
“Daha iyi misin, Leyla?”
Aysema ile mutfak masasına oturmuş, sohbet ediyorduk. Aysema, masaya kahvelerimizi bıraktıktan sonra karşımdaki sandalyeye oturdu. Saat neredeyse gece yarısına gelmişti. Bora ile Aslan salonda oturup, plan yapıyorlardı.
Elimdeki kahve fincanına baktım. Sonra Aysema’nın şefkatle bakan gözlerine. “Daha önce hiç bu kadar iyi hissetmemiştim desem, inanır mısın?”
Aysema’nın yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. Aslan ile ikizlerdi. Benziyorlardı ama benzemiyorlardı da. Bakışları aynıydı. Gözlerinden her duyguyu okumak mümkündü. Aysema, çok güzel bir kadındı. Bebek kumralı saçları beline uzanıyor, yosun yeşili gözleri zaman zaman açık kahveye dönüyordu. Dolgun dudaklarının üzerine kondurulmuş gibi duran burnu da aynı Aslan’ınki gibiydi. Zarifti. Boyu, diğer kadınlara göre daha uzun sayılırdı. Biraz daha balık etliydi. Gerçekten kadın kadın derler ya hani, öyleydi.
“Bundan sonra hayatının, hayatımızın güzel olmasını diliyorum,” dedi, usulca. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. Gözleri uzaklara daldı. “Benim, seninle tanışana kadar mükemmel bir hayatım var zannediyordum. Sonra sen çıktın karşımıza. Uyuduğumuz tüm uykulardan uyandırdın. Aslında rüyaya yatıp, kabusa kalkmak gibi oldu bizim için…” Duraksadı. Bakışları gözlerimi buldu. “Seni üzmek istemedim, özür dilerim,” dedi mahcubiyetle.
Öne doğru eğildim, masanın üzerinde duran elini tuttum. “Üzülmüyorum, Aysema. Artık üzülmüyorum inan bana. Gerçeklerle yüzleşmek zorundayım. Herkesin hayatını alt üst ettim.”
“Sakın böyle söyleme,” diye, kesti sözümü. “Leyla, sen ve senin gibi onlarca kadın var, biliyorsun değil mi? O nedenle sakın böyle söyleme. İnan bana seni tanımıyorken bile yokluğun öyle çok azap verdi ki…”
“Öldüğümü ilan ettikleri zamandan mı söz ediyorsun?”
İrkildi. Elimi daha sıkı tuttu. “Çok zordu… Aslan içinde benim içinde çok zordu.” Gözlerini masada tuttuğumu elime indirdi. “Seni henüz tanımıyorduk bile ama yaşadığın hayatı göz önünde bulundurduğumuzda bu bizim çok canımızı yaktı. Aslan, uzun bir süre ölümünden kendisini sorumlu tuttu. Artık bir yerden sonra içeceklerine ilaç karıştırıp, onu zorla uyutmaya başladığım zamanlar oldu.”
“Nasıl yani?” İçim burkuldu. Aslan’a düşündüğümden daha çok zarar verdiğimi şimdi anlıyordum.
“Aslan’ın seni reddetme sebebi sen değildin. Elbette bunu biliyorsun. Fakat, seni kendi ellerimizle kaderine terk etmiş hissine kapıldık. Daha doğrusu Aslan, bunu kendine çok dert etti. Sonra seni buldum.” Gözünün önüne gelen anılardan kurtulmak istercesine başını iki yana salladı. “O halini hatırlamak beni kahrediyor. Sana bunu kim yaptı, Leyla?”
Günlerce gördüğüm şiddetin yara izlerini taşıyordum hala. Kanayan yerlerim tek tek sızladı o günlere dönünce. “Bunları konuşmayalım,” dedim, Aysema’ya. Çünkü olanlarır anlatmam onu üzmekten başka bir işe yaramayacaktı.
“Sana neler olduğunu bilmek istiyorum,” dedi. Kararlı gözleri yüzümde geziniyordu.
“Üzülmeni istemiyorum.”
“Bilmek istiyorum,” diye, ısrarını sürdürdü.
“Peki,” diyebildim. İçimde bir yerlerde o günleri hatırlayabilmek için güç aradım. Boşluk dışında birşey yoktu. Hiçlik vardı sadece.
“Aslan, o gün yanımızdan ayrıldıktan sonra beni eve gönderdiler. Gecenin bir yarısı, Murat denen o adi herif odama geldi. Ben daha ne olduğunu anlayamadan, beni yatağımdan çıkarıp salona sürükledi.” Yutkundum. Bu defa uzaklara dalma sırası bendeydi. “Etrafta kimse yoktu. Murat, sarhoştu. Sonra korumalarına seslendi. İçeriye iki kişi girdi. O an… başıma gelecekleri tahmin etmiştim ama artık çok geçti. Zaten kaçamazdım da.” Omuz silktim. Herşeyi öyle olağan anlatıyordum ki, ben bile kendime şaşırıyordum bazen. “O gece beni bilmediğim bir yere götürdüler. Murat, dünyadaki bütün hırsını benden çıkardı. Normalde yüzüme de vurmazdı ama o gece hiç acımadı.”
“O ne demek?” Aysema’nın şok içinde bakan gözleri ile karşı karşıya kaldım. Cevap veremedim. Aysema, anladı. Alnı kırıştı, gözlerine kahır oturdu.
“İşte o geceyi biliyordum, zaman zaman uyanıp uyandım. Kaç gün orada o halde kaldığımı çok hatırlamıyorum. “ Öyleydi, hatırlamıyordum. Hatırlayabilecek bir sağlıkta da değildim zaten. “Bir gün, sabaha karşı olduğunu sanıyorum, kulağıma sesler gelmeye başladı. Çok seçemiyordum, sesler tanıdık değildi. Hatta bir ara silah sesi duyduğumu bile hatırlıyorum. Tekrar gözümü açtığımda bir arabanın arka koltuğundaydım. Yine bayıldığımı zannediyorum. Tekrar gözümü açtığımda, araba durağan haldeydi. Gün çoktan aymıştı. Kendimi zorlayarak, doğruldum. Etrafıma bakındım, kimseyi göremedim. Arabanın kapısını açmayı denedim ama kilitliydi. Çok sığ bir yerdeydim. Etrafta belli belirsiz ağaçlar dışında birşey yoktu. Boş bir arazideydim. Tekrar koltuğa uzandım. Gözlerimi kapattım. Kimse ile mücadele edecek halim yoktu. Uyuya kaldım sanırım. Kulağıma iki adamın kendi arasında konuşmaları gelmeye başladı. Gözümü açmadım bilerek. Belki öldüğümü zannederlerdi diye umuyordum aslında.” Gülümsedim. Elimde tuttuğum fincana bakmaya devam ettim. “Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama babanı gördüm. Kucağındaydım. Sonra beni bir yere bıraktı. Sonra da kendimi sizinle dağ evinde buldum zaten.”
“Babam bu işin hangi kısmında hala bilmiyoruz ama şunu biliyorum; sen çok güçlü bir kadınsın Leyla.” Ağlıyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, iki elime de sanki dalmışım gibi sıkı sıkı tutundu. “Seni iyi ki tanımışız, inan bana. Bundan sonra hayatlarımızın daha güzel olabilmesi için hep bir arada olacağız.”
“Lütfen ağlama,” derken bende ağlamaya başladım. Kendimi tutamıyordum. Birden boynuna sarıldım. Yüzümü omzuna gömüp, ağlamaya devam ettim. Kendimi durduramıyordum. İlk defa biri imdadıma, çığlığım olmadan yetişmişti. İlk defa biri beni görüyordu. İlk defa biri acılarımdan korkmadan dinledi. İlk defa biri yaralarımı görmekten korkmadı. Yanımda durmaktan korkmadı. Ona sımsıkı sarıldım.
“Kız neşesi denilince de siz.” Bora, mutfak kapısına yaslanmış, bize bakıyordu. Aysema ile birbirimizden uzaklaşıp, aceleyle gözyaşlarımızı sildik.
“Her yerden çıkmasan olmuyor değil mi?”
“Ağlamak için omuz arıyorsan ben sana verebilirim, Aysema.”
“Ahh!” Bora, acıyla inledi. Hemen arkasında duran Aslan, Bora’yı ensesinden yakalamış, kıvrandırıyordu.
“Sen kime omuz veriyorsun lan?” Aslan, yüzünde yarı ciddiyet yarı gülümseme ile Bora’yı hırpalamaya devam ediyordu.
“Kafasını gövdesinden ayır şunun,” derken, eliyle de oh hareketi yapıyordu. Gözyaşlarımızın yerini kahkahalar aldı. Bora, kıvrak bir hareketle, Aslan’ın arkasına geçti. Kolunu boğazına doladı. Ben panikle ayağa kalktığım anda Aysema kolumu tuttu ve beni tekrar sandalyeye doğru çekti.
“Öldüreceksin!” diye, haykırdım. Evet gülüyorduk ama Aslan’ı o halde görmek beni deliye döndürmüştü.
Aslan, aynı hızda Bora’yı omzundan yakalayıp yere serdi.
“İşte bu acıttı!” Bora’nın itirafı Aslan’ı kahkahalara boğdu. Aysema’da aynı şekilde katılarak gülüyordu. Az önceki yersiz paniğim yerini bir rahatlama alırken, bende gülmeye başladım.
“Yeter bu kadar tepindiğiniz, gelin hadi kahve içelim,” dedi, Aysema.
Aslan, Bora’yı kapıya doğru savurup, tişörtünü düzeltti. “İyi kurtuldun elimden.”
“Ben size kahve yapayım,” diyerek, ayağa kalktım. Aslan’ın uzun gövdesi ile karşı karşıya kaldım. Aslan bunu fırsat bilip, belime sarıldı. Önce saçlarımdan öptü. Dayanamayıp, beline sarıldım, yüzümü omzuna gömdüm. Odunsu kokusu burnuma dolarken, kalp atışlarım hızlandı.
“Beni mi özledin?” diye fısıldadı kulağıma.
“Her zaman.”
“Neyse biz çıkalım o zaman.” Bora’nın sesi sarılmamızı durdurmadı. Ömür boyu böyle kalabilirdim. Hiç sorun değildi.
“Meğer Leyla’mızın içinde küçük bir koala yaşıyormuş.” Aysema’nın kıkırdadığını duydum.
“Uzun bir gece oldu, hadi artık yatalım,” dedi, Aysema. Esniyordu bir yandan.
Omzumun üzerinden Bora’ya doğru baktım. Yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. Aynı zamanda muzipti. Gözlerini bir kaç saniye kapalı tutup tekrar açtı. İyiyiz, der gibiydi. Gülümsedim. Bora ile bakışarak ilk defa anlaşabilmemiz değildi bu.
Aslan, elimden tutup; “Herkese iyi geceler o zaman,” dedikten sonra beni mutfaktan çıkardı.
Merdivenlerden yukarıya doğru çıkarken de elimi bırakmadı. Bir ara koluna doğru sarılarak, merdivenleri çıkmaya devam ettim. “Gerçekten içinde bir koala yaşıyor olabilir.” Gülümsedim. Birine sarılabilmek harika bir histi.
“Sen yat, ben bir duş alıp geliyorum güzelim.”
Aslan banyoya girdikten sonra Gül Hanım’ın bıraktığı kıyafetlerin arasından giyecek bir şeyler aramaya başladım. Bir şort ve bir kazak bulduktan sonra üzerimdekilerden kurtuldum. Saçlarımı topuz yapıp, iç çamaşırlarımı değiştirdim. Elbise dolabının kapağındaki aynaya takıldı gözüm.
Çıplak bedenime baktım.
Kilo almıştım. Bedenimin bazı yerlerinde hala yeşillikler vardı. Kaburgalarım daha iyi durumdaydı. Daha az ağrım oluyordu. Aynaya biraz daha yaklaşıp, yüzüme baktım. Onlarla tanıştığım ilk günlerde, banyo aynasından bana bakan kadını hatırladım. Solgun yüzünü, patlamış dudağını, çenesindeki kesiği, göz altlarındaki mor halkaları… Şimdi ise yanakları daha pembe, dudağı tamamen iyileşmiş, yüzünün herhangi bir yerinde kesik olmayan bu kadına bakıyordum. Sevgi gerçekten de iyileştiriyordu. Her anlamda. Sevmek ve sevilmek insanı yenileyebiliyordu. Umut etmek beraberinde kendini de sevebilmeyi getiriyordu. Dağılmış saçlarını da sevebiliyordu insan. Yara izlerini de. Zamanında pazarlanmış bedenini bile…
Aynada birden Aslan’ı görünce irkildim. Ben daha arkamı dönemeden, gelip belimden sarıldı. Çenesini, topumuzun üzerine koydu. Kollarının arasında küçücük kalan bedenime bakıyordu. Utanıyordum ama rahatsız da olmamıştım. İlk defa bir erkeğin elleri beni rahatsız etmiyordu. Tam aksine bana tüm gücü ile sarılsın ve bir daha bırakmasın istiyordum. Boynumu, omzuma doğru eğerek, aynadaki güzel aksına baktım. Tanrı gibi görünüyordu. Ben onun kollarında pespaye ve yıpranmış duruyordum.
Boynumdan öptü. Başını kaldırmadı. “Harika görünüyorsun,” diye fısıldadı kulağıma.
Midemde bir hareketlilik oldu. Aldırış etmedim. Gözlerimi kapattım. Güzel kokusunu içime çektim. Kollarının arasından çıkmadan yüzümü ona doğru döndüm. Yüzüne doğru baktım. Loş ışıkta bile gözleri parıldıyordu.
“Söyle sevgilim.” Bunu öyle bir söyledi ki, hemen ardından önümde diz çöküp itaat et diyecek sandım. Öyle içten, öyle güzeldi.
“Söylenecek birşey bırakmadın. Hayatıma girdin ve herşeyi güzelleştirdin.”
Dudaklarımdan öptü. “Bana yaşattığın duygulardan haberin yok.”
Kolumdan tutup, beni yatağa doğru çekti. Örtüyü açıp, beni yatağa yatırdı. Daha sonra kendisi de gelip, yatağa girdi. Beni çekip, çıplak omzuna yatırdı. Belime sarıldı. “Mesela bana şu anda yaşattığın duygudan haberin yok.”
Geniş gövdesine sarıldım. Koala olmayı böylesine seveceğimi bilmezdim. “Sanırım gerçekten içimde bir koala var,” dedim.
“Hep o sarılacağın dal olmak istiyorum.”
Bir süre sessiz kaldık. Kokusundan mayışmaya başlamıştım bile. Halbuki az öncesine kadar pekte uykum olduğu söylenemezdi.
Aslan, elini çeneme doğru koyup, yüzümü yüzüne doğru kaldırdı. Mahmur gözlerle yüzüne baktım. Elimi sakallarının üzerinde gezdirmeye başladım. Dayanamayıp, dudaklarına doğru uzandım. Kalp atışlarım kulaklarımı doldururken, bedenimi ona doğru yasladım. Onun altında şortu vardı ama benim üzerimde iç çamaşırlarım dışında birşey yoktu. Yine de önemsemedim. Utanma duygusu yerini yine arzuya bırakırken, teslim oldum. Elleri bedenimin üzerinde dolaşırken, boynundan tutup, ağır bedenini üzerime doğru çektim.
Dudakları bir süre daha dudaklarımda oyalandıktan sonra duraksadı ve yüzüme doğru baktı. Gözleri alev alev yanıyordu. “Emin misin?” diye sordu. Neredeyse nefes nefeseydi.
Cevap vermedim. Omuzlarından tutup, üzerime doğru çektim. Dudaklarımı, dudaklarına bastırarak yanıtladım onu.
Hayatımda ilk defa kendi rızamla birine ait olmak istiyordum. Sadece birine. Sadece O’na…
&&&
Ertesi sabah, günün ilk şıkları ile gözümü açtım. Aslan, arkamdan sarılmıştı uyurken. Yine kollarının arasında uyanmıştım. Bu defa hareket edip, onu uyandırmayacaktım. Bir kaç saat öncesini düşünmeden edemedim. Bedenimin her yanı Aslan’ın arzusu ile yankılanıyordu. Saatlerce, günlerce, haftalarca, ömrüm boyunca onunla sevişmek istiyordum. Her sabah onun kollarında uyanmak her gece ona ait olarak uyumak istiyordum. Nabzım hızlandı. Bedenimi sıcak basmaya başladı. Ona karşı olan bu arzumu zapt etmekte çok zorlanıyordum. Biraz daha oyalandıktan sonra Aslan’ın kollarında yeniden uyuya kaldım.
“Güzelim, hadi uyan.” Aslan’ın sesini duyar duymaz gözümü açtım. Tam önümde oturuyor, tebessüm ederek yüzüme bakıyordu.
“Uyandırdım mı seni?”
Zarif parmakları yüzümü okşadı. “Neredeyse öğlen oldu. Başın ağrımasın diye uyandırmak istedim.”
“O kadar oldu mu?” Yatakta doğrulup, bileğimdeki toka ile saçlarımı topladım. Tam yorganı üzerimden atacaktım ki çıplak olduğumu hatırladım. Utançla ellerimi göğsüme bastırdım. Aslan kahkaha attığında anlamayan gözlerle yüzüne bakıyordum.
“Edep, sen ne güzel şeysin.” Kahkahası büyüdükçe büyüdü. Birden bende kendimi kahkahalara boğulurken buldum. O kadar uzun süre kahkaha attık ki ikimizde neredeyse boğuluyorduk.
“Yeter artık dur!” Bunu söylerken bile kahkaha atmaya devam ediyordum.
“Tamam, tamam…” Aslan, baş ucumdaki suyu alıp, bana uzattı. “Şundan bir kaç yudum al, bebeğim,” diyerek bana uzattı.
Sudan bir kaç yudum aldıktan sonra baş ucuma bıraktım. “Beni çok utandırdın,” derken, sahte bir ifadeyle üzülmüş gibi yaptım. Muziplik sırası bendeydi.
Aslan, bakışları ile tüm vücuduma göz gezdirdi. Sonra dudaklarını ıslattı. “Bayılırım utangaç kadına.” Yavaşça yorganı üzerimden çekmeye başladı.
“Ay, yapma,” desem de durmadı. Yorgan kalçalarıma kadar indikten sonra bana doğru uzanıp, dudaklarımdan öptü. Sonra da boynumdan. Bedenim titredi. Sonra geriye doğru çekildi. Yüzünde serseri bir gülümseme vardı.
Yorganın ucundan tutup, kendime doğru çektim. “Ben bir duş alayım.”
“Tamam güzelim, ben aşağıdayım.” Tekrar eğilip, dudaklarımdan öpüp, odadan çıktı.
Yeniden dün gecenin ve bu sabahın hayallerine dalmadan yataktan çıktım. Ilık bir duş aldıktan sonra giyinip, aşağıya indim.
Salona girdiğimde Gül Hanım’ın geldiğini gördüm. Aslan, Gül Hanım, Aysema ve Bora hep birlikte oturuyorlardı.
“Kusura bakmayın, çok geç kaldım,” dedim mahcubiyetle.
“Gel bebeğim,” dedi, Aslan eli ile koltuğun yan tarafına hafifçe vurarak. Ona doğru gidip, yanına oturdum.
“Dinlenmiş görünüyorsun,” dedi, Bora. Elindeki viski bardağından son yumudunu aldıktan sonra.
“Evet,” diyebildim.
“Sana yiyecek birşeyler hazırlayayım.”
“Yok Aysema, teşekkür ederim. Bir kahve alacağım sadece.” Ayaklandım. “Sizde ister misiniz?”
Kimse istemeyince mutfağa gidip, kendime kahve alıp geri döndüm. Tekrar Aslan’ın yanına oturduktan sonra kahvemden bir yudum aldım. O sırada Aslan ve Bora viskilerini yudumluyorlardı. Aslan, sigara yaktı.
Tam çaprazımda oturan Gül Hanım ile göz göze geldim. Ona büyük bir teşekkür borçluydum.
Hafifçe boğazımı temizledim. “Gül Hanım, ben…”
“Lütfen bana Gül abla de,” diyerek, sözümü kesti.
Yüzündeki samimi gülümsemeye baktım. “Pekala, Gül abla. Hımmm… Gül abla, sana çok şey borçluyum. Sana ne kadar teşekkür etsem az ama teşekkür ederim.”
“Rica ederim, tatlım. Hepimiz iyiyiz, gerisinin bir önemi yok,” dedi. Ufak tefek bir kadındı. Yaşı ellilerinin başındaydı, belli oluyordu ama dinç görünüyordu. Küçük bir yüzü vardı. Yüz hatları küçük, ufak tefekti. Kırmızı bir kazak giymişti. Altında da dizlerinde biten bir etek vardı. Gerçekten bir asistan gibi görünüyordu ama çok da şıktı.
“Aslında hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim. Daha önce bunu söyledim mi hatırlamıyorum ama hepinize çok şey borçluyum.”
Tek tek odadaki herkesin yüzüne baktım. Hepsinin yüzünde buruk bir gülümseme vardı. Acımaktan uzaktı. Merhamet, şefkat ve sevgi doluydu. Duvar gibi görünen Bora bile bana gülümseyerek bakıyordu.
Aslan, elime uzanıp tuttu. “Biz aileyiz,” dedi.
Aysema’nın yine gözleri dolmuştu. Hemen yanında oturan Bora, hayranlıkla onun yüzüne bakıyordu. Aslan da Bora’ya bakıyordu ama yüzünde öfke yoktu. Daha çok ifadesiz denilebilirdi. Bir şeylerin farkındaydı belki ama kimse bunu konuşmuyordu. Aslında çok yakışırlardı. Bora, en az Aslan kadar iri bir adamdı. Yakışıklıydı. Bronz bir teni vardı. Aslan’ın aksine sakal bırakmıyordu. Gözleri iri, çehresi genişti. Saçlarını kısa kestirmişti. Bedeni yapılıydı, belli ki o da en az Aslan kadar spor yapıyordu.
“Şimdi konuşmamız gereken bazı konular var.” Gül abla, elindeki kahve fincanını orta sehpanın üzerine bıraktı. Herkes aynı anda Gül ablaya döndü. Gül abla, hafifçe öne doğru eğilip, iki kolunu çapraz şekilde dizlerinin üzerine koydu. Orta sehpadaki objelere doğru bakıyordu.
“Murat Gürsoy hala peşimizde. Aslında çok sorun teşkil etmiyor ama çevresine de haber vermiş. Her yerde bizi arıyorlar. Beni bile arıyorlar. Zaten o nedenle buraya geldim.”
“Takip edilmediğinden emin misin Gül abla?” diye sordu, Bora.
“Evet eminim. Buradan önce Bozcaada’ya geçtim. Bir gün orada konakladıktan sonra araba kiraladım. Sonra paravan şirketimiz üzerine başka bir araba kiraladım ve feribota koydurttum. Diğer kiraladığım arabayı başkası ile gönderdim. Paravan şirketle kiraladığım araca da kendim geçtim. Çanakkale’de de iki gün konakladıktan sonra tekrar araç değiştirip, buraya geldim.”
“Vallahi ajan gibisin Gül abla,” diyerek güldü Bora.
“Gül abla her zaman işini bilir,” dedi Aslan, gülümseyerek.
Gül abla da gülümsedi. “Önce aileniz hakkında bilgi vereyim.” Aysema, olduğu yerde doğruldu. Dikkatle Gül ablayı dinlemeye devam ediyordu. “Anneniz ve evdeki yardımcı ablanız bir süreliğine Trabzon’a gittiler. Uzun bir süre dönmeyecekler. Onlara güvenli bir yer ayarladım. Uygar Bey’e hala ulaşamadım ama Bora ile konuştuk zaten onu. Asaf Bey ise her gün şirkete gelip, gidiyor. Şirkette tüm düzen devam ediyor, ufak tefek aksilikler oluyor ama herşey genel anlamda yolunda.”
Aslan, Asaf Bey’in adını duyunca gerildi, çenesi kaskatı kesildi.
“Bizim havayolu şirketi için görüşmelere devam ediyorum ancak ona daha sonra zaman ayıracağız. Bir de Bahar konusu var tabii.”
“Yine ne yaptı?” diye çıkıştım birden.
Aslan, bana doğru dönüp, “Sen bu kadında neden bu kadar korkuyorsun?” diye sordu. İk defa yüzü bana bakarken bile kaya gibiydi. Bakışları buz kesmişti. Alnı şüphe ile kırışmıştı.
“Ben sadece…”
“Anlat onlara,” diye sözümü kesti, Bora. Şok olmuş bir ifade ile yüzüne baktım. Acımasızca bir ifadeyle yüzüme bakmaya devam ediyordu. Gözü kararmıştı. Bahar’dan en az benim kadar nefret ediyordu.
“Ne biliyorsun, Bora?”
Aysema da aynı anda Bora’nın yüzüne bakıyordu. Bora, bakışlarını tekrar yüzüme çevirdi. “Ben anlatayım.”
Nefes alışverişlerim hızlandı. Panik bedenimi ele geçirirken, omuzlarım düştü. Dizlerim titriyordu.
“İlk yaptığı şey, Leyla’yı kendi babasına pazarlamak olmuş.” Bora, benim ömrümün en karanlık gününü, tek seferde dudaklarından döküvermişti. Gözüne öyle bir karanlık çökmüştü ki olduğum yere çivilendim. Aslan’ın yüzüne bakmaya cesaret edemedim. Ellerine doğru baktım. Yumruk yapıp sıkmaktan, ellerinin üstü beyazlamıştı bile.
“O gece Leyla, böbreğinden bıçaklandı. Ölümden döndü. Tabii resmiyette kaydı yok. Üstü kapalı şekilde kızı hastanede ameliyat ettirip, eve taşıdılar.”
“Bu kadarı fazla çok fazla!” Aysema, gözyaşları içinde söylemişti bunları. Elleri ile saçlarını karıştırıyor, bir yandan da yanaklarından dökülen gözyaşlarını elinin tersi ile silip duruyordu.
Hala Aslan’ın yüzüne bakamıyordum. Kimsenin yüzüne bakamıyordum. Yaşadığım o günlerin ağırlığı altında kalmıştım yine. Nefes alamıyordum.
“Şunu kabullenmen lazım, Aslan. Bu kıza bir çok şey yapılmış. Şiddet görmüş, pazarlanmış. Hatta…”
“Sakın,” dedim birden. Neyi söyleyeceğini biliyordum. “Bunu yapma, Bora,” diye yalvardım. Ama bu onu durdurmadı.
“Daha ne Bora!” diye hırladı, Aslan. Cesaret edip, yüzüne baktım. Çenesi kemikten ibaretti. Gözleri bu defa öfkeden parlıyordu.
“Samet.”
“Ne dedin sen?” Aslan, ayağa fırladı. “Ne dedin sen, Bora?”
Bora da ayaklandı. Bende ayağa kalktım ama ne kadar süre ayakta kalabilirdim bilmiyordum. Aysema, Gül abla, herkes ayaklandı. Aslan, birden orta sehpaya bir tekme attı. Sehpa, ters dönüp, yere düştü. Üstündeki cam paramparça oldu. İrkilerek geri çekildim.
“Abi yapma!” diye haykırdı, Aysema.
“Bir otur, sakin ol önce,” dedi, Bora. Aslan’ın yanına gelip, kolundan çekmeyi denedi. Ama Aslan’ı bir santim bile yerinden oynatamadı.
“Tüm olan biteni bilmek istiyorum. Özellikle Asaf Demirkan tüm bu işlerin neresinde, bunları bilmek istiyorum!” diye emretti.
“Aslan, öfkeyle kalkmamız bize yaramaz şu anda.”
“Senin sakinliğini sikerim lan! Sen ne söylediğinin farkında mısın? O adam kaç kere benim evime girdi. O adamla istemeden de olsa kaç defa aynı masada yemek yedim ben. Allah’ım delilik bu! Delilik!” Bağırarak, ellerini saçlarının arasından geçirdi. Gözü dönmüştü. Olduğu yere sığamıyordu.
“Lütfen dur, bir yerini keseceksin,” dedim, hıçkırıklarımın arasından. Yüzüne bakamıyordum, çaresizce oturmuş, kendime sarılmıştım. Korkuyordum.
Aslan, yavaşça yanıma oturdu. Eliyle çenemden tutup, yüzümü kaldırdı. Göz göze geldik. Katran karasıydı gözleri. Yüzü bembeyazdı. Bakışları buz gibiydi. İlk defa ona bakarken ürperdiğimi hissediyordum.
“Bizi yalnız bırakın,” dedi, sakince.
Kimse itiraz etmeden salondan çıktı. Kapıdan çıkarken Bora’nın Aysema’ya sarıldığını gördüm. Aslan ile başbaşa kalmıştık. Yeniden yüzüne baktım. Aslan, kollarımdan tutana kadar titrediğimin farkında değildim.
“Özür dilerim,” dedi, sakince. Gözlerindeki karanlık hala oradaydı, görüyordum.
“Ben…”
“Bu konu artık senden çıktı, Leyla. Bu mesele artık benim meselem. Bedenindeki her yara izine baktım dün. Her birine tek tek baktım. Sana dokunulan her yerine baktım.” Sesi her kelimesinde daha da alçalıyordu. Gözlerini zaman zaman etrafında gezdiriyor, sonra yine gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu. “Belki bazı şeylere doğru düzgün başlayamadık ama doğru şekilde ilerletip, doğru şekilde bitireceğim. Beni artık durduramazsın. Artık kimse önümde duramaz, Leyla.”
“Lütfen sus artık,” dedim, gözyaşlarımın arasından. “Düne kadar tertemiz bir hayatın vardı. Başının derde girmesini istemiyorum. Hayatının tehlike altında kalmasını istemiyorum. Sana zarar gelmesini istemiyorum.”
“Bana hiçbirşey olmayacak ama sana söz veriyorum. Sana dokunan her elin tek tek ellerini kıracağım. Sana bakan her gözü tek tek oyacağım. Bedenine değen her bedeni tek tek benzin döküp yakacağım.” Karanlık çöken gözlerine baktım bir kez daha. Dipsiz bir kuyuya düşmek gibiydi. Aslan’ın böyle bir adam olabileceği hiç aklıma gelmemişti.
“Lütfen…”
“Dinle beni, güzelim. Beni iyi dinle. Param var. Gücüm var. Her yerde adamım var. Saygınlığım var, sözümün geçtiği bir çok yer var. Benim herşeyim var. Onlara yetecek tüm güce sahibim. Benim için endişelenmeni istemiyorum. Tüm bunlar bittiğinde seni buradan alıp, gideceğim. Uzaklara gidip, kendimize bir hayat kuracağız. Bir daha sana kimsenin bırak elinin değmesini, gözünün bile değmesine izin vermeyeceğim. Anladın mı beni?”
İnanamayarak baktım. Gerçekten deliye dönmüştü. Gerçekten delirmişti.
“Kimseye zarar veremezsin sen, böyle bir adam değilsin.”
“Bende öyle sanıyordum, inan bana.” Histerik bir şekilde gülümsedi. “Şu anda aklımdan geçenleri hayal bile edemezsin.”
“Korkuyorum,” diye itiraf ettim. Gözlerinin içine baktım yeniden. Dün gece birlikte uyuduğum adamı arıyordum.
“Benden mi korkuyorsun?” Geriye doğru çekildi. O da doğrudan gözlerimin içine bakıyordu.
“Söylediklerini yapmandan korkuyorum.”
“Yapacağım,” dedi, kararlılıkla. Zerre merhamet emaresi yoktu bakışlarında. “Söylediğim her şeyi dolaylı veya dolaysız yapacağım.”
Tekrar ağlamaya başladım. Daha birkaç hafta önce merhametine tutunduğum bu adamın geldiği hal gerçek olabilir miydi? Hepsinden ben sorumluydum.
“Seni getirdiğim şu hale bak!” Ayağa kalktım, artık dayanamıyordum. “Size şu yaşattıklarıma bir bak! Benim yüzümden olanlara dön bir bak!” Avuç içlerimde tuttuğum yastığı fırlattım. “Herkesin hayatını mahvettim. Herkesi hayatından ettim. Keşke beni hiç görmeseydin. Keşke o gün gerçekten ölseydim. Keşke beni kimse kurtarmasaydı da ölseydim! Denedim, defalarca denedim ama başaramadım. Ben bırak yaşamayı, ölmeyi bile beceremedim!” Artık tamamen kontrolden çıkmıştım. Yaşadığım vicdan azabının haddi hesabı yoktu. Çektiğim acıyı ölçebileceğim hiçbir kütle hiçbir madde yoktu. Boğazım bağırmaktan yanıyordu. Gözlerim ağlamaktan yanıyordu. Bedenim öfkeden yanıyordu. Kendimi durduramıyordum. “Ben artık yaşamak istemiyorum!”
“Tamam,” dedi, Aslan. Beni kollarımdan tutup, durdurdu. “Kimseye dokunmayacağım, söz veriyorum. Tamam.”
O tanıdığım bakışları geri gelmişti. Bana şefkatle bakıyordu. “Söz veriyorum, güzelim. Kimseye dokunmayacağım. Tamam.”
Boynuna sarıldım. Tüm gücümle sarıldım. Hıçkırıklarımı durduramıyordum. Bedenimin titremesine engel olamıyordum. Tüm sinirlerim boşalmıştı. Ayakta kalmaya dermanım kalmamıştı. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum.
Kollarında ağladığım adama delicesine aşık olmuştum. Onsuz geçirebileceğim tek bir günü hayal edemiyordum. Sonunu bilmediğim bu yoldan dönmeye halim yoktu. Artık takatim kalmamıştı. Sevmiştim, sevilmiştim. Bu adamla kahkahalar atmış, ilk defa kendi isteğimle bu adama ait olmuştum. Tüm yaralarım bu adamla iyileşmişti. Tüm acılarım bu adamın kollarında dinmişti. İkinci hayatım onun bana sarılmasıyla başlamıştı.
Artık onsuz bir hayatı hayal edemezdim. İlk defa onsuzluğun bana yaşatacağı acıdan korkuyordum. Gerçekten ilk defa acı çekmekten korkuyordum.
“Dinle beni,” diye fısıldadı, kulağıma. Hıçkırıklarım yerini usulca akan gözyaşlarına bırakmıştı. “Sana aşığım. Seni üzecek olan herşeyden korkuyorum. En çok seni üzenin ben olmamdan korkuyorum.”
“Sana aşığım,” dedim, güçsüz ses tonumla. Yüzüm hala omzuna gömülmüş haldeydi.
“Kimseye dokunmayacağıma söz veriyorum. Ama bir süre kedi, fare oyunu oynamak zorunda kalacağımızı da itiraf etmek zorundayım. Seni kandırmayacağım. Ama yine söylüyorum, söz veriyorum. Kimseye dokunmayacağım. Fakat şunu da bil; kimsenin sana dokunmasına izin vermeyeceğim. Ben hayatta olduğum sürece sana kimse zarar veremez. Bana birşey olsa bile hayatını ömrün boyunca garanti altına alacağıma söz veriyorum.”
“Sakın bana bir daha bunu söyleme.”
“Seni bırakıp hiçbir yere gitmiyorum, güzelim. Merak etme. Seni korkuttuğum için, seni üzdüğüm için özür dilerim.”
Yüzümü kaldırıp, gözlerine baktım. Eğilip, saçlarımdan öptü. Öyle yorgundum ki ayakta durmakta zorlanıyordum. Ağırlığımı biraz daha Aslan’a verdim. Biraz daha ayakta kalırsam düşecektim.
“Biraz dinlenmek ister misin?”
“Evet, lütfen.”
Koltuğa oturduk birlikte. O sırada salondan içeriye önce Bora, Aysema ve en son olarak da Gül abla girdi. Hepsinin yüzünde endişe vardı. Aysema, berjere oturdu. Gül abla da az önceki yerine. Bora’nın elleri cebinde, salonun girişinde ayakta bekliyordu.
“Ben gidip, biraz uzanabilir miyim?” diye sordum. Gözümü açık tutmakta zorlanıyordum.
“Hadi gel, seni götüreyim.”
Aslan’ın beni olduğum yerden kaldırmasına izin verdim. Kolunun altına girdim. Merdivenleri bile çıkmaya halim yoktu aslında. Büyük bir gayret sarf ederek, birlikte yukarıya çıktık. Aslan beni yatağa yatırdı. Üzerimi örttü.
“Sen şimdi biraz dinlen, ben yanına geleceğim,” dedi.
“Birlikte uyuyalım mı?” diye sordum. Belki bencillik ediyordum ama gitmesini istemiyordum.
Cevap vermeden, örtünün altına girdi. Başımı kaldırıp, beni omzuna yatırdı. Bir kez daha sımsıkı sarıldım. Sağlıklı bir ruh halinde değildik ikimizde. Herkes benim yüzümden çok yıpranmıştı. Ben ise tamamen bitmiş durumdaydım. Nefes almaya bile gücüm yokmuş gibi hissediyordum.
“Seni üzmek istememiştim, özür dilerim.”
“Seni anlıyorum,” diye yanıtladım, Aslan’ı. Daha da sıkı sarıldım. Ellerini saçlarımda gezdirmeye başladı.
“Bazı şeyleri yoluna koyacağım. Daha sonra da uzaklaşacağız buralardan, merak etme,” dedi.
“Belki de bazı şeyleri olduğu gibi bırakmamız gerekir.”
“Kimseye dokunmayacağıma söz verdim. Tüm bu olanları yanlarına bırakacağım demedim.” Sesi yine buz kesmişti.
“Tüm yaşananlar geride kaldı.” En başta kendime yalan söylüyordum. Aslında herşey yeni başlıyordu.
“Hadi biraz uyu.”
İtiraz etmedim. Edemedim. Geçirdiğim sinir krizinden sonra yorgun düşmüştüm. En son ne zaman bu kadar kolay içimden geçenleri haykırdığımı hatırlamıyordum. Günümüz günümüze uymuyordu çoğu zaman. Kötülüklerin gölgesi üzerimizden eksik olmuyordu. Sanki çıkmaz bir sokağın kaldırımında düşe kalka ilerliyorduk. Herkesi büyük bir çıkmaza sokmuştum. Hayatım boyunca hep bedel ödedim. Hiç bir bedelin gerekçesinin öznesi de ben değildim üstelik. Ama şimdi her şey değişmişti. Birileri bedel ödeyecekti evet ama bu uğurda sevdiğim insanların canının yanmasına izin veremezdim. Buna nasıl engel olabileceğimi de bilmiyordum ama bir yolunu bulmak zorundaydım.
En sonunda yorgunluğa teslim oldum. Göz kapaklarım ağırlaşırken daha fazla direnemedim. Kendimi, sevdiğim adamın kollarında, yorgunluğun getirdiği huzursuz uykuya bıraktım.
Devam edecek…
İnstagram : begibooks
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |