8. Bölüm

Bölüm 8 | Yeşil Bilezikler

Hatice
bayankimbilir

Selamlar!

Finaller biter bitmez kendimi Adana'ya attığımdan bölüm gecikti, üzgünüm. Evet, Ezgi'yi Adana'ya getiremeden kendim geldim:)

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, keyifli okumalar dilerim:)

 

 

 

8. BÖLÜM

 

 

YEŞİL BİLEZİKLER

 

 

 

 

"Belki bir gün rüyamda sen, kaybolduğun yerde benimle buluşursun?"

 

 

Ne tepki vereceğimi bilemeden Aastha ablanın yüzüne bakakalmıştım. Çünkü asla böyle bir cevap beklemiyordum.

Zaten öz kardeş değiller miydi?

Ne?

İçim burkuldu bu gerçekliği kavradığımda.

Kim üveydi?

Dudaklarımı dişledim, benim bir tahminim vardı aslında…

"Geeta?"

Gözlerimi kırpıştırarak Aastha ablanın yüzüne baktım. Ona cevap vermediğimi görünce koluma dokunup hafifçe yerimde sarstı beni.

"Geeta sana söylüyorum, duyuyor musun beni?"

Geeta mı?

"Kim?" diye bir soru döküldü sonunda dudaklarımdan.

Kaşları çatıldı usulca "Kim mi?"

Az daha Geeta kim diye soracaktım! Bana diyordu kadın tabii ki. Geeta bendim. Sesli bir iç geçirdim.

"Yani kim üvey olan diye sormak istemiştim" diye konuştum utana sıkıla.

Yüzü soldu tekrar ve gözlerini kaçırdı birkaç saniyeliğine "Akash"

"Ne?" Gözlerim büyüdü anında yine.

Ben Barun’un üvey olduğunu düşünmüştüm… Tutmuş olduğumu fark etmediğim nefesim usulca dudaklarımdan firar etti. Bunun sebebi Akash'a göre Çetan amcaya, annesine, Aisha'ya ve diğer aile üyelerine daha soğuk davranmasıydı.

"Belli ki Aisha sana anlatamamış" dedi Aastha abla ben başka bir şey söyleyemeyince. Gözlerinde derin bir hüzün vardı şimdi."Sümitra yenge yani Aisha ve Barun'un annesi. Gerçek ismini söyleyemiyorum, Saraslar da böyle seslenirmiş ona. O, kanserden dolayı hayatını kaybetmiş."

“Ne?”

İkinci bir şok dalgasıyla sarsıldı zihnim. Anneleri… vefat mı etmişti? O zaman… anneleri olarak düşündüğüm kadın kimdi?

Düğün gecesi Aisha'nın ağlayarak babası ve annesinin tanışma hikayelerini anlatışı geldi aklıma. Dizlerimde içli içli ağlarken ben bu ihtimali hiç düşünmemiştim. Kalbim acıyla kasıldı.

"Köfte ayran diye bir ikili vardır. Anneniz hiç bahsetmedi mi?"

Aklıma gelen anla yüzümü buruşturdum. Barun’un gözleri bu yüzden öyle donuk bakmıştı. Bildiğimi sanıyordu belki de. Sonrasında annesinin en güzel yaptığı yemeği sormuş konuyu uzatmıştım bir de. Of!

“Göğüs kanseriymiş. İki yıl hastanede kalmış. Saras, çok iyi bir kadın olduğundan bahseder hep” dedi dalgın sesiyle Aastha abla.

Böyle konuştuğuna göre epey bir zaman geçmiş olmalıydı üzerinden. Cevabından korka korka "Ne zaman vefat etmiş?" diye sordum kısık çıkan sesimle.

"Aisha on iki yaşlarında falanmış sanırım"

Ağzım üzgünce aralanırken gözlerim doldu. Daha çocukmuş resmen. Elbette bu durumda yaşın bir önemi yoktu ama çocukken anne baba kaybı yaşamak hayata bir sıfır yenik başlamaktı. Çok daha zordu.

"Çetan amca bir süre sonra da Ragini yengeyle yani Akash'ın annesiyle evlenmiş"

Çetan amca onu oğlum diye tanıtmıştı akşam yemeğinde. Eğer öz oğluysa ve Barun’dan büyük olduğuna göre… Aisha'nın annesi ölmeden önce Akash'ın annesiyle birlikte olmalıydı. Belli ki bu yüzden hemen sonra onunla evlenmişti… Böyle bir şeyi nasıl yapardı? Üstelik eşi hastayken?

Barun bu yüzden soğuktu ona. Akash'a, annesine... O gün yemekten bu yüzden mi kalkmıştı öfkeyle? Onu oğlu olarak tanıttığı için...

Kabullenmesi zordu hala öfkeli olması garip gelmedi bu yüzden. Bugün kaymakamlıkta Aisha ile olan tuhaf halleri geldi aklıma sonra. Aisha ile araları bozuktu. Ona da Akash'ı kabullendiği için mi kızgındı yoksa? İçim acıdı tekrar. Şimdi biraz daha iyi anlıyordum her şeyi.

Bu nasıl bir durumdu böyle?

"Anlayacağın onları benzetememen normal. Ama her ne kadar farklı karakterlere sahip olsalar da aslında ikisi de özünde iyi adamlardır."

Üzgünce ve hala öğrendiklerimin şokuyla kafamı sallayabildim sadece. Ne amaçla sordum neler öğrenmiştim gerçekten!

Aastha abla koluma dokundu "Barun anlatmaz zaten hiçbir şeyini kimseye. Aisha için de hala çok zor bir durum. Bundan bahsedememiştir sana da.” Dediğinde buna alınmadığımı belirterek kafamı iki yana salladım. Neye üzüleceğimi bilemiyordum.

Annesine mi, Barun’un sessizliğine mi yoksa Aisha’nın dizlerimde küçük bir kız çocuğu gibi ağlayışına mı?

Yavaşça yatağa bıraktım kendimi. Çetan amcaya kızmadan edemedim o an. Oysa içten demiştim bakışlarına. İşin garibi Aisha ondan bahsederken sesinde öfkeye dair kırıntı yoktu. Akash’a da abi diyordu zaten. Belki o kadına da anne… Babasını affetmiş olmalıydı.

Annesi gitmişti babasının gitmesini de istemedi belki de…

Babam için ağlarken onun gözlerinde kendi endişemin ve korkumun yansımasını görmüştüm. Bu yüzdendi… Beni bu kadar iyi anlamasının sebebi onun da ailesinden birini kaybetmekle yüzleşmiş olmasıydı.

Abim düştü aklıma. Ya bende onu kaybedersem…

Sol gözümden bir damla yaş akarken boğazıma oturan yumruyu hissettim. Şimdi burada olsaydı sıkı sıkı sarılmak isterdim ona. Yutkunmaya çalıştım. Sıcak bir el yanağımdaki yaşı sildiğinde zemine dalmış bakışlarım varlığını unuttuğum kadına döndü.

“Sıkma canını lütfen. Güzel şeyler düşünelim biz şimdi. Senin baban uyanmış bugün. Bunu düşünüyoruz ve güzel bir uyku çekmeye çalışıp dinleniyoruz tamam mı?” dedi hüzünlü bir gülümsemeyle. Yatakta yanıma oturmuş yönünü bana doğru dönmüştü.

Gülümsemeye çalıştım ama bu çok zordu “Tamam” dedim yine de.

Bakışlarında bana bunu şimdi söylediği için bir pişmanlık geçerken elini geri çekti. “Üzgünüm Geeta böyle güzel bir habere gölge düşürdüğüm için”

Yatağın üzerindeki elini tutarken “Hayır Aastha abla. Sorun yok. Dediğin gibi sadece babamı düşüneceğim, tamam” diye konuştum. En azından deneyecektim. Buruk bir şekilde tebessüm ettim.

Elimi sıkarken dudaklarını birbirine bastırdı. Ardından yerinden kalktı. “Yorgun olmalısın. Üzerini değiştir de uyu sende artık” diye konuştuktan sonra katladığı çamaşırları kucağına aldı ve dolaba doğru ilerledi “Bir şeye ihtiyacın olursa çocukların yanındaki oda bizim. Çekinmeden çalıp seslenebilirsin”

“Teşekkür ederim” dedim minnetle.

Uyumak istemiyordum. O sırada aklıma başka bir şey geldi. Duamı dilimden eksik etmezdim ama namaz için araya iş hayatı da girince düzenli devam etmesi zor oluyordu benim için. Elimden geldiğince kılmaya çalışırdım bende. Anneannem dindar bir kadındı. O başlatmıştı torunlarına da. Her aradığımda beni yoklar ‘Namazuni aksatmayisun kızum, aksatmayisun’ diye söylenirdi. Yanına gittiğimiz de ise aksatmak mümkün olmazdı zaten. Şimdi eminim gece gündüz kuran okuyup dua ediyordu babam ve abim için.

Derin bir iç geçirirken yapmam gerekene karar vermiştim. Namaz kılıp dua etmek istiyordum. Rabbime babamı bağışladığı için teşekkür etmeli ve abim içinde aynı şeyi istemeliydim.

Ancak şöyle bir sorunum vardı ki kıbleyi bilmiyordum. Acaba Aastha abla biliyor olabilir miydi?

"Aastha abla" seslenmemle birlikte elinde kalan son kıyafeti de yerine koyup bana doğru döndü "Ben aslında önce namaz kılmak istiyorum. Bizim ibadetlerimizden biridir namaz. Belki Aisha yapıyorsa görmüşsündür. Acaba sen kıblenin yani ibadetimi ne tarafa doğru yapacağımı biliyor musun?”

Kaşları çatıldı ve gözlerini kısa süreliğine odada gezdirdi "Aisha gündüzleri çok sık olmaz evde. Akşam da yapıyorsa ben hiç denk gelmedim sanırım. Şimdi seni yanlış bilgilendirmeyeyim. Ama Çetan amcama sorabilirsin. O yapar ibadetleri biliyorum"

Omuzlarım düştü. Onun hakkında öğrendiğim gerçekler geldi aklıma tekrar. Aisha’nın annesine aşıkmış. Öyle demişti Aisha. Onun için Türkçe öğrenmiş, onu görmek için Türkiye’ye gelmiş… Müslüman olmuştu. Belki onun ailesi istedi diye olmuştu ama hala ibadetlerini yapmaya devam etmesi bunu göstermiyordu. Kalpten inanarak olmuş olmalıydı. Zaten öyle olmasaydı Müslüman olmazdı.

"Saat geç oldu uyumuştur, rahatsız etmeyeyim ben" diye konuştum. Bir yandan onunla konuşmaya hazır hissetmiyordum kendimi şu an. Aslında biraz da ondandı bu kaçışım.

"Yok canım. Sen herkesin odasına çekildiğine bakma. Daha uyumaz kimse. Hele Çetan amca bu saatlerde hiç uyumaz" dedi, sesinden gülümsediği belliydi.

Dolabın kapağını kapattı ve bana döndü. Tahmin ettiğim gibi ince dudakları kıvrılmıştı. Çetan amca hakkında gerçekler tahmin ettiğim gibiyse diğer aile üyeleri de çoktan bu durumu kabullenmiş gözüküyordu.

Aastha abla Elbisesinin önünü düzelterek yanıma geldi. "Hadi gel o zaman sana odasını göstereyim”

İçimdeki çekingenliğime rağmen kabul ettim ve birlikte odadan çıktık. Bir aşağı kata indik. Buradaki salonu aşıp koridora ilerledik.

Koridordaki ilk kapının önünde durduğumuzda "Burası tatlım" dedi Aastha abla.

"Teşekkür ederim Aastha abla" dedim kafamı sallarken.

Koluma okşayarak gülümsedi. Gerginliğimi azaltmıştı bu hareketi. "Rica ederim. Bende çocuklara bir bakayım. Sana iyi geceler"

"İyi geceler."

Aastha abla yanımdan uzaklaştıktan sonra önüme döndüm ve kapıya baktım. Derin bir nefes alıp verip kapıyı tıklattım. Çok geçmeden adım sesleri yaklaştı ve kapı açıldı.

Çetan amca üzerindeki beyaz olan buranın pijamaları ile karşımda belirdi. Boyu Barun kadar olmasa da uzundu. Onu ilk gördüğümde de Barun’a benzetmiştim. Şimdi bu düşünce beni üzüyordu. Belki Barun’u da üzerdi.

Beni görünce başta kaşları havalandı ardından hafif tebessüm etti. "Buyur kızım, bir şey mı istedin?" diye sordu en sonunda. Bakışlarım sol elindeki tesbihe kaydı.

Tekrar yüzüne baktığımda "Rahatsız ediyorum kusura bakmayın" diye konuştum mahcup bir şekilde.

İçimdeki deli bir yan ona soru sormak için celallendi ama tuttum onu kollarından. Sırası değildi. Üstelik haddim değildi.

"Olur mu kızım öyle şey? Hem bende sizi bekliyordum aslında. Ancak sesinizi duymadım, geldiğinizden haberim yoktu” dedi ve gülümsedi içten bir şekilde. “Baban uyanmış, gözün aydın"

Gülümsemesine aynı şekilde karşılık vermeye çalıştım "Teşekkür ederim"

"Şimdi nasıl durumu? Abinde de hala bir değişiklik yokmuş sanırım?"

Bunları Barun mu söylemişti ona? Ne ara olmuştu peki bu?

"Babam iyi şükür, daha iyi de olacak. Abimin durumu da hala aynı evet. O da iyi olacak inşallah" dedim.

"İnşallah" bir şey hatırlamış gibi elini havada sallarken "Aisha'nın da sana selamı var bu arada. Onunla konuşmuştuk. Varmış Delhi’ye" dedi.

Omuzlarım düştü istemsizce "Aleykümselam"

Çok şaşırmamıştım aslında. Barun için üzülmüştüm yine. Gerçekten araları çok mu kötüydü?

"Sen ne için gelmiştin Geeta kızım?" Sorusuyla birlikte derin düşüncelerimden sıyrıldım ve tekrar yüzüne odaklandım.

"Şey… ben namaz kılacaktım da kıbleyi soracaktım size?" diye sordum en sonunda.

Koyu kahvelerindeki hüzün dalgalarını görmek beklenmedikti. Bakışları derinleşirken dudakları kıvrıldı. "Tabii göstereyim."

Elini kapı pervazından indirip odadan çıkıyordu ki aklına yine bir şey gelmiş gibi durdu. Bu sırada içerden başka bir ses gelmediğini fark ettim. Ragini Hanım uyumuş olmalıydı.

Zemine bakarken dalıp gitti bakışları birkaç saniyeliğine. Ardından beraber üst kata çıktık sessizce. Koridorun başında adımları duraksarken bende durup ona baktım "Beni biraz bekler misin Geeta, geliyorum" diye konuştu.

Kaşlarım hafifçe çatılsa da “Tabii” dedim hemen.

Arkasını döndü ve sol tarafa doğru ilerledi. Barun’un odasının yanından geçip bir sonraki odanın kapısını açtı. Orası kimin odasıydı?

Çetan amca bir beş dakika sonra odadan geri çıktı. Elinde bir şeyler tuttuğunu gördüm ama tam olarak ne olduklarını göremedim. Kapıyı kilitlediğini duydum. Yanıma gelip karşıma dikildiğinde sağ elinde durup göğsüne bastırdığı şeyin kavuniçi renginde bir seccade olduğunu gördüm. Şaşkın bakışlarımı görünce dudaklarını buruk bir tebessüm sardı.

Gözlerini seccadeden çekmezken onu bana doğru uzattı. Seccadenin üzerindeki beyaz namaz baş örtüsünü o zaman gördüm. Ellerim uzanıp onları elinden alırken ellerinin titrediğini fark ettim. Kaşlarım çatıldı hafifçe. Onları elime alır almaz ise burnuma çok hoş bir koku geldi.

Bir dakika! Yoksa bunlar…?

"Bunlar-"

"Rahmetli eşimin." diyerek böldü cümlemi.

Üzerime bir ağırlık çöktü. Üzerime değil kalbime… Ellerimdeki kumaşlar tonlarca ağırlığa ulaştı sanki. Yutkundum.

Bakışlarım elindeki alyansa kaydı. Hala takıyordu. Madem bu kadar seviyordu onu, neden başka bir kadınla birlikte olmuştu? Mutlaka başka şeyler olmalıydı. Böyle olmuş olamazdı. O zaman gözleri böyle derin bir hüzünle bakmazdı değil mi?

“Allah rahmet eylesin” dedim üzgünce. Gözlerimi kaçırdım daha sonra. Yapamadım. Altında kalacakmış gibi hissettim bakışlarında gördüğüm duyguların.

“Sağ ol kızım” dedi pürüzlü sesiyle. “Namaz kıldığın yerin ve kıyafetlerinin temiz olmalı, gerekirse ayrı eşyalar kullanmalısın diye öğretmişti bana. Birbirimize hediye almıştık bunları da Umreden sonra”

Sesindeki özlem canımı acıttı. Birlikte Umre ’ye gitmişlerdi… Ne kadar güzeldi. Parmaklarımla elimdekileri sıktım istemsizce. “Çok teşekkür ederim bu ince düşünceniz için ama ben bunları kullanamam. Özel eşyalar sonuçta, doğru olmaz. Ben hallederim bir şekilde”

"Evet, bu eşyalar benim için çok önemli ancak benim onlara iyi bakacağından kuşkum yok. Emanet gibi düşün.” dediğinde zar zor bakışlarımı yüzüne çıkardım. Onun da yutkunduğunu gördüm. Koyu kahve gözleri parlayan hüznünü saklamıyordu. Onların aksine dudakları tebessüm ediyordu. “Onun da benimle aynı fikirde olup mutlu olacağından eminim buna. Buradan gidene kadar sana emanetler"

"Ama-" diyerek tekrar itiraz etmeye yeltenmiştim ki yine buna izin vermedi.

"Hadi gel kıbleyi gösterelim sana da daha fazla geciktirme namazını" diyerek önden Aisha’nın odasına doğru yürümeye başladı.

Elimde kalan eşyalara baktım. Bana olan güveni içimi burktu. Kıbleyi sorduğumda gözlerinde gördüğüm bakış ona eşini hatırlattığım için miydi yoksa?

İçimi saran hüzünle derin bir iç geçirdim. Ardından dönüp onu takip ettim. Aisha'nın odasına geldikten sonra Çetan amca kıbleyi gösterdi. Buradaki namaz saatlerini de söylemişti. Ona tekrar seccade ve başörtünün gerekli olmadığını söyledim ancak beni dinlemedi. Namaz kılmam için yanımdan ayrıldı daha sonra da.

Omuzlarım düştü. Ona inanıp emanet gibi düşünmeye karar verdim. Aisha gelince bir de onunla konuşur olmazsa geri verirdim.

Banyoya girip abdestimi aldım. Aisha'nın dolabını çok karıştırmadan uygun bir şeyler aradım ama bulamadım. Bende boyu uzun ve kolları uzun elbiselerinden birini alıp giydim. Ardından içime çok sinmese de beyaz başörtüyü özenle başıma bağladım. Seccadeyi de pencereye doğru çapraz şekilde serdikten sonra namazımı kılmaya başladım.

Namaz, zikir ve dua faslı bittikten sonra seccadeyi ve başörtüyü özenle katlayıp makyaj masasının önündeki küçük koltuğun üzerine koydum. Üzerimdeki elbiseyi de çıkarıp beyaz şalvarlı kıyafetlerimi giydim. Yatağın her iki yanındaki abajurları yaktıktan sonra ışığı kapattım ve yavaşça yatağa girdim.

Tavanla bakıştım yine bir süre. Tek başına başkasının yatağında yatmakta ayrı bir tuhaf hissettiriyormuş. Tavanı izlemeye devam ederken öğrendiklerimi sindirmeye çalışıyordum hala.

Aisha'ya sormak istediğim o kadar çok şey vardı ki... Acaba ne zaman dönerdi? Onun yattığı tarafa doğru döndüm derin bir nefes alıp verirken. Barun’a bu akşam yemekte saçmaladıklarım geldi aklıma yine. Muhtemelen benim gerçeği bilmediğimi anlamış olmalıydı ama bozuntuya vermemişti. İstemeden de olsa onu üzmüştüm. Yarın ilk işim ondan özür dilemek olmalıydı.

Yatakta dönüp durdum ama uyuyamadım. Abimin de iyi olacağını düşünmeye çalışıp içimi rahatlatmaya çalıştım. Uyumam gerekiyordu.

 

 

*********

 

Alarm sesiyle irkildim. Acıyan gözlerimi kırpıştırırken sola doğru dönüp şifonyerin üzerindeki çalar saati kapattım. Sabah namazı için kurmuştum. Bir saat kadar sonra da kaymakamlığa giderdik zaten. Uyuşuk adımlarla yataktan çıkıp direkt banyoya doğru ilerledim. Biraz ayılmak için yüzüme birkaç kere su vurdum. Ardından abdest aldım. Tekrar odaya döndüğümde boş boş odada gezindi gözlerim.

Dünden kalan bir burukluk vardı hala içimde. O sırada makyaj masasının önündeki koltuğa bıraktığım eşyalar gözüme çarptı. Oraya doğru ilerledim. Beyaz başörtüyü elime aldım dikkatli bir şekilde. Sanki dokunsam bile başına bir şey gelecekmiş gibiydi. Hoş kokusu doldu burnuma. Kendimi alamayarak hafifçe burnuma yaklaştırdım örtüyü.

Nasıl hala böyle kokabiliyordu?

Anne sıcaklığı gibi...

Dolan gözlerimi kırpıştırdım. Ağlamayacaktım. Derin bir nefes alıp verip aynaya bakarak başörtüyü başıma bağladım. En az onun kadar aynı hissiyatı veren seccadeyi de alıp kıbleye gelecek şekilde serdim ve niyet ederek namazımı kılmaya başladım.

Duamı ederken bu aileden sonra duamdaki yeni misafirim bu eşyaların sahibi olmuştu.

Ayaklanıp seccadeyi topladım ve yatağa doğru dönerken özenle katlamaya başladım. Bu sırada kapı hafif bir şekilde tıklatıldı. Adımlarım kapıya ilerlerken bu saatte kimin geleceğini düşünüyordum. Kapıyı araladım. Karşımda gördüğüm kişiyle ellerimin arasındaki seccade düşecek gibi oldu.

Barun’du gelen. Henüz saatin gelmesine varken neden gelmiş olduğunu düşündüm. Bakışları başımdaki örtüye değerken kaşları hafifçe çatıldı. İçimde bir korku belirdi o an.

Annesinin eşyalarıydı sonuçta, ondan da izin almam gerekiyordu değil mi?

Kapıyı tamamen açıp karşısında durduğumda gözleri kucağımdaki seccadede kaldı kısa bir süre. Yutkunduğunu gördüm.

Sağ eli havaya kalkıp kucağımdaki örtüye dokundu “Bunları,” gözleri gözlerime çıktığında kahvelerinde hüznün yanında öfke parıltıları vardı. "Babam mı verdi sana?"

Bunu sormasını beklemiyordum. Daha çok kızıp bağıracak sandım ama aksine ruhsuz ve sakin bir ses tonuyla konuşmuştu.

Fırtına öncesi sessizlik...

Sessizliğim ona bir ‘evet’ olmuşken omuzları dikleşti anında ve yüzündeki ifade tamamen öfkeye dönüştü. Bana arkasını dönerken merdivenlere doğru ilerlemeye başladı. Babasının yanına gidiyor olduğunu düşünüp panikle odadan çıkıp adımlarına yetiştim ve önüne geçtim.

“Kaymakam Bey, biraz sakin olur musunuz?” dedim ellerimi önünde kaldırarak.

Durup gözlerime baktı. “Çekil, onun yanına gitmiyorum” dedi sadece. Neyden korktuğumu anlamıştı. Gözlerindeki öfkeye rağmen ruhsuzdu sesi. Bu yüzden inanmak istedim ona.

“Barun” arkamdan gelen Çetan amcanın sesiyle bakışlarımız oraya döndü.

Kaşları hafifçe çatılmıştı. Gözlerini bana çevirdiğinde bir an bocalar gibi oldu. Bu başımdaki örtüyü hatırlatmıştı tekrar bana. Onun pijamaları vardı hala üzerinde. Muhtemelen o da namaza kalkmıştı.

Buraya neden gelmişti şimdi, sırası mıydı?

Beni namaza kaldırmak içi gelmişti muhtemelen…

Bakışlarım Barun’a döndüğünde önünden çekilmedim. Kaşları iyice çatılmış ve öfkesinin sahibine dikmişti koyu kahvelerini. Yanımdan geçti ve ona doğru ilerlemeye başladı. İçimde nükseden korkuyla harekete ettim ve peşinden gittim bende.

Ancak o öfkeli adımlarla Çetan amcanın da yanından geçti. Şaşırdığımdan bir an duraksar gibi oldum. Kendimi açıklama isteğiyle attım bu defa adımlarımı arkasından. Buna gerek kalmadan Çetan amca tekrar seslendi ona.

Şu an değildi Çetan amca ya! Adam öfkeden kasılıyor görmüyor musun?

Barun yerinde durdu ve sesli bir soluk bıraktı. Ardından aynı hızla arkasını dönüp yanımdan geçti ve babasının önüne geri adımladı. O kısa andan bile gözlerindeki öfke ateşini görmüştüm. Zaten öyle ki beni bile görmemişti gözleri… Yutkunurken bakışlarım onlara döndü ama yerimden hareket edemedim. Çetan amcanın kederle parlayan yüzünü görürken onun gittikçe gerilen sırtını görüyordum sadece.

“Hiç şaşırtmıyorsun beni gerçekten” diye konuştu Barun öfkesini dizginleyen alayla. Sesi o kadar soğuktu ki… Düğün günü halasının eski eşiyle konuştuğu ses tonundaydı.

Çetan amca sıkıntıyla bir nefes bıraktı “Dinle oğlum-”

“Yeni yalanlarını mı dinleyeceğim? Neyi dinleyeceğim?!”

Yerimde irkildim korkuyla. Daha fazla tutamamış gibi öfkeli sesi evin içinde yankılanmıştı. Kaşlarım merakla çatıldı.

Ne yalanından bahsediyordu?

“Yalan değil, ben öyle uygun gördüm. Onlar bana emanet, bende nasıl istersem öyle saklarım” diye konuştu Çetan amca.

Yüzü aynı soğukkanlılıkla dursa da gözlerinde birçok duygu vardı şimdi. Pişmanlık gibi… Neyden pişmandı? Bana bu eşyaları vermesiyle alakalı gözükmüyordu. Başka bir şeyler vardı.

Birtakım kapı kapanma sesleri duyduğumda ev halkını uyandırmış olduğumuzu düşündüm.

Barun ona doğru bir adım atarken ellerinin iki yanında yumruk olduğunu gördüm. “Emanet öyle mi?!” ağzından öfkeli bir ses çıktı. Elini saçlarına attı sonra sinirle.

Ne yapacağımı bilemez bir şekilde ikisini izlerken yanımdan hızlı adımlarla biri geçti. Akash’ı görmem içimin biraz daha rahatlamasına sebep olmuştu. O bir şeyler yapabilirdi. Onun arkasından Ragini Hanım da geçti yanımdan. Karşı koridordan da şaşkın bakışlar ile Saras abi ve Aastha ablanın bize doğru adımladıklarını gördüm.

“Sen daha annemin sevgisine sahip çıkamamışsın neyin emanetinden bahsediyorsun?” Barun dişlerinin arasından konuşmaya devam ettiğinde Çetan amcanın da kaşları çatıldı bu defa. Öfkelenmişti.

İşaret parmağını kaldırıp ona doğru sallarken “Haddini aşma Barun!” diye bağırdı.

“Gerçekler acıtıyor değil mi Çetan Khan?”

Gözlerimin dolduğunu hissettim. Bu tartışma çok kötü yerlere gidiyordu. Bir şeyler yapmak istedim ama tartışmanın fitilini ateşleyen benmişim gibi hissettiğimden kendimi kötü hissetmekten başka hiçbir şey yapamadım. Omuzlarım daha çok çöktü. Başımdaki örtünün saçlarımdan kaydığını hissettim. En başından bu eşyaları kabul etmemeliydim.

Akash’ın bakışları kısa bir an bana değdi. Ardından onlara yaklaşıp Barun’un koluna dokunurken “Barun, sakin ol biraz. Öyle konuşalım” diye konuştu. Olayın benimle ilgili olduğunu düşünüyor olmalı ki İngilizce konuşmuştu onunla.

Barun’un öfkeli bakışları ona dönerken kolunu sertçe elinden kurtardı “Sen karışma!”

Ragini Hanım Akash’ı ondan korumak ister gibi aralarına girdi birden. Hintçe konuşarak bir şeyler söyledi. Gözlerindeki endişe kaşlarımı daha çok çatmama sebep oldu. Neyden korkuyordu?

Barun aynı hiddetli ses tonuyla cevap verdi ona. Ragini Hanım öfkelenerek sesini yükseltip tekrar konuştu. Çetan amcanın öfkeli ifadesinin dağıldığını gördüm bunun üzerine.

Biri altyazı geçse çok güzel olurdu aslında.

Barun ona cevap verdiğinde ne söylediyse ucu Akash’a dokunmuş olmalı ki Akash da gerilmiş ve kaşlarını çatmıştı. Annesinin arkasından çıkıp onunla yüz yüze gelmek istedi ama annesi önünden çekilmedi.

Çetan amca Barun’un kolunu tutup kendisine çevirdi “Sana yeter dedim!”

“Durma tabii savun sende oğlunu” dedi Barun. ‘Oğul’ kelimesine yaptığı baskıyı hissetmemek mümkün değildi.

İçim burkuldu. Araları tahmin ettiğimden de kötüydü. Sol gözümden yanağıma süzülen yaşı hissettim.

Ragini Hanım kızgın sesiyle tekrar bir şeyler söylediğinde ikisi de ona baktı. Bu sırada arkamdan gelen seslerle bakışlarımı oraya çevirdim. Kalindi Hanım çatmış olduğu kaşlarıyla bize doğru geliyordu. Merdivenlerin başında da King ve babası Barat amcayı gördüm.

Tekrar önüme döndüğümde Ragini Hanım’ın söyledikleri karşısında Barun’un omuzlarının düştüğüne şahit oldum. Çetan amca bu sefer öfkeyle Ragini Hanım’a seslendi. Kötü bir şey demişti… Ne konuştuklarını deli gibi merak ettim.

Barun babasını umursamayıp Ragini Hanım’a cevap verdiğinde sesinde öfkeden eser yoktu artık. Sesindeki durgunluk kırıldığı için miydi? Bu ihtimalle içime bir sıkıntı çöktü.

Kalindi Hanım araya girdiğinde Barun iki adım geriledi. Ragini Hanım Kalindi Hanım’a bir şeyler söylerken Barun onları umursamayıp arkasına döndü birden. Göz göze geldik. Kısa bir an koyu kahvelerinde hüzün ve kırgınlık gördüm. Bana bakarken yerinde duraksar gibi oldu. Bu sırada Çetan amca ona seslendi ama bakmadı. Bakışları saçlarımın üzerindeki örtüye değdiğinde yutkunduğunu gördüm. Ardından gözlerini kaçırdı ve tekrar hareket edip yanımdan geçip gitti.

Onu takip eden gözlerim tekrar önüme döndüğünde koluma birinin değdiğini hissettim ama bir tepki veremedim. Çetan amca ile konuşan Kalindi Hanım’ı izlerken Akash'ın üzerimdeki gözleriyle karşılaştım. Omzuma düşen örtüye bakarken kaşları çatılmıştı.

"Geeta" Aastha abla sitemle söylenirken kolumdan tutup beni kendisine bakmamı sağladı. "İyi misin sen? Neler oluyor?"

Hemen arkasında aynı meraklı bakışlarla Saras abi vardı. Diğer yanında ise King duruyordu. Koluma ilk dokunan o olmalıydı. Bakışlarım arkama onun gittiği yöne döndü. Kapı kapanma sesi gelmemişti. Odasına gitmemişti o halde. Merdivenlerde de olmadığına göre terasa çıkmış olmalıydı. İçimde peşinden gitme isteği belirdi.

"Geeta?"

Konuşan King'e döndü bakışlarım. Konuşmaların hepsine şahit olmamışlardı anlaşılan. Yoksa onun peşinden giderlerdi değil mi?

"İyiyim” diyebildim sadece.

Yanlarından ayrılmak için bir adım attım ancak Aastha abla tekrar kolumu tuttu "Nereye?"

"Gitmem gerek"

Bir şeyler ağır geliyordu. Kendimi hiç olmadığım kadar kötü hissediyordum. Ya Kalindi Hanım gelmeseydi ve bu tartışma daha kötü yerlere gitseydi? Aklımda bir sürü senaryo dönüyordu ama sonuç değişmiyordu. Barun kırılmıştı. Görmüştüm.

Bu düşünceyle sıkıntılı bir nefes bırakıp onların yanından ayrıldım. Kalindi Hanım ve Çetan amcalar hala konuşmaya devam ediyordu. Onlardan uzak noktadan duvarın dibinden geçiyordum ki Akash ismimi seslendi.

Durup ona baktığımda mavileri yüzümde gezindi. Gözlerinin içinin kıpkırmızıydı. İyi uyuyamamış gibiydi. Şimdi fark ediyordum da diğerlerinin aksine onun üzerinde pijamaları değil mürdüm rengi bir kazak ve koyu gri bir pantolon vardı.

“İyi misin?” diye sordu.

Benim değil Barun’un bu ilgiye ihtiyacı vardı şu an. Ancak hiç kimse onun ardından gitme girişiminde bulunmuyordu.

“İyiyim” dedim. Sesimin mesafeli çıkmasına engel olamamıştım. Bu kaşlarının hafifçe çatılmasına sebep oldu. Bir şey sormasına fırsat vermeyip başımı eğdim ve Aisha’nın odasına ilerlemeye devam ettim.

Sinirim Ragini Hanım ve Çetan amcayaydı aslında. Ragini Hanım eğer onu annesiyle vurduysa ona olan tüm saygımı yitirebilirdi. Akash’ın bunda bir suçu yoktu. Biliyordum. Yine de az önce engel olamamıştım kendime. Tek düşündüğüm Barun’un şu an nasıl hissettiği ve ne düşündüğüydü.

Eğer Aisha bu tartışmaya şahit olsaydı çok üzülürdü. İçim daha çok burkuldu bunu düşününce. İyi ki burada değildi.

Odaya girdikten sonra elimdeki seccadeyi tekli koltuğun üzerine bıraktım. Omzumdaki örtüyü de alıp bir güzel katladım. Onu da seccadenin üzerine koyarken önümde sadece onun koyu kahverengi kırgın bakan gözleri vardı.

Tekrar odadan çıktığımda herkesin dağılmış olduğunu gördüm. Sesleri aşağıdan geliyordu. Adımlarımı bu katın açıklığına ilerlettim. Üst katın merdivenlerini tırmanırken gerginlikten terleyen avuç içlerimi elbiseme sildim. Sakin ol Ezgi.

Terasın demir kapısının önüne açık durması için büyük saksılardan biri koyulmuştu. İçeriye girdiğimde rüzgâr saçlarımı uçurdu anında.

Ve işte o tahmin ettiğim gibi, buradaydı.

Sırtı kapıya dönüktü bu yüzden benim geldiğimi fark etmemişti. İki eli de cebinde karşısındaki manzaraya bakıyordu. Yanına doğru ilerlemek için bir adım atacağım sırada onunla konuşmak için uygun bir zaman olup olmadığını düşündüm. Yalnız kalmak istiyor olabilirdi. Geri döndüm ancak yine duraksadım. Ben olsam biriyle konuşmak isterdim. İnsan içindekileri anlatınca yükü hafiflerdi. Tekrar fikrimi değiştirmiş ona doğru dönmüştüm ki bu kişinin Barun olduğu geldi aklıma. Ben öyle isterdim de kapalı kutu bir insan konuşmak ister miydi?

"Ne zor karar veriyorsun Ezgi?"

Aniden konuşmasıyla korkudan yerimde sıçradım. Baş parmağımı damağıma vurdum reflekssen. Sesi öfkeden uzak durgundu yine. Bu ses tonundan hoşlanmıyordum artık.

Yönünü bana dönerken balkonun duvarına yaslandı. Benim olduğumu anlamasına mı şaşırayım yoksa bana gerçek ismimle seslenmesine mi karar veremedim o an.

Sol kolumu okşarken "Şey ben... Rahatsız ettiysem özür dilerim. Yalnız kalmak istiyorsanız sonra konuşabiliriz?" dedim. Ben yüzüne doğru düzgün bakamazken onun gözlerini üzerimde hissediyordum.

"Hayır, gel" dedi aynı sakin sesiyle. Öfkesinin bu kadar çabuk durulmasına şaşırmadan da edememiştim.

Bunu söylemesini bekliyormuşum gibi adımlarım yanına ilerledi hemen. O duruşunu bozmazken bende yanında ona bakacak şekilde durdum.

"Kaymakamlığa ne zaman gideceğimizi merak ed-"

"Hayır, konu ben değilim," lafını bölüp bir cesaretle yüzüne baktığımda kaşlarının hafifçe çatıldığını gördüm "Sizsiniz"

"Anlamadım?"

Omuzlarımı dikleştirirken gözlerine baktım doğrudan “Siz iyi misiniz?” diye sordum.

Yüzündeki ifade dağıldı birden. Kaşları normal haline dönerken gözlerinden böyle bir soru beklemediğini gördüm. Ademelması hareket etti. “İyiyim” dedi sonra sadece.

Buna gerçekten inanmak istedim.

Ellerimi önümde kavuşturup parmaklarımla oynarken “Ben özür dilerim Kaymakam Bey. Başta dün akşam için. Ben gerçekten bilmiyordum annenizin vefat ettiğini” diye konuşmaya devam ettim.

Gözlerini kaçırdı anında. Omuzları dikleşmişti. “Anlamıştım zaten. Bana bir özür borçlu değilsin”

“Borçluyum. İstemeden de olsa üzdüm sizi biliyorum. Bu konuşmayı yapmazsam içim asla rahat etmez, bu yüzden buradayım”

Koyu kahveleri yüzüme döndü tekrar. Ne hissettiğini çözemedim bakışlarından yine. Ancak duruşu ve havası üzgün gibiydi. “Sorun değil”

Bu defa ben bakışlarımı oynadığım ellerime çevirip göz temasımızı kestim "Dün eve geldikten sonra Aastha abla ile konuşurken öğrendim gerçeği. Başınız sağ olsun”

“Sağ ol” dediğini duydum.

Bir süre sessiz kaldık. Ne ben hareket ettim ne de o. Az önceki olayı açmak istiyordum ama yine öfkelenmesine sebep olup başka bir tartışmaya daha sebep olmak istemiyordum. Bakışlarım yüzüne çıktı. Onun gözleri zeminde düşüncelere dalmış gözüküyordu. En sonunda sakin duruşuna güvenip dudaklarımı araladım tekrar.

“Ben dün akşam namaz kılmak isteyip Çetan amcadan kıbleyi göstermesini istemiştim. O da bana yardımcı olurken kullanmam için annenizin eşyalarını verdi. Başta karşı çıkmıştım ama ısrar edince almak durumunda kaldım. Size de sormam gerekiyordu, özür dilerim gerçekten”

“Ezgi,” derken sıkıntılı bir nefes bıraktı “Bana bir özür borçlu olmadığını söylemiştim. Böyle yaparak kendimi daha kötü hissettiriyorsun, yapma”

Böyle açık konuşmasını beklemediğim için şaşırdım bir anlığına. “Ben… sadece kendimi açıklamak istedim. Yanlış anlaşılmak istemem” dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.

Anladığını belirtircesine kafasını hafifçe eğerken derin bir nefes alıp verdi. Gözlerime baktığında omuzlarının dik durmayı bırakıp düştüğünü gördüm “Konu babamın eşyaları sana vermesi ya da senin onları kullanman değildi. Ben onları sende görene kadar kayıp olduklarını sanıyordum” dedi kuru bir sesle.

“Nasıl yani?” dedim kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken.

Bunları anlatmak sinirini bozuyormuş gibi eliyle çenesini sıvazladı “Babam hastanede kaybolduklarını söylemişti çünkü” diye devam etti açıklamasına.

Ne?

“Yeni yalanlarını mı dinleyeceğim? Neyi dinleyeceğim?!”

Bu yüzden öfkeliydi aslında ona. Çetan amca neden böyle bir yalan söylemişti ona?

“Ne kadarını öğrendin bilmiyorum. Annem… hastaydı benim, kanser” dedi daha yumuşak bir ses tonuyla. Bakışlarını kaçırmamak için direndiğini gördüm. O da bunları bildiğimi anladı bakışlarımdan. “Tedavisi için hastaneye yattığında babam annemle kalırken Aisha ve ben bu eve geldik. Daha önce kendi evimizde yaşıyorduk”

Kendi evleri varmış…

İkisi de çocuktu. Yalnız kalmamaları için Çetan amca onları buraya getirmiş olmalıydı. Hem okula gidiyor olmalılardı. Onlar için ne kadar zor bir süreç olduğunu tahmin edebiliyordum. Bir anda tüm düzenleri alt üst olmuştu. İçim burkuldu.

Gözlerini kaçırdı sonunda. “Annemin özel eşyalarının çoğu yanındaydı. Götüremeyeceği şeyler ise evimizde kalmıştı.” Yutkunduğunu gördüm. “Vefat ettikten sonra babam ortalıkta gözükmedi bir süre. Bende Aisha ile kaldım. Eşyaları çok sonra aklıma geldi. Babama sorduğumda ise sahip çıkmadığımız için hastanede kaybolduklarını söylemişti.”

Belki öyleydi ve o da sonra bulmuştu onları? Ancak yine de bulduktan sonra ona söylemesi gerekmez miydi?

“Neden saklasın ki onları sizden?” diye sordum. Onun bir tahmini vardı belki de?

Koyu kahveleri gözlerime çıktı usulca. Dudağının kenarı hafifçe kıvrılır gibi olduğunda bu gülüş ne alay ne de keyiftendi bu defa. Hüzünlü ve buruktu. “Öyle uygun görmüş. Beni pek sevdiği söylenemez hem. Muhtemelen alıp ona vermeyeceğimden korktu”

Kaşlarım üzgünce çatıldı bu defa. Sessiz kaldım. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Çetan amcanın ondan nefret ettiğine dair bir şey görmemiştim. Aisha ve Akash’a nasıl davranıyorsa ona da öyle yaklaşıyordu. Aksine Barun ondan uzak ve öfke dolu duruyordu. Bunun için onu suçlamıyordum çünkü eğer Ragini Hanım olayı tahmin ettiğim gibiyse bu durumda olmaları normaldi.

“Sen neden ağladın?” diye sordu birden. Sesinde gerçek bir merak vardı.

“Ağlamadım” dedim bende hemen. Bunu nasıl fark etmişti?

Kaşları havalandı itiraz etmeme. Yerinde dikleştiğinde gözleri yüzümde dolandı "Benim yüzümden mi?"

Gözlerimi kaçırdım. Aklıma dünkü olayın geldiğini ve kendimi tekrar suçlu hissettiğimi nasıl söyleyebilirdim ki?

"Ezgi?" diye seslendiğinde pes etmeyeceğini anladım.

“Kısmen” Omuzlarım düşerken yüzüne baktım. "Babanız ile aranızın kötü olmasına üzüldüm biraz. Bir de… Kendimi kötü hissettim sadece. Bu olay dünkü odaya bakma girişimimi ve sizin söylediklerinizi hatırlattı bana. Suçlu hissettim yine. Siz haklıydınız izinsiz öyle bir şeye girişmemeliydim, sizi suçlamıyorum bu yüzden. Şimdi yine misafir olduğumu unuttuğuma dair bir nutuk çekeceksiniz diye düşünmüştüm." diye konuştum utana sıkıla.

O anlamlı bakışlarından bunu beklemediğini çıkarabildim sadece. “Madem haklı olduğumu savunuyorsun neden öyle baktın dün? Şimdi de ağlıyorsun? Kırıldığın nokta ne?” dedi buna anlam veremiyormuş gibiydi sesi.

Ona yine tamamen açık olmayı tercih ettim. “Bazen… Bakışlarınız buraya ait olmadığımı haykırıyor gibi. Bunun farkındayım zaten ama bir başkasının gözlerinde görmek kötü hissettiriyor. Yalnız hissediyorum… Benim korktuğum bir duygudur bu” Bakışları derinleşirken yutkunduğunu gördüm “Sizi bunun için suçlayamam. Ben biraz fazla alınganım, bunu dert etmeyin bu yüzden”

Hafifçe kaşları çatıldı. Kafasını iki yana salladı sonra yavaşça “Sana böyle hissettirebileceğimi tahmin edemedim, üzgünüm” diye konuştu içten bir şekilde.

“Yanlış olan bir şey yok ki?” dedim gülümsemeye çalışarak.

Onun ise yüzündeki ifade değişmezken gözlerine sislenen hüznün arttığını gördüm. Gözleri duygularını sakladığı perdenin ardında daha fazla duramıyor gibiydi şu an.

Bunu fark etmiş gibi başını sağa doğru çevirirken ileri doğru baktı. “İnan bana eğer bu evde yabancının kim olduğu tartışmasına girersek bana karşı kazanabileceğini sanmıyorum” dedi tane tane. Onun yan profiline bakmaya devam ederken kaşlarım mümkünmüş gibi daha çok çatıldı. Neden böyle söylüyordu? Sesli bir nefes alıp verirken gözleri bana döndü “En azından az önce yaşananlar için kendini kötü hissetmekten vazgeç bu yüzden”

Gözlerimdeki soru işaretlerini gördü ama sessiz kaldı. Bunun hakkında konuşmak istemiyor gibiydi. Benim de iyice kafam karışmıştı zaten. Üstüne bu hali canımı sıkmıştı.

"Yine de eşyaları babanıza geri vermek en doğrusu olacak sanırım" dedim aramızdaki bu garip sessizliği bozarak.

"Hayır, verme"

"Size mi vereyim?" diye sordum.

İsterse verirdim. Bu yanlıştı biliyordum. Sonuçta ben onları Çetan amcadan almıştım. Bana güvenmişti. Ancak onları oğlundan saklaması beni de sinirlendirmişti. Sebebini bilmiyor olmak gerçeği değiştirmiyordu. Durum böyleyken o eşyaları Barun’a vermenin hiçbir yanlış tarafının olduğunu düşünmüyordum.

"Hayır, sende kalsın. Kullanabilirsin” dedi onun için de sorun olmayacağını belirterek.

Ne diyeceğimi bilemedim yine. Teşekkür edercesine kafamı eğdim hafifçe. Bu sırada arkamdan adım sesleri geldi. Onun bakışları da sesin sahibine dönerken bende dönüp oraya baktım.

Kalindi Hanım’dı gelen. Yanımıza doğru adımlarken Barun’a bir şeyler söyledi. Gözleri bana döndüğünde buradan gitmem gerektiğini anladım.

Her ne kadar evinde kalmamı kabullense de hala burada olmamdan memnun değil gibiydi. Onu rahatsız edecek başka bir şey mi yapmıştım acaba? Neden bakışları bana karşı bu kadar kötüydü?

Önüme dönüp ufak ufak geri adımlamaya başlarken Barun’a baktım "Ben gideyim"

Onun bir şey söylemesine kalmadan sırtımı dönüp onları yalnız bıraktım ve hızlı adımlarla terası terk ettim. Tekrar üçüncü kata indim. Her ne kadar biraz olsun içim rahatlamış olsa da moralim çok bozulmuştu. Kaymakamlığa ne zaman gideceğimizi bilmediğim için Barun çağırana kadar odada beklemeye karar verdim.

"Geeta abla"

Odaya gireceğim sırada bir çocuk sesiyle bakışlarım o tarafa döndü. Mina, göz göze gelmemizle ellerini heyecanla iki yana salladı. Koridora göz attığımda ikimizden başka kimsenin olmadığını gördüm. Geeta bendim. Bana seslenmişti tabii ki.

Bozuntuya vermeyip bende gülümserken ona el salladım. Bunun üzerine sekerek yanıma kadar geldi. Üzerinde etek gömlek şeklinde okul formasına benzer bir kıyafet vardı. Saçlarını tek örgü yapmış, kırmızı renkte üzerinde sarı kelebekler olan bir taç takmıştı.

"Bizimle oyun oynar mısın?" dedi önümde durduğunda. Çevirmesi biraz zor olsa da oyunlarına beni davet ettiğini anlamıştım.

Yüzümde anında bir gülümseme oluştu. Onunla aynı boya gelmek için eğilirken burnuna bir fiske attım "Siz okula gitmiyor musunuz?" diye sordum tane tane. Umarım o da benim ne söylediğimi anlayabilirdi.

"Bugün erken kalktık. Daha kahvaltı yapmadık bile. Yani oyun oynayabiliriz" ellerini önde birleştirip tatlı tatlı sırıttı. Gel de hayır de yani.

Yerimde doğrulurken "Pekâlâ oynayalım" dedim. Gülümsemesi genişledi ve birden elimden tutup beni odalarına ilerletmeye başladı.

Evet, Ezgi odada bekleyecektin aynen.

Ne yapabilirim? Benim kararlılık seviyesi de bu kadar işte…

Odaya girdiğimizde Manu duvardaki dart tahtasına ok atıyordu. Beni görünce yüzü asılırken kollarını indirdi. Mina'ya bakıp Hintçe bir şeyler söyledi. Mina'nın kaşları çatılırken ona karşılık verdi hemen. Onlar kendi aralarında konuşurken daha önceki tatsız karşılaşmamızda incelemeye fırsatım olmayan odada gözlerimi gezdirdim.

En az Aisha'nın odası kadar büyük bir odaydı. Hemen kapının karşısındaki duvarda büyük bir pencere vardı. Sağında pembe renginden ayırt ettiğim Mina'nın yatağı solunda ise Manu'nun yatağı yer alıyordu. Manu'nun yatağının solunda kalan duvarda büyük beyaz renkte bir dolap vardı. Mina'nın yatağının sağında kalan tarafta ise iki kişilik bir koltuk vardı. Üzerinde odanın diğer geri kalanında olduğu gibi oyuncaklar vardı.

Birden elimin çekiştirilmesiyle yerimde titredim. Elime vuran Manu'ydu. "Duymuyor musun? Sana sesleniyorum"

Kaşlarım çatıldı. Ne zamandan beri sesleniyordu bana? "Üzgünüm, duymadım" diye konuştum dudağımı büzerek.

Mina gülümserken Manu elini çenesine koyup "Hiç eğlenceli birine benzemiyorsun “diyerek tekrar konuşmuştu.

"Aa alınırım valla, eğlenceli biriyimdir"

"King amcam kadar eğlenceli olamazsın" dedi, ellerini beline yerleştirmişti şimdi de. Beni su tabancalarıyla ıslattıkları halleri geldi gözümün önüne. Amcalarını çok seviyor olmalıydılar.

Boylarımız eşitlenene kadar önünde eğilirken "Bence sizin amcanız eğlenceliden çok biraz...deli" dedim gülerek. Mina da bana katılıp gülerken Manu'nun gevşediğini gördüm. Bu iyiydi işte.

Aklıma Barun’un bana deli deyişi gelmese daha iyiydi ama neyse…

"Demek öyle Geetacım"

Duyduğum sesle gülüşüm dudaklarımda asılı kalırken arkamı döndüm hemen. Kapı pervazına yaslanmış kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde bana bakan King ile karşılaştım. Üzerinde kısa kol beyaz bir tişört koyu gri kumaş pantolon vardı. Saçlarına da özenli bir şekil vermişken ciddi bir havası vardı.

"Aaa King!" dedim şaşırmış gibi.

"Aaa Geeta!" dedi beni taklit ederek.

Mina kahkaha atarken bende gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıyordum. Sabahki olay hiç yaşanmamış gibi bakıyordu. Onun olanlar hakkında ne düşündüğünü merak ettim.

Kollarını çözerken yerinde doğruldu ve odaya girdi. "Demek deliyim ben?" dedi, alınmış gözükmüyordu ama benimle bunun için uğraşacak gibi duruyordu. Ona ayak uydurdum bende hemen.

"Yok, ya öyle değil. Sen yanlış anlamışsın" dedim şirince gülümsedim yüzüne doğru.

Gözleri yüzümden arkamda bir yere doğru kaydı ve hızla hareket ederek yan taraftaki tekli küçük koltuktan yastığın birini kaptı. Ben kaşlarımı çatmış ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışırken "Görelim bakalım kim daha eğlenceliymiş" elindeki yastıkla bana vurmaya başlamasıyla neye uğradığımı şaşırdım.

Manu da sanki bunu bekliyormuş gibi başka bir yastıkla Mina ya vurmaya başlamıştı. Sonra nasıl olduysa bir savaşın ortasında bulmuştum kendimi.

Yastık savaşının...

Ne kadar süre bu kaçma kovalamaca sürdü bilmiyordum. En son King'in kafasına elimdeki yastığı geçirdim, dengesini kaybetti. O yeri boylarken tepeden ona bakıp güldüm. Saçım başım dağılmış nefes nefese kalmıştım.

"Bir güzel tarafından kalbimden vurulmayı tercih ederdim, kafamdan değil" diye konuştu o da nefes nefese.

Yanaklarımın yandığını hissettim. Bunu beklemiyordum. Onun da şekil verdiği saçları dağılmış ve kıyafetleri de dahil her yeri beyaz tüylerle kaplanmıştı.

Beyaz tüyler mi?!

Gözlerim dehşetle elimdeki yastığa kaydı. Yastığı hafifçe yukarı kaldırdığımda birkaç tane tüy düştü. Yırtılmıştı. Gülümsemesi şimdi çizgi halini alan King ile bakışlarımız kesişti ve aynı anda odanın geri kalanına göz atmaya başladık.

Allah'ım! Her yer tüy olmuştu. Sadece benim değil Mina ve Manu'nun da yastıkları yırtılmıştı ve biz odanın halini tam anlamıyla şu an idrak ediyorduk.

Birden bir bağırış koptu ve sırtıma yediğim yastık darbesiyle hazırlıksız yakalanıp bende King'in yanında yeri boyladım. Manu elindeki yastığı kale fethetmiş Osmanlı padişahı gibi yukarı kaldırarak King'e bir şeyler söyledi. King de ona asker selamı verip gülümseyerek karşılık verdi.

"Vatan hainleri" diye tısladım. King bunu duymuş olmalı ki eğlenen bakışları bana dönmüştü.

O sırada Mina yanıma koşmuş önüme siper olmuştu "Asıl intikamı şimdi göreceksin kardeşim!" Elinde iki yastıkla Manu'nun üzerine yürüdü. Manu ise Hintçe bir şeyler söyleyerek kaçmaya başlamıştı.

Kafamı çevirdiğimde King'in ayaklanmış olduğunu gördüm. Yastığını bırakmış üzerindeki tüyleri silkeliyordu.

"Şu odanın haline bak King? Ne yapacağız?"

Tişörtünün yakasını düzeltirken gözleri bana döndü ve kurnazca gülümsedi "Umarım mantıklı bahaneler üretebiliyorsundur?"

Kaşlarım çatıldı "Ne bahanesi?"

"Aastha ablaya söyleyeceğin bahaneden bahsediyorum. Muhtemelen az sonra çocukları okula göndermek için odaya gelecek"

"Bir dakika" tamamen ona doğru döndüm oturduğum yerde "Neden ben bahane uyduruyormuşum? Savaşı başlatan sensin!"

Bana doğru adımladı ve yüzlerimizi eşitlemek için önümde diz çöktü. Dudaklarında hala o sinir bozucu gülümseme vardı. "Çünkü sen misafirsin Geeta. Sana bir şey diyemez ama beni mahveder"

Hih hain…

"Sen-"

Burnuma bir fiske attı. "Ben işe geç kalıyorum, gitmem lazım. Sana bol şans"

Ona şaşkın aynı zamanda ters ters bakarken o yerinde doğruldu ve hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledi. Bir yandan da çocuklara seslendi ama onlar hala oyun derdindeydiler.

Gerçekten gidiyordu! Bahane bulmayı geçtim buranın temizliği de bana kalacaktı. Misafir olabilirdim ama kendi yaptığım bir dağınıklığı başkasının toplamasına izin veremezdim.

"King! Hiçbir yere gidemezsin!" Bende aynı hızla ayaklanıp peşinden ona yetişmeye çalıştım. Odadan çıktığımda onun çoktan merdivenleri inmeye başlamış olduğunu gördüm. Hem de sekerek!

"King! Kime diyorum ya?!"

Ona yetişemeyeceğimin farkındalığıyla balkonda durup ona seslenmeye devam ettim. Ancak o durmak yerine arkasını dönüp bana el salladı.

"King!"

"Ne oluyor? Neden bağırıyorsun?" Barun’un sağımdan gelen sesiyle ödüm koptu.

Elimi damağıma değdirip korkulukları tıklattım hemen. O ise ona garip gelen bu hareketlerimle kaşlarını çatmıştı hafifçe.

"Şey ya… bir şey yok. Ben sadece King'e hayırlı işler diliyordum" dedim ardından gülümsemeye çalışarak aşağı doğru rastgele el salladım.

Barun bendeki garipliği elbette anlamıştı. El salladığım yöne baktı. Bende bakışlarımı oraya çevirdiğimde King'in dış kapıya doğru hala sekerek ilerlemeye devam ettiğini gördüm. Ancak bu sefer başka bir şey dikkatimi çekti ve bunun onun da fark ettiğinden emindim.

King'in kalçasına yapışmış bir tüy yumağı...

Kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırarak önüme döndüm. Bakışlarının yüzümde olmasını beklemiyordum. Gözleri kısa bir süreliğine üzerimde gezinip tekrar gözlerime baktı. Daha sakin görünüyordu. Hatta Kalindi Hanım ile ne konuştularsa daha keyifli duruyordu.

"Bu halin ne böyle?" diye sordu yumuşak sesiyle. Üzerimdeki tüyler ve saçlarımın birbirine girmesinden dolayı böyle düşünüyor olmalıydı.

Gözlerimi yüzünde tutamayarak boynuna indirdim. "Oyun oynuyorduk “diye konuştum masumca.

Ben gerçekten masumdum ama…

Bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı birden. Kokusu çalındı burnuma. Ağır değil ama baskın bir kokuydu. Bakışlarım yüzüne döndü. Sağ elini yüzüme doğru kaldırırken onun tuhaf bakışları alnımdaydı. Alttan alttan yüzüne bakmaya devam ederken nefesimi tutmuş ne yapacağını izlerken buldum kendimi. Alnımdaki kâkülüme dokundu. Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı. Elinden bir şey havada süzüldüğünde bunun bir tüy olduğunu gördüm.

"Çocuk gibisin" diye mırıldandı. Gözleri de sesi kadar yumuşaktı şimdi. Sanki gerçekten karşısında küçük bir kız çocuğu varmış gibi nazikti hareketleri.

Bakışları yüzünde olan gözlerime karşılık vermezken başımın tepesindeki tüyleri de temizledi. Ardından bitmiş olmalı ki aramızdaki mesafeyi açarak geri adım attı. Hala tutuyor olduğumu fark ettiğim nefesimi geri bıraktım bende.

Bu tavrına şaşkın olmama rağmen gülümsemeye çalışıp "Teşekkür ederim" dedim.

Kafasını eğdi sadece. Gerçekten dengesiz bir adamdı.

Onun koyu kahveleri altında üzerimdeki tüyleri de gelişigüzel silkeledim. "Beni mi arıyordunuz?" diye sordum daha sonra. Kaymakamlığa gidecek olmalıydık.

"Evet"

“Annemler mi aradı yoksa?” dedim aklıma abim gelirken. Korkuyla gözlerim yüzüne çıkmıştı.

Yüzünden öyle kötü haber almış izlenimi almadığım ve saat erken olduğu için başta sorma gereksinimi duymamıştım.

Korkumu görerek “Hayır kimse aramadı, sakin ol” diye konuştu.

Rahat bir nefes bıraktım. Burada sabahın erken saatleriyken orada daha da erkendi. Belki de uyuyorlardı hala. Bir gelişme olsaydı ararlardı...

Bu sırada çocukların odasından gelen Aastha ablanın dehşet dolu sesini duymamla beklediğim hazin an gelmiş gibi gözlerimi sıkıca yumup dudaklarımı birbirine bastırdım "Eyvah"

Gözlerimi tekrar açtığımda Barun’a bakıp "Benim küçük bir hesaplaşmam var sanırım, hemen geliyorum" dedim ve onun bir şey söylemesine kalmadan odaya doğru yöneldim hızla.

Arkamdan gelen adım seslerini duyduğumda onun da peşimden geldiğini anladım. Aklım Aastha ablaya olanları nasıl açıklayacağım ile meşgul olduğundan bunu önemsemedim o an.

Odaya girdiğimizde Aastha abla Manu ve Mina'yı karşısına almış azar seansına başlamıştı bile. Bizim varlığımızı fark edince durdu ve sakinleşmek ister gibi derin bir nefes alıp verdi.

Ardından bize baktı "Bir şey mi istediniz Barun?"

Anlaşılan çocuklar beni ifşa etmemişti. Henüz.

"Yok, ben bir yaramaz daha getirdim sana" diye konuştu Barun keyifli sesiyle. Kaşlarım çatılırken şaşkın bakışlarım ona döndü. Kapı pervazına yaslanmış kollarını göğsünde birleştirmişti. Bakışlarımı fark edip bana baktı.

Eğleniyor muydu gerçekten?

Terasta hava mı çarpmıştı buna anlamadım ki?

Gözlerimi kaçıran ben olurken "Anlamadım" diyen Aastha ablaya baktım. Kaşları merakla çatılmışken gözleri ikimiz arasında gidip geldi.

Sesli bir nefes alıp verdim. Kaçış yoktu. Bakışlarımı önümde birleştirdiğim ellerime çevirdim. “Şey Aastha abla odanın bu hale gelmesinde benim de payım olabilir"

Tepkisini ölçmek için yüzüne baktığımda şaşırdığını görebiliyordum. Bu daha çok mahcup hissetmeme sebep oldu.

"Ama ilk amcam başlattı anne!" diye atıldı Mina birden.

Manu’nun kaşları çatılırken ona döndü. Sanırım o amcasını satmasını onaylamamıştı. Anlaşılan ben söylemesem beni de ifşalamayacaklardı.

Mina'ya bakıp gülümsedim. O da aynı şekilde karşılık verdi. Kadın dayanışması diye buna derim!

"Onun başının altından çıktığını anlamıştım zaten. Kendisi de kaçtı değil mi?!" dedi Aastha abla başını sinirle sallayarak.

"Sekerek hem de!"

Manu ve Mina gülmeye başladılar. Evet! Manu bile gülüyordu. Dayanamayıp bende güldüm. Aastha ablanın da aklında o an canlanmış olmalı ki gülmese de kaşları normal haline dönmüştü. Bence kalçasına yapışmış tüy yumağını görse kesin gülerdi. Bakışlarım yanımdaki adama kaydığında onun bakışlarının çocukların üzerinde olduğunu gördüm. Dalgın olmasına rağmen dudaklarının kenarı kıvrılmıştı.

Bende bakışlarımı çocuklara çevirdim. Bu sırada Mina başını bize doğru çevirdi ve Barun’a baktı. Dudaklarında utangaç bir gülümseme peydah oldu. Barun’a baktığımda onun bakışlarına karşılık verdiğini ve tebessüm ettiğini gördüm. Şaşırmadım desem yalan olurdu. Çocuklarla iyi anlaşıyor olabileceğini düşünmemiştim.

Bence hava çarpmıştı gerçekten, ondandı.

“Eve bir gelsin göstereceğim ona ben!”

Aastha ablanın sesiyle bakışlarım tekrar ona dönerken kafamı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım "Aastha abla merak etme ben hallederim odayı" diye konuştum.

"Buna gerek yok Geeta. Çalışanlar hallederler” diye konuşan Barun’du. Aastha ablada kafasını sallayarak onu onayladı.

"En azından onlara yardım edeyim. İçim hiç rahat etmez öyle" dedim ama beni dinlemediler.

Aastha abla bir eli belinde diğer elinin baş parmağını çocuklara doğru sallayarak Hintçe bir şeyler söyledi. Bununla birlikte ikisinin de yüzü düşerken Manu hiddetle annesine karşılık vermişti.

Barun’a doğru yaklaştığımda "Ne diyor?" diye sormadan edemedim.

"Ceza aldılar. Bugün okulda öğle yemeklerinde tatlı yemeyeceklermiş" diye yanıtladı beni "Ve Manu senin gibi tatlı yemeyi çok sever"

Senin gibi…

Bu çok kötü bir cezaydı ama. Dudak büzdüm. Buna nasıl engel olabilirdim? Düşün Ezgi, düşün.

"Aastha abla," seslenmemle birlikte bana döndü "Çocuklarla burayı biz toplasak, cezamız bu olsa?"

Kaşları çatıldığında çoktan reddedeceğini anlamıştım. "Olmaz Geeta. Cezaları belli. Sende burayı dert etme artık"

Ben ağzımı açamadan Barun "Aastha yengem haklı. Sen gel benimle haydi" dedi ve onu takip etmemi bekleyerek odadan çıktı. Çocuklara üzgün bir bakış atıp bende peşinden ilerlemeye başladım.

"Ama bu haksızlık. Bana da ceza versin o zaman" diye söylendim. Canım sıkılmıştı.

"Sana da mı tatlı vermesin?"

Dudaklarımı yaladım "Vermesin" sesim kısık çıkmıştı ama beni duyduğundan emindim.

Geçen gün arama yaptığım çalışma odasına girdik. Tam karşımdaki duvar tamamen camla kaplıydı. Kaymakamlıktaki odasının aksine ahşap tonları ağırlıktaydı. Sol duvar komple kitaplıktı. Rafların kimisinde dosyalar kimisinde kitaplar vardı. Sağ tarafta duvar dibinde çalışma masası, yine siyah bir deri koltuk ve önünde ahşap bir sehpa yer alıyordu.

Masasının arkasına ilerlerken bir eliyle bana koltuğu göstererek "Geç otur" dedi. Odanın kapısını kapatıp koltuğa oturdum bende. O da kendi koltuğuna oturduktan sonra kollarını masaya yasladı ve gözlerini yüzüme dikti.

"Bugün benim başka bir yerde işim var. Bu yüzden geç gideceğiz kaymakamlığa. Ben gitmeden aileni aramak ister misin?" diye konuştu.

Ne işi olduğunu merak ettim ama sormadım tabii ki. İşinin ne kadar süreceği belli olmamalı ki bu yüzden bunu soruyordu. Saat erkendi ama işi uzun sürerse diye seslerini şimdi duysam fena olmazdı.

"Anladım, arayayım o zaman ben” dedim.

Başını hafifçe eğerken cebinden çıkarmış olduğu telefonunu bana doğru uzattı. Ayağa kalkıp elinden aldım ve geri yerime oturdum. Masasında duran kalın bir kitaba uzandığını gördüm. Beni yalnız bırakma gibi bir girişimde bulunmadı ama kısa bir an sanki ister miyim diye yüzüme bakmıştı. Ancak gerek görmedim. İstesem rica ederdim zaten. Bu konuda ondan bir çekincem yoktu. Yalnız kalmakta istemiyordum bir de tabii.

Bakışlarımı telefona çevirip annemin numarasını tuşladım ve kulağıma yasladım. Arama beşinci çalışta yanıtlandı.

"Anne"

Hışırtılı bir ses geldi önce. Ardından annemin uykulu gelen sesi. "Kızçem, iyi misun? Ne oldi, bu saatte arayisun?"

"İyiyim anne merak etme. Bugün geç gidecekmişiz kaymakamlığa bu yüzden erken aramak zorunda kaldım. Uyandırdım mı?" diye konuştum mahcupça.

Sesli bir nefes alıp verdi. "Baban ilaçlarun tesiriyla uyuyinca, ben de yaninda uyuyakalmişum. Olsun kızçem, senun sesuni duydum ya, uyki muyki kalmadi bende"

Gülümsedim, gözlerim doldu. "Babam uyuyor mu hala?"

"Uyiy"

"Durumu iyi değil mi?"

“İyi da merak etme, yaralarun ağrulari dişinda bi şeyi yok çok şükür" dedi, sesi hüzünlüydü. Babamı hastane yatağında öyle görmeye dayanamıyor olmalıydı. Doğru dürüst hasta bile olmazdı babam. Onun güçten düşmesine alışık değildik. Düşüncesi bile beni bu denli üzüyorken görsem daha kötü olurdum biliyordum.

Sol gözümden bir damla yaş aktı. Burnumu çektim "Abim?"

"Aynı" sesi titredi. İçim titredi sanki benim de.

Konuşmak için yutkunmak zorunda kaldım. "Hicran yengem hastane de mi anne? Onunla konuşmak istiyorum" dedim aniden gelen bir istekle. Ne konuşacağımı bilmiyordum oysa.

Belki özür dilerdim… Ne işe yarayacaksa…

"Dün akşama doğri Alperen eve goturmek istedi. Uyumayi doğri dürüst edemiy. Konuşmayi da hiç. Bi ara kriz geçurdi. Sakinleştirucu verduler. Baygunken Alperen aldi da konağa goturdi. Biraz bi şeyler yesun, kendune gelsun diye. Çok durmazlar, gelurlar gine" diye yanıtladı beni zar zor.

Canım öyle yandı ki... Görmesem de tahmin ediyordum ne halde olduğunu ama bir de duymak… Ben böyle hissediyorsam kim bilir Hicran yengemin nasıl içi yanıyordu. Çok zordu… Hepsi benim yüzümden. Kucağımdaki elimle elbisemi kavrayıp avucumda sıktım.

Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Babam uyandı diye sevinsem mi abimin durumu hala aynı diye üzülsem mi? Duygularım allak bullaktı.

"Kızçem?"

İrkildim. İç çektim usulca. "Buradayım"

Orada olmak istiyorum anne. Evime dönmek istiyorum.

"Kenduni hepten harap etme kızum. Abin da iyi olacak inşallah. Duani eksik etme ve bizim içun kendune iyi bak yeter"

Gülümsemeye çalıştım "Tamam anne" dedim boğuk çıkan sesimle. Ağladığımı anladığı için iç çekti o da sıkıntıyla. Aklıma gelen şeyle dudaklarımı araladım tekrar “Anne, Tarık abilerden bir haber var mı peki?”

“Baban, Rıfat amcan ile konuşmuşti en son. Kendulerine gelmişler ama henuz taburci olmalari içun izin vermemişler”

Şükürler olsun onlar da iyiydi. Onlar evlerine dönene kadar hala burada olursam onlarla da konuşmak isterdim. Af dilemem gereken kişi sayısı o kadar fazlaydı ki…

“Anladım” yutkunurken elbisemi sıkan elimi gevşettim “Ben kapatayım sen uyumaya devam et anne, dinlen biraz. Bir gelişme olursa ararsınız”

"Tamam daa yavrum, öpuyrum seni o güllü yanaklarindan. Allah'a emanet ol. Kaymakam Bey oğluma da ailesine da selam söyle ha. Allah bin kere razi olsun onlardan" daha canlı gelen sesiyle.

"Aleyküm selam. Siz de Allah'a emanet olun annem, öpüyorum bende çok" dedim burukça.

Arama sonlandığında bir süre kapanan ekrana baktım. Ne kadar sürecekti bu ayrılık? Nasıl bir sınavdı bu böyle?

"İyi misin?" Barun’un sesiyle düşünce havuzumdan çıktığımda yerimde irkildim yine. Kitabı çoktan kapatmıştı. Koyu kahveleri üzerimdeydi.

Yaşlı gözlerim yüzüne döndü "İyiyim" dedim sadece.

Ardından kalkıp telefonu masasına bıraktım. Bu sırada kapağını kapattığı kitabı görme fırsatı yakalamıştım. Hintçeydi.

"Abinin durumu hala aynı anlaşılan?" diye sordu ilgiyle.

Kafamı salladım sadece. Masasında duran sürahiden su doldurup bana uzattı. Dalgın bakışlarım ondan bardağa dönerken teşekkür ederek aldım. Koltuğa geri oturduğumda küçük yudumlar alarak sudan içtim. Pek bir şeye fayda etmese de boğazımdaki yumru azalmıştı. Birkaç dakika sonra ayaklanınca bende ayaklandım. Sanki toparlanmam için vermiş gibiydi o süreyi.

"Benim işim en fazla bir iki saat sürer. Sonra Ranvir'i gönderirim alır seni evden" dedi ,geldiğimizde de koltuğunun arkasına asılı olan siyah ceketini aldı ve giydi.

Kapıya doğru ilerlerken "Tamam" diye onayladım söylediğini.

Abimi düşünüyordum. Hicran yengemi… Düşündükçe ihtimaller kötü yerlere kayıyordu.

Zihnim kötü senaryo yazma konusunda da ustaymış yeni öğreniyordum.

Odadan çıkıp Aisha'nın odasına doğru yürümeye başladım. Çok geçmeden o da yanımda yürümeye başlamıştı. Merdivenlerin başında durduğunda durma ihtiyacı hissettim bende. Ona doğru döndüm. Aynı şekilde o da. Gözlerimin içine baktığında zihnime sızan kara bulutlar dağıldı geriye sadece onun koyu kahve gözleri kaldı.

"Evime dönmek istiyorum” dedim birden. Yutkunduğunu gördüm. Bakışları derinleşti "Döneceğim değil mi?”

"Döneceksin" dedi hiç beklemeden. Sesi kendinden emindi.

Bunun verdiği güven içime sirayet etti hemen. Gülümsedim. Gerçekten gülümsedim. İhtiyacım olanın sadece bunu duymak olduğunu fark ettim o an. Öldürmemeye çalıştığım içimdeki umut çiçeğim tekrar can almıştı.

"Teşekkür ederim" dedim gülümsemem hala dudaklarımdayken. Ona olan minnetim bu iki kelimeye sığmazdı aslında.

Birden içimde bir istek belirdi.

Sarıl ona.

"Saçmalama istersen!"

"Ne?"

Sesli düşündüğümü fark edip panikledim. "Yok, yok bir şey" aklıma ilk gelen şey ile elimi havaya kaldırıp salladım hemen “Görüşürüz o halde"

Hafif çatılan kaşları düzelmese de kafasını eğdi "Görüşürüz"

Arkasını döndü sonra ve merdivenlerden inmeye başladı. Hala elimi sallamaya devam ettiğimi fark ettim. Telaştan öyle hızlı sallamışım ki bileğim ağrımaya başlamıştı üstelik.

Paala

Onun sesi doldu kulaklarıma yine. Sözde ona bunun için hesap soracaktım ama sabah yaşananlardan sonra aklımdan tamamen çıkmıştı. Şimdi de adama aferin doğru söylüyorsun der gibi yem veriyordum. Off. Aptal Ezgi.

Ona sarılma düşüncesi de nereden çıkmıştı ayrıca? Coşuyorsun bari doğru kişiye coş be kızım. O bu konuda hislerini paylaşabileceğin son insan bile değil.

Aklıma Sevilay teyzeye sarılırken ki gergin hali geldi. Temastan hoşlanmıyor gibiydi. O sırada temas bağımlısı olan ben? Ona sarılsaydım beni şu merdivenlerden aşağı gönderirdi herhalde.

Abart.

Tamam her neyse. Yok sarılma falan. Hala dikilmiş neyi düşünüyordum ben gerçekten? Gidip şu dağıttığımız odayı halletmeliydim. O sırada aklımda benim King'i merdivenlerden attığım bir görüntü canlandı.

Elbet bunun cezası da olacak sana King Efendi. Bekle ve gör.

Kendi kendime girdiğim triplerden sonra tekrar çocukların odasına ilerledim. Odaya girdiğimde Aastha abla ve çocuklar yoktu. İki tane çalışan olduğunu düşündüğüm adam etrafı toplamaya başlamışlardı. İkisi de aynı sütlü kahve takımı giyiyorlardı. Kısa ve tuhaf bıyıklı olan adam beni fark ettiğinde hafifçe gülümseyip yanına yaklaştım.

"Yardım edeyim size?" dedim İngilizce anladıklarını düşünerek.

Ancak yanılmıştım. Konuşmamla birlikte diğer uzun boylu adamda bana dönerken iki adam birbirine bakıp kaş göz yaparak konuşmaya başladılar.

"Hey" tekrar dikkatlerini çekmek için bağırdım. Biraz fazla bağırmış olmalıyım ki adamların ikisi de korkuyla irkildi. Utançla alnıma vurdum. Ardından hemen toparlanıp ellerindeki tüyleri doldukları poşeti göstererek onları taklit ettim. "Onları. Poşete koymak. Bende. Size yardım etmek."

Adamlar şaşkın şaşkın benim el kol hareketlerimi izledikten sonra kısa boylu olan eliyle olmaz anlamında bir hareket yaptı. En azından anlaşıldığım için sevinirken pes etmedim. Yerdeki tüyleri topladım. Adamın elindeki poşete atmak için ona yaklaştım ama izin vermedi. Eliyle bir şeyler yapıp aynı zamanda konuştu ama hiçbir şey anlamadım.

"Yahu yardım edeceğim sadece ne bu inat?" diyerek poşete uzanmaya çalıştım. Adamda hiddetlenip konuşmaya devam ederken kolumdan tutup beni uzaklaştırmaya çalıştı.

Yardım istememesinin sebebini de anlamıyordum ki? Ne vardı bunda?

Bir yarım dakika birbirimize inatlaşıp boğuşurken söylenmeye devam ediyorduk. İkimizin sesini bastıran bir kadın sesiyle kısa boylu adam hemen kendine çeki düzen verdi ve kapıya doğru baktı. Bende nefes nefese kapıya doğru döndüğümde Kalindi Hanım ile karşılaştım. Bana her zamanki sert bakışlarını gönderip benimle boğuşmaktan- ya da Kalindi Hanım'dan korktuğundan da olabilir- terlemiş olan bıyıklı adamla konuşmaya başlamıştı. Adam başını eğerken onu azarladığını düşündüm.

Aferin Ezgi. Kaş yapayım derken göz çıkardın resmen!

Kalindi Hanım ile de anlaşamıyoruz ki şimdi ben nasıl ifade edeyim kendimi?

Birden kapıya doğru Aastha ablaya seslendi. Çok geçmeden Aastha abla odaya geldiğinde beni burada görmesiyle kaşları çatıldı. Gerginlikle dudaklarımı dişledim. Kalindi Hanım aynı ses tonunda ona da bir şeyler söyledi. Aastha abla kafasını sallayıp onu onaylarken yüzünde sıkıntılı bir ifadenin oluştuğunu gördüm. Bana doğru dönüp yanıma geldi sonra ve koluma girerek beni odadan çıkardı.

Merdivenlerden inerken "Ben sana gerek yok dememiş miydim? Neden dinlemiyorsun beni?" diye azarladı beni sessizce.

"Özür dilerim gerçekten. Ben sadece yardım etmek istedim, içim rahat etmedi öyle"

Ofladı. Bana kızgın gibi durmuyordu ama canı bir şeye sıkılmış gibiydi. Kalindi Hanım ona da mı kızmıştı yoksa?

"Aastha abla" diyerek merdivenlerin bitiminde duraksadım. Koluma girdiği için o da dururken yönünü bana doğru döndü. "Kalindi Hanım benim yüzümden sana mı kızdı yoksa? Gerçekten çok özür dilerim” dedim telaşla. Kendimi çok kötü hissettim yine.

Elini kaldırıp omzuma koydu ve hafifçe tebessüm etti "Özür dilemeyi bırak. Öyle bir şey olmadı"

"Kandırmıyorsun değil mi? Kalindi Hanım pek hoşlanmadı gibi çünkü benden"

Kafasını iki yana sallarken "Şimdi ben kızacağım sana göreceksin" diye konuştu.

Ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırdım "Tamam, sustum"

Çatılan kaşları düzeldiği sırada mutfaktan Manu'nun sesi geldi. Oraya doğru ilerlediğinde bende peşinden gittim. Mutfakta sadece çocuklar vardı. Manu ellerini birleştirerek Aastha ablanın önünde ona bir şeyler söylemeye başlarken Mina da yüzündeki somurtkan ifadeyle onları izliyordu. Göz göze geldiğimiz de hafifçe tebessüm ettim. O da karşılık verdi hemen.

Bakışlarım tekrar anne oğula döndüğünde çocukların tatlı cezaları geldi aklıma. Sanırım bundan vazgeçmesi için dil döküyordu hala Manu da. Ancak Aastha ablanın caymak gibi bir niyeti olmamalı ki Manu’yu duymazdan gelip yanından sıyrıldı ve onun arkasında kalan dolaplara yöneldi. Bunun üzerine Manu öfkelenmiş bir şekilde yanımdan geçip mutfaktan çıktı. Çok geçmeden Mina da onu takip etti.

Aastha abla dolaplardan birinden gümüş büyük bir tabak çıkardı. İçinde ise bir sürü jalebi vardı. Tabağı ortadaki tezgâha koyarken "Jalebiyi sevmiştin sanki o yüzden sana yaptım bunları" diye konuştu.

Düğün günü terasta karşılaştığımızda tespit etmiş olmalıydı bunu. Tatlılara bakarken gözlerim doldu. Onun yanına doğru adımlayıp kollarımı boynuna doladım hemen. "Teşekkür ederim"

"Sadece bir tatlı. Ne o hemen duygusallaştın?" derken elleri sırtımdaydı.

Bu sadece bir tatlı için edilmiş bir teşekkür değildi. Yalnız hissettirmediği içindi. Bunu onun da anlamış olduğunu fark ettim ama duygusal anlardan pek hoşlanmıyor olmalı ki bu anın uzun sürmesini istemiyor gibiydi.

Hafifçe geri çekilirken yüzüne baktım “Tatlı önemli bir müessese Aastha abla, lütfen” dediğimde kafasını iki yana sallayarak güldü bu halime.

Kollarımı tamamen kendime çektiğimde "Sen masaya geçebilirsin tatlım ben şu yemekleri ısıtacağım bizim için. Babaanne ve diğer hanımlar da inerler şimdi aşağıya" dedi ve dolapları karıştırıp bir şeyler yapmaya başladı.

Kahvaltı için erken olduğunu düşünüyordum ama belli ki saat baya ilerlemişti. Ya da onlar hep bu saatlerde kahvaltı yapıyordu.

"Yardım edebilirim eğer bir şey varsa?" diye sordum onu izlemeye devam ederken.

"Yok canım. Ben hallederim. Senin zaten vaktin yok kaymakamlığa geçmiyor musunuz?"

Gözüme gelen kâküllerimi düzeltirken aklıma Barun’un saçlarımdaki tüyleri temizlediği an geldi. Utandığımı hissettim.

"Hayır" sesimin kısık çıktığını fark edip boğazımı temizledim hemen "Yani bugün geç gidecekmişiz. Kaymakam Bey'in başka bir işi varmış. Çoktan çıktı bile o"

Anladığına dair mırıltılar çıkardı. Büyük bir tencereden başka orta boy bir tencereye aktarım yapıyordu. Arkasını döndüğü bir sırada yeni bir şey fark etmiş gibi kaşları çatıldı."Geeta şu beslenme kaplarının kapağını kapatıp çocuklara verebilir misin?" diye sordu.

Tezgâhta gösterdiği kısma baktım. O sinirle almayı unutmuş olmalıydılar. “Tabii"

Kapların yanına geldiğimde içine baktım. Dört bölmeye ayrılmıştı. Ancak sadece üç bölmesi doluydu. Üzgünce büküldü dudaklarım. Tezgâhın ortasındaki tatlı tabağı dikkatimi çekti o an. Sırtı bana dönük olan Aastha ablaya kaydı bakışlarım sonra. Bence hakkım olan birer tane tatlıyı onlarla paylaşmamın hiçbir sakıncası yoktu. Üstelik onlar beni annelerine satmamış amcalarına karşı ispikçilik yaparken arkamda durmuşlardı.

Daha fazla düşünüp vazgeçmeden hızlı hareket ederek birer tane tatlı aldım. Her iki kabın boş bölmesine yerleştirdim. Bu onlara annelerinin verdiği bir cezaydı bu yüzden onu çiğnemelerini istemezdim ancak vicdanımın bir kısmı rahat durmuyordu. Hem bir tane koymuştum ondan zarar gelmezdi.

Aastha abla arkasını dönmeden kapaklarını kapattım ve onları alıp mutfaktan çıktım. Rahat bir soluk bırakırken onları bulmak için gözlerim etrafı taradı. Koltuk gruplarının yanında ikisi de somurtkan bir şekilde okul çantalarını hazırlıyorlardı. Tebessüm ettim ve yanlarına doğru ilerledim. Beni ilk fark eden Mina oldu. Gülümsememi genişlettim ve elimdeki pembe yemek kabını ona uzattım. Gülümseyip başka bir şey söylemeden elimden aldı kabını. Manu ise kabını alırken yüzüme bakmamıştı.

Huysuz çocuk. Aynı Barun amcası.

Düşüncemle birlikte güleceğim sırada tuttum kendimi. Çocukların da kafayı yediğimi düşünmelerini istemezdim. Üstelik yanlış anlayıp onların ceza almasına mutlu olduğumu sanabilirlerdi.

Kaplarını direkt beslenme çantalarına koyacakları sırada "Anneniz ne koymuş yemek olarak bakmayacak mısınız?" diye sordum.

"Ne koyup koymadığını biliyoruz" dedi Manu aksi bir şekilde. Atarı bana değil annesineydi bunu anladığım için alınmadım bu duruma.

Gerçekten çocukken Barun’un da böyle olup olmadığını merak ettim o an.

Sesli bir nefes bırakıp onlara doğru eğilirken "Bence tekrar bir kontrol edin" dedim sır verir gibi fısıldayarak.

Mina'nın Manu'nun aksine kaşları merakla çatılırken kabının kapağını açtı. Gözleri büyüdü hemen. Manu onun şaşkın haline anlam veremeyip ne olduğunu merak ederek kendi kabının kapağını araladı.

"Bu nasıl olur? Annem akıllanana kadar beslenmemize tatlı koymayacağını söylemişti" diye konuştu Mina şaşkınlıkla.

Sol omzundan sarkan örgüsünü okşayarak parmaklarımı ucuna doladım "O koymadı zaten. Ben koydum ve bundan haberi yok."

Manu'nun şaşkın suratında bir gülümseme belirdi. Mina da aynı gülümsemeden oluşurken bu beni de gülümsetti. İçimdeki suçluluk duygusunu azalttı.

"Ancak bir tane koyabildim çünkü annenizde haklı bize ceza vermekte. Ben, kendi tatlı hakkımdan koydum böylelikle bende sizin kadar yemiş olacağım" diyerek ikisine de bakarken göz kırptım.

Mina birden boynuma sarıldı "Teşekkür ederiz Geeta"

Geri çekildiğinde bende ona kocaman gülümsedim. Gözlerim Manu'ya kaydığında onun da gülümsüyor olduğunu görmek hoşuma gitmişti.

"Teşekkür ederim Geeta" dedi çekingen bir sesle.

Yanaklarını mıncırarak sevsem beni döver miydi? O kapasite vardı ama yapmazdı ya. Benim gibi şeker bir kadına kıyamazdı bence.

Ben yine de işimi garantiye alıp ıslatıp şekil vermeye çalıştığı saçını onun gibi sağına doğru tarayarak okşadım sadece.

"Bu aramızda sır ona göre" dediğimde ikisi de kafalarını sallayıp onayladı beni.

Dışarıdan bağıran bir adam sesinden sonra çantalarını sırtlarına almaya başladılar. Sanırım gitme vakitleri gelmişti. Yardımcı oldum. Aastha ablada masanın oradan onlara seslendiğinde ona cevap verdiler.

Bana da el sallayarak kapıya doğru ilerlerken bende onlara el salladım "İyi dersler"

Bir boğaz temizleme sesiyle başımı sağıma çevirdim hemen. Akash arkamda kalan tekli koltuktan kalkıyordu. "Selam" diyen sesi yorgundu.

"Selam" dedim hafif tebessüm ederek "Sen ne zaman geldin, görmedim?"

Sağ eliyle alnına dökülen saçlarını arkaya atarken önümde durdu "Çok olmadı, sen çocuklara sarıldığın sıra"

Kafamı salladım anladım dercesine. Sabah olanları düşünmek istemesem de buna engel olamıyordum. Sanki o da bunu anlamış gibi “Sabahki tatsız olaya şahit olduğun için üzgünüm. Konu senden alakasızdı umarım yanlış anlamamışsındır, Çetan babam seninle konuşacaktı zaten”

“Hayır, sorun yok. Ben şaşırdım ve üzüldüm sadece” dedim, ona istemeden soğuk davrandığım için bende beni yanlış anlamasını istememiştim. Kafasını eğdi hafifçe tebessüm ederek. Bu sırada aklıma gelen şeyle tekrar dudaklarımı araladım "Sana teşekkür edecektim aslında ben, dün kaymakamlığa gelmişsin”

Hafif kaşları çatılırken "Olur mu öyle şey. Benim görevimde bu sonuçta" dedi ardından yüzü eski sakin ifadesine döndü "Bunu boş ver. Daha iyi görünüyorsun, sanırım güzel haberler almışsın?”

"Evet, babam uyandı şükür. Teşekkür ederim" dedim önümde ellerimi birleştirmiş onlarla oynuyordum. "Hastaneye mi gidiyorsun?"

"Yok, nöbete kalmıştım dün gece. Sabaha doğru geldim. Odaya çıkmaya üşenip koltukta uyuyakalmışım" dedi ardından yorgunca gülümsedi. Şimdi bu halinin sebebi anlaşılmıştı. Kafamı salladım anladım der gibi.

Gerçekten hakları ödenmezdi doktorların. İyi ki varlardı.

Onu uyandırdığımız için mahcup hissetmeden edemedim kendimi bu yüzden.

"Geeta! Akash! Hadi masaya" Aastha ablanın bizi çağırmasıyla kısa sohbetimiz sona ermişti. Eliyle önden ilerlemem için yön verdi nezaketen. Başımı sallayıp tebessüm ettim ve birlikte masaya doğru ilerledik.

Kalindi Hanım baş köşedeki yerini almıştı. King'in annesi solunda, sağında ise Aisha'nın halası İndu Hanım oturuyordu. Onun yanında da Ragini Hanım vardı. Akash onun yanına oturdu. Bende yanındaki sandalyeye geçtim. Aastha abla tencerenin biriyle mutfaktan çıkıp geldiğinde ayaklandım. Diğerlerini getirmesinde yardımcı olmak istedim ama onun ardından iki kadın çalışan daha geldiğinde buna gerek olmadığını görüp geri yerime oturdum.

Aastha abla servis yaparken Kavita ve kız kardeşi olduğunu tahmin ettiğim genç bir kız da sofraya oturdu. Bu düğün gününü getirdi aklıma. Yemeğe indiklerine göre anlaşılan kendi aralarındaki dargınlıklarını halletmişlerdi.

Kavita daha iyi görünüyordu. Üzerinde koyu mor bir sari vardı. O gün yüzündeki makyajdan dolayı mı bilmem şu an daha genç gözüküyordu. Benden küçük olabilirdi hatta. Bakışları tepsisindeyken düşünceli ve gergin gözüküyordu.

Gözlerim kız kardeşine kaydı. Taş çatlasın 18- 19 yaşlarında gösteriyordu o da. Açık kestane rengindeki saçlarını arkada örmüştü. Gözlerinin büyüklüğü ve yüzünün yapısı ablasına benziyordu.

Birden saçlarıyla aynı renkte olan gözleri beni buldu "Aa sen Barun abimin şu yabancı olan misafirisin değil mi?" diye İngilizce konuştu. Masanın üzerinden elini uzattı sonra hemen "Ben Nalini, halasının kızıyım"

Aksanı iyiydi ama hızlı konuşuyordu. Kelimeler zor olmadığı için ne söylediğini anlayabilmiştim Allah'tan. Elini tuttum "Geeta"

Gülümsedi ve tanıştığımıza memnun olduğunu söyledi. Kavita’nın da bakışları bana dönerken o da ismini söyleyip elimi sıktı. Barun oynadığımız oyunu açıklarken orada olmasalar da gerçeği biliyor gibiydiler.

Bu sırada diğerleri yemek yemeye başlamıştı. En son Aastha abla da karşımdaki yerini aldı ve kendi tepsisine yemek koydu. Bana da gözleriyle tepsimi işaret etti. Hafifçe tebessüm ettim ve bende gözlerimi tepsime çevirdim. Tepside birkaç tane her zamanki ekmeklerinden vardı, üç tane kâse içinde de farklı yemekler duruyordu.

Biri kahverengi sulu bir yemeğe benziyordu. Diğeri domatesli püre gibi bir şeydi. En son kâsede ise terasta Barun’un tepsisinden yediğim patates püresi vardı. Aslında canım hiçbir şey yemek istemiyordu ama bir şeyler yemek zorundaydım. Tadını bildiğim ve sevdiğim için tepsimdeki ekmeklerle patates yemeğinden yemeye başladım. Bir şeyin eksikliğini hissederken bunun çay olduğunu fark ettim.

Normalde çaysız bir kahvaltı olamazdı benim için.

"Ne arıyorsun tatlım?" Aastha ablanın bana hitaben konuşmasıyla sofrada dalmış gözlerim onu buldu. Masada bana doğru eğildiğini fark ettim.

Bende onun gibi masada ona doğru eğilirken "Bir şey aramıyorum" dedim ve gülümsedim. Bakışları tepsime değerken sağında kalan büyük tepsiden birkaç ekmek alıp benim tepsime koydu hemen.

"Hayır, Aastha abla yemeyeceğim daha fazla. Sağ ol"

Buna rağmen koymaya devam ederken "Olmaz, hemen acıkırsın akşama. Dünde yemeden gittiniz zaten. Hazır bugün geç gidecekken kahvaltını iyi yap” dedi, kaşları çatılmıştı hafifçe konuşurken.

"Dışarıda yiyoruz, merak etme Aastha abla"

"Biliyorum elbette ama ev yemeğiyle aynı olmaz" diye konuştu aynı ifadeyle.

Ona hak veriyordum ama Sevilay Teyze'nin yemekleri benim için tam anlamıyla ev yemeğiydi. Anlaşılan onlar oraya gittiğimizi bilmiyorlardı.

"Kaseni uzat yemek koyayım, sevmişe benziyorsun?" diye konuştu ben karşılık vermeyince. "Diğerlerini tattın mı?

"Yok bakmadım tatlarına. Pek iştahım yok aslında" dedim, dürüst olarak.

Onu ikna etmek pek kolay değildi çünkü buna rağmen kâseye patates püresi koymaya devam etti. Gülmeden edemedim bu haline. "Ortak yemeklerimiz var mı bilmiyorum ya da damak zevkine uygun. Bugün kaymakamlıktan döndükten sonra bunu konuşalım. Senin de yiyebileceğin şeyler yaparım bundan sonra"

Gülümsedim ince düşüncesine. "Teşekkür ederim"

"Ne demek"

O sırada Akash masada eliyle bir şeye uzanırken şamdanı devirdi. Ragini Hanım onun koluna dokunup bir şeyler söylerken Nalini devrilen şamdanı düzeltti. Gerçekten çok yorulmuş olmalıydı. Koltukta uyuduğu içinde rahat bir uyku çekememişti muhtemelen. Bu yüzden sofradan ilk o kalkmıştı. Tabii Kalindi Hanım’dan müsaade isteyerek.

Hanımlar da sırayla masadan kalkarken İndu Hanım ve Kavita yukarı çıktı. Diğerleri büyük salona doğru ilerlemişti. Nalini ve ben sofrayı toplarken Aastha ablaya yardım ettik. Diğer iki kadın çalışan nereye gitmişti bilmiyordum ama mutfakta değillerdi.

Nalini bu esnada beni tanımaya yönelik sorularını sıralıyordu. Kaç yaşında olduğum, mesleğim, Türkiye de nerede yaşadığım, evli olup olmadığım vesaire. Henüz ileri seviye İngilizcesi olmadığı için bazı yerlerde Aastha abla ona yardımcı oldu.

Mutfakta kendi aramızda sohbet ediyor ortalığı toplamaya çalışıyorduk. Aastha abla bulaşıkları makineye yerleştirdiği sırada mutfağa Ragini Hanım girince sohbetimiz son buldu. Garip bir gerginliğin ardından Aastha abla Nalini'ye anlamadığım bir şekilde kaş göz işareti yaptı.

Nalini bundan ne anladıysa koluma girdi birden ve beni mutfak kapısına çekiştirmeye başladı. "Hadi gel sana evi gezdireyim, eminim olan olaylar yüzünden buna fırsatı olmamıştır kimsenin" diye konuştu.

Öyleydi muhtemelen ama buna çok da gerek yoktu. O kadar uzun süre burada kalacağımı düşünmemiştim hiç. Bu düşünce huzursuz etti beni. Nalini koluma girdi ve merdivenlerden çıkmaya başladık. Büyük salonda oturan hanımlar da gözükmüyordu. Ev sessizleşmişti bu yüzden.

"Genel olarak ikinci kattaki salonda oturuyoruz. Misafir geldiğinde aşağıdaki koltukları kullanırız. Üçüncü katı az çok öğrenmişsindir zaten Aisha abla, Barun abi, Saras abi ve bir de çocukların odaları o katta." Nalini neşeli gelen sesiyle anlatmaya başladığında ilk kata gelmiş sağa dönmüştük. "İkinci katta da King abim, Çetan dayım, Ragini yengem ve Akash abimin odası var. Diğerlerinin ve benim de odam bu katta."

Onu başımla onaylarken söylediklerini doğru çevirdiğimi umdum. Balkonun sağ tarafında kalan koridordaki üçüncü kapının önünde durup bana doğru döndü "Burası benim odam. Bakmak ister misin?"

Beni odasına davet ettiğini anladığımda geri çevirmek istemedim. Gülümseyerek "Olur" dedim.

O da gülümsememe karşılık verdiğinde kapıyı açmak yerine bana yaklaşan bir hamlede bulundu. Şaşırmadım değil. Gözlerindeki ışıltı ile bana bakarken "Gerçekten çok tatlısın ya" dedi.

İltifatına hazırlıksız yakalanırken şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Utangaç bir şekilde gülümserken "Teşekkür ederim. Sende öylesin" dedim, gözlerimi yüzüne çevirerek.

"Bende teşekkür ederim" Kapıyı açmak için sırtını döndü "Bunu aslında ilk, dün seni düğünde gördüğümde düşünmüştüm. İçimde kalmasın dedim. Kim olduğunu merak etmiştim hatta. Ablama sorduğumda Aisha ablamın arkadaşı olduğunu söylemişti."

İçeri girmiştik. Odası Aisha'nın odası gibi büyüktü. Onun yatağı sol taraftaydı. Yatağının hemen karşısında küçük kıyafet dolabı, hemen yanında makyaj masası karşıda kalan pencerenin yanında ise çalışma masası yer alıyordu. Pencerenin sol tarafında kalan kapı da banyo kapısı olmalıydı. Halısı, yatak örtüsü ve perdeleri sarı tonlarındaydı. Belli ki sarıyı çok seviyordu.

"Çok güzelmiş odan" diye konuştum odayı izlemeyi bırakıp.

"Teşekkür ederim"

"Nalini senden bir şey rica edeceğim ama sakın yanlış anlama beni olur mu?" diye sordum. Başta gerek olmadığını düşünmüştüm ama yanılmıştım. Tabii biraz beni yanlış anlayacağından da çekinmiştim.

Olur mu öyle şey dercesine başını iki yana salladı gülümseyerek. Ondan cesaret alıp dudaklarımı araladım "Biraz daha yavaş konuşabilir misin? Aksan farkımız da var ya o yüzden seni anlamakta zorlanıyorum biraz"

"Tabii, dikkat ederim. Baştan söyleseydin keşke" dedi hemen.

"Kısa konuşmalarda anlıyordum sıkıntı yoktu o yüzden bir şey demedim" diye açıkladım durumu.

Anlayışla gülümserken "Sen çok güzel konuşuyorsun bu arada İngilizceyi" dedi. Bu çok sık duyduğum bir şey olduğu için çok şaşırmamıştım ama mutlu oldum yine de.

Alanım olmamasına rağmen İngilizce için hazırlık okumuş ve ayrı bir eğitim almıştım. Dil öğrenmeyi seviyordum. Ezberimin iyi olması ve dil öğrenmeye olan yatkınlığım bunu kolaylaştırıyordu. İngilizcenin yanında Arapça, Osmanlıca, Gürcüce ve az buçuk İtalyanca biliyordum. Evet, az buçuk çünkü o dili arada sırada kendi kendime öğrenmeye çalışmıştım o kadar.

E tabii bir de Lazca. O da bir dildi bence.

"Teşekkür ederim" dedim gülümsemeye devam ederken.

O sırada çalışma masasının duvarında asılı olan küçük fotoğraflar dikkatimi çekti. Daha dikkatli bakabilmek için masaya yaklaştım. Bunlar bir kadının farklı fotoğraflarıydı.

"Kareena Kapoor. Hint bir oyuncu" Nalini yanıma gelip bana açıklamada bulundu "Büyük bir hayranıyım bende. Tıpkı onun gibi başarılı bir oyuncu olmak istiyorum"

Fotoğraftaki yeşil gözlü kadına bakarken "Demek oyuncu olmak istiyorsun, ne güzel" dedim. Gözlerim ona döndüğünde hala duvarında olan bakışlarının dolduğunu ve omuzlarının düşmüş olduğunu gördüm. Benim de yüzüm anında düşerken endişeyle omzuna dokundum.

Elleriyle yüzünü sıvazladı "Artık sadece hayal olarak kalacak sanırım." diye konuştu. Kaşlarım merakla çatıldı.

"Neden öyle düşünüyorsun? Eminim inanıp çabalarsan başarabilirsin" dedim.

Nemli gözleri yüzüme döndüğünde umutsuzca baktı. Sessizliği sürerken solunda kalan yatağının ucuna oturdu yavaşça. Ben ise olduğum yerde kalıp onu bekledim.

"Sorun o değil. Başarabileceğime inanıyorum ancak bu adımı atmama izin vermiyorlar. Anneannem zaten bizlerin okumasına karşıyken üzerine ben bir de oyuncu olmak isteyince kıyameti kopardı"

"Ne?" diye soludum şaşkınlıkla.

Derin bir nefes alıp verirken gülümsemeye çalıştı "Anneannem kız çocuklarının okumasını doğru görmüyor. Yaşımız gelince evlenmemiz gerektiğini düşünüyor. Diğerlerinin düşünceleri ya da bizim düşüncelerimiz ne olursa olsun sözünü çiğneyemiyoruz"

Anlaşılan bu kafa sadece bizim ülkemizde değil başka ülkelerde de mevcuttu. Canım sıkıldı ve üzüntüyle ona baktım.

"Aisha'ya nasıl izin verdi peki?" diye sordum aklıma gelen düşünceyle.

"Sorma. O zaman küçüktüm ama büyük bir kıyamette o gün kopmuştu. Çetan dayımla tartışmışlardı. En sonunda nasıl oldu bilmiyorum bir şekilde ikna oldu ve ona karışmadı. Tabii hala söylenmeden durmuyor" diye açıkladı. Onu uyardığım gibi konuşurken yavaş konuşmaya dikkat etmesi gözümden kaçmamıştı.

"Kaymakam Bey konuşmuş olmasın?" dedim birden.

Kaşları şaşkınlıkla havalandı "Barun abim mi?" dedi, daha çok kendi kendine sorguluyormuş gibiydi. Bu sırada düğün günü olanlar geldi aklıma yine. Annesi ve ablası hala kızgın mıydı acaba ona? Nalini öyle durmuyordu.

"Evdeki herkesten daha yakın gözüküyor ona o yüzden öyle düşünmüştüm"

Düşüncemi onaylar gibi kafasını sallarken "İyi de o zaman Barun abim İngiltere'deydi ve ablamın anlattığına göre o zamanlar evden hiç kimseyle konuşmuyormuş. Anneannem ile konuşmuş olsa bile Aisha ablamın ne istediğini nereden bilecek?" diye konuştu.

Ne demek kimseyle konuşmuyordu? İçimden bir ses bu İngiltere olayının altından başka bir şey çıkacak diyordu. O zaman Aisha ile o zamandan küsler miydi? Tahmin ettiğimden daha uzun süredir bozuktu araları o halde? Nalini' ye sorabilirdim aslında ama o zamanlar küçükmüş bunları bile ablasından duymuş. Bu yüzden sormadım bir şey. Aisha gelince konuşulacak konular birikmeye devam ediyordu.

Yatakta yanına otururken yönümü ona döndüm "Kaymakam Bey ikna etmemişse bile sen ona Kalindi Hanım ile konuşmasını söylersen belki senin için konuşabilir. Sonuçta sende kuzenisin" diye konuştum bir umutla.

"Bilmiyorum. Diğer abilerim olsaydı olabilirdi ama Barun abi ile konuşmak çok zor. Biraz korkuyorum sanırım tepkisinden. Hem çoğu zaman evde bile göremiyoruz onu, sen geldikten sonra bu kadar sık görmeye başladım. Anlayacağın aramızda öyle yakın bir ilişki yok" dedi buruk tebessümle. İçten içe ondan nefretle bahsetmediği için memnun hissetmiştim kendimi.

Evde bile göremiyoruz derken ne demek istemişti peki? Eve gelmese nerede kalacaktı bu adam? Terasta söyledikleri geldi aklıma. Bu evde yabancı olma yarışmasında ona karşı kazanamayacağımı söylemişti.

Kapalı bir kutuydu gerçekten ve kim bilir anahtarını nereye saklamıştı…

Bu konu için ben mi konuşsaydım acaba onunla? Sonuçta neredeyse bütün gün onunla birlikteydim. Fakat bu ne kadar doğruydu? Sonuçta şu an sorun onu bulmak değil konuşmaktı Nalini için.

“Nalini, sende düğünün iptal olmasından onu mu sorumlu tutuyorsun?” diye sordum açık bir şekilde. Çekinmesinin bir sebebinin de bu olaydan ötürü olup olmadığını merak ediyordum.

Kaşları düşünceli bir şekilde çatılırken dudaklarını yaladı “Aslında tam olarak öyle değil. Düğün ayarlandığından beri annem çok gergindi. O adamın bir şey yapacağından endişeleniyordu. Bu gerginliği o kadar fazlaydı ki başta ablamın mutluluğunu bile paylaşamıyordu”

Açık kahverengi gözlerinde küçük kırgın bir kız çocuğu gördüm o an. Babası olarak bile anmıyordu o adamı. Küçük yaşta çok zor şeyler yaşamıştı belli ki o da. Dudaklarım büzüldü üzgünce. Neler olduğunu az çok bildiğimi gözlerimden görmek bakışlarını kaçırmasına sebep oldu.

“O adam ve ailesi Çetan dayım bize sahip çıktığı için ona ayrı düşmanlar zaten. Onunla uğraşmak için de Barun abimi kullanıyorlar” diye konuşmaya devam ettiğinde şaşkınlıkla kaşlarım çatıldı. Bu adamlar cidden kafayı yemişti. “Öyle kötü şeyler yaptılar ki hala da durmuyorlar. Çok eskiden dedemler arasında başlayıp devam eden bir düşmanlık bu zaten. Bizim gibi köklü bir aileler onlar da. Polisten kolay sıyrıldıkları için dedem de zamanında onlara aynı şekilde canlarını sıkarak karşılık vermiş. Çetan dayım da öyle yapıyor şimdi”

Bunlar bildiğin kan davalılardı. Ne kadar çok ortak noktamız var öyle. Ancak buna sevinemiyorum maalesef çünkü bunlar dünyanın en saçma olayıydı bana göre.

Düşünceli bakışları yüzüme döndü tekrar ve dudaklarını araladı. “Dediğim gibi Barun abim ile de ayrı uğraştıkları için onlarla muhataptı. Güvenlik işini halledeceğini ve hiçbir sorunun çıkmayacağına dair annemi ikna etmişti. Annemin içi bir nebze rahattı bu yüzden. Ancak yine yaptılar yapacaklarını. Mahvettiler her şeyi. Annem Barun abime kızmadı aslında, o aileye olan öfkesini ondan çıkarmış gibi oldu biraz”

Gözleri nemlenmişti konuşurken. Neye üzüleceğini bilememişti belki de o da. Annesine mi ablasına mı…

“Ben o an kimseyi suçlayamayacak kadar şaşkın ve üzgündüm aslında. Ablam da öyleydi. Barun abim ablamdan özür dilediğinde şaşkınlığım artsa da suçlu da hissetmiştim kendimi. Bizim yüzümüzden yüz göz oluyordu o adam ve ailesiyle sonuçta” dediğinde hafifçe kaşlarım çatıldı. Herkesin şaşkınlıkla ona baktığı o sıra özür mü dilemişti? İçimdeki üzüntü arttı. “Ama o yine de çaba gösterdi ablam için. Ben ilgilenmez artık diye düşünmüştüm ama sorunu çözmesini beklemiyordum”

“Nasıl yani?”

Dudakları kıvrıldı gözlerindeki burukluğa rağmen “Haberin yok sanırım. Düğün töreni tekrarlanacak ablamın” diye konuştu.

“Ne? Ne ara oldu bu?” dedim şaşkınlıkla.

“Dün akşam siz geldikten sonra Barun abim, anneannem ve annem Navin eniştemin evine gittiler. Navin eniştem aramış Barun abimi konuşmak için. Görücü usulü de olsa birkaç defa buluşmuşlardı. Ablamdan hoşlanmış gerçekten. Ailesini ikna etmiş. Barun abim de hem tören için hem de sonrası için güvence vermiş onlara” dedi sesine eklenen heyecan ile.

Vay be neler olmuştu öyle. Bu gerçekten harika bir haberdi.

“Tekrar düğün mü yapılacak yani şimdi?”

Gülümsemesi çizgi halini alırken “Olay henüz tazeyken düğün yapmamaya karar vermişler. Tören ve nikah olacak eğer ileriki zamanda çift isterse düğün yapılacakmış” diye açıkladı hemen.

Buna bile şükürdü. Sonuç olarak her şey tatlıya bağlanmıştı. Kavita adına çok sevinmiştim. “Tören ne zaman peki?”

“Bugün” derken sırıtıyordu. Oha, o kadar hızlı mı? “Bizim törenler belirlenen uğurlu zamanda yapılır. Bugün 11-12 arası gibi büyük mabette olacak”

Peki Aisha? Onun haberi vardır herhalde?

“Aisha’ya söylediniz mi, gelecek mi?” diye sordum hemen.

Kafasını iki yana sallarken “Maalesef. Ancak düğün değil sonuçta, hem o da sorunun çözülmesine mutlu olduğu için bunu dert etmedi” dedi, hafifçe tebessüm etti.

Haklıydı aslında. Onlar mutlu olsun da bu durum için gerisi önemli değildi. Yine de bir umut gelmesini istediğimi fark ettim.

“Kaymakam Bey ve annenlerin arası da düzeldi o zaman değil mi?” dedim aklıma gelen şeyle.

Bakışlarını ayak ucuna çevirirken sıkıntıyla bir nefes bıraktı “Yani eskisi gibiler. Ne yakın ne uzak. Ancak Barun abim törene katılmayacağını söylemiş. Ablam gelmesini istemiş ama kabul etmemiş”

Kaşlarım merakla çatıldı benim de. Onlara hala kırgın olduğu için mi gelmek istemiyordu yoksa dışarıdaki şu işinden dolayı mıydı acaba?

Derin bir nefes alıp verdim ve bu konuyu açma sebebimi hatırladım. “Nalini, ablan ile yakın mı peki Kaymakam Bey?”

Gözleri bana dönerken dudak büktü “Küçükken daha sıcakkanlı olduğunu söylüyor ablam. Aisha ablamdan ayırmaz onunla da oynarmış. Benimle de ama ben küçük olduğumdan hayal meyal hatırlıyorum”

Ne olmuştu da böyle uzaklaşmıştı peki onlardan?

“Madem eşitsiniz onun gözünde o halde gidip onunla konuş. Gerekirse kaymakamlığa git. Eminim seni geri çevirmeyecektir” dedim güven veren bir sesle.

“Bilmiyorum Geeta” dedi kararsız bir ses tonuyla.

Elini tuttum ve buruk bir şekilde tebessüm ettim “Bak ben onun yakını olmama rağmen bana yardım ediyor. Sen onun kuzenisin. Hem Aisha da böyle söylemişti. Onun yardıma ihtiyacı olan birine sırtını dönmeyeceğini. Anlıyorum zor bir durum ancak hayallerinden bu kadar kolay vazgeçmemelisin, Nalini”

"Haklısın... Düşüneceğim bunu" dedi ve gülümsemesi büyürken elimi sıktı. O hüzünlü ruh halinden kolayca sıyrılırken gülümseyip ayağa kalktı ve beni de kaldırdı. "Hadi gel, bu kattaki balkonumuzu göstereyim sana"

Odasından çıktık. Ters istikamete doğru ilerlerken merdivenlerin yanından geçtik. "Benim hemen yanımdaki oda ablamın odasıydı. Onun yanındaki de annemin" Nalini bir yandan herkesin odasının yerini tanıtmaya devam ediyordu.

Balkonun sol tarafında ilerlemeye devam ederken aşağıdan bir kadın Nalini'nin ismini seslendi. Nalini yerinde durup kadına yukarıdan cevap verirken göz ucuyla aşağıya baktığımda bunun annesi İndu Hanım olduğunu gördüm. Beni görünce kaşları daha çok çatıldı ve ona bir şeyler söylemeye devam etti. Nalini'nin omuzları düşerken onun da sinirlendiğini sesinden anlamıştım. Annesi mutfağa girdiğinde o da bana doğru döndü.

"Bir sorun mu var?" diye sordum onu beklemeden.

Elleri havalanırken bir yandan mimikleri ile kendini ifade etmeye çalıştı "Yok, merak etme. Benim bir beş dakika işim var acilmiş. Hemen halledip geliyorum" gergin bir tebessüm oluştu dudaklarında. Huzursuz hissettim ama bunu belli etmedim "Sen istersen yukarı çık otur, orada bekle beni"

Sorun yok dercesine kafamı salladım ve tebessüm ettim. Başka bir şey söylemeden arkasını döndü ve gitti. Bir süre orada dikilip evin duvarlarında gezdirdim bakışlarımı.

Kalindi Hanım bir İndu Hanım ikiydi. Sanırım misafir ağırlamayı pek sevmiyorlardı. Keşke bu kadar belli etmeselerdi bari. Canım sıkılmıştı. Sesli bir şekilde ofladım. Sonra orada boş boş dikilmeyi bırakıp yukarı çıkmaya karar verdim.

Henüz bir adım atmıştım ki bir şeyin yere düşme sesi ile eş zamanlı olarak yüksek sesli nefes alış sesleri duydum. Birine bir şey olmuş olmasından endişelenerek sesin geldiği odaya doğru döndüm. Hemen arka çaprazımda kalan odadan geliyordu sesler. Ne olur ne olmaz diyerek kapıyı tıklattım. Hiçbir ses gelmeyip aynı zorlu nefes sesleri devam ederken kapı kolunu indirip içeri girdim.

Gözlerim hemen sesin kaynağını buldu. Geniş odanın sağında kalan duvarına yaslı yatakta yaşlı bir adamın sağında kalan komidine doğru iki büklüm olmuş yere düşmemek için direndiğini gördüm.

Panikle o tarafa doğru adımladım ve koltuk altlarından tutup destek olarak doğrulmasına yardımcı oldum. Hastaydı belli ki doğrulmak için bile yardıma ihtiyacı vardı. O başını yatağın başlığına yaslarken nefesini düzenlemeye çalışıyordu.

Kimdi bu adam?

Seksen küsür yaşında gözüküyordu hatta belki de daha yaşlı. Varlığı geçen ama henüz tanışmadığım dedeleri olduğunu düşündüm. Bu sırada yerdeki su bardağı dikkatimi çekti. Komidinin üzerine baktığımda demir sürahinin yanında bir tane daha aynı bardaktan olduğunu gördüm. Belli ki amca su içmek istemiş ama yapamayıp bardağı yere düşürmüştü.

Allah'tan bardak kırılmamıştı. Kırılsaydı ve amca kalkmayı becerip üstüne bassaydı…

Bu düşünceyi kafamdan atıp hemen yerdeki bardağı alıp komidinin diğer tarafına koydum. Diğer temiz bardağı alıp sürahiden su doldurdum. Yatakta yanına oturdum sonra. Nefes alışverişleri düzene girmişti. Yüzüme kısa bir bakış atıp ona su içirmemde yardım etmeme izin verdi. Sağ eli göğsünde duruyor onunla birlikte havaya kalkıp iniyordu. Rahatsız olabileceğini düşünüp ayaklandım ve elimdeki boş bardağı eski yerine koydum.

Sağ elimden tuttu birden. Kaşları çatık bir şekilde yüzüme bakarken tekrar yanına oturmamı sağladı. Birden odasına dalmıştım. Yorgun bakan kahverengi gözlerinin yüzümde gezindiğini gördüm. Kim olduğumu merak ediyor olmalıydı doğal olarak.

Bende kendimi yüzünü incelerken buldum. Başının önden orta kısmına doğru kelken diğer taraflarında seyrek olan beyaz saçları vardı. Yüzü, elleri ve üzerindeki geniş yakalı beyaz tişörtünün açık bıraktığı boynu gibi buruş buruştu.

"İyi misiniz amcacım?" diye sordum en sonunda.

Konuşmamla birlikte yüzümde dolanan gözleri gözlerimde durdu. Çatık duran kaşları düzeldi. Türkçe konuştuğumu fark edip kendi kendime söylendim. İngilizce bildiğini hiç sanmasam da yine de bir de öyle sordum. Ancak haklıydım, anlamamıştı.

Ellerini yavaşça havaya kaldırdı "Kimsin sen?"

İşaret dili kullanıyordu... Şaşkınlığımı gizleyememiş olmalıyım ki hafif tebessüm eder gibi olmuştu karşımdaki adam. Utandığımı hissettim.

Bu sefer ben onu şaşkınlığa uğratacak bir şey yaptım ve kollarımı havaya kaldırdım "Ben Kaymakam Bey'in misafiriyim. İsmim Geeta. Siz de onun dedesisiniz sanırım?"

Bildiğim dilleri sayarken işaret dilini saymayı unutmuşum. Küçükken bir dönem öğrenmek zorunda kalmıştım... aynı zamanda bu durumda olan iki tane de özel ders verdiğim öğrencim vardı. Bu yüzden kendimi geliştirmiş ve bu alanda sertifika almıştım.

Bence bu dili öğrenmek için bir sebep aranmamalıydı. Bu durumdaki insanlarla nerede ne zaman karşılaşacağımız belli olmazdı ve onlarla da iletişim kurmak çok önemliydi. Kendimi onların yerine koyduğumda konuşabilen diğer insanların beni anlamaması, eğer bir de duymuyorsam benim de onları anlamamam çok kötü bir şeydi. Sadece sevdiğim insanların değil diğer insanlarında benim onlardan bir eksiğim olmadığını anlamalarını isterdim.

"Evet öyle, ismim Vasant" dedi, beni yüzündeki hoşnut olmuş bir ifadeyle süzdü "Teşekkür ederim yardım ettiğin için kızım"

Tebessüm ettim. Bu ağırbaşlı ve içten tavrı aklıma Çakır dedemi getirmişti. İçimdeki özlem kabardı yine. "Başka bir şeye ihtiyacınız var mı?" diye sordum.

Elimden ne gelirse yapmak istedim. Ayrıca neden kimsenin ondan bahsetmediğini de düşünüyordum. Doğuştan mı konuşamıyordu yoksa sonradan mı olmuştu acaba? Hastalığını merak etsem de ona sormayı uygun görmediğim için bundan vazgeçtim.

Gözleri tekrar sağında kalan komidine kaydı, elleri oldukça yavaş hareket ederken "Şu radyonun üzerindeki kırmızı düğmeye basar mısın sana zahmet?" dedi. Belli ki duyabiliyor ancak konuşamıyordu.

Onu kafamı sallayarak onaylarken uzandım ve oldukça eski görünen radyonun kırmızı düğmesine bastım. Yüksek olmayan cızırtılı bir ses yükseldi önce ardından bir kadın sesi Hintçe konuşarak aynı şeyleri tekrar etmeye başladı. Vasant dedeye baktığımda yüzünün asılmış olduğunu gördüm.

Ellerimi konuşmak için tekrar havaya kaldırdığımda gözleri bana döndü "Ne oldu acaba?" diye sordum. Hintçe bilmediğime şaşırmadığını fark ettim.

Yüz ifadesi sabitken bana cevap verdi "Her gün bu saatlerde başlayan bir komedi programım vardı. Bugün kanalda arıza varmış sanırım, yayın yok"

Anladım dercesine usulca kafamı salladığımda radyonun cızırtılı çıkan sesi kendini belli edince uzandım ve radyoyu kapattım. Bu sırada aklıma gelen fikirle gülümsedim. Barun yeni gitmiş sayılırdı. O gelene kadar burada Vasant dedeyle sohbet etmemde hiçbir sıkıntı yoktu bence. Nalini muhtemelen beni arayıp bulurdu. Ona durumu açıklar onun yanında kalmak istediğimi söylerdim.

Düşüncemi hayata geçirerek "İsterseniz size eşlik edebilirim?" diye sordum. Ondan da bana karşı bir sıcaklık sezsem de yine de bunu sorarken çekinmiştim.

"Olur tabii ama seni yormak istemem" dedi, yüzü sıkıntılı bir hale bürünmüştü.

Elimi havada olumsuz bir şekilde sallarken dudaklarımdaki gülümseme büyüyordu "Hayır, aksine memnuniyet duyarım."

"Sen öyle diyorsan"

Ne kadar beni düşünüp reddetmeye çalışsa da gözlerinde birileriyle sohbet etmeye ne kadar aç olduğunu görebiliyordum. Hasta olduğu için muhtemelen gününün yarısı bu odada yalnız başına geçiyordu.

"Size bir şeyler anlatmamı ister misiniz? Dedem anılarını anlatmayı çok sever, bende onu dinlemeyi çok severim. Onun hikayeleri gibi daha önce dinlemediğinize eminim. Size onlardan birini anlatabilirim" dedim aklıma gelen ilk şeyle.

Hareketlerimdeki heyecan onu gülümsetti. "Bak beni de meraklandırdın"

Sırıtırken yerime iyice yerleştim ve önüme gelen saçlarımı omzumdan geriye attım. Ardından ellerimi kaldırıp aklıma gelen ilk anıyı anlatmaya başladım.

"Bu anı dedemin askerlik zamanından. Zaten çoğu anlattığı hikâyede hep askerlik anıları olur. Askerde sivilde gazeteci olan bir adam varmış. Bir kulübede askeriyeye gelen telefonlara o bakıyormuş. Bazı başı boşlar çoğu zaman onun yanına gider onunla sohbet ederlermiş. Dedemlerin komutanı bir gün onun yanına gitmiş ve demiş ki bundan sonra yanına kimseyi almıyorsun, bir daha görürsem fena olur. Komutan böyle söylemiş çünkü bu adam gelenlerle laflamaktan telefonlara geç cevap veriyormuş"

Vasant dede yüzündeki aynı meraklı ifadeyle beni dinlemeye devam ederken anlatmaya devam ettim. "Bir gün yanında yine o boş konuşan adamlar varken komutan oraya doğru gidiyormuş. Dedem o sırada kulübenin biraz uzağındaki bir bankta oturuyormuş. Komutanı görmüş ve o adamı arayıp 'Endire komutan geliyor o adamları gönder' demiş"

Beklediğim gibi Vasant dede o kelimeden sonra kaşlarını çatmıştı. Önce onun soru işaretini yok ettim "Endire, orası demek. Bizim oradaki ağız farkından bazı kelimeler böyle değişiyor"

Açıklamamla birlikte kaşları çatılırken "İlginçmiş" dedi. Ardından eliyle devam etmemi belirtti.

"O adamda sizin gibi bunu bilmediği için dedemin ne demek istediğini anlamamış ve endire ne demek deyip durmuş. Dedemde telaş yaptığından onun ne söylediğini umursamayıp aynı şeyi tekrarlayıp duruyormuş" onun güldüğünü gördüğümde bende güldüm. "Tabii bu sırada komutan içeri girmiş ve adam bir güzel dayak yemiş ondan. Sonrasında dedem onunla konuştuğunda ona endirenin orası demek olduğunu açıklamış. O adam da 'Yaklaşık kırk bin kelime biliyorum endire diye bir kelimeyi ilk defa duyuyorum' demiş"

Son kelimelerime doğru gülüşü büyürken gözleri kısılmıştı. Onu güldürdüğüm için benim de içimi bir ferahlık kapladı. Ona eşlik etmeden edemedim.

"Benim böyle eğlenceli askerlik anılarım yok gerçekten, haklıymışsın" diye konuştu.

"Bu da bir şey mi Vasant dede, buna benzer o kadar çok var ki çoğu aklımda bile değil. Bu ilk aklıma geleniydi" dedim gülümsemeye devam ederken. Ne kadar sıcak davransa da duruşunda bir katılık sezdiğim için samimi hitabıma ne diyeceğini merak ettim.

Bunu fark etti ve bir şey söylemek yerine sağ elimi ellerinin arasına aldı. Elleri pürüzlü ve sıcacıktı. Diğer elini başımın üzerine koydu. Elini kafama koyduğundan gözüme inen kâküllerimin altından onu izliyordum.

İki elini de üzerimden çekip "Teşekkür ederim kızım. Yordun kendini o kadar, program olmasa da sen güldürdün yüzümü. Tanrı da senin yüzünü güldürsün" diye konuştu.

İçim yumoş yumoş oldu. Kalbimin üzerindeki yük hafifledi sanki. En içten gülümsemelerimden birini sundum ona. "Siz böyle mutlu olacaksanız, ben her gün gelir anlatırım size ya"

Kaşları çatıldı yavaşça "Olur mu öyle şey hiç? Onca derdinin arasında benimle mi ilgileneceksin bir de?" dedi. Varlığımdan haberdar olmasına şaşırmıyordum sonuçta aile büyüğüydü ve evinde kalıyordum ancak oynadığımız oyundan haberinin olabileceğini düşünmemiştim.

"Siz neden burada olduğumu biliyor musunuz?" diye sordum hemen.

Gözlerine bir hüzün yerleşti "Barun her şeyi anlattı bana"

Ne diyeceğimi bilemeyerek gözlerimi beyaz yatak örtüsünde gezdirdim bir süre. Bakışlarım tekrar Vasant dedeye döndüğünde onun yüzündeki aynı hüzünlü ifadeyle beni izlediğini gördüm. Gülümsemeye çalıştım.

"Barun bu sabah gelmedi yanıma. Konuştun mu ailenle? Ağabeyinin durumu nasıl?" diye sordu merakla.

Kollarımı kaldırdım "Durumu hala aynı, bekliyoruz" dedim. İçim burkuldu.

Üzgünce başını eğerken "Dua et kızım, Tanrı dualarını kabul etsin" dedi. Başımı eğdim sadece.

Yüzü düşünceli bir ifadeye bürünürken kucağında duran elleriyle sert bir şekilde oynamaya başladı. Bunun farkında olmayışı kaşlarımı çatmama sebep oldu. Bir şey mi oluyordu? Ona doğru hareketleneceğim sırada gözlerini bana çevirdi. Endişeliydi. Sanki bir şey söylemek istiyormuş da emin değilmiş gibi bakıyordu.

"Bir sorun mu var Vasant dede?" diyerek bu karar için ona yardımcı olmak istedim.

İç çekti ve ellerini yukarı kaldırdı "Barun her sabah yanıma uğramayı ihmal etmezdi. Bugün gelmedi. Canını sıkan bir şey olduğunda kimseyle konuşmak istemez, herkesten kaçar. Sen bir şey duydun mu kızım?"

Sabah Çetan amca ve onun sesini o da duymuş olmalıydı. Dudağımı yalarken ne söyleyeceğimi düşündüm. Bu durumu nasıl anlatabilirdim ki? Kalindi Hanım ile terasta ne konuştularsa evden çıkarken sabahkine nazaran keyfi gayet yerindeydi. Bu yüzden dedesine anlatmak istiyorsa kendisinin anlatması gerektiğinin daha uygun olduğunu düşündüm.

"Bana önemli bir işi olduğunu söyleyip bir iki saate kaymakamlığa geçeceğimizi söyleyip gitti. Keyfi yerinde gözüküyordu" dedim gerçeğin bir kısmını anlatırken.

Endişeli hali gitse de düşünceli hali gitmemişti. Tahmin ettiğim gibi sabahki sesleri duymuş olmalıydı ve sebebini merak ediyordu. Bu cevabımla da muhtemelen benim olanlardan haberimin olmadığını düşünmeye başlamıştı.

"Tamam kızım, sağ ol. Akşam gelince sorguya çekerim artık" dedi, bu halini geçiştirmeye çalışarak.

Tebessüm ettim bu söylediğine. Barun belli ki onunla da Kalindi Hanım gibi yakındı. Derin bir nefes alıp verdi. Moralini düzeltmek için aklıma gelen şeyle dudaklarımı araladım.

"Ben isterseniz burada kaldığım sürede yanınıza gelip sizinle sohbet etmek isterim?" dişlerini göstererek güldüğünü gördüğümde beklediğim tepkiyi alarak bende gülümsedim "Bana iyi geliyor konuşmak bu yüzden durumumu dert etmenize gerek yok"

Onlar bana evini açmışken bende elimden geldiğince onlar için bir şeyler yapmak istiyordum. Hem bu bana da gerçekten iyi geleceği için yürekten istemiştim.

"Yarınki anlatacağın hikâyeyi merakla bekliyorum o zaman?" dedi gülümsemeye devam ederken. Bakışları sanki sohbetimizin ona da iyi geldiğini gösteriyor gibiydi.

"Anlaştık"

Tam bu sırada kapı usulca açıldı. Vasant dedenin bakışları oraya dönerken içimi garip bir telaş sardı. Bende arkama dönüp kimin geldiğine baktım. Aynı yavaşlıkla içeriye bir baş uzatıldığında bunun Aastha abla olduğunu gördüm. Vasant dededen önce gözleri hemen beni bulunca kaşları şaşkınlıkla havalandı ve aceleyle içeri girip kapıyı kapattı.

Bu tavrı karşısında kaşlarım çatılırken ayaklandım ve yanına gittim "Aastha abla bir sorun mu var?"

Bana doğru dönüp aramızdaki mesafeyi kapattı ve kolumdan tuttu birden "Senin burada ne işin var Geeta?" diye soludu. Neden bu kadar gergin ve endişeli gözüküyordu bu kadın?

"Bu odadan bir ses duydum. Vasant dede su içmeye çalışırken bardağı düşürmüş. Ona yardımcı oldum, sonra da sohbet etmeye dalmışım. Ne oldu, neden bu kadar endişelisin sen?"

Gözlerinden kısa bir şaşkınlık dalgası geçti. "Sen işaret dili biliyor musun?" diye sordu.

Bu yüzden şaşırmış olmalıydı. Başımı salladım. Zaten bilmesem nasıl konuşayım adamcağızla?

Yorgunca elini alnına yaslarken "Nalini seni bıraktığı yerde bulamamış. Evin içinde seni arıyoruz ne olacak? Az daha Barun'u arayacaktım" dedi kızgın ses tonuyla.

"İyi de beni arayan kimse gelmedi ki buraya?"

"Bu odaya öyle herkes her zaman giremez de ondan. Burada olacağını tahmin etmedik" diye açıkladı hızlıca "Babaanne seni burada görmemeli. Haydi hemen çıkalım"

"Neden ki?" diye şaşkınlık içinde sorduğumda Aastha bu sorumu duymamış gibi yaparak bizi izleyen Vasant dedeye döndü ve başını özür diler gibi eğdi, onun bir şey söylemesini beklemeden de tekrar kolumdan tuttu. Aynı acele hareketlerle beni odadan çıkardı ve merdivenlere doğru yöneldi.

"Keşke Vasant dedeye de bir açıklama yapsaydık, apar topar çıktık. Ayıp oldu" diye söylendiğim sırada merdivenlerin orada durmuştuk.

Bana doğru döndüğünde daha sakindi ama tedirginliği hala gözlerinden okunuyordu "Ben işaret dili bilmiyorum. Hem o anlamıştır beni çünkü kendisi de senin orada olmaman gerektiğini biliyor"

"Bana hiç öyle bir şey söylemedi. Aksine gerçekten keyifli bir şekilde sohbet ediyorduk" balkondan aşağı bakıp birini arar gibi görünürken söylediklerime bir yorumda bulunmadı "Ayrıca neden oraya girmek yasak? Vasant dedenin hastalığıyla alakalı bir şey mi?"

"Nalini!" Aradığı kişi belli olurken ona seslendi ve Hintçe konuşarak bir şeyler söyledi.

Nalini dışarıdan geliyordu. Aastha ablanın sözlerinin bitimiyle onunla gözlerimiz buluşmuştu. Gözlerinde bir rahatlama gördüm hemen, onları beklediğimden çok endişelendirmiştim sanırım. Derin nefes alıp verdi ve dizlerinin üzerine eğilip soluklandı.

Aastha abla bana döndü tekrar "Yanlış anlama beni lütfen Geetacım ama babaanne bu konuda çok hassas." dedi, beni böyle kolumdan tutup getirmek zorunda kaldığı için mahcup görünüyordu.

"Anladım, sorun değil. Onun tam olarak neyi var?"

"Yıllar önce bir trafik kazası geçirmiş. Bu yüzden yürüyemiyor ve doktorların dediğine göre psikolojik olarak konuşamıyormuş" Aastha abla yanımıza gelen Nalini'ye kısa bir bakış attı "Kazadan sonra içine kapanık bir adam haline gelmiş. Öyle kolay kolay kimseyle konuşmuyor, bizimle yemek yemeye inmiyor, çoğu zaman yalnız kalmak istiyor. Bazen babaanneyi bile istemiyor yanında. Yıllar sonra Kavita'nın düğününde indi geçen aşağıya."

Duyduklarım beni çok üzerken Vasant amcanın su içmek için iki büklüm olmuş hali geldi gözümün önüne. Kendisini ailesine kapatarak hayata mı küsmüştü yani?

Onunla konuştuğumdaki gözlerinde oluşan parıltıyı düşündüm. Başta garipsemiş ama sonrasında bir şey söylememişti. Misafir olduğum için miydi acaba? Yarın için de sözleşirken gayet istekli duruyordu ama?

"Kaymakam Bey ile sık sık konuşuyorlar ama sanırım?" diye sordum aklıma gelen yeni bilgiyle.

"Herkesle az çok konuşuyor tabii. Genellikle gündelik sorunlar ve şirketteki işler ilgili oluyor bunlar. Yani Saras'ın anlattığına göre öyle."

Bana Kaymakam Bey ile olan yakınlığı farklı gelmişti. Sadece iş konuştuklarını sanmıyordum. Bu konuyu daha fazla üstelemedim. Tabii kafamda hala ona verdiğim söz dönüp duruyordu.

"Neden dedemden bahsediyorsunuz? Ne oluyor?" Nalini konuşmamızın bitmesini bekliyormuş gibi konuştuğunda bakışlarımız ona döndü. "Yoksa yengem seni onun odasında mı buldu?"

Ne kadar şaşırdığını görmek durumun ne kadar vahim olduğunu daha iyi anlamamı ve gergince dudaklarımı dişlememe sebep oldu.

"Evet oradaydı, neyse ki babaanne gelmeden çıkardım onu"

Nalini'nin şaşkın bakışları ikimiz üzerinde gidip gelirken benim üzerimde durdu "Ne yapıyordun orada? Sana koltuklarda beni beklemeni söylemiştim, yanlış mı anladın?"

Bu durumu hızlı İngilizce konuştuğu için onu yanlış anladığıma yorarken yüz ifadesi çok komik duruyordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Kapatın artık bu konuyu, haydi gidiyoruz" Aastha abla beni tekrar bir açıklama yapmaktan kurtarırken önden yürümeye başlayarak merdivenlerden inmeye başlamıştı.

Zemin kata indiğimizde İndu Hanım elinde bir tepsiyle mutfaktan çıkmıştı. Bu tepsi düğün günü üzeri renkli örtülerle örtülü olan altın tepsilerdendi.

Aklıma Barun ile olan ilk karşılaşmamız geldi. Sakarlığım yine kendini göstermiş kendimle birlikte koca adamı da kırmızıya boyamıştım iyi mi? Güldüm kendi kendime o halini hatırlayınca.

Bu sırada Nalini annesinin elindeki tepsiyi aldı ve bir şeyler konuştular. Bir çalışan gelip Aastha ablaya içi dolu büyük bir çanta uzattı. Aastha abla içindekileri kontrol edip tekrar getiren adama verdi ve onunla gönderdi. Sanırım tören hazırlığına başlamışlardı bile.

Birden arkamdan Hintçe konuşan Akash'ın sesini duydum. Aastha abla ile arkamıza döndük. Akash'ın ve yanındaki Ragini Hanım'ın merdivenlerden inerek bize adımlamalarını izledik. Akash ile göz göze geldiğimizde sıcak gülümsemelerinden birini sundu yine bana. Aynı şekilde ona karşılık verdim. Birkaç saat önce hastaneden geldiğinde giydikleri vardı hala üzerinde. Daha dinç gözüküyordu.

Onlar yanımıza geldiğinde Aastha abla "Geeta ve Nalini de senin arabanla gelsin Akash" diye konuştu.

Bir dakika, ne?

Kaşlarım çatılırken Aastha ablaya döndüm şaşkınlıkla. Bunu gördüğünde “Kavita’nın düğün töreni tekrar yapılacak Geeta. Büyük mabede gidiyoruz” diye açıkladı. Ben bunu zaten biliyordum ama davetli olduğumu bilmiyordum.

Nalini bu sırada bu durumdan memnun gibi bir eliyle tepsiyi dengelerken diğer eliyle koluma girmişti. Bakışlarım ikisi arasında gidip gelirken "Ben gelemem. Kaymakam Bey evde beklememi söyledi” dedim.

"Evde kimse kalmayacak Geeta. Tek başına sende kalamazsın"

Aastha ablaya itiraz edeceğim sırada Akash araya girmişti "Aastha yengem haklı Geeta. Barun evde kimseye ulaşamayınca bizi arayacaktır, merak etme. O zaman ben bırakırım seni kaymakamlığa"

Ragini Hanım ve İndu Hanım konuşulanları anlamadıkları için sadece soğuk bakışlarını üzerimde gezdiriyorlardı. Allah'ım isimleri çok komikti, gülme Ezgi gülme.

Diğerlerinin benden onay bekleyen bakışlarına karşılık verip onları daha fazla bekletmeyerek "Peki, tamam" dedim.

Gitmek istememe sebeplerimden biri de onlara orada ayak bağı olmak istemememdendi. Arabada ya da çıkışta bir yerde onları beklerdim artık. Umarım Barun bu duruma kızmazdı.

Üzerimde hala beyaz şalvarlı kıyafetlerim olduğu için üzerimi değiştirip geleceğimi söyleyerek Aisha’nın odasına çıktım. Normal kıyafetler yerine geleneksel olan tayt ve tunikten oluşan sarilerinden mavi olanı alıp giydim. Tören olduğu için normal giyinip Kalindi Hanım’ı daha fazla kendimden soğutmak istemezdim. Bu yüzden böyle bir seçim yapmıştım. Sarinin şalını Aisha’nın gösterdiği gibi boynuma atıp daha önce giydiğim sarı sandaletleri ayağıma geçirdim. Ardından seri adımlarla odadan çıkarak aşağı indim.

Bütün hazırlıklar tamamlanmış olmalı ki herkes hazırlanmaya gitmişti benim gibi. Öğrendiğim kadarıyla Çetan amcalar iş yerlerinden oraya geleceklerdi.En son Kavita da geldiğinde herkes tam gözüküyordu. Üzerinde düğün günü giydiği kırmızı sarisi vardı. O günkü kadar olmasa da makyaj yapmıştı. Şimdi fark ediyordum da diğer hanımlar da o günkü kadar gösterişli giyinmemişlerdi. Muhtemelen sadece tören olduğunu içindi.

"Hadi o zaman arabalara"

Hep birlikte dışarı çıktığımızda siyah taksi tipli bir araç kapının önünde duruyordu. İçeride Aastha abladan çantayı alan evin çalışanı arabanın bagajına eşyaları yerleştiriyordu. Akash burada beklememizi söyleyip arabasını almaya gitti bu sırada. Arabasını siyah aracın yanına getirdiğinde Ragini Hanım beklemeden yolcu koltuğuna yerleşti.

Bu sırada evin kapısında Kalindi Hanım ve Amrita Hanım, umarım ismini yanlış hatırlamıyorumdur, yani King' in annesi görünmüştü. Amrita Hanım Kalindi Hanım’ın koluna girerek yardımcı oluyordu. Kalindi Hanım’ın bakışları beni bulduğunda kaşları çatılır gibi oldu ve dudaklarının hareket etmesinden Amrita Hanım'a bir şeyler söylediğini anladım. Üzerimdeki rahatsız edici bakışları kısa sürdü.

O siyah aracın yolcu koltuğuna yerleşirken Nalini koluma dokundu. "Duymuyor musun beni, ismini sesleniyorum deminden beri?"

"Üzgünüm dalmışım"

Gözleriyle merdivenlerin sonundaki aracı gösterirken ona ayak uydurup basamaklardan indim. İndu Hanım da bizimle gelecek olmalıydı ki aracın yanında bekliyordu. Neden binmediğini bilmiyordum. Biz yanına geldiğimizde o Aastha ablayı çağırmış bir şeyler söyleyerek diğer araca doğru hareketlenmişti. Benimle birlikte Nalini ve Aastha abla da arkasından şaşkınlıkla baktı. Gidip siyah araca bindiğinde şoför talimatı almış gibi arabayı çalıştırdı.

Ne oldu da İndu Hanım Aastha ablayla yer değiştirmek istemişti?

Aastha abla toparlanıp arka kapıyı açtı ve geçmemiz için önce bize yol verdi. Nalini elindeki tepsiye dikkat ederek arabaya bindi ve ardından bende onu takip ederek yanına oturdum. Aastha abla da binince Akash arabayı çalıştırdı ve bahçeden çıkmakta olan aracın peşine takıldı.

Nalini Aastha ablanın yüzünü görmek isteyerek eğilirken "Bir şey mi oldu Aastha yenge? Annem neden fikir değiştirdi?" diye sordu.

Muhtemelen benim yanlış anlamamam için de İngilizce konuşuyordu. Bende İndu Hanım'ın neden son anda diğer arabaya geçme sebebini merak ettiğim için bakışlarımı Aastha ablaya çevirmiştim.

"Babaanne çağırdı, törenle ilgili sanırım" dedi durgun çıkan sesiyle. Yüzü düşmüştü sanki. Alnı kırışıyor, ince kaşları bir çatılıp bir gevşiyordu.

"İyi misin Aastha abla. Canın sıkkın gibi?"

"Yok, tatlım iyiyim merak etme" dedi gülümseyerek. Ne gülümsemesi ne de cevabı beni tatmin etmişti ama şu an anlatmak istemiyorsa üstelemeyecektim.

"Bu tepsi de ne var?"

Nalini merakıma gülümserken "Adak tatlıları var" diyerek bir eliyle de örtüyü kaldırıp tepsideki üst üste dizilmiş kutuları görmemi sağladı.

"Sen Müslüman mısın?"

Elim kalbimin üzerine giderken "Elhamdülillah Müslümanım" dedim.

"Çetan amcamın hiç böyle tören yaptığını görmedim ben. Siz yapıyor musunuz?" diye sordu. Bu sefer onun meraklı hali beni gülümsetmişti.

"Siz tören dediğiniz şeylerde ne yapıyorsunuz ki tam olarak?"

"Bir nevi ibadet gibi düşün. Dua ediyoruz, tanrılarımıza adaklar adıyoruz. İlahiler söyleniyor, ikramlar dağıtılıyor. Genellikle evde yapıyoruz bunu ama bazen mabede de geliyoruz. Özellikle özel bir niyetimiz varsa” dedi bir an düşünür gibi duraksadı. “Mesela en son Akash abim için yapmıştık. Ragini yengem düzenli bir şekilde adak adar onun için ve bazen duasını mabette yaparız”

Bakışlarım istemsizce dikiz aynasından onun yüzüne döndü. Konuştuklarımızı duyuyor olmalıydı.Ancak bir tepki vermedi. Düşünceli gözüküyordu. Sağ kaşının üzerindeki dikiş izinde durdu gözlerim. O yaranın nasıl olduğunu merak ederken buldum kendimi. Ona yakalanmamak adına gözlerimi kaçırdım hemen.

"Biz biri öldüğünde toplanıp arkasından Kuran-ı Kerim okuturuz. Kandil günlerimiz vardır, cami dediğimiz yapılarda toplanıp dua ederiz. Bunlar dışında Dini Bayramlarımız vardır toplu olarak kutladığımız. Toplanıp özel yapılan ibadetleri yerine getiririz o günlerde de. Öyle yani"

"Bir ay gibi bir süre oruç tutuyorsunuz sanırım bir de?" Aastha ablanın bizi dinlediğini bilmediğim için soru sormasına şaşırmıştım. Belli ki Çetan amcalar Ramazan da oruç tutuyor olmalıydı ki oradan biliyordu.

Kafamı sallarken "Evet. Ramazan ayı diyoruz ona. Onun sonunda bayramlarımızdan birini kutluyoruz işte. Şeker Bayramı"

"Yaa ne güzel. Şeker mi yapıyorsunuz?"

"Yok hayır" dedim Nalini'ye gülerek "Topluyoruz, tabii çocukken. Artık veren taraf biziz maalesef"

Onlara tabii ki hala yeğenlerimle birlikte şeker toplamaya gittiğimden bahsetmeyecektim.

"Ayy o da eğlenceliymiş" dedi neşeyle konuşurken.

Gülümsedim ve hemen ona çocukken şeker toplama anılarımızdan bahsetmeye başladım. Nalini, arada yorumlarını katarak heyecanla beni dinledi. Akash da ara sıra konuşmamıza katılmıştı. Aastha abla ise sadece dudaklarındaki tebessümle bizi dinlemeyi sürdürmüştü.

Böyle yaklaşık iki saat süren bir yolculuktan sonra mabede gelmiştik. Etrafta gördüğüm kalabalıktan sıradan bir mabede değil gerçekten büyük bir mabede

geldiğimizi anladım. Etraf da kalabalıktı. Arabalardan indikten sonra Kalindi Hanım ve diğer kadınlar o kalabalığa ayak uydurdular. Bende onlara ayak uydurarak arabadan inmiştim. Sözde orada kalacaktım.

Bu sırada dikkatimi kalabalık kaldırımda kucağında taşıdığı kasada rengarenk bilezikler olan küçük bir kız çocuğu çekti. Önünde uzun ve sıska bir adam duruyordu. Beyaz tunik ve şalvar vardı üzerinde. Yüzünü tam göremesem de küçük kızın önünde eğildiğinde kafasındaki fes gibi olan şapka yere düştü. Kel kafası ortaya çıkarken sağ kulağında asılı duran siyah küpe gibi bir şey gözüme çarptı. Hafifçe kaşlarım çatıldı. Hızla şapkayı kafasına geri takarken kıza bir şeyler söyledi. Elini uzattığında kız da siyah bir poşeti ona uzattı.

Kalabalıktan kızın da yüzünü net göremiyordum. Ancak adam elini başını okşamak için uzattığında korkmuş gibi geri adımlamıştı hemen. Bu beni de rahatsız ederken kaşlarım iyice çatılmıştı.

“Hadi Geeta gelmiyor musun?” diye seslenen Nalini ile bakışlarım ona döndü.

Göz ucuyla küçük kızın olduğu yere bakarken o adama güvenmeyip burada kalmaya karar verdim. “Aslında ben burada kalsam daha iyi olur. Bir de ayak bağı olmayayım size orada, zaten başınız kalabalık” diye konuştum.

“Öyle şey mi olur? Geldin hem bizimle o kadar törene de katılacaksın elbette” dedi Aastha abla, kaşlarını çatmıştı hemen.

Akash benden önce davranırken “Yenge sanırım Geeta kalabalıktan pek hoşlanmıyor. Nasıl istiyorsa öyle olsun. Törenin sonuna sadece bizimkiler kaldığında ben gelip alırım onu” diye konuştu.

Gözleri bana döndüğünde göz göze geldik. Teşekkür edercesine tebessüm ettim. O da aynı şekilde karşılık vermişti. Söylediği tam olarak doğru olmasa da sonuç olarak Aastha abla ikna olmuştu.

Yine de anaç tavrı endişeli bakışlarını yüzümde dolaştırmasına sebep olmuştu “Dikkatli ol bak, sonra ne derim ben Barun’a?” dedi, sıkıntılı bir sesle.

Elimi koluna koydum. Beni dert etmesini istemiyordum bir de. "Merak etme, biraz durup girerim arabaya. Çocuk değilim ya kaybolmam bir yere"

"Ben çıkışa yakın olurum Geeta, bir şey olursa yanıma gelirsin" diye konuşan Akash'a döndü bakışlarım tekrar. Arabasının anahtarını uzattı "Üstteki açıyor, alttaki kapatıyor"

Kafamı salladım onun söylediklerini onaylayarak. Nalini de bana güven bir şekilde gülümsedikten sonra yanımdan ayrıldılar ve mabede doğru ilerlemeye başladılar. Nalini'nin elindeki tepsiyi Aastha abla almıştı. Nalini de Akash'ın koluna girip gülerek ona bir şeyler anlatmaya başladığını gördüm.

Gözden kaybolana kadar onları izledim. İçimde kendini belli eden boşluk hissiyle omuzlarım düştü birden. Sesli bir nefes alıp verdim. Ardından bakışlarım hemen kız çocuğunun olduğu yere döndü.

Ancak orada değildi. Korkuyla irkilirken bakışlarımı etrafta gezdirdim. Neyse ki çok uzaklaşmamış olduğunu gördüm. Birkaç metre ileride yüzü mabedin kısa bahçe duvarına dönük kaldırımda duruyordu. O adam gitmişti. Rahat bir nefes bıraktım. Belki de sandığım gibi bir şey değil sadece müşteriydi.

Etraftaki kalabalık azaldığı için onu daha iyi görüyordum şimdi. Üzerindeki pembe gömleğin ve pantolonun rengi solmuş, ayağında eski bir terlik vardı. Teni oldukça esmerdi. Taş çatlasın 7-8 yaşlarında gözüküyordu.

Sokakta büyüyen çocuklara benziyordu…

Nemlenen bakışlarımı etrafta gezdirdim. Geniş olan caddenin mabedin karşısında kalan kısmı ağaçlarla çevriliydi. Şimdi hiç insan kalmamıştı yolda. Birkaç seyyar satıcı vardı, onlarda gitmek için hazırlanıyor gibi gözüküyorlardı.

Birkaç araba park halindeydi. Benim olduğum kaldırım boydan boya araba doluydu. Bu sırada mabedin diğer tarafında bir polis aracı dikkatimi çekti. Birkaç esnaf da olaya bakmak için oraya gitmişti şimdi. Polisler arabaya birilerini bindiriyorlardı. Onlar gittikten sonra oradaki kalabalık da dağıldı.

Sağ taraftan gelen kadın gülüşmeleri ile dalmış bakışlarım oraya döndü. Hepsi orta yaşlı ve oldukça bakımlı kadınlardı. Ellerinde gördüğüm tepsiden mabede gittikleri çıkarımında bulundum. Küçük kızın yanından geçtikleri sırada içlerinden biri kıza çarptı. Kız tam da kucağındaki kasayı duvarın üzerine koymaya çalıştığı için kasayla birlikte kızda yere düştü. İçindeki bilezikler etrafa saçıldı. Bu durum çarpan kadının umurunda bile olmazken yanındaki arkadaşıyla konuşarak yoluna devam etti.

Asıl yoksulluk insanların kalbindeydi. Sevgiden yoksundu, merhametten, şefkatten...

Kaşlarım çatılırken öfkelendiğimi hissettim. Kendimi tutamadım. Küçük kızın yanına doğru ilerledim hemen. Eğilmiş yerdeki bileziklerini topluyordu.

"İyi misin?" diye sordum anlamayacağını bile bile. İlk defa Hintçe bilmediğim için bu kadar kötü hissettim kendimi.

Ancak beklemediğim başka bir şey oldu. Anlamasa bile sesimi duyup bana bakmadı. Hala beni fark etmemişti. Yine de yardım etmek istedim ve yere diz çöküp onun gibi renklerine ayırarak bilezikleri toplamaya başladım.

Beni fark etmesi çok uzun sürmedi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde esmer teninde parlayan yusyuvarlak yeşil gözlerindeki şaşkınlıkla beni izlediğini gördüm. İçtenlikle gülümsedim. Başta tedirgin gibi dursa da bakışları yüzümde en son da kâküllerimde durdu.

Şaşkın bir şekilde gülümsedi ve elinde topladığı bilezikler ile yanıma geldi. Kasası benim önümeydi. Elindekileri kasasına yerleştirdi. Bende ona ayak uydurup yardım ettim. En son yeşil bilezikler kaldığında kolumdan tuttu. Yüzüne baktım. Kafasını salladı iki yana olmaz dercesine.

Kaşlarım çatıldığı sırada kollarını kaldırdı "Senin olsun"

İşaret diliyle konuşuyordu. Bir süre yüzüne bakakaldım. Anlamadığı ya da fark etmediği için değildi o beni gerçekten duymuyordu. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Ardından şaşkınlığımı bir kenara bırakıp onunla konuşmak için kollarımı kaldırdım.

"Teşekkür ederim ama benim bunları alacak param yok"

Vasant dedenin aksine onu anlıyor olmama şaşırmadı. Sanki biliyormuş gibiydi. "Hayır, hediye olarak veriyorum. Bana yardım ettiğin için. Kahramanım der ki sana iyilik yapana da kötülük yapana da iyilikle karşılık ver. Bu iyilik sonunda hep sana geri dönermiş"

Gülümsemem genişledi. Kahramanı olarak gördüğü kişi kimdi acaba? Ailesi yaşıyor olabilir miydi? Yoksa başka insanlar tarafından mı çalıştırılıyordu?

Elimi uzattım ve çekinerek saçlarına dokundum “Kahramanın çok doğru söylemiş. Baban mı o?" diye sordum çekinerek. O adamın aksine benim dokunuşumdan rahatsız olmuş gibi durmuyordu.

Gözlerinde bir gölgelenme oldu ama bu birkaç saniye sürdü "Sadece çok güçlü bir kahraman" derken ise ondan bahsetmek çok hoşuna gidiyor gibiydi. Aynı zamanda gözlerimin içine bir şey arar gibi bakıyordu. Sanki o kişiyi tanımam gerekiyormuş gibi.

Kaşlarım hafifçe çatılırken gerçekten kimden söz ettiğini merak ettim. Belki de arkadaşlarından birinden bahsediyordu.

"Benim ismim Nisha (Nişa) senin ismin ne?"

"Benim ismimde Ezgi" dedim gülerek. Ona gerçek ismimi söylemekte hiçbir sakınca görmemiştim.

Gözlerinde bir parlama peydah olurken "Sen osun gerçekten!" dedi.

"Kim?" Beni birine benzetmişti muhtemelen.

"Benimle gerçekten arkadaş olur musun?" Ayağa kalktı hemen ve beklenti dolu gözleriyle yüzüme baktı. Sanki ilk defa arkadaşı olacakmış gibi heyecanlıyken bu hali kocaman gülümsememe sebep oldu.

O da bana birini hatırlattı o an. Yeşil gözlerine ve tatlı yüzüne bakarken gözlerim doldu bu yüzden.

Yiğit abimin hayalindeki kız çocuğuna benziyordu…

Yiğit abim hep bir kız çocuğunun olmasını istediğini söylerdi. Hicran yengemin gözleri gibi yeşil gözlü, inatçı ve yufka yürekli... Rabbim bir türlü nasip etmemişti ama. Hep sabretmişti. Bir gün bile sitem ettiğini duymamıştım.

Bu bir işaret olabilir miydi? Kalbim acıyla sızlarken bu hayaline tutundum sıkıca.

Dizlerim üzerinde yükselerek boylarımızı eşitledim "Elbette olurum" dedim onu daha fazla bekletmeyerek.

Dişlerini göstererek gülümsedi ve eğilip kasanın içine koyduğum yeşil bilezikleri eline aldı. Onları tekrar bana doğru uzattı. Bilezikleri elime aldım. "Bunları kabul et o halde" dedi.

Onu kırmayıp kafamı salladım. Ellerime uzandı ve bilezikleri kollarıma geçirdi. Teşekkür edercesine tebessüm ettim. Burada gördüğüm en sade giyimli kadının kollarında bile sarisine uygun bilezikler vardı. Benim bileklerimin boş olması onun garibine gitmiş olmalıydı belki de.

“Saçların ne kadar uzun. Gerçekten Rapunzel gibiymişsin” diye konuştu dudaklarındaki hayran tebessümüyle.

Bunu birinden duymuş gibi konuşması kaşlarımı hafifçe çatmama sebep oldu. Beni gerçekten birine benzetiyordu sanırım.

"Saçlarına dokunabilir miyim?" diye sordu sonra. Çekingen bakışları alnıma değdi. Yüzüme baktığı her an gözleri hemen alnımdaki saçlarıma kayıyordu. Neden bilmiyorum ama bu bakışları bana birini hatırlatıyordu.

Barun’u.

Burada gördüğüm kadınların alnında kâkül bıraktığını görmemiştim hiç. Beni ilk gördüklerinde ev ahalisinin ve diğer insanların bakışları bu yüzdendi sanırım biraz da. Bakışlarım onun yamuk kesilmiş omuzlarına gelen kahverengi saçlarına kaydı. Buruk bir tebessüm ettim.

Ona istediği izni verdiğimde sağ elini uzattı ve tahmin ettiğim gibi kâküllerimin üzerine koydu. Bir bebeği sever gibi saçımı okşamaya başladığında yüzündeki masum gülümsemeye baktım ve bende gülümsedim. Bakışlarında Barun’u görmem gibi şimdi de aklıma buraya gelmeden önce buna benzer bir sahneyi onunla da yaşamış olduğum geldi.

Elini geri çektiğinde kollarını kaldırıp teşekkür etmekte gecikmedi. Sokakta büyümesine rağmen kendini kötü dünyadan korumuş ve iyi bir şekilde yetiştirmiş gözüküyordu. Tekrar kasasının yanına eğildiğinde gözlerim dolmuş olan kollarıma kaydı. Aklımdan geçen düşüncelerle kendimi huzursuz hissettim. Ya bu bileziklerin hiçbirini satamaz ve günü parasız geçirmek zorunda kalırsa? Üstüne bana bilezik hediye ediyordu bir de. Onun için ne yapabileceğimi düşünürken bileziklerini sayım yapan onu izledim. Onun yanına çömeldim bende tekrar ve yerde ayağımın yanında kalan mor bileziği alıp kasada yerine koydum.

O sırada aklıma gelen fikirle gülümsedim ve dikkatini çekmek için eline dokundum. “Ben bu mor bilezikleri de çok beğendim. Onları satın alacağım ama gidip arkadaşımdan borç istemem gerekiyor. Beni bekler misin?"

Dişlerini gösterecek şekilde güldü yine bana ve kafasını salladı. "Buradayım"

Zaten kahramanı dediği kişiyi bekliyordu sanırım ama yine de teyit etmek istemiştim. Sonuçta burada kimse kalmamıştı satış yapmak için başka bir yere gidebilirdi.

Ayağa fırladım ve mabede doğru ilerledim. Merdivenlerin önüne gelince yukarıya baktım. Dağın tepesine mi yapmışlar burayı, neden bu kadar çok merdiven var?!

Hızlı hızlı çıkmaya çalışsam da bir yerden sonra tıkandım ve durup dinlenmek zorunda kaldım. Neden acele ediyorsam? Buradayım dedi ya kız zaten Ezgi. Bu geç kalacakmışım gibi hissettiren şey de neydi o halde?

Sonunda merdivenlerin sonuna ulaştığımda soluklanmak için birkaç saniye tanıdım kendime. Kalindi Hanım nasıl çıkmıştı ya buraya o halde? Maşallah yani.

"Geeta?" Akash'ın şaşkın sesi arkamdan gelirken hızla ona doğru döndüm "İyi misin? Bir sorun mu var?"

Elimi sorun yok dercesine sallarken "Bende seni arıyordum" dedim. Onu bu kadar çabuk bulduğum için ayrı sevindim içimden.

Çatık kaşları düzelse de endişeli yüz ifadesi yüzünden silinmemişti. Kaşlarının arasındaki kırmızı boyaya değdi gözlerim. Arkasında kalan alanı göz ucuyla süzdüğümde sütunlarla çevrili görkemli bir alan gördüm. Önünde birçok kişinin ayakkabısı duruyordu. Bizim bulunduğumuz açıklıkta da tek tük kişi kalmıştı.

Akash aramızdaki mesafeyi kapatırken "Ne oldu?" diye sordu.

Gözlerimi yüzüne çevirdim. Buraya gelirken ki cesaretim nereye kaybolmuştu benim? Sol kolumu okşadım ve Nisha’yı düşündüm.

"Akash ben şey diyecektim sana," dinliyorum dercesine başını salladı ve ellerini üzerindeki krem rengi tuniğin cebine koydu. "Bana borç para verebilir misin acaba?"

Aastha abla ve Nalini'den de isteyebilirdim ama onlar şu an törende olmalıydılar. Akash'ın da beni geri çevireceğini düşünmüyordum. Elinden gelen bir şey olursa bana yardım etmekten çekinmeyeceğini hissettirmişti. Bu yüzden bu düşünceye soğuk bakmamıştım.

Kaşları çatılır gibi olurken hiç sorgulamadan "Tabii, ne kadara ihtiyacın var?" dedi.

Kafama dank eden şeyle yüzümü buruşturdum. Bileziklerin ne kadar olduğunu sormayı unutmuştum?! Aferin Ezgi!

Gözlerimi kaçırdım. "Şey" Saçımı kaşıdım ne yapacağımı düşünürken. Merdivenlerin başında durduğumuz için cadde hala buradan gözüküyordu. Nisha’nın yolun ortasına çökmüş bir şekilde muhtemelen oraya kadar fırlamış bileziklerini topluyor olduğunu gördüm. Küçük bedeni buradan daha ufak gözüküyordu.

"Geeta?" Akash'ın sesiyle bakışlarım tekrar ona döndü "Bir sorun varsa benimle paylaşabilirsin?"

Gülümsedim "Teşekkür ederim. Ben bilezik alacağım aslında ama ne kadar olduklarını sormayı unutmuşum"

"Bilezik mi?"

Adam şaşırmakta haklıydı. Şu an ne alakaydı bilezik mesela? Ben sözde arabada onları bekleyecektim.

Bozuntuya vermeyip sağ kolumu havaya kaldırıp salladım "Biz kadınların olmazsa olmazlarından biri de aksesuarlarıdır" gülerek konuştuğumda gözleri yeşil bilezikleri gördükten sonra tekrar bana döndü ve o da güldü.

"Anladım, çok ciddi bir mesele gerçekten. Peki sen satıcıyla nasıl anlaştın?" diye merakla sorusunu sorarken bile hala gülüyordu.

Bir Akash kalmıştı delirdiğini düşünmeyen…

"İşaret diliyle konuşuyordu, bu yüzden kolay oldu" Lafımla beraber gözlerim Nisha'yı aradı. Hala aynı yerde olduğunu gördüm.

"İşaret diliyle mi?"

Akash'ın bir şeyler söyleyen sesini duydum ama ne söylediğini algılayamadım çünkü gördüğüm şey tüm kanımın içime çekilmesine sebep oldu bir anda. Caddenin sağ tarafından hızla bir kamyon Nisha'nın üzerine doğru geliyordu. Dudaklarımdaki gülümsemeyle donup kaldım.

Nisha'nın sırtı dönük olduğu için kamyonu görmüyordu. Üstelik sokakta da onu uyarabilecek kimse kalmamıştı!

"Nisha"

"Ne?"

Kalbim korkuyla göğsüme vururken Akasha'a çarparak yanından geçtim ve merdivenleri ikişer ikişer inmeye başladım. Akash arkamdan seslendi. Durmadım, duramazdım! Beni duymayacağını bile bile çaresizce Nisha'nın ismini seslenmeye başladım. Kamyon şoförü onu görmemiş olmalıydı çünkü hızı asla azalmamış son sürat onun üzerine sürmeye devam ediyordu. El kol yapmaya başladım belki görür durur diye. O esnada nefesim tıkanır gibi oldu.

Hayır duramazsın Ezgi, hayır!

Gözlerim korkuyla tekrar kamyona değdiğinde şoför ile göz göze gelir gibi oldum. Beni fark etmiş miydi? Ona el kol yapıyordum neden durmuyordu? Yanlış mı görmüştüm yoksa?

Yanımdan biri hızla geçince bu kişinin Akash olduğunu fark ettim. Durumu fark etmiş olmalı ki Nisha’ya doğru koşuyordu. Nefes almakta zorlanınca adımlarım yavaşladı. Eş zamanlı olarak gözlerim dolmuş görüşüm bulanıklaşmıştı. Akash merdivenlerin sonuna gelmişti ama geç kalmıştık.

Her şey o kısa saniye içerisinde gerçekleşti. Nisha ayağa kalktı ve dudaklarındaki gülümsemeyle mabede doğru döndüğünde göz göze geldik. Ona hiçbir şey söyleyemeden kamyon ona çarpmıştı. Ağzımdan istemsizce bir çığlık kaçarken adımlarım tamamen durdu.

Akash benim aksime çabuk toparlanıp onun yerdeki kanlar içinde kalmış bedenine doğru koştu. Kamyon şoförü ise bir saniye bile durmayıp yoluna devam etmişti. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken bunu o an umursamayıp onların yanına doğru koştum bende.

Göğsümde bir deprem yaşanıyordu sanki. Bir şeyler kırılıp dökülüyordu. Kırılan parçalar kaybolacaktı ve ben bu yüzden korkuyordum.

Umudumdu kırılan… Abimin iyi olacağına dair olan umudum.

Akash tüm soğukkanlılığı ile Nisha’nın kapalı olan gözlerini ardından kanayan yerlerini kontrol ediyordu. Başı çok kanıyordu, kolları ve bacakları da öyleydi. Kandan midem bulandı ama bakışlarımı ondan çekemedim. Çünkü olayın gerçekliğini kavrayamıyordum. Hıçkırığımı hapsetmek için ellerimle ağzımı kapattım. Dizlerimin bağı çözüldü usulca ve yanına diz çöktüm bende. Yüzüne bakamıyordum korkumdan artık. Bedeninin yanında kanlı duran elini gördüm. Canım hiç olmadığı kadar yanarken kendimi eline uzanırken buldum. Ellerim titriyordu.

Bu eller birkaç saniye önce saçlarıma dokunuyordu

"Akash, yaşıyor değil mi? Bir şey yap lütfen" dedim, boğuk çıkan sesimle. Akash, bana cevap vermezken daha çok onunla konuşuyor gibi Hintçe bir şeyler mırıldanıyordu.

O sırada mabedin merdivenlerindeki kalabalık dikkatimi çekti. Tanıdık birkaç yüz seçtim. Aastha abla korku dolu yüz ifadesiyle bize yaklaşırken dolan gözleri Nisha’nın üzerindeydi. Sonra bakışları ileride bir yere doğru döndü ve gözünden yaşlar akmaya başladı. Nereye baktığını görmek için bakışlarımı oraya çevirdiğimde görmeyi hiç beklemediğim birini gördüm.

Barun biraz uzağımızda dikilmiş öylece duruyordu. O neden buradaydı? İşi bittiği için eve dönmüş ve beni bulamayınca Aastha ablayı mı arayıp öğrenmişti yerimizi? Yoksa törene katılmaya mı karar vermişti?

Ayaklarının dibinde yere düşmüş bir paket olduğunu gördüm. Yüzü ise onda daha önce hiç görmediğim bir ifadeye bürünmüştü.

"Geeta sakin olmaya çalış ve bana yardımcı ol" Akash'ın sesiyle bakışlarımı ondan çektim. Gözyaşlarım hızlandığı için hıçkırığım tutmuştu. Kendime hâkim olmaya çalışarak kafamı salladım. Ancak titriyordum "Kafasındaki yara çok derin ve kan kaybediyor. Şalını verir misin tampon yapmam lazım?"

Sanki elini bırakırsam kaybolacakmış gibi hissediyordum bu yüzden tek elimle aceleyle şalımı çıkardım. Ardından ona uzattım. Yüzünü dönmeden elimdeki şalı aldı ve Nisha’nın kafasının sağına yasladı hemen.

Diğer eliyle karnındaki yaraya bir şeyler yaparken bakışları bana döndü. Şakağından ter damlaları süzülüyordu “Yardımına ihtiyacım var. Tamponu sen devralmalısın” diye konuştu.

“Ben ya…yapamam” dedim titreyen sesimle. Doğru düzgün bakamıyordum yarasına bile.

“Geeta vaktimiz yok, onun için!”

Onun için…

Yapabilirdim. Yutkundum ve onun yanına yaklaştım iyice. Bakışlarımı yüzüne çevirmeden yerini öğrenmek için kısa bir an Akash’ın kafasının yanındaki eline baktım. Titreyen elimi oraya götürdüm. Elim Akash’ın eline değdiğinde o elini geri çekti ve yerini benim elim aldı.

Akash karnındaki yaraya müdahale ederken “Şalı hareket ettirme lütfen” diye uyardı beni bir yandan da.

Elimdeki hissettiğim sıcak sıvı midemin ağzıma gelmesine sebep oldu ama dayandım. Yol onun kanına bulanmıştı resmen. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken kafamı eğdim.

"Barun..." Aastha abla ne zaman yanımıza kadar geldiğini fark etmediğim Barun’un yanına adımlarken üzgün çıkan sesiyle ona seslenmişti.

Onun ise yüzünde sarsılmış bir ifade varken gözleri donuk bakıyordu. Aastha ablaya yanıt vermedi. Yüzüne bakmadı bile. Gözleri hala Nisha'nın üzerindeydi.

"Arabam... Hastaneye götürelim" dedi, sesi zorla konuşuyormuş gibi çıkmıştı. Böyle bir olayın onu bu kadar sarsacağını düşünmemiştim.

Akash'ın bir şey demesine kalmadan bir an güç bulmuş gibi benim arkamdan dolandı hızla "Çekilin!" diyerek Nisha’ya doğru hamle yapmaya kalktı.

"Barun geri çekil! Nabzı düşüyor vaktimiz yok!" Akash bunları söyler söylemez ellerini Nisha'nın göğsüne yerleştirdi ve kalp masajı yapmaya başladı.

Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken içimdeki korkunun haddi hesabı yoktu. Elini daha sıkı tutarken gözyaşlarım eşliğinde "Nolur bırakma" diye mırıldandım.

O sırada ambulansın siren sesi duyuldu. Akash kalp masajına devam etti. Görevliler arabadan inip hızla yanımıza gelirken Aastha abla yanıma gelmiş ve omuzlarımdan tutarak beni oradan uzaklaştırmak istemişti.

"Elini bırakmak istemiyorum" dedim hıçkırıklarım arasından. Canım yanıyordu...

Kadın teknisyen elimden şalı alınca Aastha ablaya daha fazla direnmeyip beni ayağa kaldırmasına müsaade ettim. Ellerim gibi dizlerimde hala titriyordu. Ayakta duramayacağımı fark edince koluma girerek bana destek olmaya çalıştı.

Akash kalp masajı yapmayı bırakıp görevliler ile konuşarak Nisha'yı ambulansa bindirmelerine yardımcı oldu. Saçları dağılmış onun üstü de kan içinde kalmıştı. O da Nisha’nın yanına arabaya geçti ve hastaneye doğru yol aldılar. Az önce baygın yatan Nisha'nın bedenin olduğu kanlı yola baktım. Onun kanına bulanmış mor bilezikleri görmem kalbimin sancısını arttırdı.

"Biz de gidemez miyiz?" dedim telaşla.Daha birkaç saatliğine tanıdığım bir kız çocuğu için bu kadar perişan olmamı garipsedi belki de ama umurumda değildi o an hiçbir şey. Sadece o iyi olsun istiyordum.

Nisha, ne olur gitme…

Gözlerim Barun’u aradığında ne ara arabasına bindiğini anlayamadan direksiyonu hızla geri çevirdi ve ambulansın arkasından gitti.

"Akash, bize haber verecektir merak etme. Hadi gel, sakinleş biraz"

Aastha abla bizi yürütürken Nalini de yanıma gelip diğer koluma girdi. Kaldırıma geçtiğimizde kollarımı onlardan çekip yüzüme kapattım ve kaldırıma oturdum. Yanaklarımı kurulamam hiçbir işe yaramıyordu. Derin nefesler alıp kendime gelmeye çalıştım.

Mabedin önündeki kalabalık çoktan dağılmıştı. Birkaç topluluk yolun kenarlarında durmuş muhtemelen gerçekleşen kazanın polemiği içerisindeydiler. Birçok bakışı üzerimizde hissettim. Neyse ki orada daha fazla durmadık. Tören tamamlanmış mıydı bilmiyordum. Konuşacak mecalim yoktu. Aastha abla Kalindi Hanım ile konuşup geldikten sonra beni onların arabasına yönlendirdi. Onunla birlikte eve geri döndük. Belli ki bitmemişti tören.

Ev bıraktığımız gibiydi. Kimse yoktu. Ruhsuz adımlarla koltuklardan birine oturdum ve beklemeye başladım. Elbiseme ve ellerime bulanan kanı görmek midemi kaldırdı tekrar. Gözlerimi kapattım onları görmek istemeyerek. Ne üzerimi değiştirecek ne de ellerimi yıkayacak gücüm vardı. Bütün enerjim çekilmiş gibi hissediyordum. Sadece yaşadığını duymaya ihtiyacım vardı.

Ne kadar zaman geçti öyle bilmiyorum. Önce Kalindi Hanım ve diğer hanımlar geldiler. Ardından Barat Bey, Saras abi, King ve çocuklar. Çocuklar bile bir şeylerin kötü gittiğini anlamış yanıma gelmeye cesaret edememişlerdi. Birçok konuşma döndü ama hiçbirini takip etmedim. Hoş, takip etsem anlamayacaktım zaten.

Buğulu gözlerim kucağımda duran kollarımdaydı. Onun kendi minik elleriyle koluma taktiği yeşil bileziklerde... Etrafımda bir hareketlenme hissedince kafamı kaldırdım bir haber geldiğini duymak için. Ancak habercinin bizzat kendisinin gelmiş olduğunu görmem kalp atışlarımı hızlandırdı. Yanımda olan Saras abi, Aastha abla, King de benimle birlikte kapıya dönerken hızla ayaklandım.

Akash'a doğru koşar adım ilerlerken yalnız olmadığını Çetan amcanın da yanında olduğunu gördüm. Birlikte bana doğru ilerlediler. Yüzlerindeki ifade netleştikçe adımlarım yavaşladı. Gözlerimi zorla Çetan amcanın anlam veremediğim sarsılmış halinden alırken Akash'ın yüzüne çevirdim. Çok bitkin gözüküyordu. Göz teması kurmaktan kaçtığını fark ettiğimde bedenimin titrediğini hissettim.

"Akash," sesim ağladığım için çatallaşmış gibi çıkarken konuşmamı engelleyen boğazımdaki o tanıdık yumru kendini belli etti "Nisha, iyi değil mi?"

Sesimin titremesi gözlerini acıyla kapatmasına sebep oldu. Yaşlar gözlerimden akmaya başladılar tekrar. Sesli titrek bir nefes aldım.

"Üzgünüm, elimden geleni yaptım ama... kurtaramadım"

Sözleri kulaklarımda uğuldadı. Aastha ablanın da hıçkırık sesini duyarken elim acıyla çarpan göğsüme gitti. Bu sırada varlığını yeni fark ettiğim Ragini Hanım yanımıza gelip Akash'ın koluna girdi. Ona bir şeyler söylerken İngilizce anlamasa da durumu ve üzüntüsünü anlamıştı. Bu durum için onun da gerçekten üzülmüş olduğunu gördüm. Oğlunu yemek masasına doğru ilerletti.

Ardından sandalyelerden birine oturttu. Arkamı döndüğümde Aastha ablanın yüzünü saklamak için Saras abiye sarılmış olduğunu gördüm. Saras abinin de yüzünde kederli bir ifade vardı. Anne baba olarak bu durum onları da çok etkilemişti belli ki.

"Amca iyi misin?" King'in koltuklara doğru ilerlemeye çalışan Çetan amca ile ilgilendiğini gördüm. Çetan amca da oradaydı muhtemelen ama ben görmemiştim.

Tekli koltuklardan birine doğru ilerledim ve kenarına tutunup kolçağına yaslandım. O gitmişti... Artık yoktu… Canım öyle yanıyordu ki sesli bir şekilde ağlamamak için zor tuttum kendimi.

Abimden de böyle bir haber… alırsam ne yapacaktım?

Nefesimin daraldığını hissettim. Sol elim göğsüme gitti. Buğulu gözlerimle etrafıma kısa bir bakış attım. O duygu sardı etrafımı. Yalnızlık. Yutkundum. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Bu sırada kapının girişinde beliren siluetle bakışlarım oraya döndü. Gelen Barun’du.

Üzerindeki beyaz gömleği ve siyah pantolonu toz toprak içerisindeydi. Kaşlarım çatıldı hafifçe. Gömleğinin üst düğmeleri açık, saçları dağılmıştı. Sol eline sarılı olan kanlı bezi fark ettiğimde nefesim kesilir gibi oldu. Bu nasıl olmuştu? Gözlerim yüzüne çıktı hızla. Göz göze geldik. O an koyu kahverengi gözlerinde bir savaş gördüm.

Kaybedilen bir savaş...

Daha fazlasına şahit olmama izin vermeyip bakışlarını çekti gözlerimden. Omuzları mümkünmüş gibi daha da çökerken yavaş ve ruhsuz adımlarla merdivenlere doğru yürüdü. Neden bu haldeydi?

Benden sonra onu ilk King fark etmiş şaşkın nidasını gizleyememişti. Çetan amca hemen başını kaldırırken onu görmesiyle yerinde ayaklandı. Aklıma Aisha'ya bir şey olduğu düşüncesinin gelmesiyle kalbim korkuyla atmaya başladı tekrar. Çetan amca da baştan aşağı onu süzerken kahrolmuş bir ifade belirdi yüzünde. Bu halleri daha çok korkuttu beni.

"Asaf, oğlum" ona doğru adımlarken Barun onu duymamış gibi yoluna devam etti.

Merdivenleri çıkmaya başladığında Çetan amca pes etmiş gibi omuzlarını düşürmüş arkasından bakmıştı sadece.

Diğerleri de olanları izlemiş ve herhangi bir müdahalede bulunmamışlardı. Eğer Aisha'ya bir şey olsaydı bu kadar sakin karşılamazlardı onları değil mi? Aralarında başka bir şey yaşanmış olmalıydı.

Baba ve oğulun bu kadar kötü bir halde olmasının sebebi neydi?

Ben Barun’u ambulansın peşinden gittiğini düşünmüştüm ama demek ki başka bir yere gitmişti. Nereye gitmişse ucunda Çetan amca var gibi gözüküyordu. Yine kavga mı etmişlerdi?

Burnumu çekerken gözlerimin acımaya başladığını hissettim. Kötü başlayan gün kötü ilerlemeye devam ediyordu.

Umut çiçeklerimin boynu ise iyice bükülürken içlerinden biri artık solmuştu.

Nisha...

 

 

 

BÖLÜM SONU

 

 

 

(Minik kelebeğimiz Nisha)

 

Bir sonraki bölümde daha iyi tanımaya başlayacağız onu aslında. Evet, o kadar önemli biri :') Bu da benden size minik bir spoi olsun.

Bölümü nasıl buldunuz?

Barun ve babası arasında yaşananlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeni bölümü en kısa zamanda atacağım çünkü kırılma noktamız geliyor. Her şey yeni başlıyor ama sizin buna hazır olduğunuzdan pek emin değilim:)

Bu süre zarfında kendinize iyi bakın, Allah'a emanet olun.

Sevgilerimle...

 

Bölüm : 27.01.2025 01:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...