oğluna baktı bu sefer. Benim de bakışlarım Manu'ya dönerken surat asmaya devam edip yanıma gelmemekte ısrar ettiğini gördüm.

"Neden ondan özür diliyorum ki? Kim ki o? İstemiyorum işte istemiyorum!" Manu'nun hızlı ve harfleri yutarak konuşmasından çevirebildiğim konuşmasından sonra Saras abi ve Aastha ablanın ismini seslenişlerini duymadan koşarak odadan çıktı.

Aastha abla mahcup bakışlarını yüzüme çevirdi hemen. "Aastha abla lütfen bakma öyle, zaten böyle bir şeye gerek olmadığını söylemiştim. Ona da kızmayın olur mu?"

Aastha abla pek ikna olmuş gibi gözükmese de kafasını sallayarak onaylamıştı beni. O bile bu saf öfke karşısında şaşırmışa benziyordu.

"Hadi Geeta, biraz daha böyle kalırsan hasta olacaksın. Üstünü değiştirelim" Aisha kolumdan tutup beni kapıya doğru yönlendirirken Akash geçmemiz için bize yol verdi.

Aisha'nın odasına doğru geçtiğimizde bu sefer yerini aklıma iyice kazıdım. Malum bir kere karıştırdım sırılsıklam oldum bir daha karıştırırsam kim bilir neler olurdu…

Sağ tarafta, 3. oda Aisha'nın odası.

Aisha, odaya girdikten sonra direkt dolabına yöneldi ve kurulanmam için bir havlu verdi. Saçlarımla kurulanmaya başlarken o dolabının önünden ayrılmamış kıyafetlerini karıştırmaya başlamıştı. Göz ucuyla saate baktığımda ona geliyor olduğunu gördüm.

"Manu benden pek hoşlanmadı sanırım."

Aisha dün gece giydiğim beyaz şalvarlı kıyafeti yatağın üzerine koydu.

"Bu konularda Manu biraz zor bir çocuktur. Yaramaz, dik başlı biraz ama gönlünü almak bir o kadar da kolaydır merak etme"

"Umarım öyle olur, " dedim. "Onlarla iyi anlaşmak isterim"

"Bu konuda endişe etme, zamanla seninle iyi anlaşacaklarına eminim " dedi, yüzündeki gülümsemeyle yatağının ucuna oturdu. Saçlarımı kurulamayı bırakıp havluyu yatağa bıraktım.

"Bir de maşallah İngilizce de biliyorlar"

"Evet, okuma yazma öğrenir öğrenmez başladılar İngilizce için özel eğitim almaya. Hala devam ediyor dersleri. Saras abim ve Aastha yengemin ortak fikriydi bu. Büyüdüklerinde zorluk çekmemeleri için şimdiden aşılıyorlar. Hem sen de iyi bilirsin bu yaşlarda öğrendiklerini kolay unutamaz insan"

"Bilirim tabii. Ağaç yaş iken eğilir derler bizim orada"

"A evet, duymuştum o sözü" dedi, bunu söylerken ki yüzünde oluşan çocuksu ifadeye gülümsemeden edemedim.

Bu erken yaşta dil eğitimini yeğenlerim için zamanında Aziz abim ve Cihan abime de söylemiştim. Ancak Aziz abim "Gavurun diline mi kaldık?! " diyerek buna pek sıcak bakmamıştı.

Efe'nin yaşı geldikten sonra Oğuz abime de bu fikrimi sunmuştum. Onun karşı çıkacağını sanmıyordum zaten ama Nurefşan yengem engel olmuştu ona da. Bende çok üstelemedim tabii sonra. Onların çocukları ve onların kararları olacaktı elbette.

Yatağa benim için koyduğu kıyafetleri aldım ve giyinmek için banyoya girdim. İlk olarak elbisenin şalını çıkardım. Aisha'nın sırtımda bağladığı düğümü çözmek o kadar kolay olmadı. Neyse ki onu çağırmama kalmadan halledebilmiştim. İç çamaşırlarım ıslanmadığı için onları değiştirmeme gerek kalmamıştı bu yüzden Aisha’nın araya sıkıştırdığı kıyafetleri ayırdım. Beyaz şalvarı ve üzerine tuniğini de giydikten sonra aynı renkteki şalını boynuma gelişigüzel atıverdim. Islak kıyafetlerin suyunu lavaboda sıktıktan sonra kirli sepetinin üzerine bıraktım.

Banyodan çıktığımda Aisha da açık sarı renkteki benimkine benzeyen kıyafetini giymişti. Dolabında bir şeyleri yerleştirirken elimdeki çamaşırları ona geri verdim. “Bunlara gerek yoktu o kadar ıslanmamışım, sağ ol”

“King çoğu zaman böyledir, çocuk gibi” gülümsedi kafasını iki yana sallarken. “Kusura bakma”

“Hiç sorun değil. Benim de ondan pek bir farkım yoktur bu konuda”

Gülümsemesi genişlerken tekrar dolabına döndü. Bende yanından ayrılıp yatağa doğru ilerleyip oturdum.

"Aisha, ben sana bir şey sormak istiyorum" dedim onu izlemeye devam ederken.

Ayağından çıkardığı terlikleri alt tarafa ayakkabıların olduğu kısma yerleştiriyordu "Tabii sorabilirsin" diye yanıtladı beni.

"Tam olarak bir soru değil de. Neyse. Hani yemekte şu evli kadınlar için olan adetinizi beğenmedim falan diye bir şeyler geveledim ya, umarım bu yüzden bozulmamışsındır bana" yüzünü bana doğru döndüğünde sırtını dolaba doğru yasladı. Meraklı bir şekilde kaşlarını çattığını gördüm. "Çünkü bana da yurdumun adetleri için bir laf edilse bende bozulurum ama ben gerçekten kötü bir şey söylemek istemedim orada. Sadece-"

"Geeta, dur sakin ol. Buna bozulduğumu da nerenden çıkardın sen? " diyerek lafımı böldü birden “Ben orada ne söylemek istediğini anladım. Ayrıca ne olursa olsun düşüncelerini benimle paylaşabilir ya da soru sorabilirsin. Yani en azından ben bunlar için seni yargılamam"

"Teşekkür ederim" içtenlikle gülümsedim "Ben sadece içimde kalmasın istedim. Yoksa kendi kendime düşünüp acaba üzüldü mü kırıldı mı diye diye kafayı yeme potansiyelim var”

Dudaklarından küçük bir kahkaha çıktı. “Anladım, dediğim gibi dert etme benim için bunu” dedi ve yanıma gelip yatakta karşıma oturdu. "İstediğini sorabilirsin”

Bağdaş kurup yerimde toparlandım "Aslında bir şey daha vardı" dedim sohbet moduna geçerken. Ne olmuştu bilmiyorum ama yine susamıyordum.

Aisha da iyice yatağa yerleşip bana doğru dönerken bekliyorum dercesine sırıttı. "Şimdi şöyle ki bir şey dikkatimi çekti benim. Aastha abla yanımda tanrı gibi kelimeler kullandı birkaç kere ben de bundan Müslüman olmadığınızı çıkarmıştım ancak Çetan amca da Allah deyince bu konuda kafam karıştı. Bende onu soracaktım sana"

Dudaklarındaki sırıtma çizgi halindeki bir tebessüme dönüşürken yerinde dikleşti. "Buna şöyle bir cevap vereyim o zaman." Sağ elini kalbinin üzerine götürdü "Babam ve biz elhamdülillah Müslümanız" elini indirdi sonra "Anlayacağın diğer aile üyeleri değiller"

Bizden kastı annesi, Akash ve Barun olmalıydı.

"Burada sonradan Müslüman olanların soyadı çoğunlukla aynı; Khan. Babam da o kişilerden biri olduğu için bizim soyadımız farklı mesela" diyerek başka bir açıklama yaptı.

Buraya beni getirdiği gün kapıda söylediği şey gelmişti aklıma

"Desai Malikhanesi'ne Hoş geldin"

"Peki Kalindi Hanım ve diğerleri bu durumu nasıl karşılıyorlar?" diye sordum. Anlattığına göre o böyle dini konularda da çok katı biriydi.

"İlk başlarda çok zor olmuş kabullenmeleri ancak artık öyle bir sıkıntı çekmiyoruz. Sende sakın endişelenme bu yüzden" dedi gülümsemesi genişlerken.

Gülümsemesine karşılık verirken sol bileğime bağladığım fularımın çözülmek üzere olan düğümünü fark edip tekrar sağlamlaştırdım.

"Bende sana bir şey sorayım madem" diyerek o konuştu bu sefer. Bakışlarımı yüzüne çıkardığımda hafifçe başımı salladım onu onaylayarak.

"Fuların özel birinin hediyesi mi?" diye sordu, sesinde olduğu gibi bakışlarında bir ima vardı. “Geldiğinden beri yanından ayırmadığın için böyle bir kanıya vardım”

Sanırım sevgilimden olduğunu düşünüyordu. Gülmek istedim ama dudaklarım bana itaat etmedi. Bakışlarımı bileğimdeki fularıma çevirdim ve elimin tersiyle okşadım.

"Evet, benim için çok özel bir hediye. Babamdan..." derin bir iç çektim "Belki kimine göre saçma gelebilir böyle şeyler ama ben sevdiğim insanlardan aldığım şeylerle bağ kurmayı seviyorum. Onlara anlamlar yüklüyorum. Mesela bu fuların babam yanımda olamasa bile beni koruduğunu hissediyorum. Bu yüzden yanımdan hiç ayırmam"

Aklıma bunu bana hediye ettiği beşinci yaş günüm gelirken gözlerimin dolmasına engel olamadım. O yaşıma dair hatırladığım en net anım olabilirdi.

"Ne kadar güzel. Küçük bir hediyenin bile seni özel hissettirmesi çok anlamlı bence" Sesindeki hüzün beni kafamı kaldırmaya ve gözlerine bakmaya itse de buna engel oldum. Kafamı usulca sallamakla yetindim.

Aramızda sessizlik oluştu bu konuşmadan sonra. Ne ben sorularımın devamını getirdim ne de o. Yüreğimdeki sıkıntı tekrar baş gösterince boğazıma bir yumru oturmuştu.

“Ay ben çayları unuttum!” Aisha elini alnına vurarak yataktan çıktı “Fincanlara koymuştum bir de soğumuştur kesin”

Bileğinden yakalayıp gitmesine engel oldum “Gerek yok Aisha, boş ver”

“Ne olacak canım? Babamlara da yaptığım için çok yapmıştım zaten fincanları yenileyip geleyim”

“Zahmet etme bir daha. Hem ben bizimkilerle konuşmak istiyorum. Abin uyumuş mudur?” diye sordum. Her ne kadar onu geri çevirdiğim için kötü hissetsem de canım hiçbir şey istemiyordu.

Daha fazla ısrar etmeyip tamamen bana doğru döndü. “Sanmam” dese de duvardaki saate bakmadan edemedi “Gel gidelim”

Yataktan kalktım ve birlikte odadan çıktık. Aşağıdan hala birtakım sesler geliyordu. Ev ahalisi hala ayaktaydı anlaşılan. Üçüncü kattan ayrılmayıp karşı koridora ilerledik. İlk kapı değil ikinci kapının önünde durduğumuzda derin bir nefes alıp verdiğini gördüm. Yerimde gergince ellerimle oynadım. O ise vakit kaybetmeden kapıyı çaldı. Ardından yanıt beklemeden kapıyı araladı.

“Abi, müsait miydin?” dedi, kafasını içeriye uzatmıştı.

“Gel” diyen soğuk sesini duydum. Aisha yerinde dikleşirken bana kısa bir bakış attı ve odaya girdi. Ardından bende annesinin dibinden ayrılmayan çocuklar gibi onu takip ettim.

Burası bir yatak odası değil çalışma odasıydı. Kaymakamlıktaki odasından pek bir farkı yoktu. Oradaki siyah deri koltuklardan burada da bir tanesi duruyordu. Bunun rengi daha mattı sadece. Hemen sol tarafta boydan duvara monteli ahşap bir kitaplık vardı. Sağ tarafta ise yine ahşap masası yer alıyordu.

Masasının arkasında oturan onunla göz göze geldiğimde odayı incelemeyi bıraktım. Şaşkın değildi aksine gelmemizi bekleyen bir hali vardı. Önünde bilgisayarı açıktı. Çalışıyor muydu? Üzerinde hala gömleği ve pantolonuyla duruyordu.

“Bu saatte rahatsız ettiğim için üzgünüm” dedim dudaklarımı araladığımda “Ancak annemleri aramak istedim”

Yemekteki öfkeli halinden eser yoktu. Eski soğuk haline geri dönmüştü. “Sorun değil, otursanıza” dedi, eliyle koltukları işaret ederek.

Aisha ile yan yana oturdum hemen. Bu sırada Barun masasının üzerinden telefonunu aldı ve açıp bana uzattı. Yerimden ayaklanıp elinden telefonu aldım. Yerime oturup vakit kaybetmeden annemin numarasını tuşladım.

Aisha’nın abisine kaçamak bakışlar attığını görsem de onunla konuşma girişiminde bulunmadı. Barun ise biz gelmeden önce ne yapıyorsa bilgisayarıyla uğraşmaya devam etti.

“Alo, kimsiniz?” diyen Oğuz abimin sesini duymamla önüme dönüp heyecanla yerimde öne doğru kaydım.

“Benim abi”

“Ah Ezgi sen miydin?” dedi rahatlamış bir sesle. Evet, Ezgiydim ben. Geeta değil. Geeta olmak istemiyordum. “Önceki aradığın numara olmayınca şaşırdım. Daha önce de yabancı başka bir numara aramış annemi ondan”

“Bu Kaymakam Bey’in şahsi telefonu abi. Evdeyiz bu yüzden buradan aradım” dedim ağlamamak için kendimi sıkarken “O diğer yabancı numarada bendim. Kaymakam Bey’in babasının telefonundan aramıştım. Bir şey olursa hepsinden haberdar edebilirsiniz beni”

“Anladım bir tanem. Bir sorun yok değil mi, iyisin?”

Değilim abi. Orada olmak istiyorum. Lütfen gel al beni…

“İyiyim” Yutkunmaya çalışırken gözlerim doldu. “Annem nerede, telefonu neden o açmadı?”

İç çektiğini duydum “Annem iyi. Sadece çok yıprattı kendini. Seninle konuştuktan sonra zar zor konağa götürdüm. Melike bir duş aldırdı. Birkaç lokma yedirdim” durdu birkaç saniye. Sesinden yorgunluk akarken kelimeler zor çıkıyordu sanki dudaklarından “İnadını biliyorsun kalıp dinlenmedi evde. Hastaneye geri getirdim. Bedeni yorgun düşünce uyuyakaldı. Bir odaya yatırdım bende”

Sol gözümden bir damla yaş çeneme doğru süzülürken başımı yere eğdim. Diğer yaşlarım onları takip ederken hıçkırıklarımı zapt etmek için sol elimi dudaklarıma yasladım. Annemin sesimi duyduğu an ki titrek nefesini hatırladım. Yüreğindeki acıyı hissetmemek mümkün değildi. Önce kızı, sonra eşi ve oğlu… Buna rağmen güçlü durmuştu. Onun gibi olmak isterdim.

Yüreğimdeki ateş onun kokusuna olan özlemimle harlandı. Ona sarılsam her şeyin düzeleceğine olan inancım artacakmış gibi hissettim ve yerimde iki büklüm oldum. Bu sırada sırtımda bir el hissettim. Dönüp bakmasam da onun Aisha olduğunu biliyordum.

“Babam ve abimin durumunda bir değişiklik yok mu abi?” diye sordum umutla. Sesim boğuk çıkmıştı. Ağladığımı anlamıştı bu yüzden bir süre ses vermememi yadırgamadığını biliyordum.

Bu sefer ki iç çekişi göğsüme sayısız iğne batırdı. “Hayır, yok. Bekliyoruz” dediğinde telefonu tutan parmaklarım sıkılaştı.

Sakin ol Ezgi. Bırakma kendini… Sen Meryem Kayhan’ın kızısın, güçlü durmak zorundasın!

Boğazımdan gelen hıçkırarak ağlama isteğini yuttum. “Tarık abilerden bir haber var mı peki?”

“Hayır maalesef. En son telefon sinyali aldıklarını söylemişler amcama. Yerlerini tespit etmeleri uzun sürmez diye düşünüyorum, bakalım. Bir gelişme olursa haberdar ederim seni de güzelim”

Burnumu çekerken o görmese de başımı salladım. Aisha’nın saçlarımı okşayan eli bile rahatlatmıyordu şu an beni.

“Ben… Özür dilerim abi” diye konuştum iyice kısılan sesimle. Barun’un bakışlarını da üzerimde hissettim ama umursamadım o an. “Çok özür dilerim. Benim yüzümden… Her şey benim yüzümden”

“Şşş hayır Ezgi, hayır” dedi beni yatıştırmaya çalışarak. Sesinde biraz da sitem sezdim ama kızmaya kıyamadığından belli etmemeye çalışıyordu. Keşke kızsaydı. Bağırıp suçlasaydı. Kendimi daha az kötü hissederdim. Omuzlarına yüklediklerim yük benim boyumu aşıyordu çünkü. Ağır geliyordu. Ben can çekişiyordum altında.

“Suçlama boşuna kendini. Sen nereden bileceksin bunların olacağını?” diyerek pürüzlü sesiyle konuşmaya devam etti. Hıçkırdım bu sırada. Dudaklarımı birbirine bastırdım hemen. Kafamı hafifçe iki yana salladım.

Ne gerek vardı yurtdışı tatiline? Mis gibi oturacaktım yine babamın dizinin dibinde iki hafta. Ardından evime dönecektim…

Sanki düşündüklerimi okumuş gibi “Yapma böyle Ezgi… Bak şükürler olsun seni bize bağışladı Rabbim. Babamla abimi de bağışlayacak inşallah, sen sabırla beklemeye devam et” dedi, sesi titredi. Kalbim titredi sanki benim de. “Hem sen değil misin hep bize umut etmek yaşatır diyen? Nerede senin umudun?”

Buradaydı. Kaybetmemiştim.

Yerimde doğrulurken burnumu çektim ve yanaklarımı kuruladım beceriksizce “Umut her zaman vardır, biliyorum. Umudumu -hıçkırık- kaybetmedim. İkisi de iyi – hıçkırık- olacaklar inşallah” diye konuştum zar zor.

“İşte benim kardeşim” dedi gülümsediğine emin olduğum bir ses tonuyla. “Kendini yıpratma bu konuda sakın. Şimdi orada saat geç olmalı. Uyumaya çalış dinlen iyice. Sabah annemle ararız seni tekrar”

“Tamam, ben kaymakamlıkta olacağım genellikle zaten saat fark etmez her şeyden haber edin beni lütfen”

“Tamam güzelim. Kaymakam Bey’e ve ailesine selamlarımı ilet. Yarın görüşürüz, Allah’a emanet ol”

Hıçkırdım. “İletirim abi. Siz de – hıçkırık- Allah’a emanet olun. İyi geceler”

“İyi geceler”

Telefonu kulağımdan indirip önümdeki sehpaya koydum. İki elimle birden yanaklarımı kurulayıp kendime gelmeye çalıştım. Aisha sehpanın üzerindeki sürahiden su doldurup bana uzattı bu sırada. Gözlerine teşekkür edercesine baktığımda yeşillerinde hüznün yanında bir parça özlem ve hayranlık görmek beni şaşırttı.

Gözlerimi kaçırırken hıçkırdım tekrar. Elindeki bardağı alıp su içtim biraz. Bu hıçkırık huyumdan nefret ediyordum. Ağlamamızı durdurmaya çalışmak yetmiyormuş gibi bir de bunun ataklarını kontrol etmeye çalışıyorduk.

“Bir gelişme yok sanırım?” diye konuşan Barun’a döndü sulu harelerim. Kafamı iki yana sallamakla yetindim yalnızca. Dudaklarını birbirine bastırırken dikkat bakışlarını üzerimden çekmedi.

“Abimin size selamı var” dedim, gözlerim Aisha ile ikisi arasında gidip geldi. Barun başını sallarken Aisha da aynı şekilde başını sallayıp hafifçe tebessüm etti.

Bardaktaki geri kalan suyu da içip boş bardağı geri sehpaya koydum. Hıçkırığım henüz geçmemişti ama azalmıştı. Tamamen geçmesi için genelde nefesimi tutardım ama şu an hiçbir şey yapmak istemiyordum.

Acıyan gözlerim karşımdaki panjurları sonuna kadar açık olan boydan pencerelere döndü. Yüksekte olduğumuz için sadece gökyüzü gözüküyordu. Zifiri karanlıktı. Tek tük birkaç yıldız vardı. Kalbimin şu an ki hali gibiydi gökyüzü. Karanlık ama yanıp sönen yıldızlar umut ışığımdı.

“Abi benim yarın öğlene doğru Delhi’ye gitmem gerekiyor” diye konuşan Aisha’nın sesiyle daldığım yerden koptum ve ona baktım. Delhi’ye mi gidecekti? Şu Hindistan’ın başkenti olan Delhi’ye mi? “Bir turist kafilesi geliyormuş. Hazırlamam gereken planlar ve toplamam gereken eşyalarım var bu yüzden sabah erken geçeceğim bende şirkete. Geeta seninle gelse sorun olmaz değil mi?”

Barun’un yüz ifadesi çok değişmedi “Sorun olmaz”

Gerildim ister istemez. Onunla tek mi gidecektim?

E her gün yanında Aisha olacak değildi ya Ezgi? Onun da bir işi vardı. Hem evde kalmamayı ben seçmiştim şimdi onu sırf bu yüzden işinden alıkoyamazdım.

“Çok sağ ol abi” dedi, sesinde ayrı bir mahcubiyet vardı. Barun ondan gözlerini kaçırdığında benimle göz göze geldi. Bende aynı şekilde teşekkür eden bakışlarımı gönderdim. Bir şey söylemeyip yine başını eğdi hafifçe. Bunun üzerine Aisha bana doğru döndü “Ben işim biter bitmez gelirim yanınıza”

Kafamı salladım sorun yok dercesine. Sehpanın üzerine bıraktığım telefonu alıp Barun’a geri uzattığında gideceğimizi anlayıp bende ayaklandım. İyi geceler dileyip ayrıldıktan odasından. Aisha her ihtimale karşı koluma girmişti. Birlikte sessizce odasına yürüdük.

Bu sessizlik odasına gelince de devam etti. Ben yine yatağın sağ kısmına ilerlerken o ışıkları kapamıştı. Yatağın her iki yanındaki şifonyerlerin üzerindeki abajurlar etrafa loş bir hava vermişti. İçim ürperdi yine de. Yatağın içine girdim hemen. Hiç uykum yoktu. Otursam saatlerce boş boş etrafı izleyebilirdim.

Aisha da soldaki yerine gelip örtüyü kaldırıp altına girdi. Şubat ayında olmamamıza rağmen battaniyesi ne kalın ne inceydi. Oda sıcaktı bu yüzden bunu normal karşıladım.

Yatakta bana doğru döndüğünü hissettim. Gözlerim loş ışığın altında gözlerini buldu. Kolumu okşadı usulca "Umarım yarın güzel haberler alacağımız bir gün olur Geeta. Senin için dua edeceğim"

Kolumu okşayan elini tutarken “İnşallah öyle olur Aisha. Çok teşekkür ederim” dedim burukça gülümseyip.

Kafamı henüz toparlayabildiğim için namaz kılmaya devam edip dua etme fikri yeni geliyordu aklıma. Yarın bunun için bir şeyler yapmaya çalışacaktım.

Birbirimize iyi geceler diledik. Aisha sırtını bana dönecek şekilde yatarken ışığını kapatmıştı. Ben bir süre öyle sırtüstü yatıp tavanı izledim. Aisha’nın düzenli nefes alışveriş sesini duyduğumda uykuya daldığını anladım. Bende sola doğru dönüp sırtımı ona döndüm. Bakışlarımı yanmakta olan abajuruma çevirdim.

Bazı insanlar uyurken tek bir ışık yansımasından dahi rahatsız olurdu. Onlar uyumak için karanlığı tercih ederdi. Zifiri karanlığı...

Bazı insanlarda benim gibi o karanlıkta asla uyuyamazdı. Mutlaka gece lambası veya başka bir ışık kaynağına ihtiyaç duyardı. Bu yüzden ben abajurumu söndüremedim.

Benimki karanlık fobisinden çok küçüklüğümden kalan bir travmaydı. Derin bir yaraydı.
Saçlarımı hiç kısa kestirmememdeki sebep… Altı yaşımdan öncesini hatırlayamamadaki sebep… Ve annemlerin konuşmalarından şahit olduğum kadarıyla babamın bu kadar üzerime titremesinin altındaki gerçek sebepti…

Yanağımdan yastığa doğru yaşlar akmaya başladı. Gözlerimi kapattım usulca ve sesimi çıkarmamaya özen göstermeye çalışarak ağladım.

Eğer babama bir şey olursa... Ne yapardım? Nasıl devam edebilirdim?

Gün boyu sessizce zihnimin arka planında zar zor beklettiğim acı veren düşüncelerim şimdi dışarıya gürültülü bir şekilde çıkmak istiyordu. Engel olamadan bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan. Sağ elimle ağzımı kapattım hemen. Yerimde iyice küçüldüm ve içimdeki duygu selini dizginlemeye çalıştım. Ama bu çok zordu…

Babamın uçağımın düştüğü haberini aldıktan sonraki hissettiklerini düşünmeden edemiyordum. Kalbime saplanan bıçakların acısı arttı. Gözyaşlarım hızlandı tekrar. Avucumun içine hapsettim hıçkırıklarımı.

“Annen, kızım tatile çıkacakta yanımıza gelecek diye gün sayıyordu. Senin istediğine bak?" Sitem dolu sesi geldi kulağıma. Gözlerimi kapattım suçlulukla. “Aklımın yarısı İstanbul’da değilmiş gibi bir de elin ülkesini çıkarıyorsun başıma”

Her bir kelimesinde sessiz bir gitme varmış aslında. Ben bunu anlamak istememiş beni hala bir çocuk gibi gördüklerini söyleyip hırçınlık çıkarmıştım. Beni anlamasını istemiştim ama ben onu anlamamıştım.

Göz pınarlarımı kurutmak istermişçesine, eğer bu mümkün olacaksa tüm acımın gözyaşlarımla beraber bedenimi terk edecekmişçesine ağlamaya devam ettim.

Bedenim yorgun düşüp daha fazla direnemeyip göz kapaklarım kapandığında oda yavaş yavaş yeni aydınlanıyordu. Bunun üzerinden çok geçmemişti ki, yani bana öyle geliyordu, kolumdan dürtüldüğümü hissettim.

"Geeta! Geeta uyan artık”

Olduğum yerde diğer tarafa döndüğümde gözlerime vuran güneş ışığıyla yüzümü buruşturdum. “Geeta”

Göz kapaklarımı zar zor açabildiğimde eş zamanlı olarak başıma bir ağrı saplandı. Elimle yüzüme siper oluşturup acıyan gözlerimi tamamen açmaya çalıştım.

"Sonunda! Kaç dakikadır sesleniyorum. Uykusu bu kadar ağır olanı da görmedim"

Kafamı Aisha’nın gülen sesine doğru çevirdim. Yatağın ucunda ayakta dikilerek omuzlarını geçen siyah saçlarını topluyordu. Geceki halimi fark etmemesi içimi rahatlatırken uyanamama bir bahane uydurmam gerekiyordu ancak beynim uyuşmuş gibiydi sanki.

Yerimde doğruldum "Aslında uykum ağır değildir. Sadece yeni ismime alışmam gerekiyor" dedim, tebessüm etmeye çalışarak.

Yalan da değildi hani. Uykusuz kalmamdan sonraki sebep kesinlikle bu olabilirdi.

Üzerimdeki uyuşuklukla saçlarımı karıştırdım ve ellerimle yüzümü sıvazlayarak kendime gelmeye çalıştım. O kadar uykum vardı ki gözlerim isyan ediyordu resmen. Dokunarak bile göz altlarımın şiştiğini hissetmiştim. Neyse ki Aisha buna dair de bir şey söylememişti.

"Saat kaç? Çok mu geç kaldık?" dedim yataktan ayaklarımı sarkıtırken.

"Beş buçuğa gelmiştir sanırım"

"Ne! Neden bu kadar erken kalktık?” diyerek isyan ederken başım geriye doğru gidiyor yastığa geri gömülmek istiyordu.

Aisha odanın perdelerini tamamen açtı "Evet, bu saatte uyandırdım seni çünkü aşağıda tören var ve babaannem herkesin törende bulunmasını istiyor. Bu yüzden hemen aşağıya inmeliyiz" yatağa doğru yaklaştı ve ucuna oturdu "Ne töreni diye soracak olursan, babaannem her ay bazı özel günlerde tanrılarına dua etmek ve adak adamak için böyle törenler düzenler."

"İyi de biz Müslüman değil miyiz ne işimiz var onların törenlerinde?" dedim hala pürüzlü çıkan sesimle.

"Merak etme biz sadece izliyor ve ikramlarını kabul ediyoruz. Bunlar dışında törene katıldığımız pek söylenemez. Babaannem buna rağmen bir aile olarak böyle günlerde bir arada olmamızı istiyor işte"

"Anladım, " kafamı hafifçe sallarken yavaşça ayaklandım. Üzerinde hala gecelikleri vardı. Anlaşılan bu şekilde gitmemiz de bir sakınca yoktu. "Ben bir elimi yüzümü yıkayayım sonra ineriz aşağıya"

Arkamdan onaylayan sözlerini duyarken banyoya doğru ilerledim. Yapacak bir şey yoktu. Kalindi Hanım zaten burada olmamdan memnun değildi. Bir de törenine katılmazsam işler daha da kötü olabilirdi. Üstelik bu insanlar beni evine almış, aynı sofraya oturtmuş, derdime çözüm bulmuşlardı. Bana da onların kurallarına ve yaşayış tarzına uyarak saygı duymak düşerdi.

Aynada kendime bakarken gerçekten gözlerimin altının şiştiğini gördüm. Gözlerimin içi ise kıpkırmızıydı ve onları her açıp kapayışımda göz kenarlarım acıyordu. Ofladım. Biraz olsun ayılabilirim umuduyla yüzüme birkaç kere su vurmayı denedim ancak hiçbir işe yaramadı. Bu çabamdan vazgeçip dağılan saçlarımı düzelttim ve banyodan çıktım. Aisha elinde ilgilenmekte olduğu telefonunu komidinin üzerine bırakıp kapıya doğru yöneldi.

"Hadi çıkalım"

Onun arkasından odadan çıkarken daha birkaç adım atmadan duraksamasıyla bende durdum. Bakışlarını takip ettiğimde benden hiçbir farkı olmayan King'i balkon kolonlarından birine sarılmış bir şekilde uyuklarken buldum.

Cidden ayakta uyuyordu?!

Üzerinde sarı bir tişört ve gri renkte bir eşofman vardı. Saçları her zamanki dik ve düzenli halinin aksine yataktan kalktığını belli eder gibi dağınıktı. Bu uykulu haliyle kolonu yastığı sanmış olacak ki iki kolu ile sarılmış bir vaziyetteydi. Anlaşılan geç yatan sadece ben değildim.

Yanına doğru adımladığımızda "Günaydın King!" Aisha yüzündeki sırıtmayla Türkçe konuştu ve uyanması için King'in yanağına hafifçe tokat attı.

King boğuk çıkan sesiyle Hintçe bir şeyler mırıldanıp rahatsızca yerinde kıpırdandı. Gözlerini yarı araladı sonra. Uykulu gözleri Aisha'dan sonra beni bulunca gözleri büyür gibi oldu ve telaşla önce sarıldığı kolonu bıraktı sonrasında saçlarını düzeltmeye çalıştı.

"Bu halinle bile çapkınlık peşindesin ya, pes!"

Aisha King'e söylenirken düzene sokmaya çalıştığı saçlarını tekrar bozdu. Tüm uyuşuk halime rağmen hafifçe tebessüm ettim bu hallerine.

"Bırak kızım ya! Çapkınlıkla ne alakası var hem? Bir kere ben her halimle kızların beğenisini kazanırım çünkü," King'in esnemesiyle lafı yarıda kesildi "Çünkü muhteşem bir cazibem var"

Aisha onu pek takmayarak ‘aynen aynen’ dercesine kafasını salladı ve önden yürümeye başladı. King de buna pek alınmadı. Tebessümüm genişlerken Aisha’nın ardından ilerledim. King de hemen yanımdaydı. Tekrar esnediğinde bu bana da geçti ve ben de esnedim.

Bu halimi fark edip dişlerini göstererek güldü ve elini yumruk yapıp bana uzattı "Sana da gün aymamış anlaşılan"

Dudaklarımı büzüp mahzun mahzun bakarak onu onaylayıp kafamı salladım ve yumruklarımızı tokuşturdum.

"Hayır, öğleden sonra tören yapsak tanrı dualarımızı kabul etmeyecek mi? Gerçekten bazen babaannemi hiç anlamıyorum" King mayışmış çıkan sesiyle homurdanırken esnemeye devam ediyordu.

Acıyan gözlerimi kapatıp elimle ovuşturdum. Bir yandan da onun söylenmelerine gülmeden edemedim.

Aisha, King'in lafları üzerine merdivenin başında duraksadı “Bunları babaanneme de söylemek ister misin King?”

“Yok ben uyumak isterim”

Yarı açık gözlerle didişen ikiliyi izlemeye devam ederken başka bir çift mavi göz ile göz göze geldim. Akash, dün akşamki lacivert takım elbisesi ve elindeki salonda elindeki siyah çantasıyla dikiliyordu. Hastaneden yeni dönmüş olmalıydı. Göz göze geldiğimiz o kısa süre zarfında dudakları kıvrılırken başıyla selam verdi. Bende selamına aynı şekilde karşılık verdim.

O sırada annesi ona doğru yaklaştı ve elindeki çantasını aldı. Bunun üzerine göz odağımız kesilirken annesiyle konuşmaya başladılar.

"Hem fena mı oluyor sende erken kalkmayı öğrenir, biraz olsun sorumluluk sahibi olmayı denersin ha?"

Bunlar hala aynı yerde mi ya?

"Bir kere ben gayet de sorumluluk sahibi bir bireyim, sen neyden bahsediyorsun? "

Aisha King'in bu sözleri üzerine alayla gülmeye başladı, "Bunu öğleden sonra işe giden adam mı söylüyor? A bu adam bir de yirmi altı yaşındaydı değil mi?"

King bu laflarına hiç aldırmazken " Şirket babamın değil mi? Bu demek oluyor ki yarı patron sayılırım. Nerede görülmüş bir patronun erkenden işe gittiği? " Ardından Aisha'ya doğru yaklaştı ve burnuna bir fiske attı" Yoksa sen beni kıskanıyor musun Aisha? Erkenden işe gittiğin ve erken işe gitmene gerek kalmadan arkanı toplayabilecek bir abin olmadığı için beni kıskanıyorsun bence?"

Aisha'nın gözlerinin içi dalgalandı. Bir an afalladığını hissettim. Ancak hemen toparlanıp kaşlarını çattı. Onun aksine buna gerçekten bozulmuş gibiydi. King'in eline vururken "Var ya bazen azarlanmaktan gerçekten zevk aldığını düşünüyorum. Sen dua et Saras abi sana yine iyi dayanıyor" diye konuştu.

Barun ile arasının kötü olması gelmiş olabilir miydi aklına?

King'in bir şey söylemesine kalmadan kaçar gibi bize sırtını dönüp merdivenlerden inmeye başladı sonra. Bu haline sadece benim değil King’in de şaşırdığını gördüm. Aralarında ne olduğunu daha çok merak etmeye başlamıştım. King eski uyku moduna geri dönüp beni takip ederek peşimden merdivenlerden inmeye başladı.

Tören Kavita'nın düğünün yapıldığı platformun yerinde yapılıyordu. Taptıkları tanrı için ayarladıkları platform da bir hayli süslüydü. Bu süsler içerisinde Kadife Çiçeklerini fark etmemek elde değildi. Bu süslerin ortasında ise taptıkları tanrıları duruyordu. Törene katılanlar için ise platformun önüne beyaz çarşaf sermişler ve üzerlerine minderler yerleştirmişlerdi.

Kalindi Hanım platformun önünde bir şeylerle uğraşırken neredeyse herkes burada gibi gözüküyordu. Onun hemen arkasında Çetan amca, Barat amca ve Amrita Hanım vardı. Saras abi ve Aastha abla hemen arkalarındaydılar. Onların arkasında ise İndu Hanım ve diğer kızı vardı. İsmini hatırlayamamıştım.

Akash ve annesi de geldiğinde onların yanına geçtiler. Bir tek Barun eksikti. Gerçi onun böyle şeylere katılım gösteren biri olmadığını düşünüyordum ki hala burada olmadığına göre haklıydım da.

King ayakta göze batmadan uyuklayabilmek adına en arkaya merdivenlere yakın yere doğru geçerken bende onu takip ettim. Aisha da bizi fark etmemiş Akash'ların yanına ilerlemişti.

İkimizde başımızı dik tutmakta güçlük çekerek yerimizde ileri geri sallanıp duruyorduk. King durmadan esniyordu. İstemsizce bende esniyordum. Bununla birlikte gözlerim yaşarırken göz kapaklarımın acısı daha da artıyordu.

Dua başlamış mıydı ne yapılıyordu hiçbir fikrim yoktu. Çok geçmeden önümüze genç bir kadın geldi. Çalışanlardan biri olduğunu düşündüm. Elinde altın bir tepsi ve içinde dikdörtgen şeklinde sarı yiyecekler vardı. Tepsiyi bize doğru uzatırken bunların Aisha'nın bahsettiği ikramlar olabileceği geldi aklıma.

O kadar da uyuşmamış beynim ya.

Misafir olarak geri çevirmek ayıp olacağından kadına hafifçe tebessüm ederek teşekkür ettim ve ikramlardan birini aldım.

King kafası omzuna düşmüş bir şekilde uyukluyordu. Kadının geldiğinden haberdar bile değildi. Kadın ise onun bu hallerine alışıkmış gibi bir görmemezlik sergileyerek bizden uzaklaştı.

"Buranın yemeklerine de belli olmuyor, " aldığım ikramı elimde evirip çevirdim "Acaba tatlı mıdır ki?"

"Dudaklarım mı?"

“Ne!” Kendi kendime konuşurken yanı başımda uyuklayan King'in konuşmasıyla bakışlarım ona döndü. Ne söylediğini idrak ettiğimde ise göz kapaklarımın acısını umursamadan gözlerimi büyüttüm. “King sen... Ne saçmalıyorsun ya?! Ben ikramlardan bahsediyorum"

Gözleri hala kapalıyken gülümsedi "Tadına bakmadan bilemezsin" diye mırıldandı.

Beni anlayıp anlamadığını ve bunu ne anlamda söylediğini bilemesem de yanaklarım yanmaya başlamıştı. “Sus Allah aşkına” utançla onu yanımdan ittim. Daha fazla saçmalamadan uyanmalıydı!

Biraz fazla mı güç uygulamıştım bilmiyordum ama adam boylu boyunca yere düştü. Ağzım şaşkınlıkla açılırken panikle ellerimi havaya kaldırıp ön tarafa baktım. Neyse ki kimse bu halimizi fark etmemişti. Dua başlamıştı sanırım.

Ellerimi indirirken salaklığıma sonra yanmaya karar verdim. Bu sırada King yerde oturmuş olduğu konuma anlamsız bakışlar atıyor ve Hintçe bir şeyler söylüyordu. Diğerleri fark etmeden eğilip onun ayağa kalkmasında yardımcı oldum. Beni yeni fark ediyormuş gibi yüzüme birkaç saniye alık alık baktı.

Uyku sersemi tabirinin vücut bulmuş hali gibiydi resmen!

“Geeta” Kaşları çatıldı “Kıpkırmızı olmuşsun” dedi pürüzlü sesiyle.

Neden acaba?

Gözlerimi kaçırırken bir elimle yüzümü kapattım. Diğer elimdeki tatlıyı fark ettiğimde rengim attı. Bakışlarımı karşımdaki adama çevirdiğimde tekrar dudaklarının aralandığını gördüm ama konuşmasına izin vermeyip elimdeki tatlıyı ağzına tıktım. “Sakın, dua bitene kadar sus!” diye fısıldadım panikle.

Şayet biraz daha konuşursa gerçekten yerin dibine çukur kazmaya başlayabilirdim.

Garip ve mahmur bakan gözleri üzerimdeyken uslu uslu kafasını salladı ve ağzındaki tatlıyı çiğnemeye başladı yavaşça. Gözleri kapandı sonra ve ayakta uyuyan duruşuna devam etti.

Sesli bir nefes bıraktım ve yanındaki yerime geçtim hemen. Dua hala devam ediyordu. Yarı açık gözlerimin el verdiği kadarıyla Saras abinin ve Aastha ablanın ellerini birleştirerek, tıpkı selam verme şekilleri gibi, gözlerini kapatmış bir şekilde durduklarını gördüm. Ellerimi açtım hemen ve acıyan gözlerimi kapattım.

"Allah'ım benim şu an olanlarla hiçbir alakam yok, sen görüyor, biliyorsun" Kendi kendime mırıldandığım sırada biri görmeden ellerimi indirdim hemen.

Gözlerimi hafifçe aralamaya çalışsam da bu sessizlik mümkünmüş gibi daha çok mayışmamı sağladı. Gözlerime söz geçiremedim ve tekrar tamamen kapanmalarını sağladım. Bir süre öyle bekledim. Başım ağırlık yapıyor, yerimde sağ sola sallanırken her defasında solumda duran King'in omzuna çarpıp duruyordum.

En sonunda pes ettim ve başımı King'in koluna yasladım. Bunun üzerine hiçbir tepki vermeyince gerçekten de uyuyakaldığını düşündüm. Bedeni burada lakin ruhu uyku ile gerçeklik arsındaki o ince çizgide olmalıydı. Ondaki bu rahatlığın bana da geçtiğini hissederken omuzlarım gevşedi. Az önceki an tamamen etkisini kaybetmiş uyku baskın gelmişti. Aile üyelerinden birinin bizi böyle görmesi gibi utanç verici bir duruma dair hiçbir korkum da yoktu mesela. Öyle bir rahatlık vardı yani üzerimde.

Hepsi King yüzünden!

Aniden kolumdan çekildim. Kaşlarım çatılırken gözlerimi açmak zorunda kaldım. Bakışlarım o an görmeyi hiç beklemediğim kişiyi buldu. Barun o suratsız yüz ifadesiyle karşımda dikiliyordu. Üzerinde siyah eşofman ve gri bir tişört vardı. Saçları onu ilk gördüğüm günden beriki haliyle aynı şekilde, düzenli ama dağınıktı. O nasıl bir şey oluyor öyle diye sormayın. Belli bir düzende ama dağınık duruyordu saçları işte.

"Gel benimle" dedi, sesi oldukça soğuk ve tedirgin ediciydi. Kolumda olduğunu unuttuğum elini çekti ve önden merdivenlere doğru ilerlemeye başladı.

King başında davul çalınsa duymayacak kıvamda olduğunu belli edercesine gittiğimi fark etmedi bile.

Neden beni çağırıyordu ki? Hem de bu saatte?

Babamlardan bir haber mi vardı yoksa?

Bu ihtimalin üzerine kalbim sıkışırken hemen uyuşuk attığım adımlarımı hızlandırdım. Merdivenlerin ucunda durduk. Ev halkı halen duaya devam ediyorlardı sanırım.

"Babamlardan bir haber mi var? Ne oldu?" endişe sesimden akarken bakışlarımı koyu kahve gözlerine sabitledim.

"Hayır, henüz bir haber yok" arkamda kalan tören yerine kısa bir bakış attı. Ne olmuştu o zaman? "Kaymakamlığa gideceğiz, seni de hazırlanman için çağırdım. On dakika içerisinde hazır ol ve aşağı in"

Bu saatte mi?!

Bir şey söylememi beklemeden merdivenleri çıkmaya başlamıştı. Ben de dediğini yapmaya koyulmak adına peşinden çıktım. Devlet adamları bu kadar erken mi mesai yapıyordu? Belki de burada böyleydi?

Belki de sadece Barun işkolik bir adamdı?

Onun iki basamak gerisinde merdivenleri çıkarken onun biraz duraksadığını fark ettim. "Canavar değilim merak etme, yanımda yürüyebilirsin" dedi düz çıkan sesiyle.

“Anlamadım?” Geniş merdivenlerde artık yan yana çıkmaya başladığımızda çatılan kaşlarımla başımı ona doğru çevirdim.

Beni duymasına rağmen cevap vermedi. O sırada üçüncü kata geldik. Ben onun cevap vermesini beklercesine yerimden hareket etmedim. Sonunda bir açıklama yapma vesilesine erişmiş olacak ki konuşmak için dudaklarını araladı.

"Ne oldu?" diye sordu, suratında sorgulayıcı bir ifade vardı "Odayı soracaksan sağ tarafta ve üçüncü kapı."

"Bir dakika? Ama siz nere-"

"Çıkarsa çıksın Ezgi, canavar mı Barun ne diye korkuyorsun?"

Devam edemedim. Ağzım o şekilde kaldı. O bu halimi umursamayıp sırtını döndü ve odasına doğru ilerlemeye başladı.

Eyvah! Ama o nasıl?

"Kaymakam Bey!"

Yüzünü dönme zahmetinde bulunmadan "Hazırlanmak için acele etsen iyi olur, şahsen bekletilmekten hiç hoşlanmam" dedi, sesini duyurabilmek için yüksek sesle konuşmuştu.

Doğru düzgün bir açıklama yapmasını istiyordum ancak o daha çok kafamı karıştırıyordu. Kaşlarım istemsizce çatıldığında sağ elimin tırnaklarını dudaklarıma getirip gergince kemirmeye başladım.

Harika! Yine rezil olmuştuk iyi mi?

Aisha'nın odasına geldiğimde önce yatağı düzelttim. Gönül isterdi ki günlerce içinden hiç çıkmamak. Ancak kaymakamlığa gideceğiz demiştik bir kere. Üstüne ısrar da etmiştik. Geri dönüşü yoktu.

Üzerimi değiştirmem gerekiyordu. Kendi kıyafetlerim yıkanmış olmalıydı ama neredeydi bilmiyordum. Gerçi onları giymem oyunumuz için dikkat çeker miydi onu da bilmiyordum. Buralı gibi mi giyinmem gerekiyordu? Aisha'dan izinsiz dolabını açmak istemiyordum ancak onu çağıracak kadar dahi vaktim olmayabilirdi.

Tam o anda kapı açıldı ve Aisha ona kahramanım unvanını vermekte ne kadar haklı olduğumu bir kez daha kanıtlamış oldu.

"Gözle kaş arasında nereye kayboldun?" dedi, içeri girdi ve kapıyı kapattı.

"Kaşla göz arası olacak o," yaptığı yanlışa gülerken ben de ona eşlik ediyordum. "Yine tam zamanında geldin Aisha. Sana ihtiyacım vardı"

"Ne oldu?”

“Abin kaymakamlığa gideceğimizi söyledi de. Giyinmek için yukarı çıktım bende”

Kaşları hafifçe çatılırken sesli bir nefes bıraktı. “Anladım, ben hemen bir şeyler çıkarayım sana” Dolabını açtı ve içini karıştırmaya başladı. Kaşları hala düzelmemiş düşünceli gözüküyordu.

“Kendi kıyafetlerimi giysem sorun olur mu?” diye sordum.

Bakışları bana dönerken dudaklarını büzdü “Bence olmaz. Sonuçta yurtdışından geldin, sırıtmaz yani.”

“Kalindi Hanım kızmaz mı?”

Ona kızdığını bu yüzden evdeyken geleneksel kıyafetlerinden giydiğini söylemişti. O da bunu hatırlamış gibi “Hayır, sen misafirsin. Sana bir şey söylemez” diye konuştu.

“Sizin kıyafetler benim için sorun değil bu arada. Giyerim yani. Sadece sordum, yanlış anlama lütfen”

Güldü bu panik halime “Anlamadım, merak etme” Ardından tekrar dolabına dönüp benim yıkanmış kıyafetlerimi aldı ve bana uzattı. “Bir alışveriş yapalım sana, bir süre bizimlesin sonuçta”

“Buna gerek yok gerçekten” dedim, tebessümümü bozmamaya çalışsam da sesimdeki düşmeye engel olamamıştım.

Bunu anlayıp kolumu okşadı sevgiyle “Bunu daha sonra konuşalım. Sen git giyin haydi”

Onu onaylayıp giyinmek için banyoya doğru girdim. Önce tekrar yüzüme bir su çarptım. Sonrasında hızlıca üzerimdekileri çıkarıp önce pantolonumu ardından yeşil renkteki gömleğimi giydim. Mis gibi deterjan kokuyorlardı. Bileğimdeki fularımı çıkarıp kâküllerimin üzerine bağladım. Buraya geldiğim ilk günkü halime dönmüştüm.

Ancak artık Ezgi değil Geeta'ydım...

Omuzlarım düşmüş bir şekilde banyodan çıktığımda Aisha yatağında oturuyordu. Kapı sesiyle birlikte yerde olan bakışları bana doğru döndü. Ayağa kalkıp dolabına doğru yaklaştı. Dolabının aşağısında olan ayakkabılarının arkasından temizlenmiş olan spor ayakkabılarımı çıkardı. Minnetle tebessüm ettim ve yatağın üzerine oturdum. Beyaz çoraplarım ayakkabılarımın içindeydi. Önce onları ardından ayakkabılarımı ayağıma geçirdim.

“Makyaj malzemelerinden kullanmak istersen çekinme lütfen” diye konuştu.

Ayağa kalkarken “Teşekkür ederim. Bir kapatıcıya ihtiyacım var sanırım” dedim, dudaklarımı birbirine bastırdım.

Beni hemen makyaj masasına yönlendirdi. Ben sandalyesine otururken o da kapatıcıların önüme koydu. Tenime yakın olanı seçip özellikle göz altlarımı kapatmaya çalıştım. Pek işe yaramasa da yakından bakmadıkça belli olmazdı.

Gömleğimin cebine koyduğumu hatırladığım yeşil tokamı çıkarıp saçlarımı aşağıdan at kuyruğu yaptım. Genel olarak açık kullansam da burada hava rüzgarlıydı. Bir de onlarla uğraşmak istemiyordum.

“Abim genelde hep bu saatlerde olur işte. Ben, belki sen varsın diye bugün kahvaltı yapar öyle gidersiniz sanıyordum ama abim işte huylu huyundan vazgeçmiyor” dedi sıkıntılı bir sesle ardından tek kaşını kaldırdı “Bu defa doğru söyledim sözü değil mi?”

Güldüm bu tatlı haline “Evet, doğru”

Düşünceli halinin sebebi buydu sanırım. Ben kahvaltı işini hiç düşünmemiştim bile. Dün akşamdan beri mideme doğru dürüst bir şey girmemesine rağmen çok aç hissetmiyordum kendimi aslında.

Barun’un yaptığına ise ne şaşırmış ne de bozulmuştum. Aksine sevindim. Benim yüzümden programını değiştirmesine gerek yoktu. Bana göre o değil ben ona ayak uydurmalıydım zaten.

"Benim için sorun değil Aisha” dedim konuyu kapatmaya çalışarak. Onun bu konuda mahcup hissetmesini istemiyordum. Oturduğum sandalyeden kalktım. “Ben daha fazla oyalanmayayım. İneyim aşağıya”

Bunun üzerine beraber odadan çıktık. O ne zaman işe giderdi bilmiyordum ama umarım çabuk dönerdi. Merdivenlerin başına geldiğimizde Barun’un çoktan hazırlanıp aşağı inmiş Çetan amca ile karşılıklı konuştuklarını gördüm. Üzerinde yine siyah bir takım elbise ve beyaz bir gömlek vardı. Yüz ifadesi yine aksi ve soğuk gözüküyordu.

Birden başını bu tarafa çevirmesiyle gözleri ona bakmakta olan gözlerimi buldu. Yine yakalanmıştık. Bakışları kısa bir an üzerime kayarken kaşları arasındaki çizginin belirginleştiğini fark ettim. Çetan amcanın gözleri de oğlunun bakışlarının nereye kaydığını görmek amaçla hareket ederken o da bizi fark etmiş oldu. Onun üzerinde ise beyaz renkte pantolon tunik ikilisi vardı.

Onların yanına geldiğimizde "Ne oldu? Bir sorun mu var?" diye sordu Aisha. Sorgulayıcı bakışlarını hem abisinin hem de babasının üzerinde gezdirdi. Neden böyle düşündüğünü anlamadığım için hafifçe kaşlarım çatılmıştı.

Çetan amca gülümsemeye çalışıp bir sorun olmadığını belirtirken Barun hiçbir şey söylemedi. Onu umursamadı desek daha doğru olurdu. Bu adamın babaannesi dışında bu aileyle bir derdi vardı, belli.

Hadi ben yabancıyım bana böyle davranması o kadar garip durmuyordu ancak bir insan ailesine neden bu kadar soğuk davranırdı ki?

Bu sırada bizden bağımsız aralarında sözsüz bir iletişim olan baba kıza kaydı bakışlarım. Çetan amca Aisha’nın saçını okşadığında iç geçirmeden edemedim. Barun’un telefon melodisiyle gözlerim tekrar ona döndü.

Arayana kısa bir göz atıp çağrıyı yanıtlamadan bana baktı “Arabaya geç sen. Geliyorum bende” diye konuştu.

İçime bir sıkıntı çökmüştü. Başımı sallayarak belli belirsiz onu onayladım. Daraldığımı hissederek sırtımı döndüm hemen ve dış kapıya doğru yürüdüm.

"Geeta!"

Geeta… Geeta bendim.

Seslenen Aisha'ydı. Adımlarımı durdurdum ve arkama doğru döndüm. "Görüşürüz" diyerek el salladı. Dudaklarında sıcak bir gülümseme vardı. Kıza veda etmeden gidiyordum neredeyse. Neyse ki o bu dalgınlıklarımı anlıyor ve hoş karşılıyordu.

Tebessüm etmeye zorladım kendimi ve başardım. Onun gibi ben de elimi kaldırıp sallayarak "Görüşürüz Aisha" dedim. Aynı şekilde Çetan amcaya baktığımda o da başını eğip gülümsedi.

Tekrar arkamı döndüm ve hızlı adımlarla holü aşıp dışarı çıktım. Yerimde birkaç saniyeliğine durup derin bir nefes alıp verdim. Elim içinde fırtınalar kopan göğsümdeydi “Sorun yok Ezgi. Devam edebiliriz. Bırakma kendini” diyerek telkinler verdim kendime.

Barun’un arabası merdivenlerin sonundaydı hemen. Bu şekilde basamakları indim ve sağ tarafından arka koltuğun kapısını açtım. Ancak açılmadı. Kitli miydi? Neden git bin dedi o halde?

Etrafta kimse var mı diye baktım. Beyaz üniformalı korumalar yerlerindeydi. Bahçe kapısında da iki siyah araç gözüme çarpmıştı. Onun dışında kimse gözükmüyordu. Ranvir de yoktu. Barun kendisi kullanacaktı sanırım arabayı yine.

Ön koltuğun kapısını denediğimde kapı açılınca şaşırdım. Öne oturmam da bir sakınca olmayacağını düşünüp kapıyı tamamen aralıyordum ki bir el buna engel oldu.

Kaşlarım çatıldığı sırada bakışlarım hemen elin sahibine döndü. Karşımda Barun’u görmemle çatılan kaşlarım havalandı. Biraz fazla mı yakındık acaba? Gözlerim bir an boynunun sol tarafındaki bir lekeye değdi. Doğum lekesi gibiydi. Bir kısmı gömleğinin yakasının içinde kalmıştı. Bir adım gerilediğimde sırtım arabaya yaslandı. O ise bundan hiç etkilenmeyerek çatılmış kaşlarıyla bana bakıyordu.

"Arabayı sen kullanacaksın herhalde?"

"Ne? anlamadım?"

"Bende kaymakamlığın yolunu nasıl bu kadar çabuk ezberleyebildiğini anlayamadım?" dedi alayla ama yüzünde dalga geçtiğine dair bir yumuşama yoktu.

Hala neyden bahsettiğini çözememişken o sesli bir nefes bırakıp başıyla yarı açık kalan kapıyı işaret etti. Bakışlarım oraya döndü. Sürücü koltuğunun bu tarafta olduğunu gördüm.

"Aaa" diye bir tepki döküldü dudaklarımdan.

“Ya” dediğini duydum önümdeki gıcık beyefendinin.

Demek burada da Tayland da olduğu gibi arabalarda sürücü koltukları sağ taraftaydı. İyi de ben bunu niye dün hiç fark etmemiştim? Hem Akash'ın hem de onun arabasına binmiştim ama bu durum hiç gözüme batmamıştı. Off.

Utançla dudaklarımı dişlerken ona baktım tekrar "Ben hiç fark etmedim bunu valla"

Bir adım geri çıkıp kapının yanına geçtiğinde onunla araba arasından çıkmış oldum. Derin bir nefes aldıktan sonra “Arka kapı açılmayınca önü deneyeyim demiştim” diye açıklamaya devam ettim.

Kaşları hafifçe çatılırken “Kilitli kalmış olmalı. Öne de geçebilirsin, sorun değil” dedi.

Hızlıca kafamı sallayıp önünden geçtim. “Kafana tüküreceğim Ezgi. Bu kaçıncı kızım, bu kaçıncı?” diyerek kendime söylenirken diğer tarafa dolanıyordum.

Kapının önünde durdum. Gözlerimi onun olduğu yere kaldırdığımda bakışlarının hala üzerimde olduğunu ve binmem için beni beklediğini gördüm. Beni asıl şaşırtan şey ise bıyık altından gülmesiydi.

Tıpkı terasta aldığım hiçbir yiyeceğin tatlı olmadığını söylerken ki gibi.

Bıyık altından gülmek değil de yüz hatlarının gevşemiş olması gibiydi ondaki adlandırdığım bu gülüş. Dudağının kenarı hafifçe kıvrılmıştı sadece. Yine de sinir bozucuydu. İyice somurttum. Onu umursamamaya çalışarak yolcu koltuğunun kapısını açtım ve yerime yerleştim hemen.

Ardımdan o da sürücü koltuğuna yerleştiğinde arabadaki o derimsi kokuya onun kokusu karıştı. Arabayı çalıştırdığı sırada "Kemerini tak" diye uyaran sesini duydum.

Bu üzerimdeki dalgınlık her şeyi unutturuyordu bana resmen.

Onu daha fazla bekletmeden kemerimi taktım. Araba hareket etti. Bahçeden çıktığımızda siyah arabalardan biri önümüze geçti yine. Aynadan baktığımda diğer aracında arkamızda olduğunu gördüm. Bu sırada ana caddeye çıkmıştık. Bakışlarımı yoldan çekip ona çevirdim. Vites değiştiren eline baktığımda bileğindeki bileklik dikkatimi çekmişti yine. Orta büyüklükte kahverengi boncuklardan oluşuyordu. İsminin anlamı geldi aklıma.

Onunla bir ilgisi olabilir miydi?

“Bir şey sorabilir miyim Kaymakam Bey?” dedim aramızdaki sessizliği bozarak. Bir şey söylemediğinde bunu evet olarak algıladım. Bakışlarım yüzüne çıktı “Dün akşam yemekten neden birden kalktınız?”

“Doydum ve kalktım” dedi beklemeden. Yüzüne bakmaya devam ettim. Bakışlarımı fark edip bana kısa bir bakış attı. Kaşları arasındaki çizgi belirginleşmişti yine. “Ne oldu?”

“Pek inandırıcı gelmedi?”

“Neden?”

“Bir şeye öfkelenmiş gibiydiniz?”

Sesli bir nefes bıraktı. “Genel halim bu. Çok sorgulama” dedi, cevaptan çok bir geçiştirme gibi geldi ama daha fazla üstelemedim.

“Peki Kalindi Hanım ile aranız benim yüzümden bozulmadı değil mi?”

Bakışları kısa bir an bana döndü yine “Hayır, aramız iyi. Babaannem ile arada öyle anlaşırız” diye konuştu. İçim biraz rahatlamıştı. Benim yüzümden değildi en azından.

“Dua töreninde neden yoktunuz o halde?” diye sordum bu defa.

“O tarz törenlere katılmam” dedi, sesi düzdü. Gözleri dikkatli bir şekilde yoldaydı hala. “Sen Müslüman değil misin?”

Sorusuna mı yoksa ondan bir soru gelmesine mi şaşırsam bilemedim. “Elhamdülillah, Müslümanım” derken kaşlarım çatıldı merakla.

“Sen neden törendeydin?”

“Kalindi Hanım böyle törenlerde bütün herkesin olmasını istiyormuş bu yüzden” dedim.

“Ev içindekilere katılmana gerek yok. Ben konuşurum gerekirse bu durumu”

Tebessüm ettim ama o bunu görmedi “Sorun değil ama yine de teşekkür ederim”

Sadece başını eğdi hafifçe. Bir süre sessiz kaldıktan sonra aklıma giyinmeye gitmeden önceki söyledikleri geldi. Nereden duymuştu söylediklerimi? Hiç rezil olmamış gibi davranıp bunu sorabilirdim. Evet, yapabilirdik.

Hafifçe boğazımı temizledim. Ardından dudaklarımı aralayıp “Şu canavar meselesinde de yanlış anlaşılma olmuş. Ben öyle demek istemedim yani. Ayrıca nasıl duydunuz bunu, ben görmedim sizi?” diye sordum.

Valla yaptım!

Bir an sessiz kaldı. “Terastan geliyordum seni fark ettim. Sonra kendi kendine konuştuğunu duydum”

“E yanlış yere girdiğimi görmenize rağmen neden durdurmadınız beni?”

“Seslendim ama duymadın”

Kaşlarım çatıldı. Nasıl ya? “Ben duymadım?”

“Geeta dedim, muhtemelen ondan” diye yanıtladı beni. Elimle yüzümü kapattım. Harika. Çok güzeldi. On numaraydı. “Zaten girer girmez de çığlık attın”

“Onu da mı duydunuz?”

“Onu duymayan kalmadı bence?” dedi, tekdüze bir sesle.

Susar mısın daha çok rezil oluyoruz?!

Çok geçti iç ses. Çok geçti…

“Yakınmışsınız insan bir merak eder bakardı?” diyerek lafı ona çevirmeye çalıştım. Daha buradan nereye çevireceksem.

Yanıtı çok gecikmedi. “Geldim ama ciddi bir şey olmadığını görünce bana gerek kalmadığını düşünüp geri döndüm”

Kaşlarım hafifçe çatılsa da daha fazla uzatmadım. Yoksa biraz daha rezilliklerim yüzüme vurulursa utançtan yok olabilirdim. Çok geçmeden arabayı durduğunu fark ettim. Camdan baktığımda kaymakamlığın önünde olmadığımızı görünce kaşlarım çatıldı.

Aisha'nın beni bulduğu meydandan daha geniş bir alandaydık. Etrafta sabahın körü olduğundan fazla insan olmasa da açık esnaf tezgâhları, restoranlar ve tek tük insan toplulukları vardı. Koruma araçları da olduğumuz kaldırıma park edilmişti. Öndeki araçtan onun gibi koyu renk takım elbiseli iki adam indi.

Barun da bir şey söylemeden kapısını açarak arabadan indi ve kapısını kapattı. Arabanın önüne doğru adımlayıp durdu. Olduğu yerde arkasını dönüp hala arabanın içinde olan bana baktı sonra. Derin bir nefes alıp verdiğini gördüm. Aynı sakin tavrıyla bir elini pantolonun cebine yerleştirirken diğer elini havaya kaldırıp 'gel' işareti yaptı.

Ne diye gelmiştik ki buraya şimdi?

Kapımı açtım ve arabadan indim. Arkamızdaki araçtan da iki adam inmişti. Onun yanına doğru adımlayıp önünde durdum. Bakışlarım soru sorarcasına yüzüne çıktı. Ancak ondan bir karşılık alamadım.

"Neden buraya geldik?"

"Gel benimle" deyip önüme geçti ve yürümeye başladı. Arkasından göz devirmeden edemedim.

Geride kalmamak için peşine takıldım hemen. Korumalar belli bir mesafede bizi takip ettiler. Biraz ilerideki tek katlı kafe tarzında olan yere doğru ilerledik. Kafenin önündeki beyaz, eski ve alçak duran masalardan birine oturdu. Ben hala kendi içimde neden burada olduğumuzu sorguluyordum. O sırada gözleriyle oturmamı söyleyen Barun üzerine ayakta dikilmeyi bırakıp karşısındaki sandalyeye oturdum. Korumalar mekânın dışında kalmıştı.

Anında masamızın yanında bir adam bitti. Otuzlu yaşlarının ortalarında gözüken bu adam yüzündeki kocaman gülümsemesiyle önce Barun’a sonra bana Hintçe bir şeyler söyledi ardından ellerini önünde kavuşturup öne doğru eğildi. Üzerinde günlük buranın kıyafetlerinden vardı. Bu yüzden buranın çalışanlarından birinin olabileceği aklıma gelmemişti ancak doğrulduktan sonra şalvarının cebinden çıkardığı not defteri ve kalemiyle bu düşüncemi çürütmüş oldu.

Adamın gözlerinde öyle bir parıltı vardı ki sanırsınız sipariş almayacakta hayranı olduğu bir aktörden imza alacakmış gibi duruyordu.

Anlaşılan daha önce geldiği bir yerdi yoksa onun önemli biri olduğunu bilir miydi? Şahsen ben kendi yaşadığım semtin kaymakamını ismen tanıyordum. Hiç görmemiştim. Gerçi orası İstanbul'du bu normaldi. Çukurova'nın kaymakamını tanıyordum mesela.

Çetan amca da eskiden valiymiş belki ondan da tanınıyor olabilirdi.

O değil de şimdi fark ediyordum ben daha önce hiç bu kadar genç bir kaymakam görmemiştim. Kabul edelim ki kaymakam deyince hemen hemen herkesin kafasında aynı tip bir kişi canlanıyordu.

Kırıklarının sonunda, hafif göbekli ve saçlarına aklar düşmüş biri...

Bir de karşımdaki adama baktım. Yirmilerinin sonunda duruyor, saçında ak dahi yoktu ve yakışıklıydı.

Kaşlarım çatıldı. Tövbe estağfurullah.

Yakışıklıydı derken?

​​​​​​Hafiçe boğazımı temizledim. Konumuza geri dönecek olursak... Ben konuyu unutmuştum.

​​​Barun Hintçe konuşarak sipariş vermeye başladığında düşüncelerimden sıyrıldım. Çalışan adam elindeki not defterine istenilenleri yazdı.

Beklemediğim bir anda Barun’un bakışları bana döndü. Yerimde dikleştim. Umarım kızarmamışımdır.

"Omlet yer misin?" diye sordu. Bunu İngilizce konuşarak söylemesi başta afallamama sebep olmuştu. Garson adam yanımızda olduğu için bu şekilde konuştuğunu anladım.

Kahvaltı yapacaktık. O ve ben. Bunu hiç beklemiyordum. Bu soruyu hiç mi hiç beklemiyordum. Tek kaşını kaldırdı. Cevap bekliyordu.

"Yerim" dedim, sesim kısık ve mahcup çıkmıştı. Bedenimin güçlü durması için bir şeyler yemem gerektiğinin farkındaydım. E bu da tadını bildiğim bir şeyler olsa hiç de fena olmazdı.

Barun beni onaylarken garson adama Hintçe çevirisini yaptı. "Kahve ya da başka bir şey içmek ister misin?" diye sordu bu sefer.

"Hayır, teşekkürler"

Keyfi şeylere ihtiyacım yoktu. Midem dolsa yeterdi. Adam siparişlerimizi alıp yanımızdan ayrıldı.

Ona bakıp tekrar saçma sapan şeyler düşünmemek için etrafıma göz attım. Yoldan geçen birçok insan gibi tek tük dolu olan masalardaki insanlarında bakışları masamıza kayıyordu. Birkaçıyla böylelikle göz göze gelmiş olduk ve bu istemsizce rahatsız olmama sebep oldu. Sanki gözlerine biraz uzun baksam anlayacaklardı kim olduğumu.

"Yabancı olduğunu bu kadar belli etme bari" dedi, artık Türkçe konuşuyordu. Sesinde hafif bir alay sezdim.

Kollarımı masaya yaslarken yüzümü ellerimin arasına aldım "Yıllar sonra ülkeme gelmişim, özlemle etrafıma bu şekilde bakıyor olamaz mıyım?" dedim hafifçe tebessüm ederek. Kurduğu senaryoda yıllar sonra ülkemi ziyaret ediyordum değil mi?

Söylemek istediğimi anlamıştı. Bunu değişen bakışlarından anladım. Dalmıştı kısa bir an. Ben biraz olsun yüzü güler diye söylemiştim bunu ama tam aksine söylediklerim nedense canını sıkmışa benziyordu.

"Yanlış bir şey mi söyledim?"

Yüzündeki aynı ifadeyle arkasına yaslandı "Hayır"

Siparişlerimiz gelince masadaki o garip an dağıldı. Arkama yaslandım bende tekrar. İki ayrı tepsi getirilmişti. Biri bana diğeri Barun’a. Benimkinde küçük bir tavanın içinde omlet, buranın gözleme şeklinde olan ekmeklerinden vardı. Aynı şeylerden onun tepsisinde de vardı. Ek olarak küçük bir demir kâsede dikdörtgen şeklinde kesilmiş, sarı renkte bir yiyecek ve diğer küçük kâsede kırmızımsı sulu bir yiyecek vardı. Garson tepsileri bıraktıktan sonra eğilip selam verdi ve muhtemelen afiyet olsun diyerek yanımızdan ayrıldı.

Bu defa o masada bana doğru yaklaştı. Koyu kahvelerini yüzüme çevirmişti aynı zamanda. "Bu, buranın peyniri," Tepsisindeki sarı renkteki yiyecek bulunan kâseyi gösterdi "Tadının ağır olabileceğini düşündüm senin için. Ben bile sırf omletle güzel gittiği için istedim ama denemek istersen çekinme" dedi, kâseyi tepsiden dışarı çıkartıp masanın ortasına koydu.

Aynı şekilde diğer kâseyi de yanına koyarken "Bu da sadece Hiwari Bazaar da yapılan bir meze, " kâsede olan bakışlarını tekrar gözlerime çevirdi "Tadı ekşimsi ve biraz acıdır"

Tebessüm ederek kafamı sallarken tadını merak ederek hemen sağ işaret parmağımı mezenin kenarına değdirdim. Parmağımı dudaklarıma götürüp yaladım. Barun kaşları havalanmış bir şekilde beni izlerken ben mezenin tadıyla meşguldüm.

Gerçekten dediği gibiydi. İlk başta bir ekşilik gelmişti. Sonrasında ise yoğun olmayan bir acı tat. Buranın acısı gerçekten farklıydı. Daha yakıcıydı bana göre. Geçen gün terasta tatlı niyetine yediğim ama acı çıkan yiyecekte olduğu gibi. Bu meze o kadar yoğun acı gelmemişti ama.

"Fena değilmiş" dedim, dudaklarımı birbirine bastırarak.

"Sen yine de çok yeme. Mideni bozabilir" diyerek bir uyarıda bulundu. Kafamı sallayarak onayladım onu.

Bu konuşmadan sonra ikimizde yemeklerimizle ilgilenmeye başladık. Omlet güzeldi. Ancak ağzımın yavan tadı midemi bulandırıyordu. Bunu görmezden gelip yumurtamı bitirmeyi hedefledim.

“Korumalarınız neden dışarıda kaldı?” dedim, canımı sıkan sessizliği bozarak.

Bakışları tepsisinden bana döndüğünde tek kaşının havalandığını gördüm “Ne yapayım, onları da mı masaya davet edeyim?” dedi.

“Yok ondan demedim” dedim dudaklarımı yalarken. “Hani sizin gibi önemli adamlar genelde ayırmaz korumalarını hiç yanından ondan”

“Yemek yerken bunu etik bulmuyorum. Ayrıca birileri bakarken rahat yemek yiyemem”

Haklıydı aslında. Bende rahatsız olurdum bundan. Terastaki konuşmamız geldi aklıma. Yemek yerken konuşmaktan da hoşlanmıyordu.

Sırıtırken buldum kendimi “Doğru, rahat yemek yeme konusundaki hassasiyetinizi öğrenmiştim ne yazık ki" diye konuştum sesimdeki imayla.

Kaşları çatıldı bu defa. Neyden bahsettiğimi anladığı an yüzü gevşedi ve bakışlarını kaçırıp tepsisine çevirdi. Dudaklarının ucundaki kıvrılmayı gördüm. Ancak bu defa alayla değil siniri bozulmuş gibiydi. Bunu başarmış olduğumu görmek sırıtmamı büyüttü.

Hep o mu sinir edecekti yani değil mi?

Yemek boyunca da bunun dışında bir sohbet geçmemişti aramızda. Ben konuşmazsam onun ağzını açacağı yoktu zaten. Benim de ne hikmetse sessiz günümdü bugün.

Aynen çok sessizdin.

O benden önce bitirdi yemeğini ve beni beklerken bir fincan kahve içti. Ara sıra üzerimdeki dikkatli bakışlarını hissettim. Bir kusurumu bir yanlışımı arar gibi hissediyordum böyle zamanlarda. Sonra bunun çok saçma olduğu kanısına varıyor ve bu düşüncemden vazgeçiyordum.

Bende yemeğimi bitirdikten sonra masadan kalktık. Arabaya doğru ilerlerken korumalar tekrar her iki tarafımıza geçerek bize eşlik etti.

Arabaya binmeden önce ona seslenip durmasını sağladım. Karşılıklı durduğumuzda gözlerine bakmak için uzun boyundan dolayı başımı geri attım. “Teşekkür ederim" dedim, dudaklarımı saran samimi gülümsememle.

"Teşekküre gerek yok," o bıyık altından gülme tabiriyle açıkladığım surat ifadesine büründü birden. "Misafirperver günüme denk geldin diyelim"

Gülümsemem çizgi halini alırken bilerek yaptığını biliyordum. Benim masada o güne atıfta bulunmam gibi o da şimdi bana aynısını yapıyordu.

Gıcık adam!

Ardında kaşları çatık bir ben bırakarak sürücü tarafına ilerledi ve arabaya bindi.

Misafirperver günündeymiş! İnsan yaptığı iyiliği yüze vurur mu? Misafirperverlik hakkında hiçbir fikri yoktu!

Biraz daha arkasından söylenmeye devam edersem beni burada bırakıp gidebileceğinden korkarak arabada söylenmeye devam ederim diyerek ön koltuktaki yerimi aldım.

Yapar mıydı böyle bir şey?

Ben beklerdim.

Ben kemerimi taktıktan sonra hemen arabayı çalıştırdı. Karnım doyunca mı ne uykum biraz olsun açılmıştı. Belki de sinirdendi değil mi?! Bunun için de teşekkür etse miydik Kaymakam Beyimize? Yandan tip bir bakış attım ama hiç oralı olmadı. Derin bir nefes alıp verdim.

Sakin ol Ezgi, boş ver.

Meydandan ayrılırken tekrar arabalarla dolu olan ana caddeye çıktık. Önümüzdeki koruma aracını aynı hızla takip etti bir süre. Araba sayısı gittikçe azalırken tanıdık yerler anımsamaya başladım. Kaymakamlığa yaklaşmış olmalıydık. İstemsizce yerimde kasıldım. Ellerimle oynamaya başlarken her şeyi bir kenara bırakıp annemlerle yapacağım konuşmayı düşündüm.

Beklediğim güzel haberleri...

Buradaki günlerimin kısa sürmesini sağlayacak kadar güzel haberleri...

Ve içimden dua ettim.

Bir an önce evime kavuşmam için mucizeler gerçekleşsin diye...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BÖLÜM SONU

 

Evet, oldukça uzun bir bölümdü. Neler düşünüyorsunuz? Yorum ve sorularınızı buraya alabilirim.

Yeni bölümde görüşmek üzere. Sevgiyle kalın, Allah'a emanet olun:)

Bölüm : 02.12.2024 23:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...