
Tüm hayata yeniden başlamak mümkün müydü? Var olmak nasıl bir duyguydu? Bir insan doğuştan mı aile sahibi olurdu? Yoksa sonradan da aile olabilmek mümkün müydü? Çocukluğumu anımsadım. Annem öldükten kısa bir süre sonra Murat Gürsoy ile bir adamın konuşmasına denk gelmiştim.
“Al götür bunu buradan,” demişti gıyabımda. Basit bir sepetten bahseder gibi bahsediyordu benden. “Canına bir zarar gelmeyecek. Okuluna gönderirsin. Kızın kafasına babası olduğunu sok. Sağda solda bizden bahsetmesin. Her ay masrafları için sana zarf göndereceğim. Ben ne zaman ararsam o telefon açılacak ama sen beni hiçbir koşulda aramayacaksın. Anlaşıldı mı?”
“Anlaşıldı, Murat Bey.”
Korkuyla duvarın arkasına sinmiştim, sanki beni koruyabilirmiş gibi. O gün, o adam beni o evden alıp çıktı. Evden giderken arkama baktığımda kimseyi görememiştim. Son ana kadar biri gelir de beni bu adamın elinden alır diye ümit etmiştim. Çocuk kalbim paramparçaydı ama kimse beni görmedi. Kimse sesimi duymadı. İlkokula başladığım günü çok parça parça hatırlıyordum. Herkesin annesi veya babası yanındaydı. Beni verdikleri o adam, kapının önünde yapayalnız bırakmıştı beni. O gün, sınıftaki arkadaşımın annesi bana bir poğaça vermişti. O poğaçanın tadını hiçbir zaman unutamadım. Ergenliğe girdiğim dönemlerde Murat Gürsoy beni geri aldı. Sanki bir çuvalmışım gibi beni oradan oraya taşımaktan hiç çekinmediler. Eve geri geldiğim gün Murat Gürsoy’la aramızda geçenleri ömrüm boyunca unutmayacaktım.
“Bu eve geldin ama zannetme ki burası senin evin,” demişti, üstten üstten yüzüme bakarak. “Ne söylersem, emir kabul edeceksin. Sözümden çıkmayacaksın.”
“Annemin mezarını görmek istiyorum,” diyerek kesmiştim sözünü. Gözlerim dolu doluydu ama ağlamayacaktım.
“Gidersin, acelesi yok.”
“Annemi görmek istiyorum dedim!”
“Sen daha ilk günden bana sesini mi yükseltiyorsun?” Ayaklandı, üzerime doğru yürüdü. Ama gözlerimde aradığı korkuyu bulamazdı. Küçük yaşıma rağmen oraları çoktan geçmiştik. İlk fırsatta kaçacaktım elinden. İlk fırsatta.
O gün annemin mezarına gidebilmiştim. O günden sonra sık sık gitmek istesem de beni ne götürdüler ne de bıraktılar. Beni özel okula gönderdiler. Okuldaki öğretmenlerime beni kurtarmaları için çok yalvardım. Ama hepsi Murat Gürsoy’un ya gücünden korkuyorlardı ya da paranın suyunu kesmesinden. Çocuk halimle hiç kimseye galip gelemedim. Yıllarca o evin içindeki esaretim bitmedi. Defalarca kaçmayı denedim. İki defa polise bile gitmeyi başardım ama kimse oralı bile olmadı. Söz konusu Murat Gürsoy olunca kimse beni görmedi bile. Herkes için görünmez oldum.
Reşit olmama az bir zaman kala umudum artmıştı. Bu evden kurtulacağıma çok inanmıştım. Ama öyle olmadı. Murat Gürsoy pençelerini sırtıma öyle bir geçirmişti ki elinden kurtulamadım. Kaybedecek bir şeyim de yoktu. Canımı da alabilirdi, umrumda da değildi. Ama başaramadım. Korumalarının hepsi avcı gibi gece gündüz peşimdelerdi. Bir kaç defa şiddetlerine de maruz kalmıştım. Fakat Murat Gürsoy’un işkenceleri hepsinden daha karanlıktı.
Onun kimseye acıması yoktu.
Herkes beni Murat Gürsoy’un kızı olarak bildiğinden, asla gözle görülür yerlerime vurmazdı. Dayağı bile sistematik ve güvenliydi kendine göre. Gerçekler ise çok başkaydı. Ben aslında bu evin eski çalışanının kızıydım. Babam, annem daha bana hamileyken ölmüştü. Annem ise ben daha dördüncü yaşımı bitirmeden… Annemin, kalp krizinden öldüğünü biliyordum. Fakat Murat Gürsoy’un beni neden en azından bir çocuk esirgeme kurumuna vermediğini anlayamamıştım o zamanlar. On sekizli yaşlarıma geldiğim zamanlarda sorgulamaya başladım. Sorular soruyordum ama cevapsız kalıyordu. Murat Gürsoy’un karısı ve oğlu da onun yaptıklarına çanak tutuyordu. Özellikle karısı Firdevs, Murat Gürsoy’dan sonra dünyanın en kötü kadınıydı benim için. Beni aç bıraktığı geceleri, soğuk sularla aldırdığı duşları hatırladıkça ürperiyordum. Bana bu işkenceleri etmesi için hiç nedeni yoktu oysa ki. Belki de benim bilmediğim gerekçeleri vardı, emin değildim. Ama bana yaşatılanları hak etmedim. Narsist bir ailenin içinde sıkışıp kalmıştım. Murat Gürsoy, zaman zaman beni arkadaşlarına pazarlamaktan da çekinmedi. Yirmili yaşlarıma geldiğimde işkenceleri azaldı. Beni daha çok kendi halime bırakmaya başladı. Ondan ne para istiyordum ne de başka bir şey. Zaman zaman istediğim kitaplar oluyordu. Onları da bana ailesinden gizli Samet alıyordu. Samet, Murat Gürsoy’un biricik oğlu. Bana bu iyiliği neden yaptığını bilmiyordum. Aslında sorgulamıyordum da. Mutlaka bir menfaati olabileceğini seziyordum.
Bir gün evde yalnız olduğumu düşündüğüm bir gece mutfağa gittim. Bir parça ekmek biraz da peynir yiyebilmek için. Doğum günümdü o gece. Arkadaşım bile olmadığı için bir kutlayanım da olmamıştı zaten. Mutfak masasına oturup, elimde peynirli ekmeği yerken dışarıda yağan yağmuru izlemeye başladım. Mutfak kapısından içeriye Samet girdi. Alkol almıştı ama sarhoş da değildi. Belki biraz sendeliyordu ama o kadardı. Dışarıdaki koruma ordusuna güveniyordum. Evet, kaçmama izin vermezlerdi ama başıma bir iş gelirse koşarlardı diye düşünüyordum. Samet, karşımdaki sandalyeye oturdu. Mutfağın solgun ışığının altında, arsız gülüşünü gördüm.
Elimdeki ekmeği masaya bırakıp, ayaklandım. “Nereye gidiyorsun?” diye sordu arkamdan.
Cevap vermeden odama çıktım. Yorganımın altına girdim sanki beni koruyabilirmiş gibi. O gece odaya Samet geldi. Odamı kilitlememe bile izin olmadığından bir oda anahtarım bile yoktu. Çığlık attım, feryat ettim ama kimse gelip beni kurtarmadı. O gece Samet bana tecavüz etti.
O günden sonra tamamen pes etmiştim. Belliydi, kurtuluşum yoktu. Murat Gürsoy ve laneti her yerimi sarmıştı. Benim bu cehennemden kurtuluşum yoktu. Kabullenmiştim. Bu kabullenmeden sonra bir daha hiç mücadele etmedim. Belki Samet’in bir daha bana dokunmasına izin vermemiştim ama kimsenin gözüne bile değmeden, bir hayalet gibi bu evde yaşamaya devam ettim. Bu seneye kadar. Murat Gürsoy’un bazı planları olduğunu dinlemiştim bir ara çalışma odasında.
O gün eve bir adamla gelmişti. Yaşı yetmişlerinde, heybetli bir adamdı. Gizlice arkalarından bakmıştım. Mutfaktan dönerken de çalışma odasına girdiklerini görünce, kulak misafiri olmuştum.
Kim olduğunu bilmediğim adam; “Tüm malları deniz üzerinden göndermemizde fayda var,” diyordu.
“Öyle yapacağız. Bende bir süreliğine yurt dışına gideceğim zaten. Bir kaç işi halletmem lazım.”
Kıkırdadı yaşlı adam. “İşin başında dur, aferin.”
Bahsettiği işlerin hepsi karanlıktı. Bunca mal mülk, elbette gökten yağmıyordu. Ama bahsi geçen karanlık işlerinin ne olduğunu öğrenememiştim. Belki bir gün onu ihbar edersem, kurtulabileceğime inanıyordum ama işe yarayacağına da güvenim yoktu. Zaten çoktan pes etmiştim.
Murat Gürsoy, bir kaç defa beni birileri ile evlendirmekten de söz etmişti. O zamanlar bunu neden istediğini anlamıyordum. Bir gün beni çalışma odasına çağırdı. Üniversite sınavının olduğu gün. Üniversite sınavına girmeme izin vermediği için ağlıyordum. Kendimi toparlayıp, karşısına çıktım.
“Gel, Leyla. Otur.”
Yüzüme bile bakmamıştı. Bende öyle. Ondan tiksiniyordum.
Masasının önündeki koltuğun ucuna oturdum. Tedirgindim. Başıma ne iş açacağını düşünüyordum.
“Bir arkadaşımın oğlu ile evlenmeni istiyorum. Fakat bu evlilik tamamen bir iş evliliği olacak.”
Anlamaz gözlerle yüzüne baktım. Yüzümü, duyduğum tiksintiden dolayı buruşturmamak için çaba sarf ediyordum.
“İki aile bir iş birliği içindeyiz. Sen o aileye girdikten sonra senden bazı isteklerim olacak, sende bunları yerine getireceksin.”
“Benim ne gibi bir faydam olabilir ki?” diye sordum. Sonra kısa bir an duraksadım. Bu evlilik belki de kurtuluşum olurdu. Daha önce de denemiştim ama karşıdaki adamlar benden vazgeçmişlerdi. Aslında hiç olumlu da bakmamışlardı. Murat Gürsoy sevilen bir adam değildi.
“Önce şu evlilik işini halledelim, ondan sonrasını düşünürüz.”
Bir kaç gün sonra gün içinde Murat Gürsoy gelmişti. Üzerime düzgün bir şeyler giymemi, beni salonda beklediğini söyledi. Son umudum gibi bu fikre tutunduğumdan üzerime bir şeyler giyip, dualar ederek salona indim. Yüzüme bile bakmadı.
Samet de bizimle geliyordu. O geceden sonra Samet ile aynı gökyüzünü paylaşmak bile çok zordu. Zaten hayatımın hangi kısmı kolaydı ki? Bir restorana oturduk.
“Şimdi buraya geliyorlar. Sizi tanıştıracağız. Adama biraz davetkar bak. Bir şeyler yap, tavla işte.”
Cevap vermedim. Samet’in bakışlarının üzerimde gezindiğini hissediyordum. Ürperdim.
“Bu adamın kız kardeşi çok güzel,” dedi Samet. Midem bulandı. Zihninde canlandırdığı iğrenç düşünceleri görebiliyordum sanki.
“Karıştırma şimdi orasını. Asaf Bey o konuda çok hassas. Kimseye kız vermez.”
Restoranın kapısından o gün evde gördüğüm o heybetli adam girdi. Murat, olduğu yerden kalkıp, önünü ilikledi. Samet de ardından ayağa kalktı. Murat’ın beni dürtmek için dokunacağını bildiğimden, o bana dokunmadan bende kalktım.
Asaf denilen adamın yanında bir adam daha vardı. Asaf Bey masaya yaklaştı, birşey söylemeden masaya oturdu. Yanındaki adamda, oturdu.
“Hoşgeldiniz,” dedi, Murat telaşla. Sesinde korku sezdim ama emin olamadım.
“Hoşbulduk.” Adamın kırçıllı bir sesi vardı.
“Tanıştırayım, ki hatırlarsınız, kızım Leyla.”
İnanamayarak Murat Gürsoy’un yüzüne baktım. “Leyla demek…” Adının Asaf olduğunu öğrendiğim adam, bakışlarını üzerimde gezdirdi. Taciz eder gibi değil de alıcı gözü ile derler ya o şekildeydi.
“Pek suskunsun, Leyla kızım.”
“Hoşgeldiniz,” dedim, kendimi zorlayarak. Mimiklerime çarem yoktu. Başımı öne eğdim.
“Uygar ile bu konuyu oğlana hiç açmadık. Burada öğrenecek,” dedi, Asaf.
Uygar, gözlerini devirdi. Durumdan mutlu görünmüyordu masadakilerin aksine.
“Biz çok heyecanlıyız,” diye söze girdi, Samet.
“Büyüklerin varken sana konuşmak düşmez.” Asaf, Samet’i susturdu. Konuşurken yüzüne bile bakmadı. Samet’in kulakları kırpkırmızı olurken, keyiflendim. Ona pislik muamelesi yapılması hoşuma gitmişti.
Kendi içlerinde konuşmaya daldılar. Kısa bir süre sonra en az Asaf denilen adam kadar heybetli biri geldi masaya. Herkese tek tek selam verdi, ben hariç. Bir kaç defa göz göze geldik sadece. Yüzü kusursuzca yaratılmış bir adamdı. Ama Murat Gürsoy gibi bir adamla aynı masaya oturduğuna göre o da pisliğin teki olmalıydı.
“Önce sipariş verelim,” dedi, Asaf denilen adam. Herkes siparişlerini verdikten sonra adının Aslan olduğunu öğrendiğim adam bana doğru baktı. “Sadece soda rica ediyorum,” dedim, bakışlarımı garsona çevirerek.
“Asaf Bey, bence çok beklemeden konuya girelim,” dedi, Murat. Midem kasıldı. Kurban pazarına getirilmişim gibi hissediyordum. Masada oturan herkesin tek tek yüzüne bakarken, beni kurtarın diye çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum. Daha önce bunu da denemiştim. Herkesin beni duymazdan geldiği yetmezmiş gibi bir de günlerce şiddet görmüştüm.
“Murat, söylediğin gibi çok beklemeye gerek yok,” diye söze girdi Asaf Bey. “Seninle ilgili bazı planlarım var, Yağız Bey.”
Adamın adı Aslan değil miydi?
“Leyla kızımla tanışmış oldun,” dedi, bir elini omzuma koyarak Asaf Bey. Tüylerim diken diken olurken, dişlerimi sıktım. Bana kimsenin dokunmasını istemiyordum. Aslan’ın kısa süreli alnı kırıştı. Anlamayan gözlerle masadakilere bakıyordu. “Bazı planlarımızın zamanla oturması için sizin evlenmenizi istiyoruz.”
Aslan’ın yüzü allak bullak oldu. Sanki yüzüne küfretmişler gibi bakıyordu Asaf Bey’e. “Sanırım seni yanlış anladım, dede,” dedi, dişlerinin arasından. Sinirlenmişti.
Aslan’ın dedesi olduğunu öğrendiğim adam, belli belirsiz gülümsedi. Aslan ile göz göze geldik. Yüzümü yere eğdim. Bu utancı daha kaç kere yaşayacağımı bilmiyordum.
Garsonlar geldiğinde herkes sustu. Yemekler servis edilirken, Aslan hala masadakilere bakıyor, içinde bulunduğu durumu anlamaya çalışıyordu.
Garsonlar gider gitmez; “Fazla uzatmaya gerek yok, Aslancığım,” dedi, Murat, gevşek bi şekilde elini Aslan’ın omzuna atarak. Aslan bir Murat’ın eline, bir de yüzüne bir bakış attı. Gözlerinden ateş çıkıyordu. Murat, çekinerek elini geri çekti. “Sana adınla hitap edebilirim artık değil mi?” Kurtarılmak istercesine Aslan’ın dedesine doğru baktı. Rezil herif. Çok zavallı görünüyordu.
“Geleceğiniz için bu evliliğin olması gerekiyor. Senin evleneceğin yok zaten Yağız efendi! Bekledikçe de aklına garip şeyler geliyor. Önce aile kurmanı istiyorum senden. Sonrasına bakarız.”
“Sanırım haddinizi aşıyorsunuz, dede!” diye, birden yükseldi Aslan. “Karşınızda size bir eşya olduğunu düşündüren nedir? Kaçıncı yüzyıldayız?”
Asaf Bey, pişkinlikle gülümsedi. “Sana fikrini sormadım ki ben.”
“Haddini aşıyorsun dede. Benim hayatıma kimi alacağıma sen dahil, kimse karar veremez. Bu durumu yaşanmamış sayıyorum. Bu utanç verici halinizi hiç yakıştıramadım!” Masadaki herkese tiksinerek bakış attı, ben hariç. Göz göze gelmemeye gayret ediyordum.
“Bunun sonuçları olacaktır,” dedi, Asaf Bey, ürkütücü bir ses tonu ile.
“Hiç sorun değil.” Aslan, hızla masadan kalkıp, uzaklaştı.
Hepimiz, arkasından bakakalmıştık. Evet daha önce benimle evlenmek istemeyenler olmuştu ama hiç biri böyle cesurca beyan etmemişti. Hepsinin birilerinden korktuğu şeyleri vardı. Fakat Aslan için geçerli değildi. Belki de hayatında zaten biri vardı da ondan dolayı bu kadar yükselmişti. Bilmiyordum. Belki de düşündüğüm gibi Murat Gürsoy ile iş birliği yoktu ama Asaf denen o adamla vardı. Sonuçta dedesiydi. Elbette hepsi birlikte pis işler yapıyordu.
Masada uzun süre sessizlik oldu. “Samet, Leyla’yı eve gönder,” dedi, Murat.
Masadan kalkıp, Samet daha bir şey diyemeden, kapının önündeki korumalara doğru yürüdüm. Arabaya binip restorandan uzaklaşırken, gözyaşlarıma hakim olamadım. Benim hayatım buydu ve bu kadardı işte. Birilerine satılarak, pazarlanarak sürecekti her şey. Ömrüm boyunca bu sarmaldan kurtuluşum yoktu ve olmayacaktı da…
Devam Edecek...
İnstagram : begibooks
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |